ŞEMDİNLİ
Umut Kitapevinin Bombalanma Davası.
-II-


Komisyonuna verdiği 25.01.2006 tarihli ifadesinde;
SORU - Şöyle: "Soruşturmasını yapmakta olduğunuz Şemdinli olaylarının
evveliyatı ve zincirin birinci halkası Diyarbakır'da geçen hadiselerdir. 1997-2000
yılları arasında Diyarbakır'da görev yapan Ali Kaya, namı diğer Mutkili Ali dahil
olduğu tertiplerle gerek şahsıma gerekse çocuklarıma maddî ve manevî zararlar
verdiği..." gibi diye başlayan bu yazı size mi ait?
MEHMET ALİ ALTINDAĞ – CEVAP : Şimdi efendim, astsubay Ali Kaya
1997'de...
SORU - Tanışmanızdan başlayayım. Ne zaman tanıdınız siz Ali Kaya'yı?
CEVAP; 1998'de tanıdım. 1998'de tabiî biz orada inşaat işlerinden daha
fazlasıyla yoğun devlet ihaleleri elimizdeydi, yapıyorduk Türkiye genelinde. Şimdi,
fazlasıyla bizim gazete radikal olarak... Diyarbakır Söz Gazetesi; size takdim edeyim,
buyurun. Biraz radikal yazılarımız vardı, yazıyorduk, her tarafa dokunuyorduk; fakat...
SORU - Radikal yazılarımız vardı derken onunla neyi kastediyorsunuz?
CEVAP; Yani, ben yazıyordum, çok büyük bir cesaretle yazı yazıyordum.
SORU - Yani, siz kendiniz yazmıyorsunuz da gazeteniz yazıyor.
CEVAP; Hem ben kendi kalemimle hem de gazetenin yayın politikası olarak
tüm bölgede olup bitenleri açık ve net yazıyorduk efendim. Şimdi, bunu, tabiî bazı
kesimler kaldıramıyordu. Özellikle, kaldırmayan kimseler de bölgede feodal yapıya,
mütegalibe; yani, feodal, zorba bir kesim tarafından bunu hazmedemediler. Şimdi bu
mütegalibe dediğimiz İnsanlar bölgedeki feodal yapıya sahip, bunlar genellikle
devletin valilerine, devletin vali yardımcılarına, devletin askerine, devletin polisine çok
ustaca yanaşmaktadırlar. Bunlar suç işliyorlar, bunlar PKK'nın kilit noktalarından
daha fazlasıyla bölgede çetevari çalışan insanları ayarladılar. Dağdaki çalışan bu
kamplardaki insanlara milislerin güçleriyle oraya ulaştılar, para aldılar. Zaten tüm
dosyalarda yazılıdır bunların hepsi. Şimdi, bu arada PKK biz, onların aleyhine yazı
yazıyoruz, devlet yanlısı diye, Altındağ Dinlenme Tesislerimiz var Diyarbakır'ın
dışında 12 kilometrede, oraya 22 Haziran 1996 günü saldırdılar; yani. tam yaz
mevsimi...
SORU - Kim saldırdı oraya?
CEVAP; PKK tabiî. Oraya saldırı düzenlediler. Önceden plan projelerini
yapmışlardı. Şimdi, bu saldırı neticesinde orada o an için büyük bir zayiat oldu, 8-9
insan öldü. Hep müşteri yani, gelen vatandaş. 10 kişi, 15 kişi yaralandı. Tesis
tamamıyla altüst oldu. O mevsim bitti, o mevsimde bizim büyük bir zararımız oldu.
Tabiî, devlet üzerine... O bölge jandarmaya aitti. Şimdi, jandarma orada gevşek
çalıştı, çok çarpıcı bir şekilde olayın üzerine gitmek istemedi.
SORU - O olayın üzerine?..
CEVAP; O olayın üzerine 8 insan ölmüş, her taraftan bize telefonlar geliyor, o
diyor şu adam yaptı, bu diyor şu adam yaptı; fakat, gerçekten, emniyetin bölgesi
olmadığı halde, emniyetin o zamanki çok heyeti, Emniyet Müdürü vardı Rıdvan
Güler, bir de Terörle Mücadele Şube Müdürü vardı Ramazan Sürücü, bu ekipleriyle
beraber ve jandarmanın bölgesine girememekle beraber, kendi iç dinamizmiyle şehir
İçindeki, merkez içindeki çalışmaları sürdürdüler bunlar.
Şimdi, bunlar sürdürdüler, gerçekten milisleri 40-50 kişi yakaladılar.
SORU - Bu milisleri dediğiniz kim bunlar?
CEVAP; Yani, PKK'yla irtibatlı gizli ajanlar. Yani, adam kahvede oturuyor,
işyerindedir ve PKK'yla irtibatlı yani. Bir tabir var. atasözü...
SORU - Şöyle dersek doğru olur mu: Yani, PKK'nın kullandığı milisler mi?
CEVAP; Tabiî tabiî, aynı şekil.
SORU - İzin verirseniz milisin tanımını yapayım, bölgedeki şey bizim: Şimdi,
milis dediğin bir PKK'lıdır; yani, örgütün bir üyesidir, örgütün...


SORU - Kırda değil de şehir içindedir.
SORU - ...asıl eylemlerine, silahlı eylemlerine karışan...
CEVAP; Tabiî şeyle bağlantılar var, partinin...
SORU - Şehir içerisinde kişileri alıp kırsala, terör örgütüne götürme veya
aralarındaki bağlantıyı götürme, pusula götürme, yiyecek, giyecek, ilaç gibii şeyleri
götürme, örgütle sürekli bağlantıları olan kişilerdir.
SORU - İrtibat halinde olanlar.
CEVAP; Şimdi, tabiî, bu milis insanlar bağlantılı olarak, bunlar aynı zamanda
bizim de işyerimizde çalışan, yine. aynı; yani, tabir yerindeyse gündüz külahlı gece
silahlı tipinde, o şekil. Pozisyon değiştirerek hareketle şey ediyorlardı.
Şimdi, tabiî, emniyet bunları yakaladı, sorguya çekti, birçok itiraflar söz konusu
oldu. Her şey gerçekten ortaya çıktı. Bu ara emniyet çalışırken, çok dikkat çekici bir
şey yaşandı orada, o günün Jandarma Alay Komutanı Mecit Korkut Albay vardı,
sonradan general oldu. zannedersem iki senede emekli oldu. Bu emniyet müdürünü
azarladı, tehdit etti, küfür etti; hem onu hem de Ramazan Sürücü'yü, "siz bizim
bölgemize niye giriyorsunuz, niye müdahale ediyorsunuz", bu şekilde. Çünkü,
emniyet, bizim otelimizde, oradaki otelde bir iki şahıs almışlardı. Bu şahıslardan daha
detaylı bilgi almasın diye engel olmak istediler, emniyetin önünü şey etti. Emniyet de,
tabiî, korkusundan bir şey diyemedi. Fakat, Allah var, yani, çalışmasını da sürdürdü.
Nihayet 20-30 kişiyi tutukladılar. DGM Başsavcılığına gitti. DGM Başsavcılığı devam
etti, mahkeme devam etti. O kadar devam etti ki, detaylı bir mahkeme ki hâlâ da
sonuçlanmamış. SORU - Devam ediyor?..
CEVAP; Hâlâ da sonuçlanmamış bu mahkeme. Her nedense birkaç kişi
sonuçlandı, onlarda müruru zamana uğradı.
İşte, devletin bünyesindeki gizli dinozorluklar, gizli bazı yanlışlıklar ve yanlış
insanlar, işte bu devletin, demokrasinin, hakikaten millî iradenin en büyük engelleri
bunlardır sayın beyler. Bir dava düşünün 8-10 kişi ölüyor ve dünyanın felaketi
meydana geliyor, zarar ziyan oluyor, o kadar insan tedirgin oluyor, on sene bir dava
devam ediyor, 3-4 kişiyi hapse sokuyor, ha bire bırak, ha bire tahliye... Eninde
sonunda, tabiî, bu şey devam ederken, 96'nın eylül ayında DGM Başsavcısı
değiştirildi, değişti, yeni bir DGM Başsavcısı geldi, Nihat Çakar isimli bir Başsavcı
geldi. O da 4 sene orada sürdü. O olayın akışını bambaşka şekilde değiştirdi. O,
apayrı bir şekilde değiştirdi. Mahkemelere nüfuz yapmak istedi ve gerçekten PKK'lı
avukatlarla, PKK'lı yandaşlarla, işadamlarıyla, demin bahsettiğim o feodal yapıyla
işbirliğine girdi, açık ve net olarak girdi.
Nihayet biz de hep yazıyoruz, gazetemizin o günün manşetleri hep keskin
gidiyor. Dolayısıyla, 98'de bu 28 Şubat olayı meydana geldi. Bizim fikrimiz, zikrimiz
açık ve net olarak söylüyorum, biz muhafazakâr, devletimizin yanında yer almış bir
politikayla yürüyoruz; fakat, karşımıza ansızın bize başka yaftalar yapıştırıldı,
Hizbullah kelimesini bize yakıştırdılar. Bu Hizbullah nereden çıktı? Efendim, Hizbullah
nedir; Altındağ Dinlenme Tesislerinde, orada Hizbullah kampı kurulmuştur -bu, 98'de
oluyor- ve Mehmet Ali Altındağ bu Hizbullah kampını kurmuş, insanları eğitiyor ve
devlete saldırıyor veyahut başka yerlere, şeriatı kurmaya çalışıyor gibi yaftalar
yapıştırıldı. Bu yaftalar doğrultusunda bir gün baktım ki, yani, olay, tarih günü
gününe, mayıs ayının yakın günleri, hatırlıyorum...
SORU-98 Mayıs?...
CEVAP; Tabiî, 98 Mayıs ayının 25'indeydi veyahut haziranın ilk haftalarıydı.
Bütün işyerlerim polis ve jandarma... Yani, jandarmanın bölgesi olmadığı halde,
Altındağ Dinlenme Tesislerinde bir şey yok aradılar, taradılar, jandarma bir şey
çıkaramadı; ama, şehir içindeki gazetemizin merkezini, işyerimizin, şirketlerimin
merkezlerini; yani. didik didik, sanki bir ordu, asker ve jandarma ve polis. Tabiî, bizim
tüm arşivlerimize el konuldu. El konulduktan sonra, bütün bana özel kitaplarımı ve
gazetenin arşivine hepsine el konuldu. Müftülüğe gönderdiler, Müftülükten adam

geldi. Beni gözaltına aldılar, beni, bir de gazete Yazı İşleri Müdürü Ömer Büyüktimur,
bir de şirketlerin Muhasebe Müdürü İsmail Yazan Beyi, bizi gözaltına aldılar. Bizim o
zamanki avukatımız Cavit Torun Beydi, bir de İbrahim Tali Uysal. Bizim Mesut Bey
tanıyor onları, meslektaşlarıdır.
Şimdi, bunlar da, tabiî, müdahale ettiler. Bizi polise götürdü. Esas polise
götürmeleri lazım. Jandarma bizi orada, başta bu aramanın içinde Mutkili Ali var, kilit
nokta o. Tabiî, ben, o zaman tanımıyorum. Bunlar, Hizbullah diye, Hizbullah politikası
güdüyoruz. Hizbullah propagandası yapıyoruz...
SORU - Bu Mutkili Ali dediğinizde diğer başka astsubaylar falan varmıştır
orada?
CEVAP; Tabiî tabiî...
SORU - Bu derece Ali'yi tanıdınız da, diğerlerini de tanıyor musunuz?
CEVAP; Onları da, yani, komutan odur. O, bir de Yüzbaşı Ersin Bacaksız
vardı. O, öldürüldü, Tokat bölgesinde öldürüldü o Şimdi, bunlar, bizi polisten aldılar o
gece. Bizi polisten aldılar, polisten aldıktan sonra jandarmaya götürdüler. Jandarmaya
götürdü, o gece gözaltına aldılar, bizim gözlerimizi bağladılar. Tabiî, üniversite,
İlahiyat Fakültesinden birkaç tane doçent getirdiler, kitaplarımızı didik didik incelediler.
Yanlış bir kitap yoktur, yasaklanan bir kitap yoktur, dergi yoktur. Şahsımızın fıkıh
anlatan kitaplarımız var, hadis anlatan kitaplarımız var; yani, Hizbullahçılıkta... Kur"an
tefsirleri var, bunlar, başka bir şey yok. Bunda bir şey yok. Rapor düzenlediler. Bizzat
müftü ve müftü yardımcıları, hepsi geldiler, 24 saat içerisinde raporlarını verdi, yasak
diye bir şey yok. Buna rağmen, tabiî, bizi, ertesi gün, o gece bize epey zulüm de
ettiler yani. Epey de zulüm ettiler bize, hatta, bir Metin kod isimli Cemal Temizöz
isimli bir binbaşı geldi o gece, dedi: "Mehmet Ali Altındağ sen bu memlekette bir
köksün, bugün seni söktüreceğim, götüreceğim..." Tehdit etti, benden soru sordu
"sen Atatürk düşmanısın" filan. Ne alakası var dedim, ben Atatürk aleyhinde bir şey
yazmış mıyım, bir şey söylemiş miyim, niye Atatürk düşmanı olayım, sebep niye,
bana onu ispat edebilir misiniz. Bilakis, Mustafa Kemal Atatürk'ün, millî mücadelede
vermiş olduğu mücadelenin hayranıyım ben, niye ben şey olayım. "Aa, ben bunu
böyle bilmiyordum, bize yanlış anlattılar^ dedi, ondan sonra hemen çay ikram etti
filan. Ondan sonra benden laf filan almaya; bir şey yok. Beni kaldırdı, yerime gittim.
Arkadaşlar geldi, onları da biraz hırpaladı tabiî. Dolayısıyla, bir şey çıkmayınca,
sabahleyin raporlarda geldi bizi DGM Başsavcılığına verdiler, gönderdiler. Bir de
benim oğlum, rahmetli Emin Altındağ, onu arıyorlardı. O da Hizbullahçıymış. Halbuki,
o da burada işadamıdır. Neyse, ondan da bir şey çıkmayınca, biz gittik oraya,
savcılıkta İsmail Yazgan Beyi hemen serbest bıraktılar. Başsavcı benim ve Ömer
Büyüktimur'un tutuklanmasına bizi havale etti. Tutuklamaya havale etti, nöbetçi
mahkeme bir hâkim vardı tanımıyorum ismini, sonradan baktım, adam dedi: "Ben sizi
tanımıyorum, siz beni tanımıyorsunuz; fakat, bu dosyayla kusura bakmayın, ben sizi
tutuklayamam. Ben hâkimsem, hukukçuysam, ben hukuka dayanarak bu dosyayla,
bu şeylerle ben sizi tutuklayamam, haydi gidin." Başsavcı İtiraz etti. İtiraz etti, yine
tutturamadı tabiî. Bizi o an için serbest bıraktı, Hizbullahçılıktan kurtulduk ve nihayet
bir hafta on gün sonra takipsizlik kararı verildi. Aradan yirmi gün geçmedi, onyedi gün
geçti.
SORU - "Takipsizlik kararı verildi" dediniz ya, dava açıldı mı, açılmadan
savcılık mı takipsizlik kararı verdi?
CEVAP; Savcılık takipsizlik kararı verdi.
SORU - Yani, hiç dava açılmadı?
CEVAP; Hiç açılmadı. Yok ki bir şey, suç yok. Savcılık, DGM Savcılığı
takipsizlik kararı verdi. Başka savcı, bu değil tabiî, Nihat Çakar. Ondan sonra, bu kez
bir şey tutturamayınca, arada 15-20 gün geçmedi, bu kez yine, bu sefer yine Ali Kaya
ve Yüzbaşı Ali Osman Celasun isimli istihbarat şube müdürüydü o da, bunlar geldiler,
dediler "senin çocukların Mehmet Emin Altındağ, Selahattin Altındağ, bunlar PKK'ya
 
350 000 000, 50 000 mark yardım etmişler -o zaman marktı, euro yoktu- bunlar
neredeyse getireceksin." Yahu dedim, siz bir on gün evvel Mehmet Emin Altındağ
Hizbullah diye, şimdi onbeş gün sonra nasıl oldu da birden bire PKK'lı oldu; bu
uydurmadır dedim, yapmayın böyle şeyler. Avukatlarımızı çağırdık, ta Ankara'dan
avukat geldi. Dedi: "Getirirsen getir, getirmezsen firar diye nerede bulursak vuracağız
onları veyahut ancak Avrupa'ya geçerse şey ederiz." Bunlar, burada, açtım o konuyu.
Şimdi, bunlar, belgenin... Bana belgeyi getirdiler, "çocukların 24 saat içerisinde
burada teslim olacak." Çağırdım çocuk geldi, çocuklar geldi, Ankara'da idi. Savcılığa
gittiler. Ben de gittim, Kolordu Komutanına direkt gittim, Yaşar Büyükanıt, Korgeneral,
Paşam dedim, ben burada bir medya sahibiyim ve devlet yanlısı politikam vardır ve
PKK'yla mücadele etmişim. Bak, Altındağ Dinlenme Tesisleri daha bir senesi bitmedi
PKK baskın yaptı, orada insanlarımızı öldürdü. Nereden çıktı, 10 gün evvel, 15 gün
evvel ben Hizbullahtan gözaltına alınıyorum, bir şey tutturulmuyor, 15 gün sonra
PKK'lı oluyorum. Bir aile 15 gün içerisinde nasıl Hizbullah oluyor, nasıl PKK oluyor?!
Hıı… Güldü, gülüyor... "Mehmet Ali Bey bir şey olmaz, senin çocukların şey edecek,
şey olur, sen eve gitmeden çocuklar bırakılacak, merak etme" dedi. Peki, teşekkür
ederim Paşam dedim, çıktım. Çıktım, kapıda çocuk aradı, "baba bizi tutukladılar"
dedi. Allah Allah!.. Oğlum tutuklasın, bir şey olmaz, ne yapalım. Çocukları
tutuklamaya gönderdi ve tutukladılar. Ben o arada tutukluyken, ertesi gün bir
dostumla beraber MİT Başkanına çıktım, bu Cemal Uzgören'e çıktım, dedim ki...
SORU - MİT Bölge Başkanı o tarihte?
CEVAP; Evet, Cemal Uzgören, MİT Bölge Başkanı. Gittim yanına. Sayın
Başkan dedim, ben Mehmet Ali Altındağ, biliyorsunuz, beni tanıyorsunuz, nihayet
MİT Başkanısınız. Ben burada iş yapıyorum. En azından 1 000-1 500 potansiyel
işçiye sigorta ödüyorum, işçilerim vardır. Benim gazetem, televizyonum ve devlet
yanlısı yayınlarım vardır. PKK ile veya terör örgütleriyle, PKK olsun, Hizbullah olsun,
ben hepsiyle mücadele veriyorum. "Ay Mehmet Ali Bey, sen biliyorsun sen neleri
yazıyorsun. Sen biliyor musun sen neleri yazıyorsun, sen farkında mısın" dedi.
Dedim ben neyi yazıyorum; PKK aleyhinde yazı yazıyorum, başka bir şey
yazmıyorum ki. Hortumlamanın, hırsızlığın, rüşvetin, itibarsız insanların, iradesiz
insanların aleyhine yazı yazıyoruz ve tespitlidir yazılarımız. "Bir şey olmaz sen git, 15-
20 gün çocukların yatsın, biraz ders olsun sana" dedi. Aynı bu lafı söyledi. Çağırın
gelsin buraya, yüzyüze konuşalım. Dedim benim çocuklarım 3 gün yatmaz, eğer
Türkiye Cumhuriyeti Devleti hukuku varsa, hâkim varsa, savcı varsa; çünkü, suç
yoktur dedim, 3 gün de yatmaz. Aha ben gidiyorum, itiraz ediyorum. Avukatlarımla
gittim, itiraz dilekçisi yazdım. Gerçekten hâkimin yanına dosya gitti, yahu ayıp ya,
tutarsız, dayanaksız, keyfî maceralar peşine girmiş bir devlet orada. Çocukları
serbest bıraktılar. Çocuklar serbest bırakıldı. Bırakıldıktan sonra bu sefer mahkeme
devam etti, hâkimler yazının aslını, kökenini, asaletini İstediler. Bu yazıdır. Orada
aynı resmî yazı geliyor yine Kulp'tan, jandarmadan, o da var...
SORU - O yazıdır dediğiniz hangisi?CEVAP; Burada elyazısıyla yazılı
efendim.SORU - Zaten o dosyayı verecek bize.CEVAP; Hayır, orada da var.SORU
;Sayfa var mı, sayfası?CEVAP; Buyurun bu yazı.SORU - Elyazısıyla olan değil
mi?CEVAP; Elyazısı efendim. SORU - Peki, bunun orijinal hali var mı?MEHMET ALİ
ALTINDAĞ - Dosyasında.SORU - Mahkeme dosyasında.SORU - Orijinal hali
mahkemede; tamam.
CEVAP; Tabiî, resmî dosyada, yani, mahkeme dosyasında. Şimdi, bunları,
tabiî, mahkeme, bizim avukatlarımızın istekleri üzerine incelemesine girdiler, sakat
olup olmadığına dair emniyet lâboratuvarına gönderdiler. Emniyet raporu da var
burada, kriminal şeyi. Tamamıyla sakat ve sahte.

SORU - Zaten dosyada beraat etmişler.
CEVAP - Ve sahte... Kulp jandarmadan geliyor karakoldan; böyle bir şey yok.
Kulp savcılıktan geliyor; böyle bir şey yok. Oradaki Fevzi Turan isimli bur Kurmay
Yarbay, fiilen o işleri yürüten. Ona yazı gidiyor mahkemede. Adam diyor "kesinlikle..."
Evet, böyle bir kargaşa olmuş, fakat, mümkün değil böyle doküman moküman filan
kayıt yok. Nihayet devletiz yani, adamlar aşılanmamış insanlar bunlar, gerçekleri
söylüyorlar.
SORU - Peki, bu dava sonuçlandı mı?
CEVAP - Tabiî, beraat.
SORU - Bütün bu anlattıklarınız o şeyde var.
CEVAP - Oraya geliyorum. Beraatlandı, beraatla neticelendi, Nihat Çakar
durmadı, bizzat kendisi, kendi savcısı, yani, mahkeme duruşma savcısı mütalaasını
lehte verdiği halde, kendisi, yani, başsavcı olarak uydurma evrakları tanzim edip
bizzat kendisi temyiz ediyor ve Yargıtay da onaylıyor, beraat kararını onaylıyor.
Buna rağmen, mahkeme heyetini şikâyet etti, teftiştik hale getirdi.
SORU - Kim şikâyet etti?
CEVAP - Bu başsavcı. Çünkü, bütün foyaları ortaya çıkıyor. Devleti
kullanmışlar, sahte belge tanzim etmişler. Maalesef... Ne diyeyim yani, söylenecek
bir şey yok yani, o kadar büyük suç işlemişler ki bunlar. Hatta, Gaffar Okan dahi,
öldürülen Gaffar Okan 5 tane polisiyle beraber. Bu Gaffar Okan'ı dahi, onu da
kullanmaya çalıştı; fakat, bir şey beceremedi. Gaffar Okan'da çok gizli bilgiler vardı.
Bu adam bu bilgileri verecek diye onu da öldürttüler ve Hizbullah'a şey ettiler,
Hizbullah’a mal ettiler. Şimdi, 98'deki macera bu.
SORU - Sayın Başkanım, bunlar çok büyük iddialar. Bunlar ispatlanmayınca
biz...
CEVAP - Hayır ispat... Dosya, dosyalar...
SORU - Gaffar Okan'ın öldürülmesini falan...
CEVAP - Hayır, bu galip zan öyle. Tahmin ediliyor...
SORU - Çok bilgi vardı onda diyor, onun için.
CEVAP - Bilgiler vardı...
SORU - Adam öldürdüler deyince başka, böyle tahmin ediyorum deyince
başka.
CEVAP - Çünkü, o benimle de konuştu. Benim taziyeme geldi 92'de, benim
oğlumun taziyesine geldi. Şimdi, sıra buraya geldi. Şimdi, biz, bu işleri, Nihat Çakar'ın
bu yaptıklarını hazmedemedik, şikâyet ettim, müfettişler istedim. Gelen iktidarın
müfettişleri başsavcıyı denetliyor. Başsavcıyı nasıl denetleyeceksin. Adam vicdanları
tabiî tamamıyla ceplerine koyuyorlar. Benim de ifademi alıyor, puf, hiçbir şey yok.
Nihayet baktık çaremiz yoktur, biz kliktik dava açtık, Asliye Hukuk Mahkemesinde
tazminat davası.
SORU - Savcı aleyhine?
CEVAP - Tabiî, başsavcı aleyhine. Bir dosyamız kazandı. O da açtı. Onun bir
dosyası reddedildi, Yargıtaya gönderdi. Yargıtay da reddi onayladı, temyizi onayladı.
Bir tane dosya daha... Şimdi, bu rahat durmadı. Rahat durmayınca ne yapacak, bu
sefer Jandarma Alay Komutanı, eski Jandarma Alay Komutanı Eşref Hatipoğlu,
emekli olmuş gitmiş, onun da yazıları var, zaten onları da size vereceğim. Bir de bu
Ali dediğimiz Mutkili Ali'yi, bir de Cemal Uzgören, bir de bu MİT teşkilâtını tamamıyla
lehimize kullandı yani. Kullandı, ben Hicaz'a gitmişim 92'de. Benim oğlum Emin
Altındağ'ı korkutuyorlar, tehdit ediyorlar, yakın çevreleriyle. "Senin baban başsavcı ve
jandarma, yani, JİTEM dedikleri insanlar babanı kesinlikle götürecekler. Senin babanı

yakalamasalar mutlaka sizden birisi gidecektir; çünkü, siz devlet aleyhindesiniz." Bizi
bu sefer devlet aleyhine şey ettiler.
SORU - Bunu diyen kim?
CEVAP - Yani, yakın çevre. Bu Ali İhsan Kaya denilen bir herif var, işadamı
sözde, o, bir de başka. Yani, bir de şeyinle çok yakın sıkı fıkı ilişkisi var başsavcının.
Bir de bir avukat, yine başsavcının avukatı İhsan Fikret Biçici. Bunlar, çocuğu zımnî
olarak tehdit ediyorlar, korkutuyorlar. Çocuğum da bana çok bağlıydı, benim babama
bir şey olmasın, bize bir şey olmasın... Ne yaparsınız?.. Bu kalkıyor kendi küçük
kardeşini alıyor. Ben de dış ülkedeyim, yani, yurtdışındayım. Bu Ali İhsan Kaya ile
çocukları alıyor, 27 Mart 2000'de alıyor, götürüyor İstanbul'a. Götürüyor Marmara
Otelinde, orada amca dedikleri Eşref Hatipoğlu emekli olmuş, şimdi oralarda İstanbul
sokaklarında dolaşıyor, bir yerde güvenlik görevini yapıyor. Onu çağırıyor o otelde,
bir de gazeteler şeyi diyelim, korsan bir gazeteci Şenol Gezer isimli bir İnsan, o da
aleyhimize yazı yazmıştır o arada, bunları çağırıyorlar. "Babam hakkında yayın
yapmayın, bizim hakkımızda yayın yapmayın, ne yaparsanız yapın, ne istiyorsanız
verelim." Orada çocuktan 1 500 dolar para alıyorlar ve 1 milyar Türk parası alıyorlar o
günkü parayla. Ha, bu iş bitti.
SORU- Kim alıyor bu parayı?
CEVAP - Bu Albay ile o Şenol Gezer. Emekli Albay Eşref ... Peki ne yapalım;
o zaman gidelim başsavcıya, başsavcıyla görüşelim. Direkt Diyarbakır'a geliyorlar -
benim haberim yok- başsavcıya geliyorlar bu avukat vasıtasıyla ve bu avukat
vasıtasıyla Fikret Biçici vasıtasıyla ve şimdi bu adam çocuğu getiriyor götürüyor
yanına, 7 milyar para alıyor başsavcı için. Ne parasıdır; yani, barış parası, barıştık;
bir daha dosyaları filan ortadan kaldıracağız, tazminat davasını kaldıracağız ve size
karışmayacağız. 7 milyarı oradan lak alıyor, midesine indiriyor başsavcı. Bu 7 milyarı
alırken de ismi nedir; isim de koyuyor, efendim, dosyalardan bize tazminat davası
açmış ya, tazminat davasının kazanıldığı -yani, başsavcı kazanacak- onun faizsiz,
susuz busuz, bu, para alıyor, yani, dava daha devam ediyor sözde. O parayı,
çocuktan alıyor o avukat vasıtasıyla. Çocuk da diyor ki, eğer olay paraysa, buyurun
size vereyim 7 milyar para ve bu olaya, para verme olayına, Cavit Bey avukatımızdır,
o yok içinde; fakat, barış masasında, Ali Esenkaya'nın yazıhanesinde o da bulunuyor
orada. Yani, başsavcının vekaletindeki avukat ile Ali Esenkaya'nın girişimleriyle Emin
Altındağ'la başsavcıyı barıştırıyoruz, sözüm ona öyle. Bu parayı aldıktan sonra her
ikisi de gidiyorlar mahkemeye, her iki karşılıklı davalarından vazgeçiyorlar ve dava
dosyası, sözde, ortadan kalkıyor. Dönüşte bana birileri söyledi, yahu mesele böyle
böyle, bir yanlışlık oldu herhalde... Yahu dedim, niye, sebep? Vallahi, oğlumu
çağırdım, ona biraz bağırdım, hakaret e ttim. D edim s en n iye? Yani, adam zalime
karşı; sen gitmişsin, zalimin elini ayağını öpmüşsün ve benim... Ben bilsem, ben
idamda olurum ve ne yaparsa yapsın; çünkü, ben haklıyım, sen niye paranı
veriyorsun. Ben seni de, başsavcıyı da, Ali İhsan Kaya'yı da, o avukatı da şikâyet
ediyorum ve o an için hemen bizim Cavit Beyi de azlettim, azilname çektim, onu da
azlettim. Bunu duyar duymaz, başsavcı, hemen o akşam beni gözaltına aldı. Ben
yeni hacdan gelmişim, daha misafirlerim gelip gidiyor. Beni gözaltına aldı. Beni
gözaltına aldıktan sonra, benim çocuğum yine şeyde, o an için o da Erzurum'daki
şantiyede; Erzurum'daki şantiyede çalışıyor, gitmiş, işi teslim ediyor, haber geliyor
babanı yakaladılar. Çocuk korkuyor, diyor biz barıştık. O an için hemen atlıyor
geliyor, mühendis bir arkadaşıyla beraber geliyor. Bingöl'de, cesaret edemiyor,
normal taksiyle değil, Diyarbakır'dan jeep istiyor. Jeep gidiyor onu karşılıyor. Ondan
sonra geliyor Avari Karakolu İle Yayla Karakolu arasında, orada, uçuruma
yuvarlanıyor süsü veriyor, trafik kazası. Tam karşısında da, trafik kazasının yerinin
tam karşısında da 100 metre, tam hâkim tepede de askerî birlik, nöbetçiler bekliyor.
Orada trafik kazası geçiyor gösteriliyor. Sabaha kadar hiç kimse fark etmiyor. Halbuki,

