KÜÇÜK BURJUVA DEVRİMCİLİĞİNİN BİR ÖRNEĞİ:
MAHİR ÇAYAN VE TEZLERİ
1. Giriş
2. Mahir Çayan’ın III. Bunalım Dönemi Kavramı
2.1. ‘Emperyalistler arası paylaşım savaşı imkânı
ortadan kalkmıştır’ tezi.
2.2. Emperyalist işgalin biçimi değişmiştir.
3. Mahir Çayan’ın III. Bunalım Döneminden
Çıkardığı Sonuçlar
3.1. Çayan Leninist devrim teorisini inkâr ediyor.
3.1.a. Leninist devrim teorisinde işçi sınıfının
önderliği esastır.
3.1.b. Devrimin nesnel koşulları
3.1.c. Evrim dönemi ve devrim dönemi
3.2. Leninist parti teorisinin inkarı
3.3. Leninist taktik ve strateji biliminin inkarı
3.3.a. Çayan, Leninist Strateji Bilimini İnkar
Ediyor.
3.3.b. Çayan, Leninist Taktik Bilimini İnkar Ediyor.
3.3.c. Devrim kitlelerin eseridir.
3.3.d. Silahlı Propaganda Bireysel Terörizmdir.
3.3.e. Temel Görev Proletaryanın Çoğunluğunu
Kazanmaktır.
3.3.f. Mücadele Biçimleri
3.3.g. Örgütlenme Biçimleri
4. Mahir Çayan’ın Yanlış Tespitleri
4.1. Çayan ‘Sosyalist Blok’un revizyonist blok
olduğunu görmüyor.
4.2. Küba devrimi sosyalist bir devrim mi?
4.3. Fidel ne diyor Çayan ne diyor?
4.4. Çayan, ‘Leninist devrim teorisi hem voluntarist hem de deterministtir’ diyor
4.5. Çayan, ‘Marks’ta ekonomist, Lenin’de
voluntarist yön ağır basar’ diyor
4.6. Çayan; Marks ve Lenin’in devrim için dünya
savaşını zorunlu gördüğünü iddia ediyor.
4.7. Bolşevik partiye Trockist iftira
4.8. Bilincin dışarıdan verilmesi
4.9. Kemalizmin yanlış tanımı
4.10. Mustafa Kemal bağımsızlığa çok dikkat etmiş
4.11. Küçük burjuvazinin diktatörlüğüymüş
4.12. Ordunun devrimci geleneği
4.13. Milliyet meselesi köylü meselesidir
5. Sonuç; Marksizm-Leninizm Günümüzün Eylem Kılavuzudur!
1. GİRİŞ
1968. Bütün dünyada durgun gökyüzünde bir şimşekti ‘68. Halk yığınlarının biriken öfkesinin, gençliğin adaletsiz düzene karşı başkaldırısının simgesidir ’68.
Türkiye’de de 68, halk yığınlarının emperyalist baskı ve tahakküme karşı mayalanan tepkisinin bir ifadesiydi. Başta öğrenci gençlik olmak üzere halk yığınları, sömürü düzenine karşı nefretini eylem, gösteri ve grevlerle ifade ediyordu. Sosyalizmin SSCB’de Stalin dönemindeki başarıları ve 68’e kalan kazanımları, kapitalist ülkeler işçilerinde ve sömürge ülke halklarında sosyalizme karşı bir sempatiye yol açıyordu. Sosyalizm, halk yığınlarının kapitalizme karşı isyanının bir ifadesi haline gelmekteydi. Elbette kapitalizmin koltuk değneği olan reformizm sosyalizme olan sempatiyi kendine yedekleyerek işçi sınıfı ve emekçilerin azımsanmayacak bir bölümünü etkisi altına aldı. Bir dönem ilerici ve olumlu bir rol oynadı. Ancak bir müddet sonra, halk yığınlarının yükselen mücadelesi düzenin sınırlarını aşan, emperyalizmin sömürüsüne çomak sokan bir duruma gelince reformist-pasifist partiler gerici bir konuma geldiler. Gençlik, kapitalizm içerisinde reformlarla kendini sınırlayan, böylece düzene yedeklenen partilere tepki duymaya başladı. Çünkü gençlik, düzenin şu yada bu yanının düzeltilmesiyle yetinmek yerine düzenin bir bütün olarak değiştirilmesi savunuyordu. Bu, gençliğin reformist partilerden kopuşu sonucunu verdi. Proletarya partisinin mevcut olmadığı koşullarda gençlik kendi örgütlerini kurup, kendi yollarını belirleyerek mücadeleye girişti.
Mahir Çayan, Türkiye Halk Kurtuluş Parti-Cephesi önderinden. 30 Mart 1972 yılında Kızıldere’de THKP-C ve THKO’lu dokuz arkadaşıyla birlikte çıktıkları devrim yolunda şehit düştüler.
Mahir Çayan yola çıktığında belki de genç yaşta öleceğini biliyordu. Ama o devrime adanmış bir yürekti. Tıpkı Deniz, Yusuf, Hüseyin, İbrahim ve daha niceleri gibi. Arkalarından bir miras bıraktılar. Halkın kurtuluşu için mücadele etmek, kendini halkın mücadelesine adamak, gerekirse bu uğurda, devrim yolunda ölümden bile kaçınmamak. Onlar Spartaküslerden, Şeyh Bedrettinlerden, Babuşkinlerden aldıkları mirası onurla taşıdılar.
THKO, THKP-C ve TKP/ML-TİKKO gençliğin düzen partilerinden kopuşunu ifade eden örgütlenmelerdir. Ama düzen partilerine karşı koyulan her alternatif doğru değildir. Sağ oportünizm sol oportünizmi doğurur. Mahir Çayan kendisince ortaya koyduğu teori ve tezler, gençliğin düzene karşı tepkisinin ifadesi olmakla birlikte işçi sınıfı partisinin bilimsel-sosyalist bakışına denk düşmüyordu. Küçük burjuvazinin sisteme karşı aşırı ama bilimsel olmayan tepkisini ifade ediyordu.
“’Sol’ sapma özünde sağ sapmadır.” (Lenin)
Mahir Çayan bütün görüş ve tezlerini dünyanın ve emperyalizmin değişen koşulları üzerinden tarif ediyor. Marks ve Engels’in görüşleri kapitalizmin birinci evresinde, Lenin, ve Stalin’nin görüşleri Emperyalizmin birince ve ikinci bunalım dönemlerinde geçerlidir. Bugün emperyalizmin üçüncü bunalım döneminin örnek proleter devrimi Küba devrimi, proleter devrimcileri ise Fidel, Che ve arkadaşlarıdır. Emperyalizm, üçüncü bunalım dönemiyle birlikte bir takım değişimler geçirmiştir. Bu sebeple emperyalizmin önceki dönemlerinde geçerli olan sınıfsal ilişkiler, mücadele biçimleri ve örgüt anlayışları artık geçerli değildir. Üçüncü bunalım dönemiyle birlikte bütün bunlar değişmiştir.
Şimdi sorulacak ilk soru şudur: Mahir Çayan’ın emperyalizmin üçüncü bunalım dönemi tanımlamasıyla ifade ettiği değişikliler nelerdir ve bu tespitler doğru mudur? İkincisi eğer bu değişikliklerin tamamı veya bir kısmı doğru ise Leninizmin ortaya koymuş olduğu temel tez ve görüşleri geçersiz kılacak değişiklikler midir?
2. ÇAYAN’IN III. BUNALIM DÖNEMİ
Mahir Çayan emperyalizmin III. bunalım döneminde iki temel değişiklikten bahsediyor.
“Emperyalizmin III. Bunalım dönemi denilen bu dönemde, emperyalist ilişki ve çelişkiler biçim olarak iki temel cephede değişikliğe uğramıştır.
1- Emperyalistler arası rekabetin (uzlaşmaz çelişkilerin) emperyalistler arası yeniden paylaşım savaşına yol açması imkânı ortadan kalkmıştır.
2- Emperyalist işgalin biçimi değişmiştir.
Bugün dünyada tam sömürge tipi ülke hemen hemen kalmamış gibidir. Açık işgal yerini gizli işgale bırakmıştır.” (Mahir Çayan, Teorik Yazılar, Sf.294)
2.1. ‘Emperyalistler arası paylaşım savaşı imkânı ortadan kalkmıştır’ tezi.
Çayan’a göre artık emperyalistler arası paylaşım savaşı imkânı ortadan kalkmıştır.
Emperyalizm temel yasalarından birisi eşitsiz ve sıçramalı gelişme yasasıdır.
“İktisadi ve siyasi gelişmenin eşitsizliği kapitalizmin mutlak bir yasasıdır.” (Lenin, Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine)
Eşitsiz gelişme sonucu, daha önceden güçsüz olan şimdi ise güçlenmiş bulunan emperyalist devletler dünyanın mevcut paylaşımına karşı, yeniden paylaşım talebiyle ortaya çıkarlar. Artık güçlüdürler ve güçleri oranında sömürgeye sahip olma hakları vardır. Ancak sömürgeleri ellerinde tutan emperyalist devletler bunlardan kolay kolay vazgeçmek istemezler. Birinci Dünya Savaşı yeni sömürgeler talep eden Almanya’ya karşı sömürgelerini kaybetmek istemeyen İngiltere arasındaki uzlaşmaz çelişkinin sonucudur. Emperyalizmin yaşaması ve varlığı sömürge ülkelerin yağmalanmasına bağlıdır. Bu yüzden hiçbir emperyalist devlet kendi varlık koşulları olan sömürgeleri barışçıl yollardan vermek istemez. Ancak yeni güçlenen emperyalist devletler de bir adım daha ileri gitmek istiyorlarsa (aksi takdirde ezileceklerdir) yeni sömürgelere ihtiyaç duymaktadırlar. Bu iki zorunluluk emperyalistler arasında dünyanın yeniden paylaşılması için emperyalist savaşları zorunlu kılar.
Emperyalistler arasındaki savaş, emperyalist ülkelerin kötü niyetli yöneticilerinin tavırları veya hatalı politikaları sebebiyle çıkmaz. Savaşın sebebi emperyalizmin ekonomik ilişki ve işleyişinin kendisidir. Azalan kar oranı ve tekeller arasında kızışan rekabet emperyalist savaşta (geçici) çözümünü bulur. Emperyalist savaşların tarihsel bir zorunluluk olması, emperyalizmin ekonomik işleyişindendir.
“Nükleer vurucu güçlerin dünya çapında erişmiş olduğu seviye ve de esas tayin edici olarak da, dev dünya sosyalist bloğunun varlığı, emperyalistler arası had safhaya ulaşmış olan uzlaşmaz çelişkilerin ekonomik plandan, askeri plana sıçramasına engel olmaktadır. Bir yandan çelişkiler keskinleşip derinleşirken, öte yandan da entegrasyona gidilmektedir.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 295)
Çayan’a göre nükleer silahların gelişmişlik düzeyi, ‘nükleer vurucu güçlerin dünya çapında erişmiş olduğu seviye’ emperyalistler arası savaşı engelleyen etkenlerden birisidir. Çayan emperyalistler arası savaşın emperyalist ekonominin işleyişinin ortaya çıkardığı bir zorunluluk olduğunu görmüyor. Emperyalist savaşın nihai olarak engellenmesinin tek yolu, emperyalist ekonomik ilişkilerin parçalanması ve sosyalizmin bütün dünyada egemen olmasıdır. Ama Çayan ekonomik ilişkileri değiştirmeden, ekonomik ilişkilerin zorunlu sonuçlarının ortadan kaldırılabileceğini söylüyor.
Stalin, Çayan gibi emperyalistler arası savaşın imkânsızlığı tezini savunanlardan şöyle bahsediyor:
“Bazı yoldaşlar, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, yeni uluslar arası koşulların gelişmesi sonucunda, kapitalist ülkeler arasında savaşların artık kaçınılmaz olmadığını iddia ediyorlar. Sosyalizm kampıyla kapitalizm kampı arasındaki zıtlıkların, kapitalist ülkeler arasındaki zıtlıklardan daha güçlü olduğunu, Amerika Birleşik Devletleri’nin diğer kapitalist ülkeleri, aralarında savaşmalarına ve birbirlerini karşılıklı zayıflatmalarına izin vermemek amacıyla kendisine tabi kapitalizmin önde gelen kişilerinin, tüm kapitalist dünyaya zarar veren iki dünya savaşı deneyiminden, kapitalist ülkelerin birbirlerine karşı savaşa girişmesine bir daha izin vermemelerine yetecek kadar ders çıkardıklarını – bütün bunların sonucunda kapitalist ülkeler arası savaşların artık kaçınılmaz olmadıklarını düşünüyorlar.
“Bu yoldaşlar yanılıyorlar. Bunlar yüzeyde parlayan dış görüntüleri görüyorlar, ama şimdilik fark edilmeksizin etkide bulunmalarına rağmen, yine de olayların gidişini belirleyecek olan, derinlerde etkide bulunan güçleri görmüyorlar.” (Stalin, Eserler Cilt 16, Sf. 308)
Stalin’in derinlerde bulunan ve yüzeyde görünmeyen güçler dediği emperyalist ekonominin işleyişidir. Stalin’in yazısında, emperyalist savaşın zorunlu olmadığı tezini savunanları (dolayısıyla da Çayan’ı) bu ‘güçleri’ görememekle eleştiriyor. Ve güçler var olduğu sürece emperyalist savaşlar bir zorunluluktur sonucuna varıyor. Çünkü Stalin Marksizm’e dayanıyor. Ekonomik altyapıyı değiştirmeden, üstyapının belli başlı kurumları değiştirilemez, üstyapı ekonomik altyapının yansısıdır Marksist tezine dayanıyor.
Bir örnekle açıklayalım: Yoksulluk. Üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan bütün toplumlardaki değişmez bir olgu. Reformistler, ‘hümanistler’ ve ikiyüzlü burjuva politikacıları yoksulluğa karşı savaştıklarını, yoksulluğu ortadan kaldıracak önlemleri savunduklarını, tüm toplumun çabası ve yardımlaşmasıyla yoksulluğun ortadan kaldırılabileceğini söylerler. Onlar yoksulluğu kendi başına bir olgu olarak ele alırlar. Onlara göre yoksulluk, insanların kötü niyetlerinin, yardımlaşma duygularının azalmasının ve bencilliğinin ürünüdür. İnsanlar bencil olmasa, birbirlerine yardım etseler yoksulluk ortadan kalkacak derler. Oysaki yoksulluk üretim araçlarının özel mülkiyetinin ortaya çıkardığı sınıflı toplum yapısının sonucudur. Yani toplum bir tarafta üretim ve geçim araçlarının sahipleri burjuvazi, diğer tarafta üretim ve geçim araçlarından yoksun proletarya ve emekçi kitleler olarak bölündüğü sürece yoksulluk olacaktır. Sorunun temeli ve asıl kaynağı insanların bencilliği değil, kapitalist üretim ilişkilerinin kendisidir. Bencillik ve insanı değerlerin zayıflaması ise olsa olsa bir sonuçtur. Kapitalizm ve kapitalist üretim ilişkileri ortadan kaldırılmadan, kapitalist üretim ilişkilerinin zorunlu sonucu olan yoksulluk ortadan kaldırılamaz.
Başka bir örnekle devam edersek, yine emperyalist kapitalizmin üretim ilişkileri kaldırılmadan sömürgecilik kaldırılamaz. Yani temel olan değiştirilmeden sonuç da değiştirilemez. Emperyalist kapitalist üretim ilişkileri değiştirilmeden, emperyalist savaş tehlikesi ve olasılığı ortadan kaldırılamaz. Stalin bunu İkinci Dünya Savaşı’nın 7 yıl sonrasında, 1952 yılında şöyle ifade eder:
“Savaşların kaçınılmazlığını ortadan kaldırmak için, emperyalizm yok edilmek zorundadır.” (Stalin, Eserler Cilt 16, Sf. 308)
Ancak Çayan emperyalist savaşı engellemek için, emperyalist kapitalizmin yıkılmasını şart koşmuyor, o, nükleer vurucu güçlerin gelmiş oldukları düzeyi yeterli sayıyor. Maalesef, belirleyici olan üretim ilişkileridir. Bu yüzden emperyalist üretim ilişkileri varolduğu sürece emperyalist savaş tehlikesi olacaktır. Nükleer silahlar, barışsever bürokratlar, savaş karşıtı hareketler vb. daha birçok etken, üretim ilişkilerini değiştirmediği sürece, ekonomik ilişkilerin emperyalist kapitalist niteliği devam ettiği sürece emperyalist savaş tehlikesi varolacaktır. Çayan’ın ‘göremediği’ budur.
Çayan materyalist tarih anlayışını inkâr ediyor. Çünkü materyalist tarih anlayışına göre belirleyici olan altyapı yani üretici güçler ve üretici güçlerin seviyesine denk düşen üretim ilişkileridir. Ama Çayan’a göre belirleyici olan üretim ilişkileri değil, üstyapı kurumlarından biri olan nükleer silahlardır. Bu felsefede idealizm, politikada iradeciliktir, subjektivizmdir.
