KOMÜNİST ENTERNASYONAL’İN (KOMİNTERN) DAĞITILMASI ÜZERİNE

Henri Barbusse İşçi ve Halk Kültürü Çevresi



Giriş



Aşağıdaki metin, Henry Barbusse İşçi ve Halk Kültür Çevresi’ne mensup yoldaşlar tarafından, Ekim Devrimi’nin 75. yıldönümünü anma gününde sunulmuş ve ardından broşür halinde yayınlanmıştır.



*******



Ulusal ve uluslararası sınıf savaşımlarının çeşitli alanlarında kapitalist güçlerin kazandığı bir zaferle ayırdedilen dünyadaki mevcut güç ilişkileri, uluslararası komünist hareketin bilânçosunu çıkarma sorununu gündeme getirmektedir. Bu görev hem meşru, hem zorunlu, hem de acildir. Proletaryanın ve ezilen halkların ihtiyaç duydukları partileri yeniden kurabilme yeteneğimiz, bu soruya verilecek yanıta bağlıdır. Bu temel ve merkezi sorun, acele sonuçlara varmadan, ciddiyetle ve diyalektik materyalizmin inceleme yöntemiyle ele alınmalıdır.







I. SORUN HAKKINDA YAPILAN TAHLİLLERİN DURUMU



Burjuvazinin kin dolu, intikam kokan ve tutarsız lakırdıları bir kenara bırakılırsa, sosyalist kampın 20. yy.’daki bozgunu ile ilgili olarak dört tip tez ileri sürülmüştür:



1- İktidarın bürokrasi tarafından ele geçirilmesi ve “yozlaşmış bir işçi devleti”nin ortaya çıkmasıyla sonuçlanan bir “Stalinci hükümet darbesi” iddiası üzerinde temellenen Troçkist tezler. Troçkist eğilimlerin çokluğu, “hükümet darbesi”nin tarihi ve ondan kaynaklanan düzenin ne olarak adlandırılacağı üzerine farklı yorumlara neden olur. Bazıları bu düzene “yozlaşmış işçi devleti” derken diğerleri “devlet kapitalizmi” adını verirler.



2- Sosyalizmi bir “devlet kapitalizmi”ne ve “sosyal emperyalizm”e dönüştüren Kruşçevci bir hükümet darbesi iddiası üzerine inşa edilen Maoist tezler.



3- Yarı-Troçkist olarak adlandıracağımız tezler: Buna göre, uluslararası komünist hareketin emperyalizm karşısında teslim olmasının kökeninde, Komünist Enternasyonal’in 7. kongresince savunulan ve uygulamaya konan Halk Cephesi taktiği yatmaktadır. Bu yaklaşımda ısrar edenlerin çoğunluğunun görüşü, uluslararası komünist hareketin önceki kongrelerindeki “sınıfa karşı sınıf” taktiği korunmak gerekirken, SSCB’nin “kendi uluslararası çıkarları”nı savunan bir duruşu uluslararası komünist harekete “dayatması”nın sağ bir politikaya yol açtığı şeklindedir.



4- Son olarak daha yeni olan teze göre, uluslararası komünist hareketin bozgununun işareti, III. Enternasyonal’in dağıtılması olmuştur. Yine burada da, SSCB tarafından “dar milliyetçi” bir duruşun “dayatılması” iddiası sıklıkla dile getirilmekte, Komünist Enternasyonal’in dağıtılmasının, Stalin ve SSCB tarafından, İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz ve Amerikalılara ikinci bir cephe açmaları için ödenen bir bedel olduğu söylenmektedir.



Daha iyi inceleyebilmek için bu dört tip duruşu birbirinden ayırdık. Gerçekte, bu dördünden bir kaçını birden söyleyen ya da bunlara eklemlenen tüm bir kanıtlamalar serisi mevcuttur.



Böylelikle bazıları, iktidarın “Stalinci bürokrasi” tarafından ele geçirilmesinin, her türlü uluslararası devrim amacının terk edilmesi anlamına geldiğini; dolayısıyla bu ele geçirişin, 7. Kongre’nin “sağ taktik”i ile kendini ortaya koyan ve en uç noktası Komünist Enternasyonal’in dağıtılması olan bir politikaya (1, 3, 4. tezlerin söylemi), uluslararası komünist hareketin zararına olarak SSCB’nin kendi çıkarlarını savunmaya yönelik bir politikaya sürüklediğini düşünürler. Bu bakış açılarını savunan Troçkist hareket, çelişkili bir biçimde, Kruşçev’in iktidara gelişini, “Stalinizm”i suçladığı ölçüde, olumlu sayar.



Troçkist tezleri reddeden başkaları için, geri çekilmeye ve oradan da Komünist Enternasyonal’in dağıtılması anlamında teslim olmaya götüren, Halk Cephesi taktiğidir. (3 ve 4. tezlerin söylemi)



Başka söylemler de mevcuttur. Ama buradaki amacımız her küçük ayrıma cevap bulmak değil, bu tür bilânço çıkarmanın yetersizliklerini, yanlışlıklarını ve tehlikelerini göstermektir.



Nitekim bu ifadelerin çekiciliğine kapılmış dürüst militanlarla -özellikle de Fransız Komünist Partisi’nin bağrında- karşılaştık. Marksist-Leninist örgütlenmeler bile bunlara kapılmaktadırlar. Komünist Yeniden Oluşum da bu şekilde düşünmektedir:



“Halk Cephesi de denilen, iktidar için savaşımın terk edilmesiyle - ki bu terkin geçici olduğu da düşünülebilirdi - ayırt edilen bir geri çekilme evresinden sonra, Komünist Enternasyonal’in dağıtılması, bu evrimde çok önemli bir aşamadır. Komünist Enternasyonal’i dağıtmak, bozguna uğramak demekti.” (Komünist Yeniden Oluşum’un Henry Barbusse Derneği’ne mektubu)



Aynı tip duruş, Japon Komünist Partisi (sol) tarafından da 1983′ten beri savunulmuştur:



“30′lu yıllarda, ikinci bir dünya savaşı tehlikesinin yaklaşmasıyla, SBKP’nin bağrında milliyetçilik eğilimi baş kaldırmıştı. Bunun anlamı, enternasyonalizmden ve proleter dünya devriminden sapmak, Sovyetler Birliği’nin savunmasını her şeyden üstün tutmak ve (sonunda dağılana kadar) devrimci mücadeleleri ona tabi kılmaktı.” (Bulletin İnternational, sayı 68-70, 1983)



İşi daha fazla karıştırmadan, bu kanıtlama yönteminin bugüne kadar Troçkist oluşumların özel olarak tahsis edilmiş ilgi alanı olduğunu belirtmek zorunludur. Aynı şekilde, ufak bir topluluk, “Bolşevik” şöyle düşünüyor:



“Komünist Enternasyonal’in 7. kongresi (Temmuz 1935), “demokratik” burjuvazi ve II. Enternasyonal’in şoven sosyal demokratları ile birlik temelinde oportünist ve sosyal-şoven bir çizgi benimseyerek, Leninizmi ve enternasyonalizmi resmen ve kesin olarak reddetti.” (Yeni Enternasyonal, sayı 1, 1977)



Fazla uzatmadan, acele çıkarımlara varmanın tehlikesinin ve bilimsel bir inceleme yapma zorunluluğunun altını çizmekteyiz. Burjuvazinin ve emperyalizmin ideolojik baskısı öylesine artmıştır ve kuvvetlerimizin uğradığı yıkım öylesine büyüktür ki, öznelcilik, burjuvazinin en eski tezleriyle birleşen çıkarımlar yapma tehlikesi yaratmaktadır. Bu öznelcilik, önemli bir olayı, süreç ve bağlamından kopararak ele almakta ve yenilginin kökenlerini onda aratmaktadır.



Böylelikle sebep, birilerine göre Kruşçev’in gelişi, başkalarına göre Stalin’in gelişi, bazılarına göre 7. Kongre, sonunculara göre ise, Komünist Enternasyonal’in dağıtılmasıdır. Bir kere bu ilk adım atıldı mı, engellenmesi imkânsız başkaları bunu takip eder, çünkü koşulların ve süreçlerin dikkate alınmaması burjuva bakış açısının benimsenmesi olacaktır ki bu bakış açısı elini attığı her şeyden sosyalizmin mümkün olmadığı sonucunu çıkartır.



Komünist Enternasyonal’in dağıtılmasını, uluslararası komünist hareketin çıkarlarının SSCB’nin çıkarlarına tabi kılınmasının ve yenilginin nedeni olarak gösteren tezler, bunları önceleyen her olaydan, sadece ve sadece Komünist Enternasyonal’in 7. Kongresinin SSCB’nin çıkarlarına hizmet ettiğini ve uluslararası komünist hareketin çıkarlarıyla uyuşmadığını sözümona mantıksal olarak çıkarsamaya uğraşırlar. Uzun lafın kısası, tüm bu tezler, sosyalizmin yalnız tek bir ülkede kurulmasıyla Stalin ve SSCB tarafından dünya devrimine yapılan sözümona ihanete dair Troçkist tezde birleşirler.







II. MARKSİST-LENİNİST BİLİMİN LAFZININ ÖZÜNE KARŞI ÇIKARILMASI



Bazı komünist tez ve incelemeleri bağlamlarından kopararak kullanmak, eklektizmin özüdür. İşte birkaç örnek:



Proletaryanın mücadelesi, yüksek düzeyde uluslar arası olduğuna göre, eklektizm buradan hareket ederek, her türlü ulusal mücadelenin ve her türlü ulusal sorunun gerici nitelikte olduğuna hükmeder. Bunun için Marx’ın “Proleterlerin vatanı yoktur, sahip olmadıkları bir şey ellerinden alınamaz” sözüne sığınmaya çalışır ve bunu Marx ve Engels’in aşağıdaki kesin ifadesiyle birlikte değerlendirmeyi unutur:



“Her ülkenin proletaryası, ilk önce kendi ülkesinde siyasal iktidarı ele geçirmek, kendini ulusun yönetici sınıfı olarak ortaya koymak ve bizzat ulusun kendisi olmak zorundadır ve asla kelimenin burjuva anlamında değil ama bu anlamında henüz ulusallığını korur.” (K. Marx ve F. Engels, Komünist Parti Manifestosu)



Eklektizm, Komünist Enternasyonal’in 7. Kongresinin çalışmalarını incelerken de aynı biçimde, görünüşteki bazı olguları gelişi güzel alıkor ve diğerlerini eler. Örneğin, Dimitrov’un şu değerlendirmesine dayanarak “sınıfa karşı sınıf” taktiğinden Halk Cephesi taktiğine geçiş üzerinde fazlasıyla durur: “Bugün birçok kapitalist ülkede, emekçi yığınların şu an için somut olarak yapmak zorunda kaldıkları seçim, proletarya diktatörlüğü ile burjuva demokrasisi arasında değil, faşizmle burjuva demokrasisi arasındadır.” (G. Dimitrov, Komünist Enternasyonal’in 7. Kongresi’nin Kapanış Konuşması)



Ama aynı eklektizm, aynı Dimitrov’un bu değerlendirmeyi karmaşık ve çelişkili bir gerçeklik karşısında yaptığını ve değerlendirmesine Lenin’den şu alıntıyı yaparak devam ettiğini unutur: “Demokrasi için savaşımın proletaryayı sosyalist devrim yolundan döndürebileceğine, bu yolu örtüp gizleyeceğine veya benzeri bir şey yapabileceğine inanmak büyük bir hata olurdu… Tam tersine, sosyalizmin zaferi tam ve gerçek bir demokrasi hayata geçirilmeden mümkün olmadığına göre, demokrasi için çetin, tutarlı ve devrimci bir savaşım vermeden proletaryanın burjuvaziyi yenmeye hazırlanabilmesi de mümkün değildir.” (Dimitrov’un Lenin’in Eserler’inin 22. Cildinden yaptığı alıntı)



Nihayet son örnek de, Komünist Enternasyonal’in dağıtılmasıdır. Eklektik görüş, bu kararın diğer sebepleri ve özellikle de savaşın gerçek niteliği üzerinde durmadan, dağıtma kararı ile savaşta ikinci cephenin açılması arasındaki apaçık bağdan bahsedecektir.



Böyle bir bağdan bahsetmek sonuç olarak bilinen bir olguyu tekrar tespit etmekten başka bir şey değildir. Çünkü Stalin’in bizzat kendisi bunu 28 Mayıs 1943′te açıkça ifade etmiştir:



“Bana göre Komünist Enternasyonal’in dağıtılması çok yerinde bir karar olmuştur, çünkü özellikle şimdi, faşist canavarın kalan son gücünü harcadığı şu zamanda, onun işini bitirmek ve faşist baskı altındaki halkları özgürlüklerine kavuşturmak için özgürlük aşığı tüm ülkelerin ortak saldırısını örgütlemek zorunludur.” (J. Stalin, Reuter Ajansı’na Cevap, 8 Mayıs 1943)



Bir yandan Nazilerle İngiliz ve Amerikan kuvvetleri arasında SSCB’ye karşı çeşitli ittifak arayışlarının olduğu, diğer yandan uluslararası komünist hareketin -kimi Nazi işgali altında, kimi Nazilerle ittifak halinde, kimi özgürleştirilmiş ya da İngiliz ve Amerikan kuvvetleri tarafından özgürleştirilmek üzere olan- birbirinden çok farklı koşullara sahip çok sayıda ülkede değişik koşullarla karşı karşıya kaldığı, bazı partilerin, burjuvazinin Nazilerle birlikte veya onlara karşı çeşitli yollara saptığı (kimi zaman, direniş, kimi zaman işbirliği, kimi zaman ikili oynama) ülkelerde faaliyet göstermek zorunda kaldığı bir genel bağlam söz konusu iken, Komünist Enternasyonal’in dağıtılması kararını dayandığı bu bağlamdan koparmak, fiilen öznelciliğe ve somut durumun somut tahlilini yapmakta gerçek bir yeteneksizliğe mahkûm olmak demektir.



Komünistlerin örgütünün biçimi, donmuş ve değişmez bir gerçeklik değildir. Tam tersine bu biçim, proletaryanın ve öncüsünün karşı karşıya olduğu güç ilişkilerinin ve sınıf mücadelesinin somut durumunun yüklediği somut görev ve ihtiyaçlara göre değişir.



Bu hususları göz önüne almamak, Marx ve Engels’in neden Birinci Enternasyonal’in kuruluşuna katıldıklarını ve ardından onu dağıtmak için her şeyi yaptıklarını, II. Enternasyonal’in neden şoven ve oportünist bir sonuca vardığını, Lenin’in neden önce bir gazetenin (İskra) etrafında gerçekleşecek bir örgütlenmeyi, ardından sağ eğilimi içinde barındıran partiyi ve son olarak da “oportünist unsurlarından kendini arındırmış” Bolşevik partiyi tavsiye ettiğini anlamamaktır.



Kısacası Komünist Enternasyonal’in dağıtılmasının uygun olup olmadığı üzerine yapılan değerlendirme ne olursa olsun, kendine özgü böyle bir olayda uluslararası komünist hareketin “yozlaşmasının” ve “yenilgisnin” nedenini görmek yanlıştır, bilime ve diyalektiğe aykırıdır. Uluslararası komünist harekette tespit ettiğimiz oportünist ve revizyonist evrimde, her ülke ve her partide bulunan nesnel (emperyalizme bağlı) ve öznel (revizyonizme bağlı) etkenler belirleyici olmuştur.



Aynı sebeplerle, mevcut yenilgiye yol açan tüm sapma ve bozulmalara “mucizevi” bir çözüm bulacak yeni bir enternasyonalin kurulmasını beklemek de yanlıştır. Tam tersine, bu sapmalara karşı verilen mücadele, belirli sayıda ülkede ve komünist örgütte gelişip ilerlediği zaman, yeni bir enternasyonal mümkün ve gerçekleştirilebilir olacaktır.







III. MARKSİZM-LENİNİZM VE KOMÜNİSTLERİN ÖRGÜTÜ



Örgüt sorunu proletaryanın karşısına, Marksizmin ortaya çıkışından çok önce çıkmıştır. Çünkü Lenin’in dediği gibi “proletaryanın mücadeledeki yegane silahı örgütü” idi ve kapitalizmin, temel çelişkisi olan proletarya ve burjuvazi arasındaki karşıtlık temelinde gelişmesi, bu zorunluluğu açıkça ortaya koyuyordu.



Proletaryanın örgütünün hangi biçimleri alacağı sorusu, siyasal bilinç seviyesindeki, zamanın ihtiyaçlarındaki, işçi sınıfının üzerine odaklandığı hedeflerdeki ve sınıfsal güç ilişkilerindeki değişikliklere göre hep sorulagelmiştir.



Bu sebepledir ki Marx, proletaryanın örgütü olarak gizli cemiyet ve teşekküllerin gelişimini tahlil ettiğinde, bu oluşumların nedenini nesnel durumun evrimine bağlamıştır:



“1848-1849 devriminin başarısızlıkla sonuçlanması, kıta Avrupa’sındaki proletarya partisinin, ayrıcalık adına neye sahipse hepsini, yani partinin örgütlenmesinin yasal yollarını kaybetmesine yol açmıştı. (…) 1849′dan sonra, proletarya partisinin elinde, 1848′den önce olduğu gibi tek bir araç vardı: yeraltı örgütü.” (K. Marx, Köln’de Komünistlerin Yargılanması)



Marx, örgütün sadece biçiminin değil, hedeflerinin de “somut durumun somut tahlili” ne bağlı olması gerektiğini düşünüyordu:



“Bu gizli derneklerden bazıları doğrudan doğruya mevcut iktidarın devrilmesi yolunu izliyorlardı. Bu taktik, proletaryanın burjuvazi tarafından yenilgiye uğratıldığı ve hükümete karşı savaşımın doğrudan doğruya burjuvaziye karşı savaşımla karıştığı Fransa için doğruydu. Diğer bazı gizli dernekler, mevcut hükümetlerle ilgilenmeden, proletaryayı bir parti çatısı altında örgütlemeyi amaç edindiler. Bu taktik, burjuvazi ve proletaryanın her ikisinin de yarı feodal hükümetlere kul köle oldukları Almanya gibi ülkelerde zorunluydu.” (Age, s. 187)



1. Birinci Enternasyonal



Marx ve Engels’in görüşlerini kavramak için, proletaryanın ve örgütlerinin o dönemdeki durumunu öncelikle dikkate almak gerekir. Örgütün biçim ve hedeflerini belirlemek için gerekli olan bu unsurları hesaba katmayan Komünistler Ligi’ndeki “azınlık” la ilgili olarak Marx’ın söylediklerine kulak verelim:



“Azınlık, eleştirel bir görüş yerine dogmatik bir görüş ve materyalist bir kavrayış yerine idealist bir kavrayış sergiliyor. Nesnel durum yerine tek başına öznel irade devrimin itici gücü haline geliyor. Oysa biz, işçilere şunu söylüyoruz: “Sadece mevcut durumu değiştirmek için değil, ama aynı zamanda kendinizi de değiştirmek ve siyasal iktidara yetenekli hale getirmek için 15, 20, 50 yıllık bir iç savaşlar ve uluslararası mücadeleler dönemini aşmak zorundasınız.” Ve sizse, tersine, onlara şöyle diyorsunuz: “Ya hemen iktidara gelelim ya da iki kulağımızın üzerine yatıp uyuyalım, başka seçenek yok.” Bir yandan biz, Alman işçilerinin dikkatini özellikle Alman proletaryasının biçimsiz durumuna çekerken, siz diğer yandan, milliyetçi duyguya ve Alman zanaatçılarının elbette daha çok tutulacak olan korporatif önyargılarına en kaba bir biçimde dalkavukluk ediyorsunuz. Demokratların halk (demos) kelimesine yaptığı şeyi siz proletarya kelimesine yapıyor ve onu kendinde kutsal bir varlık haline getiriyorsunuz. Tıpkı demokratlar gibi, devrimci evrimi çıkarıp yerine devrimci lafazanlığı koyuyorsunuz.” (Age. S. 107)



Marx’ın zamanın Alman “solcu”larına ve Almanya’daki somut duruma karşı bu değerlendirmesi, aynı biçimde Avrupa ölçeğinde de geçerliydi. O dönemde ortalık, proletaryayı özgürlüğüne kavuşturma iddiasındaki her türlü ideoloji ile dolup taşıyordu: Korporatizm, kooperatizm, anarşizm, ütopik sosyalizm. Bunların kendilerine özgü çok sayıda değişik örgütü vardı (sendikalar, kooperatifler, düşünce toplulukları, gizli teşekküller…).



İşte böyle bir gerçeklikten hareketledir ki Marx ve Engels, görevi tüm işçi örgütleri arasında iletişim ve ortak çalışmayı sağlamak olan Birinci Enternasyonal’i savunmuşlardır. Demek ki amaç, merkezi bir savaş örgütünün yaratılması değil, işçilere sınıf çıkarlarının, mücadelelerinin, içinde yaşadıkları koşulların ortak karakterinin ve yeni burjuva toplumundaki tarihsel görevlerinin özdeşliğini anlatmaktı. Uluslararası İşçi Birliği’nin tüzüğünün birinci maddesi şunu bildiriyordu:



“Birlik, aynı amacı güden değişik ülkelerin işçi dernekleri arasında merkezi bir iletişim ve ortak çalışma noktası oluşturmak için kurulmuştur. Bu amaç, işçi sınıfının karşılıklı yardımlaşması, gelişmesi ve nihai kurtuluşudur.”



Bu birinci madde, Marx’ın 1848′de Komünist Parti Manifestosu’nda ortaya koyduğu tezlere göre daha geridedir. Ama bu da koşulların tahlilinin zorunlu sonucudur:



“Ona, İngiliz sendikalarına, Almanlara, Fransızlara, Belçikalılara, İtalyan ve İspanyollara, hatta Alman Lassalle’cilerine kapıları kapatmayacak kadar geniş bir program gerekiyordu.” (Manifesto’nun 1880 tarihli Almanca baskısına önsöz)



Marx ve Engels’in devasa çalışması, zararlı akımları, özellikle de Bakunin’ci anarşistleri politik ve ideolojik olarak yenilgiye uğratarak, mevcut durumu aydınlatmayı ve en iyi devrimcileri birleştirmeyi sağladı. Birinci Enternasyonal böylece Avrupa işçi sınıfı içinde kaçınılmaz olarak gerçek bir kabul görebildi ve gerçek bir otorite kazanabildi.



Ancak yaşadıkları bu ideolojik bozgundan sonra, anti-Marksist küçük burjuva akımlar, Uluslararası İşçi Birliği’nin itibarından yararlanarak, kendi hatalı fikirlerini ortaya atıp yaymak için Birliği kullandılar. Bunun üzerine Marx ve Engels, merkezini New York’a taşıyarak Birliğin çalışmasını yavaşlatmanın kavgasını verdiler:



“Sidik torbasının patlamak zorunda olduğunu çok iyi biliyorduk. Her cinsten değersiz kişiler topluluğu ona yapışıyordu. Enternasyonal içindeki sekterler, küstahlık yapıyor, en berbat budalalıklarına ve alçaklıklarına izin verilir umuduyla Enternasyonal’i kötüye kullanıyorlardı. Onlara taviz vermedik. (…) La Haye’de uzlaşma ruhuyla hareket etmiş ve ayrışmanın gerçekleşmesini engellemiş olsaydık, bunun sonuçları nereye varırdı? Sekterler, yani Bakunin’ciler, budalalık ve alçaklıklarını Enternasyonal adına yapmak için bir yıl daha kazanmış olurlardı.” (Engels’in Bebel’e 20 Haziran 1873 tarihli mektubu)



Marx bu olay üzerine örgütlenme sorununa bir kere daha değinir:



“Avrupa’daki koşullarla ilgili benim görüşüm, Enternasyonal’in biçimsel örgütlenmesini şu an için arka plana atmanın, mutlak bir biçimde yararlı olduğudur.” (Sorge’ye 27 Eylül 1873 tarihli mektup)



Ama Uluslararası İşçi Birliği’nin çalışmalarının bu şekilde yavaşlatılması, Anarşistlerin manevralarına son vermeye yetmez. Böyle olunca, Marx ve Engels, onu dağıtmak için mücadele vermekte hiç tereddüt etmezler:



“Eski Enternasyonal’in defteri dürülmüş ve tamamen sona ermiştir. Ve bu iyi bir şeydir. Eski Enternasyonal, tüm Avrupa düzeyinde yapılan zulmün henüz uyanan işçi sınıfını birliğe ve her türlü iç tartışmadan uzak durmaya zorladığı İkinci İmparatorluk dönemine aitti. (…) Eskisine benzer yeni bir Enternasyonal yaratmak, tüm ülkelerin tüm partilerinin bir ittifakını yaratmak için, 1849′dan 1864′e kadar olduğu gibi, işçi hareketinin genel bir yenilgisi gerekir. (…) Bir dahaki sefere gerçekleşecek enternasyonalin kesin olarak komünist olacağına ve bizim ilkelerimizi bayrak edineceğine inanıyorum.” (Engels’in Sorge’ye 17 Eylül 1874 tarihli mektubu)



Engels’in devamlı olarak maddi etkenlere ve somut koşullara gönderme yaptığına dikkati çekeriz. Uluslararası bir örgütün dağıtılması veya korunması konusunda da yine kesin konuşmaktadır:



“Koşullar bir birliğe etkili bir biçimde hareket etme olanağını vermiyorsa, birlik bağının öncelikle, fırsat bulunduğunda yeniden kullanılabilmesi için, basit bir biçimde korunması söz konusuysa, bu yeni duruma ayak uydurmaya yeteneksiz insanlar her zaman bulunur. Bunlar, sürekli “bir şeyler” yapılmasını isteyerek mutlak olarak telâşe memuru rolünü oynamak isterler. Bu bir şeylerse sonuçta sadece ve sadece bir aptallıktan ibaret olur.” (Age.)