devletin orada PKK'ya karşı yapılan mücadelede termal kameralar var. Bu termal
kameralar, her nedense çalışmıyor ve orada birlik var, görmüyor. Sonradan aldığımız
istihbarata göre, bunlar haber alıyorlar ki, Emin Altındağ geliyor. Emin Altındağ'ı zaten
arıyorlar, fişlidir, önceden fişlidir. Şeyden hemen bir panzer önünü kesiyorlar, jeepi
durduruyorlar, ondan sonra her ikisini çıkarıyorlar, ellerini bağlıyorlar, vitesi açığa
alıyorlar ve panzeri vuruyorlar, 150 metre aşağıya ve bunu da yapan bir yüzbaşı, bir
uzman çavuş, bir de başka bir asker. Bu üç kişi, bize bu uygulamayı, bize gelen
istihbarat; fakat, delilimiz yok elimizde.
SORU - Yani, burada bu isimler belli değil.
CEVAP - İsim bellidir de, yani, şey isim de olabilir.
SORU - En azından resmî kayıtlarda yok.
CEVAP - Yoktur, resmî kayıtlarda tamamıyla trafik kazasıdır. Trafik süsü
verilmiştir ve dava ortadan kalkmıştır.
SORU - Onun içinde kim var dediniz, jeepin içinde?
CEVAP - Jeepin içinde benim oğlum Mehmet Emin Altındağ. Yeni, başsavcıyla
barışan, para veren. Bir de, Münir Mennan isimli mühendis bir arkadaş, maden
mühendisi.
SORU - Yani, olay sonunda öldüler mi?
CEVAP - Tabiî, derhal; o gece orada kalıyor sabaha kadar ve ben de
gözaltındayım, ben o gece gözaltındayım; beni gözaltına almış ve arkadaşlarımla
yine beraber. Şimdi, ölen insan...
SORU - Mehmet Bey, şimdi, elleri bağlı dediniz, otopsi raporu yok mu ellerinin
bağlı olduğuna dair?
CEVAP - Efendim, ellerini bağladılar; fakat, bağlayıp da arabaya koydular,
sonradan aşağıya gittiler, çözdüler, yani eser bulunmasın diye; o öyle. Adamlarda,
isim şimdi hatırımda değil.
SORU - Otopsi raporunda her şeye rağmen o izler olur.
CEVAP - Vallahi, otopsi raporunda böyle bir şey yok; çünkü,
orada şey yok, otopsi raporunda yoktu öyle bir şey.
SORU - Şimdi biraz dinlenir misiniz.
CEVAP - Arz edeyim, bitireyim isterseniz, az kaldı, iki cümle...
CEVAP - Evet. Yalnız, bir şey anlatayım. Nasreddin Hoca'dan, bir atasözü bu,
kusura bakmayın.
SORU - Estağfurullah...
CEVAP - Bir köye gidiyor, bakıyor ki köpekler saldırıyor, acımasızlar. Eğiliyor
taş alıyor ki, kendini savunsun, müdafaa etsin. Bakıyor ki, taş yere yapışmış, havada
taş yok. Diyor ki, şu memlekettin haline bak, köpeklerini salıvermişler, taşlarını
bağlamışlar. Yani, bizim mesele de öyle, kanunlar işlenmedi bu şeyde, yani, böyle Ali
Kaya gibi olan, o tür insanlar gibi, biraz salıverildi; fakat, bizim de elimizde bir
savunma hareketimiz olmadı maalesef. Ben bunu arz edeyim size. Ben bunu
diyecektim. Yani, orada çocuktan 7 milyar para alıyor o kendi avukatı vasıtasıyla.
Avukatı vasıtasıyla alıyor ve bir hafta içerisinde Ford Mondeo marka sıfır kilometrede
alıyor, şeye koyuyor. Fakat biz çok şikâyet ettik, Bakanlığa şikâyet ettik. Sağ olsun,
yani, o kadar Bakanlık onu destekledi ki, özellikle bu Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu; çünkü, bir zihniyete bağlı olan insanlar. Şimdi, o günkü Adalet Bakanı Hikmet
Sami Türk'tü. Sağ olsun, bir arkadaşla bir avukatla beraber gittik, buradaki
tanıdıklardan. Aldık gittik, bakın bu adamı alın buradan, yoksa, bu daha çok büyük
facialara neden yaratıyor ve resmen, adam, PKK'yla işbirliği, yani, Semdin Sakık'tan
yardım istiyor, bilgi istiyor. Gündüz Semdin Sakık içeridedir, hapistedir, gece geliyor,
kendisiyle beraber sabahlıyor, yani, hayat yaşıyor, yani, böyle bir hayat. Şimdi, ben
bunu arz edecektim. Bu avukat da, Mesut Beyin meslektaş itibariyle de şeyidir,

Diyarbakır'da yıllar yılıdır, 35 seneden beri avukatlık yapan bir insan. Mesut Bey çok
yakından tanıyor. Bu adam...
CEVAP - … Nitekim, o Abdülkadir Algan da yazıyor kitabında. Bu Ali Kaya,
1998 ile 2000'li yıllar arasında, gerçekten, bazı işadamlarıyla İşbirliği yapmıştır ve
bana suikast düzenlemiştir para karşılığında; fakat, başaramamıştır. Ancak,
başaramayınca, bana ulaşamayınca, benim çocuklarıma ulaştı. Şimdi, bu çocukların
cenazeleri gelirken, sabahleyin bizim yakınlarımız...
SORU - Şimdi, bu Ali Kayayla ilgili esas...
CEVAP - Tabiî, o zaman ben bunu söyleyeyim. Ali Kaya, bu işin maşasıdır,
yani, paşaların maşasıdır. Bir, o paşanın maşasıdır. Ali Kaya bir figoredir, figürandır.
Ali Kaya her bu işin içinde o var, hep o var, Ali Kaya nerede... O yıl içerisinde, aşağı
yukarı 900 aileyi Hizbullahtan dolayı mağdur ettiler ve 80-90 kişiyi gözaltına aldılar, o
80-90 kişiden, 8 kişi ancak tutuklanabildi. Ben bunu hep zaman zaman da yazılarım
da...
SORU - 900 aileyi neden dolayı?..
CEVAP - Hizbullahtan dolayı, iftira, başka bir şey yok, para alıyor dedi. Şimdi,
artı, Ali Kaya ben gözaltındayken, aynı bu kelimeyi bana söyledi, gelsin yüzüne de
söyleyeyim.
SORU - Şimdi, hep Ali Kaya'yı söylüyorsunuz da, Ali Kaya bunu tek başına mı
yapıyor?
CEVAP - Hayır, Ali tek başına olur mu; ben diyorum ki, figoredir o, yani, bir
maşadır. Yani, bunu, aktif gördükleri için o ve bir de Binbaşı Cemal Temizöz, bir de
Ali Osman Cefasın, bir de kolorduda bu sahte belgeyi meşrulaştıran -ben yani
aceleye g eldi- bu sahte belgeyi PKK'nın, sözde PKK'nın meşruiyetine yol açan, yazı
yazan, DGM Başsavcısına yazı yazan iki tane albay... Dosyada hepsi vardır. Birisi
Erhan Tavşancı Kurmay Albay, paşanın özel şeyidir, yani, paşa adına İmza atıyor,
Kolordu Komutanı Yaşar Büyükanıt adına imza atıyor.
SORU - Kim atıyor imzayı?
CEVAP - Kurmay Başkanı, 7. Kolordu Kurmay Başkanı ve Kurmay Albayı
zaten. Şimdi burada yazısı var. Bu belgeyi meşrulaştırmak için başsavcılıkla
anlaşıyor, ondan sonra şöyle bir yazı yazıyor. Dosyada var size yardımcı olsun diye
ben şey ediyorum.
SORU - Dosyaya sayfa numarası verdiniz mi?
CEVAP - Tabiî verdim, hepsi var. hepsi böyle şey halinde var.
SORU - O zaman söylerken, dosyanın şu sayfası deyin.
CEVAP - Karışık yazmışlar. Bu, kriminal raporudur, yani, sahte belge olduğuna
dair. Bu, çocukların tutuklama mütalaasıdır. Bu da, mahkemenin beraat karandır. Bu
da, Yargılayın onay kararıdır. Bu da, DGM Başsavcısının Yargıtaya yazdığı şeydir,
yani, itiraz dilekçesidir.
SORU - Sizin kazandığınız, savcıdan kazandığınız tazminat davasının kararı
var mı?
CEVAP - O da var; fakat, bu dosyada yok, onu da gönderebilirim size. O,
dosyada var buraya koymamışlar. Bu, Erhan Tavşancının o belgeyi meşrulaştırma
şeyidir. Bu da, Reha Şatana'nın o belgeyi meşruiyet kazandırma yazısıdır.
Başsavcıyla beraber işbirliği yapıyor. Bu da, o yazıyı yalanlayan, sahteliğini ortaya
çıkan yine tabur komutanının, bölgede çalışan tabur komutanının Fecri Turan
Kurmay Yarbay, Tabur Komutanı. Bu da onun yazısıdır; yalanlıyor, böyle bir şey yok
diyor. Dosya da hepsi var burada. Belgelerle, sabit olan şeylerdir.
SORU - Tamam, hepsini çıkarmaya gerek yok.
CEVAP - Ha, burada, Ali Kaya bizzat bana bu kelimeyi söyledi. Mehmet Ali
Bey dedi, sen hemen hemen üzülme dedi, sen solda sıfır sayılabilirsin. Tam 90
işadamı, biz üç ay içerisinde buraya gözaltına aldık dedi. Diyarbakır'dan tam 90

işadamları dedi, biz gözaltına, herkes biletini kesti gitti dedi. Sen de biletini
keseceksin dedi. Ben de bilet kesmedim, onbeş gün sonra, bu sefer PKK'lı oldum.
SORU - Bilet kesmek demek ne demek?
CEVAP - Yani, para vereceksin. Bilet kesme odur; para vereceksin yani,
işadamısın yani.
SORU - Ne kadar para veriyorsun, ne istiyorlardı?
CEVAP - Yani, suçuna göre.
SORU - Sizden ne istediler?
CEVAP - Benden nakit olarak istemedi; fakat, benim çocuğumdan çok para
aldılar, en azından 5 milyar o zamanki parayla aldılar yani.
SORU - Kim aldı?
CEVAP - Bu Ali Kaya aldı. Ondan sonra, yani, açık ve Başsavcı, zaten, net
olarak o parayı aldı, 7 milyar nakit aldı. Yani, o da itiraf ediyor; diyor, ben aldım; yani,
o da Bakanlığın müfettişi Zeki Yiğit'in dosyasında vardır. Onu da ben size verebilirim.
O dosyada...
SORU - Peki "90 tane işadamını gözaltına aldık sizin gibi; onların biletini
kestik, sizin de biletinizi keselim" dediğinde, mesela, isim söyledi mi?
CEVAP - Efendim?..
SORU - Hangi işadamları, isim söyledi mi?
CEVAP - Bir sefer, bir iki tane söyledi. Birkaç kişi söyledi; yani, mesela, Aziz
Değer'i söyledi. "Biz Aziz Değer'i gözaltına aldık..." Ondan sonra da...
Hatırlamıyorum; yani, almışlar birkaç kişiyi; ama, tabiî, hepsinin ismini bir liste bana
şey etmedi. Ben zorla kendimi kurtarabildim oradan yani.
SORU - Bu Şemdinli olayı ortaya çıkıncaya kadar Ali Kaya'yla sizin bağlantınız
ya da bir temasınız oldu mu hiç? Ali Kaya'yla bir irtibatınız oldu mu?
CEVAP - Kayboldu ortalıktan. Ancak çocukların vefatında bu...
SORU - Ali İhsan Kaya hiç gözaltına alındı mı?
CEVAP - Ali İhsan Kaya hiç gözaltına alındı alınmadı bilmiyorum; fakat, Ali
İhsan Kaya ceza aldı. Şeyden ceza aldı; yani, bu Altındağ Dinlenme Tesislerindeki
olaydan dolayı PKK'ya yardım... Yani, o para göndermiş, 100 000 mark para
göndermiş. O dosya, karar da mahkemede var. O ceza aldı 169'dan dolayı ve
ertelediler; yani...
SORU - Yani, Altındağ Tesislerindeki o 8 kişinin ölümünden dolayı Ali İhsan
Kaya da mı sorumlu tutuldu?
CEVAP - Tabiî... Yani, itiraf vardı; onların, o PKK'lıların itirafları var, itirafçıların
itirafları vardır orada. Belge de var, o belge de, yani, mahkeme kararı var. Temyiz
ettiler, ceza tamam; ama, zaman aşımından dolayı, oradan kurtuldu. Yani, o kararda
var burada.
SORU - Mehmet Ali Bey, bu Şemdinli olaylarıyla ilgili ne biliyorsunuz? Biraz
önce bir soru soruldu.
CEVAP - Efendim, demin söyledim. Bu, detaylı, aynı onun uzantısıdır; yani,
tamamıyla...
SORU - Şimdi, sizinle ilgili. Diyarbakır'la ilgili kısım bitti mi?
CEVAP - Bitti efendim.
SORU - Şimdi, Enver Beyin sorduğu kısım; yani, Şemdinli, Hakkâri,
Yüksekova... SORU (Ordu) - 1998 sonrası sizin Ali Kaya'yla hiç görüşmüşlüğünüz
oldu mu?
CEVAP - Hiç görüşümüz olmadı; yalnız, 2000'de kayboldu, ortalıktan
kayboldu. Bir Antep'e verdiler onu, kaybettiler. Bazılarını da, mesela, o Cemal
Temizyüz'ün yüzlerini değiştirdiler, onun yüz ameliyatını yaptılar. O kadar insanları
öldürdü yani. Şimdi, bu Ali Kaya bir Antep'e gitti, öyle, yani, oraya atamasını yaptılar.
Sonradan başka bir ile gitti. Bu alanda da, şimdi, herhalde, ya görevli olarak
gönderilmiş veyahut Hakkâri'ye ataması sağlanmıştır; fakat, tamamıyla, yani, bu bir

şeydir, bu işbirliğidir, bu organizedir ve PKK'yla mücadele diye bir şey yok; yani, PKK
var diye, oradaki gündemde; yani. Türk Silahlı Kuvvetlerinin, sözümona, oradaki
gündemde tutma... Yani, PKK'yla mücadele ediyor Türk Silahlı Kuvvetleri. Onu
gösterme, o şekil yani. Bak, mücadele ediyoruz... O şekil var; yani, olayları
yaratıyor; yani, yoksa, PKK, mümkün değil, o yürekliler... Mesela, bugün Semdin
Sakık PKK'nın ikinci adamıydı. Devlet o esnada Semdin Sakık'la işbirliği içindeydi. O
Semdin Sakık, benim hakkımda, 70 nci sayfa diye Nihat Çakar uydurdu ve o Nihat
Çakar... Semdin Sakık'ın, bir sefer, mahkeme huzurunda ifadesi yok, sadece
kendisinde ifadesi var. Sadece kendisinde; yani, kendisine vermiş olduğu bir ifade.
Nedir ifade: Mesela, ben gözaltındayım, o gece beni gözaltına aldıkları zaman
Semdin Sakık'ı da yanıma getirdiler. Benim gözüm kapalı; aynı böyle. "Bak, Semdin
Sakık sana diyor ki. sen Hizbullahçısın" dedi. "Şıracıyla bozacının meselesi, yani,
birbirine şahit oluyor. Şimdi, PKK dağda bana yetişemedi, yıllar yılı mücadele verdik,
şimdi sizin huzurunuzda, PKK, gelmiş, benimle mücadele, benim aleyhime şahitlik
yapıyor. Söyle, ben neyim" dedim. Dedi: "Ben, vallahi, Mehmet Ali Altındağ'ı
tanımıyorum. Ben vicdanımı atmam. Bak, terörist olarak -aynı bu kelimeyi söyledi-
fakat, bizim de duyduğumuza göre -bizim de duyduğumuza göre-biz dağ
başındayken, bizim militanlar tarafından, milisler tarafından bize haber geliyordu,
Mehmet Ali Altındağ, Altındağ Dinlenme Tesislerinde Hizbullah kampı kurmuştur."
"Peki, Altındağ Dinlenme Tesisleri açıktır ve gece gündüz çalışan bir yerdir ve orada
ulaşım askeriyenin, jandarmanın şeyi altındadır, bölgesidir. Niye şimdiye kadar beni
yakalamadılar da, niye Hizbullah'ın belirtileri, orada okuyan öğrencileri, o şeyleri niye
tutmadılar madem böyleyse" dedim. "Hayır, ben somut demiyorum, bize böyle bilgi
geliyordu; yani, Türkiye çapındaki, Hizbullah'ın finansörüdür Mehmet Ali Altındağ"
dedi. Dedim: "Bak, siz dahi, PKK benden para istedi." Gerçekten, her zaman
istiyorlardı. Para istiyor, her işadamından para istiyor. Bir gün bana bir telefon geldi -
aynı onun yanında söyledim- sabah erkenden, "Mehmet Ali Altındağ, ben dağ
başından seni arıyorum. Sen o bölgede Kürdİstan'ın nimetlerinden faydalanıyorsun,
Türk Devletinin askerinin lojmanını yapıyorsun, MİT'in lojmanlarını yapıyorsun,
Bakanlığın, İçişleri Bakanlığının lojmanlarını yapıyorsun, çok para kazanıyorsun
Kürdistan'da; biz de, burada, dağ başında kardayız, şuradayız buradayız; bize
alelacele para..." Bunu Semdin Sakık'a anlatıyorum. Ben dedim ki: "Bak kardeşim,
gerçekten sen bir figüran mısın, yoksa, hakikaten PKK'nın militanı mısın veyahut
benimle alay mı ediyorsun?" Dedi: "Yok, ben PKK elemanıyım." Dedim: "Bak, beni iyi
dinle. Kimseye ben şimdiye kadar para vermemişim ve vermem de. Ama, sen
mademki beni aradın, bak, sana bunu söylüyorum. Buradan ta Bekaa Vadisine
kadar ne kadar PKK'lı varsa, sizin baştaki Abdullah Öcalan'ınız dahil olmak üzere,
hepsinizin -affedersiniz- hepinizin ananızı avradınızı böyfe, böyle, böyle yaparım; var
mı ötesi?!." Aynı böyle küfür ettim. Baktım, "aha, bak komutanım, sen Mehmet Ali
Altındağ'ı getirdin karşımıza, şimdi anamızı avradımızı şey etti" dedi. Şimdi, benim
mücadelem buydu efendim. Yani, bunlar Hizbullah yaftasıyla ve bir de PKK
yaftalarıyla benden para koparmak için ve hatta -demin sözlerimin başında söyledim
feodal yapının gölgesinde başkasından para alıp çıkar sağlamak için üzerimize
geldiler ve bu bir organizedir.
SORU - Orayı biraz daha açar mısınız. "Feodal yapının gölgesinde çıkar
sağlama" diyorsunuz ya, nedir bu; yani, o feodal yapının gölgesinde çıkar sağlama?..
CEVAP - Şimdi, ben dedim ya, orada bazı işadamları, iş çevreleri, bazı
yalakalık yapan, kendine güvenmeyen insanlar, askeriyeye, jandarmaya, polise
yanaşıyor, dostluk kuruyor ve hatta, kirvelik de kuruyor, aile dostu oluyor ve onlarla
beraber -ağa tipi- dolaşıyor ki, yani, gözdağı, millete gözdağı vermek için. Şimdi,
bunlar bunu yaparken, onlardan para alıyor. Bedava yapmazlar. Ali Kaya... SORU -
Kim alıyor o parayı?
 
CEVAP - İşte, bunlar alıyorlar, bu devletin adamları. Bu feodal yapıdan para
alıyor, para alıyor ve üzerimize yöneltiyor. Şimdi, bakın ulusal ihanet isimli...
SORU - Yani, orada görev yapan kamu görevlileri ile bölgedeki işadamları
işbirliği yapıyorlar, oradaki kamu görevlileri de bölgedeki işadamlarından vesaireden
para alıyorlar.
CEVAP -Tabiî... Tabiî, tabiî...
SORU - Niye alıyorlar?
CEVAP - Çıkar için. Bakın, şimdi "ulusal ihanet" isimli, internette bir şey var,
bir numara var. Siz onu gördünüz mü, bilmiyorum. SORU - Ulusalcılar mı?
CEVAP - Ulusalcılar. "Ulusal ihanet" adlı, internette... Burada, bende var,
vereyim isterseniz. Şimdi, bu ulusalcılar, Yaşar Büyükanıt Paşa, Ali Kaya ve o
yanında beraber yatan astsubayının, bölgede, bu Akdeniz Bölgesinde bir ilde,
beraber şey yapıyorlar, köşk yapıyorlar, bu, nedir, villa yapıyorlar.
SORU - Nerede?
CEVAP - Villa yapıyorlar. Bak, burada yazıyor. Dosyada var. Villa yapıyorlar
orada. "Ulusal ihanet" isimli... Bak, bu Yaşar Paşa. Bak, bunu da vereyim size. Ali,
Yaşar Paşa ve...
SORU - Var, bütün internet sayfalarında var.
CEVAP - Hepsinde var. Bunlar, bu şekilde, yani, şirket kurmuşlar, şirket...
Onun için, boşuna demiyor "Ali Kaya iyi bir insandır, iyi bir çocuktur, suç işlemez..."
Halbuki, kendisi gönderiyor oraya, işletiyor.
SORU - Yani, kooperatif ortağı mı onlar birbirleriyle?
CEVAP - Tabiî, tabiî... Beraber... Hâlâ o inşaat devam ediyor, bitmemiştir. Bu
para nereden geldi? Niye?.- Ben, bir işadamıyım, ancak iki üç tane villam var, o da
özel kendi... Niye ben oralarda yapmıyorum, satmıyorum?.. Ortaklaşa çalışıyor. Yani,
tespitlidir. Resim de var; bak, burada resimleri de var.
SORU - Peki, 1993 yılında Kulp'ta 11 vatandaşın öldürülmesinde Ali Kaya'nın
bir dahili var mı, onunla ilgili bir bilginiz var mı sizin?
CEVAP - Vallahi, o yine gizli devlet; yani, derin devletin işi. Yine
jandarmanındır; fakat, Ali Kaya'nın işin içinde olup olmadığını ben... O zaman, bak,
1993'te Eşref Hatipoğlu vardı orada.
SORU - Eşref Hatipoğlu İl Jandarma Alay Komutanıydı.
CEVAP - İl Jandarma Alay Komutanıydı, şimdi emekli oldu. Bu adam... Bak,
çok ilginç ve çarpıcı bir hareketini söyleyeyim. Bu adam da gerçekten rüşvetçi yani.
Açık ve net yiyordu. Şimdi, onun zamanında general vuruldu. Yanında, mesela...
SORU - Lice'de, Tuğgeneral...
CEVAP - Lice'de Tuğgeneral Aydın Bahtiyar kanas kurşunuyla beyninden
vuruldu, o da yanındadır. Yani, çok sabotajcı bir insan. Hatta, bir emniyet mensubu
ve kilit noktadaki bir emniyet adamı bana söyledi, "vallahi, biz Kulp operasyonundan
geliyorduk 1993'te, Eşref Hatipoğlu helikopterle aşağıdaki çalışan işçilere; yani,
tarlada çalışan insanlara ateş ediyordu, diyordu, analarını böyle böyle yapayım,
bırakın gebersinler, desinler ki PKK vurmuştur..."Aynı, bunu resmî bir ağız bana
söyledi. Artık, gelip, burada, huzurunuzda söyler mi söylemez mi bilemiyorum. Yani,
bizzat bana söylemiştir ve şimdi fiilen o adam da İşbaşındadır.
SORU - Kim, bunu söyleyen kim?
CEVAP - Söylesem de söylemez; gerekmez. Rıdvan Diler.
Emniyet Müdürü şimdi, şey emniyet müdürü... Bizzat bana söyledi, dedi:
"Helikopterden ateş atıyordu tarladaki çalışan insanlara, bırakın gebersinler bu
Kürtler, desinler ki PKK vurdu."
Yani, gayri resmî olarak ağzından alabilirsiniz bu lafı, gayri resmî olarak...
Ve Eşref Hatipoğlu'nun beni şikâyet ettiğine dair de paşalara ve Çevik Bir"e
yazdıkları mektup. Onları da size arz edeyim. Dosyadadır; fakat, bana şeyleri
vermemiştir çocuklar.

SORU - Genel olarak anlatıldı. Eğer, anlatılmadığını düşündüğünüz varsa...
CEVAP - Sorabilirsiniz. Efendim, buyurun. Bak, burada. Eşref Hatipoğlu'nun
paşalara yazdığı, bizim hakkımızda, ailemiz hakkında elyazısıyla yazmış olduğu ve
benim oğlum Emin...
SORU - Başlığını söyleyin bana, başlığında ne diyor?
CEVAP - İstihbarat İl Jandarma... Bak... Yok, İstanbul herhalde... Şimdi
İstanbul'dan yazıyor bunu o zaman. "İstanbul İl Jandarma Komutanlığının İstanbul
Merkez Komutanlığına..." Ne diyor, benim pek gözüm görmüyor. O tarihte yazıyor.
SORU - Peki. bu Ali Kaya 80 tane işadamını sorguladı...
CEVAP - 90 tane diyor, bana söylediği o yani.
SORU - Bu 90 işadamının, Diyarbakır'da, sizin dışınızda hiç kimse bu Ali
Kaya'dan davacı, şikâyetçi yahut bu gruptan şikâyetçi oldu mu olmadı mı?
CEVAP - Çok önemli bir soru. Millet o kadar korkutulmuş ki Beyim, bunları bir
Azrail gibi; yani, aman, bir daha gözaltına alınmayayım, bir daha benim... Benim
çocuğum niye gidiyor ona 7 milyar para veriyor; korkudan. Korkutuyorlar. Yani, hiç
kimse, kendi canını kurtarma pahasına... Yani, zar zor kendini kurtarıyor. Kim, kimin
haddine düşmüş, kimi şikâyet edebilir? Kimde bu yürek var? Mesela, bak, ben
diyorum ki açıkyüreklilikle, bak, Kara Kuvvetleri Komutanı -gelsin, benim karşımda,
bütün efkârı umumiyeye açık oturum yapalım, açık televizyonda konuşalım- suç
işlemiştir ve kilit noktadadır bunlar. MİT Başkanı, o günkü MİT bölge Başkanı suç
işlemiştir ve bu girişimleri o tertiplemiştir ve Ali'yi kullanmıştır ve jandarmayı
kullanmıştır, jandarma istihbaratını kötü şekilde kullanmıştır. Bunlar suç işlemişlerdir.
Yani, vatana ihanettir bunlar. Bakın, bu bilgisayara bakın, her şey açık. Bilgisayar
diyorum, internete bakarsanız, her şey açıktadır. Yani, biz kimseye şey etmiyoruz.
Ha. bununla beraber, arz edeyim, o zaman, Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral
Fikret Demirtaş ve 2000'de bu paşa orada yoktu; yani, ben geldim ona söyledim
"Paşam" dedim... Harekât Başkanıydı. Ben resmen geldim, benim oğlum daha
rahmete gitmeden. Rahmetli Emİn'le beraber gittik, randevu istedik, bizi aldı içeriye.
"Paşam, kolorduda ve sizin imzanıza; yani, sizin adınıza -bir kolordu komutanı adına
diyor, imza ediyor- böyle bir sahte belge tanzim edilmiştir. Siz de farkındaydınız, niye
böyle oldu Sayın Paşam" dedim. Aynı böyle güldü, sırıttı; dedi ki: "Mehmet Ali Bey,
ne yapayım, memleket dolu iblisleşmiş. "Memlekette iblis çok" dedi, "iblisleşen
insanlar, ben ne yapayım" dedi. Aynı bu cümle. Ben sonradan yazı da yazdım,
"Sayın Paşamın iblisleri kimdir acaba" dedim. Cevap yok. "Ne yapalım, herkes
iblisleşmiş" dedi.
SORU - Kim dedi bunu?
CEVAP - Paşa söyledi.
SORU - Hangi paşa? İsmi neydi?
CEVAP - Harekât...
SORU- Yaşar Büyükanıt Paşa mı söyledi?
CEVAP - He, Yaşar Büyükanıt ya, kendisi... Ve buna rağmen, beni, yıllar yılı,
Genelkurmay... Ben yirmi seneden beri Millî Savunmanın ihalelerini yapan bir
firmayım. Birden bire, üç yıl içerisinde, sadece bazı, aynı o çevrenin işadamları
vasıtasıyla beni sakıncalı gördüler ya. Beni sakıncalı gördüler oradaki inallerine ve
herkes suçlu çıktı, sahte iş yaptı, Allah'a şükür, bizim hiçbir şeyimiz yok. Paşa bunu
da söyledi, "senin adına sahte belge tanzim etmiştir ve bizi mağdur etmiştir..." "Yahu,
Eminciğim -benim oğlum bunu söylüyor- ne yapayım, millet iblisleşmiş, ben ne
yapayım" diyor. Bu kelimeyi şey etti.
SORU - Peki, Ali Kaya'yı siz ne derece tanıyorsunuz, onun malvarlığı
vesaire?..
CEVAP - Ali Kaya'nın o bölgede... Yani, meşhur... Orada, yaklaşık on seneden
beri o bölgede cirit adıyor. Jandarmada dosyalar geliyor senin. Yani, bu olaylardan
evvel üç dört defa benim yanıma geliyor, Yüzbaşı Ali Osman Celasun'la geliyor,

benim çevremi kontrol ediyor. Kitaplarıma bakıyor. Benim şeyim, kitap var, dinî
kitaplar var, tarihî kitaplar var. Ben, yazarım. Bunlara epey bakıyor. "Saidi Nursî'nin
kitapları var mı?" Vardır... "Efendim, bilmem neci Fazıl'ın kitapları var mı?.." Vardır...
Ondan sonra, bakıyor, araştırıyor, çayını içiyor, yemeğini yiyor, gidiyor. Ondan sonra
komplo hazırlıyor. Bu şekilde.
SORU - Peki, Fethi İpek isimli bir şahsın öldürülmesi olayı. Biliyor musunuz o
olayı siz?
CEVAP - Fethi İpek?..
SORU - Evet.
CEVAP - Yok, ben o olayı bilmiyorum; ben onu bilmiyorum.
SORU- Mehmet Ali Bey, siz uzun süre askeriyeyle iş yapmışsınız, öyle ifade
ettiniz, yirmi yıl falan.
CEVAP - Evet, doğrudur.
SORU - Hâlâ da devam ediyor herhalde işleriniz.
CEVAP - Devam ediyordu; fakat, yok, şimdi yok. İş yok şimdi, kestiler; üç dört
senedir kestiler. Bizi sakıncalı gösterdiler.
SORU - Yani, bu olaylar devam ettiği sürece de siz iş yapıyordunuz,
askeriyenin işlerini yapıyordunuz.
CEVAP - O zaman, evet. Hatta, oğlum oradan geldi, doğrudur
SORU - Yani, çocuklarıma trafik kazası olayı...
CEVAP - Tabiî, tabiî, oradan geliyordu; evet, evet, doğrudur.
SORU - Şimdi, o bölgede askeriyeyle iş yapan insanların hepsi çok derin bir
araştırmadan geçirilir. Muhakkak sizi de bu derin araştırmadan geçirdiler, sizin hiçbir
sakıncanızın olmadığını gördüler, sizin devletten yana olduğunuzu, devletle her
zaman birlikte çalışan birisi olduğunuzu, devlete hiçbir zaman hainlik, hıyanet
içerisinde olmayacağınızı tahmin ettiler. Tahmin değil, biliyorlardır; yani, bu bilgi
dahilinde.
CEVAP - Biliyorlar, tahmin değil.
SORU - Devlet, o dönemde, o bölgelerde de PKK'ya karşı mücadele etmek
için bir Hizbullah örgütlenmesinin içinde de yine bu derin ilişkilerin içinde olduğunu
herkes biliyor, bizlerde biliyoruz.
CEVAP - Hizbullah'ı da, PKK'yı da onlar yarattılar; yani, ajan kullandılar...
Hizbullah diye bir şey yok, sadece onlar bu ajanları kullandılar, militan aldılar, para
verdiler ve bazı yerlere saldılar.
SORU - PKK'yla mücadelede, tıpkı, bugün nasıl korucuları, nasıl itirafçıları
kullanıyorlarsa, o gün de bir Hizbullah örgütlenmesine ihtiyaç duydular ve bunu da
yaptılar.
CEVAP - Aynen öyle.
SORU - Bu arada, sizden bu konuda; yani, bu Hizbullah militanlarının
yetiştirilmesinde, eğitilmesinde, onlara yardım etmede hiç sizden yardım istemediler
mi?
CEVAP - Kesinlikle.
SORU - Hiç böyle bir talep olmadı?
CEVAP - Kesinlikle efendim. Ben size şunu arz edeyim: Şimdi, ben
müteahhitliğe başladığım zaman, 1982'de başladım. 1982'de başladığım zaman, ilk
şeylerim askeriyle, Diyarbakır 7. Kolordudaki inşaatlarla başladım. O zamandan
1990'lara kadar, 1992'lere kadar hiç problem yok; yani, hiçbir şey yok. 1993'e kadar
problem yok.
SORU - 1982'den 1993'e kadar?
CEVAP - Tabiî, 1993'e kadar problem hiç yoktu. MİT lojmanlarını yaptık.
Hatta, Cizre'de spor salonu yaptık, Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğünün. Ondan
sonra, Cizre'de MİT lojmanlarını yaptık. Şimdi, tüm bunlara rağmen, 1993'te bizim...
DGM'deki hâkim ve savcılar dahi sabah yemin ediyordu, şimdi, 11. Ağır Ceza
 