Çayan’ın idealist tarih anlayışını mantıksal sonucuna vardırırsak, bugün sosyalizmin zafer kazanması da imkânsızdır. Çünkü nükleer silahların gelmiş olduğu düzey, işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesini toptan yok edecek bir düzeydir. Evet, Çayan’ın iradeci politikasının, idealist tarih anlayışının kaçınılmaz sonucu budur. Oysaki Marksizm-Leninizm belirleyici olanı nükleer silahlar olarak almayıp ekonomik altyapıyı alır. Sonuç olarak sosyalizm, üretici güçlerin evrimi, ekonomik ilişkilerin niteliğinden dolayı tarihsel bir zorunluluktur. Nükleer silahların varlığı, sosyalizmin tarihsel zorunluluğunu ortadan kaldırmaz, hızlandırabilir veya geciktirebilir. Aynı durum emperyalist savaş için de geçerlidir. Bu yüzden Çayan’ın dünya savaşının imkânsızlığına kanıt olarak gösterdiği ilk gerekçe yani ‘nükleer vurucu güçlerin dünya çapında erişmiş olduğu seviye’ emperyalist savaşın tarihsel zorunluluğu konusunda belirleyici değil ve geçersizdir.
Çayan’ın emperyalist savaş ihtimalinin ortadan kalkmasına gerekçe olarak sunduğu ikinci olgu dev dünya sosyalist bloğunun varlığıdır. ‘Dev sosyalist blok’un ne anlama geldiğini daha sonra detaylı olarak inceleyeceğiz. Burada kısaca değinelim. SSCB ve ‘sosyalist’ blok ülkeleri (Arnavutluk hariç) 1950’li yılların ikinci yarısından itibaren sosyalizm yolundan dönmüş ve kapitalizmin restorasyonuna girişmişlerdir. Ülke içinde yeni burjuvazi yaratılmış, sosyalizmin kazanımları ve temel ilkeleri birer birer tasfiye edilmeye başlanmıştır. Bu ülkelerde halkın çıkarlarıyla zıt çıkarlara sahip bürokrat burjuvazinin egemenliği söz konusudur. Zaten, Çayan’ın sosyalist sandığı ülkelerin gerçek yüzleri yakın bir gelecekte, körlerin bile görebileceği biçimde ortaya çıkmıştır. SSCB Çekoslovakya’yı işgal etmiş, birçok ülkede gerici yönetimleri destekleyerek etki alanını genişletme çabasına girmiştir. Sosyal emperyalist kimliğini ve yüzünü açıktan sergilemiştir.
Çayan yanlış bir tespit yaparak dev sosyalist blok tanımını kullanmıştır. Bunun üzerinden emperyalist savaşın imkânsızlığını kanıtlamaya çalışmıştır. Çayan’ın sosyalist sandığı blok revizyonist ve emperyalist bir bloktur. Ama Çayan bunu görecek bilimsel sosyalist ideolojiye sahip değildir. Çayan, SSCB’de Kruşcev’in başa geçmesiyle revizyonist geri dönüşünü görebilecek sosyalist ideolojik netliğe sahip değildir. Böylece Çayan kendi niyetinden bağımsız olarak sosyal emperyalizmin ideolojik batağına saplanmıştır. ABD-SSCB arasındaki çelişkiyi sosyalizm ile kapitalizm arasındaki çelişki olarak görmektedir. Oysa söz konusu olan iki emperyalist ülke arasındaki çelişkidir. Enver Hoca modern revizyonizme karşı savaşımı bu konuda öğreticidir:
“Kruşçevciler, Sovyetler Birliği’nde iktidarı ellerine geçirir geçirmez, proletarya diktatörlüğünü yok etmeyi, kapitalizmi yeniden kurmayı ve Sovyetler Birliği’ni emperyalist bir süper devlet haline dönüştürmeyi kendilerine amaç edindiler.” (Enver Hoca, Emperyalizm ve Devrim, Evrensel Basım Yayın, Sf. 27)
Çayan, sosyal emperyalizmin ideolojik etkisinde kalmıştır ve tezini yanlış bir tespite dayandırmıştır. Yanlış bir tespite dayandırılan bir tezin doğru olduğu ise kolay kolay iddia edilemez. Emperyalist savaşın imkânsızlığına gerekçe olarak gösterilen dev sosyalist bloğun varlığı da geçerli bir kanıt değildir.
Nükleer silahların gelişme düzeyi ve dev sosyalist bloğun varlığı (bu söz konusu değildir), bu iki gerekçe de emperyalist savaşın sebebi olan emperyalist üretim ilişkilerinin niteliğini değiştiren olgular değildir. Emperyalist üretim ilişkilerinin niteliği değişmeden de emperyalist savaş tehlikesi ortadan kalkmaz. Stalin’in bizzat kendisi sanki Çayan’ın ince hilesini önceden görmüşçesine “Lenin’in, emperyalizmin kaçınılmaz olarak savaşlara yol açtığı tezi”nden bahsederek şöyle der:
“Ama buradan, kapitalist ülkeler arasında savaşların kaçınılmazlığının sürdüğü sonucu çıkıyor.” (Stalin, Eserler Cilt 16, Sf. 311)
Stalin’in bahsettiği savaşlar, emperyalistler arası savaşlardır. Yani Çayan anlamasa da, emperyalizmin üçüncü bunalım dönemi olarak tanımlanan dönemde emperyalist paylaşım savaşı olasılığı devam etmektedir.
Bu durum Çayan için gerçekten üzücüdür. Çünkü Çayan bütün görüş ve tezlerini, bir dünya savaşı çıkma ihtimalinin ortadan kalkmasına göre biçimlendirmiştir. Çayan’a göre; Marks ve Lenin devrim için emperyalist dünya savaşını zorunluluk olarak görüyorlardı. Dünya savaşı tehlikesi ortadan kalkınca Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in görüş, tez ve tahlilleri çağı geçmiş düşünceler haline gelmişti. Bunların çağının geçmesindeki en önemli sebeplerden birisi dünya savaşı ihtimalinin ortadan kalkmasıydı. Şimdi biz dünya savaşının zorunlu niteliğini ortaya koyduğumuzda Çayan’ın tüm görüş ve tezlerinin inşa edildiği temellerden birisini sarsmış oluyoruz ve Çayan’ın görüşlerinin yanlış olduğu baştan itibaren ortaya çıkıyor.
Bugün Çayan’ın özellikle üzerinde durduğu dev sosyalist bloğun varlığı şeklen dahi söz konusu değildir. Yani dünya savaşını engelleyen asıl faktör ortadan kalkmıştır. Bu yüzden Çayan’ın ortaya koyduğu tezler, sınıfların konumlanışı, parti ve devrim teorisi, çalışma tarzı ve mücadele biçimlerini temellendirdiği dünya savaşının imkânsızlığı geçersiz hale gelmiştir. Dünya savaşı olasılığı varolduğuna göre zaten Çayan’ın tezleri bugün için geçersizdir.
Ancak Çayan’ın tezleri yalnızca bugün geçersiz olmakla kalmıyor, dün de yanlıştı. Dünya savaşı emperyalist üretim ilişkileri varlığını devam ettirdiği sürece olasılık dâhilindedir. Bu yüzden Çayan’ın tezleri baştan itibaren kendi kendini çürütmektedir.
2.2 Emperyalist işgalin biçimi değişmiştir.
İkinci Dünya Savaşı dünya halklarında faşizme karşı büyük bir nefret uyandırmıştır. Geniş halk yığınları doğrudan savaşın gerçek yüzüyle karşı karşıya gelmiş, faşizmin, emperyalizmin ne demek olduğunu daha net olarak anlamıştır. Artık burjuvazinin, halk yığınlarını istediği gibi yönetemeyeceği, belli tavizler vermek zorunda kaldığı bir dönemdir. Emperyalizmin halk yığınlarından düşman yüzünü gizlemek ve kendisini sempatik göstermek için bazı temel insan haklarını kabul ettiği ve uygulamak zorunda kaldığı bir gerçektir.
Emperyalistler sömürge ülkeleri eskisi gibi sömüremeyecek durumdaydı. Bu yüzden açık işgalin yerini, yine işgalin bütün temel özelliklerini üzerinde taşıyan yeni biçimi aldı. Emperyalist devletler artık sömürge ülkeleri açıktan askeri işgal altına almıyorlar. Bu, emperyalist ülkelerin açıktan işgal biçimini asla kullanmayacakları anlamına gelmez. Ama daha çok NATO gibi emperyalist askeri örgütlenmelerle sömürge ülkelerde silahlı güçlerini bulunduruyor, işbirlikçi iktidarlar eliyle ülkeyi istediği gibi yönetiyor ve sömürüyorlar. Sermaye ihracı alanları, pazar alanları, hammadde kaynaklarının ele geçirilmesi emperyalist sömürünün temel amacı olmaya devam ediyordu. Bu anlamda öz itibarıyla değişen bir şey yoktu. Değişen sadece emperyalist sömürünün biçimiydi. Çayan da görünüşte bu değişimin biçimsel bir değişim olduğunu söylüyordu:
“Oysa emperyalizmin özü değişmemiştir. Değişen emperyalistler arası ilişki ve istismar biçimidir.” (Mahir Çayan, Teorik Yazılar, Sf.303)
Çayan emperyalizmin özünün değişmediğini, değişimin biçimsel olduğunu kabul ediyormuş gibi görünüyor, diğer yandan da emperyalizm kökten değişmiş gibi Leninizmin geçersiz olduğunu iddia ediyor. Emperyalist sömürü yöntemlerinde meydana gelen biçimsel bir değişim, üçüncü bunalım dönemindeki temel değişimlerden biri olarak ele alınmış ve bunun üzerinden Leninizmin parti, devrim teorisi, çalışma tarzının eskidiği öne sürülmüştür.
Lenin, kapitalizmin tekelci aşaması olan emperyalizmin ekonomik temelini ve siyasi üstyapısını incelemiştir. Emperyalizmin siyasi gericilik olduğunu, emperyalistler arası eşitsiz ve sıçramalı gelişme yasasını, dünya devrimi geciktiği koşullarda tek ülkede sosyalizmin inşası zorunluluğunu, demokratik devrim ve sosyalist devrimde proletaryanın rolünü vb. daha bir çok tespiti emperyalizm tahlili üzerinden ortaya koydu. Leninizm tam da emperyalizmin sosyo-ekonomik tahlili üzerinden ortaya çıkmıştır. Stalin ‘Leninizm, emperyalizm ve proleter devrimler çağının Marksizm’idir’ derken haklıydı. Leninizm’in parti ve devrim teorisi, proletaryanın devrimde örgütsel, politik ve ideolojik öncü rolü, Leninist taktik ve strateji bilimi emperyalizmin üretim ilişkilerinin sonucudur. Yani emperyalist üretim ilişkileri koşullarında Leninizm’in tezleri geçerlidir. Bunların geçersiz olması için emperyalizmin üretim ilişkilerinde, onun niteliksel özelliklerinde kökten bir değişimin mevcut olması, emperyalizmin özünde bir değişiklik gerekir.
Ancak Çayan’ın Leninizm’in temel tezlerini geçersiz saymak için emperyalist sömürü biçimindeki değişiklik yeterli oluyor. Emperyalizmin, emperyalistler arasındaki ilişkilerin, emperyalist sömürünün, sınıflar arasındaki ilişkinin özü değişmiyor, değişen sadece emperyalist sömürünün biçimidir. Peki biçimsel bir değişme nasıl oluyor da ‘emperyalizm ve proleter devrimler çağının Marksizmi’ni geçersiz kılıyor. Biçimsel bir değişiklik yani öze ait olmayan bir değişiklik, sadece görünüşteki değişiklik nasıl oluyor da örneğin işçi sınıfının devrimde örgütsel ve politik önderliği zorunluluğunu ortadan kaldırıyor.
Emperyalizmin sömürü biçiminde değişiklik sonuç itibarıyla biçimsel bir değişikliktir. Emperyalist üretim ilişkileri öz itibarıyla değişmeden kalmıştır. Bu yüzden Leninizmin bütün tahlilleri (bugün de dahil olmak üzere) geçerli ve günceldir.
Emperyalizmin III. Bunalım dönemine dair Çayan’ın birinci tespiti olan emperyalistler arası savaşın imkânsızlığı tezi tamamen yanlış ve idealist bir görüştür. İkinci tespit olan emperyalist sömürünün biçimsel değişimi de Leninizmi geçersizleştiren bir değişim değildir, sadece biçimsel bir değişimdir.
Çayan’ın emperyalizme dair yanlış tespitlerini şöyle özetleyebiliriz:
1- Çayan nükleer güclerin ulaştığı devasa düzeyi emperyalist savaşın önündeki engel olarak görüyor. Oysa bu nükleer gücün gelişimi emperyalist savaşa hazırlığın kendisidir.
2- Çayan dev sosyalist bloğu emperyalist savaşın önündeki engel olarak görüyor. Oysaki ortada sosyalist bir blok yoktur, revizyonist yani kapitalizm yeniden inşa eden bir blok vardır. SSCB de sosyal emperyalist bir ülkedir.
3- Çayan emperyalizmin sömürü biçimindeki bir değişiklikten yola çıkarak Leninizm’i büyük oranda geçersiz ilan ediyor. Oysaki söz konusu olan emperyalizmin özündeki bir değişim değil, görünüşündeki bir değişimdir. Bu yüzden Leninizm hala geçerli ve günceldir.
4- Çayan, dünya savaşı imkanın ortadan kalmasıyla birlikte emperyalistler arası kutuplaşmanın yerini emperyalistler arası entegrasyonun aldığını iddia ediyor. Oysaki emperyalistler arası çelişkiler varolduğu sürece emperyalistler arası kutuplaşma olmak zorundadır.
5- Çayan emperyalizmin varlığı koşullarında emperyalistler arası savaşın imkansız olduğunu savunuyor. Sözü bir kez daha Stalin’e bırakalım:
“Savaşların kaçınılmazlığını ortadan kaldırmak için, emperyalizm yok edilmek zorundadır.” (Stalin, Eserler Cilt 16, Sf. 308)
Çayan bütün tezlerini bu yanlış tahlillere dayandırarak, bütünselliği olmayan yanlış sonuçlara varıyor.
3. III. BUNALIM DÖNEMİNDE LENİNİZM
Bir önceki bölümde bahsettik; III. Bunalım döneminde emperyalizm niteliksel bir değişiklik geçirmemiştir. Bu yüzden emperyalizm çağının Marksizmi olan Leninizm hala güncel ve geçerli tek teoridir. Ancak Çayan III. Bunalım dönemine yönelik yanlış tespitlerle emperyalizmin niteliksel bir değişime uğradığını, onun eski emperyalizm olmadığı sonucuna varıyor. Çayan, gerçi emperyalizmin sadece biçimsel olarak değiştiğini söylüyor ama emperyalizm döneminin bilimi olan Leninizmin teorilerinin geçersiz olduğunu iddia ederek emperyalizmin niteliksel olarak değiştiği varsayımından hareket ediyor. Leninistler lafa değil olgulara bakar. Çayan emperyalizm niteliksel olarak değişmemiştir diyor ama emperyalizm döneminin marksizmi olan Leninizmin teorileri eskimiştir diyor. Çayan burada da idealizme düşüyor. Nesnel koşullar değişmediği halde, nesnel koşulların yansısı olan bilimsel tezler eskimiştir diyor.
Çayan Leninizmin neredeyse her yanına saldırıyor.
3.1. Çayan Leninist devrim teorisini inkâr ediyor.
Emperyalizm kapitalizmin son aşamasıdır. Can çekişen, çürüyen kapitalizmdir. Sosyalizm bütün dünyada üretici güçlerin gelişim seviyesinden bağımsız olarak bir alternatif haline gelmiştir. Proletarya sadece proletarya devriminin önderliğini değil demokratik devrimin de önderliğini yapabilecek bir sınıf haline gelmiştir.
Leninizm proletarya devriminin ve sosyalizmin inşasının bilimidir. Leninizm sadece Rus devriminin deneyimlerinin genelleştirilmesi değil, Marksizm ışığında bütün dünya devrimci hareketinin deneyimlerinin genelleştirilmesidir. Sadece, emperyalist ülkelerde proleter devrimin değil, sömürge ülkeler de dahil olmak üzere tüm dünya devriminin teorisidir.
Çayan’ın III. Bunalım dönemindeki devrim teorisi Leninist devrim teorisiyle onun teorik temeli olan bilimsel sosyalizm ile başlıca üç noktada çelişir.
3.1.a. Leninist devrim teorisinde işçi sınıfının önderliği esastır.
“Partimiz” (…) “proletaryanın ideolojik önderliğini temel almıştır.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 337)
Çayan işçi sınıfının önderliğini sadece ideolojik önderlikle sınırlıyor. Proletaryanın fiili öncülüğünü savunmayı ise oportünizm olarak damgalıyor:
“kendi öz gücünün dışında, başka güçlere bel bağlayan oportünist fraksiyonlar” (…) “proletaryanın fiili önderliğini savunurlar.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 209)
Kapitalizm toplumu esas olarak birbirine karşıt iki sınıfa bölmüştür. Birincisi ezilen ve sömürülen bir sınıf olarak proletarya, ikincisi de proletaryanın sömürüsü üzerinden kendini var eden ve egemen sınıf olarak örgütlenen burjuvazidir. Burjuvazi devlet aracılığıyla proletarya ve emekçi sınıflar üzerinde egemenliğini ve sömürüsünü devam ettirir. Ancak proletarya diğer emekçi sınıfları da kendi yanına kazanarak devlet aygıtını parçaladığında burjuvazi üzerinde kendi devrimci diktatörlüğünü kurar.
Devrim sınıflar mücadelesinin en keskin dönemlerinden birisidir. Bu dönemde temel sorun iktidar sorunudur. Günümüzde demokratik veya sosyalist her devrimin başarısı ve tutarlılığı iktidarın proletarya veya proletarya ve müttefikleri tarafından ele geçirilmesine bağlıdır. İktidarın ele geçirilmesi önderlerin kuru iyi niyetleriyle başarılamaz. İktidarın ele geçirilmesinde belirleyici olan devrime hangi sınıfın önderlik ettiğidir.