Anlaşıldığı üzere ve bugün III. Enternasyonal konusunda duyduklarımız gibi, Marx ve Engels “hain” ilan edildiler ve Uluslar arası İşçi Birliği’nin dağıtılması “yenilgi” olarak nitelendirildi. Ama bu, onların bir kere daha “somut durumun somut tahlili”ne dayanan görüşlerinde en ufak bir değişiklik dahi yapmadı:



“Olayların gelişimi, alındığı günden beri sıkça eleştirilen bu kararın ne kadar doğru olduğunu kanıtladı. Bir yandan, Enternasyonal adına yararsız hükümet darbelerine kalkışan her türlü eğilime son verildi. Diğer yandan, farklı ülkelerin sosyalist işçi partileri arasındaki yakın ilişkilerin devamlılığı kanıtlamıştır ki, Enternasyonal tarafından uyandırılmış olan tüm ülkelerin proletaryasının dayanışma ve çıkar birliği bilinci, uluslararası bir birliğin -ki bu birliğin bağları artık bir zincir haline gelmiştir- biçimsel varlığı olmadan da kendini kabul ettirmiştir.” (K. Marx 1877)



Birinci Enternasyonal, muazzam bir görev olan ideolojik ve politik arıtmayı tamamladıktan, gerçek proletarya partilerinin gelişimi için gerekli temelleri attıktan sonra, kurucularınca zamanının dolduğu ve dağıtılması gerektiği yargısına varılmıştı.



2. İkinci Enternasyonal



II. Enternasyonal, Marx ve Engels’in öngördüğü gibi, gerçekten hepsi de 1848′de yayınlanan Komünist Parti Manifestosu’nun tezlerini benimsemiş önemli sayıda işçi ve sosyalist partisini bir araya getirmiştir.



II. Enternasyonal 1889′da Paris’te doğdu ve 1914′e kadar savaş sorununa özel bir dikkat gösterdi. İdeolojik ve politik birliği ilk Enternasyonal’e göre daha güçlü görünse de örgütsel biçim hissedilir derecede ilkiyle aynı kaldı. Özellikle de her partinin bağımsızlığının ve uluslararası kongre ve toplantılarda çoğunluğun oyuyla alınan kararları uygulamama hakkının tanınması anlamında bu böyleydi.



Bu örgütün ortaya çıkışını, 19. yy. sonu ve 20. yy. başında en üst aşamasına ulaşmak üzere olan kapitalizmin müthiş yayılması ve gelişmesi bağlamında ele almak gerekir:



“19. yy.’ın son çeyreği ile 20. yy.’ın başlarındaki en korkunç kapitalist kölelik koşullarının uzun “barışçıl dönemi”nde, II. Enternasyonal proleter kitlelerin örgütlenmesi için yararlı bir çalışma yaptı.” (Lenin, Komünist Enternasyonal’in I. Kongresi, 1 Kasım 1919)



Birinci emperyalist dünya savaşı patlak verince, II. Enternasyonal de parçalandı ve her parti kendi ülkesinin burjuvazisinin peşine takılarak işçileri birbirlerine ateş etmeye davet etti. II. Enternasyonal, anarşizmin kendi yönetsel sınırlarını ortaya koyduğu şanlı Komün’den on yıl sonra ortaya çıktı. Her ne kadar büyük ulusal partilerin doğup gelişmesi ve işçi kitlelerinin örgütlenmesi önemli bir çalışma olsa da, ulusal unsurun uluslararası unsura önceliği esasına dayanan II. Enternasyonal’in, kapitalizmin emperyalizm aşamasına ulaşmasıyla aşıldığı ortaya çıkacaktı.



Uluslararası unsur, temel unsur haline geliyordu ve “emperyalist zinciri en zayıf halkasından koparmak” zorunluluğunu ve bu amaca uygun olarak proletaryanın tam ve eksiksiz örgütünün varlığının gerekliliğini ortaya koyuyordu. Kapitalizmin işleyişinde olduğu kadar proletaryanın uluslararası ve ulusal plandaki (örneğin Rusya’da Bolşevik ve Menşevikler arasındaki mücadelede) örgütsel gereksinimlerinde de niteliksel bir dönüşüm noktasına ulaşılmıştı.



Lenin’in, Ekim devriminden ve III. Enternasyonal’in kuruluşundan çok önce söylediği şu sözleri de tam da bu sebeple söylemiştir:



“III. Enternasyonal’in görevi, sosyalizmin zaferi ve devlet iktidarının ele geçirilmesi amacıyla proletaryayı, kapitalist hükümetlere karşı devrimci mücadeleye ve tüm ülkelerin burjuvazisine karşı iç savaşa hazırlamaktır.” (Lenin, 1 Kasım 1914)



“Burjuva parlamentarizminin uzun barış süreci” ve emperyalizmle beraber yozlaşarak iflas eden bu enternasyonalle fazla oyalanmayalım. Zira utanç verici sonu, uluslararası komünist harekette üzüntüye neden olmadığı gibi bir polemik konusu da olmamıştır.



3. Üçüncü Enternasyonal



Emperyalizmin Leninist tahlilinin bir sonucu olarak, III. Enternasyonal ilk ikisinden oldukça farklı bir örgütsel biçim almıştı ve yine oldukça farklı amaçlar taşıyordu.



İlk iki enternasyonale karşıt bir biçimde uluslararası unsurun ulusal unsura önceliğini ve bundan kaynaklanan “hareketin her ülkedeki çıkarlarının devrimin uluslararası ölçekteki ortak çıkarlarına tabi kılınması” ilkesini (Komünist Enternasyonal’in 1. Kongresine davet mektubu) doğrudan doğruya ortaya koyuyordu.



Komünist Enternasyonal’in tüm kongreleri aşağıdaki ilkeyi teyit etmektedir:



“Uluslararası komünist disiplin, hareketin yerel ve kısmi çıkarlarının genel ve daimi çıkarlarına tabi kılınması ve Komünist Enternasyonal’in yönetsel organlarının aldığı tüm kararların tüm komünistlerce katı bir biçimde uygulanmasıyla kendini ifade eder.” (Komünist Enternasyonal’in VI. Kongresinde onaylanan programı, 1 Eylül 1928)



Bununla birlikte, Komünist Enternasyonal’in örgütsel biçimi evrim geçirdi.



Bu enternasyonal, Rusya Komünist Partisi (Bolşevik)’nin öncülüğünde gerçekleşmişti, bu nedenle, örgüt, program, strateji ve taktikler konusunda Leninist ilkeleri benimsemişti.



Lenin, örgütlenme söz konusu olduğunda, örgüt biçiminin ve çalışma yöntemlerinin somut durumu tahlil ederek benimsenmesini savunuyordu.



Bu sebepledir ki Komünist Enternasyonal’in örgüt şekli, devrimci proletaryanın hücuma geçmesi ve bundan kaynaklanan görevler tarafından karakterize edilen sınıf mücadelesi koşullarından hareketle kararlaştırılmış ve hazırlanmıştır. Lenin’in bizzat kendisi tarafından yönetilen Rusya Komünist Partisi (Bolşevik)’nin 8-16 Mart 1921 tarihleri arasında gerçekleşen X. Kongresi, bu konuda Leninist ilkeleri ortaya koymuştur:



“1) Devrimci Marksizmin partisi, devrimci sürecin tüm aşamaları için geçerli ve mutlak olacak her türlü politik görev ve parti örgütü biçimi arayışını kesin olarak reddeder. Tam tersine örgüt biçimi ve çalışma yöntemleri tamamen somut bir tarihsel durumun özellikleri ve bu durumun dayattığı görevlere göre belirlenir.” (Parti Kuruluşu Üzerine Karar, RKP(B)’nin X. Kongresi)



Demek ki somut durumdan bağımsız ve sonsuza dek varolacak bir örgütlenme biçimi yoktur; demek ki o, kendinde bir erek değildir, aksine sınıf mücadelesini yürütmek için bir araçtır ve onun ihtiyaçlarına göre evrim geçirmesi zorunludur.



Bu kararda, yine kesin bir biçimde, eksik ve yetersiz bir örgütlenme biçiminin devrimci hareketin gelişimini ve zamanının yüklediği görevlerin tamamlanmasını köstekleyeceği anlatılmaktadır:



“2) Bu bakış açısından hareketle, devrimin gelişiminin nesnel koşullarının değişmesiyle her örgüt biçiminin ve buna karşılık gelen çalışma yöntemlerinin, Parti örgütünde gelişme belirtileri ortaya çıktığında, bu gelişmeyi engelleyebilecekleri; ya da tam tersi, geçerliliği kalmamış bir örgüt biçiminin, uygun nesnel koşulların tekrar ortaya çıkmasıyla, vazgeçilmez ve tek akılcı örgüt biçimi haline tekrar gelebileceği, anlaşılır.”



Kararın bu ikinci maddesi, komünist güçlerin önemli bir yenilgiye uğradıkları ve uluslararası düzeyde olsun hatta ulusal düzeyde bile olsun yeni örgütsel biçimler sorunun ortaya çıktığı bugünkü aşama için önemlidir. Bugünün sınıf mücadelesinin ve ondan kaynaklanan görevlerin ihtiyaçlarına, komünist hareketin bugünkü gerçek durumuna uygun örgütlenme biçimlerinin benimsenmesi sorunu, günümüzde temel sorun haline gelmiştir.



Yukarıdaki karar, bir örgüt biçiminin ne zaman geçersiz hale gelip ortadan kalkması gerektiğini tespit edecek ölçütleri de aynı biçimde belirtmiştir:



“3) Oluşmakta olan yeni durumun gerekleriyle bir yandan kurulu örgüt biçimi arasındaki, diğer yandan çalışma yöntemi arasındaki karşıtlıklar, genellikle yönelim değiştirme ihtiyacının kendini kesin olarak ortaya koymasından önce ortaya çıkarlar. Yönelim değişimi ise, sadece ve sadece önceki örgüt biçimini ve buna uygun çalışma yöntemlerini gerektiren görev esasıyla, ana çizgileriyle ve tamamıyla gerçekleştirilene kadar yapılmamalıdır.” (Age.)



Tekil bir örgütsel biçiminin çökmesi, demek ki yeni ihtiyaçların ortaya çıktığı bir sırada gerçekleşen bir süreçtir. Yeni duruma giderek daha az uygun olan eski biçim yerini, bu sürecin gelişiminin belli bir evresinde bu eski biçimin kaldırılmasını zorunlu hale getiren niceliksel bir artış sonucu ortaya çıkan niteliksel bir değişime bırakır.



Komünist Enternasyonal’in örgüt konusundaki bu ilkelere ve bu bilimsel yönteme uyup uymadığını anlamak için, onun yaşamının belli başlı aşamalarını, bu aşamaların uluslararası bağlamını ve yükledikleri görevleri inceleyelim.







IV. KURULUŞUNDAN DAĞITILIŞINA KADAR KOMİNTERN



1. İlk Yıllar (1918-1921)



Dünya devrimi acil bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Bu dönem, Komünist Enternasyonal’in II. Kongre’ye kadarki kuruluşu için ilk girişimlerin yapıldığı ve işçi hareketinin tarihinde daha önce eşi benzeri görülmemiş bir proleter devrimci dalganın yaşandığı dönemdir. Muzaffer Bolşevik devrimi, proletaryanın Avrupa’nın her yanındaki hücumlarında ateşleyici rol oynamakta ve sömürgelerdeki ulusal kurtuluş mücadelelerinin ciddi bir biçimde yükselmesine yol açmaktadır. Proletaryanın saldırıya geçmesine karşın, işçi hareketi içindeki bölünme dünya devrimine en büyük engel olarak ortaya çıkmaktadır.



Tarihsel Bağlam ve Tahlili:



1914′ten itibaren, sosyal demokrat ihanete ve II. Enternasyonal’in belli başlı yöneticilerinin şoven konumlanmalarına karşı Lenin ve Bolşevikler, hızla yükselen devrimci dalganın acil olarak gerektirdiği mücadele için yeni ve ortak bir kurmay heyetinin zorunluluğunu ortaya koyuyorlardı. Komünist Enternasyonal, demek ki Avrupa’da ani olarak baş gösteren bir sosyalist devrim perspektifinde ortaya çıkmıştır.



Bu yaklaşımlar bugün idealist görünebilirler, ancak ayaklanmalar ve kitlesel devrimci mücadelelerle o zamanın bağlamında yerlerini bulmuşlardı; bu sebeple aslında, kitlelerin devrimci ayaklanmasının ve emperyalist sistemin çelişkilerinin bilimsel tahlilinin mantıklı sonuçlarından başka bir şey değillerdi.



Zamanın devrimci hücumunun şiddeti ve yoğunluğu, sonuç olarak dünya burjuvazisinde ilk defa ciddi ve derin bir iktidarı kaybetme korkusunun uyanmasına yol açtı. Bu nedenledir ki, proleterler ve ezilen halklar için canlı bir örnek ve bir sembol teşkil eden Sovyet iktidarını yıkmaya olan kin dolu kudurganca isteği, onu, 1914-1918 arası birbiriyle savaşan emperyalistleri genç halk iktidarına karşı ittifak halinde saldırmaya yöneltti. Bu dönemde burjuvazinin öncelikli uğraşıları, Sovyet iktidarının yıkılması ve Avrupa’daki devrimci hareketlerin bastırılmasıydı:



“Burjuvazi büyüyen proleter devrimci hareket karşısında dehşetten çılgına dönmüştür. Bu açıkça anlaşılmaktadır, çünkü emperyalist savaşın bitiminden bu yana olayların tüm gelişimi, proletaryanın devrimci hareketini engellenemez bir biçimde güçlendiriyor ve çünkü uluslararası dünya devrimi her ülkede başlıyor ve büyüyor.” (Lenin, Komünist Enternasyonal’in I. Kongresinin açılış konuşması)



Kapitalist üretim biçiminin temel çelişkisi olan proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişki, uluslar arası düzeyde sosyalist ülkeyle kapitalist sistem arasındaki çelişkiyle sıkı sıkıya ilişkilidir. Emperyalistlerin Sovyet ülkesine askeri müdahale adı altında saldırmak için kurdukları birlik bunun dolaysız sonucu olduğu gibi, proletaryanın iktidarı almak ve yeni işçi ve köylü iktidarını içte ve dışta karşı devrime karşı desteklemek için yükselttiği mücadelesi de aynı biçimde bu durumun dolaysız sonucudur.



Ancak bununla birlikte, Komünist Enternasyonal aynı zamanda şunu da ifade ediyordu:



“Emperyalist politikalarının temel çizgilerinin özdeşliğine rağmen, dünyayı yöneten büyük güçlerin arasında bir dizi derin çelişki kendini açıkça göstermektedir. Bu çelişkiler her şeyden önce Amerikan mali sermayesinin (Wilson Programı da denilen) barış programı üzerinde yoğunlaşmaktadır.” (Komünist Enternasyonal’in I. Kongresi, İttifakın politikası ve uluslar arası durum üzerine Tez)



Sömürgeleri ve deniz hâkimiyeti olmayan yükselişteki Amerikan emperyalizmi, demek ki tüm diğer emperyalist güçlerin çıkarlarıyla tezat halindedir.



Ancak I. Kongrenin tahlili, bunun da ötesinde başka bir çelişkinin gelişmekte olduğunun altını çizerek devam eder:



“Amerikanın çıkarlarıyla tezat halinde oldukları gibi, büyük güçlerin karşılıklı olarak kendi aralarında da çatışan çıkarları vardır. İngiltere, Fransa’nın kıta Avrupa’sında güçlenmesinden korkmaktadır. Küçük Asya ve Afrika’da, Fransa’nınkilerle çatışan çıkarlara sahiptir. İtalya’nın Balkanlar ve Tirol’deki çıkarları Fransa’nınkilerle tezat halindedir. Japonya, Pasifik okyanusundaki adaları İngilizlerin Avustralya’sından almaya çalışmaktadır.” (aynı yerde)



Kapitalizm ve sosyalizm arasındaki çelişki hakkında Komünist Enternasyonal şu gözlemi yapmaktadır:



“Rus sorunu konusunda Anglo-amerikan yaklaşımı, barışçı eğilimler taşımaktadır, çünkü dünyanın paylaşımını tamamlayabilmek ve Avrupa devrimini boğabilmek için kimsenin kendisine engel olmamasını ve ellerinin serbest olmasını istemektedir. Avrupa devrimi bir kere bastırıldı mı, sıra Rus devrimine de gelecektir.” (aynı yerde)



Komünist Enternasyonal ayrıca, 19. yy.’ın sonuna ve 20. yy.’ın başına damgasını vuran “barışçıl gelişme dönemi” yüzünden oportünistlerin burjuvazi ve proletarya arasında -emperyalist savaş ve Ekim devrimi tarafından daha sonra kırılacak- olan birliği sağladıklarını gösterir:



“Savaştan önce sosyalizme yavaş yavaş geçme bahanesiyle işçileri isteklerini yumuşatmaya davet eden, savaş sırasında kutsal birlik ve ulusal savunma adına onları sınıf savaşımından vazgeçmeye zorlayan oportünistler, şimdi savaşın korkunç sonuçlarına hakim olmak için şimdi de proletaryadan yeni bir fedakarlık istemektedir. Bu tür vaazlar işçi sınıfını etkileyebilseydi, sermayenin sayısız kuşakları feda ederek yeni biçimlerle daha merkezileşerek ve devasa boyutlara ulaşarak, gelecekte kaçınılmaz olan yeni bir dünya savaşıyla sonuçlanacak olan gelişmesi hemen ardından gelirdi. İnsanlık aşkına, bereket versin ki bu kesinlikle imkânsıdır.” (Komünist Enternasyonal’in I. Kongresi’nin Tüm Dünya İşçilerine Manifestosu)



Son bir çelişki de, emperyalizmle ezilen halklar arasındadır:



“Geniş bir ölçüde sömürge elde etmek için yapılan son savaş, aynı zamanda sömürge ülkelerin yardımıyla yapılan bir savaştı. (…) Kapitalist devletin sömürgelerdeki alçaklığının sergilediği manzara hiçbir zaman bu kadar öğretici olmadı; sömürgeci kölelik sorunu hiçbir zaman bu kadar kesin bir biçimde ortaya konmadı. Bunun varacağı nokta, tüm sömürgelerde bir ayaklanma ya da devrimci hareketler dizisinin gerçekleşmesidir.”(aynı yerde)



Komünist Enternasyonal’in I. Kongresi tarafından tarif edilen çelişkiler sistemi bu şekildedir.



Demek her şey, nesnel koşulları dünya ölçeğinde olduğu gibi emperyalist güçlerin her birinde hatta sömürgeler düzeyinde dahi durmadan olgunlaşan bir dünya devrimine doğru yönelmiştir.



II. Enternasyonal’in ihaneti, proletaryayı bir devrimde belirleyici olan öznel koşuldan yoksun bıraktığı ölçüde daha da büyük boyuttadır: Bu Komünist Parti’dir. III. Enternasyonal’i oluşturan işte budur. Onun örgütü bu tahlilden kaynaklanır ve kendini gerçekleşmekte olan devrimi yönetme amacı olan bir Dünya Komünist Partisi olarak yapılandırır.



Komünist Enternasyonal’in II. Kongresi (Temmuz 1920), hızlı bir evrim halindeki, ancak devrimci saldırı düşüncesinin hala hâkim olduğu bir bağlamda gerçekleşti.



Bununla beraber, devrim perspektifinde ve gelecekteki değişimlerle ilgili olarak yukarıdaki tahlilde değişiklikler olmasına neden olan yeni gelişmeler yaşanmıştır: Macar Sovyet devrimi bastırılmış, Bavyera İşçi Cumhuriyeti yenilgiye uğratılmış, Alman devrimi Weimar Cumhuriyeti’ne doğru yönelmeye başlamıştır…



Yine de bu gelişmeler, proletaryanın diğer cephelerdeki zaferleriyle karşıdan dengelendikleri ölçüde mevcut bağlamda ve onun tahlilinde değişikliğe yol açmadılar: Kızılordu her yerde Beyazlara ve yabancı askeri müdahaleye karşı zafer kazanmış ve Varşova kapılarına dayanmıştır, proletarya Almanya’da, İtalya’da, İspanya’da ve Balkanlarda isyan halindedir… Birçok emperyalist ülkede (Almanya, İtalya, Büyük Britanya…) Sovyetler ortaya çıkmaktadır.



Dünya Partisinin Örgütlenmesi



Dünya devrimi gündemdeyse, dünya çapındaki çelişkiler birçok emperyalist ülkede ve önemli sayıda sömürge ülkesinde iktidar için savaşıma doğru yöneliyorsa, komünistlerin dünya çapında örgütlenmesi sadece mümkün değil aynı zamanda mutlak bir biçimde zorunlu hale gelir. Bu örgüt, mümkün olan en katı disipline ve en merkezi örgütsel biçime sahip olacaktır.



İlk iki kongre tamamen, devrimin burjuva diktatörlüğünün tamamen kaldırılmasına yönelik ilk aşama olan uluslar arası burjuvazinin devrilmesi ve uluslar arası bir Sovyetler cumhuriyetinin kurulması için hızlı bir zafer kazanma imkânı olduğu ölçüde, sosyalizmin alacağı biçimlere ve iktidar için savaşımın dayattığı görevlere ayrılmıştı.



Bu sebeple, Komünist Enternasyonal Tüzüğü’nün II. Kongre’de onaylanan giriş bölümünde şöyle yazmaktadır:



“Komünist Enternasyonal proletarya diktatörlüğünü insanlığı kapitalizmin zulmünden kurtarmanın tek geçerli yolu ve Sovyet iktidarını da proletarya diktatörlüğünün tarihin dayattığı biçimi olarak tanır.”



Bu perspektiften iki yaklaşım çıkar:



a-) Sovyet Rusya’nın fiilen ve koşulsuz desteklenmesi:



“Komünist Enternasyonal tarihte zafer kazanan ve dünyanın proleterlerini de aynı yola davet eden ilk sosyalist devrimin, Rusya’daki büyük proleter devriminin kazanımlarını bütünüyle ve koşulsuz destekler. Komünist Enternasyonal, dünyanın neresinde kurulursa kurulsun her sosyalist cumhuriyeti, imkânları dâhilindeki tüm araçlarla desteklemeyi kendine görev bilir.”