Mahkemesi hâkimi -ismini unuttum, orada 1. No'lu DGM Başkanıydı - o dahi dedi ki:
"Vallahi, Mehmet Ali Bey, biz gidiyorduk, Diyarbakır Söz Gazetesini masamızda
gördüğümüz zaman yürekleniyorduk; diyorduk, oh, bak, böyle, devleti, bu bölgede,
bu Diyarbakır'da devleti savunan bir yayın kuruluşumuz vardır." Böyle yürekleniyordu
hâkim, savcılar ve etle tırnak gibiydik; yani, bir suçumuz yoktu, biz devletle
çalışıyorduk. Hatta, 1994'te -yine, o da var, o yazı da var dosyada- dağa giden ulusal
basının mensuplarını, gidip, dağdaki Semdin Sakık'la oturdular sıkı fıkı ve orada
avakname imzaladılar ki, Diyarbakır'a ulusal basın girmeyecek.
SORU - Kiminle kim imzaladı?
CEVAP - Basın; yani, ulusal basının mensuplarıyla; yani, bölge
temsilcileriyle... O da dosyada var. Gazete isim var burada, ben size gösterebilirim,
15 Eylül. Şimdi aceleye gelmesin. Şimdi, tüm bunlar varken, benim gazetem kilit
vurmadı. Mesut Bey biliyor, orada dört ay fiilen gazete çalıştı ve polis gazetemi sattı.
Bölge Valiliği gazeteyi satıyordu; çünkü, devleti savunuyordum. Şimdi, tüm bunlara
rağmen, 4 Ocak 1993'te benim gazeteme yine PKK tarafından saldırı düzenlendi.
Neden; çünkü, devlet yanlısı yayın. Merkeze saldırı düzenlendi, orada bir polis
yaralandı. Orada nöbet tutan polisler vardı, bizim işçilerimiz vardı -personel-
yaralandı. Araştırdık. Emniyet hemen harekete geçti, yine bu o zamanki Terörle
Mücadele Şube Müdürü Ramazan Sürücü Bey ve ekipleriyle beraber hemen bölgeyi
sardılar. O çatışmada, bir bayan, iki tane de erkek, orada, çatışmada onları
öldürdüler. Ha, bu devam etti. Aynı şekilde, bu kez 11 inci ayda -yine aynı senenin,
aynı yılın 11 inci ayında- Dicle kenarında benim dozerim çalışıyor, kum yüklüyor.
Benim o dozerim de yakıldı. Yine PKK süsü verildi; ama, maalesef, PKK değildi, yine
milislerdi. PKK'yla işbirliği yaptı; çünkü, Artış kod isimli Engin Kara da bunu söylüyor,
aynı o dosyada söylüyor.
SORU - PKK yapmadı; ama, PKK'nın kullandığı milisler yaptı diyorsunuz.
CEVAP - Tabiî... PKK'yı kullanan; yani, parayla kullanan militanlarını...
Bu yakıldı. Her nedense, 1994'te, 1994'ün temmuz ayında burada Millî Savunma
Bakanlığında Hava Kuvvetlerinin bir ihalesi yapılıyordu ve o ihaleyi benim çocuğum
alıyor burada; yani, yüzde 18 kırımla Emin Altındağ'da kalıyor; 1994'te. Bütün
dosyalar, şartnameler, her şey haiz olmakla beraber. Ondan sonra, sözleşme
yapılırken derhal dosyayı noterden geri çektiriyorlar. Nedir, neyin nesidir? "Bu firma
sakıncalıdır" diyor. Hani, siz sordunuz ya, "bu firma sakıncalıdır, bununla iş
yapmayın..." Yahu, kardeşim, onbir seneden beri ben çalışıyorum; sakıncalıyım ne;
benim devlet yayınlarım var. Benim oğlum beni çağırdı, ben gittim. Geldim, Millî
Savunma İnşaat Emlak Daire Başkanı Mustafa Erbay Paşa var, onun yanına çıktım.
Paşam, hayırdır dedim. "Vallahi, Mehmet Ali Bey, çok gizli bir rapor bize gelmiş."
Nereden gelmiş Sayın Paşam? "Vallahi, kaynağı Diyarbakır'dan gelmiş." Nasıl,
Diyarbakır'dan kimden gelmiş? "Diyarbakır Valiliği ve Asayiş Bölge Komutanlığından
gelmiştir, sakıncalısınız. Siz bırakın, bu iş zaten gitti, artık buna bir bardak serin su
için; ama, Türkiye'deki yapılmakta olan diğer işleriniz de iptal ediliyor" dedi. O kadar
ki hain olduk; bir çırpıda hain olduk yani. "Ama, bana göre, benden sorarsanız, ben
bir sınıfta öğretmensem, o sınıfta kaç tane çocuk varsa, notlarını hep ben
veriyorsam, firma olarak ve Mehmet Ali Altındağ olarak sizin notlarınız bende 10, 10,
10, 10..." O adam hâlâ hayattadır; ama, nedense... Ben, hemen, çıktım; sağ olun...
"Getir bana bir düzeltme kâğıdı, ben işi düzelteyim'' dedi. Ben çıktım, geldim,
burada Olağanüstü Hal Bölge Valisi Ünal Erkan'dı. Emniyet Genel Müdürü Mehmet
Ağar'dı, İçişleri Bakanı da Nahit Menteşe idi. Ben şeyi aradım, dedim "Sayın Valim,
siz 24 saat burada gazetemizi okuyorsunuz ve Diyarbakır'a ulusal basın gelmeyince
bizim gazetemiz devlet yayını çıkmıştı. Nasıl oldu da biz hain olduk?" "Olamaz, nasıl
olur" dedi. Dedim "efendim, böyle..." "Aç generali. Millî Savunma Bakanlığı
Müsteşarını aç, ara, söyle kendisine." Aradı, benim yanımdaydı. "Vallahi, paşam,
olamaz. Ben Diyarbakır'dan Ankara'ya sabahleyin geliyorum" dedi. Ve sabahleyin
 
atladı geldi. Bakın, hayattadır Ünal Erkan, sorabilirsiniz. Geldi "Paşam, eğer
Diyarbakır'da, o bölgede bu firma sakıncalıysa, ben kellemi veriyorum. O bölgede
devlete en yakın ve en sadık insan bu firmadır ve bu ailedir. Siz nasıl..." dedi.
"Vallahi, biz de biliyoruz; fakat, İçişleri Bakanlığından böyle bir rapor gelmiş, ne
yapayım, biz yapamayız" dedi. Ünal Erkan Emniyet Genel Müdürünü aradı "Mehmet
Bey, mesele böyle böyle" dedi. "Olamaz..." O da inanmadı. Bakın, o da inanmadı.
Onun yanına gittim. Talimat verdi, dosyadan çıkardılar. Orada, Eşref Hatipoğlu İl
Jandarma Alay Komutanıdır ve demin bahsettiğimiz o ailenin çok sadık ve yakın
dostudur -Kaya'nın- ve İl Valisi, Vali Yardımcısı Yılmaz Aydoğan -o da Vali
Yardımcısı- o aynı o dostluk içerisinde. Bunlar, Bölge Komutanlığının sahte bir
istihbarat bilgisiyle hakkımızda böyle bir bilgi hazırlıyorlar. O bilgi dosyadadır. Şimdi,
diyorlar ki: "Altındağ ailesi, Mehmet Ali Altındağ ve 4 tane kardeşi -benim 4 tane
çocuğum var, benim her 4 çocuğumu da kardeşim yapıyorlar, kardeş yapıyorlar Bunlar
PKK'yla mücadele verdiler; fakat, PKK onlardan birisini öldürdü." Aynı yazı, resmî
yazı. "Birisini öldürdü, bunlar korktular, teslim oldular artık. Bunlardan bir hayır
gelmez, sakıncalıdırlar, bölgede artık devlet ihaleleri bunlara verilmez." Böyle... Bu
bilgiyi aldım götürdüm...
SORU - PKK tarafından öldürüldü denilen çocuğun adı ne? Hangisi?
CEVAP - Yok, Emin değil, şey 1994'te, hiçbirisi öldürülmemiş, yani, birisi
öldürdü, kardeşi öldü...
SORU - Böyle bir şey uydurdu yani...
CEVAP - Bir kardeşi öldürülmüş diyor. Kardeş de değil, benim her dördü de
isim de sayıyor, Emin Altındağ, Ahmet Altındağ, Selahattin Altındağ, Akif Altındağ.
Bunlar Mehmet Ali Altındağ'ın kardeşlerinde birisi öldürülmüş, bunlar artık PKK'ya
teslim oldu. Niye bunu uyduruyorlar? Çünkü, o albay hakkında yazımız, yazı
yazılmış, gece gündüz, pavyon, disko halini yazmışız. O bölge vali yardımcısı,
devletin kömür ihalesini kendi yan firmasına yaptırmıştır, biz de yazmışız ve ödemeler
Türk parasıyla değil, rekabetsiz bir, rekabeti ortadan... Biz bunları yazmışız. Ve o il
Vali Yardımcısı Yılmaz Aydoğan bu yazılarımızdan dolayı sekizbuçuk yıl ceza aldı.
Sekizbuçuk yıl ceza aldı ve bugün sefilleri oynuyor, devlet onu kovdu kapısından
veya Eşref Hatiboğlu general olacaktı, onu da emekliye ayırdılar. Böyle bir uydurma
neticesinde ben aldım getirdim, İçişleri Bakanlığı, Nahit Menteşe aa dedi, o sakıncalı
insan Muharrem Göktay'ın imzasıyla çıkmış, hem de aynı zamanda Müsteşar
Yardımcısı. Sen misin, dedim benim. Dedi hemen bir dilekçe yaz, ben düzelteyim.
Hemen dilekçe yazdık ve düzeldi, o ihalemizi de aldık, diğer ihalelerimize de
karışamadı ve işimize devam ettik. Bu iş böyle devam ederken, 96'ya gelince, 96'daki
22 Haziran olayı, yine Eşref Hatiboğlu'nun gammazlığıyla ve bu ailenin
gammazlığıyla...
SORU - Bu Ergani yolu baskını değil mi?
CEVAP - Tabiî, tabiî... Bu sefer bu senaryo devreye girdi. Ondan da bir şey
tutturamadılar. Her ne kadar adamlarımız Öldü, özetle, 98'de bu sefer Hizbullah ve
PKK yaftalan bize yakıştırıldı. Ondan da Kurtulduk. 2000'de yine bize musallat
oldular. Bu kez para çocuğumdan aldılar. Ben de şikâyet ettim. Bu sefer benim oğlum
o yolda öldü arkadaşıyla beraber. Mesele budur.
SORU - Buyurun.
CEVAP - Sorun. Ben her şeye hazırım, açığım hiç cevap veremedim bir şey
yok.
SORU - Şimdi, bu hem bize verdiğiniz dilekçede hem de biraz önce bu Ergani
baskını dediğinizde, orada diyorsunuz ki "Ergani yolu üzerinde bulunan dinlenme
tesisine aynı şahısların tertipleriyle..." Ama, daha önce. konuşmanın başında PKK
yaptı dediniz bu baskını...
CEVAP - Şimdi, PKK'ya yaptırıldı. Bak, şöyle yaptırıldı, yani, onlar yapmadı,
ben açıklık getireyim oraya, tamam.

SORU - Yani, bu PKK'yla bu Nihat Çakar, Ali Kaya...
CEVAP - Nihat Çakar o zaman yoktu. Yani, bir ay sonra geldi.
SORU - Yazıda böyle. Başta DGM Başsavcısı Nihat Çakar diyorsunuz ve Ali
Kaya olmak üzere hakkımda Hizbullah Örgütü falan falan falan yazıyorsunuz,
çocuğunuzun vefat ettiğini yazıyorsunuz...
CEVAP - Tamam. Olayın gelişi bu.
SORU - Olaylar arasında irtibat kurulduğunda, sebep ile sonuç arasında
mevcut illiyet bağı gözetildiğinde, oğlumun ve arkadaşının ölümlerine sebebiyet
vermiş oldukları aşikârdır. Aynı şahısların şahsıma yönelik suikast tezgâhladıkları
PKK itirafçısının şeyinde diyorsunuz, ekte sunulan DGM Cumhuriyet Başsavcılığının
98'e falan hazırlık şeyinde Yavuz Şentürk takipsizlik kararı vermiş, yani, ben
Hizbullah Örgütü mensubuyum, çocuklarım PKK'lı bu çelişkileri Sayın Komisyonun
takdirlerine arz ediyorum. Ergani yolu üzerinde bulunan dinlenme tesisim aynı
şahısların tertipleriyle taranmış, 8 kişinin ölümü ve 13 kişinin yaralanmasıyla son
bulmuş.
CEVAP - Aynı organizenin. Çünkü, diyeceksin niye? Eşref Hatiboğlu 93 ve
94'te, 95'e kadar oradaydı, 95'te gidince, bu mektupları yazıyor her tarafa.
SORU- PKK yapmadı da bunların tertibi mi yaptı diyorsunuz?
CEVAP - Bak, bak, şöyledir, PKK'nın militanları, şöyle: Sözümün başında
söyledim, dağ başındaki kamplarda milislerle, milisleri ayarladılar, onlara haber
gönderdiler, hatta, bak, güzel bir soru, Şoraş kod Feyat Aluk isimli bir terörist bizim
Altındağ Dinlenme Tesislerinden tam on gün sonra bitişiğinde bir köy vardı, Hantepe
Köyüne 4 tane öğretmeni öldürüyorlar ve Hantepe olayında bu Feyat Aluk fiilen
içindeymiş. Mahkeme huzurunda kendisi itiraf ediyor. Diyor ki, evet, biz bunları yaptık,
fakat, Altındağ'da biz yoktuk. Şu şu şu isimler vardı ve o isimler de gerçekten
emniyetçe Diyarbakır'ın içinde yakalandı ve vuruldu, yani, çatışmada vuruldu o her üç
isim de.
SORU - Yani, itirafçı mı bunlar? Sizin bu şey dediğiniz...
CEVAP - Hayır, itiraf ediyor, kendisi...
SORU - "Milis" dediğiniz bu itirafçılar mı yani?
SORU - İtirafçı değil...
CEVAP - Bak, terörist bunu söylüyor, terörist ifadesinde bunu söylüyor,
mahkeme huzurunda. Mahkeme 4 nolu DGM huzurunda orada şey var, mahkeme
tutanağı var, ifadesi var. Diyor ki: Biz Dicle'nin bilmem hangi kampındayken, bizim
yöneticimiz Ferit, bilmiyorum, Ferdi... Ferdi isimli, soyismi de yazılıdır hepsi, Ferdi
şeyle diyor, ondan sonra, Ferdi'yle diyor Ali İhsan Kaya'nın sınıf arkadaşı Hebun
isimli, yani, kod isimli, Hebun vasıtasıyla 100 bin mark bize gönderildi diyor. Böyle,
İfadesinde söylüyor ve ceza aldı o. Kendisi söylüyor. Mehmet Ali Altındağ'ın tesislerini
ve Mehmet Ali Altındağ'ı yok edeceksiniz diyor. Hareket oradan başladı. Biz böyle
yaptık.
Ha, demek şimdi nereden çıktı? PKK olay yapıldığı zaman, dört gün sonra
Beka Vadisinden, haber, hep yayınlar televizyon yani PKK yapmamış dediler, yani,
üstlenmediler. Ancak Dicle çetesi yapmış dedi, Dicle çetesi yapmıştır. Bu Dicle çetesi
de bu hegemonyanın paralelinde çalışıyordu para karşılığında. Ha, bu, budur yani,
durum bundan ibaret. Orada evrak yani konuşuyor.
SORU - Şimdi, bu basın da, ulusal basın o bölgeye giremediğinde, onlarla bir
sözleşme yapılmış falan dediniz, orayı net anlayamadım ben. Sözleşmeyi kim
yapıyor?
CEVAP - Yani, sözleşme derken, açıkoturum yapıyorlar dağ başında, dağda
yani, Kulp Dağlarında, bunların başını da çeken Semdin Sakık, o da 94'te oluyor,
biliyor musun? Bunlar diyorlar ki, artık biz Diyarbakır'ı bölge olarak teslim aldık, siz
kesinlikle ulusal basını Diyarbakır'a sokarsanız, basın şey yazacak, basını sokmayın


buraya. Onlar da söz veriyorlar. Kim basını sokarsanız oraya temsilcileri, özellikle
güneydoğu...
SORU - Ulusal basından kastınız Hürriyet, Milliyet...
CEVAP - Hepsi hepsi, tabiî. Siz bunu duymadınız mı ya, bütün Türkiye biliyor
bunları. Dört ay...
SORU - Kimle oturuyorlar yani, kim söz veriyor sokmayacağız diye?
CEVAP - Hepsini... Hepsi... Milliyetin temsilcisi, Hürriyetin temsilcisi. Tabiî,
bunlar hep bölge temsilcileri, Sabahın temsilcileri, Hürriyetin, Milliyetin, ondan
sonra...
SORU - PKK'yla böyle bir sözleşme yapıyor bunlar?..
CEVAP - Tabiî tabiî tabiî... Açık ve net olarak diyorlar ki bak siz ölümünüzü
göz önüne alırsanız, Diyarbakır'a gazete girsin! Herkes kepenk çekti, gazete girmedi
Diyarbakır'a.
SORU - O şeyde bile biz Söz Gazetesi olarak yayınımıza devam ettik
diyorsunuz...
CEVAP - Bak burada resimleri var, dağdaki oturma resimleri var. O resimler
burada var. Ben size vereyim.
SORU - Tamam, zaten dosyanızda varsa...
CEVAP - Hepsinde var.
SORU - Bir de bu kamu görevlilerinden oradaki işadamlarıyla kirvelik şeyi
falan dediniz ya...
CEVAP - İşte bu da sıkı fıkı dostluk yani.
SORU - Mesela bildiğiniz meşhur ünlülerden kim kimin kirvesi, hatırlıyor
musunuz?
CEVAP - Şimdi, bu jandarma alay komutanları ve ilçedeki yüzbaşılar,
üsteğmenler, astsubaylar, aynı. Ben, bu yapıyor, bu yapıyor demek de şey değil.
Yani, olağan bir gerçektir yani, sorabilirsiniz. Olağan bir şeydir yani. Ama, dört ay
boyunca ulusal basın Diyarbakır'a sokulmadı. Ama, benim gazetem çıktı, benim
televizyonum... Gerçi o zaman televizyonum yoktu, 95'te kuruldu. Fakat, gazetem,
fiilen devlet satıyordu, polis satıyordu gazetemi. Ama, tüm bunlara rağmen, mükâfat
aldığımız yerde, işte, nihayet darbemizi aldık.
SORU - Bir de Gaffar Okan çok şeyler biliyordu falan dediniz ya...
CEVAP - Ha, Gaffar Okan da bana şey söyledi...
SORU - Kaç kere görüştünüz? Yani, öyle...
CEVAP - Sık sık görüşüyorduk. Beni hep gazeteden, ben ve benim gazete
genel koordinatörüm Ömür Büyüktimurla sık sık konuşuyordu, bütün emniyet
müdürleriyle konuşuyordu zaten, şeyleri var, bilgi alıyorlar, bilgi veriyorlar.
Şimdi, beni gözaltına aldıkları zaman, 24 Nisan 2000'de, beni gözaltına
aldıkları zaman, Gaffar'a yazı yazıyor. Gaffar diyor ki ben bu adamı gözaltına
alamıyorum, çünkü suçu yok.
SORU - Yazıyı kim yazıyor?
CEVAP - DGM Başsavcısı. DGM Başsavcısı yazı yazıyor. Sen alamıyorsun,
sen vekâletnameyi Serdar Beye ver, Emniyet 2. Müdürü. Gaffar Okan izne ayrılıyor o
gün için, üç günlüğüne izne ayrılıyor ve vekâletnameyi yardımcısına veriyor ve beni
gözaltına... Yine, aynı o iş yerlerimi bu sefer polis, jandarma yoktu, gözaltına aldılar.
Şimdi, ertesi gün benim çocuğum geliyor orada trafikten vefat ediyor arkadaşıyla
beraber, Gaffar Okan haberi duyuyor, çocuğumu da çok iyi, yakından tanıyor, geliyor,
geldi, taziyeye geldi. Taziyeye geldiği zaman başını eğdi, Mehmet Ali Bey dedi, bu
bölgede dedi. Bu yörede çok oyunlar oynanıyor kusura bakma dedi, çok oyunlar
oynanıyor dedi. Diyarbakır dedi çok önemli ve çok değerli bir evladını yitirdi dedi.
Bunu, hazin olarak bunu itiraf edeyim dedi. Ama dedi, bir DGM Başsavcısı eğer yazı
yazıyorsa bunları böyle yap, biz de yapmak zorundayız, kusura bakmayın dedi. Bu
işin İçinde çok büyük oyunlar var. ben hepsini açıklasam dedi, açıklayamam dedi.


Bizzat bana söyledi ve gözünden yaş geldi ve adam aynı yıl içerisinde, yani sekiz ay
sonra 24 Ocak 2001'de adam beş tane polisiyle beraber kaşla göz arasında, yani,
Hizbullah’a mal ediliyor... Yani, düşünün, size detaylı bilgi vermek istiyorum, kusura
bakmayın başını ağrıtmayayım...
SORU - Estağfurullah, zaten o maksatla çağırdık, bilgi veresiniz diye. Buyurun.
CEVAP - Bir devletin emniyet müdürü, bir ilin emniyet müdürü kendi ekibiyle
beraber yola çıkıyor ve önde giden bu koruma polisleri, bu eskortlarla, arkasında da
eskort, ondan sonra Hizbullah Diyarbakır'ın ortasında pusu kuruyor, ondan sonra,
tırırırıt hepsini bir çırpıda götürüyor ve anında kayboluyor. Bu ne biçim devlet?! Bu ne
biçim halk?! Bu ne biçim güç?! Kimin aklında bu?.. Yani, PKK olsun, Hizbullah olsun,
hangi örgüt olursa olsun, kimin aklına gelir? Yani, o kadar bu örgüt dedim, ben
televizyon izliyordum, Ankara'daydım, birkaç tane resmî emekli resmî insanlar da
yanımdaydı, yine Emniyetin insanlarıdır, dedi Okan gitti. Dedim beyler, bunu
hakikaten Hizbullah mı yaptı? PKK mı yaptı? Vallahi öyle diyor. Öyle diyor değil, eğer
PKK veya Hizbullah o kadar güçlü ise, o zaman devlet bitmiştir dedim. O zaman
devlet bitmiştir kardeşim. O zaman, her tarafa, gelir Başbakanı da yapar aynı şekilde.
Gelir Cumhurbaşkanı da böyle suikast yapar Ankara'nın ortasında. Benim aklımda
bu, yapmayın dedim ve gerçekte öyledir yani.
Şimdi, ertesi gün cenazede çok dikkatimi çekti, ben televizyondan izliyorum, o
gün Jandarma Bölge Komutanı Fikret Demirtaş, Tuğgeneral. İçişleri Bakanı şeydi.
ANAP'ın şeyiydi, Sadettin Tantan Beydi, cenazede Sadettin Tantan'a bağırdı o
general, çok kötü bağırdı. Sayın Bakan dedi. Sayın Bakan dedi, işte yapıyorlar, bak
görüyorsun, biz, size defalarca söyledik... Bakan çıt kelime söyleyemedi. İşte bak
yaptı biz size defalarca söyledik, Hizbullah bunu yaptı... Halbuki ne alakası var?
SORU - Bunu diyen kimdi dediniz?
CEVAP - Demirtaş, Fikret Demirtaş. O da bu işin, bu rollerin içindeydi zaten.
Bunlar hep mafya, yani, hep çete yani, hep şey. Demirtaş... Bak, size ne diyorum, o
gün benim çocuğum ölüyor, trafik kazasında, yani, o süs veriliyor, dağda, askerî birlik
yanı başında, 100 metre ve hâkim tepede ve ertesi gün muhabirlerinden,
gazetecilerinden bilgi notları olan kasetler alınıyor, o günün kolordu komutanı, yani,
Yaşar Paşa'nın halefi Temel Doğan Paşa, üç gün sivil insanı benim şeyime
gönderiyor, sivil iki üç tane genç, değişik genç taziyede bulunduruyor ve beni telefonla
arıyor, Mehmet Ali Bey, başın sağ olsun. Peki Paşam, sağ olunuz. Jandarma Bölge
Komutanı bu Fikret Demirtaş var, vallahi Mehmet Ali Bey ben Mardin'deyim, başın
sağ olsun. Peki Paşam, bir şey olmaz. Ee, ben biliyorum. Ne bayramdır ne seyrandır
meselesi, yani, bu başın sağ olsun hiçbir zaman bir selamımız kelamımız yoktur, niye
böyle? Ondan sonra, Olağanüstü Hal Bölge Valisi, bu şeydi, şimdi Emniyet Genel
Müdürü, Aydın, ne diyorlar ona, ha, Gökhan Aydıner, o. O da telefon açıyor, başın
sağ olsun. Peki, sağ olun Sayın Valim dedim.
Aradan bir müddet geçiyor, iki üç ay geçiyor, aynı insan, Dicle Üniversitesinde
bir ihale yapılıyor, kardiyoloji ihalesi, bir de Fen Fakültesi Binasının ihalesi yapılıyor,
ben iki firmamla müracaat ediyorum, tabiî, bölgede sakıncalı firma kimdir, ne var ne
yok?.. Özellikle bu Gökhan Eraydın, resmî yazı, gizli ve gizli yazı yazıyor, diyor bu
firma sakıncalıdır, buna vermeyin diyor. Baş sağlığı dileyen ve benim karşımda gülen
ve aynı insanın, aynı insanın burada ben bu şeyde Polisevini yapıyorum aynı o
sırada...
SORU - Ankara'daki Polisevini mi?
CEVAP - Tabiî. Devletin birçok yerlerinde iş yapıyorum. O yazıyor diyor, İntim
İnşaat Limitet Şirketinin ortaklarından Selahattin Altındağ fişlidir, sakıncalıdır, ihale
vermeyin ve o belge elimde, yani, elimde derken dosyalarımdadır ve onun imzası. Bir
gün onun da yüzüne çarptıracağım ben onu.
SORU - Mehmet Ali Bey hem gazeteci hem yazı yazıyor, tabiî, bu işten yüreği
de yanmış, haklı olarak, duygusal tarafları da var...