“proletaryanın, kapitalist ülkelerde tutarlı biricik devrimci sınıf olduğu yolundaki Marksizmin teorisi tarafından elde edilen ve devrimci pratik tarafından doğrulanan sonuç, ilke olarak kabul edilmelidir.” (Stalin, Strateji ve Taktik, Sf. 28)
Devrimde işçi sınıfının önderliği demek şudur: Öncelikle devrimde önder sınıf olan proletaryayı devrim fikrine ve komünist partisine kazanmak, ikincisi proletaryanın müttefiki olan diğer sınıf ve tabakaları proletaryanın etrafında örgütlemektir. Proletaryanın partisi olan komünist partinin perspektifi ve görevi budur. Stalin bu durumu şöyle ifade eder:
“a) Proletaryanın öncüsünü komünizm için kazanmak (yeni kadrolar oluşturma, komünist bir parti yaratma, programı ve taktik ilkeleri hazırlama). Temel çalışma biçimi olarak propaganda
b) Geniş işçi ve emekçi kitlelerini esas olarak öncü için kazanmak (kitleleri mücadele mevzilerine çekme) temel çalışma biçimi, kesin savaşlara hazırlık olarak kitlelerin pratik eylemleridir.” (Stalin, Strateji ve Taktik, Sf. 29)
Komünist partisi bunu sağlamadan devrimde proletaryanın önderliği sağlanamaz. Proletaryanın önderliğinin sağlanmadığı hiçbir devrim sosyalizmin inşasını başaramaz. Çünkü sosyalizmin inşası iyi niyet meselesi değildir, sosyalizm bilimsel ideoloji olan Marksizm-Leninizmi benimsemiş partinin önderliğinde inşa edilecek bir sosyo-ekonomik sistemdir. Sosyalizm kendi kendine inşa edilmez, proletaryaya dayanan komünist partisinin önderliğinde inşa edilebilir.
Leninizmin, proletaryanın devrimde önderliği ile ifade ettiği budur. Yani sadece ideolojik önderlik (zaten fiili önderlik sağlanmadan ideolojik önderlik sağlanamaz) değil gerçek hayatta, fiili önderliktir. Proletaryanın kazanılması, diğer sınıfların proletarya etrafında harekete geçirilmesidir.
Proletaryayı kendi saflarına kazanmak, devrimde proletaryanın örgütsel, politik ve ideolojik önderliğini sağlamak ve bu perspektifle hareket etmek sosyalizmin tek bilimsel yoludur. Çünkü modern kapitalizmde işçi sınıfı tek tutarlı devrimci ve kapitalizmin mezar kazıcısı sınıf durumundadır. Bu devrimci sınıfa dayanmayan her devrim sol-burjuva veya küçük burjuva devrim olarak kalacak ve en ileri noktada radikal demokratik reformlarla süslenmiş bir kapitalizm inşa edilecektir.
Komünist hareketin tarihi bu konuda oldukça öğreticidir. Komünist enternasyonale bağlı bütün partiler için ilk görev proletaryanın parti saflarına kazanılmasıdır. Bunun için uğraşmayan veya bunu ikinci plana atan eski sosyalist partiler ise burjuva ve küçük burjuva partiler olarak yozlaşmışlardır. Örneğin Çin komünist partisi “önder güç işçi sınıfı, temel güç köylülüktür” gibi yapay bir ayrımla, komünist partinin esas olarak köylüleri kazanması gerektiğini iddia etmiş, devrimde proletaryanın önder rolünü pratik olarak inkar etmiştir. Elbette, köylü kitlesinin nüfusun büyük bir kısmını kapsadığı ülkelerde köylülük kazanılmalıdır, ancak bu durum önder güç-temel güç gibi suni bir ayrımı ve oportünizmi haklı çıkarmaz. Bilimsel formülde devrimde önder sınıf proletarya müttefikleri ise (devrimin niteliğine göre değişmekle birlikte) emekçi halktır. Örneğin Stalin 1917 Şubat burjuva devriminin güçlerini ortaya koyarken şöyle demektedir:
“Devrimin ana gücü proletarya. Hazır yedeği köylülük.” (Stalin, Leninizmin Sorunları, Sf. 72)
1917 Ekim sosyalist devrimi için Stalin şöyle demektedir:
“Devrimin ana gücü proletarya. Hazır yedeği yoksul köylülük.” (Stalin, Leninizmin Sorunları, Sf. 72)
Kısacası işçi sınıfının nüfusun küçük bir azınlığını ifade ettiği büyük bir köylü ülkesi olan Rusya’da bile devrimin ana gücü, önder gücü, komünist partinin temel dayanağı işçi sınıfıdır. Sosyalizme geçişte Leninizmin temel ilkesi budur. Çin Komünist Partisinin oportünizmi kendini devrim sonrasında göstermiştir. Çin’de sosyalizm değil ilerici reformlarla süslenmiş, ama bürokrat burjuvazinin egemenliğinde bir kapitalizm inşa edilmiştir. Çin’de üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet hiç kaldırılmamış (sosyalizmin başta gelen ilkesi), burjuvazi tasfiye edilmemiştir.
“Bizim gibi halk savaşının zorunlu bir durak olduğu ülkelerin devrimci mücadelesinde köylüler temel güçtür, proletarya önder güçtür ve proletaryanın öncülüğünün niteliği ideolojiktir.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 204)
İşçi sınıfının fiili (örgütsel, politik, ideolojik) olarak önderlik etmediği hiçbir devrim sosyalist devrim değildir ve sosyalizmin inşasını hayata geçiremez.
Çayan işte bu yüzden küçük burjuva devrimcisidir. Çünkü o işçi sınıfının devrime kazanılmasını, diğer sınıfların işçi sınıfı etrafında örgütlenmesini savunmaz. Bu yüzden Çayan bir proleter devrimcisi değildir, bir küçük burjuva devrimcisidir. Küçük burjuvazinin sisteme olan derin, radikal ama tutarsız tepkisini yansıtır. Devrimde işçi sınıfının önderliğini inkâr ederek aslında sosyalizmi inkar etmiş olur. Çayan’ın bahsettiği devrimde işçi sınıfının ideolojik önderliği tezi ise anlamsızdır. İşçi sınıfını kazanmayacaksın, devrimde onun fiili önderliğini sağlamayacaksın, Leninizmin temel ilkelerini inkar edeceksin, kapitalizmin mezar kazıcısı olan sınıf olarak işçi sınıfını görmeyeceksin; sonra da işçi sınıfının ideolojik önderliği diyeceksin. İşçi sınıfı devrimde gerçek anlamda yani fiili olarak yer almadan, işçi sınıfının ideolojik önderliği nasıl sağlanabilir? Çayan’a göre kendi örgütü ile ideolojik önderlik sağlanacaktır. İşçi sınıfını kazanmaya çalışmayan, işçi sınıfına dayanmayan bir örgüt ne işçi sınıfının devrimci partisi olabilir, ne işçi sınıfının devrimde ideolojik önderliğini sağlayabilir ne de sosyalist devrimin hayata geçirilmesini başarabilir. Lenin bize bunu öğretmiştir.
3.1.b. Devrimin nesnel koşulları
“Emperyalizm döneminde devrimlerin maddi temeli hazır olduğu için, meseleyi çözmek ihtilalci inisiyatifin uygun zamandaki atılımına kalmaktadır.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 254)
Çayan devrim için tüm dünyada objektif (nesnel) koşulların mevcut olduğunu söylüyor.
Emperyalizm döneminde sosyalizm pratik bir alternatif durumuna gelmiştir. Kapitalizmin birinci döneminde sosyalizm için üretici güçlerin belli bir gelişme düzeyini aşmış olması gerekliydi. Ancak emperyalizmle birlikte kapitalizmin bir dünya sistemi haline gelmesiyle birlikte sosyalizm uygun koşullar mevcut olduğunda gerçekleşebilir hale gelmiştir. Üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi herhangi bir ülkede sosyalist devrimi imkansız kılan bir etken değildir. Üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi düşük olan bir ülkede de sosyalist devrim gerçekleşebilir. İktidara gelen proletarya üretici güçleri geliştirerek sosyalizmin maddi temelini sağlamlaştırır. Rus devrimi, sosyalizmin üretici güçlerin gelişme düzeyi düşük bir ülkede kurulabileceğinin tipik bir örneğidir.
Bu tespitin anlamı şudur: Emperyalizm koşullarında sosyalist devrim artık olanaklıdır. Bu anlamda sosyalizmin objektif koşulları mevcuttur. Kapitalizmin ilk aşamasında kapitalizmin bir dünya sistemi haline gelmemiş olmasından dolayı sosyalist devrim ancak üretici güçlerin belli bir gelişme derecesine ulaştığı ülkelerde olanaklıydı. Emperyalizm aşamasında devrim, sadece üretici güçlerin belli bir gelişmişlik derecesini aşan ülkelerde değil üretici güçlerin yeterince gelişmediği ülkelerde de gerçekleşebilir. Burada söz konusu olan bütün ülkelerde sosyalist devrimin gerçekleşme olanağının olmasıdır. Emperyalizm döneminde sosyalizmin bütün ülkelerde gerçekleşebilme olanağı, her ülkede sosyalist devrim için nesnel koşulların mevcut olduğu anlamına gelmez.
Çayan, emperyalizm döneminde sosyalizmin gerçekleşme olanağının bulunmasından hareketle bütün ülkelerde sosyalist devrim için nesnel koşulların mevcut olduğu sonucunu çıkarıyor. Nesnel koşullar sosyalist devrim için uygun olduğuna göre devrimin gerçekleşmesi için gereken tek şey ‘ihtilalci inisiyatif’ oluyor.
Emperyalizm döneminde, her ülkede uygun nesnel ve öznel koşullar mevcutsa sosyalizm hayata geçirilebilir. Çayan bu tespiti en anlaşılmayacak bir biçimde anlıyor, çarpıtıyor ve kendi teorisinin temel tezlerinden biri haline getiriyor.
Leninist devrim teorisine göre devrim, bir grup komplocunun iyi hazırlanınca başarabileceği bir şey değildir. Devrimin başarıya ulaşması için gerekli nesnel ve öznel koşulların mevcut olması gereklidir. Çayan nesnel koşulların her ülkede sürekli olarak mevcut olduğunu söylüyor:
“Üretici güçlerin dünya çapında ulaşmış olduğu seviye devrim yapmak için olgundur. Hazır olarak varolmayan devrimin sübjektif şartlarıdır.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 271)
Oysaki sosyalizmin emperyalizm döneminde bütün ülkelerde olanaklı olması, bu ülkelerde sosyalist devrimin nesnel koşullarının mevcut olduğu anlamına gelmez. Sosyalizmin emperyalizm çağında bütün ülkelerde olanaklı hale gelmesi olgusu, nesnel koşulların tamamını değil yalnızca bir bölümünü (hatta küçük bir bölümünü) ifade eder. Çayan bunu göremez. Stalin, nesnel koşulları tanımlarken Çayan’ın göremediği olguları sıralar:
“Nesnel, kendiliğinden unsur, proletaryanın bilinçli ve yönlendirici iradesinden bağımsız olarak oluşan süreçler grubudur. Ülkenin ekonomik gelişmesi, kapitalizmin gelişmesi, eski iktidarın parçalanarak dağılması, proletaryanın ve onun çevresindeki sınıfların parçalanarak dağılması, proletaryanın ve onun çevresindeki sınıfların kendiliğinden hareketleri, sınıfların çatışmaları vb. tüm bunlar, gelişmeleri proletaryanın iradesine bağlı olmayan olgulardır; işte hareketin nesnel yanı budur.” (Stalin, Strateji ve Taktik, Sf. 49)
Çayan devrimin nesnel koşullarını sadece emperyalizm döneminde sosyalizmin olanaklı olması olgusuna indirgiyor. Oysa Stalin’in de belirttiği gibi, işçi sınıfının iradesinin dışında olan yani devrimin nesnel koşullarını oluşturan daha birçok olgu söz konusudur. Çayan bunları görmüyor ve hatası da buradan kaynaklanıyor. Devrimin diğer nesnel koşullarını görmeyince devrim için tek eksik ‘ihtilalci inisiyatif’ oluyor.
Nesnel koşullar işçi sınıfı ve onun öncüsünün iradesi dışında olan alandır. Örneğin, kapitalizmin ilk evresinde, üretici güçlerin oldukça yüksek gelişme düzeyine sahip olduğu İngiltere’de sosyalizm olanaklıdır. Ancak bu İngiltere’de sosyalist devrim için nesnel koşulların tam anlamıyla mevcut olduğu anlamına gelmez. Komünist partinin iradesinin dışında olan ama devrim için nesnel koşulları oluşturan başka olgular da söz konusudur. Mesela, ülkenin ekonomik ve sosyal bir bunalım yaşaması, burjuvazinin yönetemez duruma gelmesi, burjuva ordunun gücü vb. daha birçok olgu devrimin nesnel koşullarını oluşturmaktadır.
Lenin devrimin nesnel koşullarından bahsederken şöyle der:
“Marksistler için devrime elverişli bir durum olmaksızın bir devrim imkansızdır; üstelik her devrimci durum da bir devrime yol açmaz. Genel anlamda bir devrim durumunun belirtileri nelerdir? Şu üç ana belirleyiciyi sıralarsak bizce yanılmış olmayız: 1. Hakim sınıflar için bir değişiklik yapmaksızın hakimiyetini sürdürmek imkansız hale geldiği zaman; hakim sınıfın politikasındaki bu buhran, ezilen sınıfların hoşnutsuzluk ve kırgınlıklarının ortaya dökülmesini sağlayacak bir gedik açtığı zaman; bir devrimin olması için çoğu zaman ‘alttaki sınıfların’ eski biçimde yaşamak ‘istememeleri’ yeterli değildir; ‘üstteki sınıfların da’ eski biçimde ‘yaşayamaz hale gelmeleri’ gerekir. 2. Ezilen sınıfların sıkıntıları ve ihtiyaçları dayanılmaz hale geldiği zaman, 3. Yukarıdaki sebeplerin sonucu olarak barışta soyulmalarına hiç ses çıkarmadan katlanan ama, ortalığın karıştığı zamanlarda hem buhranın yarattığı şartlarla ve hem de bizzat ‘üstteki sınıfların’ bağımsız tarihi bir eyleme sürüklenmeleriyle kitlelerin faaliyetinde oldukça büyük artış olduğu zaman. Sadece tek tek grupların ve partilerin değil, münferit sınıfların iradesinden de bağımsız olan bu objektif değişmeler olmaksızın, genel kural olarak, bir devrim imkansızdır. Bu objektif değişikliklerin hepsine birden, devrim durumu denilmektedir.” (Lenin)
Lenin, ‘Sadece tek tek grupların ve partilerin değil, münferit sınıfların iradesinden de bağımsız olan bu objektif değişmeler olmaksızın, genel kural olarak, bir devrim imkansızdır’ der. Lenin’in saydığı devrim için gerekli olan bu nesnel koşulları Çayan anlayamaz. Çayan’ın bu konudaki temel hatası nesnel koşullar hakkındaki bilgisizliğine dayanır. Bu da, Çayan’da sadece iradenin (ihtilalci inisiyatifin) belirleyici olduğu yanılsamasını yaratır. Çayan artık bütünüyle Marksizm’den (özellikler devrim teorisinde) idealizme geçişini tamamlar. Küçük burjuva perspektifi, nesnel koşulları gözetmeyen sınıftan kopuk mücadele anlayışı bu idealist felsefeye dayanır.
Devrimin nesnel koşullarının oluşması için, emperyalizm çağında sosyalizmin olanaklı olması yetmez, bizzat o ülkede devrimci bir bunalımın söz konusu olması gereklidir. Ancak, bu şartlar altında devrim için nesnel koşulların mevcut olduğu söylenebilir. Emperyalizm 1900’lü yılların başından itibaren dünyaya egemen olmuştur. Yani dünyanın bütün ülkelerinde (üretici güçlerin düzeyinden bağımsız) sosyalizm olanağı ortaya çıkmıştır. Devrimin nesnel koşullardan bir kısmı böylece gerçekleşmiştir. Ancak örneğin Rusya’da bu her an devrimin nesnel koşullarının uygun olduğu anlamına gelir mi? Elbette gelmez. Örneğin 1905 ayaklanması sonrasındaki yenilgi yılları devrim için uygun bir zaman mıydı? Hayır. Bolşevik parti bu yıllarda devrimci bunalım dönemlerinde taktiklerini mi uyguladı? Hayır. Veya 1917 Şubat devriminden hemen sonra nesnel koşullar sosyalist devrim için uygun muydu? Hayır, Lenin 1917 Nisan tezlerinde burjuvazinin şu anda iktidarda olduğunu, devrimci bir bunalımın mevcut olmadığını, görevin sosyalist devrim olduğunu ama bugün ayaklanma sloganı atmanın yanlış olduğunu belirtmiştir. Yani her zaman ayaklanma ve devrim zamanı değildir. Devrim için nesnel koşulların uygun olması gereklidir.
3.1.c. Evrim dönemi ve devrim dönemi
Çayan, sosyalizmin emperyalizm çağımda genel olarak bütün ülkelerde mümkün olması önermesinden, her an devrimci bunalımın varolduğu, her an devrimin nesnel koşullarının uygun olduğu sonucunu çıkarmıştır.
Ancak Leninizm genel olarak sosyalizmin olanaklı olması ile belirli bir anda sosyalizmin nesnel koşullarının mevcut olup olmadığını birbirine karıştırmaz. Leninizm sosyalizmin olanaklı olduğunu söylerken toplumsal gelişmenin evrim dönemini inkâr etmez.