Sosyalist ülkeleri desteklemek, çıkarları dünya devriminden başka bir yerde yatmadığı sürece her ülkenin proletaryasının görevlerinden biridir. Bu ülkelerin her türlü güçlendirilmesi dünya devriminin bir zaferi ve dünya devrimindeki her ilerleme sosyalist ülkelerin bir zaferidir.



b-) Komünist Enternasyonal’in merkezileşmiş niteliği:



“Komünist Enternasyonal zaferi hızlandırmak için, kapitalizmin yıkılması ve komünizmin kurulması için mücadele eden Uluslararası İşçi Birliği’nin güçlü bir biçimde merkezileşmiş bir örgüte sahip olmak zorunda olduğunu göz ardı etmez.” (aynı yerde)



Komünist Enternasyonal’in yapılanması aşağıdaki gibidir:



a-) Komünist Enternasyonal bir dünya partisidir:



“Komünist Enternasyonal’e bağlı tüm parti ve örgütler, (Komünist Enternasyonal’in seksiyonları) bu veya şu ülkenin Komünist Partisi adını taşırlar.”(aynı yerde Madde 3)



b-) Başında Uluslararası Kongre bulunmaktadır:



“Uluslararası Kongre, Komünist Enternasyonal’e katılan farklı Partilerin programlarını onaylar. Komünist Enternasyonal’in etkinliğiyle ilgisi olan önemli taktik ve program sorunlarını inceler ve çözüme kavuşturur.” (aynı yerde Madde 4)



c-) İki kongre arası dönemde, bir Yürütme Komitesi yönetim merkezi olarak seçilir:



“Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi, Kongrelerin görev yapmadığı ara dönemlerde, Komünist Enternasyonal’in tüm çalışmalarını yönetir, en az dört dilde olmak üzere merkezi bir yayın organı çıkarır (Komünist Enternasyonal adlı dergi), Komünist Enternasyonal adına gerekli gördüğü bildirileri yayınlar, bağlı tüm parti ve örgütlere kanun hükmünde talimatlar verir. Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi, bağlı partilere, proleter disiplinine aykırı davranan kişi veya grupların ihracını emredebilir; Dünya Kongresinin kararlarını çiğneyen partilerin ihracını isteyebilir. Bu partiler konuyu Dünya Kongresine götürebilirler. İhtiyaç halinde Yürütme Komitesi değişik ülkelerde tamamen kendine bağlı teknik yardım büroları veya başka büroları örgütler.” (aynı yerde Madde 9)



d-) Seksiyonlar arasındaki ilişkiler, demokratik merkeziyetçilik temelindedir ve bunların önemli konularda kendi aralarında doğrudan irtibat kurmaları yasaktır:



“Kural gereği Komünist Enternasyonal’e bağlı farklı partiler arasında belli bir önem taşıyan tüm politik sorunlar, Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi aracılığıyla dile getirilirler. Acil ihtiyaç halinde ise, Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi’nin bilgilendirilmesi koşuluyla doğrudan dile getirilebilirler.” (aynı yerde Madde 13)



Burada, sınıf savaşımının o zamanlar vardığı devasa boyutların ve dünya devriminin gerektirdiği gibi, bir Dünya Komünist Partisi kurmanın söz konusu olduğu açıktır.



Bununla birlikte bu Parti ve şubelerinin içerdikleri unsurların hepsi komünist değildi, bazıları bundan uzaktı, sağ yada sol oportünist unsurların, polislerin veya sabotajcıların sızmaları tehlikesi mevcuttu. Komünist Enternasyonal’e kabul edilmek için 21 şartın hazırlanması bu tehlikeleri azaltmayı amaçlıyordu:



“Komünist Enternasyonal, II. Enternasyonal ile bağlarını henüz koparamamış kararsız ve tereddütlü gruplarca istila edilme tehdidiyle karşı karşıyadır. Hatta mensuplarının çoğunluğu komünist bakış açısını benimsemiş olsa bile, içlerinde hala baş kaldırıp proleter devrimini aktif olarak sabote etmek için fırsat kollayan ve bu şekilde burjuvaziye ve II. Enternasyonal’e hizmet edecek olan çok sayıda sosyal-pasifist ve reformist unsur barındıran bazı önemli partiler de bulunmaktadır.” (II. Kongre tarafından kabul edilen Partilerin Komünist Enternasyonal’e Kabul Edilme Şartları)



2. Kapitalizmin görece istikrar dönemi (1921-1928)



Bu dönem, Komünist Enternasyonal’in III, IV ve V. Kongrelerini kapsayan dönemdir.



III. Kongre, çelişkiler sisteminin evrim geçirerek dünya devrimi sorununu ivedi olmaktan çıkardığı, orta veya uzun vadeye aldığı bir bağlamda gerçekleşir. Bu dönem, Komünist Enternasyonal’i tahlillerini somut duruma uyarlamaya ve bundan yeni taktiklerle yeni örgüt biçimleri çıkarmaya zorlayan görece bir geri çekilme dönemidir.



Burada en dikkat çekici olgu, devrimci dalganın önemli sayıda partisinin, özellikle de büyük kapitalist ülkelerdeki partilerin, uğradığı yenilgidir:



“Komünist Enternasyonal’in II. Ve III. Kongreleri arasındaki dönemde, işçi sınıfının bir dizi ayaklanma ve savaşımı kısmen yenilgiyle sonuçlandı (Kızılordu’nun 1920 Ağustos’undaki Varşova üzerine yürüyüşü, İtalyan proletaryasının 1920 Eylül’ündeki hareketleri, Alman işçilerinin 1921 Martındaki ayaklanmaları).” (III. Kongre, Uluslararası Durum ve Komünist Enternasyonal’in Görevleri Üzerine Tez)



Bu yenilgiden, Komünist Enternasyonal’e aşağıdaki sözleri söyleten, sınıf mücadelesindeki bir yumuşama doğar:



“Proletaryanın iktidar için devrimci mücadelesinin mevcut durumda dünya ölçeğinde belli bir yumuşama, belli bir yavaşlama sergilediği mutlak olarak su götürmez bir gerçektir.” (aynı yerde)



Komünist Enternasyonal’in bundan çıkardığı sonuçsa şudur:



“Dünya devrimi, yani kapitalizmin yıkılması, proletaryanın devrimci güçlerinin bir araya toplanması ve proletaryanın muzaffer ve saldırgan tek bir güç halinde örgütlenmesi, yeterince uzun bir devrimci mücadeleler dönemini gereksinir.” (III. Kongre, Taktik Üzerine Tez)



Ve yine:



“Devrim doğrusal bir çizgide ilerleyen bir süreç değildir, kapitalizmin yavaşça yok olmasıdır, ara sıra yoğunlaşan ve giderek derinleşen krizlerle devam eden günlük devrimci altını oyma sürecidir.” (aynı yerde)



Somut durumun ikinci unsuru, yabancı müdahalenin ve içteki karşı devrimin yenilgisidir:



“Burjuvaziye yüzlerce ve yüzlerce milyon franka mal olan tüm silahlı müdahale girişimleri, tam bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. (…) Farklı emperyalist devletler arasında varolan çıkar çatışmaları, günden güne daha da derinleşerek artmıştır ve artmaktadır.” (III. Kongre, RKP’nin Taktiği Üzerine Tezler)



Öte yandan Beyaz orduların bozgunu, genç Sovyetler Cumhuriyeti’ne sosyalizmin inşası görevine tamamen yoğunlaşmak için fırsat vermişti. Proleter devleti henüz köylülere sanayi ürünleri sağlayacak durumda olmadığı ve yeniden inşa zorunluluğu bulunduğu için, “proleter devletinin denetimi ve koyduğu kurallar altında kapitalizmin (yani kelimenin bu anlamında “devlet” kapitalizminin) gelişmesine…” izin verilmesi kararlaştırıldı. (aynı yerde)



Mevcut durum, krizdeki ekonomileri için çıkış yolları aramada birbirleriyle karşı karşıya gelen emperyalistler arası bir rekabeti doğurmaktadır:



“Uluslararası emperyalizm, Sovyet Rusya’dan daha güçlü olmasına rağmen kendini onu boğmaktan aciz bir durumda buldu ve şimdilik onu tanımak ya da daha doğrusu kısmen tanımak ve onunla ticari anlaşmalar yapmaya yönelik gizli pazarlıklara girişmek zorunda kaldı.” (aynı yerde)



Böyle bir durumda emperyalistler arası çatışma, iki katı şiddetlenir:



“Dünya ekonomisinin genel durumu ve özellikle de Avrupa’nın iflası, uzun bir ağır ekonomik güçlükler, sarsıntılar, kısmi ve genel krizler dönemini açmaktadır. Savaşın ve Versailles anlaşmasının sonucu olarak ortaya çıktıkları için mevcut uluslararası ilişkiler, durumu çıkmaza sokmaktadır.” (III. Kongre, Uluslararası Durum ve Komünist Enternasyonal’in görevi üzerine Tez)



Demek ki dünya kapitalist sisteminin istikrarından bahsediliyorsa, bu sadece görece bir durumdur, yeni krizlerin gelişi haber verilmekte ve yeni bir emperyalist savaşın tohumları atılmaktadır. Yeni bir emperyalist savaşa gidildiğini bildiren III. Kongre’nin (1921) tarihinin tekrar altını çizeceğiz:



“Şu gerçek açıkça ortaya çıkmıştır ki, dünya proleter devrimci hareketi yavaşladıkça ve uluslararası durumum ekonomik ve politik çelişkileri hızlandıkça, burjuvazi bu düğümü çözmek için dünya çapında yeni bir silahlı hesaplaşmayı kışkırtmaya yeltenecektir.” (aynı yerde)



Bu dönem aynı zamanda şu olguyla şekillenir:



“Hindistan’da ve diğer sömürge ülkelerdeki devrimci halk hareketi, artık, proletaryanın eski ve yeni dünyadaki kapitalist ülkelerdeki ayaklanması ile aynı ölçüde, emekçilerin dünya devriminin ayrılmaz parçası haline gelmiştir.” (Age.)



O zamanki durumun çerçevesini karmaşık yönleriyle birlikte çizen III. Kongre’nin tahlilinin ana çizgileri bunlardır.



1922′de toplanan IV. Kongre, gelişen bazı olayların altını çizerek bu tahlili teyit eder: Ulusal kurtuluş mücadelelerinin - özellikle de Çin’deki mücadelenin - gelişmesi, Versailles Anlaşmasının bozulması, işçi sınıfının savunma durumuna geçmesi, Sovyet Rusya’nın iktisadi alanda yaptığı büyük atılım…



İtalya’daki gelişmelerle yeni bir özellik ortaya çıkar:



“Bir zaman için tüm ülkeyi ele geçiren İtalyan faşizminin, “klasik” faşizmin ayırt edici özelliği, faşistlerin sadece kesin bir biçimde karşı devrimci ve dişten tırnağa silahlı savaş örgütleri kurmaları değil, buna rağmen sosyal bir demagoji ile kendilerine kitleler arasında bir temel yaratmayı denemeleridir. (…) Faşizm tehlikesi artık birçok ülkede mevcuttur. (…) Komünist Partilerin en önemli görevlerinden biri uluslararası faşizme karşı direnişi örgütlemek, faşist çetelere karşı mücadelede tüm proletaryaya önderlik etmek ve bu alanda Birleşik Cephe taktiğini enerjik bir biçimde uygulamaktır; illegal yöntemler burada mutlak olarak gereklidir.” (IV. Kongre, Komünist Enternasyonal’in Taktiği Üzerine Karar)



İşte burjuvazinin, komünistlerin faşizme karşı mücadeleyi küçümsedikleri iddiasının defterini düren şey! Daha 1922′den itibaren, Komünist Enternasyonal Birleşik Cephe taktiğini uygulayarak faşizmle mücadele etmeye çağrıda bulunuyor.



1924′te toplanan V. Kongre bu tahlili teyit etmektedir. Proletaryanın emperyalist ülkelerdeki saldırısı her yerde geri püskürtülmüştür; bunun baş sorumlusu sosyal demokrasi, işçi kitleleri arasındaki gücünü korumaktadır; kapitalist sistem görece bir istikrar dönemine girmiştir; hemen her yerde faşist hareketler ortaya çıkıp gelişmektedir; uluslararası komünist hareket ciddi bir biçimde güçlenmekte ve başka ülkelere de yayılmaktadır; sağ ve sol sapmaların birçok komünist parti içindeki etkisi devam etmektedir, vb…



Taktik ve Örgüt ile ilgili Sonuç



Savaş ve proletaryanın saldırısının neden olduğu derin krizin ardından devrim uzun bir yol kat eder. Belirli sayıda nesnel ve öznel nedenlerle, kapitalizm görece, eğreti ve geçici bir istikrara kavuşur. Her ülkedeki özel durumların ve toplumsal yapıların özgüllükleri ve karmaşıklıkları, devrimin gelişimi ve Komünist Partilerin görevleri yönünden farklı olasılıkların temelini atar.



Troçkistlerin ve Komünist Enternasyonal eleştirilerinin çoğunun hatası, uluslar arası durumun “derin kriz” dönemleriyle dünya devrimi sürecinin bütününün birbirine karıştırılmasında yatar.



İlk dönüm noktası, VII. Kongre değil Komünist Enternasyonal’in bizzat Lenin’in öncülük ettiği III. Kongresidir.



Burada Komünist Enternasyonal, devrimin yenilgi nedenleri üzerinde durur ve birçoğunun, özellikle de farklı ulusal koşulların varlığının altını çizer:



“Çelişkilerin yoğunluklarının farklılığı, aşılacak engellerin ve toplumsal yapının ülkelere göre değişiklik arz etmesi, Kuzey Amerika’nın ve Batı Avrupa’nın gelişmiş kapitalist ülkelerinde burjuvazinin üst seviyedeki örgütlülüğü, dünya savaşının hemen dünya devriminin zaferiyle sonuçlanmaması için yeterli nedenlerdi.” (III. Kongre, Taktik üzerine Tez)



Kendine bağlı seksiyonların (partilerin) sayısının ve güçlerinin önemli bir biçimde arttığına tanık olan Komünist Enternasyonal, buna rağmen, yüklediği görevler karmaşık olduğu kadar da çeşitli olan bir uluslararası komünist hareketi yönetmenin güçlükleriyle karşı karşıya kaldı:



“Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi öyle bir şekilde örgütlenmelidir ki, proletaryanın hareketinin tüm sorunlarına hâkim olabilmelidir. Yürütme Komitesi, şu veya bu tartışma konusundaki genel toplantı çerçevesini aşarak, ortak eylemdeki fiili inisiyatifini geliştirmek için gerekli araç ve yolları bulmaya her gün daha fazla çalışmalıdır. (…) Komünist Enternasyonal, gerçekten bir Enternasyonal olmalı, tüm ülkelerin devrimci proletaryasının güncel ve ortak mücadelesini yöneten bir enternasyonal olmalıdır.” (III. Komünist Enternasyonal’in Örgütlenmesi Hakkında Karar)



Demek ki somut durumların farklılığı ve bunun hesaba katılması gerekliliği tespitini ortaya koyan ne Komünist Enternasyonal’in dağıtılması bildirisi ne de VII. Kongredir!



III. Kongre, aynı şekilde bu çeşitliliğin örgütsel biçimleri de etkileyeceğini öngörür:



“Tüm Komünist Partiler için mutlak olarak uygulanabilir ve değişmez tek bir örgüt biçimi yoktur. Proleter mücadelesinin koşulları durmadan değişip dönüşmektedir ve bu dönüşümlere uygun olarak, proletaryanın öncü örgütleri de sürekli olarak gerekli yeni biçimleri araştırmak zorundadır. Her ülkenin tarihsel özellikleri de farklı partiler için özel örgütlenme biçimleri ortaya çıkarır. Ancak bu farklılaşmaların belirli bir sınırı vardır.” (III. Kongre, Komünist Partilerin eylem, yöntem ve yapısı üzerine Tezler)



Aynı biçimde farklı seksiyonların (Partilerin) taktik ve programı da kendine has tarihsel ve toplumsal özyapılardaki kendi yerini sağlamlaştırmalıdır:



“Komünist Enternasyonal ve üye partiler (seksiyonlar), Proleter Cephesi’nin birliği parolasını benimserler ve gerçekleştirilmesi için inisiyatifi ele alırlar. Komünist Partilerin taktiği, her ülkedeki özel koşullardan çıkarılacaktır.” (IV. Kongre, Proleter Cephesinin Birliği üzerine Tezler)



Programda da aynı şey geçerlidir:



“Genel programda, ulusal partilerin geçici taleplerinin ait oldukları temel tarihsel tipler, her ülkedeki temel ekonomik ve politik yapı farklılıklarına uygun olarak açıkça anlatılmalıdır.” (IV. Kongre, Programla ilgili Karar)



Sekterizm ve Sosyal Demokratların Umursamazlığı:



III, IV ve V. Kongrelerin tartışma konusu olan ve VI. Kongre tarafından ortaya atılan “Kitlelere gidin!” parolası, yeni güç ilişkilerinden ve bu ilişkilerin dünya devrimi ve Birleşik Cephe’nin gerekliliği sorunları çerçevesinde değerlendirilmelerinden kaynaklanan yeni koşulların sonucudur:



“Kitleler işçi sınıfının bölük pörçük mücadele eden farklı partilere bölündüğünü, kapitalist sınıfın ise işçi sınıfına karşı tek ve birleşik bir saldırı yönelttiğini görüyorlar. Bu durumda kendini dayatan çözüm, kapitalizme karşı koyabilmek için proletaryanın bölünmüş güçlerini birleştirmekti.” (Mathias Rakosi’nin, IV. Kongre öncesi Emek Yıllığı için kaleme aldığı ve Komünist Enternasyonal tarafından 1923′te yayınlan “III. Komünist Enternasyonal” başlıklı kısa tarihsel anlatımdan alınmıştır)



Birleşik Cephe taktiği, birçok partinin (özellikle de Fransa’da ve İtalya’da…) goşist sekterizmine çarptı, ki bunların volontarist tahlilleri sosyal demokrasinin işçi sınıfına yayılmasını küçümsüyordu. Diğer yandan sağ oportünist bir eğilim, Birleşik Cephe’yi sosyal demokrasinin liderleriyle işbirliği yapmak olarak yorumluyordu.



VII. kongrede de göreceğimiz, Lenin’in formüle ettiği Birleşik Cephe taktiğini “sağcı ve sınıf işbirlikçisi” olmakla suçlayan goşist iddialarla (Bordiga) aynı eğilimler ve aynı tartışma konusudur.



V. Kongre’nin çıkardığı Birleşik Cephe’nin ilk deneyimlerinin bilânçosu, VII. Kongre ve Halk Cephesi ile çarpıcı bir biçimde paraleldir:



Kongrede Yürütme Komitesi’nin sözcüsü olarak konuşan ve sağ sapmalardan Birleşik Cephe’nin doğru çizgisine kaçamak yoldan saldırmak için yararlanan Bordiga’nın tavrını açığa vuran Zinovyev, “Başarısızlığın etkisiyle, Birleşik Cephe taktiğimiz gözden geçirilmeye yeltenildi.” Saptamasında bulunuyordu:



“Geçtiğimiz yıl, vuruşlarımızın % 90′ını sağ sapmalara karşı yöneltmek zorunda kaldık. Şimdiki kongrede de aynısının olacağını düşünüyorum. Seksiyonlarımızın belgelerini okudukça ve sağ tehlikenin abartılmadığını daha iyi anladıkça, bu tehlikenin, militanlarımız kötü olduğu için değil ama içinde bulunduğumuz tarihsel dönem öyle gerektirdiği için, hiçbir zaman olmadığı kadar büyük olduğunu görüyoruz. İki devrimci yükseliş arasında bulunuyoruz ve sağ eğilimlerin ortaya çıkması doğaldır. Sosyal demokrasi kalıntıları, asla tasavvur edemeyeceğimiz kadar fazladır. Onların kökünü kazımak zorundayız ve bunu, radikal lafazanlık ve teorik revizyonizme hiçbir ödün vermezsek, aşırı sol sapmaları önem arz etmeye başladıkları an bastırırsak, başaracağız.” (Yürütme Komitesi’nin V. Kongre’ye Raporu)



Komünist Enternasyonal, ilk devrimci yükselişten sonra gelen kapitalizmin “istikrar” safhasında, öngördüğü ikinci devrimci yükselişi hazırlamak için, amacı sosyal demokrat liderlerin zararlı etkilerine karşı mücadele ederken kitlelerden kopmamak olan Birleşik Cephe taktiklerini ileri sürer.



Komünist Enternasyonal aynı zamanda, sosyal demokrat yönetimlerle üst kademelerde gerçekleştirmek istedikleri ilkesiz işbirliğini onaylatmak için V. Kongre’de bir saldırı başlatan sağa ve taktik çizgi olarak Birleşik Cephe’nin terk edilmesini talep eden goşistlere karşı mücadele eder:



“Birleşik Cephe’yi, devrimin yavaşladığı bir dönemde uygulanan devrimci bir taktik olarak anlıyoruz. Ama bizim saflarımız arasında, bazı yoldaşların ondan bir evrim taktiği, bir oportünizm taktiği üretmeye çalıştıkları görülmüştür. Bu aslında stratejik bir manevra idi ancak bazı yoldaşlar, onda “tüm partilerin” bir koalisyonunu, sosyal demokrasi ile bir ittifak politikasını gördüler.” (aynı yerde)



Bu sapmaların tekrarlanmasını önlemek için, V. Kongre, Birleşik Cephe taktiği ile ilgili olarak aşağıdaki önlemleri alır:



“Birleşik Cephe, karşı devrimci olmaları halinde işçilere karşı silahla mücadele edilmesi bile gerekebilen iç savaşın istisnai koşulları dışında, temelde daima vazgeçilmezdir. Azınlıkta olduğumuz ülkelerde, her zaman değil ama sıklıkla, hem üst hem alt kademede uygulanmalıdır. (…) Anlaşılacağı üzere, oportünist soysuzlaştırmaya karşı, bu taktiği sosyal demokratlarla siyasi bir koalisyon kurma yöntemi olarak değil, ajitasyon ve harekete geçirme yöntemi olarak uygulamak suretiyle korunulabilir. Birleşik Cepheyi sadece üst kademelerde uygulamaya gelince, buna “hiçbir zaman” cevabını vermek gerektiğini düşünüyorum. Ama uygulamada maalesef, en sık yapılan bu sonuncusudur: Sosyal demokratlara açık mektuplar yazmak, “ortak programlar” hazırlamak için liderleriyle yararsız ve sonu gelmez müzakereler yürütmek.” (aynı yerde)



Ve solcu eğilimlerin maskesini düşürmek için de aşağıdakiler ileri sürülür:



“Tüm yoldaşları, özellikle de Saksonya’daki hatalar ve deneyimlerden sonra Birleşik Cephe’den her söz edilişinde kulaklarını pamukla tıkayan Alman partisindeki yoldaşları, bu sorunlar hakkında ciddi bir biçimde akıl yürütmeye davet ediyorum. Örneğin sol adına konuşan Burian yoldaş, Birleşik Cephe taktiğinin Çekoslovakya’da revizyonizmin başlıca sosu olduğunu yazıyor. Bu doğru değildir. Asıl revizyonist olan, her zaman bir bahane bulandır. Onu parlamentarizmde de ya da başka herhangi bir şeyde de bulacaktır. Gölgemizden korkarsak, sosyal demokrasiyi asla yenemeyiz. Taktiği benimsememiz ve onu tüm oportünist pisliklerden arındırmamız gerekir. Birleşik cephenin revizyonizmin sosu olduğunu söyleyen insanlar her zaman olacaktır.” (aynı yerde)



Sonuç olarak, Birleşik Cephe taktiğinin uygulanması, V. Kongre’ye göre “her somut durumun somut tahlilinden” ortaya çıkar:



“Tüm partileri aynı hamura dökmek diye bir şey asla söz konusu değildir. Her ülke özelinde sorunu somut bir biçimde ortaya koymak gerekir.” (aynı yerde)



Önemli bir görev olan yeni durumlara uyum sağlama görevi Komünist Enternasyonal’e verilmiştir:



“Komünist Enternasyonal’in görevi, çok çeşitli ve birbirine hiç benzemeyen farklı koşullara göre taktiğini yenilemektir. (…) Burada, her partiye somut bilgiler verilmesi konusunda, Alman Komünist Partisi ile aynı fikirdeyim. V. Kongrenin görevi de bu olacaktır.” (aynı yerde)



V. Kongre, gerçek bir dünya komünist partisi haline gelme amacı değişmeyen Komünist Enternasyonal’in daha da merkezileşmiş bir yönetime kavuşturulmasında karar kılmıştır.



Disiplin konusunda bazı seksiyonların tereddütleri ve Komünist Enternasyonal çizgisinden sola veya sağa sapmalar karşısında,



“Tüm partiler, Yürütme Komitesi’ne Marx ve Lenin’in en iyi takipçilerini, en değerli beyinleri, en iyi örgütçüleri yollamalı, Enternasyonal yönetimi daha kolektif bir yapıya kavuşturulmalıdır. Ancak tüm dünyanın en iyi komünistlerinden oluşan bu yönetsel organı kurduktan sonra, biçimsel bir disiplinle yetinmemeli, gerçek bir proleter ve komünist disiplini hâkim olmalıdır. (…) Bu son zamanlarda disiplin tecavüzü vakaları görülmüştür. Bazı kimseler cezalandırılmamıştır. (…) Biz içinde gruplaşmanın ve fraksiyonların bulunmadığı bölünmez bir komünist parti istiyoruz.” (aynı yerde)



IV ve V. Kongreler arasında, Alman sorunu, bu ülkedeki gelişmeler ve taşıdıkları önem sebebiyle, Komünist Enternasyonal’in meşguliyetlerinin merkezinde yer alıyordu. Birleşik Cephe taktiği çizgisinden sağ ve sol sapmalara karşı mücadele edildiği bu dönemde, Komünist Enternasyonal, öncelikle büyük Partilerin durumuyla ilgileniyordu.