CEVAP - Hayır, ben objektif konuşuyorum.
SORU - Hayır hayır, bizim Komisyonumuzun esas görevi Yüksekova. Bu
bildikleriyle, bütün bu bildiklerinizle, Yüksekova'daki şeyi nasıl tahlil ediyorsunuz,
nasıl değerlendiriyorsun? Bu İsimler geçince...
SORU - Hakkâri, Yüksekova, Şemdinli'yle.
CEVAP - Ben iki tane dosya daha hazırladım. Birisini bilgi notu olarak şeye
veriyorum.
SORU- Mehmet Ali Bey, ben tamamlayayım da...
CEVAP - Tamamlayın, buyurun efendim.
SORU - Bu Şemdinli'deki, Yüksekova'daki olaylar meydana geldiğinde, Ali
Kaya ismini duyunca, muhakkak bir yorum yaptınız. Nasıl bir yorum, nasıl bir tahlil
yapıyorsunuz? Bunları nasıl bağdaştırıyorsunuz?
CEVAP - Benim en çok dikkatimi çeken olay, Ali Kaya'nın ismi çıktığı zaman
televizyondan izledim, dedim o bu ha, bir. İkincisi, Yaşar Paşa'nın "iyi çocuktur,
Kürtçe biliyor, suç işlemez, Kuzey Irak'ta bize tercümanlık yapıyor" savunması benim
çok dikkatimi çekti.
SORU - Bitti mi yani şeyiniz?
CEVAP - O bitti, yalnız, devletin beni koruduğuna dair ve bana PKK'nın ve
Hizbullah'ın şerrinden koruması için 1993'ten şimdiye kadar Genelkurmayın, Emniyet
Genel Müdürlüğünün ve Bakanlar Kurulunun koruma dosyasını de ben size arz
edeyim, buyurun.
SORU - Tamam, onu da alalım.
CEVAP - Ve şirketlerime uzun namlulu silah verilmişti; ama, tüm bunlarla
beraber, yani, Ali Kaya boş bir insan değildir ve tek başına da değil. Bu organize, çok
büyük para var işin içinde.
SORU - Onun böyle mal varlığında falan bir artış falan Diyarbakır'da çünkü on
yıl bir süre kalmış, yani, epey bir süre kalmış...
CEVAP - Hem onun hem Yaşar Paşa'nın. Yaşar Paşa kendini şey etmesin,
beraberdiler. Yaşar Paşa'nın kızının düğünü oluyor, Bölge Valisi Aydın Arslan'la
ondan sonra rektörlerle Diyarbakır'daki birçok ben dahil olmak üzere Harbiye şeyine
götürüyor, orada gece düğününü yaptırıyor ve Çevik Bir'le beraber. Bu değirmenin
suyu nereden geliyor?!
SORU - Yani, orada düğün yaptıramaz mı? Nasıl?..
CEVAP - Hayır, yapar da. niye belirli işadamlarını çağrılıyor düğüne? Hep
altın bilezik falan versinler. Verdik, herkes verdi.
SORU - Canım, düğüne giden bir şey takar herhalde. Sizin gibi namlı isimler
de herhalde bir çiçekle gitmez yani, bir şey götürecek yani.
CEVAP - Espri olsun diye.
SORU - Evet, başka soru?..
CEVAP - Bölge valisi şey vardı, o bir tane daha vardı...
SORU - Aydın Aslan vefat etti.
CEVAP - Yok, ondan önce.
SORU - Ünal Erkan'dı, ondan önce Hayri Kozakçıoğlu.
CEVAP - Yok yok, bir tane daha vardı...
SORU - Necati Çetinkaya. Atandı, yapmadı.
CEVAP - Aldılar onu...” şeklinde beyanlarda bulunmuştur.
Mehmet Ali ALTINDAĞ’ın Cumhuriyet Savcılığımızda Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma
Komisyonunda vermiş olduğu bu ifadeler karşısında hâlen Genel Kurmay Başkanlığı’nda Kara
Kuvvetleri Komutanı olarak görev yaptığı bilinen Yaşar BÜYÜKANIT ile o dönemde komutası altında
çalışan bir kısım askerî yetkililer hakkında Suç İşlemek İçin Örgüt Kurmak, Görevi Kötüye
Kullanmak ve Sahte Belge Düzenlemek suçlarından, yine 09.11.2005 günü Şemdinli ilçesinde
meydana gelen patlama olayından sonra Yaşar BÜYÜKANIT’ın olayın faillerinden olan Ali KAYA’ya
 
yönelik açıklamaları nedeniyle Âdil Yargılamayı Etkilemeye Teşebbüs suçundan soruşturma evrakı
Genel Kurmay Başkanlığı Askerî Savcılığı’na gönderilmek üzere tefrik edilerek soruşturma defterimizin
2006/152 Sırasına kaydı yapılmıştır.
2 - Tanık Mehmet Salih YILDIZ Beyanında : Ben hâlen Yüksekova Belediye
Başkanı olarak görev yapmaktayım. 9 Kasım 2005 tarihinde Şemdinli ilçesinde
meydana gelen bombalama olayında akşam saat 17:00 - 18:00 sıralarında
Şemdinli ilçesine intikal ettim. Gece olmasına rağmen çarşıya çıktığımızda halk hâlen
arabanın başında bekliyordu. Zorda olsa halkı dağılmaya iknâ ettik. Keşfin yapılma
imkânını sağladık. Tek ağızla sanki herkes bu olayları yapanlar artık bellidir. Çünkü
ortada cenazeler vardı. Ortada yaralılar vardı. Bütün bu psikolojiye rağmen halkın
devlete güvenerek bu kişileri emniyete teslim etmesi önemli bir noktadır. Halka
sakin olun dediğimizde daha ne kadar sakin olabiliriz başkanlar, artık yeter, bizi
engellemeyin, Hakkâri’de, Yüksekova’da ve Şemdinli’de peşpeşe patlayan bu
bombaları PKK örgütü atmış ise de dâhi bunların yarısını PKK attı sayalım, peki
diğer yarısını kim yaptı. Özellikle son suçüstü yakalanan Şemdinli’deki sanıkların
yakalanması dikkat çekicidir dediler. Ve özellikle şunu da eklediler. Bunlar Türkiye’nin
demokratikleşmesini istemeyenler, Avrupa sürecine karşı çıkanlar, hükümete
muhalefet olanlar, Cumhurbaşkanlığı krizini bu hükümeti aşarak düşünenler, bir de
Başbakan’ın Diyarbakır’daki Kürt sorunu benim sorunumdur, söyleminden rahatsız
olanlar yıllardır sıkı yönetimlerle bu bölgeyi yönetip artık bir şekilde bu yönetimi
kendine rant sayanların işidir bunlar dediler. İşte onlarda suçüstü yakalansalar bile
asıl yakalananlar değil, bunların perde arkalarında vardır şeklinde halkın yoğun
tepkisi vardı. Bu psikoloji karşısında başta ben olmak üzere bölgede belediye
başkanı olan yöneticilik yapan diğer arkadaşlarımızda bu genel kanı karşısında farklı
bir mantık düşünemediğimizi bende de hâsıl olan kanaat birileri Türkiye’yi huzura
götürmektense huzursuz bir Türkiye’nin birilerinin işine daha iyi yaradığı,
Türkiye’deki son gelişmelere de bakıldığı zaman gerek Silopi de gelişen olaylar
gerek son Konya’da gelişen çete-mafya ilişkileri, hâlen de üzerine ciddi gidildiği her
yerde Edirne Kapıkule’de son Habur Kapısında yaşananlara bakıldığı zaman
karmaşık bir Türkiye, sorunlu bir Türkiye bu karanlık güçlerin işine çok iyi yaradığı
net görülmektedir. Bu olayların üzerine yargının bağımsızlığı ilkesi ile gidileceğine,
ucu nereye dokunursa dokunsun ortaya çıkarılacağına inancım sonsuzdur. Bizim
girişimlerimiz bazen bize risk de doğursa Türkiye’nin geleceği için, daha huzurlu bir
Türkiye için doğru olanı yapmak ve söylemektir. Tepki de alsak ki bu olaylardan
dolayı Yüksekova’da Şemdinli Olaylarını basın yoluyla protesto etmek, tepkilerini
göstermek açısından yapılan basın açıklaması ayrıca dikkat çekicidir. Şiddete
dayanmayan her türlü eylemin yapılabileceği sayın valimiz ve yetkililer tarafından
defalarca söylenmesine rağmen basın açıklamasına Fransa’yı örnek verdiğimiz
zaman Fransa’daki sağduyu sağlanmış olsaydı ve dünyada örneği olmayan, hiçbir
yerde yaşanmayan basın açıklamasına kurşun sıkılmasaydı ve bu kurşun sıkılmada
her türlü fırsatçılara ortam sağlanmasaydı belki Yüksekova’daki gösteriler sırasında
yaşamını yitiren üç insanımız da aramızda olurlardı. Bu olay günü ben
Ankara’daydım. Hemen geri döndüm ve olaya sağduyulu müdahale için çaba
göstermeye çalıştım. Ancak halkın bizi dinlemediği, bize tepki gösterdiği hatta bizi
bize kurşun sıkanlarla işbirlikçisiniz diye hakaret ettiği, bütün bu riskli psikolojiye
rağmen bizin yine halk ile diyaloglu davranmamız, onları iknâ etme çabaları olumlu
sonuç verdiği için daha büyük olayların olmaması cenaze töreninde özellikle hiçbir
olayın olmamasını çok önemli buluyorum. Buradan da anlaşılıyor ki polisiye
önlemlerle değil sivil toplum örgütlerimize güvenerek herkesi bir polis gibi, bir yargı


mensubu gibi bir devlet sorumlusu gibi davranmaya zorlamalıyız. Herkese bu kültürü
vermek zorundayız. Belki halkın içinden seçilmiş belediye başkanı olarak onların bu
psikolojilerini bildiğimiz için yaklaşım ve davranışlarımız etkileyici olmuştur. Ülkemizin
halk ile diyaloglu ilişkileri iyi olan yöneticilere sonsuz ihtiyacı vardır. Bir diğer dikkat
çekici olayda iki yıldır belediye başkanıyım. Beş yıl öncemi de biliyorum. Yüksekova
semalarında hiçbir savaş uçağı rutin uçuşlar yapmamıştı. Özellikle cenaze günü
uçakların cenaze güzergâhı üzerinde halkın o anki psikolojisini de tahmin
etmeyecek bir düşünceyle uçuş yapmaları, ayrıca halkın tepkisine neden olmuştur.
Bu savaş mıdır, nedir söylemlerine kadar gidilen bu uçuşların hâlen rahatsızlığı
devam etmektedir. Olay yaklaşık bir buçuk ay önce oldu. Genel detayı ile
anlatacaklarım bunlardır. Daha sonra yargının bana ihtiyacı varsa, sorması gereken
noktalarda hatırlayabileceğim kadarıyla anlatmaya ve yardımcı olmaya çalışacağım
dedi. Lüzumuna binaen soruldu. Yüksekova ilçesinde Van-Erciş İtimat Firmasına ait
otobüsün altına bomba konmuştu. Ondan önce de Ömer AKARSU’nun binasının
önüne bomba konulmuştur. Ayrıca Ferzende YILMAZ’ın lokantasının önüne bomba
bırakıldı, Zağros İş Merkezine iki kez saldırı yapıldı, askerlik şubesinin önüne bomba
bırakıldı. Bu atılan bombalarda dikkat çekici olan Gemlik ilçesine gidecek kitleyi
götürmek üzere kiralanmak istenen firmaların otobüslerinin verilmemesi açısından
tepkiler aldığını, bu konunun da böyle dikkat çekici olduğunu,… bütün bunlardan
daha önemlisi Ey Kürt Halkı adı altında dağıtılan bildirinin, dile alınamayacağı
Kürtlere yönelik hakaretli sözler kullandığı, Şemdinli ilçesinde de Beş Şehidimizin
Kanı Yerde Kalmayacak şeklinde yazılar olan bildirilen dağıtılması tamamı ile huzurlu
Türkiye’den rahatsız olanların kendilerine göre bir Türkiye’yi yaratmak isteyenlerin
emelleri olduğuna inanıyorum. Bunların hepsini toplumu tahrik edici davranışlar
olduğunu belirtebilirim. Bir diğer dikkat çekici husus polisin bölgedeki özellikle
yöneticilerinin olaylar karşısında (basın açıklaması vb) sağduyulu davranmaları,
şiddet içermedikçe müdahale etmemeleri, sloganlara ve açılan pankartlara yargı yolu
ile müdahaleye giren polisin bu tavrından rahatsız olanların bana göre bu bildiride
polisi daha çok provakatif daha çok tahrik olaylar içerisine çekme amaçlı olduğuna
inanıyorum. Çünkü polis oradaki halka daha kazanımlı yaklaşıyor. Askerîn oradaki
halka yaklaşımı ve diyalogu yok denecek kadar azdır. İki kez Yüksekova’da asker
basın açıklamasına destek olara güç kattı. Birincisinde ben Yüksekova’daydım
diyaloglarımızda olaysız geçti, ikincisinde ben yoktum. Üç insan yaşamını yitirmiştir.
Çünkü hoşgörülü yaklaşım poliste daha güçlüdür. Varsa bir sorun yargı yoluyla
çözmeye çalışıyor. Ancak asker olay anında halkın psikolojisini göz önüne almadan
şiddet yoluyla sorunu çözmeye çalışıyor. Bu da son olaylarda görüldüğü gibi
sıkıntılara sebep oluyor. Polisin hoşgörülü yaklaşımının asker tarafından da tepki ile
karşılandığını düşünüyorum. Bu bildirinin ve bölgede sık yaşanan bombalama
olaylarının ortak noktası polisin bu sağduyusunu kırmak, halk ile karşı karşıya
getirmek daha demokratik, daha şeffaf, daha huzurlu bir Türkiye’den ziyade
kendilerinin rahat yaşayabileceği, söz sahibi olabileceği bir Türkiye yaratmaktır.
Bunları yapanların halkın psikolojisinde, halkın anlatımlarında bunlar karanlık
güçlerdir, bunlar kontrogerilladır. Bunlar derin devlet tabiri ile adlandırılan kimselerdir
deniliyor. Devletimizin bir an evvel bunlardan kurtulması gerektiğinin altını da
çiziyorlar. Lüzumuna binaen soruldu. Yüksekova ilçesinde bulunun 21. Dağ
Komando Jandarma Tugay Komutanı Erdal AKPINAR’ın da ilginç uygulamaları ile
halkı askerden ve devletten soğuttuğu sabittir. Bu konuda sivil toplum örgütleri ile de
bir toplantı yaptı. Toplantı da bize slayt gösterileri ile 15 yıl boyunca yaşanan olayları
gösterdi. Gösterimlerinden ziyade anlatımları önemlidir. Ben gerektiği zaman
sıkıyönetimde ilan ederiz bu olaylarda yani isteseydik Şemdinli, Yüksekova ve

Hakkâri’nin de yarısı tarihten silinirdi. Gerekirse sıkıyönetim ilan edilir. Her şeyi sıkı
yönetim kuralları içerisinde çözeriz. O zaman herkes tek tek hesap verir. Bu halk
yanlış yapıyor. 2005 yılı 15 Şubatı’nda kepenk kapatma olayından sonra en az ben
yüz küsur trilyon para ben dışarı verdim. Benim tırlarım var istediğim erzağı
getirtebilirim. Askerî çarşıya sokmayacağım, alışveriş yaptırmayacağım. Bunun
üzerine bende en sağduyulu yaklaşımın sizin 16 Şubatta sizin daha fazla askerî
alışverişe göndermenizdi, bizi ve esnâfı daha fazla mahçup etmenizdi, bir devlet
büyüğüne yakışan buydu. Bunu yapmış olsaydınız bugün burada rahat
konuşamazdık dememiz üzerine kendisi hayır asla önümüzdeki 15 Şubata
bakacağım tekrar kapanırsa kepenkler asla bir daha düşünmeyeceğim böyle bir şeyi.
Bu benim kuralımdır. Ben bu kuralımdan da vazgeçmem. Zaten diyalogları yeterli
değil. Herkese imâlı vurguları ile tehdit içerikli söylemleri ile yaklaştığı için halk ile
diyalogu yoktur. Hatta 30 Ağustos’ta korucuların bile alındığı törene belediye başkanı
olarak bizi kapısından geri çevirmesi bana Yüksekova’da % 70 oy veren herkesin
kendisine tepkili olduğu net görülmektedir. Adeta kendisini her şeyin üstünde gören
bir tavrı var. Son olaylarda da sıkıntıların yaşanmasının sebebi de kendisinin
astlarına karşı verdiği talimatlar Yüksekova’daki resmî iyi niyet ve sağduyulu
yaklaşımı da zorlamıştır. Bu kanı Yüksekova’da sokakta rastlayacağınız her insana
sorabilirsiniz. Herkes bu tavırdan rahatsızdır, Şeklinde Beyanda Bulunmuştur.
3 - Tanık Metin TEKÇE Beyanında : Ben hâlen Demokratik Toplum Partisi
Üyesiyim ve ayrıca Hakkâri Belediye Başkanı olarak görev yapmaktayım. Bana
bahsetmiş olduğunuz 09.11.2005 günü Şemdinli ilçesinde bir kitapevinde meydana
gelen olayı ben bizzat görmüş değilim ve bilgim de yoktur. Ancak ben olay sonrası
Şemdinli ilçesine gittim. Patlamanın meydana geldiği kitapevini gördüm. Kitapevi’nin
sahibi ile görüştük. Akabinde olay yerine Hakkâri Milletvekili Esat CANAN geldi.
İncelemeler yaptı. Ayrıca 2005 yılı içerisinde Hakkâri ilimizde patlamalar meydana
geldi. Hakkâri’deki genel patlamaların genel olarak sebebi bana göre merkezî
yönetimin basiretsizliğidir. Yaşanan bu sıkıntılar sonucu Hakkâri halkının ülkemizin
demokratikleşmesine ve barışına katkı sunacak demokratik eylemselliklerini
hazmetmeme ve Hakkâri’de yaşayan hiçbir insanın istemediği, gerek asker, gerek …
(terörist) ve gerekse polis ölümlerinin maalesef Hakkâri kırsalında yaşanıyor olması
ve bunun hıncının da halktan çıkarılması anlayışı hâkimdi. Nitekim 2005 yılı Temmuz
ayında Hakkâri’de bir patlama meydana geldi. Akabinde Yüksekova, Şemdinli ilçeleri
ve Hakkâri merkezde 2005 yılında 3-4 ay içerisinde 17-18 patlamanın yaşanması
kentte yaşayan herkesin can güveliği sorunu ve korkusunu beraberinde getirdi.
Hemen herkes sabah uyandığında araçlarının altını kontrol ederek arabalarına binme
ve sabahlara kadar birileri evlerine gelipte bomba bırakmasın korkusu ile yaşadılar.
Bu bombalamaların başlaması ile birlikte halk üzerindeki baskının da arttığını
gözlemleyebiliyordum. Bunu sabahlara kadar çarşı merkezinde, mahallerde sirenler
çalarak, marşlar çaldırarak halkı rahatsız etme, aşırı güvenlik önlemleri, çarşı da bile
çok sirenli ve hızlı geçişler, kapıları kırarak yapılan maskeli ev baskınları ve yine
halktan bildiğimiz sivil bir vatandaşın akşam saat 20:00 sıralarına kadar arkadaşları
ile birlikte görüldüğü, arkadaşlarından ayrılarak evine gittiği, ancak 22:00-22:30
sıralarında Hakkâri’ye 40-50 km uzaklıkta ölü olarak bulunmuş olması ve bu sivil
vatandaşın mayın döşerken öldürüldüğü açıklaması, öldürülen noktanın gündüz bile
hiçbir zaman asker yada polislerin geçiş noktası olmadığı ve o gün bir operasyonun
da olmaması bir devriye, asker yada polisin orada olmasını gerektirecek bir fiilin
gerçekleşmemiş olması Yusuf YAŞAR’ın Hakkâri merkezden alınıp buraya bırakıldığı
kanısı herkeste hâkimdir. Bütün bu gelişmeler esnasında Hakkâri’de hiçbir zaman

gelişmemiş olan demokrasi platformu oluşturuldu ve bu platform içerisinde bütün sivil
toplum kuruluşlarının yer alması aslında Hakkâri’de yaşayan herkesin rahatsızlık
duyduğunu ortaya koymaktadır. Yine tarihini tam olarak bilmediğim Ramazan ayı
içerisinde bana bir telefon geldi, hâlen bile tanımadığım, kendisinin korucu olup
olmadığını bilmediğim bir vatandaşın iftardan önce Hakkâri-Merkez-Merzan
Mahallesinde Durankaya-Bayköy Yol ayrımında yapılan kontrolde gözaltına alındığı,
ancak kendisinden haber alınamadığı yönünde bir bilgi geldi. O esnada AKP Hakkâri
İlçe Başkanlığı görevini de yapmakta olan Avukat Zeydin KAYA ile irtibata geçtim.
Kendisinin de Emniyete, Jandarmaya gittiğini, böyle bir gözaltının olmadığını,
yaşanmadığını, haberlerinin olmadığını belirttiler. Ancak bu şahıs Ali EROL isimli
şahıs 15 kişinin yanında alıkonulmuştur, 15 kişilik bir şahit grubu vardır. Ben bu
esnada Hakkâri Valisi’ni aradım. Hakkâri’nin bu güne kadar çok huzurlu bir kent
olduğunu ama bu huzuru bozmaya çalışan kişi yada grupların olduğunu, bu durumun
Yusuf YAŞAR’ın durumu gibi olamayacağını, tanıkların olduğunu, dolayısıyla bu
vatandaşın kaybedilmesi durumunda huzursuzluğun daha da büyüyeceğini, ancak
avukatın araştırdığını, güvenlik güçlerinin hiçbirinin haberinin olmadığını söylemesi
dikkat çekicidir, sizin bu olay üzerinde durmanız gerekmektedir dedim. Kendileri bana
“isterse 10 avukat gitsin eğer yok denilmişse demek ki gözaltına alınmamıştır”
demiştir. Akabinde Hakkâri Milletvekili Fehmi ÖZTUNÇ’u aradım, göz altına alınan
şahsın yanında 15 kişinin olduğunu, onların şahit olduğunu belirttim. Bu olayın
üzerinde durmaları gerektiğini söyledim. Yarım saat sonra tekrar Hakkâri Valisi’ni
aradım. Yine bilgisinin olmadığını, gözaltına alınmadığını söyledi. Ben o esnada
bunun çok kötü sonuç doğurabileceğini, insanların korku ile yaşamayı artık kabul
edemeyeceğini, ortaya çıkmaması hâlinde 15 kişinin şahitliğinin de örtbas
edilemeyeceğini belirttim. Bu görüşmeler sonucunda Ali EROL isimli vatandaş yine
Hakkâri’nin dışında bir alanda serbest bırakıldı ve Şemdinli olayları akabinde bu
vatandaş bazılarını arayarak televizyonda görmüş olduğu Ali KAYA adlı şahsın
kendisini de götüren şahıs olduğunu bildirmiştir. Ben kendilerinin korucu olduğunu da
ertesi günü öğrendim. Hâlende kendisini ne tanıyorum ne de görüşmüş değilim. Ali
EROL’un Hakkâri’nin Geçitli Köyü’nden olduğunu duyduk. 1 Eylül Dünya Barış
Günü’nde Şemdinli ilçesinde bu vesile ile yapılan etkinlikte ben de hazır
bulunacaktım. Yalnız yarım saatlik bir gecikme ile Şemdinli ilçesine ulaştım. Program
saat 10:00.da başlayacaktı. Biz Belediye Başkanları’nın oturacağı protokol çadırında
saat 10:15.de patlama meydana gelmiş. Belki oraya geç gidişimiz hayatımızı
kurtarmıştır. Ancak Dünya Barış gününde ve diğer bütün patlamalara ilişkin temel
düşüncem. 15 yıllık çatışmalı ortamdan gerek siyasî ve gerekse ekonomik rant elde
eden kişi ya da grupların son 6 yıllık dönemde musluklarının kesildiği anlaşılıyordu.
Tekrar ülkemizi savaşın, karanlığın kardeş ölümlerine yol açabilecek çatışmaların
yaşanmasını, halkı tedirgin edecek, korkutacak ve sindirecek yaklaşımların
yaşanması arzu edilen istenen bir şey değildir. Halkın da devlete karşı olan güvenini
son derece zedelemiş ve sarsmıştır. Derken 9 Kasım 2005.deki Şemdinli patlaması
meydana gelmiştir. Bu patlama da bana göre Hakkâri’deki bütün bu gelişmelerin ve
daha diğer yerlerdeki gelişmelerinde aydınlığa kavuşabileceği bir suçüstü uygulaması
yaşandığını görmekteyim. Patlamadan sonra Yüksekova ve Esendere Belediye
Başkanları ile birlikte Şemdinli’ye intikal ettik. O günden sonraki bütün olaylar, bütün
gelişmeler içerisinde olarak bütün o sıkıntıları, olanları, olayları yaşayarak gördüm.
Bana göre Şemdinli Cumhuriyet Başsavcımız ve Hakkâri CHP Milletvekili araç
üzerinde keşif yapıyor iken halkın üzerinden zırhlı bir araç ile ateş açılması ve hemen
akabinde 42 Plakalı yanılmıyorsam Şahin bir otomobilden halkı tarayan kişiler ya da
anlayışların, aslında o araçtaki delillerin yok edilmesine yönelik çaba olarak gördüm

ve olayın olduğu günün akşamı Şemdinli’de Milletvekilinin de aramızda bulunduğu bir
heyetle Taktik Jandarma Alay Komutanlığı’nda Hakkâri Valisi, Alay Komutanı ve
Emniyet Müdürü ile bir görüşmemiz gerçekleşti. Bu görüşmede halk tarafından
güvenlik teslim edilmiş olan insanların neden kayıp olduğu ve bu olayın gerçekten
ülkemizin aydınlık geleceğine ışık tutacağı ve bu araç keşfinin mutlaka
tamamlanması gerektiği ve bu araca kayıtlarda da resmî olarak Emniyet Müdürlüğü
tarafından o plakanın yani 30 AK 933 sayılı plakanın verildiğini belirttik. O esnada bu
aracın Jandarmaya ait olduğunu diyecekken yanlışlıkla Emniyete ait olduğunu
söylediğimizde Hakkâri Valisi ve Emniyet Müdürü aynı anda “Hayır Emniyete ait değil
Jandarmaya ait” dediler. Ancak görüşmelerde ısrarla gözaltında olan sadece
Hakkârili bir vatandaş olduğunu, başka kimsenin olmadığını belirttiler. Bu durum halkı
tedirgin ediyordu ve o iki üç günlük dönem içerisinde Şemdinli’deki halkın bize iletmiş
oldukları düşünceleri şu yönde idi:. Eğer bu olaylar aydınlanmazsa bizde her gün
ölmektense ilçemizi boşaltıp bu karlı dağlara çıkıp orada donarak ölmek istiyoruz
şeklinde bizlere iletmek istemişlerdir. Olaydan iki gün sonra Şemdinli Kaymakamlık
binasında Hakkâri Valisi, Alay Komutanı, Emniyet Müdürü ile yapacağımız
görüşmeye giderken Kaymakamlık binasını, Emniyeti koruyan, barikat kuran
görevliler tarafından ölümle tehdit edildik. Bize İçişleri Bakanınız gidecek ondan siz
belediye başkanlarının ölümü bizlerin elinde olacaktır dediler. Ben bunu şöyle
yorumluyorum. Bu olayların yani güvenlik güçleri içerisindeki gruplar tarafından
yaşanmasını hazmetmeme duygusu o an bütün güvenlik güçlerinde şu düşünce bu
düşünceyi gözetmeden halkı yok etme düşüncesi olarak algıladım. Nitekim
Yüksekova ve Hakkâri’de bu olayın örtbas edilmemesi için basın açıklaması yapan
kitlelere direk öldürmeye dönük ateş açılması, Yüksekova da 3 vatandaşımızın
ölmesi, Hakkâri ve Yüksekova’da 30.a yakın kurşunlamadan kaynaklanan yaralanan
ve onlarca yaralanın olması Emniyet Görevlilerinin yaklaşımlarının bir ifadesidir. Bu
olaylar esnasında yaptığımız görüşmelerde ne Hakkâri Valisi ne Emniyet Müdürü
söylemlerine ve talimatlarına rağmen hiç kimse buna uymuyordu. Bütün bu olaylarda
onlarca silâhla yaralanmış olan ve öldürülen vatandaşların aslında bunu yapanların
yargılanmaması için de gerekçelendirmelerin olduğunu gördüm. Bu
gerekçelendirmeler Yüksekova’daki halkı tarama olayında bana Hakkâri Valisi “Halk
gitmiş, silâhla sağlık ocağını basmış, sağlık ocağını silâhla taramış ve yakmıştır, biz
buna tepkisiz kalamayız” dedi. Şu anda bu durumun böyle olmadığını görmekteyiz.
Hakkâri’de ise polislerin onlarca taş toplaması, ellerinde sapan türü kuşatan
yaptırmaları ve bu kuşatanlar ile halkı tahrik etme, bizzat halkı dağıtmaya dönük,
halkı teskin etmeye dönük olarak orada bulunmam bunlara da tanıklık etmeme vesile
olmuştur. En son Hakkâri’de olayların olduğu gün olağanüstü bir gün yaşandığını
herkes bilmekte iken, halkın bulunduğu caddenin içerisine içinde askerlerin
bulunduğu 21 plakalı iki kamyonun sürülmesi ve bu araçlardan halkın üzerine ateş
açılmaya başlaması ile birlikte karşı taraftan polislerde destek vererek direk halkı
öldürmeye dönük eylemde bulunmuşlardır. Burada ben yine Hakkâri Valisi ile
görüşürken halkın tarandığı, bunun durdurulması gerektiği, bunun bir faciaya yol
açabileceğini söylememe rağmen bana cevaben “ilk silâhı halkın attığını, polis ve
asker ailelerinin hayatlarının tehlikede olduğunu, halkın bunlara saldırdığını”
söylemesi o fiili gerçekleştiren insanları korumaya yönelik bir çaba olduğunu açıkça
görmekteyiz. Yine bireysel düşüncemi söyleyeceğim. Savaşın çok yoğunluklu olduğu
dönemlerde bile karanlık basmadan evine çekilen insanlar o dönemde bile hiçbir
zaman kadın ve çocuklara dönük hiçbir fiili eylemde bulunmamışlardır. Aslında bütün
çabalara rağmen Türk ve Kürt halkının birbirine girmesini başaramayan zihniyetler
halkı direkt tarama bahanesi olarak böyle bir şeyi ortaya atmışlardır. Ben bu
 