Toplumlar tarihinin gelişiminde iki biçim söz konusudur. Birincisi evrimsel gelişim, ikincisi devrimsel gelişim. Bunlardan birisinin gözden kaçırılması oportünist akımlara yol açmıştır. Bu, elbette Çayan’a (ve devrimci bunalımın sürekliliğini savunan Che’ye) özgü bir durum değil, ondan çok önceleri çeşitli biçimlerde ortaya atılan teorilerdir.
Toplumsal gelişimin devrimci gelişimini göz ardı eden reformistler, toplumsal değişimlerin evrimsel bir sürecin sonucu meydana geldiği, bu yüzden sosyalizme reformlarla ulaşılacağını iddia ederler. Bunlar, kapitalizmin evrimsel gelişme dönemlerine uygun mücadele biçimlerini mutlaklaştırmıştır. Örneğin ajitasyon ve propaganda çalışması, parlamentoda yürütülen çalışma vb. Ancak kapitalizmin evrimsel gelişimi kesintiye uğrayıp devrimci bunalım dönemlerinde bu partiler, döneme uygun mücadele biçimlerinden kaçınırlar. Devrimci bunalım dönemlerindeki mücadele biçimleri askeri birliklerin kurulması, sokak çatışmaları, işçilerin silahlandırılması vb. görevleri anarşizm olarak suçlarlar. Bu partiler, reformist bir programa sahip olduklarından devrimci dönemlerde gerici bir konuma düşerler ve devrimin karşısında pozisyon alırlar.
Toplumsal gelişim evrimsel gelişimini göz ardı eden anarşistler, küçük burjuva devrimcileri, teröristler, her anın devrim için uygun olduğunu, tek eksiğin devrim için hazırlanmış ‘devrimciler’ olduğunu düşünürler. Böylece, ‘sol’ komünistler ya da küçük burjuva devrimcileri toplumsal gelişmenin evrimci yanını görmezler. Bu yüzden devrimci bunalım dönemlerindeki slogan ve mücadele biçimlerini mutlaklaştırırlar. Evrimsel gelişim dönemlerinde de devrimci bunalım dönemlerindeki mücadele biçimlerini ve sloganları kullanmaya çalışırlar.
“Bu tip ülkelerde devrim aşaması kısa bir aşama değil, oldukça uzun bir aşamadır. Evrim aşamasının nerede bittiğini, devrim aşamasının ise nerede başladığını tespit etmek fiilen imkânsızdır. Her iki aşama iç içe geçmiştir.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 289)
İşte Çayan evrim ile devrim iç içe geçmiştir teziyle aslında evrimsel gelişimi büyük oranda reddediyor, devrimci bunalımın sürekli olduğunu iddia ediyor. Devrimci dönemdeki mücadele biçimlerini (askeri mücadele) mutlaklaştırarak, en azından temel mücadele biçimi olarak göstererek evrimsel dönem ve bu dönemin mücadele biçimlerinin üstünden atlıyor veya tali ilan ediyor. Çayan böylece, evrimsel dönemi inkâr eden küçük burjuva devrimcilerin platformunda yer alıyor. Çayan’ın evrimsel dönemi inkâr edenlerden tek bir farkı, bunu ‘evrim ile devrim iç içe geçmiştir’ kılıfıyla yapmasıdır.
Leninizm ise evrim ve devrim dönemini birbirinden ayırır. Evrim dönemi işçi sınıfı ve halk hareketinin kapitalizmi tehdit etmeyecek durumda olduğu dönemdir. Devrim dönemi ise, doğru önderlik altında yığınların iktidara el koyabileceği, bunun için koşulların uygun olduğu dönemdir. Evrim döneminin mücadele biçimleri ve çalışma tarzı ile devrim dönemininkiler farklıdır. Lenin devrim için nesnel koşulların mevcut olduğu devrimci bunalım dönemini tanımlarken şöyle der:
“belirli bir toplumun tarihsel bakımdan etkin bütün sınıf güçlerinin, istisnasız mutlak olarak bütün sınıf güçlerini, kesin savaş için koşulların tam elverişli olduğu tarzda mevzilenmiş olup olmadığını bilmek gerekir, - şöyle ki, bir 1-) kendi olanaklarını aşan bir savaşım yüzünden bize düşman olan bütün sınıf güçleri yeteri kadar zor durumda, yeteri kadar birbiriyle dalaşmış ve yeteri kadar zayıflamış durumda olmalıdır; 2-) ara unsurların, duraksayan, sallanan tutarsız bu unsurların – burjuvaziye karşı olan küçük burjuvazinin, küçük-burjuva demokrasisinin – halkın önünde yeteri kadar maskeleri düşmeli, pratikte iflaslarıyla yeteri kadar saygınlıklarını yitirmelidir; 3-) proletaryanın saflarında burjuvaziye karşı kesin eylemden yana, en yürekli devrimci çıkıştan yana güçlü bir bilinç ortaya çıkmalıdır. İşte ancak o zaman devrim olgunlaşmıştır.” (Lenin, Sol Komünizm, Sf. 95)
İşte Lenin, devrimin ve devrim döneminin objektif koşullarını böyle ifade ediyor. Bu koşullar her zaman mevcut değildir, sadece devrimci bunalım dönemlerinde mevcuttur. Bu yüzden Lenin evrim ile devrim dönemine birbirinden ayırırken haklıydı. Bu tanımlama bugün de geçerlidir. Çayan, proletaryanın ve yığınların devrim saflarına kazanılmadığı, burjuvazinin küçük burjuva kitleler üzerindeki güçlü etkisinin varlığını sürdürdüğü egemen sınıflar cephesinden karışıklık ve kargaşanın söz konusu olmadığı durumların bile devrimci bunalım dönemi olduğunu iddia ediyor. Çayan devrim ile evrimin iç içe geçtiğini söylüyor ama Lenin’in devrim durumunun özellikleri ve nesnel koşulları üzerine söylediklerini es geçiyor. Yani Çayan’ın evrim ile devrimin iç içe geçtiği tezi temelsiz ve yanlıştır.
Çayan’ın evrim ve devrim döneminin iç içe geçtiği iddiasının arkasındaki temel tezlerden birisi milli krizin varlığıdır.
“Özetle söylersek, emperyalist hegemonya altındaki bütün geri bıraktırılmış ülkelerde milli kriz, tam anlamıyla olgunlaşmasa bile mevcuttur. Bu ise devrim durumunun sürekli olarak varolması, evrim ve devrim aşamalarının iç içe girmesi, bir başka deyişle silahlı eylemin objektif şartlarının mevcudiyeti demektir.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 289)
Çayan’ın milli kriz ile ifade ettiği olgu, emperyalizmin sömürge ülkelerdeki (açık askeri işgal olmadan) egemenliğidir. Emperyalizmin bu egemenliği milli krizi oluşturuyor ve ‘emperyalizmi dışsal bir olgu olmaktan içsel bir olgu haline getiriyor’. Çayan kendini mi aldatıyor yoksa gerçekten emperyalizmin tarihinden mi haberi yok bilemiyoruz. Çünkü emperyalizmin sömürge ülkelerdeki tahakkümü, sadece III. Bunalım dönemine ait bir olgu değil, tüm emperyalizm çağının temel özelliklerinden biridir. Çayan kendince anlam yüklediği milli krizi yeni bir olguymuş gibi sunuyor. İçsellik ve dışsallık doğru düzgün tanımlanmıyor. Ancak emperyalizm ilk doğumundan itibaren sömürge ülkelerin burjuvazisinin bir kısmı ile birleşmiş ve onu egemenliğine almıştır. Bu yüzden Çayan’ın dediği anlamda emperyalizmin içselleşmesi yeni bir olgu değildir. Bu da emperyalizmin doğuşundan itibaren mevcuttur. Ama bunlar sanki III. bunalım dönemine özgü olgularmış gibi sunuluyor. Sonra bu ‘yeni’ olgular nedeniyle evrim ve devrim iç içe geçmiştir, temel mücadele biçimi silahlı mücadeledir deniyor. Evrim ve devrim iç içe geçmiştir iddiası yeni olmayan olguların yeniymiş gibi gösterilmesine, nesnel koşulların göz ardı edilmesine, hayali bir dünya yaratılmasına; kısacası anti-leninizme dayanıyor.
3.2. Çayan Leninist Parti Teorisini İnkar Ediyor.
Komünist partisi, işçi sınıfının devrimci partisidir. O toplumdaki herhangi bir sınıfın çıkarlarını değil, işçi sınıfının çıkarlarını ifade eder. Stalin Leninist partinin özelliklerinden bahsederken şöyle der:
“Parti, işçi sınıfının öncü müfrezesi. Partinin her şeyden önce işçi sınıfının öncü müfrezesi olması gerekir. Partinin işçi sınıfının en iyi öğelerini, bu öğelerin deneyimini, devrimci ruhunu, proletarya davası uğruna sonsuz fedakarlığını emmesi gerekir.”(…)
“İşçi sınıfının örgütlü müfrezesi olarak parti. Parti sadece işçi sınıfının öncü müfrezesi değildir. Eğer bu sınıfın mücadelesini gerçekten yönetmek istiyorsa, sınıfın örgütlü müfrezesi de olmalıdır.” (…)
“Parti, proletaryanın sınıf örgütünün en yüksek biçimidir.” (Stalin, Leninizmin Sorunları)
Marksizm-Leninist parti teorisi, materyalist tarih anlayışının sonucudur. İşçi sınıfı tarihin en devrimci sınıfı ve kendisiyle birlikte tüm emekçileri kurtaracak sınıf olarak tarih sahnesine çıkmıştır. İşçi sınıfının iktidara gelmesi yani sosyalizm tarihin kaçınılmaz bir sonucudur. İşte Leninist parti teorisi bu gerçeklik üzerine inşa edilmiştir. İşçi sınıfının iktidar mücadelesinde işçi sınıfına dayanan, ona iktidar mücadelesinde yardımcı olan, bilimsel bir ideoloji ile yönlendiren örgüt partidir. Bu parti proletarya partisidir, komünist partidir.
Çayan’a göre parti işçi sınıfına dayanan bir örgüt değildir. Silahlı propaganda ile halkı aydınlatan bir örgüttür. Yani işçi sınıfı temel alınmıyor. Bilimsel-teknolojik devrimin önemi abartılıp, işçi sınıfını inkar eden teorilerin de ideolojik etkisiyle; proletaryaya dayanan, onu kazanmaya çalışan bir parti yerine sözde proletaryanın ideolojisine (proletaryanın kendisi yok ama ideolojisi var) sahip bir küçük burjuva örgüt konuluyor. Bu örgüt için işçi sınıfı temel değildir.
Çayan, sorunu, proletarya partisinin kuruluşunda, ‘sayıca işçiler mi çok olacak yoksa aydınlar mı’ olarak koyuyor:
“Oportünizm, daima ilk dönemde, aydın-işçi ayrımı yapar, aydın düşmanlığı yaratır ve görünüşte işçilerin yanında yer alır. Oysa bu sahte bir tavırdır.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 194)
Oysaki sorun proletarya partisinin kuruluşunda aydınların mı yoksa işçilerin mi çoğunlukta olacağı değildir. Çayan ortaya sahte bir sorun koyuyor. Sorun partinin kuruluşunda ve özellikle de kuruluşundan sonra hangi sınıfı temel alacağı, hangi sınıfa dayanacağıdır. Temel ayrım buradadır. Komünist parti, Leninizme göre proletaryaya dayanır, ilk hedefi proletaryanın çoğunluğunu kendi fikrine kazanmaktır (bir sonraki bölümde ayrıntılarıyla inceleyeceğiz). Ama Çayan’ın ‘partisi’ proletarya ile fiili bir bağa sahip değildir. Sadece ideolojik öncülük savunuluyor ki, bu da saçmalıktır. Çünkü proletaryayı temel almayan, proletaryayı devrimin temel gücü olarak görmeyen, Leninizmin temel tezlerini çağı geçmiş ilan eden bir örgüt, proletaryanın ideolojik anlamda da öncüsü olamaz. ‘Parti, işçi sınıfının öncü müfrezesi’ olarak komünist parti mi yoksa işçi sınıfı içerisinde çalışma yürütmeyi oportünizm sayan Çayan’ın partisi mi? Çayan’ın tezleri ile Leninizmin parti teorisi taban tabana zıttır.
3.3. Çayan, Leninist Taktik ve Strateji Bilimini İnkar Ediyor.
Çayan, emperyalizmin III. Bunalım dönemi tanımlamasıyla Leninizmin devrim ve parti teorisini inkar ettiğini yerine küçük burjuva bir örgüt ve proletaryaya dayanmayan bir devrim ve sosyalizm hayali koyduğunu gösterdik. Çayan yanlış tespitler üzerinden emperyalizmin III. Bunalım döneminde Leninizmin geçersiz olduğunu iddia ediyor. Bu yüzden stratejik ve taktikte, mücadele, örgütlenme ve çalışma biçimlerinde oportünizme düşüyor.
3.3.a. Çayan Leninist Strateji Bilimini İnkar Ediyor.
“Kapitalizmin, gelişme ve can çekişme gibi nesnel süreçlerini inceleyen Marksizmin teorisi, burjuvazinin devrilmesinin ve proletaryanın iktidarı ele geçirmesinin kaçınılmazlığı sonucuna, kapitalizmin yerini sosyalizmin almasının kaçınılmazlığı sonucuna varır. Proleter strateji, ancak, çalışmalarına Marksizmin teorisinin vardığı bu sonuçları temel yaptığı zaman gerçekten Marksist bir strateji olarak nitelendirilebilir.”
“Stratejinin en önemli görevi, işçi sınıfı hareketinin izlemesi gereken ve proletaryaya, programda ortaya konan hedeflere erişmek için düşmana indirilecek en elverişli esas darbeyi gösteren temel yönü belirlemektir.” (Stalin, Strateji ve Taktik, Sf. 50-51)
Stalin’in belirttiği gibi, siyasal stratejinin en önemli özelliği Marksizm’e ve proletaryaya dayanmasıdır. Çayan Marksizm’e değil voluntarizme (iradeciliğe), proletaryaya değil küçük burjuvazinin sol kesimine dayanıyor. Stalin, strateji tanımında, proletaryayı temel alarak, onun darbeyi vuracağı esas yönü gösterme olarak tanımlıyor. Yani işçi sınıfının (fiili) önderliğinde bir devrim stratejisinden bahsediliyor.
Stalin bir köylü ülkesinde devrimin geçtiği üç aşamadaki stratejiden bahsederken şöyle diyor:
“Birinci aşama. 1903’ten 1917 Şubat’ına kadar. Hedef: Çarlığın yıkılması, Ortaçağ kalıntılarının tümüyle tasfiyesi. Devrimin temel gücü proletarya. İlk yedeği köylülük. Ana darbenin yönü: Köylülüğü kazanmak ve Çarlıkla bir anlaşmaya vararak devrimi tasfiye etmeye çabalayan liberal-monarşist burjuvazinin tecrit edilmesi.”
“İkinci aşama. 1917 Martından 1917 Ekimine kadar. Hedef: Rusya’da emperyalizmin yıkılması ve emperyalist savaştan çıkılması. Devrimin temel gücü: Proletarya. İlk yedek: Yoksul köylülük. Uygun an olarak uzayan savaş ve emperyalizmin bunalımı. Ana darbenin yönü: Emekçi köylü kitlelerini etkisi altına almaya ve emperyalizm ile bir anlaşmaya vararak devrimi sona erdirmeye çabalayan küçük burjuva demokrasinin (Menşevikler, Sosyalist-Devrimciler) tecrit edilmesi.”
“Üçüncü aşama. Ekim devriminden sonra başlamıştır. Hedef: Proletarya diktatörlüğünün tek bir ülkede sağlamlaştırılması; bu ülkenin, bütün ülkelerde emperyalizmin devrilmesi için üs olarak kullanılması. Devrim tek bir ülkenin sınırlarını aşmıştır, dünya devrimi çağı başlamıştır. Devrimin temel güçleri: Tek bir ülkedeki proletarya diktatörlüğü, bütün ülkelerdeki proletaryanın devrimci hareketi.” (Stalin, Strateji ve Taktik, Sf. 71-72)
Biraz uzun bir alıntı pahasına sadece ideolojik önderliğin (siz oportünist önderlik diye okuyun) saçmalık olduğunu, proletaryanın her stratejik aşamada temel alındığını ve Bolşevik partinin stratejisinin proletaryaya dayandığını göstermek istedik. Ama Çayan proletaryanın devrimin fiili önderliğini yapacağı Marksist tezine, proletaryanın devrimde fiili olarak önderlik etmesi için gerekli objektif ve sübjektif koşulların oluşacağına inancı yoktur.
“Programlarında barışçıl ve silahlı bütün mücadele biçimlerinin yerine göre kullanılacağı yazmasına rağmen şehirler temel alındığından (şehirlerde genel ayaklanma temel alınıyor) yani devrimin temel gücü işi sınıfı kabul edildiğinden, işçi sınıfının devrim yapabilmesi için objektif ve sübjektif şartları bir türlü olgunlaşamıyor!(Şehirler esas alınınca emperyalizm çökmeden bu şartlar da hiçbir zaman olgunlaşamaz.)” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 133)
Çayan, ‘işçi sınıfının devrim yapabilmesi için objektif ve sübjektif şartları bir türlü olgunlaşamıyor’ diyor ve ekliyor: ‘Şehirler esas alınınca emperyalizm çökmeden bu şartlar da hiçbir zaman olgunlaşamaz’. Çayan’ın proletaryanın fiili öncülüğüne inancı yoktur. O, proletaryanın fiili öncülüğünden ümidini kesmiştir. O, kısacası Marksizm’den, Leninizmden ümidi kesmiştir ve oportünizmin, küçük burjuva devrimciliğinin yolunu tutmuştur.