Buradan hareketle, gerçek bir Dünya Komünist Partisi olma amacı daha açık hale geliyordu, ancak bu süreç - her ulusun özel durumlarının ön plana çıkmasının ve siyasal koşullarla komünist güçlerin eşitsiz gelişiminin görevi zorlaştırdığı ve bunların karakterize ettiği devrimin geri çekilme koşullarında bir komünist hareket yönetme isteğinin açıkça ortaya konmuş olmasına rağmen - yine de ortaya birçok güçlük çıkartan birçok seksiyonun talep ve şikâyetleri ile birlikte gidiyordu.



“Nguyen ai-quac (Vietnam): Kolonilere şu ana kadar olduğundan daha fazla dikkat gösterilmelidir.”



“Pepper (Birleşik Devletler): Kongremizin Alman ve Orta Avrupa sorunuyla fazla ilgilenmesinden ve daha az ölçüde bir dünya kongresi olmasından endişeliyim. Alman sorunun Enternasyonal’in temel ve hayati sorunu olduğu doğrudur. Ama Enternasyonal’in çözecek başka sorunları da vardır.”



“Dengel (Almanya): Alman sorunu Kongrede büyük bir yer işgal etmiştir. Buna karşın başka sorunlar, örneğin ekonomik perspektifler gibi, nerdeyse hiç tartışılmamıştır.”



“Wijnkoop (Hollanda): Sömürgeler sorunuyla daha fazla ilgilenmeliyiz.”



“Buck (Kanada): Kongre şu ana kadar, İngilizce konuşan ülkelerdeki seksiyonlarla çok az ilgilendi.”



“Samoen (Java): Yürütme komitesinin sömürgelere daha fazla ilgi göstereceğini ümit etmekteyiz.”



“Kreibich (Çekoslovakya): Enternasyonal’in sağ ve sol sapmalarla mücadele etmek zorunda olmasına ve partilere politik yol göstermesine kimse itiraz etmiyor. Ama bunu yapma biçimi de önemsiz değildir. Her ülkenin politik ve ekonomik perspektifleri ve partilerin fiili çalışması ihmal edilerek, tezler ve karar alma konularıyla fazla ilgilenme alışkanlığı edinilmiştir. Yoldaşlarımız, kongreden yeni emirler, yeni tavsiyeler, yeni politik hedefler beklemektedir.”



“Amter (Amerika): Kongre, Amerika’yı tamamen ihmal etmiştir.”



“Katayama (Japonya): Japon heyeti, Zinovyev’in doğudan çok az bahsetmesini üzüntüyle karşılamaktadır. Varga’nın raporu ve tezleri, sadece Avrupa ve Amerika’yı ele almaktadır.”



“Lozovski (Rusya): Komünist Enternasyonal’in, uluslararası, güçlü ve birleşik bir Bolşevik partiye dönüşümü, uzun ve zahmetli bir süreçtir. Bu süreç ancak, Enternasyonal’in yönetici çekirdeğinin koşullara göre ve elbette karşılıklı olması anlamında kimi zaman sağ ve kimi zaman sol bir çizgi izlemesi ve üye 54 Partinin uluslar arası sorunların çözümünde giderek daha büyük pay sahibi olmalarıyla hızlandırılabilir…” (V. Uluslararası Kongre, Tahlil Raporu yada Analitik Rapor)



Hepsi aynı anlamda ve aynı değerde olmayan bu yaklaşımlardan yola çıkarak, sadece Komünist Enternasyonal’in karşı karşıya kaldığı sorunların ne denli karmaşık ve çeşitli olduğunu tespit edebiliriz. Ancak Komünist Enternasyonal bu taleplerinde ötesinde “dünyasallaşmakta” ve her seksiyonun sorunlarıyla ve bu arada bu kongrede gelişen ve Yürütme Komitesi ile demokratik merkeziyetçiliği hedef alan bir saldırıyla da uğraşmaktadır. Bu hem sağ hem de soldan yöneltilen ikili bir saldırıdır ve merkezi disiplini sorgulamaya çalışmaktadır:



“Enternasyonal’in bağrında, kendimizi resmi disiplini gözetmekle sınırlarsak, resmi bir iskelete dönüşür ve yaşayan bir Enternasyonal olmaktan çıkarız. Kim olursa olsun ve yönelimi ne olursa olsun azınlığın görevi, sadece Enternasyonal’in kararları önünde eğilmek değildir; bu kararları Enternasyonal içinde, iki kongre arasında, eyleminde ve örgütünde, her sorunda uygulamakla yükümlüdür.”(aynı yerde)



Radek’in bu açıklamaları, sağ eğilimli olmakla birlikte, Komünist Enternasyonal’in disiplini sağlamada ve önceki kongrelerde alınan kararlara uyulmasını sağlamada karşılaştığı güçlükleri ortaya koymaktadır. Hatta kongrede, sağ ve sol oportünistler Yürütme Komitesi’nin varlığına karşı bile saldırmaktadırlar:



“Fischer (Almanya): IV. Kongre’nin tezlerinde açıklık taşımayan her türlü çözümleme yer almaktaydı.”



“Brandler (Almanya): III. Ve IV. Kongrelerin çizgisini (tüm gücümüzle) uygulayıp gerçekleştirdiğimiz için suçlu olduğumuzu kabul ediyoruz. Bundan pişman değiliz, çünkü bu çizgiyi sadece geçmiş için değil bugün için de doğru kabul ediyoruz.”



“Bordiga (İtalya): Aslında burada Yürütme Komitesi’nin yargılaması yapılmıyor, Yürütme Komitesi partilerin yargılamasını yapıyor.”



“Wenzel (Çekoslovakya): Çek Partisi’nin Enternasyonal ile, Enternasyonal tarafından alınan tüm kararların özünde işbirliği yapması, bize, oportünist eğilimlerin kesin bir mahkumiyeti olmadan da üzerinde uzlaşılmış görünüyor.”



“Thalheimer (Almanya): Gelecek açısından birinci derecede önemli sorun, partilerin yönetimine Enternasyonal’in karışmasıdır. Hiç kimse belli koşullarda bu müdahalenin gerekli olduğunu inkâr etmiyor. Ama ne Ekimde ne Ekim öncesinde ne de Ocakta, bizim partimiz için kazançlı olmamıştır. Aksine Enternasyonal’in bu müdahaleleri hep büyük krizlere yol açmıştır.”



“Grzegorzewski (Polonya): Hoeglund, Enternasyonal’de disipline ve merkeziyetçiliğe karşı çıkıyor. Ama İsveç Komünist Partisi içinde sert bir disiplinden yana.” (aynı yerde)



Bu alıntılar türdeş olmadığı gibi eksiksiz de değildir. Sonuçta biz, demokratik merkeziyetçilik ilkesindeki “merkeziyetçilik” unsurunu sorgulamaya kalkışan sağ ve sol yaklaşımları düzensiz olarak sunduk.



Sağın (Radek) ya da solun (Bordiga) liderleri, Kongre’nin eleştirileri karşısında konuşmalarını, yine Kongre’nin kullandığı sözlerle “disiplinli” ve “yekpare” bir dünya komünist partisine sözlü olurlarını bildirerek bitirdiler. Belirli tespitler, kendilerini V. Kongre sonunda da dayatmaktan geri kalmadı:



- Kapitalizmin istikrar dönemi ve devrimci dalganın geri çekilişi, önceki saldırının önemini azalttığı kendine özgü ulusal koşullar sorununu tekrar canlandırdı;



- Komünist Partiler “propaganda dernekleri”nden kitle partilerine doğru geçişe yönelmişlerdir;



- Gelişimlerinin ritmi, bir ülkeden diğer ülkeye eşitsizdir;



- Farklı ülkelerin Komünist Partilerinin karşılaştıkları politik koşullar değişmektedir;



- Bunların kök salmaları ve Komünist Partilerle II. Enternasyonal partileri arasındaki güç ilişkileri de aynı ölçeklerde değişim göstermektedir.



Bu karmaşık koşullara dayanarak ve “kendine özgü ulusal koşulları” öne sürerek, sağ oportünistler Birleşik Cepheyi amacından saptırmaya, sol oportünistler ise, bunu bahane ederek aynı Birleşik Cephe ilkesinin terkine sürüklemeye çalışmaktadırlar. Kongre her iki sapmayı da mahkûm eder.



Bu genel çerçeve içinde Kongre, Komünist Enternasyonal’in komünistlerin dünya partisi olarak gelişmesinin, henüz kazanılmaktan uzak ve aşılacak çok sayıda tuzakla dolu uzun bir süreç olduğunu ifade eder:



“Komünist Enternasyonal, sadece ve sadece kendine bağlı belli başlı seksiyonlar (komünist partiler) Bolşevik partilere dönüştüğü ölçüde, Leninizm’e inanmış gerçek bir Evrensel Bolşevik Partisi haline gelecektir.” (V. Kongre, Taktik Üzerine Karar’ın 14. bölümü: Partilerin Bolşevikleştirilmesi ve Evrensel Komünist Parti’nin kuruluşu)



Komünist Enternasyonal üzerine idealist ve öznel bakış açısı terk edilmelidir.



Komünist Enternasyonal’i değeri ve önemi, örgütlü bir uluslararası komünist hareketin inşası çalışmasına başlamasında, birçok teorik sorunu açıklığa kavuşturmasında, sağ ve sol oportünizmin maskesini her seferinde düşürebilmesinde, varlığını sürdürdükçe belirli sayıda komünist partinin önemli kitle partileri haline gelmesine ve bu sayede devasa sınıf mücadelelerine ve ezilen halkların mücadelelerine öncülük etmelerine yardım etmesindedir. Bugünkü komünist kuşakları için önemi, gerçek bir ilham kaynağı olan, hatırı sayılır bir ideolojik, politik ve teorik miras bırakmasındadır.



Öznel bakış açısı, Komünist Enternasyonal’in gerçek katkısını kavramamızı, yaptığı tahlilin evrimini, tarihsel önemini ve sonuç olarak uluslararası komünist hareketin niceliksel ve niteliksel geri çekilmesinin birçok alanda proletarya partilerini yeniden inşa etmeyi ve bunlar arasındaki ilişki ve işbirliği şekillerini tasarlamayı zorunlu kıldığı günümüz için taşıdığı faydayı anlamamızı engeller.



V. Kongre tarafından ortaya atılan partilerin Bolşevikleştirilmesi parolasının amacı, partileri, V. Kongreden sonra bile var olmayı sürdüren sosyal demokrat geleneklerden koparmaktı.



Örgütsel alanda ise, Bolşevikleştirme, partilerin gizli örgüt nüveleri temelinde yeniden inşasıdır:



“Komünist Enternasyonal’in bu dönemdeki temel hedefi bağlı partilerin Bolşevikleştirilmesidir. Bu parola hiçbir biçimde, Bolşevik Partinin tüm deneyiminin otomatik olarak diğer partilere yerleştirilmesi şeklinde anlaşılmamalıdır. Gerçekten Bolşevik bir partinin ana çizgileri şunlardır:



a) Parti gerçek bir kitle örgütü olmak durumundadır, yani ister yasal ister yasa dışı yoldan olsun, işçilerle yakın ve olmazsa olmaz kabilinden bir ilişkisi olmalı ve onların talep ve umutlarını dile getirmelidir;



b) Hareket kabiliyetine sahip olmalı, sekter ve dogmatik bir taktik izlememeli, düşmana karşı kendinden taviz vermeden her türlü stratejik manevrayı gerçekleştirebilmelidir: Bizim partilerimizin en büyük hatası bunu anlamamalarıdır.



c) Devrimci ve Marksist temelde bir parti olmalı, her koşulda karşı konulamaz bir biçimde amacını takip edebilmeli, proletaryanın burjuvazi üzerindeki zafer saatini yaklaştırmak için en fazla çabayı göstermelidir;



d) Merkezileşmiş bir parti olmalı, hiçbir fraksiyonu, gruplaşmayı ve eğilimi kabul etmemeli, tek bir blok halinde inşa edilmiş yekpare bir parti olmalıdır;



e) Burjuva ordusunda sistemli bir örgütlenme ve propaganda faaliyeti yürütmelidir.” (aynı yerde)



Komünist Enternasyonal, zamanının komünist partilerini zamanın görevlerinin ve durumun gerekleri düzeyinde gerçek komünist kitle partileri olarak görmez ve amacını şöyle tanımlar:



“Büyük Komünist Partilerin yaratılması, tüm bir dönemin merkezi sorunudur.” (V. Kongre, Taktik Üzerine Karar, 3. bölüm)







3.”Görece İstikrar” Döneminin Sonu ve Kapitalizmin Yeni Bunalımı (1929-1933)



Komintern’in VI. Kongre’si, emperyalist sistemde eşi görülmemiş bir krizin temelleri atıldığı sırada yapılır.



Bütün burjuva ideologları, yeni krizin varlığını inkâr ederken VI. Kongre 1928′de genel bir krizin gelişini bildirerek bunlardan ayrılıyordu. 1929-1933 krizi patlak verdiğinde, Marksist tahlilin üstünlüğü bir kere daha kanıtlandı.



VI. Kongre yaptığı tahlilde “istikrar” devrinin sonunun geldiği sonucuna varıyordu:



“Üçüncü dönem (”yeniden inşa” adı verilen, ekonominin kapitalist biçimlerinin yeni bir teknik temelinde yeni bir gelişim gösterdiği dönemin başlangıcı), temelde kapitalist ekonominin ve hemen hemen ona paralel olarak SSCB’nin savaş öncesi durumlarının çok ötesine geçerek kalkınmalarıdır. Kapitalist dünya için bu, tekniğin hızlı bir biçimde geliştiği, kartellerin, tröstlerin, devlet kapitalizmi eğilimlerinin şiddetli büyümesi ve bunlarla birlikte dünya ekonomisinin çelişkilerinin, kapitalizmin krizinin tüm önceki süreciyle (azalmış Pazar payları, SSCB, sömürgelerdeki hareketler, emperyalizmin kendi iç çelişkilerinin gelişmesi) belirlenmiş biçimlerde hareket ederek şiddetli gelişmesi demekti. Özellikle üretici güçlerin gelişmesiyle pazarların küçülmesi arasında varolan çelişkiyi daha da şiddetlendiren bu üçüncü dönem, emperyalist devletler arasında yeni bir emperyalist savaşlar evresini, bunların SSCB’ye karşı savaşlarını, emperyalist devletlere karşı ulusal kurtuluş savaşlarını ve emperyalistlerin müdahalelerini, devasa sınıf savaşımları aşamasını engellenemez kılmıştır.” (VI. Kongre, Uluslar arası Durum Ve Komünist Enternasyonal’in Görevleri Üzerine Tezler)



VI. Kongre, emperyalizmin çelişkilerinin şiddetlendiği sonucuna varır:



“Bu dönem, uluslararası çelişkileri (kapitalist ülkelerle SSCB arasındaki karşıtlık, Çin’in kuzeyinin, ülkenin parçalanmasına yönelik ve emperyalistler arası mücadelenin başlangıcı olarak işgal edilmesi) ve kapitalist ülkelerin kendi içlerindeki çelişkileri (işçi sınıfı kitlelerinin radikalleşmesi, sınıf mücadelesinin yoğunlaşması) keskinleştirerek, sömürgelerdeki hareketleri zincirlerinden boşandırarak (Çin, Hindistan, Mısır, Suriye), kapitalist istikrarın çelişkilerinin gelişmesiyle birlikte kaçınılmaz olarak kapitalist istikrarın yeni bir sarsıntısıyla, kapitalizmin krizinin yoğunlaşarak ağırlaşmasıyla sonuçlanmaktadır.” (aynı yerde)



Emperyalistler arası karşıtlıklar içinde, VI. Kongre, 1914-18 savaşının galip ve mağlupları arasındaki karşıtlığın altını çizer. Belli başlı faşist hareketler, tam da bu mağlup ülkelerde gelişmekte, ülkelerini soyan Versailles anlaşması temasını ve ulusal kalkınma söylemini kullanmaktadırlar. Bu emperyalistler arası karşıtlık, durumun tersine dönmesi ihtimali daima mevcut olsa da ve bu ihtimal, dikkati SSCB’nin savunulması sorununa yöneltmeyi gerektirse de, olayların gelişimini emperyalist bir savaşa doğru götürüyordu:



“Kazanımlarının kalesi, uluslararası kurtuluşunun temel etkeni ve tek vatanı SSCB olan dünya proletaryasının görevi, SSCB’de sosyalizmin kuruluşunun başarıya ulaşması için katkıda bulunmak ve onu kapitalist ülkelerin saldırılarına karşı, mevcut tüm olanaklarla savunmaktır.” (aynı yerde)



Demek ki, dünya proletaryasının SSCB’yi savunma görevinin ortaya konuluşu, ne VII. Kongrenin zoru ne de Komünist Enternasyonal’de bir darbe ile olmuştur. Bunu ortaya koyan, SSCB’nin, dünya proletaryasının ve ezilen halkların çıkarlarının, kapitalist sistemin yıkılması konusunda ayrılmaz bağlarla bağlı olduğunu ifade eden Komünist Enternasyonal’in önceki kongrelerini onaylamaktan başka bir şey yapmayan VI. Kongredir.



VI. Kongre, bu tahlilden aşağıdaki görevleri çıkarır:



- Barış için mücadele edilmeli, ancak çatışma halinde, emperyalist savaş, devrimci iç savaşa dönüştürülmelidir;



- SSCB’nin savunması için tüm yollarla mücadele edilmelidir.



- Sömürgelerdeki ulusal kurtuluş hareketlerinin, özellikle de Çin’dekinin desteklenmesi gerekir;



- Kapitalizmin istikrar dönemini idealize eden ve onda genel bir krizin nasıl filizlendiğini görmeyen sağ oportünizmle, V. Kongrede olduğu gibi Birleşik Cephe’yi reddeden sol oportünizme karşı mücadele sürdürülmeli ve yoğunlaştırılmalıdır.



Henüz 1922′deki IV. Kongrede, Komünist Enternasyonal, “Komünist Partilerin en önemli görevlerinden biri uluslararası faşizme karşı direnişi örgütlemek, faşist çetelere karşı mücadelede tüm proletaryaya öncülük etmek ve aynı zamanda bu alanda Birleşik Cephe taktiğini enerjik bir biçimde uygulamaktır” demiştir.



VI. Kongre, dünya devrimi programında bu tahlili tekrar ele alır ve aşağıdaki bilgileri verir:



- Faşizmin ortaya çıkışının tarihsel koşulları üzerine:



“Emperyalizm çağı, sınıf mücadelesinin yoğunlaşması, özellikle de emperyalist dünya savaşından sonra iç savaş etkenlerinin büyümesi, parlamentarizmin düşüşüne yol açtı. Buradan da “yeni” yöntemlere ve yeni hükümet biçimlerine varıldı. Burjuva gericiliğinin bu saldırısı, belirli tarihsel koşullarda faşizm biçimini aldı.” (VI. Kongre’ye uyarlanan Program ve Tezler)



Faşizm demek ki, iç savaş ve sınıf mücadelesinin büyümesi tehlikeleri ile dolu ağır ekonomik kriz durumundaki burjuva parlamenter demokrasinin çürümüşlüğünde ortaya çıkar. Bu koşulların özellikleri şunlardır:



“Kapitalist ilişkilerin istikrarsızlığı, kırsal yörelerdeki küçük burjuvazinin geniş katmanlarının yoksullaşması, sınıfsal mevkilerini kaybederek düşmüş önemli toplumsal unsurların varlığı ve nihayet proletaryanın kitlesel eylemlerinin değişmeyen tehdidi.” (aynı yerde)



- Sınıfsal doğası üzerine:



“Daha sert, daha istikrarlı, daha devamlı bir iktidarı güvence altına almak için, burjuvazi, parlamenter sistemden, partilerin uyum ilişkilerinden bağımsız olan faşist yönteme geçiş zorunluluğunu giderek daha fazla hisseder. Bu yöntem, “ulusal düşünce” ve “korporatif” temsil (ki gerçekte egemen sınıfların çeşitli kesimlerinin temsili söz konusudur) yardımıyla ideolojik olarak gizlenmiş doğrudan diktatörlüktür.” (aynı yerde)



- Sınıfsal temeli üzerine:



“Küçük burjuva kitlelerin, aydınların ve diğer toplumsal kesimlerin hoşnutsuzluğunu, bu iş için yeterli özellikler arz eden bir demagoji yardımıyla sömürür (Antisemitizm, tefeci sermayeye karşı kısmi hücumlar, parlamentodaki yurtseverlere karşı ve yozlaşmadan duyulan hoşnutsuzluk, faşist oluşumların maaş la çalışan üyelere sahip katı hiyerarşisinin kurulması, bir parti aygıtının ve memurlar topluluğunun oluşturulması). Faşizm diğer yandan işçi çevrelerine sızmak için çaba harcamakta ve buradaki en geri unsurları, sosyal demokrasinin pasifliğinin sebep olduğu hoşnutsuzluktan yararlanarak kendine üye yapmakta ve silah altına almaktadır.” (aynı yerde)



- Sınıfsal hedefleri:



“Faşizmin kendine biçtiği başlıca görev, devrimci işçi öncüsünün yıkılması, yani, proletaryanın komünist unsurlarının ve onların kadrolarının ortadan kaldırılmasıdır. (…) Burjuvazinin en bunalımlı dönemlerinde, anti-kapitalist lafazanlığa başvuran Faşizm, yolun devamında baştaki anti-kapitalist oyuncaklarını atar, kendi özünü giderek daha fazla ortaya serer, iktidarını sağlamlaştırır sağlamlaştırmaz da büyük sermayenin terörist diktatörlüğü olduğu açıkça ortaya çıkar.” (aynı yerde)



Taktik ve Örgüt ile İlgili Sonuç



VI. Kongre, yaptığı tahlillerden, kriz anında sermayenin ikincil olarak başvurduğu yol olan sosyal demokrasi hakkındaki eleştiriler zayıflatılmaksızın, Birleşik Cephe’nin zorunluluğu sonucunu çıkarır:



“Değişen politik durumlara uyum sağlayan burjuvazi, sırası geldikçe faşist yöntemlere sırası geldikçe sosyal demokratlarla koalisyona başvurur. Bu sonuncusu da sık sık açıkça faşist bir rol oynar (Almanya’da Noske örneği, Polonya Sosyalist Partisi…).” (aynı yerde)



Anti faşist Birleşik Cephe, demek ki, işçi kitlelerini anti faşist savaşımda birleştirmeyi ve sosyal demokrat yönetimin maskesini düşürmeyi amaçlayan bir taktiktir. Komünist Enternasyonal buradan hareketle başka görevler için de çağrıda bulunur:



“Komünist Enternasyonal, emperyalist savaşların tehlikeleriyle mücadeleye kesin olarak hazırlanmaya özel bir dikkat gösterir. Komünist Partilerin eylemi, sosyal şovenizmin, sosyal emperyalizmin, burjuvazinin emperyalist planlarını gizlemekten başka bir işe yaramayan pasifist lafazanlığın maskesini düşürerek açığa vurmalıdır. (…) Komünist Enternasyonal’in bu alandaki temel parolaları: emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi; “kendi” emperyalist hükümetini bozguna uğratma; kendilerine saldırılması halinde SSCB’nin ve sömürgelerin her yola başvurarak korunması.” (aynı yerde)



Komünist Enternasyonal bu açık seçik yaklaşımlarından örgütsel alanda şu sonuçları çıkarır:



“Devrimci eylem ve çalışmayı koordine etmek ve onu daha etkili bir biçimde yönetebilmek için, dünya proletaryası, öncelikle komünist parti saflarında gözetilmesi gereken bir uluslararası sınıf disiplinine ihtiyaç duymaktadır. Bu uluslararası komünist disiplin, hareketin özel ve kısmi çıkarlarının genel ve daimi çıkarlarına tabi kılınmasında ve Komünist Enternasyonal’in yönetici organlarınca alınan tüm kararların bütünüyle uygulanmasında ifadesini bulur.” (aynı yerde, vurgular bizim)



Komünist Enternasyonal’e göre, dünya çapındaki yeni bir çatışmanın yarattığı ağır ve karmaşık durumun, uluslararası komünist hareketin “yerel ve özel çıkarlarıyla” “genel ve daimi çıkarlarını” anlık olarak birbirleriyle zıtlaşmalarına yol açması muhtemeldir. İşte bu sebeple, VI. Kongre sonrası tarihsel dönemi ve özellikle de İkinci Dünya Savaşı’nı ve faşizme karşı savaşımı, uluslararası komünist hareketin “genel ve daimi çıkarları” temelinde tahlil etmek uygun olur.