söylemleri Hakkâri halkına bir hakaret olarak görüyorum. Hâlen benim kendimin
oturduğu binada geçmişte ve şimdi de polis ve askerlerin olduğunu ve bu olaylar
esnasında hiçbir polis ve asker ailesinin kılına bile zarar gelmediği açıkça
görülmektedir. Dolayısıyla Hakkâri de ve Yüksekova’daki o ölüm ve yaralamalara
sebep olan güvenlik güçlerinin de yargılanması gerekmektedir. Ben bu Şemdinli
olayının lokal olmadığı kanısındayım. Tarihini tam hatırlamıyorum; Demokratik
Toplum Partisi Eş Başkanları Şemdinli’ye geldiğinde ve bölge belediye başkanları
yine 5-6 kişilik bir heyetle Şemdinli Kaymakamını ve Cumhuriyet Başsavcısını ziyaret
ettik. Ben bunu genel düzeyde söylemiyorum ancak Şemdinli Cumhuriyet
Başsavcılığı üzerinde çok ağır baskıların olduğunu yüzünde ve yüz ifadesinde bir
telefona dahi cevap veremeyecek bir ruh halini görebildim. Bu benim bireysel
gözlemimdir. Bütün sıkıntılara rağmen ben yargıya güveniyor ve inanıyorum. Bu
olayın aydınlanmasının Ülkemizin çağdaşlaşmasına ve aydınlık geleceğine katkı
sunmasını da temenni ediyorum, Şeklinde Beyanda Bulunmuştur.
4 - Tanık Hurşit TEKİN Beyanında : Ben hâlen Şemdinli Belediye Başkanı
olarak görev yapmaktayım. Son dönemlerde ilçemizde patlamalar meydan
gelmektedir. Özellikle son dönemde patlama olaylarında bir artış olmuştur. Yaklaşık
beş yıl gibi bir süredir ilçemizde sükûnet hâkimdi ancak son patlamalarla bu sükûnet
ortamı bozuldu. İlçemizde 5 Ağustos 2005 tarihinde askerîyenin önünde gece geç
saatlerde bir patlama meydana geldi. Patlama sonucu 5 asker şehit oldu. Ben bu
yörenin, Şemdinli’nin insanıyım. Yöremizde yukarıda da dediğim gibi beş altı yıldır
her hangi bir olay olmuyordu ve yöremiz huzurluydu. Ancak askerlerin ölmesine çok
üzüldüm. O askerlerde bizlerin evladıdır. Bu olayı kimin veya kimlerin yaptığını
bilemiyorum. Yine ilçemizde 1 Eylül 2005 Dünya Barış Günü Kutlamaları için
etkinlikler düzenlenecekti. Hatta bu etkinliklerden önce ilçemizde bir bildiri dağıtıldı.
Bildiride “Beş Askerîmizin Kanı Yerde Kalmayacaktır” şeklinde yazılar yazıyordu.
Etkinlikler için büyük bir çadır kurulmuştu. Burada etkinlikler çerçevesinde
konuşmalar yapılacaktı, şarkılar ve müzikler söylenecekti. Ben o günü Belediyede
idim. Hatta bana telefon geldi. Şenliklere gelip gelmeyeceğimi sordular. Bende birkaç
misafirimin olduğunu misafirleri gönderdikten sonra geleceğimi söylemiştim. Ben
kutlamamaların yapılacağı yere gittiğimde saat 10:10.da büyük bir patlama oldu.
Patlama çadırın birkaç metre uzağında meydana geldi. Çok sayıda insan yaralandı.
Eğer patlama odunların bulunduğu yerde meydana gelseydi çok sayıda insan
hayatını kaybederdi. Böylece bu patlamadan sonra şenlikler yapılamadı. Bu olayı
kimin veya kimlerin yaptığını ben bizzat görmedim. Ancak halk arasında bu olayı
JİTEM.in yaptığı konuşuluyordu. Tâbi ki askerîye içerisinde bu olaydan herkes
sorumlu tutulamaz, ancak halk arasında böyle bir grubun olduğu söyleniyor. Bu olayı
PKK.nın yaptığını düşünmüyorum. Çünkü PKK.nın içerisinde de yer alan insanlar bu
yörenin insanıdır, bu vatanın evladıdır. Herkes bu karmaşa ortamının sona ermesini
ve demokratik bir ortamın olmasını istiyor. Zirâ yapılacak etkinlikte bir barış ve şenlik
günüdür. Bu günde kanımca PKK.nın böyle bir eylem yapacağını düşünemiyorum.
Orada bulunan kişilerde barış istiyor, karmaşa istemiyor. Bu olayın da failleri
yakalanamadı. Yine ilçemizde 1 Kasım 2005 tarihinde bir araç içerisinde büyük bir
patlama meydana geldi. Bu patlama sonucu birçok ev ve iş yeri hasar gördü. 50-60
kişi yaralandı. Olayın olduğu tarihlerde Ramazan Bayramı’na iki gün kalmıştı, millet
sokaktaydı, bayram alışverişi yapıyordu. Ancak patlamanın meydana geldiği saatte
biraz ortam sakinleşmişti. Patlama daha önce meydana gelseydi yine çok sayıda
insan ölebilirdi. Bu patlamayı da kimin veya kimlerin yaptığını ben bilemiyorum. Zaten
ilçemize araç giriş çıkışları güvenlik kuvvetlerince kontrol edilmektedir. Duyduğum

kadarıyla patlayan araçta büyük miktarda patlayıcı madde varmış. Araç içerisinde
100-150 kilogram arasında patlayıcı madde olduğu söyleniyor. Patlayıcı yüklü bir
aracın ilçeye kontrollere rağmen nasıl girebileceğini ben anlamış değilim. Bu
patlamadan bir hafta sonra 9 Kasım 2005 tarihinde Seferi YILMAZ isimli bir
vatandaşımızın iş yerinde öğle saatlerinde bir patlama oldu. Ben o saatlerde bir
köyde taziyede de bulunuyordum. Patlama olduktan sonra Kaymakam Bey beni cep
telefonumdan aradı ve çok acil ilçeye gelmemi, ilçede bir patlama olduğunu, halk,
asker ve polisin birbirine girdiğini söyledi. Bende hemen ilçeye geldim. Hükümet
Konağı’na gittim. Ayrıca ilçemize Vali Bey, Alay Komutanı, Hakkâri Milletvekili Esat
CANAN ve Avukatlarda gelmişti. Halk âdeta ayaklanmıştı. Hükümet Binası’na ve
Emniyete yürüyorlardı. Taşlamalar, atılan silâhlar, gaz bombaları havada
uçuşuyordu. Ben elimden geldiği kadar halkımızı sakinleştirmeye çalıştım. Hatta ben
de yaralandım. Kafama taş değdi. Emniyet Müdürü bana ilçeye giriş noktasındaki
polis noktasında yine büyük karışıklık olduğunu, oraya gidip halkı teskin etmemi
istedi. Oraya gittim ve ben orada yaralandım. Halk biraz sakinleşti. Edindiğim bilgiye
göre Seferi YILMAZ’ın iş yerine bombayı astsubaylar atmış. Daha doğrusu
astsubaylar ile birlikte gelen bir şahıs elindeki bombaları Seferi YILMAZ’ın iş yerine
attıktan sonra oradan uzaklaşırken halkımız tarafından bir arabanın içerisinde
yakalanmış. Arabada resmî bir araç imiş ve astsubaylara aitmiş. Olay sonrası ilçeye
geldiğimde birçok insan arabanın etrafını çevirmişti ve arabanın üzerinde Savcı
Bey’in keşif ve tespit yapmasını bekliyordu. Savcı Bey araç üzerindeki tespitlerine
akşam saatlerinde başlayabildi. Burada Milletvekili Esat CANAN, avukatlar ve
yörenin belediye başkanları bulunuyordu. O saatlerde yine birçok insanda Savcı
Bey’in yaptığı keşfi izliyordu. Bir anda silâh sesleri gelmeye başladı, panzerlerden
ateş açılıyordu. Daha sonra Ziraat Bankası’nın önünden beyaz bir araç gelerek
halkın üzerine doğru ateş açıldı. Bu kişiyi ben tanımıyordum. Ancak tanıyanlar
araçtan ateş eden kişinin ilçemizde görev yapan Uzman Çavuş Tanju ÇAVUŞ
olduğunu söylediler. bu olaydan sonra Savcı Bey keşfi tamamlayamadı, olay
yerinden ayrıldı. Ancak aracın etrafında bulunan insanlar aracı kuşatarak araca
başka şekilde müdahale edilmesini önlediler. Biz bu arada Vali Bey, Alay Komutanı,
Kaymakam Bey ve Belediye Başkanları ile toplantı yaptık. Daha sonra tekrar araç
üzerinde keşif ve tespit Savcı Bey tarafından yapıldı. Aracın bagajından silâhlar ve el
bombaları ile çok sayıda evrak çıktı. Bunlara el konuldu. Bende keşif işlemi bittikten
sonra Belediyeye ait kepçe ile aracı bulunduğu yerden kaldırdım, Hükümet
Konağı’nın önüne götürdüm. Yukarıda dediğim gibi ilçemizde son üç dört ay
içerisinde bu şekilde halkın huzurunu bozucu ve karışıklık ortamı yaratan patlamalar
meydana geldi. Bu karışıklık ortamından kimlerin menfaatlendiğini bilemiyoruz. Daha
doğrusu halkımız bu karışıklık ortamından kimlerin menfaatlendiğini biliyor ancak
bunu açıklayamıyor. Maalesef ülkemiz ve özellikle yöremizde demokratik ortam
henüz oluşmadı. Halkımız demokrasi istiyor, barış istiyor. Bu patlamaların artık
bitmesini istiyor. 9 Kasım 2005 tarihindeki patlama olayından sonra astsubaylar
tutuklandıktan sonra yöremizde her ne hikmetse patlama olayları bıçak gibi kesildi.
Halkımız karışıklık istemiyor, huzur ve barış istiyor. Zaten şimdiye kadar bu karışıklık
ortamında 40.000 insanımız öldü. Bundan kim, ne menfaat elde etti. 100.000 –
200.000 insanımız da ölse bir yere varamayacağız. Zararın neresinden dönersek
ülkemizin ve bizim kârınadır. Bu olaylardan sonra maalesef bu yörede gözlemlediğim
husus; bir kısım grupların yetkilerinin azalmaması hatta yetkilerinin daha da
güçlenmesini, halk üzerinde etkinliklerinin daha da artmasını istiyor. Demokrasi,
insan hakları olmasın. Olağanüstü yetkilerle donatılmış bir grubun varlığı isteniyor.
Maalesef bu da yöremize, insanımıza zarar veriyor. Bu ölümler, bu kargaşa ve

karışıklıklar artık bitsin. Bu karmaşayı yaratanlara meydan verilmesin, biz bunu
istiyoruz. Halkın yargıya güveni vardır. Bu olayların üzerine gidilsin. Bu olaylar nereye
kadar gidiyor, kimlere ulaşıyor. Biz onların tespitini istiyoruz. Bunlar açıklığa
kavuştuktan sonra bu olayların biteceğine inanıyorum. Şeklinde Beyanda
Bulunmuştur.
5 - Tanık Esas CANAN Beyanında : Ben hâlen Hakkâri Milletvekili olarak
görev yapmaktayım. 09.11.2005 günü Yüksekova ilçesindeydim. Öğle saatlerinde
Şemdinli ilçesinden telefon geldi. Telefonda; Şemdinli ilçesinde bir patlama olduğunu,
bir kişinin öldüğünü ve yaralananların olduğunu ayrıcı üç kişinin de yakalandığını
söylediler. Ne yapmalarını gerektiğini söyleyen kişilere ben bu üç kişiye zarar
vermemelerini, üzerlerinde kimlik vs belge var ise güvenlik güçlerine teslim etmelerini
söyledim. Telefon görüşmesini müteakip Şemdinli ilçesine intikal ettim. Buraya
geldiğimde çarşıda çok yoğun, öfkeli bir kalabalık vardı. Onlardan kısa bir bilgi aldım.
Daha sonra halk tarafından abluka altına alınan aracı gösterdiler. Pasajda bir kişinin
öldüğünü, altı kişinin yaralandığını, failleri güvenlik güçlerine teslim ettiklerini
söylediler. faillerin kullandığı beyaz aracı gösterdiler. Bu olay ile ilgili ne varsa aracın
içerisindedir, onun için biz bu aracın incelenmesini istiyoruz dediler. Onun üzerine
ben o insanları sabırlı ve sağduyulu olmaya çağırdım. Gerekenlerin yapılacağını
söyledim. Yetkililer ile görüştükten sonra Hükümet Konağı’na giderek ilçenin
Kaymakamı, Emniyet Müdürü, İlçe Savcısı askerî yetkililer ile görüştüm. Araç
üzerinde incelemeler yapılması gerektiğini, halkın talebinin bu yönde olduğunu
söyledim. Halkın abluka altına aldığı aracın kime ait olduğunu askerî yetkililere
sorduğumuzda bana bize ait değil dediler. Bunun üzerine araç üzerinde inceleme
yapılması gerektiğini tekrar söyledim. Yetkililer çarşıda güvenlik olmadığını, halkın
dağılmasını, halk oradan dağılmadıkça sağlıklı bir keşfin yapılamayacağını söylediler.
Bunun üzerine tekrar çarşıya gelerek halkı teskin etmeye, sağlıklı bir keşfin
yapılabilmesi ve Cumhuriyet Savcısının rahat çalışabilmesi için aracın etrafının
boşaltılması gerektiğini, Milletvekili olarak yardımcı olacağımı söyledim. Bunun
üzerine halk biraz geri çekildi. Bu durum Cumhuriyet Savcısına iletildikten sonra
Cumhuriyet Savcısı beraberinde İlçe Emniyet Müdürü, Belediye Başkanı, birkaç
avukat arkadaşımız ile birlikte aracın başına geldiler. Benim de bulunduğum bir
ortamda araç üzerinde keşfe başlandı. Keşif esnasında aracın bagajı açıldı. Bagaj
açıldığında; üç adet kalashnikov marka silâh, on adet mermi dolu şarjör, güvenlik
güçlerinin kullanmakta olduğunu tahmin ettiğim kamuflaj yeleği, bomba imâlinde
kullanıldığı söylenilen bir takım malzemeler, dört adet dosya, bir çanta içerisinde
Makine Kimya menşeili iki adet el bombası ele geçirildi. Bunlar Cumhuriyet Savcısı
tarafından birer birer zapta geçirildi, tespit edildi. Orada bulunan dosyalardan bir
tanesinin incelenmesinde o zamana kadar kime ait olduğu bilinmeyen aracın
Jandarmaya ait olduğu, dosya içerisinde bulunan tescil belgesinden anlaşıldı.
Dosyanın içerisinde aracın tesellüm belgesi, kime emanet edildiği, görev belgesi,
Karabük’ten getirildiğine ilişkin belgeler görüldü. Diğer kısım dosyalarda şahıs isim
listelerinin bulunduğu, sakıncalı, devlet yanlısı, devlet yanlısı olmayan şeklinde
Hakkâri bölgesinde bulunan aşiret yanlısı ve aşiret ileri gelenlerinin isimleri görüldü.
Bu inceleme devam ederken akşam karanlık olmuştu. O sırada bir panzerden bizim
bulunduğumuz yere doğru ateş açıldı. Kısa bir panik yaşandı. Ben Emniyet
Müdürü’ne dönerek, “Müdür Bey ne oluyor, burada Cumhuriyet Savcısı inceleme
yapıyor, böyle bir şey olamaz lütfen müdahale edin, bunu durdurun” dedim. İlçe
Emniyet Müdürü de cep telefonuna sarılarak müdahale etmeye çalıştı. Ancak bir süre
devam etti. İlk tedirginlik yaşandıktan sonra keşif yine devam etti. Aradan kısa bir

süre geçtikten sonra bu sefer daha küçük çaplı bir ateş açıldı. O ateş açılması
sonucu keşfi izlemekte olan halk feryat etmeye başladı, imdat sesleri geldi, bizi
öldürüyorlar şeklinde bağrışmalar geldi, halk paniğe kapılarak bize doğru koşmaya
başladı, Cumhuriyet Savcısı bu koşullarda keşif yapılamayacağını söyleyerek olay
yerinden ayrılmak zorunda kaldı. Bizde oradan ayrılmak zorunda kaldık. En yakın
hastaneye kendimi attım. Hastaneye vardığımda yaralanan 5 kişinin hastanede
olduğunu gördüm. Yaralılardan Ali YILMAZ isimli vatandaşımız Yüksekova’ya
gönderilirken yolda öldüğünü duydum. Bundan sonra ben Hakkâri Valisini ve İçişleri
Bakanı’nı arayarak Şemdinli’deki bu durumu aktarmaya çalıştım. Özellikle
Cumhuriyet Savcısının ve bir milletvekilinin hazır olduğu keşifte güvenlik görevlisinin
neden ateş açtığını, bunun durdurulması gerektiğini, olayın ilçede gerginliğe yol
açacağını belirttim. Hakkâri Valimiz o sırada Şemdinli ilçesine intikal etti. Daha sonra
beni de hastaneden alarak İlçe Jandarma Alay Komutanlığı’nda bir değerlendirme
toplantısı yaptık. Bu toplantıda başta Sayın Valimiz Erdoğan GÜRBÜZ, İl Alay
Komutanı, İl Emniyet Müdürü, Şemdinli Cumhuriyet Savcısı, Hakkâri Cumhuriyet
Başsavcısı, ben, Yüksekova ve Şemdinli Belediye Başkanları vardı. Toplantı yapıldı.
Yarıda bırakılan keşfin yeniden yapılması ve aynı gece bitirilmesi için bir
değerlendirme yapıldı. Çünkü halkın talebi bu keşfin, o incelemenin aynı gece
bitirilmesi yönündeydi. Halk inceleme yapılmadan dağılmayacağını söylüyordu.
Güvenlik sağlandı, aynı gece saat 21:00 civarında tekrar araç başına gidildi ve araçta
keşif tamamlandı. O gün bulunduğum sırada vatandaş tarafından yakalanan ve
güvenlik güçlerine teslim ettikleri üç kişiyi sorduğumda, iki kişinin mevcut olmadığını,
sadece bir kişinin göz altına alındığını, bu kişinin ismini sorduğumda ismini
bilmediğini ifade ettiler. Israrla diğer iki kişinin de gözaltına alınması gerektiğini halkın
talebi olarak ileri sürmeme rağmen böyle şahısların mevcut olmadığını askerî
yetkililer ifade etti. Yani iki gün içindede tüm sorularımıza ve taleplerimize rağmen
ortaya çıkan aracı askerîyeye ait olduğu ve o araçta bulunun şahısların istihbarî
görev yapmak üzere olduklarını kimse bize söylemedi. Aradan iki gün geçtikten sonra
onların görevli oldukları ve aracın jandarmaya ait olduğu ileri sürüldü. Şemdinli
halkının merakla beklediği bir açıklama yapılmasıydı. Ancak iki gün suskun kalan
hiçbir yetkiliden olaya ilişkin açıklama yapılmadı. Vatandaşlarımızda sürekli bu olayın
ortaya çıkarılmasını, olayın failleri olan diğer iki kişinin de göz altına alınmasını talep
ediyorlardı. Bu kişinin bilinmediğini söylediler. Ben bunların bilinebileceğini, araçta
tartaklama olduğunu, vatandaşlar tarafından yapılan müessir fiil ile hatta birisinin
yaralandığını ve bunların kamu görevlisi olduklarını ve kolayca bulunabileceklerini
belirttim. O aşamada bu kişilerin asker kişiler olduğu belli olmuştu. Bu kişilerin ilk
aşamada emniyette veya jandarmada oldukları yönünde bilgi yoktur. Âdeta bu kişiler
saklandı. Ancak halkın yoğun baskısı üzerine bildiğim kadarı ile bu kişiler gözaltına
alınmadan 12.11.2005 tarihinde Savcılığa çıkarıldılar ve ifadeleri alındıktan sonra
serbest bırakıldılar. Bunların serbest kalması kamuoyunu rahatsız etti, tekrar
gerginliğe sebebiyet verdi. Bu olayın açığa çıkarılması gerektiğini yetkililere ilettik.
Benim orada gördüğüm tüm ortaya çıkan kanıtlara ve orada o anda hazır olan görgü
tanıklarının anlatımlarına göre olay “Suçüstü” bir olaydır ve eylem iki kamu
görevlisinin ve bir itirafçının olduğu üç kişilik ekip tarafından gerçekleştirildiği açıktır.
Bunun lokâl bir olay olmadığı kanısındayım. Geçmişte de benzer olaylar bölgede
yaşandı. Örneğin Yüksekova Çetesinde de yine itirafçı vardı ve yine asker kökenli
kamu görevlileri vardı. Şemdinli de ortaya çıkan olay tamamen devletin içerisine
girmiş, yasadışı işler yapan çetelerin ortaya koyduğu hukuk dışı bir eylemdir. Ancak
bunların kendi başına yaptıkları lokâl bir olay olarak görülemez. Bunun bağlantıları da
vardır. Talimat aldıkları yerler vardır. Bunların tümünün araştırılmasına ihtiyaç vardır.
 
Geçmiş olaylarda da bu bağlantılar ortaya çıkmadığı için yeniden Şemdinli de bu tür
olay ortaya çıkmıştır. Üst düzey komutanlarımızın “iyi çocuktur, suç işlemez”
şeklindeki beyanları bile bu tür olayların üzerine gidilmemesi şeklinde aşağıdaki tüm
birimlere bir mesajdır. Bence bu kişiler bu olayı yukarıdan talimat almadan
gerçekleştiremezler. Olay organize bir şekilde yapılmıştır. Jandarma istihbaratın tek
başına emniyet bölgesinde bu olayı gerçekleştirmesi mevzuatımıza da uygun
değildir. JİTEM olarak tabir edilen görevlilerin görev alanı kırsal alandır. 2005 yılında
Hakkâri, Şemdinli ve Yüksekova merkezlerinde toplam 18 patlama olayı
gerçekleştirilmiştir. Bunların büyük bir kısmı Şemdinli olayında olduğu gibi devlet
içine sızmış çetelerin gerçekleştirdiği yönünde kamuoyunun algılaması ve
değerlendirmeleri mevcuttur. Örneğin: Yüksekova ilçe merkezinde bulunan Zağros İş
Merkezinde bir ay ara ile biri bombalama biri roket atar iki kez patlama meydana
gelmiştir. İstihbarat raporlarına göre bu bina sahibinin PKK sempatizanı olan bir kişi
ve kara para ile bu binayı yaptığına ilişkin raporlarda vardır. Babasının da daha önce
yine jandarma tarafından alınarak kaybedildiği, öldürüldüğü bilinmekte ve bu
davadan dolayı İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’yi mahkûm etmiştir. Böyle birisinin
iş merkezine PKK.nın patlayıcı madde atması hiç kimseye mantıklı gelmemektedir.
Kamuoyunda bu eylemlerinde devlet içerisine sızmış çeteler tarafından
gerçekleştirildiği söylenmektedir. Bu durum başka Hakkâri Valimiz, Alay
Komutanımız ve diğer yetkililere söylenmiştir, tedbir alınması istenmiştir. Ancak hiçbir
tedbir alınmamış ve neticede Şemdinli olayları ortaya çıkmıştır. Şemdinli de 1 Kasım
2005 de gerçekleşen bombalama olayı ile ilgili de çok ciddi kuşkular bulunmaktadır.
O patlamaya ilişkin sağlıklı bir soruşturma zamanında yapılmamıştır. 150 kg yakın bir
patlayıcı maddenin askerî gazinonun yakınına kadar getirilmiş olması PKK tarafından
yapıldığı iddiasının kamuoyunda çok inandırıcı olmadığı görülmektedir. Bu tür
olayların PKK tarafından gerçekleştirildiği yönünde vatandaşın iknâ edilmesi lâzımdır.
Yetkililer tarafından yapılan soyut açıklamalar vatandaşı inandırmamakta ve bu tür
faili meçhul olaylar maalesef zaman zaman yaşanmakta ve vatandaşı devletten
uzaklaştırmaktadır. Devletin içerisine sızmış bir takım hukuk dışı oluşumlar bölgede
yeniden bir olağanüstü hâl koşullarını yaratıp, olağanüstü hâl koşullarının yarattığı
imkân ve imtiyazlardan yararlanmak için bu tip tertiplere girmekte, zaman zaman
mevcut yasaların terörle mücadele için yeterli olmadığını söyleyerek hukuk dışına
çıkmak için kendilerine gerekçe aradıklarını bölgede görmekteyiz. Yeniden bölgede
bir huzursuzluğun yaratılıp devletle vatandaşın arasını açmak için özellikle son
zamanlarda bu gibi olayların ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Türkiye bir hukuk
devletidir. Terörle mücadele edilirken hukuk kuralları içerisinde mücadele edilmelidir.
Ancak terörle mücadele adı altında hukuk dışı uygulamaya geçildiği zaman halk
büyük bir rahatsızlık ve tedirginlik duymakta ve ülkenin geleceği hukuk dışı
uygulamalar ile tehlikeye girer. Başta Şemdinli halkı olmak üzere bölge halkı bu
ülkenin bütünlüğünden yanadır. Bazı grupların, bazı kişilerin kendilerini daha çok
vatansever ilân ederek bölgede yaşayan vatandaşlarımızdan kaygı duymalarına
gerek yoktur. Türkiye bir hukuk devletidir. Terörle mücadeleyi hukuk kuralları
çerçevesinde sürdürmelidir. PKK.ya katılmış, daha sonra ülkeye gelerek itirafçı
konumuna girmiş şahısların bölgedeki insanlardan daha fazla vatansever olduğunu
söylemek mümkün değildir. İtirafçı suç işleyen kişidir. Bu kişilerin hâlen hukuk devleti
tarafından bir kahraman gibi görevlendirilmiş olmaları, kendilerine maaş bağlanmış
olması ve bunlarla terörle mücadele yapması hukuk devletine yakışan bir davranış
olamaz. Bu olayın yani Şemdinli olayının tüm bağlantıları ile birlikte açığa çıkması,
ülkenin bütünlüğü ve ülkemizde demokrasinin yerleşmesi açısından faydalı olacaktır.
Bu bir fırsattır. Aksi taktirde bu olaylar devam edecektir. Vatandaşlarımızın geleceğe

güvenle bakmaları mümkün olmayacaktır. Bu olayın Türkiye’de son olay olmasını
diliyoruz, böyle bir olay yaşanmasın istiyoruz. Şemdinli ilçesinde ilk iki gün o iki
kişinin göz altına alınmamasıyla deliller bence karartılmıştır. Soruşturmanın dikkatli
ve düzenli şekilde yapılmasında fayda vardır. Araç üzerindeki inceleme esnasında
Tanju ÇAVUŞ’un oradan geçmesi ve bir vatandaşımızın ölümüne ve beş kişinin de
yaralanmasına sebebiyet verecek şekilde ateş açması oradaki incelemenin, oradaki
delillerin ortaya çıkarılmasını engellemeye yöneliktir. Onun o eylemi sonucu sadece
ölü ve yaralılar değil aynı zamanda keşifte yapılamamıştır. Bir milletvekilinin ve
Cumhuriyet Savcısının bulunduğu yargının bir çalışması orada engellenmiştir. Buda
bir suç oluşturur. Bunların araştırılması gerekir. Bombalama olayı ile Tanju ÇAVUŞ
olayının birlikte değerlendirilmesinde ve bir sonuca varılması konusunda
soruşturmanın birlikte yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bu çerçevede
soruşturmanın genişletilerek diğer bağlantıları ile birlikte tüm ilgililerin dinlenmesine
ihtiyaç vardır. Şemdinli olayı geçmişten beri bölgede yaşanan faili meçhul olaylardan
biri olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle bu olayın ortaya çıkarılması ülkenin yararına
olacak ve ülkenin geleceğine ışık tutacaktır. Bence olay açıktır. Deliller ortaya
çıkmıştır. Sonradan ortaya çıkarılan olayı örtbas etmeye yönelik iddialar ve
savunmalar gerçeği yansıtmamaktadır. Ortaya çıkan tüm olaylar tesadüf olarak
ortaya çıkmış olamaz. Olaya ilişkin tarafımdan hazırlanan 13 sorunun aydınlığa
kavuşturulması için soruları makamınıza sunuyorum. Şeklinde Beyanda
Bulunmuştur.
ŞEMDİNLİ’DE MEYDANA GELEN OLAY SONRASI DEVLETTEN
BEKLENTİLERE İLİŞKİN MEDYADA YER ALAN HABER VE
YORUMLAR:
………….
Tanju Çavuş olayı : Ancak keşif, kimliği belirsiz kişilerce açılan ateş sonucu
yarım kaldı. Keşfi izleyen kalabalıktan Ali Yılmaz öldü, beş kişi de yaralandı (Hürriyet-
12 Kasım 2005).
“Hukuk devleti sınavı; Yanılıp yanılmadığımızı irdelemek için hafızanızı
tazeleyin... Ve eğer biliyorsanız bize 4 Aralık 1945’teki Tan Matbaası baskınının,
6/7 Eylül 1955 tarihindeki çapulcu ayaklanmasının, 1 Mayıs 1977’deki Taksim
Meydanı katliamının, aynı yıllarda yaşanan, Marmara Vapuru’na sabotaj yapıp
batırma olayının; bazı cinayetlerin failinin, örneğin Muammer Aksoy, Uğur Mumcu
ve Bahriye Üçok’u öldürenlerin bulunduğunu söyleyebilir misiniz? ŞEMDİNLİ
OLAYI günlerdir gazete sayfalarını doldurup duruyor. İlginç gelişmeler okuyoruz:
Şemdinli gibi bir ücra Güney Anadolu ilçesinde arka arkaya 17 kere bomba patlar
mı? Patlarmış... Nitekim birkaç hafta içinde birbiri ardından patlayıp durmuş…….
kendisini devlet içinde devlet sananlar 9 Kasım günü, hem de güpegündüz, ilçe
merkezindeki Umut Kitabevi’ni bombalayacak kadar pervasız davrandılar. Fail diye
-üstelik halk tarafından- yakalanıp polise teslim edilenlerin Kıdemli Çavuş, Uzman
Başçavuş çıkması; JİTEM isimli yasadışı infaz biriminin kalıntısı olduğu izlenimini
veren JİT’e (Jandarma İstihbarat Teşkilâtı) mensup olduklarının anlaşılması
gösteriyor ki Şemdinli olayının yapısı Susurluk’tan zerre kadar farklı değildir. Şimdi
bekleyip göreceğiz. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı…..
dediklerini yaparlarsa bu devletin hukuk devleti olması yolunda çok ama gerçekten
çok önemli bir adım atmış olacağız” ( Oktay EKŞİ. Hürriyet - 15 Kasım 2005 ).