Çayan proletaryanın fiili önderliğini inkar ederken sunduğu gerekçelerden birisi de sömürge ülkeler de proletaryanın değil, köylülüğün nüfusun büyük bir kısmını oluşturmasıdır. Böylece şehirlerin değil, kırların temel alınması gerektiğini söyler. Buradan düz mantıkla çıkardığı sonuç da ‘köylülük temel güçtür, işçi sınıfını temel almak ise oportünizmdir’ der. Stalin ise sömürge ülkelerdeki stratejiyi ortaya koyarken proletaryanın temel alınması gerektiğini ifade ederek Çayan’ın tersini söyler:
“Kapitalist bakımdan gelişmiş sömürge ve yarı sömürge ülkeler devrimci hareketinin ivedi görevleri de buradan çıkar. (…)
2- Uzlaştırıcı ulusal burjuvazi ile emperyalizm bloğuna karşı, işçilerin köylülerin ve devrimci aydınların ulusal devrimci” yani anti-emperyalist “bloğunu kurmak.
3- Bu blok içerisinde proletaryanın hegemonyasını sağlamak” (Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, Sol Yayınları, Sf.254)
Çayan’ın proletaryanın sömürge ülkelerde devrimde fiili öncülüğünün imkansız olduğu tezi de Leninizme aykırı ve onun inkarıdır.
3.3.b. Çayan Leninist Taktik Bilimini İnkar Ediyor.
“Taktik, stratejinin bir parçasıdır, ona tabidir, ona hizmet eder. Taktik savaşı bir bütün olarak ele almaz; onun tek tek gelip geçici parçalarıyla, mücadelelerle, savaşlarla ilgilenir.” (…) “Taktiğin en önemli görevi, belirli bir anın somut koşullarına en uygun düşen ve stratejik başarıyı en güvenli bir biçimde hazırlayan mücadele araç ve yollarını, biçim ve yöntemlerini belirlemektir.” (Stalin, Strateji ve Taktik, Sf. 54)
Stalin’in belirttiği gibi taktiğin temel amacı, (stratejinin başarısını göz önünde tutarak) somut koşullara uygun ‘mücadele araç ve yollarını, biçim ve yöntemlerini belirlemektir’. Yani farklı koşullarda farklı taktikler, farklı mücadele araç ve yolları, biçim ve yöntemleri gereklidir. Taktiği belirleyen somut koşullardır.
“Taktik, hareketin, nispeten kısa kabarma ve alçalma dönemlerinde, devrimin yükselme ya da gerileme döneminde proletaryanın davranış çizgisinin belirlenmesidir; eski mücadele ve örgütlenme biçimlerinin ve eski sloganların yerine yenilerini koyarak, mücadele ve örgüt biçimleri ve sloganlar arasında uyum sağlayarak vb. bu çizginin uygulanması için mücadele etmektir.” (Stalin, Strateji ve Taktik, Sf. 73)
Taktik devrimin alçalma ve yükselme dönemlerinde ve farklı koşullarda değişebilir. Burada belirleyici olan nesnel koşullardır. Nesnel koşullardaki değişiklik farklı mücadele biçim ve araçları gerektirir. Çayan mücadele biçimlerinin değişken olduğunu lafta kabul ederken, gerçekte (esas) mücadele biçimi değişmez kabul ediyor.
“Silahlı propaganda dışındaki öteki politik, ekonomik, demokratik mücadele biçimleri silahlı propagandaya tabidir ve silahlı propagandaya göre biçimlenirler. (Tali mücadele biçimleri, temel mücadele biçimine göre şekillenir. Yani silahlı propaganda metotlarına göre şekillenir.)”. (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 310)
Çayan’a göre devrimin kabarma ve alçalma dönemlerinde, devrimin yükselme ve gerileme dönemlerindeki taktiğin önemli bir parçasını oluşturan mücadele biçimi sabittir. Yani devrimin yükselme döneminde de silahlı propaganda esastır, devrimin alçalma döneminde de. Çayan’a göre farklı koşullarda, devrimin alçalması veya yükselmesi koşullarında mücadele biçimi esas olarak aynıdır. Stalin taktik değişikliklerini ve bu doğrultudaki örgütlenme ve mücadele biçimindeki değişikliklerden bahsederken şu örneği verir:
“1903-1905 döneminde partinin taktiği saldırı taktiği idi, Çünkü dönem devrimci kabarma dönemi idi, hareket yükseliyordu ve taktik, bu gerçekten hareket etmek zorunda idi. Buna uygun olarak mücadele biçimleri de devrimciydi ve devrimci kabarmanın gereksinimlerine uygun düşüyordu. Yerel siyasal grevler, siyasal gösteriler, genel siyasal grev, Duma’nın boykot edilmesi, ayaklanma, devrimci savaş sloganları; bu dönemde birbirini izleyen mücadele biçimleri işte bunlardı.” (…)
“1907-1912 döneminde, parti, geri çekilme taktiğine geçmek zorunda kaldı; çünkü o zamanlar devrimci hareket gerilemişti, devrim alçalmıştı ve taktik bu olguları hesaba katmak zorundaydı. Buna uygun olarak da hem mücadele biçimleri hem de örgütlenme biçimleri değişti. Duma’yı boykot yerine Duma’ya katılma, parlamento dışı açık devrimci eylem yerine Duma içinde eylemler ve çalışma, genel siyasal grevler yerine tek tek ekonomik grevler ya da doğrudan doğruya hareketsizlik.” (Stalin, Streteji ve Taktik, Sf. 73-74)
Stalin’in verdiği örneklerden de görüldüğü gibi devrimin alçalma veya yükselme dönemlerindeki başlıca mücadele biçimleri farklıdır. Farklı dönemlerde farklı mücadele biçimleri öne çıkar. Leninizmin somut durumun somut tahlili ilkesi bunu gerektirir. Ancak Çayan, mücadele biçimlerinde esas ve tali biçimleri mutlak olarak kabul eder. Ona göre askeri yön her zaman için esas mücadele biçimidir. Böylece diyalektiği ve Leninist taktik bilimini inkar eder. Yerine kendi mutlakçı ve oportünist taktiğini koyar.
3.3.c. Devrim kitlelerin eseridir.
Devrim kitlelerin eseridir. Bu ‘beylik’ bir doğrudur. Kimse açıktan açığa devrimin kitlelerin eseri olduğunu inkar edemez. Ama mücadele ve örgütlenme biçimi, çalışma tarzı ile bu ilkeyi inkar eder. Çayan’ın durumu tam da budur. Açıktan ‘devrim kitlelerin eseri değildir’ demez ama onun mücadele ve örgütlenme biçimi yığınları mücadelenin dışında bırakan, devrimi sadece öncünün işi olarak gören bir platformdur.
“İşte, silahlı propagandayı temel alan ve öncü savaşı ile emekçi kitleleri devrim saflarına çekerek, devrimci mücadelenin bir halk savaşı ile zafere ulaşacağını tespit eden partimizin bu tespiti, Marksizm-leninizmin kılavuzluğu altında içinde yaşanılan tarihsel durumun ilişki ve çelişkilerinin ve bu çelişkilerin ülkemize yansımasının ışığında yapılmıştır.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 305)
Görüldüğü gibi Çayan da emekçi kitleleri devrim saflarına çekmekten söz ediyor. Ama diğer yandan Çayan devrimci bunalımın sürekli mevcut olduğunu iddia ederek, öncü savaşını buna dayandırıyor. Öncü savaşımı, bir grup profesyonel ‘devrimcinin’ silahlı propagandayı temel alarak mücadele etmesidir. Ama yığınlar silahlı eylem için hazır değildir. Olsun, öncü yığınlar hazır olana kadar silahlı propagandaya devam edeceklerdir. Yani öncü, devrimci bunalım döneminde silaha sarılmıştır, ‘oligarşi’ ile kesin savaşa girmiştir.
İşte oportünizmin ‘devrim kitlelerin eseridir’ tezini lafta kabul ederken, arka kapıdan inkar etmesi gerçeği budur. Öncü devrim için silaha sarılmıştır. Yığınlar devrim için ne zaman silaha sarılacak, bu belli değildir. Şurası kesindir: Öncü (gücü yettiği sürece) silahlı savaşa devam edecektir. Lenin, yığınlar öncüyü desteklemeden kesin savaşa girmeyi (devrim için silahlı savaşımdır) şöyle eleştirir:
“Yalnız başına öncüyle zafer olanaksızdır. Bütün sınıf, bütün yığınlar, öncüyü doğrudan destekleme durumuna gelmedikçe ya da öncüye karşı sempatik bir tarafsızlık tutumunu benimseyerek karşı tarafı desteklemeleri olasılığı kesin olarak ortadan kalkmadıkça, öncüyü kesin savaşa sürmek yalnızca bir ahmaklık olmakla kalmaz, bir cinayet olur.” (Lenin, ‘Sol’ Komünizm, Sf. 93)
Çayan, yığınlar olmadan silahlı savaşımı yürütüyor. Bu yöntemle de yığınlar kazanılmaz (silahlı propagandayı incelediğimiz bölümde ayrıntıları ile inceleyeceğiz). 19. yüzyılda blankistler, devrimin öncünün uygun zamandaki darbesi ile yığınlar olmadan da gerçekleştirilebileceğini savunuyorlardı. Bu anarşizme benzer yanları bulunan komplocu bir anlayıştı. Şimdi Çayan lafta yığınları devrim safına çekmekten bahsetse de, gerçekte yığınlar olmadan silahlı savaşımı yürütmeyi (dolayısıyla da devrimi) savunmaktadır. Bu yüzden Çayan’ın savunduğu öncü savaşı yığınlar olmadan devrim yapmayı savunan oportünist teoridir. Öncü savaşına katılan ise ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, halka bağlılıkları, devrim ve sosyalizm davasına bağlılıkları öznel olarak ne kadar yüksek olursa olsun, oportünizmin platformundadırlar. Yani küçük burjuva devrimcisidirler. Sosyalist değil, yığınların dışında silahlı savaşımı yürüten blankistler, komploculardır.
3.3.d. Silahlı Propaganda Bireysel Terörizmdir.
Çayan’ın yığınlar olmadan silahlı savaşıma giriştiğinden bahsettik. Lenin bunu ‘ahmaklık’ olarak nitelendiriyor. Çayan öncü savaşımının temel amacının silahlı propaganda olduğunu söylüyor. Silahlı propagandanın amacını ise şöyle tanımlıyor.
“Silahlı propaganda, belli bir devrimci stratejiden hareketle, emekçi kitlelere elle tutulur, gözle görülür maddi ve somut eylemlerden hareketle, soyuta gider. Maddi olaylar etrafında siyasi gerçekleri açıklayarak, kitleleri bilinçlendirir, onlara politik hedef gösterir. Silahlı propaganda halkın düzene karşı olan memnuniyetsizliğini ifade eder, onları emperyalist beyin yıkamanın giderek etkisinden kurtarır. Önce kitleleri sarsar, giderek de bilinçlendirir. Merkezi otoritenin görüldüğü gibi güçlü olmadığını, onun kuvvetinin her şeyden önce yaygara, gözdağına ve demagojiye dayandığını gösterir.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 309)
Çayan’a göre, silahlı propaganda, kitlelere siyasi gerçekleri açıklar ve onları bilinçlendirir. Yığınları emperyalist beyin yıkamanın etkisinden kurtarır. Onlara politik hedef gösterir. Demek ki, silahlı propaganda sihirli bir değnektir. Yığınları devrim için seferber eder. Bu iddialar silahlı propagandayı daha yakından ve tarihsel örnekleriyle beraber incelememizi zorunlu kılıyor.
Öncelikle bireysel terörizm kavramından başlayalım. Çayan, bu söze gerçekten çok kızıyor:
“Silahlı mücadele” (…) “ferdi değil, kitlevi mücadele biçimidir. Yani silahlı propaganda, pasifistlerin iddia ettiği gibi kesin olarak terörizm değildir. Bireysel terörizmden amaç ve biçim olarak farklıdır.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 309)
Çayan, silahlı propaganda, bireysel terörizm değildir diyor. Ama demekle olmaz. Bireysel terörizm, yığınlar olmadan yapılan silahlı eylemlere dayanır. Bireysel terörizm, silahlı eylemler bir kişi tarafından yapıldığı için bireysel değildir. Terörist eylemler örneğin 30 veya 40 kişiyle de yapılabilir. Belirleyici olan yığınlar olmadan, yığınlardan soyut olarak, silahlı mücadele için nesnel koşulları ifade eden devrimci bunalım dönemlerinin dışında silahlı eylemleri benimsemektir. Silahlı propaganda, Çayan’ın söylediğinin aksine kitlevi mücadele biçimi değildir. Çünkü öncü savaşı yığınların silahlı mücadeleye katılmadığını varsayar. Silahlı propaganda yığınlar olmadan yapılan silahlı mücadeledir ve bu yüzden bireysel terörizmdir.
“Teröristler, devrimci savaşım ile işçi sınıfı hareketini birbirini tamamlayan bir bütün içinde birleştirme yeteneğinden ya da olanağından yoksun olan aydınların tutkulu öfkesinin kendiliğindenliği önünde boyun eğmektedirler.” (Lenin, Ne Yapmalı?, Sf. 86)
Lenin’in ifade ettiği, teröristlerin silahlı eylemlerini, yığınlar olmadan ve yığınlar bizzat silahlı eylemler için hazır olmadan yürütmesidir. Çünkü öncü savaşında, silahlı mücadele bir yerde, işçi sınıfı hareketi başka bir yerdedir. Bu ikisi birbirinden ayrıdır. Silahlı savaşım bizzat yığınlar tarafından değil, kendini devrime adamış ‘öncüler’ tarafından yürütülmektedir. Silahlı propaganda Lenin’in tanımındaki bu özelliği gösterdiği için bireysel terörizmdir.
Peki Marksistler, yığınlar olmadan yapılan silahlı eylemlere karşı mıdırlar?
“İkincisi bu parti, bireysel terörizmi, suikastları doğru bir eylem olarak tanımayı, kendi ‘devrimci’ ruhunun ya da ‘solculuğunun’ özel bir belirtisi sayıyordu; ki bunu, biz Marksistler, kesin olarak reddederiz.” (Lenin, ‘Sol’ Komünizm, Sf. 23)
Çayan, silahlı propagandanın amaç ve biçim yönünden farklı olduğunu savunuyordu. Biçim yönünden bir farklılık olmadığını gösterdik. Peki amaç yönünden öz olarak bir farklılık var mı? Çayan silahlı propagandanın amaçlarını söyle ifade ediyordu:
“Silahlı propaganda” (…) “önce kitleleri sarsar, giderek de bilinçlendirir.”
“Silahlı propaganda, her şeyden önce, günlük maişet derdi vs. içinde kaybolan, emperyalist yayınla şartlanmış, düzenin şu ya da bu ‘partisine’ umudunu bağlamış kitlelerin dikkatini devrim hareketine çeker, uyuşturulmuş pasifize edilmiş kitlelerde kıpırdanma yaratır.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 309)
Çayan’a göre, silahlı propagandanın temel amacı kitleleri sarsmak, pasifize edilmiş durumdan çıkarıp kızıştırmak ve bilinçlendirmektir. Lenin yığınlar olmadan yapılan silahlı eylem ve suikastları, halkı uyandırma, ‘sarsma’ aracı olarak görenleri eleştirirken şöyle diyordu:
“Terörü işçi sınıfını ‘kızıştırma’ (uyandırma) aracı olarak savunuyorlar. Kendi kendisini böylesi çürüten bir sav düşünmek zordur. İnsanın şu soruyu sorası geliyor: Rus yaşamında yer alan haksızlıklar yeterli değil midir ki özel kızıştırıcı araçlar gereksin? Öte yandan Rus zorbalığının bile kızıştırmadığı ve kızıştıramayacağı kimselerin kollarını kavuşturarak, hükümetin bir avuç teröristle düellosunu kenardan seyredecekleri besbelli değil midir? Gerçek şudur ki, Rus yaşamındaki toplumsal kötülükler, çalışan yığınları heyecan doruğuna ulaştırmaktadır, ama biz Rus yaşam koşullarının düşündüğümüzden çok daha geniş boyutlara ulaştırdığı ve gürül gürül akan bir sel haline getirilmesi gereken halkın bütün bu öfke damlacıklarını ve dereciklerini deyim yerindeyse bir araya getirip yoğunlaştıramıyoruz. Bunun başarılabileceği işçi sınıfı hareketindeki muazzam büyüme ile ve yukarda değinilen işçilerin siyasal yazın susuzluğu ile kesin olarak tanıtlanmaktadır.” (Lenin, Ne Yapmalı?, Sf. 88)
Yeterince açık, silahlı propagandanın veya benzer bir anlama sahip olan yığınlar olmadan yapılan silahlı eylemlerin (devrimci bunalımın olmadığı koşullarda), son tanımla bireysel terörizmin yığınları ‘sarsmayacağı’, onlarda ‘kıpırdanma’ yaratmayacağını Lenin açıkça ortaya koyuyor ve ekliyor: “Öte yandan Rus zorbalığının bile kızıştırmadığı ve kızıştıramayacağı kimselerin kollarını kavuşturarak, hükümetin bir avuç teröristle düellosunu kenardan seyredecekleri besbelli değil midir?”. Evet, bellidir, olan da zaten budur.