Burada, 1939-1945 dünya savaşında Komünist Enternasyonal’i kapatmak için “bu hileyi tasarlayanın”, ne VII. Kongre, ne onun Yürütme Komitesi ne de SSCB olduğu açıkça görülmektedir. Bu suçlamalar, hazırlanmakta olan savaşın niteliğinin emperyalist olarak belirlendiği bir sırada, kapanma olasılığını gündeme getirenin VI. Kongre olduğu olgusunu ustalıkla bir kenara atarlar ve görmezden gelirler.



VI. Kongre, uluslararası disiplinin, yukarıdan alınan emirlerin basitçe yerine getirilmesine indirgenemeyeceğinin bilincindedir. Tüzükler Komisyonu, belirsizliğe yer vermeyen bir çözümlemesinde “Yürütme Komitesi’nin Komünist Enternasyonal’i Moskova’dan yönetmesinin imkânsız olduğunu” açıklamaktadır. Sınıf mücadelesinin çok sayıda ve çeşitli ulusal gerçekliklerini yakından takip edebilmek için, Yürütme Komitesi, belirli coğrafi bölgelerdeki (Orta Avrupa, Doğu, vs…) akımlarla ilgilenmekle görevli “büro”lar kurmuştur. Kongre, Yürütme Komitesi’nin somut gerçeklikle ilgili mümkün olan en sağlıklı bilgilere anında ulaşabilmesi ve kararlarının seksiyonlar tarafından uygulanmasının denetlenebilmesi için, Partilerin Merkez komitelerinin faaliyetlerinin soruşturmacılarca takip edilmelerine karar vermiştir.



Bu, zaten Lenin zamanından beri var olan eski bir uygulamanın takviye edilmesiydi.



4. Almanya’da Faşizmin Zaferi ve Komünist Enternasyonal’in VII. Kongresi (1934-1936).



VI. Kongre ile VII. Kongre arasındaki dönemde, uluslararası durum, Komünist Enternasyonal’in tahlillerini doğrulayarak ve çok büyük önem taşıyan yeni belirtileri su yüzüne çıkararak hızlı bir biçimde değişir. Bunalım ve kapitalizmin “görece istikrar” döneminin 1929′dan itibaren sona ermesi, apaçık ve inkâr edilemez bir gerçekliktir.



Bu arada, SSCB, sosyalizmi dünyanın giderek daha büyük kitleleri için daha inandırıcı bir seçenek haline getiren, Birinci Beş Yıllık Plan’ın itilimiyle gerçekleşen eşi benzeri görülmedik bir kalkınmayı yaşamaktadır. Birinci Beş Yıllık Planın başarısından sonra, SSCB’ye karşı gerçek bir ekonomik savaş ilan edilmiştir (sabotajlar, ithalatın engellenmesi, ambargo ve kredi taleplerinin reddedilmesi, aleyhte kampanya yürütülmesi…).



Bununla birlikte, pazar bulamamaktan kaynaklanan kriz öyle boyutlara varmıştır ki, her biri kriz yaşamayan tek pazar olan Sovyet pazarına erişimlerini devam ettirmek isteyen emperyalist ülkeler arasındaki rekabeti on katına çıkarmıştır. Nitekim mekanik konstrüksiyon gibi belirli sektörler, 1929 krizinin bu çökmüş ve yerinden oynamış ekonomiler denizindeki tek dinamik pazar olan Sovyet pazarı sayesinde dayanabilmiştir. Savaşın hemen o yıllarda patlak vermemesinin iki temel nedeni de burada yatmaktadır: Sovyet pazarına erişim ve dünya proletaryasının savaşa karşı harekete geçmesi. Buna ekonomik ve askeri gücü ve sağlamlığı ile destekleyici bir unsur olarak SSCB’nin kendisi de dâhildir.



Böylelikle krizin çözümü, emperyalist ülkelerin her birinin kendi içinde, emperyalistler arası çatışmaların şiddetlenmesinde, özellikle de sömürgeleri olmadığı için pazar bulma sıkıntısını daha fazla hisseden önceki savaşın mağluplarında aranmıştır.



Savaşa ilk katılan, 1931′de Çin’e saldırarak bu ülkedeki batılı çıkarlara el koyan Japonya olur. Çin halkını aktif olarak destekleyen sadece SSCB ve Komünist Enternasyonal’dir. Emperyalist güçler bu konuda, daha sonraları “müdahale etmeme” sözcükleri ile tanınacak olan yeni bir politika izlerler. Bu politikanın temeli, önceki savaşta yenilmiş emperyalist güçleri “serbest” kolonilerde Pazar aramaya ve SSCB’ye karşı bu amaçla savaş açmaya yöneltmektir ve asalet ünvanlarını Nazi Almanya’sının ortaya çıkışı ile beraber kazanacaktır.



1929 krizinin başka bir özelliği, aşırı üretimden kaynaklanan bildik krizlerden farklı olarak bir yeniden canlanma ile sonuçlanmaması, 1937′de yeni bir ekonomik krizle sonuçlanacak olan uzun bir bunalım dönemini başlatmasıdır.



Bu kriz, tüm burjuvaları işçi sınıfı ve ezilen halklar üzerindeki baskıyı arttırmaya ve içlerinden önemli bir kısmını krizin çözümünü faşist diktatörlükte aramaya iten derin ve uzun süreli bir krizdir.



Böyle bir perspektif, özellikle de 1914-18 savaşından yenik çıkmış ülkelerde hayata geçirilecektir. Ve 1932-33′ten itibaren Almanya’da Naziler iktidara yerleşecektir.



Somut Durum ve Tahlili.



Faşizmin zaferi, Alman işçi sınıfının ciddi bir yenilgisiydi. Bunun sonuçları, işçi sınıfına ve onun partisine karşı açık bir diktatörlük, gerici akımların burjuva demokrasilerinde eşi görülmemiş bir gelişimi, faşist örgütlenmelerin büyümesi, emperyalistler arası ve/veya SSCB’ye karşı savaş tehditlerinin büyümesidir.



VII. Kongre’yi meşgul eden iki merkezi sorun vardır: Faşizme karşı mücadele ve savaşa karşı mücadele.



a) Savaşa Karşı Mücadele:



VII. Kongre, şu olguyu başlığa yerleştirir:



“Dünya çapındaki ekonomik kriz dönemi ve özel bir biçimin bunalımı, eşitsiz gelişmenin kendine özgü bir örneğini ortaya koymaktadır. Kapitalizmin her alandaki bu eşitsiz gelişmesinin sonuçlarını bize göstermektedir.” (Ercoli’nin konuşması)



Lenin tarafından ortaya konan gelişmenin bu yasası, 1914-18 savaşının galiplerinin kendi aralarında ama aynı zamanda bunlarla mağlup ülkeler arasında patlak verecek ve Versailles anlaşmasıyla dayatılan dengenin kırılmasıyla sonuçlanacak emperyalistler arasındaki çelişkiler temelinde bir savaş olasılığını güçlendirmektedir. Ercoli, şu ifadeleri kullanmaktadır:



“Önemle belirtilmelidir ki, mağluplara savaş sonrası anlaşmaları dayatan güçlerin kendi aralarında bile karşıtlıklar keskinleşmektedir. Bazıları diğerleriyle rekabet halindeydi ve bu rekabetin savaş sonrası anlaşmalarla kurulan sistemi havaya uçurması kaçınılmazdı.” (aynı yerde)



Rakiplerin zararına olarak mümkün olan en fazla sayıda pazar ele geçirmek temelinde varolan emperyalistler arasındaki karşıtlık, bu ülkelerden her birini, diğerlerinin etki alanlarına sızması için ihtiyaç duyduğu “damping”i (fiyatları düşürmeyi) sağlamak için kendi proletaryasını daha fazla sömürmeye yönlendirir. Bu durum da burjuvazi-proletarya karşıtlığını ağırlaştırır. Faşizm, burjuvazinin bu karşıtlığın ağırlaşmasına belirli ülkelerde verdiği cevaptır.



VII. Kongre, VI. Kongre’den sonra gün ışığına çıkan üç yeni durum tespit eder:



“SSCB’nin güçlü bir biçimde gelişmesi, Japon militarizminin uzak Doğudaki saldırısı, Faşizmin Avrupa’daki ve özellikle de Almanya’daki ani yükselişi.” (aynı yerde)



Bu üç unsur, birbirlerine zıt olarak ve karşılıklı etkileşim içinde hareket etmektedir. Gelecekteki savaşın yönelimi ve olayların evrimi, bu unsurlar arasındaki dengeye bağlıdır.



SSCB’nin, tüm dünyanın krizde olduğu bir sırada gerçekleştirdiği coşkun gelişme, uluslararası otoritesini ve barış politikasını güçlendirmiştir:



“Sovyetler Birliği ile kapitalist ülkeler arasındaki ilişkiler yeni bir aşamaya girmiştir. Bu aşamanın ayırt edici özellikleri, proletarya diktatörlüğü ülkesinin artan otoritesi ve barış politikasıdır.” (aynı yerde)



Bu durum, Japon faşist militarizminin ve Alman nazizminin sözünü verdikleri anti-Bolşevik haçlı seferi hedefi için dayanak bulmada yararlandıkları bir Sovyet karşıtlığına yol açar. Bu ortaya çıktığı andan itibaren, faşizm, VII. Kongrenin gözünde baş düşman olur:



“Mücadelemizin ateşini barışın baş düşmanı olan Alman faşizmi üzerinde yoğunlaştırarak, emekçilerin ve işçi sınıfının tüm kazanım ve özgürlüklerinin yenilmez savunucusu görevimizi yerine getiriyor ve ulusal özgürlükleri savunuyoruz. Bu bizi, “bizim kendi ülkelerimizin” emperyalizmine ve Alman faşizmi ile bağları olan kapitalist ülkelerin savaş yanlısı aşırı uçtaki partilerine karşı uzlaşma kabul etmez bir mücadele yürütmekten alıkoymaz.” (aynı yerde)



Bu yaklaşım 1935 tarihlidir. Bu tarihte, Alman faşizmiyle nesnel olarak zıtlık halindeki çok sayıda ülkenin burjuvazisi, onun kararsız saldırganlığını SSCB’ye yönlendirmeye çalışmaktadır:



“Gerici İngiliz burjuvazisi, kendi çıkarlarını tehdit eden Japon emperyalizminin ve Alman emperyalizminin yükselişini, Sovyet karşıtı bir yola sevkedebilmeyi ümit etmektedir. (…) İngiliz burjuvazisi verdiği ödünlerle ve Avrupa ile Uzak Doğu’daki savaş kışkırtıcılarına verdiği destekle, Britanya İmparatorluğu’nun da kaçınılmaz olarak içine sürükleneceği yeni bir dünya savaşının patlak verme anını yaklaştırmaktadır.” (aynı yerde)



Bu gerçek, 1939′daki Molotov-Ribbentrop saldırmazlık anlaşmasına karşı yürütülen burjuvazinin kin dolu kampanyasını kolaylıkla benimseyenleri düşündürmeliydi.



Tarihin, 1935′teki VII. Kongrenin bu tahlilini teyit ettiğini şimdilik bir kenara yazalım. Zira Fransa’da kitlelerin daha 1934′ten beri varolan, nihai bir eylemle Fransız faşistlerinin iktidara gelme tehlikesini savuşturan baskısı sonucu, Fransız emperyalizmi, SSCB ile anlaşmak zorunda kalmıştı. Halk Cephesi’nin 1937-38′deki yenilgisi, Fransız burjuvazisinin, İngiliz türdeşleriyle bunların Sovyet karşıtı ikiyüzlülüğü temelinde anlaşmasına, böylece görece dengeyi kırarak insanlığı savaşa sürüklemesine olanak tanıdı.



Ancak 1935′ten itibaren, VII. Kongre, başında SSCB’nin bulunduğu barış bloğunu güçlendirmek için, emperyalistler arasında varolan tüm karşıtlıklardan yararlanılmasını amaç edinir:



“Farklı emperyalist güçlerin duruşları arasında varolan tüm farklılıkları kullanmanın yollarını arıyoruz. Saldırıyı kendi ülkemizdeki düşmana, kendi emperyalizmimize yöneltmenin gerekliliğini bir an bile unutmadan, bu farklılıkları barışın savunulması için kullanmayı bilmek zorundayız.” (aynı yerde)



Demek ki VII. Kongre 1935′ten itibaren, kapitalist ülkeleri, savaş ve barış konusundaki nesnel hareket tarzlarına göre ikiye ayırır:



“Avrupa’da, en savaşçı ve en gerici güçlerin hükümette olduğu ve bu güçlerce yönetilen, genel bir savaşın ve özellikle de SSCB’ye karşı bir savaşın bir an evvel başlatılmasıyla yakından ilgilenen bir kapitalist ülkeler grubunun resminin giderek daha açık bir biçimde ortaya çıktığını görüyoruz. Diğer tarafta ise başka bir kapitalist ülkeler grubu oluşmuştur. Bunlar çoğunlukla, parlamenter rejimi muhafaza eden ve barışın korunmasıyla az ya da çok ilgilenen ülkelerdir.” (aynı yerde)



Böylelikle VII. Kongre, 1935′te, her ne kadar hazırlanan savaşı emperyalistler arası bir savaş olarak tanımlasa da, gelişmekte olan ve 1939′da olgunlaşarak İkinci Dünya Savaşını bir antifaşist savaş, bir özgürlük savaşı yapan özel unsurlara dikkat çekmekten geri kalmamıştır.



b) Faşizmin Tahlili.



Böyle bir bağlamda, baş düşman olarak görülen faşizmin tahlili, özel bir önem arz etmektedir. Dimitrov, Leipzig duruşmasındaki kahramanca mücadelesinden sonra, IV. Kongre’nin tezlerinden ve VI. Kongre’nin bunları derinleştirmesinden hareketle, bu tahlilleri, Hitler’in iktidara gelmesiyle ortaya çıkan yeni unsurları da katarak geliştirmiştir.



Nazizmin Almanya’daki zaferi, bu ülkenin yeri ve ekonomik ağırlığı göz önüne alındığında, dünyanın en gerici güçlerinin Alman büyük sermayesi etrafında birleşmesini sağlamıştır. Büyük sermayenin bu bölümü, SSCB’nin güçlenmesinden, krizin ağırlaşmasından, sınıf mücadelesinin ve ezilen halkların mücadelesinin şiddetlenmesinden ürken tüm ülkelerde, sınıf hâkimiyetini korumanın yolunu faşist diktatörlükte ve tüm sınıf örgütlenmelerinin ve haklarının yok edilmesinde aramaktadır.



VI. Kongre, 1928′de, faşizm ve sosyal demokrasinin, sayelerinde burjuvazinin kendi iktidarını sürdürmeyi umduğu karşılıklı olarak birbirlerini güçlendiren iki yol olduğunun altını çizmişti. Almanya’da sosyal demokratların Hitler’i komünistlerle ittifak kurmaya yeğlemeleri, bunun anlamlı bir kanıtıydı.



Kendi sırası geldiğinde VII. Kongre, Nazilerin Almanya’daki zaferinin açıklamasının, sonuç olarak sadece komünistlere karşı değil ama tüm demokratik güçlere karşı en vahşi baskının uygulanmasını doğuran, iktidardaki gerici burjuvazinin her türlü demokratik kılıfı terk etmesi yatmaktadır:



“Faşizmin iktidara gelmesi, bir burjuva hükümetinin yerini diğerinin alması gibi sıradan bir değişiklik değildir, ama burjuva sınıfının hâkimiyet biçimi olarak bir devlet biçiminin - burjuva demokrasisinin - yerini bu hâkimiyetin başka bir biçimine, açık terörist diktatörlüğe bırakmasıdır.” (Dimitrov)



VII. Kongre, Komünist Enternasyonal’in bu son kongresi, diğer kongrelerin de mücadele etmiş oldukları kendi çizgisinden sağ ve sol oportünist sapmalara karşı dikkati çekerek, nesnel duruma bağlı olarak antifaşist Halk Cephesi ve Birleşik Cephe kurulmasını önermiştir.



Örgütlenme ile ilgili Sonuçlar.



VII. Kongre, uluslararası komünist hareketin, Komünist Enternasyonal’in VI. Kongreden itibaren yürüttüğü Bolşevikleştirme çabalarının sonucu olarak, iyice büyüdüğü bir sırada gerçekleştirilmiştir. Bu çabaların sonucunda, 1928′de Komünist Enternasyonal’e bağlı 65 parti varken, 1935′teki VII. Kongrede bu sayı 76′ya yükselmiş, 3.835.000 olan üye sayısı, 6.800.000′e yükselmiştir. Bununla birlikte:



“Komünist Enternasyonal’in dünya çapındaki VII. Kongresi, Komünist Enternasyonal’e bağlı bazı seksiyonların çalışmalarında ciddi eksiklikler tespit etmiştir ki bunlar: Birleşik Cephe taktiğinin ağır ve gecikmiş bir biçimde uygulanması, politik olduğu kadar da ekonomik kısmi hak talepleri için kitleleri harekete geçirebilmede yetersizlik, burjuva demokrasisinden kalanların koruması için mücadele gereğinin anlaşılmaması, bağımlı ve sömürge ülkelerde anti emperyalist Birleşik Cephe kurma zorunluluğunun anlaşılmaması, burjuva partilerin kurduğu emekçi kitle örgütleri ile faşist ve reformist sendikalarda faaliyet göstermeye horgörü ile yaklaşma, şehirli küçük burjuvazi kitleleri ve köylülük arasında faaliyette bulunmanın öneminin küçümsenmesidir.” (VII. Kongrenin Yürütme Komitesi’nin Raporuna ilişkin Kararı)



Bu sekterizm, anti faşist mücadelede ve kısmi hak talepleri mücadelesinde, Komünist Partilerin kitlelerin başına geçmesi yolunda engel teşkil ediyordu. V. Kongrede sağ oportünizm üzerinde kuvvetle durulurken, VI ve VII. Kongreler arasında ise bu tip yanlışlar gerçek bir tehlike arz ediyorlardı. Bu goşizmin kökleri, kısmen, tabanda Birleşik Cephe’yi gerçekleştirmeye yönelik girişimleri sabote eden sosyal demokrat yöneticilerin ihanetine duyulan tepkiden, ama aynı ölçüde koşullardaki değişimin karmaşıklığından ve hızından kaynaklanıyordu:



“Koşulların hızla değişmesi, kitlelerin hoşnutsuzluğunun şiddetli bir biçimde artması, savaş tehdidinin ve faşizm tehlikesinin büyümesi, komünistleri duruma ve değişik parti, grup ve kişilerin rolüne ilişkin değerlendirmelerini değiştirmeye, yeni duruma uygun parolaları uygun zamanda ortaya atmaya mecbur ediyor ve onları müthiş bir örgütlenme çalışması yapmak zorunda bırakıyordu. Bu görevlerin başarılmasında, komünistler çoğunlukla örnek davranışlar sergilediler. Bununla birlikte parolaları bazen hızlı ve karmaşık bir biçimde gerçekleşen politik değişimin gerisinde kalıyordu, sınıfsal güç ilişkilerini her zaman doğru bir biçimde değerlendiremiyorlardı, yine bazen kısa zaman önce uygun olan ama hemen sonra farklı bir durumun ortaya çıkmasıyla aşılan mücadele yöntemlerinde ve parolalarda ısrar ediyorlardı.” (Yürütme Komitesi’nin VII. Kongre’ye sunduğu Raporu)



Karşılaşılan güçlüklerin bu bilânçosundan hareketle, çare bulmak amacıyla örgütlenme konusundaki şu değişiklikler benimsendi:



“Moskova’dan tüm sorunları çözmenin ve (illegal ve legal partiler, köylülüğün hakim olduğu ülkelerdeki ve yüksek bir gelişmişlik derecesine ulaşmış ülkelerdeki partiler, sömürgelerdeki ve bağlı oldukları anavatandaki partiler, vs… olmak üzere) en çeşitli koşullarda yer alan 75 partiye karşı yönetici rolüne sahip olmanın imkânsızlığı göz önüne alındığında, Komünist Enternasyonal’in yönetim ve çalışma yöntemlerini değiştirmenin kaçınılmaz olduğu anlaşılır.” (Dimitrov’un, VII. Kongre’nin gündeminin ikinci bölümünü hazırlamakla görevli komisyona 1 Temmuz 1934 tarihli mektubu)



Bu etkenden daha önemlisi, bu partilerin çoğunun gerçek kitle partileri haline gelmiş olmaları olgusudur:



“Giderek daha çok sayıda Komünist Parti - ki bunlar VI. Kongre zamanında henüz küçük propaganda gruplarıydılar - bugün kitle partileri haline dönüşmeye ve kendi ülkelerinde önemli birer politik güç olarak ortaya çıkmaya başlamışlardır. Büyük ülkelerdeki komünist partilerin hepsinde bizim ilkelerimize sadık, ülkelerindeki en karmaşık taktik ve politik sorunları kongrelerimizin ve tüm üyelerimizin katılımıyla gerçekleştirdiğimiz toplantılarımızın kararlarını temel alarak, bağımsız bir biçimde çözmeye yetenekli yönetsel organizmalar oluşmuştur.” (Yürütme Komitesi’nin VII. Kongre’ye sunduğu eylem raporu)



Bu temeldedir ki:



“Kongre, Yürütme Komitesi’nin eylem raporu ile ilgili kararında, hareketimizin somut yönetiminin, seksiyonların bizzat kendilerinde yoğunlaştırılmasına karar vermiştir. Bu bizi, partilerin Komünist Enternasyonal kongrelerinin ve Yürütme Komitesi’nin genel toplantılarının aldıkları kararlardan güç alarak gelişmelerdeki ani dönemeçlerde komünist hareketin taktik ve politik görevlerine kendi başlarına ve doğru çözüm bulabilmeleri amacıyla, Komünist Partileri gerçekten Bolşevik olan yöneticilerle sağlamlaştırmaya, kadroların eğitimi ve yetiştirilmesi çalışmasını her yoldan güçlendirmeye zorlamaktadır.” (Dimitrov, VII. Kongrenin kapanış konuşması)



Yürütme Komitesi’nin bundan sonraki rolü konusunda ise şu karara varılmıştır:



“Komünist Enternasyonal’in dünya çapındaki VII. Kongresi, Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi’ni, (…) etkinliğinin ağırlık merkezini, tüm sorunları çözebilmek için her ülkenin somut koşul ve özelliklerinden hareketle, uluslararası işçi hareketinin temel politik ve taktik yönelimlerinin hazırlanması üzerine taşımaya ve genel kural olarak Komünist Partilerin örgüt içi meselelerine doğrudan karışılmasını engellemeye davet eder…” (Yürütme Komitesi’nin Raporuna İlişkin Karar)



Demek ki önceki çalışmaların deneyimleri, sınıf mücadelesinin somut ihtiyaçları ve nesnel durum karşısında, Komünist Enternasyonal’in ve onu oluşturan seksiyonların merkezi yönetiminin durdurulmasına daha 1935′te karar verilmiştir. Yani iddia edildiği gibi Komünist Enternasyonal’in fesih tarihi olan 1943′te değil.



Yine sınıf mücadelesinin gerekliliklerine ve gerçekliklerine daha yakın olma kaygısıyladır ki, Kızıl Sendikalar Enternasyonali (İ.S.R.) örgütü değiştirilmiştir:



“Kızıl Sendikalar Enternasyonali’ni yeniden örgütlemeyi öneriyorum. Bu tartışmanın ardından yeniden örgütlenmeyi önermek gerekir. KSE’nin etkinlik merkezi yabancı ülkelere taşınmalı, yabancı ülkelerde propaganda yapacak, sendikal birlik için mücadeleyi yürütecek ve sendikal sınıf mücadelesi çizgisini bu ülkelerde uygulayacak merkezler kurulmalıdır. Burada ise, KSE’nin bu muazzam yapısı, bu muazzam aygıtı küçültülmeli, Komünist Enternasyonal’e bağlı ve ona faaliyetlerinde yardımcı olacak küçük bir merkez bırakılmalıdır. Yayın ve propagandaya gelince, ülkelerin kendi içinde, kapitalist ülkelerin işçi sınıfının daha yakınında yoğunlaştırılmalıdırlar.” Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi’nin 11 Mart 1936 tarihli toplantısı)



Komünist Enternasyonal’in örgütlenmesindeki ve yönetimindeki bu temel dönüşümler, milyonlarca ve milyonlarca üyeyi etraflarında toplayan Komünist Partilerin büyük kapitalist ülkelerde eriştikleri büyüklük ve olgunluk seviyesiyle, uluslararası alandaki ve her ülkenin kendi içindeki güç ilişkilerinin durmadan hızlanan değişimlerine hızla uyum sağlama ihtiyacıyla, ulusal bağlamların karmaşıklığıyla ve çeşitliliğiyle ve eşitsiz gelişimin artmasıyla ayırdedilen somut durumun evriminin sonucuydu. Bunun örneği Fransa’da 1934′te yaşanmıştır. Hitler’cilerin bir yıl önce Almanya’da iktidarı ele geçirmelerinden dersler çıkardıktan sonra kitleler, önce kendiliğinden, ardından FKP yönetiminde harekete geçerek, faşist saldırıyı ve hükümet darbesi girişimini açık bir biçimde durdurdular.