“Şemdinli olayının "kontr-gerilla"nın bir operasyonu gibi göründüğünü,… 1
Kasım'da bir arabaya konulan bombanın patlaması olayının PKK'ya mal edildiğini,…
Ancak..., 9 Kasım'da eski bir PKK'lıya ait bir kitabevine yönelik saldırının ardından
halk tarafından çevrilen ve içinde patlayıcı madde ve otomatik silâhların bulunan
arabada bir astsubay ve bir PKK itirafçısının bulunduğunu, …bunun arkasından
Şemdinli'de üç gün kargaşa yaşandığını …olayın ordu ile Kürt asiler arasında 1984-
1999 yıllarında 36 bin ölüme neden olan 'kirli savaş' sırasında meydana gelen çok
sayıda olayın kontr-gerillanın bir operasyonu gibi göründüğünü, Kontr-gerillaya mal
edilen 'faili meçhul cinayetler' sırasında üç bin kişi öldürüldüğünü,.. Dönemin yargı ve
siyasî otoriteleri, çoğu zaman hiç bir soruşturma açmadığını, Hükümet tarafından
kısa bir süre içerisinde parlamentoda kurulacağı açıklanan bir araştırma
komisyonunun, eğer soruşturmalarını sonuna kadar götürebilirse Türkiye için gerçek
bir dönüm noktası oluşturacağını,…” (Fransız Liberation gazetesi).
“Demokratik Kürt grupların eski yöntemlerle (şiddet ve gerginlik) hareket
ettiğini, yapılması gerekenin bu mücadelenin artık şiddet değil diyalog yoluyla
sürdürülmesi olduğunu, aksi halde aşırı milliyetçi gruplar ve ordunun istediğinin
olacağını, nitekim ordunun yine bölgede (Doğu ve Güneydoğu Anadolu)
provokasyonlara başladığını, Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin süregelen terör, şiddet ve
PKK ile çatışma ortamını sevdiğini, çünkü bu durumun onu güçlü ve önemli kıldığını
iddia ederek, bu nedenle de TSK.ni Güneydoğu'da provokasyon yapmakla
suçladığı…”, (AB-Türkiye Karma Parlamento Kom. Eşbaşkanı Joost Lagendij).
“Şemdinli’de yaşanan bombalama ve arkasından bombacı oldukları iddiasıyla
“suç üzeri”nde yakalanan üç kişinin jandarma istihbaratı için çalıştıklarının ortaya
çıkması ve sonrasında Şemdinli, Yüksekova ve Hakkâri’de yaşananlar, 3 Ekim
sonrası Türkiye’de uyanan umut dalgasının üzerinde kara bulutlar esmesine yol açtı.
3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra başlayan ve 17 Aralık 2004’e kadar süren
sükunet döneminde, siyasî ve iktisadî alanlarda “sessiz devrim” olarak adlandırılan
eski rejim tasfiye edildi…….. Türkiye ilk örneği 21 Mart 2005 tarihindeki Nevruz
hadiselerinde Mersin’de “bayrak hadisesiyle” ortaya çıkan bir kitle histerileri serisine
şahit oldu……. PKK bombalama şeklinde kışkırtıcı eylemlere girişirken, PKK’yı vesile
ederek devlet içindeki varlığını koruyan kontrgerilla çeteleri de karşı istikamette illegal
faaliyetlere giriştiler. Böylece devam eden faaliyetler, kamuoyunda şüphe ve nefretle
karşılanırken………… PKK, HADEP’te genel başkan yardımcılığı yapmış ve
sonradan Osman Öcalan çizgisinde bir muhalefete savrulan Hikmet Fidancı’yı
katletmesiyle ve artık hiçbir argümanla savunamayacağı şiddetiyle yalnızlaşırken,
kontrgerilla da Şemdinli’deki bombalama olayıyla “tecrit” sürecine girdi………. Bunda
hükümet politikalarının bürokrasi, istihbarat ve güvenlik alanlarında
uygulanamamasına yol açacak bürokratik yapılanma rol oynuyor. İşte jandarma
güya vilayetlerde valilere, Türkiye’de İçişleri’ne bağlı ama fiiliyatta tamamen
Genelkurmay hiyerarşisi içinde. Birtakım istihbarat örgütleri var ki, İçişleri Bakanı
‘onları bana sormayın’ diyor, istihbarat örgütleri ve ordu TBMM denetiminin dışında
yer alıyor... Buna bir de olağanüstü halden olağan hale geçişin yarattığı intibak
zorlukları ekleniyor. ….….Türkiye, Soğuk Savaş boyunca ve daha sonra da
Güneydoğu’daki düşük yoğunluklu çatışma dolayısıyla kontrgerilla şeklinde
adlandırılan, emniyet, istihbarat, ordu, siyasî partiler, basın ve ekonomik sahaya
yayılmış mafyöz-illegal bir yapılanmayla karşı karşıyadır: Bunların tasfiye edilmesi,
güvenlik güçlerinin ve istihbarat güçlerinin bu tür unsurlardan arındırılarak hukuk
devletinin denetimi altına alınması, bu güçlerin siyasî ayaklarının ortadan

kaldırılması ve mafyayla mücadele... Bu demokrasinin ve hukuk devletinin mantığı
icabı yapılması……….bu vesileyle Türkiye’nin bu tarihi geçmişiyle hesaplaşacak, bu
tür yapıların şimdi serbest kalmış artıklarını hukuk devleti disiplini altında
sorgulayacak bir hamleye ihtiyaç vardır. Bu bakımdan bütün silâhlı güçlerin ve
istihbarat faaliyetlerinin TBMM kontrolü altına alınacağı bir sisteme ve bu yapının
mağdur ettiği vatandaşlarının zararlarının tazmin edileceği bir kampanyaya ihtiyaç
vardır. ( Murat Yılmaz - 20.11.2005 ).
Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğimize Gelen Çeşitli
İhbarlar Aşağıda Gösterilmiştir ;
1 - 14.02.2006 havale tarihli Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğimize
Abdulrezzak UÇARER isimli kişi tarafından yazılan ve Diyarbakır’dan
gönderildiği anlaşılan yazı kapsamına göre;
Şemdinli ilçesinde yaşanan bombalama olaylarını ve sonuçlarını ülkesini
seven bir vatandaş olarak çok yakından izlediğini, şu günlerde ülkemizin değişik
yerlerinde meydana gelen olayların aynı eller tarafından organize bir şekilde
gerçekleştiğini gönderdiği görüntülerden anlayacağımızı Şırnak/Uludere’ye bağlı
Gülyazı Köyü’nün Eski Alancık yolunun takip edildiğinde daha önce kullanılan ve şu
an boşaltılmış olan Yıldız Karakolunun iç kısmından beyaz tepenin karşısından
Kuzey Irak’a geçildiğini, Koranish Deresi’nden devam edildiğinde ülke sınırımızın
yaklaşık 2 km ilerisinde PKK.lı teröristler tarafından tepe emniyeti alınan güvenli
bölgeden kaçak malların (silâh, patlayıcı, çay, mazot, koyun, keçi vb) PKK.lılar
tarafından gümrük vergisi alınarak satıldığını, bu bölgenin kullanılan üç kaçakçılık
bölgesinden biri olduğunu, bölgenin kontrolü askerler tarafından yapılmasına rağmen
terörist ve milis aktarımların da buradan yapıldığını, metropollere aktarılan patlayıcı
maddelerin bu bölgelerden kaçakçılar ve milisler aracılığıyla aktarıldığı çok net olarak
bütün bölge halkı ve devlet görevlileri tarafından bilindiği, bu geçiş güzergâhında
Ortaköy 6. Jandarma Sınır Taburu, Şenoba Sınır Taburu, Gülyazı Sınır Taburu ile
Uludere İlçe Jandarma Komutanlıkları’nın olduğunu, tüm patlayıcı madde ve kaçak
malzemelerin Uludere ilçesi ile Şırnak ili arasında 24 saat arama yapılan 7-8 askerî
noktadan geçerek dağıtıldığını, bunu bölge insanları arama noktalarında görevli
rütbeli askerlere rüşvet vererek yaptıklarını, bu bölgede rüşvet ve ortaklığın bütün
kapıları açan anahtar olduğunu, son günlerde bu geçiş güzergâhından yoğun bir
şekilde kaçak malzeme, örgüt mensubu, pasaportu olmayan milisler, örgüt mensubu
yakınları, patlayıcı maddeler vb. askerîn denetimi olmasına rağmen sevkiyatın devam
ettiğini, ayrıca daha önceden terörle mücadelede korucu olarak görev alan aşiret
ağaları terörün güncelliğini yitirmesi ile birlikte üst rütbeli askerlerle kaçakçılık
yaparak ciddi kazançlar elde ettiklerini, geçen yaz tayin olan eski Tümen Komutanı
Tümgeneral Ali KARABABA ve Kurmay Başkanı Aziz ERGEN’in bir yıl ağalar ile
birlikte iş adamlarını tehdit ederek, kaçakçılık yaparak ve ihalelerden korkunç haksız
paralar elde ederek milyarlarca para kazandıklarını şu an emekli olan Aziz ERGEN’in
Ankara Kızılay’da hanımının üzerine kayıtlı olan kendisine ait dört katlı dershanesinin
bulunduğunu, emekli asker olan Aziz ERGEN’in mal varlığı araştırıldığında devlet
memuru maaşı ile sahip olamayacağı daha nelere sahip olduğunun anlaşılacağı,
bölgedeki kaçakçılık olaylarında Tümen Komutanı (Garnizon Komutanı) Tümgeneral
Ahmet YAVUZ ve İl Jandarma Alay Komutanı J.Kur. Kıdemli Albay Habib DOĞAR’ın
bizzat bilgilerinin olduğunun son dönemde Türkiye genelinde yakalanan bombaların

geldiği güzergâhlar araştırılırsa ve teslim olan teröristlerin ifadeleri ayrıntılı bir şekilde
incelenirse bu anlatılanların ne kadar doğru olduğunun anlaşılacağını, ayrıca
konunun esas vehametinin bu kaçakçılık olaylarına bilerek göz yummalarla ülkemizin
değişik yerlerine sevkiyatı yapılan bombaların ve silâhların hangi amaçlar için ve
hangi eller tarafından kullanılacağının anlaşılacağını… Şeklinde iddialarda
bulunulmuştur.
Yukarıda anlatılan ihbara konu olay ile ilgili olarak soruşturma evrakı tefrik
edilerek soruşturma defterimizin 2006/153 sırasına kaydedilmiş ve soruşturma
evrakı Yetkisizlik kararı ile Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
2 - Yine 14.02.2006 havale tarihli C. KAYA ismi ile Cumhuriyet Başsavcı
Vekilliğimize gönderilen ihbar dilekçesinde;
ihbarı yapan kişinin Silopi’de yaşayan bir güvenlik mensubu olduğunu, son
dönemlerde ardı ardına patlayan bombalardan Silopili her vatandaş gibi rahatsız
olduğunu, bütün bu patlamaların ardından merak edilen tek şeyin bunları PKK mı
yapıyor, yoksa devlet mi sorusunun sorulmaya başlandığını, örnek olarak 20.11.2005
günü saat 21:45 sıralarında Silopi İlçesi Emniyet Müdürlüğü binasına Ata KAÇAR,
Cevher BADUR, Osman ARSLAN, Sabri BİNZET ve Mehmet ÖZKAN isimli kişiler
tarafından iki adet el bombasının atıldığını ve bu kişilerin yakalandığını, Ata KAÇAR’ın
sorgusunda şoförlüğünü yaptığı ticari otoya müşteri olarak binen adı geçen şahıslardan
Osman ARSLAN’ın Silopi ilçesine giderek eğlendikleri, lokâlden çıktıktan sonra
Emniyet Müdürlüğü’nün bulunduğu sokağa araçla gittiklerini, bu esnada bir patlama
sesi duyduğunu ve korku ile arkasına baktığında Osman isimli kişinin elindeki el
bombasını fırlattığını gördüğünü söylediğini, olayı yapan Osman’ın suçu kabul ettiğini
ancak neden yaptığını söylemediği, Osman, Ata ve arkadaşlarının korucu olması asker
ile bağının olmasının kendilerine Şemdinli olaylarını hatırlattığını, çünkü ilçede örgüte
yakın olan ve çocukları kırsalda olan insanların yaptıkları araştırmalarda bu
patlamalardan PKK.nın haberi olmadığı, Silopi ilçesinde meydana gelen patlamaların
örgüte zarar vereceği yanıtının alındığını, örgüt tarafından faillerin ve patlamadan
sorumlu olan insanların örgüt tarafından araştırılmakta olduğunun söylendiği, bunun
yanında olayı yapan kişiler göz altındayken Emniyeti arayan bir kişinin polisleri tehdit
ettiğini ve bombalamayı yapan kişilerin serbest bırakılmasını istediğini aksi taktirde
Emniyetin tekrar bombalanacağını söylediğini, Emniyeti arayan ve tehdit eden ve
ismini vermeyen bu kişinin ise özel kuvvetlerde çalışan Muzaffer BADUR isimli bir
astsubayın olduğunun, bu olayların Şemdinli olaylarının akabinde olmasının bölgede
yeni oyunların var olduğu şüphesini uyandırdığını, Silopi ilçesinde meydana gelen
patlamalardan ve Silopi Emniyet Müdürlüğü’nde olan patlamalardan da Silopi 23.
Piyade Tugay Komutanı Ömer PAÇ’ın bilgisinin olduğunu, bu kişinin Emniyete sürekli
tepkili yaklaştığı, Emniyetin son iki yılda gerçekleştirdiği operasyonlardan rahatsızlık
duyduğunu … Şeklinde iddialarda bulunulmuştur.
Yukarıda anlatılan ihbara konu olay ile ilgili ihbar dilekçesinin bir örneği Silopi
Cumhuriyet Başsavcılığı’na gereği için gönderilmiştir.

3 - Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğimize gönderilen 16.12.2005 havale
tarihli Rıfat KORUHAN isimli ihbar dilekçesinde;
Kamuda çalışan, geçimini devletten sağlayan ve çocuklarını devletten aldığı
maaşla okutan bir kişi olduğunu,
Şemdinli’deki olayın tek başına bir olay ve sadece bu bölgeye has bir olay
olmadığını, devlet görevlilerinin illegal faaliyet yürüttüğünün bir gerçek olduğunu ve
hedeflerinin devlet ile bölge halkını karşı karşıya getirmek olduğunu, 2005 yılının
kasım ayında Umut Kitabevi’nde ki patlamanın da buna bir örnek olduğunu, işyeri
bombalanan Seferi YILMAZ’ın da PKK.nın çeşitli eylemlerine katılan ve hapis yatan
biri olduğunu, patlama olayında topluluğun orada bulunan Veysel ATEŞ isimli kişiyi
linç etmeye çalıştığını, orada bulunan polislerin bu kişiyi kurtararak emniyete
götürdüklerini, patlama olayında ilk önce polislerin suçlandığını, bunun sebebinin Ali
KAYA’nın vatandaştala ben emniyetçiyim demesinin olabileceğini, bunun üzerine
halkın PKK lehine slogan atıp Hükümet Konağını ve Emniyet Müdürlüğünü
taşladıklarını, patlamayı yapanların kullandığı halk tarafından da tespit edilen 30 AK
933 plakalı aracın çevresinde toplanan kalabalığın aracın bagajındaki silâhları, el
bombalarını, jandarmaya ait kimlik kartlarını, görev belgelerini ve diğer evrakları
görünce olayı polisin yapmadığını anladığını, bunun üzerine emniyeti ve hükümet
konağını taşlamayı bıraktıklarını, aracın etrafında toplandıklarını, PKK itirafçısı
Veysel ATEŞ’in emniyete geldiğinde kendisini uzman çavuş olarak tanıttığını, daha
sonra gerçek kimliğini açıkladığını ve olayı anlattığını, Veysel ATEŞ’in olayı
aşağıdaki şekilde anlattığını,
09.11.2005 günü Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı istihbaratında çalışan
astsubaylar Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in yanlarına kendisini de alarak 30 AK 933
plakalı beyaz renkli araç ile Hakkâri’den Şemdinli ilçesine hareket ettiklerini saat 11:30
gibi Şemdinli ilçesine geldiklerini, patlamanın olduğu Özipek Pasajının yakınlarında bir
yerde Özcan İLDENİZ’in iddia oynamak için araçtan indiğini Ali KAYA ile kendisinin
araçta kaldığını, patlamanın Özcan İLDENİZ’in yanlarından ayrılmasından kısa bir süre
sonra gerçekleştiğini beyan ettiğini, bu olayın detaylarının incelendiğinde bütün
şüphelerin Jandarmaya yöneldiğini, olay yerinde şüpheli bir vaziyette vatandaşlar
tarafından da görüntülenen astsubay Ali KAYA’nın olay gününden sonra ortadan
kaybolduğunu, kendisinin gözaltına dahi alınmadığını, Özcan İLDENİZ’in de araçtan
indikten sonra nereye gittiği ve tam patlama esnasında nerede olduğunun belli
olmadığını, olayda adı geçen iki astsubayın ifadelerinin ancak olaydan iki gün geçtikten
sonra alınabildiğini, ancak ifadelerinin alınmasından sonra serbest bırakıldıklarını, bu
kişiler mahkemeye çıktıkları sırada Hakkâri İl Jandarma Komutanı Erhan KUBAT’ın da
orada bulunduğunu, olayın polis bölgesinde meydana gelmesine rağmen Ali KAYA ve
Özcan İLDENİZ’in tahkikatını Şemdinli İlçe Jandarma Komutanlığı’nın yürüttüğünü,
Veysel ATEŞ isimli kişinin de bunlarla beraber olmasına rağmen Veysel ATEŞ’iin
tutuklandığını, Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in tutuklanmadıklarını, mahkemeye
çıkmadan önce üç şüphelinin de bir arada oturmaları sağlanarak çelişkili ifade
vermemelerinin sağlandığını, askerî yetkililerin ilçede olayların devam ettiği sırada bile
Emniyet’te bulunan Veysel ATEŞ’i alıp götürmek istediklerini, bunun için İlçe Emniyet
Müdürü Tacettin ASLAN’a baskı yapıldığını, Veysel ATEŞ’in kendilerine teslim
edilmemesi üzerine o sırada ilçede bulunan MİT Bölge Müdür Yardımcısı Seyfettin
ŞENER’i devreye soktuklarını ve Veysel ATEŞ’in serbest bırakılmasını sağlamaya
çalıştıklarını, Şemdinli’de meydana gelen bu olaydan bir gün sonra Silopi Cumhuriyet
Savcısının aracına bomba konulduğunu, bunun bir mesaj olabileceğini, olay sonrası

ismi açıklanan astsubay Ali KAYA hakkında Genel Kurmay Başkanı’nın yargı süreci
tamamlanmadan onları ne korurum ne de suçlarım dediğini, Kara Kuvvetleri Komutanı
Orgeneral Yaşar BÜYÜKANIT’ın ise; Ali KAYA’yı tanırım, benim askerîmdi, o böyle bir
şey yapmaz diyerek yargılama sürecini etkilediğini, Yaşar BÜYÜKANIT’ın
Diyarbakır’da 7. Kolordu Komutanı olarak görev yaptığı dönemde Ali KAYA’nın da
Uzman Çavuş olarak görev yaptığını, Yaşar BÜYÜKANIT’ın kendisi korgeneral iken
tanıdığı Uzman Çavuş Ali KAYA gibi kaç tane uzman çavuş tanıdığını, Şemdinli olayı
ile ortaya çıkan devlet içerisindeki illegal yapılanmanın izleri iyi takip edilirse Jandarma
Genel Komutanı Fevzi TÜRKERİ ile Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar BÜYÜKANIT’a
kadar uzanacağını, polis bölgesindeki patlamaların örgüt tarafından yapıldığında bir
şekilde üstlenildiğini, ancak üstlenilmeyen patlamaların kimin eseri olduğunu,
Hakkâri ilinde kontrgerilla eylemlerini yönlendirenlerin başında İl Jandarma
Komutanı Albay Erhan KUBAT’ın geldiğini, Yarbay Ramazan AKÇA ve Astsubaylar Ali
KAYA ve Özcan İLDENİZ’in de yardımcıları pozisyonunda olduklarını, bu ekibin
Yüksekova’daki kolunu ise astsubaylar Murat KARAGÖL ve Mehmet ALTUNER’in
oluşturduğunu, Albay Erhan KUBAT’ın bölgedeki terör olaylarının sınırsız yetkiler ile
çözülebileceğini, yeni kanunların bu manada kendileri için bir talihsizlik olduğunu
savunduğunu, Yüksekova ilçesinde bulunan 21. Dağ Komando Jandarma Tugay
Komutanı Erdal AKPINAR’ın da ilginç uygulamalarıyla halkı askerden ve devletten
soğuttuğunu, Yüksekova’da örgütün baskısıyla 15.02.2005 tarihinde gerçekleştirilen
kepenk kapatma eyleminden sonra askere buradaki esnâftan alış veriş yapmalarını
yasakladığını, PKK yanlısı olmayan sivil toplum kuruluşlarından hiç kimse ile
görüşmediğini, halka kin ve nefretle yaklaştığını, bu sebeple örgüte yakın olmayan
vatandaşında devletten soğumasına sebep olduğunu, yine Erdal AKPINAR imzasıyla
Hakkâri Valiliğine gönderilen bir yazıda olayların önlenmesinde polisin yetersiz
kaldığına değinilerek dikkatleri emniyet teşkilâtı üzerine çekmeye çalıştığını, ayrıca
Jandarma teşkilâtının istihbarat yapma yetkisi bulunmamasına rağmen her yerde bu
faaliyetini yürüttüğünü…” Şeklinde iddialarda bulunulmuştur, dilekçesinde Hakkâri,
Yüksekova ve Şemdinli’de meydana gelen bazı patlamalardan da bahsetmiştir.
4 - Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğimize gönderilen 28.02.2006 Havale Tarihli
İ.K. Ören İsimli Bir Şahıs Tarafından Gönderilen İhbar Dilekçesinin İçeriği Olduğu
Gibi Aşağıya Alınmıştır:
Birkaç ay yöremizin dikkat ve merakla takip ettiği bir konu bu Şemdinli bombası
ve Hakkâri olayları. Bende gerçeklikte ailemden birini yıllar önce bunun, gibi
şüphelendirici bir ölümle kurban vermiş kimse olarak kendinizce soruşturduğunuz
bilinen bu takibatı birazda endişelenerek sonucunu merak ediyorum. Niye. Çünkü devlet
bu "işe sahip mi çıkar. çünkü daha bir iki gün öncesiydi bazı görevliler, bu olayın hain bir
çetenin işi olabilirmiş Sayın Kara Kuvvet Komutanı Yaşar BÜYÜKANIT paşada olay
olunca o Ali KAYA’yı tanırım çok iyidir bu işi o yapmaz dedi derhal. Sonra Amerika’ya
gitti. neden gitti. Bide oradan dedi. Bu Van Savcısı halen neyi soruşturuyor diye.
gazeteler yazdı. hem dediler bu işi çözeceğiz. Şemdinli’ye kadar Hakkâri’ye kadar
geldiler. demek Başbakandan korkularına buraya kadar geldiler onun yanında. Siz
bilmezsiniz benim yeğenim Ercan Örende bu bomba gibi çok şüphelendirici bir
durumda ortadan kaybolmuştu yıllar önce 1994 yılı yazında ortadan kaybolunca babası
Kemal ile araştırdık kendisini en son derede elbise yıkayan kadınlar 3 kişinin dere
boyundan ileriye zorlayarak götürdüklerini görmüşler örgüte kaçırdıklarını anladık.
Çünkü yeğenim devlet yanlısı olarak bilinmektedir. PKK yanlısı kişilerce öldürülmüş

olacağından dolayı Savcılığa söyledik, sonra soruşturduk. Yüksekova ilçemizden Fettah
Dursun içlerinden biriymiş yanında da Olcay Zirek varmış sonra ölüsü Yüksekova
Güçlü Köyü Ayı Yuvası mevkiinde oradaki mağarada bulunduğunda doktorun dediğine
göre 12 gün önce öldürülmüş vücudu çürümeye başlamış. Boğazını kesip bıçakla
vurmuşlar üstüne de örgüt notu koymuş o vatan alçakları, iki çocuğu ve ailesi kaldı
geride. Dosyası Diyarbakır DGM gördü. Sonra Van’a DGM gelince 1997 de buraya
gönderdiler. Ne zamanki 1999 yılı başındaydı bu alçaklardan Kinyas (K) Olcay Zirek
yakalandı o zaman yeğenim onlar öldürmüşler Fettah Dursunla yanlarında da Teter
Hocaoğlu varmış öyle demiş ayrıca ne dememiş. Bu adamlar örgütten Aydın Kemal
Akbıyıkın emriyle Yüksekova’dan Hazime Güngör, Asiye Tezel yine Feran Gül hep
birlikte toplantılar yapmışlar, bölücü PKK için eylem yapmak için karar almışlar ayrıca,
Ahmet Tezel, Mehmet Reşit Koç, Leyla Güngör, Nadir Bozkurt, Aydın Kemal
Akbıyık, Yunus Bozkurt varmış yanlarında. 1998 yılı Kasım ayıydı. Şehidan
kampından Melsa (K) yine Rojbin (K) kızlar gelmiş onları evlerinde barındırmışlar.
İlçede jandarma komutanlığının keşfini yapmışlar. Bu kızlardan Rojbin kendini orda
patlatmış, ölen ve yaralanan askerler oldu, Melsa olanı ise Van’a götürmüşler Aydın’ın
arabasıyla, yanlarında Reşit’de gitmiş sonradan 15 geçmiş oda orada kendini patlatmış.
Onda da ölenler ve yaralanan oldu. Ölen ve yaralanan askerler oldu. Ama ne oldu bu
kadar delile rağmen dava açıldı, Van DGM Beraat kararı verdi. 19.04.2001 tarihi
1999/26 - 177 E.K. sayılı karar verildi, Savcı temyiz etmemiş, hüküm haline geldi. Fettah
Dursun hakkında dava bile açmadan soruşturmama kararı vermiş o beraat kararını
veren yine aynı savcı. Neden, imza inceleme raporunda yeğenimin yanında bulunmuş
not yazısı Fettah’ın yazısı değilmiş, birde rapor Jandarma lâboratuvarı vermiş, hepsinin
bizde kâğıdı belgesi var. 14.09.1999 tarihinde sayısı sırası 1999/81 Babası Kemal Ören
sonra yine dilekçe verdide Başsavcının emri ile yeniden soruşturma yapıldı. Ne oldu.
Yeniden rapor alındığında yazı Fettah’ın olabilirmiş, Hakkında DGM.ye dava açtılar.
Ame ne olduysa bu adam sanki kendisi Jandarmaya teslim olmuş pişmanlıktan
yararlanmak istedi. Olcay’a beraat veren aynı hâkimler onada baktılar. Ercanı sanki o
vurmamış. Sadece örgütün elemanıymış da onu da pişmanlıktan beraat ettirdiler. 23
Mart 2000 tarihinde sayısı 1998/120- 63. Bu kadar delile rağmen. Hem de alınan Adlî
Tıp raporu yazı Fettah’ın yazısı imiş, bunu demesine rağmen. 16 Mayıs 2001 tarih sayı
4653 raporu. Bu raporda bizde var. Van DGM 2000/398 sayılı esas dosyasında da var
baksanız ordadır. Bu Fettah o dosyada daha neler dememiş. 1991 yılından sonra
Yüksekova 2.Sınır Jandarma Taburunun komutanı olan Binbaşı Ali Kiraz yine
üsteğmen Ali Çakmakkaya isimli kişiler onu istihbaratta görevlendirmiş. Seyar
Jandarma komutanı Fahri Cici, Hakkâri İstihbarat MİT Müdürü Mustafa ve Ramazan
isimli şahısların, polis Mehmet Sinan’da onlarlaymış. PKK.nın kendisine güvenmeleri
ve sırlarını söylemeleri için kendisini örgüt milisi gibi göstermiş. Olcay Zirek’de onun
PKK’nın güvenini tekrar kazanmak için Ercan’ı öldürdüğünü söylememiş midir. yine
bunların bilgileri ve talimatıyla İran-Urumiye’deki Erdal (K) PKK.lı ile ilişkiye geçmiş güya
örgüt silâhlarını bizim askerîmize getirip yakalatmış hem bu binbaşının posta eri
İbrahim’le yine binbaşının vasıtasıyla Şemdinli Kaymakamının Broadway otomobili
kendine verilmiş bunlarla yapmış ama askerler tarafından yakalandığı süsü verilmişmiş
örgüt şüphe etmesin diye, kendisi bu silâh yakalattığı nedeninden İran’a gelmesi
İstenmiş Erdal (K) tarafından Binbaşı Ali Kiraz söylemiş kendisine, girmezsen
anlaşılırsın o yine örgüte gitmiş sonra ne olmuş Yüksekova Tabur Jandarma Komutanı
Hami Yarbayla görüşmüş. Sonra gidip ona teslim olmuş. O zaman ne demek, bu
Fettah Dursun PKK.lıyken Jandarmada istihbaratta görevlendirilmiş, bu iyi de neden
yeniden bölücü PKK.nın güvenini kazanmak için benim yeğenim Ercan’ı öldürür ki. Hani
benim yeğenim Emniyete çalışıyor. Demek devlet ajanı diye. Hem bu 1994 yılı oluyor.