Silahlı grup ve örgütlenmelere Leninistler elbette karşı değildir. Çünkü devrim, burjuvazinin zorla bastırılması, iktidarın burjuvaziden zor yoluyla (burjuvazinin karşı koyuşu nedeniyle) alınmasıdır. Toplumsal gelişim, devrim için nesnel koşulları hazırladığında, devrimci bunalım söz konusu olduğunda işçi sınıfı ve halk yığınlarını silahlandırmak, küçük veya büyük silahlı gruplar örgütlemek, gerekirse gerilla savaşı yöntemlerini uygulamak, düzenli ordu birlikleri kurmak; bütün bunlar komünist partinin görevleridir. Ancak Çayan devrimci bunalım döneminde, yığınların bizzat silahlandırılmasıyla gerçekleştirilecek olan mücadele biçimlerini, nesnel koşullarından koparıp, bir grup ‘öncünün’ mücadele biçimi olarak ilan ediyor. Yığınlar, devrimci kalkışmadan veya uzun süreli silahlı mücadeleden yana tavır koymamışken yığınlar olmadan silahlı mücadeleyi yani bireysel terörizm savunuyor.
Çayan’ın savunduğu silahlı propaganda, yığınları ‘sarsacak’ suikastları da inkar etmez. Tersine bu eylemlerin yığınları ‘sarsacağını’, harekete geçireceğini iddia eder. Ülkemizde de bu suikastların veya denemelerinin örnekleri bugün dahi görülmektedir. Lenin, bireysel terörizmi savunan Sosyalist-Devrimcilerle polemiğinde şöyle der:
“Böyle olunca da, günümüz teröristlerinin gerçekten de aynı ahmaklığa, ama tam zıt yönde bir ahmaklığa varan içi dışına çevrilmiş ‘ekonomistler’ oldukları açıktır. Devrimcilerin güçlerinin ve daha şimdiden harekete geçen kitlelere önderlik etme imkanlarının yetersiz olduğu bir zamanda, birbirini tanımayan bireyler ve grupların bakanları öldürmesini örgütlemek gibisinden terörist eylemlere başvurulması için çağrıda bulunmak, sadece kitleler arasındaki çalışmayı kösteklemekle kalmaz, aynı zamanda bu çalışmanın bütünüyle darmadağın olmasına yol açar.” (Lenin, Devrimci Maceracılık)
Lenin’in de belirttiği gibi, suikastlar, bir grubun terörist eylemleri, kitle hareketini (devrimci hareketi) geliştirmez, tersine ‘bütünüyle darmadağın olmasına yol açar’. Kitleleri ‘hükümetin bir avuç teröristle düellosunu kenardan seyredecekleri’ (Lenin) bir konuma sürükler. Bu yüzden Çayan’ın silahlı propaganda üzerine sunduğu tezler tamamen yanlış ve Leninizm tarafından yüz yıl önce eleştirilmiş ve oportünizm olarak tanımlanmış tezlerdir.
Çayan bütün bunlara karşılık şunu söyler:
“Temel mücadele biçiminin bu şekilde ele alınması, elbetteki öteki mücadele biçimlerinin ihmal edilmesi demek değildir. Silahlı propagandayı temel alan örgüt, öteki mücadele biçimlerini de gücü oranında ele alır. Ancak öteki biçimler talidir.” (…) “Bu ekonomik ve demokratik kitle hareketlerine seyirci kalınması demek değildir.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 310)
Bu Çayan’ı kurtarmaz. Çünkü devrimci bunalımın söz konusu olmadığı dönemlerde silahlı mücadele biçimleri esas mücadele biçimi olamaz. Kitleler arasında yürütülecek mücadeleyi atlamadıklarını söyleyen terör savunucularına (Sosyalist-devrimciler, terörü zaten propaganda amacı ile yapıyorlar, bu anlamda silahlı propaganda ile bireysel terör arasında esaslı bir fark yoktur) Lenin şöyle der:
“Sosyalist-Devrimciler bir yandan, biz teröristlerin hatalarını, tekrarlamıyoruz, dikkatleri kitleler arasında çalışmadan saptırmıyoruz, diye bizi temin ediyorlar; bir yandan da, Balmaşov'un Sipyagin'i öldürmesi gibisinden eylemleri partiye hararetle tavsiye ediyorlar. Ama artık, bu eylemin kitlelerle uzaktan yakına hiçbir ilişkisi olmadığını ve böyle yürütüldüğü sürece olamayacağını; bu terörist eylemi yapan kişilerin kitlelerin belli bir eylemini ya da desteğini ne akıllarının ucundan geçirdiklerini, ne de, umduklarını herkes gayet iyi biliyor ve görüyor.” (Lenin, Devrimci Maceracılık)
Yani silahlı propaganda temel alındıkça veya uygunsuz ve zamansız olarak silah kullanıldıkça, kitle çalışmasını savunmak sadece laftır ve oportünizmi aklamaz.
3.3.e. Temel Görev Proletaryanın Çoğunluğunu Kazanmaktır.
Partinin stratejisi ve taktiği Marksizmin bilimsel teori ve tespitlerine dayanır. Marksizm’in başta gelen tespitlerinden birisi proletaryanın tarihin en devrimci sınıfı olması olgusudur. Stalin bunu açıkça belirtir.
“proletaryanın, kapitalist ülkelerde tutarlı biricik devrimci sınıf olduğu yolundaki Marksizmin teorisi tarafından elde edilen ve devrimci pratik tarafından doğrulanan sonuç, ilke olarak kabul edilmelidir.” (Stalin, Strateji ve Taktik, Sf. 28)
Bunu ilke olarak kabul etmeyen Marksizmi baştan yadsımış demektir. Çayan işçi sınıfının önder sınıf olarak ele alınması ve bunun mantıksal sonucu olan işçi sınıfını kazanma çabasına karşı çıkar.
Çayan işçi sınıfını kazanmayı reformizm ve düzende suni dengeyi bozmayan hatta onu destekleyen bir çalışma olarak görür. Çayan’a göre işçi sınıfı içinde çalışmak oportünizmdir. Çayan’a göre işçi sınıfının yoğun olarak bulunduğu şehirleri temel almak oportünizmdir. Çayan’a göre işçi sınıfını demokratik ve siyasal talepler etrafında örgütlemek, siyasal merkezi bir yayın organı ile bu çalışmayı geliştirmek ve devrim için koşulları hazırlamak oportünizmdir. Bir de bunları Çayan’ın ağzından dinleyelim:
“işçi sınıfını temel güç kabul ederek şehirleri esas alan yeni oportünizm”dir. (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 136)
Şimdi de Stalin ve Lenin’in görüşlerine bir göz atalım:
“Proletaryanın öncüsü ideolojik olarak kazanılmıştır. Esas olan budur. Bu olmasaydı, başarıya doğru birinci adım atmak bile olanaksızlaşırdı.” (Lenin, ‘Sol’ Komünizm, Sf. 93)
Stalin:
“Buradan komünist partiler için şu görev çıkar:
Birincisi, sosyal-demokratizme karşı tüm alanlarda, gerek ekonomik gerekse de politik alanda –buna burjuva pasifizminin yüzünün açığa çıkarılması da dahildir-, işçi sınıfının çoğunluğunu komünizm için kazanmak hedefiyle yorulmak bilmez mücadele.” (Stalin, Eserler 11. cilt, Sf. 174)
Lenin ve Stalin sadece emperyalist ülkelerde değil, sömürge ülkelerde dahil tüm ülkelerdeki komünist partiler için ilk görev olarak proletaryanın çoğunluğunu kazanmayı koyuyorlar. Bu Çayan’a göre oportünizmdir. Son olarak Stalin öndeliğindeki Komünist Enternasyonalin programına (Stalin bu programı onaylamıştır) bakalım:
“Proleter kadınlar ve genç işçiler de dahil olmak üzere kendi sınıfının çoğunluğunu kendi tarafına kazanmak.” (Komünist Enternasyonal Programı, Sf. 101)
Evet Komünist Enternasyonal de böyle diyor. Hem de sadece emperyalist ülkelerde değil, sömürge ülkelerde de ilk görev işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmaktır diyor:
“Eskiden ‘uygar’ uluslar için bir program hazırlamak adetti. Bunun tersine program taslağı, dünyanın tüm uluslarını, beyazları ve renklileri, metropolleri ve sömürgeleri dikkate alıyor. Onun her şeyi kapsayan, derin enternasyonal karakteri buradan geliyor.” (Stalin, Eserler 11. cilt, Sf. 176)
Çayan, oportünist tezleriyle paralellik içinde, komünist partilerin önündeki temel görev olarak proletaryanın çoğunluğunun kazanılmasını kabul etmeyerek, oportünizm batağına iyice batıyor.
3.3.f. Mücadele Biçimleri
“Birincisi, devrimci sınıfın görevini yerine getirebilmesi için (bazen büyük risklere ve pek büyük tehlikelere göğüs gererek siyasal iktidarı elde ettikten sonra, iktidara geçmeden önce tamamlanmamış olduğu şeyi tamamlamak üzere) toplumsal eyleminin istisnasız bütün biçimlerine ve bütün yönlerine sahip çıkmasını bilmelidir; ikincisi, devrimci sınıfın, gerektiğinde, bir biçim yerine bir başkasını koymaya hazır olmasıdır.” (Lenin, ‘Sol’ Komünizm, Sf. 97)
Çayan da bunu görünüşte kabul ediyor. Ancak silahlı mücadele emperyalizmin üçüncü bunalım döneminde esas mücadele biçimi, diğer mücadele biçimleri de tali mücadele biçimleri olarak kabul ediyor. Lenin’in paragrafının anlamı devrimin çeşitli dönem ve aşamalarında proletarya partisinin çeşitli mücadele biçimlerini esas almasıdır. Yani devrimin alçalma döneminde veya evrimsel gelişim dönemlerinde farklı mücadele biçimlerini, devrimci bunalım dönemlerinde ise farklı mücadele biçimlerinin esas alınması gereklidir. Çayan bu Leninist tezi kabul etmiyor. Her koşulda askeri mücadele ve silahlı propaganda esas mücadele biçimidir diyor:
“Silahlı propaganda dışındaki öteki politik, ekonomik, demokratik mücadele biçimleri silahlı propagandaya tabidir ve silahlı propagandaya göre biçimlenirler. (Tali mücadele biçimleri, temel mücadele biçimine göre şekillenir. Yani silahlı propaganda metotlarına göre şekillenir.)”. (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 310)
Komünist Enternasyonalin denenmiş ve başarılı olmuş programının bu konuda Çayan’ı nasıl yalanladığına bir kez daha bakalım:
“Devrim dalgasının yükselmediği dönemlerde komünist partileri işçilerin günlük taleplerinden hareket ederek kısmı slogan ve talepleri ileri sürmeli ve bunları Komünist Enternasyonal’in esas hedefiyle birleştirmelidir.” (Komünist Enternasyonal Programı, Sf. 106)
“Eğer devrim dalgası yükseliyorsa, hakim sınıfların örgütlenmesi bozuluyor ve kitleler devrimci bir kaynaşma içindeyse, orta tabakalar proletaryaya yakınlaşıyorsa ve kitleler savaşa ve fedakarlık yapmaya hazır olduklarını gösteriyorlarsa, proletarya partisinin görevi, kitleleri burjuva devletine karşı cepheden taarruza geçirmektir.” (…) “Grevler, grevlerle birlikte gösteriler, grevlerle birlikte silahlı gösteriler ve en sonunda da burjuvazinin iktidarına karşı silahlı ayaklanmayla birlikte genel grev bu eylemlere örnek verilebilir.” (Komünist Enternasyonal Programı, Sf. 105)
Yani devrim dalgasının yükselmediği dönemlerde işçi sınıfı içerisinde günlük taleplerden başlayan bir siyasal çalışma, devrim dalgasının yükseldiği dönemlerde de silahlı eylem biçimlerini de içine alan cepheden taarruz komünist partinin görevidir.
Çayan bize çok önemli bir şeyi unutturmaya çalışıyor. Devrim dalgasının yükselmemiş olduğu dönemde, işçi sınıfını kazanma ve emekçi halkı işçi sınıfı etrafında örgütleme görevinde (Çayan’ın silahlı propaganda ile es geçtiği) temel mücadele biçimi ve çalışma tarzı nedir?
“En geniş siyasal ajitasyonun ve bunun sonucu olarak da her yönlü siyasal teşhirin yürütülmesinin, eylemimizin, eğer bu eylem gerçekten sosyal-demokrat eylem olacaksa, mutlak olarak zorunlu ve başlıca görevi olduğunu gördük. Ama biz, bu sonuca, yalnızca işçi sınıfının en ivedi gereksiniminden, siyasal bilgi ve siyasal eğitim gereksiniminden vardık.” (Lenin, Ne Yapmalı?, Sf. 89)
Çayan bu çalışma tarzını oportünizm ve sağ sapma olarak görür:
“bu tip klasik ‘kitle çalışması’ ile ekonomik ve demokratik mücadeleyi, politik mücadeleye dönüştürmek isteyen örgütler, düşmanın askeri üstünlüğü ve baskısı karşısında, güçsüzlüğe düşecekler, giderek de iyice sağa kayacaklardır.
Bu yol ‘oligarşik diktatörlük ile halktan gelen baskı arasında kurulmuş olan suni dengeyi bozacak yerde, onu devam ettirecektir.’” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 307)
Leninizme göre; işçi yığınları ve emekçi kitleler arasında en geniş siyasal ajitasyon ve propaganda çalışması temeldir. İşte komünist partinin evrim döneminde, kitleleri silahlı ayaklanmaya hazırlamak için temel aracı. Çayan’a göre ise bu, suni dengeyi devam ettiren bir etkendir.
“Ama her ikisi de” (hem teröristler hem de ekonomistler) “siyasal ajitasyonda ve siyasal teşhirlerin örgütlenmesinde kendi eylemlerini geliştirmede yeterli dikkati göstermiyorlar. Ve şimdi olsun ya da başka bir zaman olsun, hiçbir başka iş, bu görevin yerini alamaz.” (Lenin, Ne Yapmalı?, Sf. 88)
Lenin’in belirttiği gibi, bu görev komünist partinin işçi yığınlarını kendi saflarına kazanmak için hayata geçirmesi gereken temel görevdir. Çayan silahlı propaganda ile bu görevin üzerinden atlıyordu. Silahlı propagandanın kitleleri sarstığını ve bilinçlendirdiğini söylüyordu. Bu tezleri daha önceki bölümlerde inceledik. Şimdi Leninizmin işçi yığınlarının ve halk kitlelerinin bilinçlendirilmesi ve harekete geçirilmesi için hangi araçları kullandığını inceleyeceğiz:
“Elbette ki, asıl önemli olan şey, halkın bütün katmanları arasında propaganda ve ajitasyondur.” (Lenin, Ne Yapmalı?, Sf. 93)
“Siyasal ajitasyonun zorunlu olarak genişlemesinin temel bir koşulu, siyasal teşhirlerin kapsamlı bir biçimde örgütlendirilmesidir. Ancak böyle bir teşhir aracılığıyladır ki, yığınlar siyasal bilinç ve devrimci eylemi eğitebilirler. İşte bunun içindir ki, bu eylem, bütün uluslararası sosyal-demokrasinin en önemli işlevlerinden birisidir.” (Lenin, Ne Yapmalı?, Sf. 79)
Elbette yığınların siyasal bilince sahip olması için ajitasyon ve propaganda yeterli değildir. Yığınların ajitasyon ve propaganda ile söylenenlerin kendi deney ve tecrübeleriyle doğruluğuna ikna olmaları gereklidir.
“Yığınların hareketinin önünde gitmemek, yığınların hareketini kararnamelerle yönetmemek, yığınlardan kopmamak, tersine, yığınlarla birlikte hareket etmek, onları sloganlarımıza çekerek ve sloganlarımızın doğruluğuna, kendi öz deneyimleriyle kolaylıkla inandırarak ileri götürmek komünist ilkesi” (Stalin, Leninizmin Sorunları, Sf. 385)
Dimitrov da yığınların kendi siyasal deneyimleri temelinde harekete geçirilmesi şöyle ifade eder:
“Bu, sadece propaganda ve ajitasyonun, kitlenin siyasi tecrübelerinin yerini alamayacağı kanunu idi. Çünkü mesele geniş emekçi kitlelerini, iktidar mücedelesinde zafere ulaştırmak için vazgeçilmez olan devrimci öncünün saflarına kazanmaktır.” (Dimitrov, Savaşa ve Faşizme Karşı Birleşik Cephe, Sf. 133)
Bu yüzden komünist partisi en asgari taleplerden başlayarak yığınları harekete geçirmeye çalışır.
“Ne var ki, kısmı talep ve sloganların ‘ilke olarak’ reddedilmesi de komünist ilkelere aynı derece aykırıdır, çünkü bu türden taktikler partiyi hareketsizliğe mahkum eder. Dolayısıyla, sermayeye karşı başarıyla mücadele etmenin, kitleleri sınıf esasına göre seferber etmenin bir yöntemi olarak birleşik cephe taktikleri, Komünist Enternasyonal’in bütün devrim öncesi dönemi boyunca uygulayacağı taktiklerin vazgeçilmez bir parçasıdır.” (Komünist Enternasyonal Programı, Sf. 107)
“Komünist Enternasyonal’a bağlı partiler her yerde emekçi kitlelerin ve genel olarak emekçi halkın günlük taleplerini destekleyerek, burjuva parlamentolarını devrimci propaganda ve ajitasyon için bir platform olarak kullanarak ve bütün kısmı görevleri, proletarya diktatörlüğü için mücadele esas hedefine tabi kılarak, başlıca şu alanlarda kısmı talep ve sloganları ileri sürmektedirler:” (Komünist Enternasyonal Programı, Sf. 108)
Çayan silahlı propagandayı değişmez esas mücadele biçimi olarak belirleyerek, devrimci bunalım mevcut olmadığı koşullarda komünist partinin temel görevi olan yığınları kendi siyasal deneyimleri temelinde, siyasal ajitasyon ve propaganda ile eğitmek ve harekete geçirmek görevini inkar ediyor. Böylece devrimci bunalım mevcut olmadığı koşullarda Leninizmin öngördüğü temel çalışma ve mücadele biçimini kabul etmiyor. Çayan yine Leninizmin tezleriyle çelişiyor.