Elbette Komünist Enternasyonal’in geçirdiği bu dönüşümler ve bu “ademi merkeziyetçilik” hiçbir biçimde sağ ve sol sapmaların “serbest” gelişimi için bir açık çek verme anlamına gelmiyordu. Komünist Enternasyonal bu sapmalarla mücadele etmek için kuvvetlerini birleştirmekten asla geri kalmadı (hatta çok sonraları birçok partinin revizyonizme düşeceği bilinse bile). Ancak içinde bulunulan durumda bu önlemler, Komünist Enternasyonal’e bağlı ulusal partilerin her birinin doğu ülkelerindeki Komünist Partiler tarafından yönetilen halk demokrasilerinin inşasında, anti faşist direniş ve mücadelede baş rolü oynadıkları ve kesin sonuca götüren konumu elde tuttukları bir genel kaynaşma döneminde yararlı olacaktır.



FKP’nin ve özellikle de İKP’nin (İtalyan Komünist Partisi) sağ sapmaları, Komünist Enternasyonal’in ortaya koyduğu ve bu tür tehlikelerin farkında olup partileri bu konuda uyaran VII. Kongre tarafından dile getirilen doğru taktikler sayesinde kazanılan zaferlerin önemini bizden gizlememelidir:



“Bu taktik çizgiyi zafere ulaştırma kararından esinlenen ve bu yolun partilerimizi başarıya götüreceğinden emin olan Kongremiz, aynı zamanda bu Bolşevik çizginin pratikte uygulanmasının hatasız, hiç güçlükle karşılaşmadan, sağa yada “sol”a belli sapmalar olmaksızın, kimi zaman oportünizm ve kuyrukçuluk tarafına, kimi zaman sekter kendini soyutlama tarafına sapmalar olmaksızın gerçekleşmeyeceği olasılığını göz önünde bulundurmuştur. (…)



“Bizim saflarımızda ne fraksiyonlara ne de fraksiyoncu entrikalara yer vardır. Her hangi bir fraksiyoncu eylemle bizim saflarımızın demirden birliğini bozmayı deneyen kim olursa olsun, Lenin ve Stalin’in bize öğrettiği Bolşevik disiplininin anlamını yine bu birlikten öğrenecektir. Bu uyarı belirli partilerde yer alan ve örgütlerinin yaşadıkları güçlüklerden, yenilgilerden, aldıkları yaralardan ve zincirinden boşanan düşmanın darbelerinden yarar sağlamayı uman bazı unsurların kulağına küpe olsun…” (Dimitrov, VII. Kongrenin kapanış konuşması)



Uyarı açıktır, yorumdan uzaktır ve Komünist Enternasyonal’in tehlikeleri hiç de görmezden gelmediğini, aksine bunları, Komünist partilerin faşizme karşı mücadelede zamanında inisiyatif almalarını sağlayan kararlarını alırken göz önüne aldığını gösterir.



5. Savaş Dönemi ve Komünist Enternasyonal’in Dağıtılması (1937-1943)



VII. Kongre ile savaşın başlangıcı arasındaki olaylarla fazla vakit kaybetmeden, Komünist Enternasyonal’in dağıtılma tarihi olan 1943′teki çelişkiler sistemi ve somut durumla ilgilenelim.



Somut ve askeri ifadesini, faşist ve anti faşist bloğun karşı karşıya gelmesinde bulan çelişki, diğer tüm çelişkileri belirleyen çelişkidir.



Anti faşist blok, kendiliğinden ortaya çıkmamıştır. İngiliz, Fransız ve Amerikan emperyalist güçlerinin Hitler’ci saldırıyı doğuya, SSCB’ye doğru yönlendirme stratejilerinin top yekûn başarısızlığa uğramasının sonucudur. Nitekim hatırlamamız gerekir ki, SSCB’nin ve Komintern’in (Komünist Enternasyonal’in) 1935′ten beri faşist ülkeleri soyutlamak amacıyla “barış aşığı ülkelerin kolektif güvenliği” için ortak bir politikanın gerekliliği üzerine ısrarla tekrar ettikleri önerilerine rağmen, bu emperyalistler on yıla yakın bir zaman boyunca SSCB’yi soyutlamak için Hitler’le anlaşmak ve III. Reich’ın gözlerini bu ülkeye dikmesini sağlamak için didinip durmuşlardır.



Bu şekilde 1941′e gelindiğinde, faşist saldırganlık ve onun dünyaya egemen olma tehdidi, saldırıya uğramış emperyalist ülkelerin ve sömürge halkların, SSCB ile bir tek ve aynı anti faşist blokta fiilen ittifak kurmalarını sağlamıştır.



Çelişkiler sisteminin bu ani ve niteliksel değişimi, olayların, geri dönüşlerin de mümkün olduğu kendi gelişim süreçleri yaşanırken gerçekleşir. Örneğin, Rus-Fin savaşı sırasında, “matrak savaş” da denilen bir tarafta Almanya’nın diğer tarafta İngiltere ve Fransa’nın bulunduğu savaş parodisinin oynandığı sırada, İngiliz ve Fransız saflarında SSCB’ye karşı saldırı isteği artar ve bunlar, SSCB’nin Nazilerin kaçınılmaz saldırısına karşı savunma yeteneklerini artırmaya çalıştıkları bir sırada, Fin cephesine asker göndermekten çekinmezler.



Aynı biçimde, Hitler’ciler, Doğu cephesinde Kızılordu’nun karşısında yenilgilere uğradıkça, çelişkiler sistemi de daha sonra “soğuk savaş” olarak adlandırılan aşamaya, yani sosyalizm ve kapitalizm arasındaki zıtlığın anti faşist ittifaka üstün geldiği aşamaya evrilecektir…



Benzer bir evrim, ezilen halklarla emperyalist güçler arasında da gözlemlenebilir. 1943′te, yani tam da Stalingrad’daki kesin zaferle birlikte savaşın büyük dönüm noktasının gerçekleştiği senede, batılı ülkelerin hükümet başkanlığı saraylarında mevcut ittifaklardan dönme tasarıları ciddi olarak değerlendirilmekteydi. Dünya çapındaki emperyalizm, savaş sonrasında aleyhine gelişeceğini anladığı güç ilişkilerinden gün geçtikçe daha çok korkuyordu. Burjuva yazını bile, ittifakı bozma ya da bundan vazgeçme imkânlarına yönelik korku dolu bir arayışı anlatan hikâyelerle doludur.



O zamanlar, SSCB ve uluslararası komünist harekette sorulan soru şuydu: Böyle bir projenin gün ışığı görmemesi için ne yapmalı? Hitler’in Stalingrad kapılarındaki mareşali Paulus’un teslim olmasından hemen sonra, Nazilerin SSCB ile anti faşist cephede ittifak kurmuş olan emperyalistleri korkutmak için “Avrupa’nın üzerine örtülen demir perde” teması üzerinden geniş bir kampanya yürüttüklerini bilinmektedir. Goebbels’in bu propagandasının amacı, anti faşist cepheyi parçalamak ve ittifaktan dönmeleri cesaretlendirmekti. Nazilerin bu ateşli ve çılgınca propagandasında, Komünist Enternasyonal’in biçimsel varlığı, “Moskova tarafından yönlendirilen Bolşevik beşinci kol” üzerine iddialarının kanıtı olarak gösteriliyordu. Demek ki başta gelen hedefi sosyalizmin güçlerinin ve ezilen halkların mücadelesinin desteklenmesi olan anti faşist mücadelenin güçlenmesini sağlayan tüm unsurların ortaya konması gerekiyordu.



Bazı kapitalist devletlerde burjuvazinin korkusu öylesine büyüktü ki komünistlere ve halkın özgürlük için mücadele eden kesimlerine karşı faşistlerle müttefik olmak tercih edildi. Başka devletlerde, burjuvazinin önemli bir kısmı, tercihini aksi yönde yaptı. Çoğu durumda, burjuvazi çeşitli tercihleri olan iki ya da daha fazla fraksiyona bölünmüştü ve durum daha karmaşıktı.



Görüldüğü gibi çelişkiler sistemi son derece karmaşıktır, çok hızlı değişir ve duruma göre bir yönde ya da diğer bir yönde çok büyük bir hareketliliğe sahiptir. Dahası, doğrusunu söylemek gerekirse, savaş durumu Komünist Enternasyonal’in merkezi bir yönetim sistemine sahip olmasını imkânsız kılmaktadır. Komünist Enternasyonal’in dağıtılması ile ilgili kararın bize kesin olarak anlattığı şey de budur. Bu karar aynı zamanda, Komünist Enternasyonal’in böyle bir olasılığı daha VII. Kongre’den itibaren öngörmüş ve bundan gerekli örgütsel sonuçları çıkarmış olduğu gerçeğinin ortaya koyduğu büyük ideolojik gücünü kanıtlamaktadır:



“Henüz savaştan önce bile, her ülkenin ulusal ve uluslararası durumunun karmaşık bir hale gelmesi karşısında, işçi sınıfının güçlerinin tek bir uluslararası merkez tarafından yönetilmesinin aşılmaz güçlüklerle karşılaştığı, her gün daha da apaçık bir gerçeklik haline geliyordu. Farklı ülkelerin gelişimlerindeki derin ayrılıklar, politik kurumlarının heterojen ve çoklukla birbirine karşıt karakteri, toplumsal ve ekonomik gelişimleri arasındaki ritim çeşitliliği, işçi sınıfının her ülkedeki sınıf bilinci ve örgütlülük düzeyi arasındaki farklılıklar, her ülke için farklı görev ve yükümlülükler yüklemektedir.” (Komünist Enternasyonal’in Dağıtılmasına İlişkin Karar, Mayıs 1943)



Nitekim VII. Kongre de, 1935′te, Yürütme Komitesi’nin görevini genel yönelimi hazırlamak olarak belirlemişti. Komünist Enternasyonal’in genel yönlendirmelerinin yerel hareketin gelişimini engellememesi için, Yürütme Komitesi’nin ulusal durumların somut gerçekliklerini yakından tanıması gereğinin altını çizmişti. Kongre bunu başarmak için bir dizi karar aldı:



- Büyük coğrafi bölgelerden sorumlu komisyonların hazırlanması;



- Her merkez komitesi nezdinde danışmanların yer alması;



- Yürütme Komitesi’nin daha sık ve daha düzenli toplanması;



- Daha büyük sayıda ülkenin ve partinin temsil edilebilmesi için, Komite’nin üye sayısının artırılması;



- Kendi ülkelerindeki durumun tahlili için, Komünist Partilerden kadrolarını Yürütme Komitesi’ne göndermeleri talebi.



Bu tedbirlerin bütün olarak amacı, yönetimin VII. Kongre tarafından her partinin merkez komitesine devredilmesinin ardından, genel yönelimlerin hazırlanması için mümkün olan en çok sayıda unsuru kendinde toplayabilmekti.



Savaşın başlamasından sonra, Komünist Enternasyonal’in bölgelere göre merkezler kurması gündeme geldi. Brüksel’deki merkez, ki varlığı bu ülke (Belçika) savaştan etkilenmediği sürece devam etmiştir, buna örnektir. Ama çatışmanın dünyaya yayılması, Komünist Enternasyonal üyelerine ve komünistlere yönelik girişilen cadı avı kampanyası ile birlikte, bu merkezlerin çalışmasını güçleştiriyordu. Bu bölgesel merkezlerin Yürütme Komitesi ile ilişkileri, giderek daha fazla kesintili ve giderek daha düzensiz hale geliyordu.



Nesnel olarak, sadece genel yönelimleri hazırlamaktan ibaret olan bir yönetim bile, giderek daha olanak dışı ve etkisiz hale geliyordu. Varlığı tamamen biçimsel hale gelmiş böyle bir merkezi ayakta tutmaya çalışmak, hayatın gerisinde kalmak ve faşizme karşı mücadelenin güçlendirilmesini ve desteklenmesini gerektiren mevcut göreve ihanet etmek demekti.



Bunun ardından, her komünist parti, çalışmalarını ulusal alandaki somut gerçeklikten hareket ederek yürütme yoluna gitti. Bunun em önemli sonucu, komünist partilerin, her ülkedeki anti faşist özgürlük mücadelesinde yer alması ve başı çekmesidir. Komünist Partilerin antifaşist özgürlük mücadelesinde böyle bir konumda yer almaları, Komünist Enternasyonal’in 1935′teki son Kongresi sırasında yapılan hazırlıkların sonucudur.



Bu durum aynı zamanda, savaşın niteliğinin onun çeşitli aşamalarından hareketle tahlili ve komünist partilerin görevleri ile ilgili birbiriyle açıkça çelişen yaklaşımların varlığını açıklar. Burjuva ve Troçkist teorisyenler birçok defa, Komünist Enternasyonal’in içinde bir bölünmenin köklerini bulmaya çalışmışlardır. Bunun için örneğin, Dimitrov’un savaşı anti emperyalist olarak niteleyen 1939′daki yaklaşımlarını, farklı komünist partilerin savaşın muhtelif aşamalarını anti-faşist olarak niteleyen yaklaşımlarına ve J. V. Stalin’in 1946′da savaşı başından sonuna kadar anti-faşist ve özgürlük için mücadele olarak niteleyen yaklaşımlarına karşı imiş gibi göstermeye çalışırlar.



Bu karşıtlık bazı durumlarda gerçeklik payı taşıyabilir. Bazı partiler savaşın anti faşist boyutunu kendi oportünizmlerini onaylatmak için kullandılar, bazıları ise, onun emperyalistler arası niteliğinde ısrar ederek kendi sol sekterizmlerini haklı göstermeye çalıştılar. Oysa o durumda, geniş bir anti faşist cepheye şiddetle ihtiyaç vardı. Ancak bu vakaların sayısı sınırlıydı. Çoğu durumda, komünist partiler, aşağılık faşist canavarın yenilgiye uğratılması için yapılan mücadeleyi üstlenmek olan görevlerini yerine getirdiler. Tüm bu durumlarda, görünürdeki çelişki, içinde farklı komünist partiler ile genel bir çizginin hazırlanabilmesi için gerekli unsurları bir araya toplayabilmenin nesnel imkânsızlığının birbiriyle mücadelesini barındıran somut durumların çeşitliliğinin yansımasıydı. Komünist Enternasyonal’in dağıtılma kararının anlattığı şey de budur:



“Hitler tarafından başlatılan dünya savaşı, farklılıkları daha da arttırmış ve faşist diktatörlükle yönetilen ülkeler ve Hitler karşıtı koalisyonda birleşmiş özgür halklar arasında derin bir uçurum yaratmıştır.



“Bir yandan, Hitler’in yanında yer alan ülkelerde, işçiler ve emekçi kitlelerin görevleri tüm güçleriyle kendi devletlerinin yenilgilerini hazırlamak, Hitler’ci savaş makinesinin altını içeriden oymak ve savaş kışkırtıcısı hükümetlerini devirmekken, Hitler karşıtı koalisyonda bulunan emekçi kitleleri, tüm halkların hak eşitliğini güvence altına almak ve faşist güçleri mümkün olduğu kadar çabuk ezebilmek için kendi hükümetlerinin savaş çabalarını tüm güçleriyle desteklemek gibi kutsal bir göreve sahiptirler. Bazı ülkelerde faşizmle mücadele edenlerin özel görevleri olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Böylelikle, Hitler’ci faşistlerce işgal edilen ülkelerde, işçiler ve emekçi kitleler, işgalciye karşı silahlı mücadeleyi örgütlemek ve bu mücadeleyi ulusal kurtuluş savaşına dönüştürmekle görevlidirler. Aynı zamanda, parti ayrımı olmaksızın en geniş halk kitlelerinin, Hitler karşıtı koalisyon üyesi ülkelerin tarafında mücadelede birleşmesi, kitlelerin her ülkedeki ulusal yükselişinin ve işçi sınıfının öncüsü tarafından harekete geçirilişinin, en iyi bir biçimde, özelde her devletin kendi sınırları içinde gerçekleştirilebileceğini kanıtlamıştır.” (aynı yerde)



Somut durumların artan çeşitliliğini kapsayacak bir genel yönelim hazırlanması için gerekli malzemenin yokluğuna bağlı deneyim sürecinde, savaşın niteliği sorunu aşağıdaki aşamaları sergiler:



- VII. Kongre hazırlanan savaşın başlıca eğilimlerine bakarak onu emperyalistler arası bir savaş olarak tahlil eder, ancak henüz 1935′te büyüyen anti faşist boyutlarını da açık seçik belirtir.



- Savaşın başındaki “matrak savaş” politikaları ve Finlandiya’da SSCB’ye karşı ortak bir Fransız-İngiliz müdahalesi girişimleri, olayların gidişini sosyalizm karşıtı bir savaşa doğru yönlendiriyor gibi görünür. Açıktır ki burada, Fransız ve İngilizlerin, Hitler’in daha sonra Fransa’yı işgalinin kesin olarak parçalayacağı “müdahale etmeme” politikaları son kez denenmiştir. “Demokratik” kapitalist devletlerin ikiyüzlülüğünün şansını sondan bir önceki deneyişinin, Hitler tarafından önerilen ve Sovyet yönetiminin kabul ettiği “saldırmazlık paktı” ile sonuçlanan görüşmeler sırasında, Moskova’daki müzakerelerin hiçbir karar alma yetkisi olmayan İngiliz ve Fransız delegeler tarafından yürütülmesi olduğunu anımsayalım.



- 1941′deki SSCB saldırısı ve anti faşist koalisyonun oluşması, kuşkusuz savaşı anti faşist ve ulusal kurtuluşçu olarak nitelendirmeyi mümkün kılar.



İkinci Dünya Savaşını kesin bir biçimde “anti faşist ve ulusal kurtuluşçu” olarak nitelendirebilmek için yeterli olguların bir araya toplanması, ancak savaştan sonra ve çatışmanın farklı aşamalarının evriminin bütününe bakılabilmesiyle mümkün oldu. Bir tahlilin doğruluğunun, mümkün olan en fazla sayıda maddi ve nesnel etkenin hesaba katılmasına bağlı olduğunu, ancak öznel ve eklektik tahlilin destekçileri anlayamazlar.



Bu düzeyde, sadece verili bir ülkenin kendi içindeki sınıfsal ilişkilerin parçası olarak faşizm değil, ama aynı zamanda o zaman için bir gerçeklik olan, faşist dünya egemenliği ve “dünya bolşevizminin ortadan kaldırılması” programının ortaya konma girişimi söz konusuydu. 1914-1918′deki gibi sadece sömürgeler ve denetim altına alınacak alanlar için yapılan bir emperyalistler arası savaş söz konusu değildi. Yapılmak istenen şey, anti faşist koalisyondaki diğer emperyalist güçler de dâhil olmak üzere tüm dünya halklarını III. Reich’ın egemenliğine tabi uşaklar haline getirmekti.



Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi’nin VII. Kongre tarafından kendine verilen genel yönelimleri besleme görevini, zayıflığından ya da ihanet ettiği için değil, savaşın bunu nesnel olarak imkansız kılması sebebiyle durdurmuştu. Komünist Enternasyonal’in son kongresinin Yürütme Komitesi’ne verdiği görev, maddi ve nesnel olarak imkansız hale geldiği için kadük olmuştu.



Komünist Enternasyonal’in Dağıtılması: Yerinde Ve Doğru Bir karar.



Yukarıda öne sürülen nedenlere birini daha eklemek gerekir.



Komünist Partilerin çoğunun anti faşist direnişin başını çekmesi olgusunun kanıtladığı gibi, Komünist Partilerin doğru anda doğru hazırlıklar yaparak genel yönelimlerin yokluğundan kaynaklanan boşluğu doldurmalarını sağlayan, Komünist Enternasyonal’in yetenekli kadrolar yetiştirmeye yönelik önceki faaliyetidir. Bazı Komünist Partilerin (1947′deki Kominform’un kuruluş toplantısının eleştirdiği gibi) önemli ölçüde sağ sapmalar gerçekleştirmesi, uluslararası komünist hareketin bu zaferinin değerini asla düşürmez.



Görevini yapma imkânsızlığı içindeki bir merkeze sahip olan uluslararası komünist hareketin aşılmış bir örgüt biçimini yaşatmayı istemeye devam etmek, çocukça bir dogmatizm tarafından sadece her ülkedeki mücadelenin somut ihtiyaçlarına değil ama aynı zamanda uluslararası ölçekte faşizmin ezilmesi için yapılan mücadeleye de zarar vermeye mahkûm edilmek demekti:



“Marksizm-Leninizm’im yaratıcı öğretilerine sadık komünistler, hiçbir zaman aşılmış örgütlenme biçimlerinin ne pahasına olursa olsun korunması taraftarı olmadılar. Eylem biçimlerini ve yöntemlerini her zaman, verili bir tarihsel durumun somut özelliklerine ve işçi sınıfının bütününün temel politik çıkarları ile bu çıkarların yüklediği görevlere tabi kıldılar. Komünistler, işçi sınıfının ulusal kitle partilerinin kurulmasıyla görevlerini tamamlayan Uluslararası İşçi Birliği’ni, bu birinci enternasyonali feshetmekte tereddüt etmeyen Karl Marx’ın verdiği örneği hatırlarlar. Bu yaklaşımlardan hareketle ve Komünist Partilerin ve kadrolarının ulaştıkları büyüme ve olgunluk seviyesini dikkate alarak, ve mevcut savaş koşullarının işçi hareketin yönetici merkezi olarak Komünist Enternasyonal’in feshini gündeme getirmesini göz önüne alarak, dünya çapında bir kongre toplama çabası dünya savaşı koşulları tarafından engellenen Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi prezidyumu, Enternasyonal’in seksiyonlarına aşağıdaki teklifi sunmakta sakınca görmez…” (aynı yerde)



Birinci Enternasyonal’e yapılan gönderme anlamsız değildi. Bu gönderme, Komünist Enternasyonal’in, bazı partiler ve bazı komünistler tarafından anti faşist cephenin zorunluluğuna dayanılmasının bunların sağ oportünist eğilimlerini onaylatma amaçlı yapıldığının bilincinde olduğu olgusunu da yansıtır. Kominform, bu sapmalar nedeniyle Komünist Enternasyonal’in üç önemli üyesini çok sert bir biçimde eleştirecektir: Amerikan, Fransız ve İtalyan Komünist Partileri.



Dağıtılma süreciyle ilgili olarak, savaş sırasında tüm seksiyonlar bir kongrede toplanmasının imkânsızlığından başka bir kanıt ileri sürmeye gerek yoktur. Toplamda 31 seksiyon, Komünist Enternasyonal’in dağıtılmasını onayladı, hiç karşı çıkan olmadı, kalan seksiyonlar ise görüşlerini bildirmeyi savaş koşulları yüzünden başaramadılar. Demek ki ortada demokratik olarak alınmış bir karar vardır.



Geriye birkaç seneden beri tartışılmayan dağıtılmanın zamanı sorunu kalıyor. Bazı sapma taraftarlarının büyüyen kendi oportünizmlerini (ki bundan örokomünizmin, Titoizmin, vs…’nin ilk sayıklamalarını kastediyoruz) onaylatmak için Komünist Enternasyonal’in dünya proletaryası ve halkları nezdindeki güç ve etkinliğinden yararlanmasını önleme gereğinden başka, bunun sebeplerini ayrıca 1943′ün nesnel durumunun bağlamında ve kazanımlarında aramak gerekir.



Bu yıl, Kızılordu’nun Stalingrad’daki tarihsel zaferinin kazanıldığı yıldır. Bu, Hitler’in yükselişinden ve dünyanın fethine doğru muzafferane yürüyüşünden sonra Almanların uğradıkları ilk bozgun ve Nazilerin heveslerini bitiren savaşın büyük dönüm noktasıdır.



Bu zafer, sadece Bolşeviklerin işini çabuk bitireceklerini düşünen Nazileri şaşırtmakla kalmadı, SSCB’nin anti faşist cephedeki emperyalist müttefiklerini de hazırlıksız yakaladı. Onları, SSCB’nin muhtemel bir zaferinin olası sonuçlarıyla karşı karşıya getirdi. Nazi Almanya’sı da aynı anda iki cephede birden savaşamayacağını anladı ve İngiliz ve Amerikalılarla bir anlaşmaya varmak için çabaladı.