JİTEM denen bu yörede çok sayıda insanı faili meçhul öldürdüğü söylenen yasadışı
yapılanmanın olduğu aynı yıllar oluyor. Hem bu adamın yazısı Ercan’ın cesedi yanında
bulundu hem onla birlikte öldüren Olcay Zirek’de onla "Birlikte, hatta Teter Hocaoğlu ile
üçünün öldürdüklerini söylemiş. Her şey aleni. Ceza verilmiyor hem bu komutanlar bu
işin içinde, hem Olcay Zirek intihar olayı için Yüksekova’ya gelen ve kendisini bomba ile
burada ötekide Van’da patlatan kızları da kendilerinin getirdiğini, barındırdıklarını, olayın
önceden keşfini de yaptığını, hepsini de anlatmış. Bu Komutanlarda dinlenmiş ama
olayın içindeler sadece tanık olarak dinlenmiş. Önce korkup ismi yabancı gelmiyor ama
hatırlamıyorum demiş. Ama bakmış ki mahkeme olayın üstünü araştırmıyor sonra
dinlendiğinde evet bu Fettah’ın her anlattığı doğrudur demiş. Ama aynı mahkeme
Olcay’dan sonra başka bir davada Fettah’a da ceza vermiyor. Aynı savcı temyiz
etmiyor. Karar yine hükümleşiyor. Savcı önce soruşturmama kararı veriyor. Sonra
şikâyet etmişiz Başsavcı yeni soruşturma açtırmış, ama mahkeme beraat veriyor, ceza
vermiyorum diyor. Savcı duruşmaya çıkıyor ama ne yapıyor. kararı yine temyiz
etmiyorum diyor. Kararlar ayrı ayrı davalar açılıyor. Birbirinden parçalanıyor. İkisi ayrı
ayrı görülüyor. İşin içinde Teter Hocaoğlu’da var ama o da parçalanıyor. kararlar ayrı
ayrı oluyor. Karar böyle veriliyor. Hem de her şey ortada. Hem de bu komutanlarda
olayın içindemi. Bir soruştur, araştır, yapılmadan böyle karar veriliyor. Olayın bir
parçası da halen 2000/398 Sayı Van 3. ACM.de görülüyor. Ama benim korkum, ailesinin
korkusu odur ki bu davadan da bir sonuç olmayacak. Umudum da yok. Nasıl olsun. Bu
ülkede Susurluk olmuş. Çok sayıda faili meçhul olmuş. Bir sonuç çıkmamış. Bir yıl
öncesine kadar Şemdinli’de Yüksekova’da bir şey olmamış. Ama ne zaman Hakkâri
Alay Komutanı, İstihbarat Komutanı gelmiş, Bunların bağlı olduğu Van’daki Asayiş
Komutanı Selahattin Uğurlu gelmiş. Ondan bu zamana kadar buralarda bir çok bomba
patladı. Niye daha önce olmuyordu sonra oldu, Şemdinli’de son bomba patladı. Patladı,
Jandarma istihbarat astsubayları suçüstü yakalandı. Niye sonra hiçbir patlama olmadı.
Demek hepsini bunlar mı patlattı. Patlattı ama sonra ne oldu. Üzerimizden Jet uçakları
uçuruldu, sonra o adam dedi ki, o Ali Kaya iyi bir askerdir. Tanırım dedi. günler geçti
sonrada bu Van Savcısı neyi soruşturuyor hala dedi. Hem de bu Ali Kaya, hem
susurlukta ismi geçmiş, hem de bu Büyükanıt Paşa ile çalışmışlar 1998 yılında
Diyarbakır’da. Oraları haraca kesmiş aynı bir ekipmişler. JİTEM olarak çok sayıda insan
öldürülmüş. Kendileri hep insanımızı öldüren PKK İtirafçıları ile çalışmışlar. Bunlardan
birinin gazetelerde beyanlara çıktı. Yeşil diye bilinen JİTEM.ci de bunlardanmış. Musa
Anteri ve başkalarını öldürmüşler Ankara’da Birçok kişiyi de karakola götürüyoruz
diyerek öldürmüşler Diyarbakır’da bunu eski PKK.lı JİTEM elemanı Abdulkadir Aygen
söylemiş hepsini. Hem de sonradan Diyarbakır Emniyet Müdürü olan Gaffar Okan’ın
çok sıkıştırmaya başladığını söylemiş kendilerini. O da sonra öldürüldü. Ama kim
öldürdü, neden öldürdü, demek bunlar aynı ekip hepsi. Bir yetkili çıktı, bu devlet içinden
bir çetenin işi olabilir dedi. Ama devletimiz bizim büyüktür. Biz hepimiz vatandaşıyız bu
devletin. Ben yinede hep bunların soruşturulmasını, bu bölgede iç savaş ve kargaşa
çıkarmak devletimizi geriletmek isteyenlerin ortaya konmasını, hak ettikleri cezanın
verilmesini, dışarıda devlet elemanıymış görünen, gerçeklikte yeğenim gibi bir çok
devlet yanlısını ve suçsuzu öldüren suçluların, bu devlet içinde oluşmuş birtakım çete ve
yapılanma olsa bile hepsinin yakalanmasını, cezalandırılmasını istiyorum.
Devletimizden en beklentimiz budur. Devlet bizi boşa çıkarmasın. Sizde bizi, bütün yöre
halkını boşa çıkarmayın. Bu dediklerimin hepsi 2000/398 sayı esas dosyada vardır.
Fettah Dursun’un kendi el yazılı dilekçesi, Devletin ne olduğunu, hukukun ne olduğunu
siz gösterin hiç değilse. Biz diyelim bu vatanda savcılarda vardır hakimlerde vardır.
Şeklinde iddialarda bulunulmuştur.

Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2000/398 Esas sayılı dava dosyası celp
edilerek incelenmiş ve inceleme tutanağı dosyanın içerisine bırakılmıştır.
Hakkâri Olayları İçerisinde Güvenlik Güçlerinin
Tutumlarına İlişkin Değerlendirmeler :
Ülke genelinde terörle mücadele etmek görevi esasta iki ana iç güvenlik
teşkilâtı olan Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı üzerinde
bulunmaktadır. Bu iki kurum esasta kanunların kendilerine sağladığı güçle görevlerini
yerine getirirken uzun bir süredir terörle mücadele etmenin verdiği tecrübe ile kendi
geleneklerini de oluşturmuşlardır. Bu iki kurumun sorumluluk alanları yine kanunlarla
belirlenmesine rağmen zaman zaman aynı olaylar üzerinde çalışmaktan ötürü
çakışma ve rekabet içerisine girdikleri bir gerçektir. Ancak özellikle son 10 yıldır kırsal
bölgelerden şehirlere göç, etkin propaganda araçlarına ve geniş lojistik imkânlarına
duyulan ihtiyaç vb sebepler sonucu örgütün faaliyetlerinin ana damarları büyük
ölçüde polisin sorumluluk alanlarındaki metropol alanlarına kaydığı bilinmektedir.
Uzun bir süredir yurt genelindeki terörle mücadelenin sadece kırsalda taktik/
operasyonel yönü ile meşgul olmak durumunda kalan Jandarma unsurlarının yeterli
donanıma ve eğitime sahip olmamalarına rağmen sıklıkla polisin sorumluluk
alanındaki şehir merkezlerine müdahale ettiği görülmektedir.
Şemdinli’de yaşanan gelişmelere bu doğrultuda bakıldığında; Hakkâri İl ve ilçe
merkezlerinin genel güvenliğinden sorumlu olan İl Emniyet Müdürlüğü’nün
sorumluluk alanında Jandarma birimlerinin bulunmasının açıklanabilir iki sebebi
bulunmaktadır. Bu birimler ya jandarma bölgesinde başlayan adlî bir soruşturmanın
devamında Cumhuriyet Savcısının izni ve mülkî amire haber vermek kaydıyla
emniyet güçleriyle koordine kurarak çalışabilecektir. Ya da önleyici bir görev
kapsamında ilçede görevlendirilmiş ise mülkî amire haber vermek kaydıyla yine
emniyet güçleri ile koordine kurarak bölgede bulunabilecektir. Ancak dosyadaki
belgeler incelendiğinde her iki türlü de izin mekanizmasının işletilmediği
görülmektedir. Üstelik jandarma tarafından ibraz edilen belgeler ve telefon detayları
incelendiğinde üst amirlerince usulüne aykırı biçimde yapılan bu görevlendirmenin
birçok kez tekrar edildiği sonucuna varılmaktadır.
ŞEMDİNLİ İLÇESİNDE MEYDANA GELEN PATLAMA OLAYINI
PROTESTO ETMEK AMACIYLA YAPILAN GÖSTERİLER :
1 - Şemdinli İlçesinde Yapılan Gösteriler : 09.11.2005 tarihindeki patlama
olayı sonrası büyük bir halk topluluğu tarafından Emniyet Müdürlüğü’ne ait bina ve
lojmanlara saldırılar yapılmış, tahrik olmuş bu halk topluluğu Emniyet Güçlerine taşlı-
sopalı saldırıda bulunulmuş, Şemdinli Halk Eğitim Müdürlüğü binası önündeki
Bayrağımız indirilmiş, Şemdinli Lisesi’ndeki Atatürk Büstü’nün kaidesinin sökülmüş
ve yakılmış bir aracın içerisine atılmış, Metehan AŞÇI isimli bir Uzman Çavuş’a ait
araç yakılmış, 13.11.2005 günü yakılmış bir Türk Bayrağı Tekel binası yanındaki çöp
yığınında bulunmuş, Tarım İlçe Müdürlüğü önündeki Türk Bayrağı gönlerden
indirilmiş, Derman Eczanesi tahrip edilmiş, 15.11.2005 günü Şemdinli’deki askerî
birliklere erzak getiren araç yakılmış, Şemdinli ilçesine girişte bulunan Polis Noktası

yakılmış, bir çok resmî ve özel araç zarar görmüş, olaylar sırasında memurlar ve
vatandaşlardan yaralananlar olmuş, halk adeta çığırından çıkmıştır.
Ayrıca 06.12.2005 günü, 09.11.2005 tarihinde meydana gelen olayları protesto
etmek amacıyla 78 kişilik bir grup toplanmış, Şemdinli Olayları protesto edilmiştir.
2 - Hakkâri İlinde Yapılan Gösteriler : 11.11.2005 tarihinde Hakkâri il
merkezinde Şemdinli ilçesinde meydana gelen olayları protesto etmek amacıyla tüm
dükkânların kepenk kapatacağının ve basın açıklaması yapılacağının duyumunun
alınmasını müteakip saat 11:00 sıralarında 500 kişilik bir grup toplanmış, PKK terör
örgütü lehine sloganlar atılmış. Göstericiler taşlı ve sopalı saldırıda bulunmuşlardır.
Daha sonra grup 1000 kişiye yaklaşmış, olaylar sırasında resmî ve özel araçlar ile
kamu binaları zarar görmüştür. Bu olaylar sırasında (16) polis memuru da
yaralanmıştır.
Yine, 16.11.20005 tarihinde Hakkâri ilinde Şemdinli Olayları’nı protesto etmek
için 1000 kişi civarında bir grup toplanmış, PKK terör örgütü lehine sloganlar atılmış,
güvenlik kuvvetlerine taşlı-sopalı saldırıda bulunulmuş, şehrin çeşitli yerlerinde
ateşler yakılmış, kamu binalarına saldırılar yapılmış, olaylar sırasında silâhlar
patlamış, polis memurları yaralanmış, olaylara karışan bazı şahıslardan da
yaralananlar olmuş, iş yerleri ve sivil vatandaşlara ait araçlar hasar görmüştür.
3 - Yüksekova İlçesinde Yapılan Gösteriler : Şemdinli’de meydana gelen bu
patlama olayından sonra bu olayı protesto etmek için 15.11.2005 tarihinde
Yüksekova ilçesinde DEHAP İlçe Örgütü tarafından Basın Açıklaması yapılmış,
Basın Açıklamasına 800-1000 kişilik bir grup katılmış Basın Açıklaması sırasında
örgütün elebaşısı Abdullah ÖCALAN’ın posterleri açılmış, yasadışı sloganlar atılmış
daha sonra taşlı-sopalı ve molotof kokteylli saldırılar yapılmış olayların büyümesi
üzerine Emniyet Görevlileri ile taşlı-sopalı, molotof kokteylli saldırı yapan kişiler
arasında arbede yaşanmış, barikatlar ateşe verilmiş, muhtelif yerlerde ateşler
yakılmış; bu arada silâhlar patlamış, çıkan olaylarda bazı polis memurlarının
yaralandığı, atılan sloganlarda “Katil Devlet, Şerefsiz Devlet, Terörist Devlet, Şemdinli’nin
Hesabını Sormaya Geldik” gibi sloganlarda atılmış olaylar büyümüş, çıkan olaylarda
gösterici grup içerisinden Abdülhamit GEYLANİ ve İslam BARTIN isimli şahıslar
ölmüş ve bir çok kişi de çeşitli yerlerinden yaralanmışlardır. Ayrıca iş yerleri ve sivil
vatandaşlara ait araçlar hasar görmüştür.
4 - Van İlinde Yapılan Gösteriler : 12.11.2005 günü Van DEHAP İl
Teşkilâtı’nın organizesinde Şemdinli Olayları’nı protesto etmek için 150-200 kişilik bir
grup şehir içinde toplanmış, PKK terör örgütü adına sloganlar atılmış ve Şemdinli
Olayları protesto edilmiştir. Emniyet Güçleri ile göstericiler arasında olaylar
yaşanmıştır. Olaylar sırasında polis memuru yaralanmış, iş yerleri ve sivil
vatandaşlara ait araçlar hasar görmüştür.
5 - Muş İlinde Yapılan Gösteriler : 21.11.2005 günü Muş ilinde Şemdinli
Olayları’nı protesto etmek için 70-80 kişilik bir grup toplanmış, yapılan yürüyüş ve
basın açıklaması sırasında PKK terör örgütü lehine sloganlar atılmış ve Şemdinli
olayları protesto edilmiştir.
Görsel ve yazılı basından izlendiği kadarı ile Şemdinli’de meydana gelen bu
olayı protesto etmek için İstanbul ilinde de gösteriler düzenlenmiştir.

DEĞERLENDİRME :
PKK/ KONGRA-GEL terör örgütünün şiddet eylemleri ve ROJ TV aracılığıyla
gerçekleştirdiği provokasyonların Hakkâri yöresinde gerçekleştirenlerin kimliği
meçhul birtakım eylemlerin meydana gelişinin zeminini hazırlamıştır. Terörle
mücadele eden güvenlik güçleri açısından asıl dayanak noktası olan toplumsal
desteği yok eden bu tür kuşkulu eylemleri gerçekleştirenlerin ortaya çıkartılması
elzemdir. Üstelik bu tür eylemler devletin kendisi harekete geçilerek ortaya
çıkartılamaması halinde örgüt mensupların eline şiddet eylemlerinin haklı gerekçeleri
olarak kullanılabilecek argümanlar sunulmuş olacaktır. Şimdiden bazı sitelerde
(www.kerkuk-kurdistan.com/pdf/semzinan1105_2.pdf-,) Şemdinli olaylarının aslında
bir provokasyon olduğu ve bazı üst düzey güvenlik görevlilerinin bizzat bu
provokasyonları tertiplediği yönünde bilgiler yer almaya başlamıştır.
Ülkemizin 30 yıla yakın bir süredir terör örgütü ile mücadelesi ister istemez
güvenlik güçlerinde de bir değişimin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Çatışma
içerisinde şehit ve yaralı veren güvenlik güçlerinin örgütün arzu ettiği psikolojik kaos
ortamından etkilenmemesi mümkün değildir. Ancak bu durum illegal uygulamaların
gerekçesi olarak kabul edilemez. Üstelik illegalitenin sonu gelmez bir süreç olduğu ve
kaos ortamından şahsi çıkar sağlamak isteyen kesimlerin işine yarayacağı da
mücadele sürecinden çıkartılan tecrübelerden anlaşılmıştır. Bunun önünün kesilmesi
ise ancak siyasî söylemlerden kendini arındıran idarî mekanizmalar çatışma
içerisinde yıpranan unsurların rehabilitasyonu için gerekli düzenlemeleri yapması ile
mümkündür. Güvenlik güçleri terörle mücadelede devletin ve siyasî mekanizmaların
tüm varlığı ile yanında olduğunu hissetmelidir. Bu durum etkin bir denetim
mekanizmasını da beraberinde getirecektir. Aksi taktirde sahada yalnız kalan
unsurların kendi kurallarını koymaları ve hayata geçirmelerinin önüne geçilemez.
Münferit kurallar kuralsızlığı ve çatışmaların derinleşerek yaygınlaşması sonucunu
ortaya çıkartır. Çatışma ise bu topraklarda yaşayan vatandaşlarımızca binlerce yıldır
üretilen ortak değerlerin yıkılması sonucunu doğuracaktır. Terör örgütünün gerçekten
arzu ettiği bu durumun önüne geçilmesi ancak örgütün kitleye ulaşma imkânlarının
elinden alınması ve izole edilerek atalete mahkûm edilmesi, şiddet eylemlerinin
etkisiz kılınması ile mümkündür.
BU AÇIKLAMALARDAN SONRA GENEL BİR DEĞERLENDİRME :
İnsanlığın son tekamül noktası olarak kabul edilen demokratik sistemlerde
yönetimde istikrarın yanı sıra yönetilenlerin huzur, güven ve refahı da gözetilir. Ancak
oldukça tartışmalı olan bu kavramların toplumların kültür ve geleneklerine göre
şekillendiği de bir gerçektir. Bu yüzdendir ki hâlen meşruti sistemin yürürlükte olduğu
ve kraliyet ailesinin imtiyazlarının devam ettiği İngiltere’nin demokrasinin beşiği
olduğu söylenmekte; buna rağmen serbest ve açık seçim ilkesinin kabul edilerek
uygulandığı; yönetenlerin birçoğunun seçimler işbaşına geldiği kimi ülkeler ise
antidemokratik kabul edilmektedir. Demokrasi esasta Batı’da Batı’nın kültürünü
oluşturan çatışmalı tarihi içerisinde bulunup ortaya çıkartılmış bir sistemdir. Bu
sebeple demokrasinin temel kavramlarının algılanışında medeniyetler arasında
farklılıklar bulunmaktadır. Temel kavramların algılanışında ve uygulamada ortaya
çıkan sorun ise “Devlet” dediğimiz yönetim aygıtının devreye girmesi ile

çözümlenmektedir. Ancak devlet denilen soyut kavramın görünür hali genelde en alt
kademesinden en üst kademesine kadar idarecilerdir.
Vatandaşlara karşı keyfî uygulamalara engel olmak için idarecilerin uymaları
gereken kurallar ve etik kaideler hukuk sistemi içerisinde vazedilmiştir. Buna rağmen
bazı memurların devletin kendilerine tanıdığı yetki ve imkânları kullanarak menfaat
temin etme arayışı içerisine girmeleri her demokratik sistemde görülür. Hatta bu tür
şahıslar kendi faaliyetlerini haklı kılan ideolojiler de üreterek şebekeleşebilirler.
Böylesi yapılar genelde çatışmalı dönemin ürünüdür. Zaten insanlık tarihine
bakıldığında ideolojilerin çatışmalı dönemde ortaya çıktığı görülmektedir. Çatışmanın
toz dumanı içerisinde ise çoğu zaman masum kavramlar anlamını yitirir. Kaos
içerisinde kandan ve gözyaşından şahsi çıkar temin etmek arayışında olanların
ortaya çıktığı görülür. Maalesef bu fırsatçı kişiler veya zihniyet ideoloji ile örgüledikleri
şahsî menfaatlerini garanti altına almanın yolunu her dönem bulmuşlardır. Bu
yüzdendir ki demokratik sistemler aslında bir ilkeler bütünüdür. Yine bu yüzdendir ki
modern demokrasilerde etkin kamuoyu fırsatçı çevrelere imkân tanımayacak bir
denetim sistemi olarak tesis edilmeye çalışılır.
Demokratik Sistemlere Rağmen Bürokrasi Aygıtı Ele Geçirilebilir mi?
Kan ve gözyaşı üzerinden politika üreten ve menfaatlerini temin için devletin
bütün mekanizmasını kullanmaktan çekinmeyen güçlerin birtakım üst makamlara
gelmesi halinde ise Devletin bekası için son derece tehlikeli bir durum ortaya çıkabilir.
Kendi ideolojik mantığı içerisinde makul sebeplerini zaten hazırlayan bu grup
menfaatleri icabı kendilerini uluslar arası güç odaklarına pazarlamaktan çekinmez.
Gerçekte ne olup bittiğini bilen ve sesi çok çıkan bu grup medyanın da etkisi ile
kamuoyunda “kahramanlar” olarak algılanırken aşağıda ise bunların tetikçiliğini
yapan bir takım kişiler Devletin bekasına hizmet ettikleri düşüncesindedirler.
Uluslararası güçler, ülkedeki bu zihniyet ve aşağıdaki gruplar arasında irtibatı
sağlayan bağlar ise akla gelmeyecek binlerce karmaşık labirentten ve irtibat
mekanizmasından geçtiği için aşağı gruptan biri deşifre olsa dahi gerçek oyuncuların
ortaya çıkartılması mümkün değildir. Hemen diğeri sahneye sürülür. Üstelik
medyadan kültür ve sanata siyasetten ekonomiye kadar bütün figüranlar sahnede
kendi rollerini oynamak için beklemektedirler. Bu fasit çarkın bozulması ancak bu
zihniyetin oyununun sona erdirilmesi ile mümkündür. Bu oyunun sona erdirilmesi ise
ancak açığa çıkartılıp deşifre edilmesi ve kamuoyu vicdanında mahkûm edilmesi ile
mümkündür. Bu oyunda ast ve üst gruplar arasında ahengi sağlayan ise bir nevi
senaryoları olan menfaatlerinin arkasına gizlendiği ideolojileridir. Bu zihniyetin
operasyonunu sona erdirmek için ise güvenlik güçlerine düşen tahrik olmadan sabırla
grup üyelerinin birer birer düşmesini beklemektir. Zaten tecrübeler göstermiştir ki
birbirlerinin ne olduğunu gerçekte çok iyi bilen bu şebekeler menfaatleri icabı
çatışmaya düştüklerinde kolayca sırlarını ifşa etmektedirler.
Devlet İstihbaratı; Operasyonlarda Etik Ölçü:
Her devletin kendi güvenliğine yönelik tehlikeleri bertaraf edecek istihbarat
servisleri bulunur. Bu servislerin birtakım örtülü operasyonlar gerçekleştirdikleri de bir
realitedir. Unutulmamalıdır ki kulağa hoş gelmese de istihbarat işleri içerisinde
provokasyon, ajitasyon ve suikast gibi uygulamalar da bulunmaktadır. İstihbarat
servislerinin operasyonları bazen uluslararası işbirliği içerisinde ve açıktan (Abdullah
 
Öcalan’ın Kenya’da yakalanışı) bazen ise örtülü bir şekilde gerçekleştirilir. Ancak şu
kabul edilmektedir ki açıktan gerçekleştirilen operasyonların ardında gerçekte
görünenden öte bir niyet gizlidir. Bu tür operasyonlarda hedef ise genelde hedef ülke
kamuoyunu manipüle (toplum mühendisliği) etmektir. Ancak hiçbir demokratik ülkede
istihbarat servislerinin ülke vatandaşlarına yönelik operasyonları tasvip görmez.
Bunun içindir ki demokratik ülkelerde olağanüstü yetkilerle donatılmış polis görevi
yapan iç istihbarat servisleri bulundurulur ve ülke vatandaşlarına yönelik
operasyonlar hukuk kuralları çerçevesinde sistemin tabii akışı içerisinde yürütülür.
Ancak bunların bazı uygulamalarının ülke içerisine yönelmesi demokratik sistemi
tehdit eder. Üstelik bunların –başta anlatılan kavramlar çerçevesinde- siyasî sistemi
istikrarsız hale getirmek için kullanılmaları ihtimali de her zaman mevcuttur.
Devletin İstihbarat Geleneği; Tehdit Algısının Kaynağı Nedir?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti zor şartlarda kurulmuş bir devlettir. Yokluk ve
sefalet içerisinde milletin varlığı tek dayanak noktası olduğu için Devlet milleti bölüp
parçalayacak akımlara ve odaklara karşı olağanüstü tedbirler geliştirmiştir. Bu durum
dönemin gerekleri içerisinde makul gören bir yaklaşım olarak kabul edilebilir. Ancak
kabul edilmesi mümkün olmayan şey demokraside ve evrensel haklar sisteminde
elde edilen bunca kazanıma ve güçlü bir devlet sistemine sahip olunmasına rağmen
20. yüzyılın başında Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında uygulanan olağanüstü güvenlik
tedbirlerinin bugün de sürdürülmek istenmesidir. Üstelik şu bilinmektedir ki
demokratik denetim mekanizmalarının her türlü kontrolünden azade olan odaklar
olağanüstü güvenlik tedbirleri sayesinde bürokratik mekanizmaları kullanarak
Devletin kılcal damarları içerisinde dolaşabilmekte ve kendileri oluşturdukları
yapılanma içerisinde emellerini gerçekleştirebilmektedirler.
Bürokrasi mi, Demokrasi mi? Yoksa Her İkisi de Taktik Araçlar mı?
Türkiye geçmişten beri çokça sözü edilen ve bir dönem Susurluk; bugün ise
Şemdinli olayları ile yeniden üzerine konuşulan bir gizli yapılanmanın varlığını
tartışmaktadır. Hatta kimi yorumlarda bu yapının III. Selim’den beri Devlet
mekanizması içerisinde faaliyette olduğundan ve kimi zaman Devletin emrinde kimi
zaman ise uluslararası grupların emrinde olduğundan söz edilmektedir.
İçerisindekilerin kendilerini Devletin gerçek sahipleri olarak gördükleri bu çevreler –
geçmişte olduğu gibi- bugünde menfaatlerinin uzlaştığı noktalarda işbirliği içerisinde
olmuşlardır. Günümüzde olduğu gibi menfaatlerin çatışmaya düştüğü dönemlerde ise
farklı grupların kendilerine has üslupla birtakım operasyonlar gerçekleştirdikleri ve
birbirlerini tasfiye etmeye uğraştıkları görülmektedir. Bu gruplardan kimisi
bürokrasideki üstünlüğünü kullanırken kimisi de demokratik mekanizmaları
kullanmaktadır.
Terör Nedir? Kim Ne İçin Terör Yapar?
Bu kavram ülkelerin ulusal güvenlik siyasetinin bir yansıması olarak gelişmiştir.
Dolayısıyla evrensel bir tanımının bulunması mümkün değildir. 11 Eylül 2001 de
Amerika’ya yapılan saldırılardan sonra kavram etrafında güvenlik siyasetinin re-
organizasyonu için çabalar artmış olsa da ülkeler yine de birbirlerine karşı pragmatik
bir tavır takınmaktadırlar. Her ülke kendi tehdit unsurunu “terör organizasyonu” olarak
tanımlamakta buna rağmen işbirliği söylemleri uluslar arası müdahâlenin bir aracı
olarak kullanılmaktadır. Yani bugün terör organizasyonları ve bizatiği kavramanı

kendisi uluslar arası kamuoyunun manipilasyonu amacıyla kullanılmaktadır. Terör
organizasyonları ise üzerlerinden işbirliğinin ve çatışmanın gerçekleştirildiği araçlar
haline gelmişlerdir.
Terör kavramının –her ülkenin kendine göre yaptığı- çok değişik tanımları
bulunmaktadır. Bunlardan birkaç tanesini burada örnek verebiliriz;
“İçeriği ya da bağlamı bakımından bir nüfusu korkutmak ya da bir hükümet ya
da uluslararası örgütü bir eylemde bulunmaya ya da bulunmamaya zorlama
amacıyla sivilleri ya da savaşa taraf olmayan kimseleri öldürme ya da bu kimselere
ciddi bedensel zarar verme niyetini güden eylemler.” (BM; 2004 Aralık Terörizm
Raporu);
“Genellikle belirli bir kitle üzerinde etkili olabilmek için (meşru hükümetler
olabilir) savaş dışı hedeflere yönelik gizli ajanlar tarafından gerçekleştirilen siyasî
amaçlı şiddet olayı. ‘Terörist Grup’ ise terör eylemlerini gerçekleştiren ve destekleyen
herhangi bir grup.” (ABD; FBI ve Hazine Bakanlığı) ve
“Cebir ve şiddet kullanarak baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit
yöntemlerinden biriyle Anayasa’da belirtilen Cumhuriyet’in niteliklerini siyasî, hukuku,
sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirmek, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü bozmak, Türk Devleti’nin ve Cumhuriyet’in varlığını tehlikeye düşürmek,
Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve
hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel
sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her
türlü suç teşkil eden eylemdir” (Terörle Mücadele Kanunu; madde 1) denilmektedir.
Ayrıca maddenin 3. fıkrasında terör kavramının özel kanunlarda geçen teşekkül,
cemiyet, silâhlı cemiyet, çete ve silâhlı çete tanımlarını da kapsayacağı
söylenmektedir.
Bu üç tanıma baktığımızda birtakım ortak noktaların olduğu görülmektedir;
1. Her üç tanımda da şiddet öğesi ortaktır. (araç ortaklığı)
2. Her üç tanımda da terörün meşru hükümetleri zorlamak amacıyla
gerçekleştirildiği kabul edilmektedir. (amaç ortaklığı)
Ayrıca ABD’nin tanımında terörün gizli ajanlar tarafından gerçekleştirebileceği
kabul edilmektedir. Türkiye’nin tanımı ise oldukça ayrıntılı olup genelde korunması
gereken hedeflerden hareket edildiği görülmektedir. Buna rağmen “kişi veya kişiler”
kavramları kullanılarak net bir sınırlama getirilmemiştir. Yani zımnen bilinen terör
örgütü mensuplarının dışındaki şahıslar ve grupların da belli bir amaca yönelik terör
eylemi gerçekleştirebileceği kabul edilmektedir.
Yukarıdaki tanımlardan hareketle şu sonuca ulaşabiliriz; terör
organizasyonunun her zaman bilinen ve polisçe takip edilen bir yapı olması
gerekmemektedir. Yukarıda yapılan tanımlardan ve tecrübelerden hareketle devlet
dışı organizasyonların devleti hedef alarak terör eylemi gerçekleştirebilecekleri gibi
devlet içerisindeki bir takım organizasyonların da terör eylemi gerçekleştirebileceği
kabul edilmektedir. Ancak bu noktada şu soru kritik önem kazanmaktadır? Devlet
içerisindeki odaklar neden terör eylemi gerçekleştirmektedirler?