3.3.g. Örgütlenme Biçimleri
Örgütlenme biçimleri. Proletaryanın iktidar mücadelesinde farklı dönemlerde ve devrimin farklı aşamalarında farklı örgüt biçimleri kullanılır. Burada esas mesele bu örgüt biçimlerinin proletaryanın iktidar mücadelesine hizmet eden en uygun biçim olup olmaması sorunudur.
Leninizm’e göre örgütlenme biçimlerini belirleyen dönemin koşulları ve proletarya hareketinin dönemsel ihtiyaçlarıdır. Örneğin faşist diktatörlük dönemlerinde komünist partiler, diğer reformist ve yasalcı partiler gibi dağılma ve yokolmayı kabullenemez. Komünist partinin devrimin alçalma dönemindeki taktiği düzenli geri çeklimledir. Yasalcılar yasaların uygun olmadığı koşullarda örgütlenmeyi düşünemezler. Ancak komünistler, faşist diktatörlük koşullarında ve yasaların, kazanılmış demokratik hakların yeterli olmadığı koşullarda illegal örgütlenme biçimlerini kullanırlar.
Birinci dünya savaşından sonra 3. enternasyonal partilerinin büyük bölümü yasal partilerdi. Lenin, Stalin ve dönemin diğer komünist önderleri, komünist partilerin koşullar uygun olduğunda yasal partiler olarak örgütlenmesine asla karşı çıkmamışlardır. Tersine yasal olanakların mevcut olduğu ülkelerde yasal partilerin kurulmamasını, yasal olanaklara karşı kayıtsızlığı eleştirmişlerdir. Partinin örgütlenme biçimini belirleyen de zaten mevcut koşullardır. Koşullar uygun olduğunda yasal partilerin kurulması zorunludur. Stalin önderliğindeki Komünist Enternasyonal’e üye yasal partiler buna örnektir.
Ama örgütlenme biçimleri mutlak ve değişmez değildir. Dönemin ihtiyaçlarına uygun düşen örgütlenme biçimleri, dönemin değişmesiyle birlikte değişir. Örneğin Bulgaristan Komünist Partisi diktatörlük koşullarında illegal biçimde örgütlenmiştir. Ancak yasal olanakların genişlemesiyle birlikte yasal bir parti olan Bulgaristan İşçi Partisi kurulmuş ve legal mücadele ve illegal mücadele biçimleri birleştirilmiştir. Komünist Enternasyonal’in denetim ve onayıyla örgütlenme biçimlerini dönemin ihtiyaçlarına göre kullanan Bulgar komünistleri, doğru taktikleri sayesinde Bulgaristan sosyalist devriminde hayati bir rol oynamışlardır.
Demokratik hakların mevcut olduğu Almanya’da faşizmin iktidara gelmesiyle birlikte bütün demokratik haklar gasp edilmiştir. Faşizmin iktidara gelişinden önce legal bir parti olan Almanya Komünist Partisi, değişen koşullarla birlikte illegal bir parti olarak örgütlenmiştir. Stalin, değişen koşulların örgütlenme biçiminde değişikliklere yol açtığını şöyle belirtir:
“kapitalist ülkelerin egemen sınıflarının” (…) “zorbalara karşı mücadelesinde işçi sınıfının yararlanabileceği bu kalıntıları yıkmaya ve yerlebir etmeye böylesine kendilerini vermelerini; komünist partileri illegaliteye itmelerini ve diktatörlüklerini elde tutmak için açıkça terörist yöntemlere geçmelerini açıklayan da budur.” ()
Rusya’daki devrimci mücadelede de benzer bir durum söz konusudur. Demokratik hakların mevcut olmadığı ya da çok az mevcut olduğu koşullarda Bolşevik parti illegal bir parti olarak örgütlenmek zorundaydı ve öyle de yaptı. Ama 1917 Şubat devrimiyle demokratik hakların belli ölçüde kazanılmasıyla birlikte Bolşevik parti legal bir parti haline geldi.
“Şimdi koşullar değişti; devrim, özgürlüğü getirdi, illegalite geçti, ve partimiz faaliyetlerini açıkta yürüten bir parti haline gelmesi, yeni tarzda örgütlenmesi gerekiyordu.” (Stalin, Eserler 3. cilt, Sf. 69)
Çayan örgütlenme biçimini konusunda da Leninist ilkeye karşı çıkar. Silahlı propagandayı temel alan illegal bir örgütlenme modeli sunar. Leninizm, devrimin yükseltme ve alçalma dönemine, farklı devlet biçimlerine göre farklı olan örgütlenme modellerini kabul etmez. Çayan’a göre esas olan örgütlenme modeli silahlı propagandayı uygulayacak olan illegal örgütlenme modelidir.
Leninizm evrim döneminde sendika, dernek, işçi komiteleri, gençlik örgütleri vb. açık örgütlerde örgütlenilmesi gerektiğini, esas çalışmanın bu alanda verilmesi gerektiğini, devrim döneminde ise ordu içinde, askeri birliklerde, silahlı gruplarda örgütlenmeyi savunur. Yani farklı dönemlerde farklı örgütlenme biçimleri hayata geçirilir.
“Örgütlenme biçimleri mücadele biçimlerine göre düzenlenir.” (…) “Partinin görevi, bütün bu örgütlenme biçimlerine egemen olmak, onları mükemmel bir dereceye kadar geliştirmek ve her belirli durumda çalışmalarını ustalıkla birleştirmektir.” (Stalin, Strateji ve Taktik, Sf. 58)
Çayan bu konuda da esas örgütlenme biçimi (esas mücadele biçimine bağlı olarak) olarak illegal örgütlenmeyi ve işçi sınıfının partisi olarak değil, silahlı aydın grubu olarak örgütlenmeyi mutlak olarak kabul ettiği için yine Leninizmin örgütlenme biçimine dair tezlerini inkar etmiştir.
Sonuç olarak;
Emperyalizmin özünde bir değişiklik olmadığını önceki bölümde ortaya koymuştuk. Bu yüzden Emperyalizm çağının proleter devriminin teorisi olan Leninizmin de güncelliğini koruduğunu belirtmiştik. Şimdi bir yanda dünyanın yaklaşık 5’te birinde zafer kazanmış, denenmiş, Marksizme dayanan Leninizmin teorik önerme ve tezleri, diğer yanda ise emperyalizmin öz olarak değişmediğini ama Leninizmin birçok tezinin artık eskidiğini ilan eden, Che, Fidel, Mao’dan (hepsinin sosyalist olmadığı bugün açık bir gerçek haline gelmiştir) çeşitli görüşlerin alındığı bir Çayan ekletizmi.
Ve Çayan Leninizm’in tezlerini oportünizm olarak ilan ediyor. Yani Lenin’i, Stalin’i oportünist olarak ilan ediyor. Kim oportünist? Rus devrimin önderi Lenin ve dünya komünist hareketinin önderi Stalin mi, yoksa Çayan mı? Olgular, Marksizmin bilimsel ideolojisi, Çayan oportünizmini daha ilk bakışta ortaya koyuyor.
Çayan’ın üçüncü bunalım dönemindeki tespitleri üzerinden çıkardığı yanlış sonuçlar:
3.3. Çayan proletaryanın devrimde fiili önderliğini kabul etmiyor. İşçi sınıfı olmayan bir devrim teorisine, ideolojik önderlik kılıfı geçirerek durum kurtarılmaya çalışılıyor. Ama işçi sınıfının fiili önderliğinin olmadığı bir devrimde işçi sınıfının ideolojik önderliği saçmalıktır.
3.4. Çayan, devrimin objektif koşullarının sürekli varolduğunu iddia ediyor. Devrimin Lenin ve Stalin tarafından belirtilen nesnel koşullarını ise görmüyor.
3.5. Evrim ve devrimin iç içe geçtiğini, milli krizin varlığıyla kanıtlamaya çalışıyor. Oysa ki Çayan’ın bahsettiği anlamda milli kriz yeni bir olgu değildir. Bu yüzden evrim ve devrimin iç içe geçmesi söz konusu değildir.
3.6. Çayan, komünist partinin işçi sınıfına dayanan bir parti olduğunu yani Leninist parti teorisini kabul etmiyor.
3.7. Çayan, devrimde işçi sınıfının önderliğini reddettiği için Leninist strateji bilimini de inkar ediyor.
3.8. Çayan, esas mücadele biçimini mutlak kabul ederek, Leninist taktik önderliğin temel ilkesi olan, taktiğin nesnel koşullara göre değişmesi tezini kabul etmiyor.
3.9. Çayan, yığınlar olmadan öncüyle, silahlı savaşıma girerek, Lenin’in deyimiyle ‘ahmaklık’ yapıyor.
3.10. Silahlı propaganda yığınlar olmadan öncünün silahlı eylemlere girişmesidir. Bu yüzden bireysel terörizm kapsamına girer. Leninistler de bireysel teröre karşıdırlar.
3.11. Çayan, silahlı propagandayla asıl görev olan proletaryanın çoğunluğunu kazanma görevini inkar ediyor.
3.12. Çayan mücadele biçimlerini mutlak kabul ediyor. Devrimci bunalımın mevcut olmadığı koşullarda geçerli olan yığınların kendi deneyimleri temelinde, yaygın ajitasyon ve propaganda ile harekete geçirilmesi gerekliliğini inkar ediyor.
3.13. Örgütlenme biçimini mutlak kabul ediyor. Legal proletarya partisini reformist ilan ederek kendi oportünizmin açığa vuruyor.
4. ÇAYAN’IN YANLIŞ TESPİTLERİ
4.1. Çayan ‘Sosyalist Blok’un Revizyonist Blok Olduğunu Görmüyor.
Yazının daha önceki bölümlerinde bu konuya değinmiştik. Çayan emperyalist güçlerin karşısında ‘dev sosyalist bloku’ görüyor ve dünya savaşının engellenmesinde ona büyük anlam veriyordu.
“Nükleer vurucu güçlerin dünya çapında erişmiş olduğu seviye ve de esas tayin edici olarak da, dev dünya sosyalist bloğunun varlığı, emperyalistler arası had safhaya ulaşmış olan uzlaşmaz çelişkilerin ekonomik plandan, askeri plana sıçramasına engel olmaktadır.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 295, İtalikler bize ait)
Çayan, ‘dev sosyalist blok’un varlığından söz ediyor. Oysa durum Çayan’ın sandığından çok farklı. SSCB’de Stalin’in ölümünden sonra SBKP’nin yönetimini Kruşçev ve kliği ele geçirdi. Kruşçev ve kliğinin başa gelmesiyle SSCB içindeki bütün karşı devrimciler, bürokratik öğeler altan alta yürüttükleri karşı devrimci eylemlerini hızlandırdılar. Kruşcev sosyalizmin büyük kazanımlarını komünizme geçiş çığlıklarıyla birlikte birer birer tasfiye etmeye başladı. Fabrikalarda yöneticilerin bireysel hakları arttırılarak, artı değer sömürüsü yeniden canlandırıldı. Üretim araçları, grup mülkiyetine verilerek sosyalist mülkiyetten özel mülkiyete doğru geri adımlar atıldı. Karşı devrimcilerin itibarları iade edildi. Burjuvazi yeniden oluşturuldu ve ülke içerisinde, devlet ve parti yönetiminde bürokrat burjuvazinin egemenliği sağlandı. Artık proletarya iktidarda olan bir sınıf değil sömürülen bir sınıf haline gelmişti. Sosyalizm tasfiye edilmiş, kapitalizm, sosyalist biçimler içerisinde örgütlenmiştir. Enver Hoca kapitalist geri dönüş sürecini şöyle ifade eder:
“Kruşçevci ihanet, Sovyetler Birliğin’ni saldırgan, yeni sömürgeci, savaş kışkırtıcısı, emperyalist bir devlet haline getirdi. Sovyet toplumu en küçük gözeneğine kadar burjuvalaştı ve kapitalizm her alanda yeniden kuruldu. Yeni Sovyet bürokratlar, teknokratlar ve kapitalistler tabakasının temsil ettiği revizyonist burjuva diktatörlüğü her yerde kanunlar yapmaktadır. Eski sosyalist altyapı ve üstyapı temellerine kadar yıkılmıştır. Büyük Rus şovenizmi, hakim ideoloji olarak yerleşmiş, milli baskı, hakim kliğin izlediği burjuva sınıf siyasetinin bir parçası ve bölümü haline gelmiştir.” (Enver Hoca, AEP 7. Kongre Raporu, Sf. 208)
Diğer sosyalist ülkelerde, Kruşçev’in denetimi altında, suikastlar, entrikalar, baskı ve terörle, kimi zaman da ‘barışçıl’ yollarla karşı devrimci klikler başa getirildi. Bu sürece karşı çıkan Arnavutluk’la ilişkiler kopartıldı. Böylece Arnavutluk dışında tüm eski sosyalist ülkeler kapitalizmi restorasyonuna başladılar.
“Kruşçev arabasının peşine takılan, Doğu Avrupa’nın eski sosyalist ülkeleri, Kremlin’in adi uyduları haline geldiler. Modern revizyonizm, sadece işçi sınıfı düşmanı ve karşı devrimci bir ideoloji değil, bir milli baskı ideolojisi ve emperyalist köleciliğin haklı çıkartılması olduğunu pratikte göstermiştir. Doğu Avrupa’nın revizyonist partileri milli ihanet partileri haline gelmişlerdir.” (Enver Hoca, AEP 7. Kongre Raporu, Sf. 209)
SSCB sosyal emperyalist bir konuma geldi ve yeni sömürge alanları için işgaller, darbeler tezgahladı ve düzenledi.
“Sovyet sosyal-emperyalistleri, Amerikan emperyalistleriyle rekabet içinde halkların aleyhine, karşı-devrimci tertipler ve hileler düzenlemekte, çatışmaları kışkırtmakta ve milletler arasında anlaşmazlık tohumları ekmekte, imkan bulduğu her yerde denetimlerini ve diktalarını uygulamaya çalışmaktadırlar.” (Enver Hoca, AEP 7. Kongre Raporu, Sf. 163)
Çayan ise SSCB ve doğu bloğu ülkelerini sosyalist olarak görmektedir. Çayan’ a göre ‘halkların bu devrimci savaşlarında dünya sosyalist bloku ve kapitalist ülkelerin işçi sınıfları, omuzdaşlarıdır’. Çayan sosyal-emperyalizmin halkların mücadelesinin destekçisi olduğunu sanıyor. Bürokrat burjuvazinin egemenliği, yoksulluk ve kapitalist restorasyonu görememektedir.
Sonra da dev sosyalist bloğa dayanarak emperyalist savaşın imkansızlığını kanıtlamaya çalışmaktadır. Oysa ortada revizyonist bir blok vardır ama sosyalist bir blok asla yoktur. Çekoslavakya ve Afganistan’ı işgal eden SSCB sosyalist değil sosyal-emperyalisttir. Çayan sosyalizmin ne olduğu konusunda dahi bir netliğe sahip olmadığı, SSCB ve diğer ‘sosyalist’ blok ülkeleri tahlilinde gösteriyor.
4.2. Küba devrimi sosyalist bir devrim mi?
“Biz kahraman Küba halkı bir halk savaşı vererek Milli Demokratik Devrimi yapıp sosyalizme geçmiştir, diyoruz.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 123)
Evet, Küba’da bir devrim olmuştur. Ama Küba’daki devrim anti-emperyalist, demokratik bir devrimdir. Küba’da sosyalist devrim olmadı ve sosyalizm inşa edilmedi. Sosyalizmin inşa edilmesi için öncelikle o ülkede Marksist-Leninist bir partinin mevcut olması gerekir. Küba’da başta eksik olan budur. Küba devrimi, Amerikan emperyalizminin sömürüsüne, kapitalizmin yol açtığı felaketlere tepki duyan halkın, küçük burjuva aydınların önderliğinde başkaldırısıydı. Küçük burjuvazinin önderliğindeki hareket uygun nesnel koşullarla ve halk yığınlarının öfkesiyle birleşince Küba devrimi başarıya ulaştı. Ancak Küba devrimi asla sosyalist bir devrim olmadı. Programı sosyalist bir program değildir. Toprak sahipleri, burjuvazi ve özel mülk sahipleri varlıklarını devam ettirdi. Küba devrimi anti-emperyalist ve demokratik bir devrimdi.
Elbette Küba devriminin sosyalist bir devrim olmaması, devrimin ve önderlerinin küçümsenmesi veya es geçilmesi anlamına gelmez. Küba devrimi emperyalizmin burnunun dibinde, bir halkın kendi bağımsızlığını savaşarak kazabileceğini göstermiştir. Bütün dünyada anti-emperyalist devrimci hareketin gelişmesine katkı sunmuştur. Dünya halklarına büyük moral vermiştir. Ülke içinde birçok ilerici ve halkçı reformlar gerçekleştirmiştir. Halk yığınlarının ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamını gelişmesine katkı sunan bir politika izlemiştir. Demokratik reformları son noktasına kadar götürmüştür. Ama asla sosyalist inşaya girişmemiştir. İşçi sınıfının ülke yönetiminde doğrudan söz sahibi olmasını sağlayacak Sovyet, konsey vb. örgütlenmeleri hayata geçirilmemiştir. Sosyalizmin ekonomik temeli olan sanayiyi geliştirmek yerine tarımı geliştirmiş ve dışa bağımlı bir ülke olarak kalmıştır.