Sovyet karşı saldırısı gelişip büyüdüğü ölçüde, Goebbels tarafından hazırlanan ve amacı anti faşist ittifakı parçalamak olan müthiş bir propaganda kampanyası başlatıldı.



Bu kampanyanın işlediği temalar, “Avrupa’nın üstüne inen demir perde”, “Avrupa halklarının bağımsızlıkları ve demokratik özgürlükleri için mücadele”ye çağrı, “Bolşevik barbarlığı ve totalitarizmi” tehdit veya tehlikesi, vs… idi.



(Burada Emperyalist Batının ve Gorbaçov’un “perestroyka”sından sonra “kadife” karşı devrime, vs…’ye açılım yapan yeni Sovyet burjuvazisinin geniş bir biçimde tekrar ele aldığı temaların hepsi bulunmaktadır)



Bu Nazi propagandasında, Komintern’in biçimsel varlığı bile ünlü “kızıl tehlike”nin “kanıtı” olarak gösteriliyordu.



Böyle bir kara çalma, tüm Avrupa’nın Kızılordu tarafından olası özgürleştirilmesinin, kendi sınıf çıkarları açısından doğuracağı hesaplanamaz sonuçları sorusunu şimdiden kendine soran anti faşist ittifak üyesi ülkelerde belli bir yankı buldu. Böyle bir görünüm karşısında paniğe kapılan İngiliz ve Amerikan burjuvazisinin bir bölümü, faşist söyleme geri dönmeye başlamıştı. 14 Şubat 1943 tarihli New York Times’da şöyle yazıyordu:



“Rus orduları, yavaş ve acımasız bir biçimde batıya doğru ilerlemeye devam ediyorlar. (…) Bu ordular, önemli sayıda kişide, Avrupa’da bir Bolşevik hâkimiyeti kâbusunu işleyen son zamanlardaki Nazi propagandası için verimli bir toprak teşkil eden şüphe ve sorguları besliyorlar.”



Böyle sorgulamaların sonucu olarak, İngiliz ve Amerikalı müttefikler tarafından SSCB’ye karşı, özellikle de ikinci cephenin açılması konusunda, açık ya da gizli gerçek anlamda bir çok provokasyona girişilmiştir. SSCB bu dönemde Avrupa’daki savaşın tüm ağırlığını tek başına üstlenmişti. Avrupa’daki ikinci cephe, İngiliz ve Amerikan birliklerinin Fransa’ya çıkarma yapmasıyla açılmalıydı. Başlangıçta 1942′de yapılması öngörülmüş, sonra 1943′e alınmış, sonunda ancak 1944′te gerçekleştirilebilmişti.



“Sovyet hükümetinin, Sovyetler Birliği’nin temel çıkarlarının savaşta ortak düşman karşısında böyle tanınmazlıktan gelmesini kabul etmeyeceğini söylemek gereksizdir. Bana düş kırıklığımı çok iyi anladığınızı yazıyorsunuz. Size şunu söylemek zorundayım ki basit olarak sadece Sovyet Hükümetinin düş kırıklığı değildir söz konusu olan, aynı zamanda müttefiklerimize duyduğumuz, ağır bir sınamadan geçen güvenin de sarsılmasıdır. Burada Rusya’nın ve Batı Avrupa’nın işgal altındaki bölgelerindeki milyonlarca insanın hayatının kurtarılmasının ve yanında İngiliz ve Amerikan fedakârlıklarının daha az önemli göründüğü Sovyet Ordularının devasa boyuttaki fedakârlığını azaltmanın söz konusu olduğu unutulmamalıdır.” (Stalin’in Churchill’e 24 Haziran 1943 tarihli mektubu.)



Nazi barbarlığına karşı en büyük bedeli ödeyenlerin Kızıl Ordu ve SSCB halkları olduğu asla yeterince tekrarlanmayacaktır. Batılı müttefikler Fransa’da ikinci cephe açılması görevlerini sözlerine sadık kalarak 1942′de gerçekleştirmiş olsalardı, 23 ila 30 milyonu bulan Sovyet kaybı, daha az olurdu.



Bunun yerine, 15 Nisan 1943′te, Londra’da sürgünde bulunan Polonya hükümeti, Nazi propagandasının bir yankısı olarak Britanya basını tarafından da desteklenen, “Katyn katliamı”ndan SSCB’yi sorumlu tutan Sovyet karşıtı bir basın kampanyası başlattı:



“Polonya Hükümetiyle ilişkilerin kopmasıyla ilgili 21 Nisan 1943 tarihli mesajımda, Polonyalılar tarafından basında 15 Nisanda (1943) başlatılan ve önce Polonya milli savunma bakanının açıklamaları, ardından da Polonya Hükümetinin 17 Nisandaki (1943) açıklamalarıyla hızlanan Sovyet karşıtı kampanyanın, Londra’da hiçbir tepkiyle karşılaşmamış olması, üstelik Polonyalılar tarafından hazırlanmakta olan böyle bir Sovyet karşıtı kampanya hakkında Sovyet Hükümetinin önceden uyarılmamış olması olgusundan hareketle, başlatılan kampanyadan Britanya hükümetinin haberinin olmadığını düşünmenin güç olduğu sonucuna varmaktayım.” (Stalin’in Churchill’e 4 Mayıs 1943 tarihli mektubu)



Tüm bu Sovyet karşıtı hazırlığın Stalingrad zaferi sonrası yapıldığını belirtelim. Bu açık ikiyüzlülük ve dalavereye, İngiliz ve Amerikalıların SSCB’ye Murmansk yoluyla gönderilmesi sözü verilen silah konvoylarını göndermeme kararı eklenir.



“Bay Roosevelt ile birlikte içinde bulunduğunuz zorunluluklar sebebiyle SSCB’ye gelen konvoyları Eylüle kadar durdurma kararınızı bildiren 30 Mart tarihli mesajınızı aldım. Bu beklenmedik karar, SSCB’ye Amerika Birleşik Devletleri ve Büyük Britanya tarafından yapılan silah ve stratejik hammadde yardımının feci bir biçimde azaltılması anlamına gelir…” (Stalin’in Churchill’e 2 Nisan 1943 tarihli mektubu)



1942′de 240 Alman tümeninin 179′u SSCB’ye karşı Doğu cephesinde savaşıyordu. Bunlara, İngiltere ve Birleşik Devletler’le diplomatik ilişkilerini muhafaza eden ve resmi olarak savaşa girmeyen Franco’nun İspanya’sına mensup tümenlerin de aralarında bulunduğu Nazi Almanya’sı ile müttefik ülkelerin birliklerini de eklemek gerekir. Demek ki SSCB’ye karşı savaşan toplam 240 tümen vardı; buna karşın Kuzey Afrika’da başlatılan “Torch Operasyonu”na karşı sadece 4 Alman ve 11 İtalyan tümeni vardı. İtalya’ya yapılan çıkarma da, uzlaşmaya gidildiği ve hareketsiz kalan İtalyan tümenleri ciddi bir direniş göstermeden teslim oldukları için, gerçek bir çarpışma yaşanmadan gerçekleştirildi.



Aslında görüşmeler, Kızılordu’nun Stalingrad’daki zaferinin ve 10 İtalyan tümenini yok eden saldırılarının duyulmasından hemen sonra başlamıştı. İtalyan Faşistleri, Şubat 1943′te New York’tan gelen Kardinal Francis Spellman tarafından ziyaret edildiler. Vatikan, Birleşik Devletler ve İtalyan Faşistleri arasında Mussolini’yi tutuklanması ve ardından hemen teslim olarak İngiliz ve Amerikan birliklerinin İtalya’ya sızmasını kolaylaştıracak bir faşist hükümetin kurulması konusunda anlaşmaya varıldı:



“İtalyan devlet aygıtının tüm görünümünü ve yapısını, bu yapı ve görünüm yumuşak, esnek ve ona yardıma gelen güçler olan İngiltere ve Birleşik Devletler tarafından biçimlendirilebilir durumda iken, yıkmak büyük bir hata olurdu.” (Churchill’in Avam Kamarası’ndaki konuşması)



Başka bir açıklamada da şöyle deniyordu:



“Badoglio’nun adamlarının temsil ettiği monarşi yanlısı ve muhafazakâr kadrolar bir gün yok olursa, İtalya hemen komünist devrim yoluna girer.” (Churchill’den alıntı yapan W. H. McNeil, “Amerika, Britanya ve Rusya: Ortak hareketleri ve Çatışmaları”.) SSCB’nin müttefiklerinin bu ikiyüzlülüğü, onu Nazilerin Stalingrad’daki felaketlerinden sonra gelen Avrupa’daki “politik felaket” olarak gören Roosevelt’in danışmanı William C. Bullit’e ait bir memorandumda gösterilmiştir. W. C. Bullit burada, Avrupa’nın Hitler tarafından ele geçirilmesinin “özgür kurumlarımız için hoş görülemez bir tehdit” olduğunu bildirir, ama aynı zamanda “Avrupa’nın Stalin’in komünist diktatörlüğü altına girmesinin de aynı derecede büyük bir tehdit olduğunu” öne sürer.



Kampanyanın temelinde “Stalin Hitler’le aynıdır” düşüncesi görülmektedir.



Adını “Marshall Planı”na veren Amerikan Generali Marschall, 1943 Ağustosunda aşağıdaki yaklaşıma göre hareket etmeyi tavsiye ediyordu:



“Öncelikle Ruslar lehine bir başarı olasılığında… Almanlar Rusları püskürtmek için ülke içine sızmamızı kolaylaştırabilirler.”



1943′te İngiltere ve Birleşik Devletler’in politikasının köşe taşını tam da bu teşkil etmektedir: SSCB’nin bu korkunç sınavdan mümkün olduğunca zayıflamış çıkması için savaşın ağırlığını tek başına taşımasını sağlamak. Savaştan sonra SSCB aleyhine bir güç dengesi bulmak için her türlü hesap yapılıyordu. Çünkü Nazilerin yine 1943′teki büyük Kursk muharebesindeki yenilgilerinden sonra, SSCB’nin zaferi için ortada hiçbir şüphe kalmıyordu:



“Stalingrad savaşı faşist Alman ordusunun düşüşünün habercisiydi, Kursk savaşı ise onu bir felaketle karşı karşıya bırakmıştır.” (Stalin, Toplu Eserler, cilt XVI, S. 97, Nouveau Bureau baskısı, Paris 1975)



Tüm bu dalavereler ve antifaşist mücadelenin ihtiyaçları bakımından, Komünist Enternasyonal’in kapatılma zamanı uygundur ve iyi düşünülmüştür. J. V. Stalin’in bizzat kendisi de Reuter Ajansı’na 28 Mayıs 1943′te bunu ifade eder:



“Komünist Enternasyonal’in feshi akla uygun bir karardır, çünkü:



“a) Hitler’cilerin “Moskova başka ulusları Bolşevikleştirmek için onların hayatlarına burnunu sokmaya çalışıyor” yalanını açığa çıkarır. Artık bu karalama kampanyasına son verilmiştir.



“b) İşçi hareketinin içindeki komünizm düşmanlarının, farklı ülkelerdeki Komünist partilerin kendi halklarının çıkarı için hareket etmedikleri, yabancı kaynaklı emirlere itaat ettikleri şeklindeki karalama kampanyalarını ortaya çıkarır. Bu çamur atmaya da aynı şekilde son verilmiştir.



“c) Özgürlük aşığı ülkelerdeki yurtseverlerin, dinsel inanç ve parti ayrımı yapmadan kendi ülkelerindeki tüm ilerici güçleri tek bir ulusal kurtuluş bloğunda birleştirme ve faşizme karşı mücadeleyi geliştirme amaçlı etkinliklerini kolaylaştırmıştır.



“d) Tüm ülkelerdeki yurtseverlerin, özgürlük aşığı halkları Hitler’ciliğin dünyaya hâkim olma tehdidine karşı tek bir uluslararası mücadele çizgisinde birleştirmeye yönelik eylemlerini kolaylaştırmıştır…”



Bu, hem anti faşist ittifakı parçalamaya çalışan Hitler’ci kampanyaya karşı hem de SSCB’nin burjuva emperyalist müttefiklerinin ülkelerinde ortaya çıkan manevralara karşı Sovyetlerin temel düşüncesiydi. Bu Sovyetlerin halkları faşizme karşı tutarlı bir mücadelede birleştirme programıydı.



SSCB’nin ve sosyalizmin yenilgisi ve özellikle de Avrupa’da faşizmin yeniden dirilmesi göz önüne alındığında bazı karşılaştırmalar yapılabilse de, dünya 1939′da tamamen bugünkü gibi değildi. Almanya Hitler’ciydi; Avusturya faşistti; faşizm İtalya, İspanya, Çekoslovakya, Romanya, Macaristan, Yugoslavya, Bulgaristan, Polonya ve Finlandiya’da zafer kazanmıştı.



Hitler, “yıldırım savaşı” açarak, İsviçre ve kendi adasına çekilmek zorunda kalarak düzenli olarak bombardımana uğrayan İngiltere dışında, tüm Avrupa’yı ele geçirir. Ardından tüm Avrupa kıtasının potansiyelini ve kıtanın tüm (ekonomik ve askeri) altyapısını kullanarak, İşçilerin ve Köylülerin vatanına karşı tarihte eşi görülmemiş vahşilikte bir saldırıya kalkışmıştır.



Savaşın gerçek ve somut koşullarını, özellikle de 1943′teki koşulları dikkate alınırsa, aşılmış bir örgütlenme biçiminin “yüzeysel” bir biçimde korunmasının, sadece ve sadece “çocukluk hastalığı”na yakalanmış ya da İkinci Dünya Savaşı’nın ulusal kurtuluşçu ve anti faşist karakteriyle tamamen uyuşmazlık halindeki dogmatik unsurların isteği olabileceği açıkça ortaya çıkar. Böyle bir talep, sadece anti faşist cepheyi parçalamaya çalışan Hitler’cilerin ve emperyalistlerin ekmeğine yağ sürebilirdi. Faşistleri ezme programı zamanın temel göreviydi ve “hareketin yerel ve özel çıkarlarının genel çıkarlarına tabi kılınması” ilkesi komünist politikanın köşe taşıydı.



Açıklamaları Nerede Arıyoruz?



Tüm burjuva ve emperyalist literatür, SSCB’nin yozlaşarak “totaliter-bürokratik” ve milliyetçi” bir devlet haline gelmesi, Komünist Enternasyonal’in SSCB’nin “ulusal çıkarlarına hizmet eden bir araç”a dönüşmesi konularında Troçki’den alıntı yapar. Troçki ise hiçbir zaman sorgulanmamıştır ve “teori”lerinin çok sayıda çeşitlemeleri uluslar arası burjuvazinin sahip olduğu muazzam araçlarla taşınıp yayılmıştır. Kruşçev, SSCB’de revizyonistlerin iktidara gelişinden bu yana kırk yıldır durmadan yayılan anti komünist kampanyayı inanılır kılmak için emperyalistler ve Troçkistler tarafından kullanılan kişiliktir.



İkinci dünya savaşı öncesinde ve savaş sırasında, SSCB’nin gerçekleştirdiği müthiş başarılar ve uluslararası komünist hareketin büyüyen otorite ve saygınlığı karşısında gerçek ve sürekli büyüyen bir sempati vardı. Bu, işçi hareketinin ve ezilen halkların mücadelesinin önemli bir güç olduğu bir dönemdi.



Ancak “soğuk savaş”la birlikte, emperyalizm eski Nazileri alıp eğitti ve korudu, onları Troçkistler ve Sosyal demokrasi ile birlikte komünizme karşı haçlı seferinde kullandı. Bu haçlı seferi, 1950′lerde SBKP’deki Kruşçev’ci revizyonistlerin zaferi ile bozguncu bir yankı buldu. Emperyalizmin ideolojik ve yıkıcı saldırısı, örokomünistlerde ve revizyonizmde “inandırıcı” bir müttefik bulmuştu ki bunların yaptığı, uluslararası komünist hareketin istikrarını bozmak ve Komünist Enternasyonal’in defalarca mücadele ettiği sağ ve sol sapmaların gelişimini serbest bırakmaktı. Bu oportünist sapmaları inceleme zahmetine katlanılırsa, “Jüpiter’in baldırı”ndan büyü yardımıyla birdenbire çıkmadıkları anlaşılabilir. Bunlar, dünya burjuvazisinin ve emperyalizmin, SSCB’deki Sovyet iktidarının ve proletarya diktatörlüğünün ilk adımlarından itibaren yürüttüğü saldırının doğrudan ürünleridir.



Geçici bir zafer kazanan karşı devrimin, komünizmi suçlayıp yargılamaya ve sosyalizmin itibarını kırmaya çalıştığı bir tarihsel dönemdeyiz. Bu amaca giden her yol, sosyal demokrat ideoloji, Troçkizm, çeşitli biçimlere sokulmuş faşist ideoloji, liberalizm, burjuva milliyetçiliği, vs… iyidir. Burada işçi sınıfını ve müttefiklerini (köylüler, ezilen halklar) sınıf ideolojisinden ve geçmişteki kahramanlıkları gerçekleştiren komünist ve işçi nesillerinin katkılarından sonsuza dek uzaklaştırma söz konusudur.



Böyle bir durum karşısında bir seçim yapmak zorundayız: Belirsizlik durumunda kalarak hiçbir şey yapmamak için en anlamsız bahaneleri bulmak ve kurtlarla beraber ulumak ya da günümüzde çoğunun yaptığı gibi utanç verici bir biçimde kendi kendini inkar etmek; yada geçmişte olanın karmaşıklığına rağmen geriye dönüp bir göz atabiliriz ve atmak zorundayız. Ve kendimize şunu sormalıyız, sormak zorundayız: Bugün bu kadar kötü durumdaysak, biz daha önce ne zaman iyi durumdaydık, işçi ve halk hareketi, devrimci sınıf savaşımı ve ezilen halkların mücadelesi ne zaman iyi durumda oldular? Ve neden o zamanki durum lehimize idi? Teori, ezberlenecek bir soyut çözümlemeler toplamından daha başka bir şey ise, teori ezilen halkların ve dünya proletaryasının sosyalizm ve kurtuluş için mücadelelerinde kazandıkları deneyimlerse, teori bu deneyimden alınan derslerin bir toplamıysa, bu derslere sahip çıkmanın tam zamanıdır.



Dünya çapındaki mevcut karşı devrim durumu çok ciddidir. Bunu el çabukluğuyla döndürüp hemen karşı saldırıya geçilebilmesinin mümkün olduğunu düşünmüyoruz. Ama bizim sınıf mücadelemizde saf tutan kadın ve erkeklere bunu başarmanın bir yolu olduğunu söylüyoruz: Dünya proletaryasının ilkelerini yeniden sahiplenmek. Bunun birinci aşaması, dünya komünist ve işçi hareketi tarafından biriktirilen teorik ve pratik deneyim ve dersleri, Marx’ın ve Engels’in, Lenin ve Stalin’in, SSCB Komünist Partisi(Bolşevik)’nin, Komintern ve Kominform’un bunları bir bireşim haline getirerek uygulamaya koymalarında olduğu gibi, özümsemektir.



Revizyonizmi yenmek için, amacı dünya proletaryasının devrimci sınıf bilincini yok etmek ve onun politik ve ideolojik öncüsünün yeniden örgütlenmesini engellemek olan burjuva-Troçkist saldırı karşısında teslim olmaktan ziyade, bu kazanımlardan yararlanmak ve sırtımızı onlara yaslamak zorundayız.



Lille, 19 Aralık 1992



Kaynak: http://www.stalinkaynak.com



Komintern’in Dağıtılması Hakkında Dimitrov

DKP’li (Alman Komünist Partisi) saygın yoldaşlarla Komünist Haberleşme Bürosu’nun Kruşçev tarafından dağıtılması üzerine yaptığımız bir tartışmada, ben bu dağıtma eylemini, komünist harekete marksist-leninist proletarya enternasyonalizmi ilkesi yerine Tito’nun partisi tarafından propagandası yapılan “ulusal komünizm”i sokuşturmak için Kruşçev’in başvurduğu önlemlerden birisi olarak nitelediğimde, şu cevabı aldım: “Bu eleştiriyi önce Stalin’e yöneltmelisin, çünkü 1943’te, kimseye danışmadan sırf kendi otoritesine dayanarak Komünist Enternasyonal’in kapatılması emrini verdi ve böylece komünist harekete ciddi bir darbe vurdu!”

Komintern’in kapanması hakkında bu görüş DKP’de olduğu kadar PDS’de (Demokratik Sosyalizm Partisi), ve doğal olarak Troçki’ye bağlı bütün parti ve hiziplerde hâkim görüştür.

Gerçekte ne olduğunuysa Dimitrov’un kişisel günlüğünü okuyarak öğrenebiliriz.

Her şeyin başında, başkan Roosevelt tarafından imzalanarak ABD’de yürürlüğe giren 17 Ekim 1940 tarihli bir yasa yer alıyor. Bu yasa Amerikalı örgütlere her türlü uluslar arası bağlantıyı yasaklıyordu. Bu durumda ABD komünist partisi Komünist Enternasyonal’e katıldığı için kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. O sırada, partinin genel sekreteri Earl R. Browder hapisteydi. 1940 Ocağında “pasaport sahteciliğinden” dört yıl hapis cezası almıştı. Onun önerisi üzerine parti, KEYK’ye (Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi) partinin kapatılmasını engellemek için komünist enternasyonal üyeliğinden ayrılmasının uygun olup olmayacağını sordu.

Dimitrov’un günlüğünden aşağıdaki not açıkça bu talebe gönderme yapıyor:

16.11.40: Ercoli (Togliatti), Marty ve Gottwald, Amerika Komünist Partisi’nden olağanüstü kongreleriyle bağlantılı olarak gelen talep nedeniyle evimdeler.

Şu cevap üzerinde anlaştık: “(Komintern örgütlenmesine) katılım sorunu konusunda bir karar alma kesinlikle zorunluysa, parti legal olarak çalışmasını sürdürebilmek için komünist enternasyonalle biçimsel bağlarını geçici olarak koparmak zorunda olsa bile, Marksizm-Leninizm’e ve proletarya enternasyonalizmine bağlılığını belirten bir karar alınmalıdır.”

Beş ay sonra, Nisan 1941’de, Dimitrov yönetici yoldaşlar arasında Stalin’in konuşmalarını aktarıyor:

20.4.41: Benim sağlığıma da içildi. Bu fırsattan istifadeyle, J. V. Stalin şunları söyledi: Dimitrov’a göre, Komintern’den ayrılmak isteyen partiler var (Amerikan partisine gönderme). Bu kötü bir şey değil. Tersine, komünist partileri Komünist Enternasyonal’in seksiyonları olarak kalmak yerine tamamen bağımsız partiler yapmak gerekir. Farklı isimler altında –işçi partisi, Marksist parti vs.- ulusal komünist partiler haline gelmelidirler. İsim önemli değil. Önemli olan, kendi halklarına dayanmaları ve kendi özgül görevlerine yoğunlaşmalarıdır. Komünist bir programa sahip olmaları, Marksist bir analize dayanmaları, devamlı Moskova’ya bakmamaları, aksine her ülkede yerine getirilmesi gereken somut görevleri bağımsız olarak çözümlemeleri gerekir. (…) Çünkü durum ve görevler ülkeden ülkeye tamamen farklılaşıyor. (…) Komünist partiler kendilerini bu şekilde güçlendirirlerse, uluslar arası örgütlerini yeniden oluşturabilirler. Marx zamanında Enternasyonal yaklaşan bir uluslar arası devrim beklentisi içinde kurulmuştu. Aynı şekilde, Komintern de Lenin yönetiminde benzer bir dönemde oluşturuldu. Bugün, her ülkede ulusal görevler önde geliyor. Komünist partilerin uluslar arası bir örgütün seksiyonları şeklinde Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi’ne tabi olmaları bir handikaptır. (…)

Dünde kalana saplanıp kalmayın. Yeni ortaya çıkan koşulları dikkate alarak sonuçlar çıkarın. (…)

Bugünkü koşullarda, komünist partilerin Komintern’e üyelikleri burjuvaziden baskı görmelerini kolaylaştırıyor ve bu partileri kendi ülkelerinin kitlelerinden izole etme planlarına yardımcı oluyor; komünist partilerin ulusal partiler olarak kendi kendilerine gelişmeleri ve kendi görevlerini çözümlemeleri engelleniyor.