Terör Siyasî Sistemi İstikrarsızlaştırmanın Aracıdır
Terör örgütleri genelde toplumsal krizlerin yaşandığı dönemlerde ideolojik
altyapısı ile birlikte çatışmaların bir ürünü olarak ortaya çıkarlar. Bu itibarla bir terör
örgütünün ortaya çıkarak varlığını ispatlaması uzun bir hazırlık sürecinin sonucudur.
Bu yüzdendir ki güvenlik tedbirleri ile şiddet eylemlerinin önüne geçmek -kısmen-
mümkün olsa da bir terör organizasyonunu kökten çökertmek mümkün değildir. Terör
örgütleri şiddet eylemleri ile hiçbir siyasî yapıyı değiştiremeyeceklerinin farkındadırlar.
Üstelik tarihsel tecrübeler şiddet eylemlerin yaygınlaştığı dönemlerde idarenin daha
da sertleştiğini göstermektedir. Ancak eylemlerde arzu edilen iki şey vardır; birincisi
vatandaşın en temel görevi güvenlik olan devlete karşı güvensizlik hissederek
toplumsal olaylar içinde yönlendirilmeye açık hale gelmesi; ikincisi ise toplumsal
katmaların ve ideolojilerin kimliğin esas öğesini oluşturduğu ülkelerde vatandaşların
devlet otoritesi ile karşı karşıya getirilerek çatışan unsurların kimliklerinin
keskinleştirilmesidir.
Faaliyeti sona eren terör organizasyonları genelde sosyal değişim içinde
toplumsal desteğini kaybetmiş yapılardır. Yani toplumsal katmanlar arasındaki temel
çelişkiler (zengin/fakir, alevî/sünnî, sağcı/solcu vb.) sosyal değişim ile anlamını
yitirmiştir. Ancak yukarıda belirtildiği gibi kimi zaman toplumsal tabanı olmayan bazı
kuşkulu terör eylemlerinin varlığına da rastlanır. (Yunanistan, 17 Kasım) Bu örgütlerin
ortaya çıkartılması çok güç ve neredeyse imkânsız bir durumdur. Bunların
varlıklarının sona erdirilmesi ise yine sistemin kendi içerisinde ve planlı bir operasyon
sonucu olmaktadır. Yani bu tür yapılara yönelik operasyonların görünen yüzünün
ötesinde bir amacı vardır ki bu genelde toplumsal dizayna yöneliktir. Yani hem terör
organizasyonunun eylemi hem de buna karşı yürütülen operasyonun kendisi
“toplumsal mühendislik” amacı taşımaktadır. Böyle bir ortamda istikrar adına atılacak
adımların aslın da istikrarsızlığın bir aracı olduğu yönünde şüpheler mevcuttur. Yine
de güvenlik güçlerine ve adlî mekanizmalara düşen yasaların uygulanmasıdır.
Böylece kamu vicdanı tatmin edilecek ve görece istikrar ortamı sağlanmış olacaktır.
Provakatif Eylemlerin Amacı Nedir?
Anayasamızda “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bir bütün olduğundan bahsedilmekte olduğunu” görürüz. Bu ilke Devletin yönetim
şeklinin de temel esaslarını ortaya koymaktadır. Türkiye Cumhuriyeti üniter bir
devlettir. Yani yönetim tek ülke ve tek millet ilkesine göre düzenlenmiştir. Bu yönetim
illerin idaresinin başında Devleti ve hükümeti temsil eden valilerin ve hizmetten
sorumlu olan Belediye Başkanlarının olduğu ikili bir sistemin bulunması şeklinde tesis
edilmiştir. Milletin tekliği ise doğrudan siyasî bir statü olan “T.C. vatandaşlığı”na atıf
yapılmak suretiyle sağlanmıştır. Yani kendini T.C. vatandaşı kabul eden herkesin
Türk kabul edilmesi ilkesinde aslında “Türk”ün kültürel değil siyasî tanımı
yapılmaktadır. Bunun yanında Anayasa Mahkemesi’nin kapattığı partilerin gerekçeli
kararlarında ise vatandaşlarımızın farklı kültürel özelliklere sahip olduğu kabul
edilmekte; buna rağmen kültürel çeşitliliğin ayrılık nedeni olarak kullanılmasının
“bölücülük/ayrılıkçılık yasağı” ile önüne geçilmektedir.
Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde ülkenin standart kültüründen
farklı bir kültürel yapının olduğu söylenmektedir. Ancak doğrusu bu konuda yeterli
araştırma yapılmış değildir. Yapılan araştırmaların birçoğu ise önyargılı kabullere

dayanmaktadır. Üstelik araştırmaların amacının ortaklıkları değil de ayrılıkları
hedeflemesi baştan sonucunu da hazırlamaktadır. Buna rağmen birçok sebepten
ötürü bu bölgede sosyal ve kültürel yönden hassas bir yapının olduğu kabul
edilmektedir. Bu durum bölge halkını provakasyonlara açık hale getirmektedir.
Provakasyonlar ise kimi zaman örgüt mensuplarının doğrudan propagandası ile kimi
zaman legal imkânlar kullanılarak bazı dernek ve kuruluşlar ile, kimi zaman yabancı
şahısların temasları ile kimi zaman ise kimliğin bir öğesini ön plana çıkartan ve legal
yolları tüketerek karşısındakine saldırıya kadar tahrik eden bir tetikleme ile
olmaktadır. Şemdinli olaylarına bakıldığında bölgede yaşayan halkın kültürel
farklılığının (Kürt kökenli vatandaşlarımızın bu yönü “EY KÜRT HALKI” bildirisi ile
vurgulanmıştır) ve dinî hassasiyetlerinin (Bildiri metni içerisinde dinî duyarlılıklara da
hakaret edilmiştir.) üzerine siyasî kimlik (PKK/KONGRA-GEL örgütü destekçisi olma
durumu) bindirilerek toplumsal patlamanın yaşanması için gereken her şey
yapılmıştır. Şunu kabul etmek gerekir ki bunu gerçekleştirenler kimlikler üzerindeki
oyunların etkililiği ve bölge halkının duyarlılıkları üzerinde oldukça bilgi ve tecrübe
sahibidirler. Eğer bu kadar provakasyon herhangi bir Batı yerleşim bölgesinde
yapılmış olsa idi burada da sosyal patlama olacağından emin olunmalıdır. Bölgenin
kimliğini oluşturan birçok öğeden oldukça hassas olan birkaçı duyarlı hale getirilerek
sürekli kaşınıp tahrik edilmiş ve toplum patlamaya hazır hale getirilmiştir. Şemdinli’de
Kitapevinin bombalanması ile birlikte ise arzu edilen patlama ve çatışma ortaya
çıkmıştır. Bu eylemlerin Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef
almasından öte bilinçli bir provakasyonun sonuçlarından yararlanmak istediği
düşünülmektedir.
Eylemlerin gerçekleştirmesinde dört amaç güdülmüş olabilir;
1. Kültürel kimliğin üzerine inşa edilen siyasî kimliğin duyarlı hale getirilmesi,
böylece toplumun rahatlıkla eyleme çekilebileceği ortamın sağlanması,
2. Birinci halde duyarlı hale gelen siyasî kimliğin tehdit algısı –gerçekte
olduğundan daha fazla- abartılarak devletin şiddetli önlemlere
başvurmasının yolunun açılması, bölgedeki idarî sisteme olağanüstü
yönetim araçlarının hakim olmasının sağlanması,
3. Birinci ve ikinci halde bölgedeki güvenlik kaosunun siyasî otorite üzerinde
baskı unsuru olarak kullanılmasının yolunun açılması,
4. Son olarak ise bütün bu sayılanların üzerinde Türkiye’nin temel politik
yönelimlerinin (modernlik projesi, AB süreci) akamete uğratılması ve
merkezdeki siyasî/bürokratik yönetim elitinin güç ve yerlerini muhafaza
etmesi,
Olayların gelişimine ve olup bitenlere bakıldığında iç içe halkalardan oluşan bir
zincirleme reaksiyon mekanizmasının – yasadışı yapılanmanın – medyada ifade ediliş şekliyle
çetenin kurulduğu anlaşılmaktadır.
Bu tür yapılanmalarda her zaman için operasyonun arkasındaki isimlerin gizli tutulmaya
çalışıldığı, kendilerine ulaşılamadığı, bu durumun yukarıda açıklandığı gibi Dönemin yargı ve
devlet otoritelerinin, çoğu zaman bu tür yapılanma ve oluşumlar hakkında etkin bir soruşturma
yapamadığı bu durumun basına yansıyan yukarıdaki açıklamalara göre yakınmalara sebep
olduğu, içte ve dışta var ise bu tür yapılanmaların ortaya çıkarılması ve hukuk devleti
gereklerinin tesisi beklentilerinin yoğunlaştığı, bu nedenle halkanın ilk zincirinde olanlar yani
Astsubaylar Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ ile eski PKK.lı Veysel ATEŞ’in yanı sıra yapılanmanın

perde arkasındakilerin de deşifre edilmesi ve bu yönlü niyetlerin akamete uğratılması Devletin
bekası ve siyasî istikrar için elzemdir.
Yukarıda anlatılan genel ve sonuç değerlendirme ışığı altında toplanan tüm
dosya kapsamına göre kamu görevlileri olan şüpheliler Ali KAYA ve Özcan
İLDENİZ’in Terörle Mücadele adı altında yola çıkıp bir süre sonra yasaların
kendilerine verdiği yetkileri tam bir sorumsuzluk içinde yasadışılığı meşru sayıp
amaçlarına ulaşmak için her yöntemi uygun yöntem olarak benimseyerek yanlarında
kamu görevlisi olmayan eski bir PKK üyesi şüpheli Veysel ATEŞ’i de yanlarına alarak
tam bir dayanışma ve işbirliği içerisinde hareket edip Seferi YILMAZ isimli şahsa
zarar vermek veya bu şahsı öldürmek amacıyla suç tarihinde mezkur olayı
gerçekleştirdikleri, Anayasamızın 6. maddesindeki “Hiçbir kimse veya organ
kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz” hükmüne karşın
şüphelilerin aralarında suç işlemek için anlaştıkları, bunun ise kamu görevlileri olan
iki şüphelinin mevcut konumları itibariyle yapmış oldukları eylemin hukuk devleti
kuralları içerisinde savunulur yerinin olamayacağı, terörle mücadele adı altında da
olsa hukuk dışı bir yapılanma ve anlaşma ile devletin meşru güçleri gibi güç
kullanarak yürürlükteki yasalar yerine kendi güç ve kuralları ile sözde yasalar
oluşturmanın devleti hukuk devleti olmaktan çıkaracağı, bu koşullardan da güçlünün
sözünün geçtiği, nerede başlayıp nerede sona ereceği belli olmayan her türlü
yasadışılığın egemen olduğu bir sistem oluşacağı, sonuçta yurttaş devlet ilişkisinde
hukuk kuralları yerine korku ve kaygının geçerli olacağı, bunun da bir Anayasa veya
Yasa ihlalinin ötesinde bir hukuk ihlali niteliği taşıyacağı ve hukuk devletinin bütünü
ile ortadan kalkması sonucunu doğuracağı, terör örgütü mensupları, teröre yardım ve
yataklık edenler veya terör sempatizanları ile kısaca terörle mücadelenin olmazsa
olmaz kuralının hukuk devleti içerisinde hukukî kurallar çerçevesinde olmasının
gerektiği,
Bütün bu değerlendirmeler ışığında karşımıza şöyle bir tablo
çıkmaktadır;
1. Evrensel olarak kabul görmüş demokratik değerler olmakla birlikte bu
değerlerin toplumsal yaşama aktaracak üzerinde mutabakat sağlanmış
standart kurallar ve kavramlar bulunmamaktadır. Demokrasinin standardı ve
kavramların anlaşılması toplumsal kültüre göre değişmektedir.
2. Temelde Devlet denilen bürokratik aygıt ile seçilerek gelen siyasî hükümetler
arasında bir gerilim mevcuttur. Bu gerilim zaman zaman gizli ve açık
çatışmaya dönüşebilmektedir.
3. Devletin bekasını korumak ve temsil etmekle görevli olan bürokratik aygıt
içerisine sızmalar olması halinde bürokrasinin bizzat kendisi Devletin bekasını
tehdit eder noktaya gelebilir.
4. Her ülke istihbarat servisi ülke içinde ve dışında birtakım operasyonlar
gerçekleştirir. Ancak kimi zaman kendinden menkul ideolojileri ile Devletin
bekasını önceleyen ve kontrolsüz hareket eden gruplar ülke içerisindeki
birtakım operasyonlara girişebilirler. Ancak vatandaşın hak ve özgürlüklerini
tehdit eden bu tür operasyonların tasvip edilmesi mümkün değildir. Üstelik bu
tür grupların lokal operasyonlarının üst politik emeller için kurgulanan büyük
bir operasyonun parçası olma ihtimali de her zaman mevcuttur.
5. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan ve Cumhuriyet’in ilanında da kabul
edilerek devam ettirilen modernlik projesi Kürt milliyetçiliğinin ve siyasal

İslâm’ın devletin temel yaklaşımlarına hâkim olmasını temel tehdit unsurları
olarak belirlemiştir. Bugün kimi çevrelere göre siyasetin gizli ajandası bu iki
temel tehdidi içermektedir. Ayrıca çevreden gelerek merkezi ele geçirme
çabası içerisinde olan unsurlar modernlik projesinin sahibi olan sivil/askerî
bürokratik eliti oldukça rahatsız etmektedir. O halde devlet içerisinden kimi
ideolojik gruplaşmaların çıkar çevreleri ile işbirliği içerisinde temel risk faktörü
olarak gördükleri siyasî iktidara karşı tavır geliştirmesi beklenmeyen bir durum
olmamalıdır.
6. Bölgede kimlikler üzerine açıktan ve gizli gerçekleştirilen operasyonlar
vatandaşlarımızda Devlete ve siyasî iktidara karşı güvensizlik duygusu ortaya
çıkartmaktadır. Bu tür operasyonlar küreselleşen dünyada ancak dış tehdit
unsurlarının amaçlarına hizmet eder. Devletine bağlı huzur ve güveni
yakalamış bir toplum Türkiye’nin esas koruyucu kalkanıdır. Bu operasyonların
süratle deşifre edilerek kamuoyuna afişe edilmesi gerekmektedir. Bundan
sonraki operasyonların karşısına ancak siyasî olarak bilinçlenmiş bir toplum ile
çıkılabilir. Her kim gerçekleştirirse gerçekleştirsin terör eylemleri sonuç
getirmeyecektir. Üstelik bu tür olaylar Türkiye’nin karşısına uluslararası her
zeminde bir utanç tablosu olarak çıkartılmakta ve böylece ülkemiz tecrit
edilmektedir.
BU DEĞERLENDİRMEDEN ve GENEL AÇIKLAMADAN ÇIKAN SONUÇ :
Bu değerlendirmeler ışığında Şemdinli’de ortaya çıkan olayda terör eylemi
kullanılmıştır. Yani terör örgütlerinin yapmış olduğu eylemlerin bir benzeri kamu
görevlileri tarafından yapılmış ve sonuçta Hakkâri, Yüksekova, Şemdinli, Van, Muş,
İstanbul gibi yerlerde bu olayları protesto etmek için bir çok gösteri yapılmış, ölümler
ve yaralanmalar meydana gelmiş, bina, araç ve gereç hasarları oluşmuştur.
Şüpheliler Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat
Şube Müdürlüğü (JİT) görevlileridir. Her ne kadar görüntü itibariyle bu şüpheliler PKK
terör örgütü ile ilişkisi ve irtibatı olduğunu değerlendirdikleri Seferi YILMAZ isimli
şahsa bir şekilde zarar vermek suretiyle PKK terör örgütü ile mücadele etme
şeklindeki eylemleri yasal değildir. Güvenlik kuvvetlerimizin hangi şartlarda silâh ve
şiddet kullanacağı yasalarımızda ve yönetmeliklerimizde detayı ile açıklanmıştır. PKK
veya her hangi bir terör örgütü ile mücadele hukukî yollarla ve gerektiğinde silâh ve
şiddet kullanarak yapılacaktır. Terör örgütleri ile hukukî olmayan bir yöntem ile
mücadelede halkın devlete olan güveni zamanla sarsılabilir. Bu şekilde mücadele
yöntemini benimseyen bir takım oluşumlar zamanla devlet kademesinde yer
bulmakta ve yasaların kendilerine tanımadığı yetki ve görevlerle keyfî bir takım eylem
ve işlem gerçekleştirmek suretiyle kamuoyunun devlete karşı olan güvenini ve
inancını yitirmesine de neden olabilecektir. Sonuçta devlete karşı güvenini ve
inancını yitiren halkın görev ve yetkinin yasadışı olarak kullanılması sonucu meydana
gelen ihlalleri fiilî olarak protesto ederek sokaklarda gösteriler yapılacak ve kamu
düzeni bu şekilde bozulacaktır. Devleti oluşturan unsurlar halk ve bireydir. Kamu
düzeninin bu şekilde bozulması şeklen terörle mücadele eder gibi görünen yasadışı
bu oluşumların eylemleri sonucu gerçekleşecektir. Kamu görevlilerinin yasaya aykırı
olarak yaptığı şiddet ve silâh (bomba) kullanma eylemi açıkladığımız gibi devletin
birliğini sağlamaya yönelik bir eylem olmayıp kamu düzeninin bozulmasına,
karmaşaya, güvensizliğe neden olarak devletin birliğini bozmaya yönelik bir eylemdir.

Bu bombalama eylemi ile Şemdinli halkını provake eden bölücü örgüt
yandaşlarının halkı yönlendirdiği, özellikle Bayrağımıza ve Atatürk Büstü’ne
saldırıların da gerçekleştiği, gerek ilçede gerekse ülke genelinde tansiyonu
yükseltmeyi amaçlayan terör örgütü ve yandaşlarının pek çok yerde toplumsal
çatışma yaratmayı hedefledikleri, devamında güvenlik birimlerini tahrik etmek
suretiyle özellikle son dönemde insan hakları ve kişisel özgürlüklerin geliştirilmeye
çalışıldığı ve güvenlik güçlerimizin bu konularda gerekli hassasiyeti göstermek için
çaba harcadığı, bu ortamı bozdurmak ve devletimizi bazı uluslar arası platformlarda
sıkıntıya sokmak eyleminde oldukları, bu şekilde terör örgütü PKK.ya adeta fırsat ve
imkân tanınarak prim verilmiş ve bir takım eylemlerin yapılmasına zemin
hazırlanmıştır. Bu bombalama olayına ilgili kurum ve kuruluşların müdahale etmesi
ve gereğinin yapılmasına fırsat tanınmadan, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurum ve
kuruluşlarını hedef alan, mevzuata göre açıkça suç teşkil eden toplumsal eylemlerin
ardı ardına işlendiği, bunları yönlendiren ve büyük ihtimalle terör örgütü PKK.nın
uzantısı konumundaki kişilere müdahale edilememesi, bu konudaki zafiyeti gösterir
şekilde yerel bazı kişilerle irtibata girilerek yardım istenilmesi, belli bir alanın
tamamen boşaltılması ve burayı bombalama olayından sonra göstericilerin işgâl
etmesi, söz vermelere ve iyi niyetlere bağlı olarak resmî işlemlerin yapılması gibi bir
sürece girilmesi, aslında güvenlik güçlerinin alması gereken bazı tedbirleri
vatandaşların veya Belediye Başkanına bağlı olduğu söylenen bazı kişilerin alması
ve bunlardan yarar umulması terör örgütünün bölgedeki yeni stratejisine yardımcı
olmasına katkıda bulunacak bir anlayıştır. Bu olaylar göstermiştir ki bölgedeki halkın
kışkırtılması ve galeyana getirilmesi halinde müdahale etmesi gereken devlet
kuruluşları değil yöredeki politikacıların ve örgütün milis güçlerinin sözleri ve
talimatları etkili olacaktır. Bu açıdan açıkladığımız gerekçelerle 09.11.2005 tarihindeki
patlama olayı ve sonrasında gelişen toplumsal olaylar sonucu ülkenin kamu düzeni
ve istikrarı bozulmuştur. Bu gerekçelerle 09.11.2005 günü Şemdinli’de
gerçekleştirilen bomba eylemi devletin birliğini bozmaya yönelik bir eylemdir. Bu
bombalama olayı ve akabinde yaşanan olaylar bir arada değerlendirildiğinde terör
örgütü PKK.nın halk üzerindeki etkinliğinin artmasına, örgütün kısa sürede olayları
protesto etmek için binlerce insanı bir araya toplayabilme gücüne kavuşmuş olması
gibi imkânlara zemin hazırlanarak terör örgütünün lehine ve istediği sonuçları elde
etmesine yönelik bir ortam meydana getirilmiştir.
Türk Ceza Kanunu’nun 302. maddesinde tanımlanan Devletin Birliğini
Bozmaya Yönelik eylem ile tanımlanan Devletin Birliğini ve Ülke Bütünlüğünü
Bozmak şeklindeki suçun oluşabilmesi için belli amaca yönelik fiillerin
işlenmesi gerekmektedir. Bu fiiller şunlardır;
1 – Devletin Topraklarının Tamamını Veya Bir Kısmını Yabancı Bir Devletin
Egemenliği Altına Koymak,
2 – Devletin Birliğini Bozmak,
3 – Devletin Egemenliği Altında Bulunan Topraklardan Bir Kısmın Devlet
İdaresinden Ayırmak,
4 – Devletin Bağımsızlığını Zayıflatmak.
Bu suç serbest hareketli bir suçtur. Bu eylemlerden her hangi birinin
gerçekleşmesi hâlinde müsnet suç oluşur. Suçun oluşabilmesi için maddede yazılı
hedeflerin gerçekleşmiş bulunmasına ihtiyaç yoktur. Belirtilen amaçlara yönelik
fiillerin işlenmiş bulunması yeterlidir. Bu fiillerin cebrî nitelikte olması gerekir. Ayrıca

bu suçun işlenmesi sırasında kişiler öldürülmüş veya yaralanmış ise bu suçlardan da
cezaya hükmolunacaktır.
Somut olayımızda Mehmet Zahir KORKMAZ isimli kişi ölmüş, Seferi YILMAZ
ve Metin KORKMAZ isimli kişiler ise öldürülmeye teşebbüs edilmiştir. Her ne kadar
şüphelilerin hedefi Seferi YILMAZ ise de olay anında ölen Mehmet Zahir KORKMAZ
ve yaralı Metin KORKMAZ’da Seferi YILMAZ ile birliktedirler.
Türk Ceza Kanunu’nun 316. maddesinde; Devletin ülkesine, egemenliğine,
birliğine ve Anayasa düzenine karşı suçlardan herhangi birini işlemek üzere
gerçekleştirilecek birleşmeleri önlemek maksadıyla caydırıcı bir tehlike suçunu
meydana getirmiş bulunmaktadır. Bu maddede yer alan suç, sadece bir anlaşmanın
gerçekleştirilmesiyle oluşmaktadır.
Anlaşmadan maksat, iki veya daha fazla kişinin madde metninde gösterildiği
üzere, maddî olgularla belirlenen bir biçimde, bir irade birleşmesine varmış
olmalarıdır. Suçun işlenmesinde kullanılacak vasıtalar hakkında da anlaşmanın
gerçekleşmesi gereklidir. Şüpheliler suçun işlenmesinde patlayıcı madde olan bomba
kullanma üzerinde anlaşmaya varmışlardır.
Şüpheliler, eski PKK.lı Seferi YILMAZ’ı öldürmek veya ona zarar vermek
amacıyla, yani suç işlemek için aralarında anlaşma sağlamışlardır. Seferi YILMAZ’ın
öldürülmesi veya ona zarar verilmesi eylemi, yukarıda belirttiğimiz gibi terör
yöntemleri uygulanarak meydana getirilmiştir. Şüphelilerin, Seferi YILMAZ’ı
öldürmeye çalışmak şeklinde ortaya çıkan görüntünün ötesindeki asıl amaçları ise;
bu tür provake terör eylemleri gerçekleştirmek suretiyle ülkede karışıklık yaratmak,
kamu düzenini bozmak ve nihayetinde Devletin birliğini bozmaktır. Çünkü bölgede
yıllardan beri terör süregelmiştir. Halk uzun yıllar terörle iç içe yaşamaktadır. Bu
bölgelerimizde her an terör örgütüne müzahir olan kişilerin provakatif eylemlerine
rastlamak olasıdır. Böyle bir durum ise ülkemizde her an karmaşa ve karışıklık
yaşanabileceği sonucunu doğurmaktadır. Bu karmaşa ve karışıklık ile Devletin birliği
de bozulmak istenmektedir. Böylece şüpheliler suç işlemek için anlaşmışlar ve terör
yöntemlerini kullanarak söz konusu eylemi gerçekleştirmişler ve bu eylem yukarıda
açıkladığımız gerekçelerle devletin birliğini bozmak için gerçekleştirilen bir eylem
olma özelliğine dönüşmüştür.
Hakkâri Merkez, Yüksekova ve Şemdinli ilçelerinde 15 Temmuz – 10 Kasım TARİHLERİ
ARASINDA 18 bombalama olayı yaşandığı, ilk günlerden itibaren medyanın da yansıttığı gibi
gittikçe tırmanan olayların yörede büyük huzursuzluğa, halk üzerinde endişe ve korkuya yol
açtığı, kamuoyu vicdanını rahatsız ettiği anlaşılmıştır.
Yukarıda da açıkladığımız üzere şüpheliler Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in savunmalarının kabul
edilmesi halinde söz konusu bombalama olayını terör örgütü PKK gerçekleştirdiği varsayımından hareket
ettiğimizde; terör örgütünün aynı tipte Alman yapımı dört adet el bombasını temin ettikten sonra iki tanesini
kitapevi’ne attırması gerektiği, diğer iki tanesini de Jandarma’ya ait aracın ilçeye geleceğini, araçta MKE
yapımı el bombası bulunabileceğini varsayarak bunları değiştirmek amacıyla muhafaza etmesi gerekeceği
ve patlamanın gerçekleşmesine müteakip şüpheli Ali KAYA’nın savunduğu şekilde MKE yapımı el
bombalarının araç içerisinden karmaşa ve karışıklık ortamında terör örgütü mensupları veya yandaşlarınca
değiştirmeleri gerekeceği, bu varsayımın ise dosyadaki delil kapsamına göre gerçekleşmesinin mümkün
olmadığı,

Böylece yapılan soruşturma sonunda toplanan delillerden yukarıda açık kimlik
bilgileri yazılı şüphelilerin üzerlerine atılı suçları işledikleri anlaşılmakla;
Şüphelilerin yargılamalarının CMK.nun 250. ve devamı maddeleri gereğince
mahkemenizce yapılarak eylemlerine uyan yukarıda gösterilen sevk maddeleri
gereğince CEZALANDIRILMALARINA,
Adlî Emanetimizin 2005/236 Sırasına kayıtlı ;
1 – Kalashnikov marka silâhlara ait 11 adet şarjör ve 361 adet merminin
şüpheliler Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in görev yaptıkları Hakkâri İl Jandarma Alay
Komutanlığı’na İADESİNE ,
2 - 2 adet not defteri ve ortadan kırılmış vaziyette olan bir adet plakanın (30
AK 933) DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,
3 – Şüpheli Veysel ATEŞ’e ait bir adet Nokia marka 3310 model
351534/00/39716/0 imei numaralı cep telefonunun suçun işlenmesinde iletişim aracı
olarak kullanıldığı anlaşıldığından TCK.nun 54/1. Maddesi Gereğince
MÜSADERESİNE,
4 - Bir adet cep telefonu kulaklığının şüpheli Veysel ATEŞ’e İADESİNE,
5 - Şüpheli Veysel ATEŞ’e ait bir adet montun DOSYADA DELİL OLARAK
SAKLANMASINA,
6 - Hakkâri İl Jandarma Komutanlığının 18.11.2005 tarih ve 9582 sayılı yazıları
ile ekindeki 6 adet görüşme kayıt CD'sinin, 15 adet tutanak ile dinleme kararının
tasdikli fotokopisinin ve Hakkâri İl Emniyet Müdürlüğünün 20.11.2005 tarih 329 sayılı
yazıları ile ekindeki zarf içerisindeki Ali KAYA’ya ait Görüşme Kayıt TAPE.lerinin
DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,
7 - Şüpheliler Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in istihbarat çalışmalarında
kullandıkları evrakların (harita, krokiler, isim listeleri, Seferi YILMAZ’a ait Biyografik
Bilgi Formu, İfade Tutanağı, çeşitli resimler, Seferi YILMAZ’a ait bilgi notu vs.)
DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,
Adlî Emanetimizin 2005/239 Sırasında kayıtlı :
1 - İki adet ateşleme tertibatı sökülmüş el bombasının suçta kullanılmak üzere
şüphelilerin yanında bulunduğu anlaşıldığından TCK.nun 54/1. maddesi gereğince
MÜSADERESİNE,
2 - İki adet patlamış el bombası maşası, patlamış el bombası metal parçaları,
Mehmet Zahir KORKMAZ'ın otopsisinde çıkarılan metal parçaları ve olay yerinden
elde edilen ufalanmış beton parçalarının DOSYADA DELİL OLARAK
SAKLANMASINA,
Adlî Emanetimizin 2005/241 Sırasında Kayıtlı;
Üç (3) adet; 7,62 mm çapında 56-1 27148588 Seri Numaralı, 7,62 mm
çapında 78 GH 0235 Seri Numaralı ve 7,62 mm çapında 68 K 7843 Seri Numaralı
kaleşnikov marka tüfeğin Ankara Polis Kriminal laboratuarı kayıtlarında her hangi bir

faili meçhul olaylarda kullanıldığı yönünde bir bilgi olmadığı ancak bu tüfeklerden
elde edilen mukayeseye elverişli fişeklerin Türkiye genelinde Polis ve Jandarma
Kriminal laboratuarlarına gönderildiği ancak raporların henüz dosyamıza gelmediği,
ayrıca söz konusu tüfeklerin namlularının orijinal namlu olup olmadığı veya sonradan
değiştirilip değiştirilmediği hususunda Ankara Polis Kriminal Laboratuarına yazılan
yazı cevabının da henüz gelmediği,
Soruşturmanın tutuklu iş olduğu ve raporlarının dönmesinin uzun zaman
alabileceği nazara alınarak Türkiye genelindeki Polis ve Jandarma Kriminal
Laboratuarından gelecek ekspertiz raporlarına göre emanetimize kayıtlı 3 adet
kalashnikov marka tüfek hakkında GEREĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİNE,
Adlî Emanetimizin 2005/249 Sırasında Kayıtlı,
Olay yeri görüntülerini içeren 2 adet CD ve bir adet disketin DOSYADA DELİL
OLARAK SAKLANMASINA,
Adlî Emanetimizin 2005/258 Sırasında Kayıtlı;
Patlama olayı ile ilgili olay yeri fotoğrafları (32 adet) ile olay yeri görüntülerini
içeren bir adet VHS video kasetinin DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,
Adlî Emanetimizin 2005/273 Sırasında Kayıtlı;
09.11.2005 günü Şemdinli İlçesinde meydana gelen patlama olayı
görüntülerini içerir üç (3) Adet CD.nin DOSYADA DELİL OLARAK
SAKLANMASINA,
Adlî Emanetimizin 2006/8 Sırasında Kayıtlı;
0532 276 83 73, 0532 564 28 98 ve 505 235 63 98 numaralı telefonlar ait ses
kayıtlarının bulunduğu üç adet CD.nin ve bir adet 250 GB'lik WCAL73573903S/N'lu
WESTREN DIGITAL marka bilgisayar diski içinde bulunan 7 bilgisayara ait 185
GB'lık image (birebir kopya) bilgisayar diskinin DOSYADA DELİL OLARAK
SAKLANMASINA,
Adlî Emanetimizin 2006/11 Sırasında Kayıtlı;
Görüntü ve ses kayıtları içerir yedi (7) adeAt CD.nin DOSYADA DELİL
OLARAK SAKLANMASINA karar verilmesi;
Adlî Emanetimizin 2006/48 Sırasında Kayıtlı;
Üzerinde Anadolu Finans yazılı haki yeşil renkli ajanda ve ajandanın
içerisindeki İran ülkesine ait olabileceği düşünülen Farsça yazılı kimlik ile iki adet boş
zarf ve kargo gönderi poşetinin DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA karar
verilmesi;
Kamu adına talep ve iddia olunur. 03.03.2006
Ferhat SARIKAYA
Van Cumhuriyet Savcısı
36822

Bu Blogda Ara