Dimitrov’un sonucu: “Komünist Enternasyonal’in gelecek dönemde hem uluslar arası plandaki yeni ilişki ve çalışma biçimlerine hem de dünya savaşı koşullarına göre varlığının sürdürülmesi sorunu açıkça ve tam olarak ortaya kondu.” (sf. 374)

Dimitrov, bu sorun üzerine fikir alış verişinde bulunmak için KEYK üyesi yönetici yoldaşlarla toplantı yapıyor:

21.4.41: Ercoli ve Maurice (Thorez) ile gelecek dönemde KEYK’nın komünist partiler üzerinde yönetici otorite olarak etkinliğine son vermesi ve ayrı ayrı komünist partilere tam bir bağımsızlık sağlaması; bu partilerin, tek bir komünist programla yönlendirilmekle birlikte, kendi ülkelerinin koşullarına uygun düşen somut görevlerini kendi başlarına çözümleyen, kararları ve eylemlerinde KEYK yerine bir haberleşme ve ideolojik-politik destek organına karşı sorumlu olan, her ülkenin komünistlerinin gerçekten ulusal partileri haline getirilmesi gerekip gerekmediği sorunu üzerinde tartıştık.

İkisi de sorunu ortaya koymanın temelde doğru olduğu ve bunun uluslar arası işçi hareketinin güncel durumuna tamamen uygun düştüğünü düşünüyorlardı. (sf.375)

Bir süre sonra, Dimitrov, D. S. Manuilski ve A. A. Jdanov’la bu sorun üzerinde başka görüş alışverişlerinde bulundu.

KEYK’nın etkinliğinin durdurulması kararının nedenleri üzerinde D. S. Manuilski’yle tartışma. Bir çok muğlak ve önemli sorun bu yeniden gözden geçirmeyle bağlantılıydı.

MK’da (Jdanov’un evi). Komintern’den bahsettik.

1. Kararın nedenleri ilkesel olarak ortaya konmalıdır çünkü hem dışarıya hem de Sovyet yanlısı komünistlere bunun uygun bir açıklamasını yapmak zorundayız. Komintern’in büyük bir tarihi var ve yekpare bir uluslar arası merkez olarak varlığı ve eylemine birden son veriyor. Kararda, karşımızdakilerin tüm olası saldırıları önceden dikkate alınmalıdır, örneğin, bunun bir oyun olduğu ya da komünistlerin enternasyonalizmden ve uluslar arası proleter devrimden vazgeçtikleri söylenecektir. Kararı temellendirişimiz moral bozukluğu ve kararsızlık yaratmamalı, komünist partilere güç kazandıracak bir dayanak oluşturmalıdır (…).

Komünist Enternasyonal’in fikirleri kapitalist ülkelerde işçi sınıfının yönetici katmanları arasında derinlemesine kök salmıştır. Gelinen aşamada, komünist partilerin bağımsız ulusal partiler olarak gelişmeleri gerekmektedir. Her ülkede komünist hareketin en üst düzeye ulaşmasıyla birlikte, bir sonraki aşamada uluslar arası komünist bir örgüt daha geniş ve daha sağlam bir zeminde yeniden kurulacaktır.

KEYK’nin dağıtılmasının hiçbir şekilde uluslar arası proletarya dayanışmasının reddi anlamına gelmediği açıklanmalıdır. Aksine, yalnızca, uluslar arası işçi hareketinin güncel aşamasına daha uygun hale gelmeleri için bu dayanışmanın ortaya çıkış biçimleri ve yöntemleri değişmektedir.

2. Bu yön değişikliği mutlak bir ciddiyet ve kararlılıkla gerçekleştirilmelidir. Özümüzü değiştirmeyeceğiz, geri kalan her şey aynı kalacak, yani KEYK dağıtılsa da, uluslar arası yönetici merkez olarak başka bir biçim altında varlığını sürdürecektir.

3. Bunun kimin inisiyatifiyle gerçekleştiğinin bilinmesi çok önemli: yönetimin kendi inisiyatifiyle mi yoksa bir dizi komünist partinin teklifleri üzerine mi. Son çözüm daha iyi gibi görünüyor.

4. Bu iş acil değil; telaş etmemeli, tartışmalı ve ciddi olarak hazırlamalıyız.

Üç sorun tartışma gerektiriyor: a. İlkesel olarak nasıl açıklanmalı? b. Kararın inisiyatifi kimin olacak? c. KE’nin miras bıraktığı yoldan nasıl yürünecek?

5. Ne olursa olsun, komünist hareket bu yön değiştirme sayesinde önemli avantajlar elde edecektir:

• Her türlü Komintern-karşıtı anlaşma temelini kaybedecek;
• Burjuvazinin en büyük kozu hükümsüz olacak: yani komünistlerin yabancı bir merkezin emri altında ve dolayısıyla “vatan haini” oldukları;
• Her ülkede KP’ler bağımsız yapılarını güçlendirecek ve ülkelerinde gerçekten kitlesel partilere dönüşecekler;
• Halktan uzaklaşmama kaygısıyla KP’lere katılmak istemeyen işçi militanların katılımı kolaylaşacak. (sf. 386)

Görüldüğü gibi, Nazi Almanyası’nın Sovyetler Birliği’ne saldırmasından altı hafta önce, Komünist Enternasyonal’in dağıtılması kararlaştırılmış sayılırdı. Daha sonra, doğal olarak Faşist Almanya’ya karşı anavatanın savunulması ön plana geçti, tüm diğer sorunlar arka planda kaldı.

Dahası, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Birleşik Devletler’in bir süreliğine ittifak yaptığı tamamen değişmiş koşullarda komünist partilerin KEYK tarafından yönetimi yeniden büyük önem kazandı.

Ancak Stalingrad savaşında faşist Almanya ordularını geri dönüşsüz olarak yenilgi yoluna sokan Kızılordu’nun büyük zaferinden sonradır ki, Mayıs 1943’te, Dimitrov’un günlüğünde, Faşist saldırının başlangıcından bu yana ilk defa Komünist Enternasyonal’in dağıtılması konusunun yer aldığını görüyoruz.

8.5.43: Gece Manuilski’yle birlikte Molotov’daydık. Komintern’in geleceği hakkında konuştuk. Mevcut koşullarda komünist partilerin yönetim merkezi olarak Komintern’in bizzat kendi gelişmesine ve kendi özgül görevlerinin yerine getirilmesine bir engel oluşturduğu kararına vardık. Bu merkezin dağıtılması için bir metin hazırlıyoruz.

Bu 8 Mayıs 1943 tarihiyle aynı yılın 22 Mayıs’ı arasında Dimitrov’un günlüğünde bu sorun üzerine tartışmalarla ilgili bir notun yer almadığı gün bulunmamakta. 11 Mayıs 1943’te, KEYK başkanının ilan edeceği, Dimitrov ve Manuilski tarafından düzenlenen bir deklarasyon taslağı Stalin’in bilgisine sunuldu, o da onay verdi.

Bu taslak birkaç kez KEYK prezidyumunda tartışıldı, 20 Mayıs 1943’te son şeklini aldı, SSCB politik bürosu tarafından 21 Mayıs 1943’te oybirliğiyle kabul edildi ve 22 Mayıs 1943’te Pravda’da “Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi Prezidyumunun Bildirisi” başlığıyla yayınlandı.

İçeriği aşağıdaki gibidir:

1919 yılında, eski öncü işçi partilerinin büyük çoğunluğunun politik çöküşü üzerine yaratılan Komünist Enternasyonal’in tarihsel rolü işçi hareketindeki oportünist unsurlar tarafından budanma ve çarpıtılmalarına karşı marksizmin öğretilerinin savunulmasıydı. Bu rol bir dizi ülkede ilerici işçilerin öncü kesiminin gerçek işçi partilerinde birleştirilmesinin sağlanması, işçi kitlelerinin kendi politik ve ekonomik çıkarlarının savunusuyla birlikte faşizme ve faşizmin yarattığı savaşa karşı mücadele için harekete geçirilmesinde bunlara yardım edilmesi, ve faşizme karşı temel dayanak olarak Sovyetler Birliği’nin desteklenmesinden oluşuyordu. Komünist Enternasyonal,  savaşa hazırlık aracı olarak Hitlercilerin kullandığı “Komintern karşıtı anlaşmanın” gerçek anlamını teşhir etti. Bundan daha önce, Komintern, diğer ülkelerde Hitlercilerin Komünist Enternasyonal’in sözde casusluk faaliyetleri yaygarasıyla maskeledikleri utanç verici saldırı girişimlerine yorulmaksızın karşı koymuştu. Savaştan çok önce, farklı ülkelerin gerek iç gerek dış koşullarının artan karmaşıklığıyla birlikte, her ülkenin işçi hareketinin görevlerinin herhangi bir uluslar arası merkez tarafından çözümünün aşılmaz engellere çarptığı anlaşılmıştı. Dünyanın farklı ülkelerinin tarihsel gelişme yollarının bu ayrılığı, farklı karakterleri, hatta yapılarındaki zıtlıklar, toplumsal ve politik evrim düzey ve ritimlerinin farklılığı ve son olarak işçilerin bilinç ve örgütlenme düzeylerindeki farklılıklar, farklı ülkelerin işçi sınıflarına farklı görevler yüklüyor. Son çeyrek yüzyılda yaşanan bütün olaylar ve Komünist Enternasyonal’in edindiği deneyimler ikna edici bir şekilde göstermiştir ki Komünist Enternasyonal’in 1. kongresinde işçilerin birleştirilmesi için seçilen örgütlenme biçimi –işçi hareketinin yeniden doğuşunun başlangıç döneminin gereksinimlerine uygun düşen bu biçim- farklı ülkelerde işçi hareketlerinin gelişmesi ve görevlerinin karmaşıklaşmasıyla gittikçe aşılmakta, hatta ulusal işçi partilerinin daha fazla güçlenmesinin önünde bir engel haline gelmektedir.

Hitlercilerin başlattığı dünya savaşı, çeşitli ülkelerin durumlarındaki farklılıkları daha da arttırdı, Hitlerci tiranlığın uygulayıcısı olan ülkelerle güçlü anti-Hitlerci koalisyona katılan özgürlük tutkunu ülkeler arasında derin bir uçurum yarattı. Hitler blokuna dâhil olan ülkelerde emekçilerin, işçilerin ve tüm dürüst insanların temel görevi hitlerci savaş makinesini tahrip ederek bu bloğun yenilmesine yardımcı olmak ve savaştan sorumlu hükümetlerin düşmesine katkıda bulunmakken, anti-Hitlerci koalisyona dâhil ülkelerde, Hitlerci bloğu en kısa sürede ezmek ve ulusların karşılıklı işbirliğini hak eşitliği temelinde sağlamak için bu ülkelerin hükümetlerinin savaş çabalarına her türlü desteği vermek geniş halk kitlelerinin ve her şeyden önce ilerici emekçilerin kutsal bir görevidir. Bu hususta, anti-Hitlerci koalisyona katılan bazı ülkelerde, buralara özgü görevlerin var olduğunu gözden uzak tutmamak gerekir. Örneğin, Hitlercilerin işgal ettiği devlet olarak bağımsızlıkları ellerinden alınmış ülkelerde, ilerici emekçilerin ve geniş halk kitlelerinin temel görevi, Hitler Almanyası’na karşı bir ulusal kurtuluş savaşına dönüştürülmek üzere silahlı mücadelenin başlatılmasıdır. Buna ek olarak, Hitlerci tiranlıktan kurtulmak isteyen halkların ulusal kurtuluş savaşları, parti ya da dini görüş ayrımı olmaksızın güçlü anti-Hitlerci bloğa katılan en geniş halk kitlelerini harekete geçirmiş, ve düşmana karşı en hızlı zaferi elde etmek için her ülkenin işçi hareketinin öncüleri tarafından ulusal seferberliğin ve kitlelerin harekete geçirilmesinin başarılmasının en iyi ve en verimli yolunun, söz konusu öncülerin kendi ülkeleri çerçevesinde örgütlenmeleri olduğunu açıkça göstermiştir.

Daha 1935’te, Komünist Enternasyonal’in 7. kongresi, gerek uluslar arası durumda gerek işçi hareketinde geçmişte ortaya çıkan ve Enternasyonal seksiyonlarının büyük bir hareket kabiliyeti ve bağımsızlığa sahip olmasını gerektiren değişiklikleri dikkate almıştı. İşçi hareketinin bütün sorunları üzerine alınan kararın metne alınması sırasında, Komünist Enternasyonal’in yürütmesinin her ülkenin kendi somut koşulları ve özelliklerinden hareket etmesi, komünist partilerin iç örgütsel işlerine her türlü doğrudan müdahaleden de kaçınması gerektiğinin altını çizmişti.

Kasım 1940 tarihinde, ABD Komünist Partisi’nin enternasyonalden ayrılma kararını inceleyen Komünist Enternasyonal, bu düşünceleri göz önünde bulundurmuş ve kararı onaylamıştır. Marksizm-Leninizm’in kurucularının öğretilerini kılavuz alan komünistler hiçbir zaman eskimiş örgütlenme biçimlerinin korunmasının savunucusu olmamıştır. Örgütlenme biçimlerini ve bu örgütlerin çalışma yöntemlerini bir bütün olarak işçi hareketinin temel politik çıkarlarına, verili somut tarihsel durumun ayırt edici yanlarına ve bu durumdan kaynaklanan görevlere göre oluşturmuşlardır. Büyük Marks tarafından ilerici emekçilerin Uluslar arası İşçi Birliği’nde birleştirilmesi ve Birinci Enternasyonal’in tarihsel görevini –Avrupa ve Amerika’da işçi partilerinin gelişmesinin temellerini atmak- tamamlaması örneğini hatırlarlar. Ulusal kitlesel işçi partileri yaratılması aşamasına gelindiğinde, Birinci Enternasyonal’in dağıtılması gerekmişti, çünkü bu örgütlenme biçimi artık ihtiyaçlara uygun düşmüyordu.

Bu düşüncelerden hareketle, her ülkede komünist partilerin ve bunların yönetici kadrolarının politik olgunluğundaki ilerlemeyi dikkate alan, aynı zamanda şu anki savaş sırasında bir dizi seksiyondan gelen uluslar arası işçi hareketinin yönetici merkezi biçimiyle Komünist Enternasyonal’in dağıtılması talebini inceleyen Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi, –dünya savaşı koşullarında Komünist Enternasyonal Kongesi toplanması imkânı bulunmaması nedeniyle- yetkisini kullanarak, aşağıdaki öneriyi Komünist Enternasyonal seksiyonlarının onayına sunar: uluslar arası işçi hareketinin yönetici merkezi olarak Komünist Enternasyonal’in dağıtılması ve Komünist Enternasyonal seksiyonlarının KE tüzük ve kararlarından doğan yükümlülüklerinden serbest bırakılması.

Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi başkanlığı tüm enternasyonal yandaşlarını, emekçilerin ölümcül düşmanı olan Alman faşizmi ve onun müttefikleriyle yardakçılarının en hızlı şekilde ezilmesi için, tüm güçlerini anti-Hitlerci koalisyona katılan halk ve devletlerin kurtuluş savaşlarını tereddütsüz olarak desteklemeye ve bunlara aktif olarak katılmaya yoğunlaştırmaya çağırır.

Bu deklarasyon Komintern’in bütün seksiyonlarına gönderildi ve istisnasız hepsi tarafından onaylandı.

29 Mayıs 1943 tarihli olarak, Dimitrov, Büyük Britanya, Avustralya ve Yugoslavya komünist partilerinin onay deklarasyonlarının içerikleriyle, Komintern’in dağıtılmasıyla ilgili olarak Reuter ajansı Moskova muhabiri King’in Stalin’le yaptığı röportaj’ın içeriğini not ediyor:

8.6.43: KEYK başkanlığının son toplantısını yaptık.

1. Komintern’in dağıtılması önerisinin tüm seksiyonlar tarafından selamlandığını, tek bir seksiyonun bile bu öneriye karşı itirazda bulunmadığını tespit ettik.

2. Komintern yürütme komitesinin, başkanlığı, sekreterliği ve uluslar arası kontrol komisyonuyla birlikte dağıtıldığını ilan ettik.

10.6.43: Pravda’da 8 Haziran 1943 tarihli başkanlık kararı hakkında bildirimiz yayınlandı.

Sonuç olarak, hem belgeler hem de Dimitrov’un günlüğünde Komintern’in dağıtılması tarihi hakkında yer alan notlar, “Stalin’in tek emriyle Komünist Enternasyonal’in birdenbire dağıtılması” efsanesini yerle bir etmektedir.

İşte gerçek: Dağıtma fikrine yönelten, Komintern’in bir seksiyonu olmaya devam etmesi halinde ABD komünist partisini kapatmakla tehdit eden 1940 tarihli Amerikan yasasıydı. Dolayısıyla dağıtmaya götüren ilk adım ABD Komünist Partisi’nin Komünist Enternasyonal’e katılması üzerine oluşan baskıydı.

Komintern’in dağıtılmasının kesin nedenleri, bir yandan değişen nesnel koşullar –bunların arasında komünist partilerin merkezi yönetiminin gelişmelerine ve kendi ülkelerinin emekçileriyle bağlarının derinleşmesine engel olması bulunuyor-, diğer yandan komünist partilerin merkezi bir yönetime ihtiyaç duymadan Marksist-Leninist olarak hareket edebilecek kadar olgunlaştıkları inancıydı.

Dağıtma kararı KEYK başkanlığının bir yıllık danışma çalışmalarından ve KE’nin bütün seksiyonlarının tartışmasız demokratik bir yolla onayı alındıktan sonra alındı. Dolayısıyla Komünist Enternasyonal’in dağıtılması hiçbir şekilde enternasyonalizmin zayıflaması anlamına gelmez çünkü enternasyonalizm, karşılıklı işbirliğinin örgütsel biçimlerinden bağımsız olarak her gerçek Marksist-Leninist partinin temel bir bileşeni haline gelmişti. Dahası, komünist partilerin uluslar arası bir örgütünün yeni koşullarda, bu koşullara uygun düşecek bir biçimde yeniden oluşturulacağı gerek Stalin gerekse KEYK başkanlığı tarafından açıkça öngörülmekteydi.

Bilindiği gibi, Eylül 1947’de, komünist ve işçi partileri haberleşme bürosu (Kominform) Varşova’da gerçekleşen bir konferansta kuruldu, çünkü -konferans bildirisinde de söylendiği gibi- konferansa katılan partiler arasında iletişim eksikliği olumsuz olgulara yol açmıştı. Bu haberleşme bürosunun görevi partiler arasında deneyim alışverişinin sağlanması ve gerekli görüldüğünde etkinliklerinin karşılıklı anlaşma temelinde eşgüdümlü hale getirilmesiydi. Konferansa katılanlar, kısaca “Haberleşme Bürosu” olarak adlandırılan topluluğun kurucu üyeleri, iktidarda olan komünist partilerin – SSCB KP, Bulgaristan KP, Yugoslavya KP, Polonya İşçi Partisi, Romanya KP, Çekoslovakya KP, Macaristan KP- ve iki Batı Avrupa komünist partisinin, Fransız KP ve İtalyan KP temsilcileriydi.

Haberleşme bürosunun varlığı dokuz yıl sürdü. Sonu Komünist Enternasyonal’in sonundan tamamen farklı oldu. Elbette, görüntüde biçim korundu: “komünist ve işçi partileri haberleşme bürosunun etkinliğinin sona erdirilmesine ilişkin basın bildirisi”, dağıtma kararını gene “komünist ve işçi partilerinin yeni çalışma koşulları” gerekçesiyle açıklıyor ve şunu belirtiyordu: “Haberleşme Bürosuna bağlı komünist işçi partilerinin merkez komiteleri, büronun etkinlikleri konusundaki sorunlar üzerinde fikir alışverişinde bulunmuşlar ve 1947 yılında kurdukları haberleşme bürosunun işlevini kaybettiği sonucuna ulaşmışlardır; bu bağlamda, haberleşme bürosunun etkinliğine (…) ve büronun yayın organı Kalıcı Barış İçin, Halk Demokrasisi İçin gazetesinin yayınına son verme kararı üzerinde fikir birliğine varılmıştır.”

Şimdi şu soru ortaya çıkıyor: 14 Kasım 1955’ten 17 Nisan 1956’ya kadar geçen sürede Haberleşme Bürosunun varlığının savunulmasından “işlevini kaybettiği” fikrine atlayacak kadar temelli ne değişiklik oldu?

14 Kasım 1955 günü, Kruşçev ve Bulganin ortak bir basın konferansı düzenlediler ve Bulganin aşağıdaki görüşü savundu:

Zaman zaman “Kominform”un şu veya bu şekilde tasfiye edilmesi gerekip gerekmediği soruluyor. Komünist partilerin evrensel olarak kabul görmüş bir uluslar arası ilişki ve işbirliği biçimini reddetmeleri için ne sebep olabilir ki? “Kominform”un tasfiyesini isteyenler neden sosyal-demokrat partileri birleştiren Sosyalist Enternasyonal’in etkinliğine karşı bir şey demiyor? Neden kapitalistlerin uluslar arası tekellerde birleşmeleri ve işlerini ortaklaşa yürütmek için düzenli olarak istişare yapmaları doğal ve meşru oluyor da işçi sınıfından Marx ve Engels tarafından ilan edilen ve bütün emekçilerin en kişisel çıkarlarına uygun düşen “Bütün ülkelerin proleterleri, birleşiniz!” sloganını reddetmesi isteniyor?

Bu, –batıda Haberleşme Bürosu için genel olarak kullanılan ifadeyle- “Kominform denilen diken” yıllarca ayaklarına batan batı beylikleri için tam bir bozgun olmuştu! Nasıl oldu da dört ay sonra geçerliliğini yitirdi? Bu kadar derinlemesine ne değişti?

Buna verilecek tek bir cevap var. Arada, SSCB komünist partisinin XX. Kongresi gerçekleşmiş ve emperyalizmi yenmek için savaşımı öngören Leninist politikadan emperyalizmle kalıcı ve barışçıl uzlaşma ve “bir arada yaşama” politikasına dönüş benimsenmişti. Dolayısıyla Komünist Parti Manifestosu ruhunda ödünsüz sınıf mücadelesi devrimci politikasından uzaklaşarak sınıf uzlaşması revizyonist politikasının benimsenmesi söz konusuydu.

Komünist ve İşçi Partileri Haberleşme Bürosu, bu dönüşün dünya komünist hareketine uygulanmasına karşı bir direniş merkezi haline gelebilecek şekilde oluşturulmuştu. Haberleşme Bürosu’nun SSCB KP yönetimini, bu partinin kararlarını kolektif bir karar organında yer alan diğer ortaklarıyla uyumlulaştırma gereksinimi nedeniyle kısıtlaması, işte “tükendi” denen işlev buydu. Bu nedenle Haberleşme Bürosu yok edilmeliydi! Kruşçev’in 1955 haziranında Tito’yla uzlaşabilmek için ve daha sonra da XX. Kongrede başarıyla kullandığı sürpriz taktiğini uygulayıp komünist partileri bir oldubittiyle karşı karşıya bırakmak için, serbest kalma ihtiyacı duyuyordu, bunun daha ötesiyse onları SSCB Komünist Partisi’ne boyun eğmek ya da ilişkisini kesmek arasında bir tercih yapmaya zorlamaktı! Boyun eğmeyi reddetmenin sonucunun ne olduğunu, 1960 yılında Arnavutluk ve Çin’le ilişkilerin kesilmesi örneği herkese gösterdi. Fakat revizyonist yönetimin bunu yapabilmesi ancak komünist hareketin kolektif bir organı bulunmaması nedeniyle mümkün olabilmişti…



Kurt Gossweiler Alman Faşizminin en önemli uzmanıdır. Aynı zamanda uluslar arası komünist hareket içinde revizyonizmin tarihi üzerine önemli araştırmaların sahibidir. (www.kurt-gossweiler.de)

Yukarıdaki metin ilk olarak Weiseneer Blätter’in 2001 yılı 4. mevsimlik sayısında yayınlanmıştır. Tüm sayfa numaraları George Dimitrov’un Bernard H. Bayerlein tarafından 1933-1943 Günlükleri başlığıyla yayınlanan yazılarına gönderme yapmaktadır. Rusça ve Bulgarca’dan Vladislav Hedeler ve Brigit Schievenz tarafından tercümesi yapılan eserin, Edition Aufbau, Berlin 2000 baskısı.

Metin Les dossier du BIP dergisi 89 no’lu Aralık 2002 sayısında yer alan bir makalenin ikinci kısmıdır. Bu dergi Editions Démocrite tarafından yayınlanmaktadır. Adres: bd Roger Salengro 52, 93190 Livry-Gargan Fransa  E-mail adresi: democrite@wanadoo.fr

Stalin Arşivi çeviri birimi (17 Ocak 2007)

Kaynak: http://www.stalinkaynak.com
 

Bu Blogda Ara