Yani, Çayan’ın sosyalizm konusundaki bilgisizliği Küba devriminin tahliline de yansımıştır.
4.3. Küba devriminin önderleri proleter devrimcileri değildirler.
“Mesela, Che Guevera, Fidel Castro küçük burjuva kökenlidir, ama küçük burjuva aydını değildir. Onlar, sapına kadar proleter devrimcisidirler.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 215)
Küba devriminin önderliğinin Marksist-Leninist olmadığını, devrimin proletaryaya dayanmadığını; proletaryaya dayanmayan ve Marksist-Leninist bir öncünün önderlik etmediği bir devrimin sosyalist inşayı sağlayamayacağını daha önceden belirtmiştik. Küba’da sosyalizm inşa edilmemiş ancak demokratik nitelikte ilerici ve halkçı, kapitalizmin sınırlarını zorlayan reformlar yapılmıştır. Küba devriminin önderleri, nesnel koşulların çok uygun olduğu bir dönemde silahlı mücadeleye başlamışlar, bir süre sonra halk yığınlarıyla birleşmişler ve Küba devrimini zafere ulaştırmışlardır. Emperyalizme ve onun ülke içindeki işbirlikçilerine karşı verilen mücadele anti-emperyalist ve halkçı bir içerik taşıyorlardı. Ancak Küba devriminin önderleri genel bir sosyalizm söylemi kullanmalarına, sosyalizme sempati duymalarına rağmen hiçbir zaman bilimsel anlamda sosyalist olmadılar. Bu, Küba devrimi sırasındaki ve sonrasındaki pratiklerinden ve bizzat kendi söylemlerinden anlaşılabilir:
“Dağlarda bulunurken kendimi devrimci sanıp sanmadığımızı soruyorsanız, evet devrimciydim. Eğer Marksist-Leninist olup olmadığımı sorarsanız, cevabım hayırdır. Henüz Marksist-Leninist değildim. Kendimi klasik bir komünist sayıp saymayacağımı sorduğunuz takdirde hayır derim, klasik bir komünist değildim.” (F. Castro Konuşuyor, sf. 23)
Castro, devrim sırasında sosyalist olmadığını kendisi ifade ediyor. Ama Çayan ona proleter devrimcisi diyor. Şimdi Castro’ya mı inanmak gerekir, yoksa Castro’yu proleter devrimcisi ilan eden Çayan’a mı? Yoksa Castro proleter devrimcisiydi de kendisinin bundan haberi mi yoktu? Çayan teorik ve pratik olarak açık bir gerçeği, Castro’nun kendisi ifade etmesine rağmen kabul etmiyor, edemiyor.
Castro dağlardayken komünist olmadığını söylüyor. Sonrasında ise komünist olduğunu iddia ediyor. Buna gerekçe olarak şunu gösteriyor:
“1960 yılında SSCB ile kurduğumuz ilişkiler, ulus ve devrimci liderlerin fikri olgunluklarını geliştirdi” (F. Castro Konuşuyor, sf. 16)
Castro komünist bilinci kazanmasında SSCB ile kurulan ilişkilerin öneminden bahsediyor. Oysaki 1960 yılında SSCB revizyonist geri dönüş sürecinde, SBKP de revizyonist hainlerin yönetimindeydi. Karşı-devrimcilerin teorileri, Castro’nun ve ‘devrimci liderlerin fikri olgunluklarını geliştir’miş. Castro, SBKP’nin sömürgeci politikalarından da övgüyle bahseder:
“Burada … enternasyonalizmin gerçek anlamını bize pratikte de gösteren Sovyetler Birliği’nden gelen bir heyet de var. Bizi ayıran uzun mesafelere rağmen Sovyetler Birliği, emperyalizmin bizi boğmasına, bizi yutmasına, bizi yok etmesine izin vermedi; petrolümüz kalmadığında, Sovyetler Birliği bize petrol yolladı; istila tehdidi altındayken bize silah verdi ve gerekli olduğunda bize insanlarını gönderdi.” (KKP 1. Kongre konuşmasından, Sosyalizmi Kuracağız, sf. 103)
Küba devriminin önderleri, o dönemde sosyalizmin dünya çapındaki prestij ve giderek büyüyen gücünden etkilenmiş devrimcilerdir. Stalin döneminde, sosyalizmin, dünya halklarının anti-emperyalist kurtuluş mücadelesine verdiği büyük destek kurtuluş savaşı içindeki önderlerde sosyalizme yönelik bir sempati oluşturmuştur. Bu önderler, kendilerini sosyalist ilan etmişler ve sosyalizmi bir kurtuluş ütopyası olarak ele almışlardır. Ama kendini sosyalist ilan etmek başka, gerçekten sosyalist olmak ve bilimsel olarak onu hayata geçirmek başkadır. Sömürge ülkelerdeki ve Küba devriminin önderlerinin yaptıkları da budur. Onlar asla gerçek anlamda sosyalist yani Marksist-Leninist olmadılar. Sosyalizm sözcüğünü çokça kullanmalarına rağmen onun gerçek özünü, kapitalizmin sosyo-ekonomik yapısını, proletaryanın devrimde öncü rolünü kavrayamadılar. Bilimsel bir ideolojiye sahip olmamanın sonucu ise bu devrimlerin anti-emperyalist demokratik devrimler olarak kalmasıdır. Sovyet revizyonistlerinin tezlerinden etkilendiler. Özellikle Küba, hiçbir zaman sosyalist inşaya girişmemiş, kapitalist bir ülke olan Yugoslavya’yla bloksuzlar revizyonist hareketine önderlik eden iki ülkeden biridir. Küba Yugoslavya’yı Stalin’in önderliğindeki Enformasyon Bürosunun kararına rağmen sosyalist ilan etmiştir.
Küba devriminin liderleri kendilerinin Marksist-Leninist olmadıklarını uygulamaları ve söyledikleriyle itiraf ediyorlar, ama Çayan onları Marksist-Leninist ilan ediyor. Çayan’ın en azından Fidel’in kendi sözlerine inanması gerekirdi. Çayan kendi görüşlerini haklı çıkarmak için Leninizm’in modası geçtiğini savunuyor ve kendisinin Marksist-Leninist olmadığını söyleyenlerin ise Marksist-Leninist olduğunu savunuyor. Kendi tezlerini haklı çıkarmak için saçmala noktasına varan bir aşırılıktır bu.
4.4. Çayan ‘Marksist devrim teorisi hem voluntarist hem de deterministtir’ diyor!
“Marksist devrim teorisi hem determinist hem de (iradecidir) voluntaristtir. Bu ikili yön diyalektik bir bütün oluşturmaktadır. ” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 223)
Determinizm, her şeyin insan iradesinin dışındaki nesnel koşulların belli bir neden sonuç ilişkisi dahilinde işlemesiyle gerçekleştiğini savunan felsefedir. Bu görüşe göre insanlar içinde bulundukları dünyada etken değildirler ve bir bakıma nesnel koşullar tarafından yazılmış olan kaderi yaşarlar.
Voluntarizm yani iradecilik, her şeyin insan iradesi tarafından belirlendiğini savunan felsefedir. Bu felsefeye göre, toplumdaki her olgu insanın hür iradesinin sonucudur. Yani insanlar kapitalizmi kurmak istemişlerdir ve kurmuşlardır. İnsanlar sosyalizmi kurmak isterlerse ve burjuvazi de ikna edilirse sosyalizm sınıfların karşılıklı olarak anlaşmasıyla ve ikna yoluyla kurulabilir. İradecilik insan iradesinin belirleyici olduğu fikrine dayanır.
Çayan devrim teorisinin hem determinist hem de voluntarist olduğunu iddia ederken, Marksizm-Leninizmi burjuva felsefelerinin bir toplamı olarak ifade ediyor. Bu iki burjuva felsefesinin arasına ‘diyalektik’ kelimesinin konulmasıyla bir şey değişmez. Marksizm ne determinizmdir, ne voluntarizmdir, ne de ikisinin toplamı veya ‘diyalektik bütünlüğüdür’. Marksizm burjuva felsefelerinin ekletik bir toplamı değil aşılmış halidir.
Marksist felsefe, determinizm ile voluntarizmin bir arada bulunması olmadığı, devrim teorisi de bir yönüyle determinist bir yönüyle voluntarist olmadığı gibi kaynağını da bu felsefelerden almaz. Marksist felsefenin kaynağı Hegelci felsefe ile Feuerbachçı felsefedir. Marksizm Hegel’in diyalektiğini ayakları üzerine oturtmuş ve bilimsel bir temel kazandırmış, Feuerbach’ın da materyalizmini almış ve onun metafizik yönlerini eleştirmiştir.
“Marks ve Engels, Hegel diyalektiğinin idealist kabuğunu bir yana iterek, onun yalnızca rasyonel özünü almışlar ve daha da geliştirerek, ona modern, bilimsel bir biçim vermişlerdir.” (…) “Marks ve Engels, Feuerbach materyalizminin ‘asıl özünü’ alarak onu materyalizmin bilimsel ve felsefi bir teorisi biçiminde geliştirmişler, ve onun idealist, dini-ahlaki kabuğunu kaldırıp atmışlardır.” (Stalin, Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm, Sf. 12)
Çayan’ın iddiası Marksizm’i kulaktan dolma bilen bir ‘teorisyen’in iddiasına benzemektedir. Çünkü böyle bir tez öneren birisinin ne felsefe tarihi hakkında yeterli bir bilgisi vardır ne de Marksizm hakkında. Çayan Leninist devrim teorisi deterministtir derken, onun tarihsel bir zorunluluk olduğunu ortaya koymak istemiş, voluntaristtir derken de öznel etkenin rolünü vurgulamak istemiştir. Ama Marksist devrim teorisini bu iki burjuva akımın biriliği ya da yan yana bulunması vb. göstermek, Marksizm bir çeşit burjuva felsefesi veya onların ekletik toplamı olduğunu iddia etmektir. Çayan’ın bu tespiti de Markiszm-Leninizm’e tamamen ters ve uzaktır.
4.5. Çayan, ‘Marks’ta ekonomist, Lenin’de voluntarist yön ağır basar’ diyor
“Marks ve Engel’in devrim teorilerinde ağır basan yön, ekonomik ve sosyal determinizmdir.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 227)
“Lenin’in devrim teorisinde, ihtilalci inisiyatifin rolü (emperyalist dönemin özelliklerinden dolayı) Marks ve Engels’inkilerine kıyasla çok daha ağırlıklıdır.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 254)
Çayan yine yanlış bir tespitten yanlış bir sonuca varıyor. Çayan devrim teorisinin hem denetminist hem de voluntarist olduğunu iddia ederken, Marks’ın daha ekonomist ve Lenin’in de daha voluntarist olduğunu iddia ediyor.
Çayan’a göre Marks, devrimin ekonomik gelişmenin sonucu olacağını görmüş ve öncünün müdahale ve görevini tali olarak ele almıştır. I. Enternasyonal’in kurucusu, Almanya devrimi sırasında cephede savaşan, Alman Sosyal-Demokrat Partisinin önderi Marks, devrim için bunca çaba gösterirken, Çayan Marks’ın devrimi daha çok ekonomik gelişmenin sonucu olarak gördüğünü iddai ediyor. Yeni bir iddia değil. 1927 yılında buna benzer bir iddia ortaya atılmıştı. Stalin bu konuda delegasyona (ve Çayan’a) şöyle der:
“Delegasyonun sorusu şöyle devam ediyor:
Lenin’in yaratıcı ‘devrime’ inandığı, Marks’ın ise daha ziyade iktisadi güçlerin gelişmesinin doruk noktasını bekleme eğiliminde olduğunu söylemek doğru olur mu?
Kanımca bu söylemek tamamen yanlış olur. Her halk devriminin –eğer gerçekten halk devrimiyse- yaratıcı bir devrim olduğuna inanıyorum; çünkü o, eski düzeni parçalar ve yenisini oluşturur, yaratır.
Ama bazen –sözgelimi Arnavutluk’ta- bir kabilenin diğerlerine karşı oyuncak örneği ‘ayaklanmaları’ biçiminde rastlanan sözüm yabana ‘devrim’lerde, elbette yaratıcı bir yan olamaz. Ama böyle oyuncak gibi, ‘ayaklanma’ları Marksistler hiçbir zaman devrim olarak görmemişlerdir. Demek ki, söz konusu olan böyle ‘ayaklanmalar’ değil, tam tersine, ezilen sınıfların ezen sınıflara karşı ayağa kalktığı halk kitlelerinin devrimidir. Ama böyle bir devrim, kaçınılmaz olarak yaratıcı bir devrim olmak zorundadır. Marks ve Lenin tam da böyle bir devrimden, yalnızca böyle bir devrimden yanaydılar. Açıktır ki, böyle bir devrim rastgele koşullarda değil, ancak ekonomik ve siyasi nitelikli elverişli koşullarda olabilir.” (Stalin, Eserler 10. cilt, Sf. 86-87)
Stalin, Marks ve Lenin’in ‘ekonomik ve siyasi nitelikli elverişli koşullar’ı zorunlu gördükleri ifade eder. Yani sadece Marks değil, Lenin de ‘elverişli ekonomik ve sosyal koşulları’ göz önünde bulundurur. Ve sadece Lenin değil Marks da her devrimde öncünün rolünü göz önünde bulundurur. Marks ile Lenin arasında Çayan’ın yaptığı ayrım Stalin’in belirttiği gibi yanlıştır. Görüldüğü gibi Çayan’ın iddiası yine Anti-Marksist bir görüştür.
4.6. Çayan; Marks ve Lenin’in devrim için dünya savaşını zorunlu gördüğünü iddia ediyor.
“Bilindiği gibi, Marks ve Engels, 19. yüzyılın ikinci yarısında, proletarya burjuvazi mücadelesinin bir ileri aşamaya geçebilmesi ve de dünyada ilk proleter devrimin olabilmesinin, kapitalistler arası bir evren savaşıyla mümkün olabileceğini söylemişlerdi.”
“Lenin daha 1900’lerde (Emperyalizm kitabını yazmadan çok önce) kapitalizmin sıçramalı ve dengesiz gelişme kanununun zorunlu olarak bir emperyalistler arası savaş doğuracağını ve bunun da, kapitalizmin en zayıf halkası olan Rusya’da devrime yol açacağını söylemişti. Lenin’in gördüğü devrim biçiminin temelinde, emperyalistler arası zıtlıkların kesin olarak askeri plana yansıyacağı görüşü yatar.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 304)
Çayan tahlillerinde Marks ve Lenin’in devrim için dünya savaşını zorunlu gördükleri sonucunu çıkarıyor. Leninizmin ve onun devrim teorisinin ancak dünya savaşının varlığı koşullarında geçerli olabileceğini iddia ediyor. Oysa Çayan’a göre 3. bunalım döneminde dünya savaşı imkanı ortadan kalkmıştır. Bu yüzden de Leninizm geçersizleşmiştir.
Görüldüğü gibi Çayan’ın tezlerinin büyük bir bölümü bu yanlış tespite dayanıyor.
Marks bir dünya savaşının, özellikle feodal Rusya’ya karşı savaşın feodal düzenin ortadan kalkmasına destek olacağını ve burjuva devrimlerin önünü açacağını düşünüyordu.
Ama Marks’ın (burjuva ya da proleter) devrim için dünya savaşını zorunlu sayıyor tespiti tam bir saçmalıktır. Çünkü Marks dünya savaşı olmadan gerçekleşen üç devrim dönemi görmüştür. 1830, 1848 ve 1871 devrimleri dünya savaşı olmadan gerçekleşmiş devrimlerdir. Marks’ın bunu iddia ettiğini düşünmek (lafımızı çekinmeden söyleyebiliriz, çünkü üç devrim yaşamış birine bunu söylemek) gerçekten saçmalıktır.
Lenin de sosyalist devrimi dünya savaşına bağlamamıştır. Lenin devrim için koşulların uygun olduğu devrimci bunalım dönemini tanımlarken dünya savaşının devrim için şart olduğunu asla iddia etmedi.
“şöyle ki, bir 1-) kendi olanaklarını aşan bir savaşım yüzünden bize düşman olan bütün sınıf güçleri yeteri kadar zor durumda, yeteri kadar birbiriyle dalaşmış ve yeteri kadar zayıflamış durumda olmalıdır; 2-) ara unsurların, duraksayan, sallanan tutarsız bu unsurların – burjuvaziye karşı olan küçük burjuvazinin, küçük-burjuva demokrasisinin – halkın önünde yeteri kadar maskeleri düşmeli, pratikte iflaslarıyla yeteri kadar saygınlıklarını yitirmelidir; 3-) proletaryanın saflarında burjuvaziye karşı kesin eylemden yana, en yürekli devrimci çıkıştan yana güçlü bir bilinç ortaya çıkmalıdır. İşte ancak o zaman devrim olgunlaşmıştır.” (Lenin, Sol Komünizm, Sf. 95)
Lenin asla devrim için gerekli koşulları sayarken dünya savaşını devrimin zorunlu bir koşulu olarak görmemiştir. Lenin’e bunu mal etmek, kendi görüşlerine ‘geçerli’ bir neden bulabilmek için Leninizme iftira atmaktır. Dünya savaşı olmadan devrim olmayacaksa Bolşevikler neden 1905 yılında ayaklanmaya girişmişlerdir. 1905 yılında bir dünya savaşı söz konusu değildir. Lenin 1905 devrimi öncesindeki tartışmaların hangisinde dünya savaşını devrimin zorunlu bir koşulu olarak göstermiştir? Lenin hangi yazısında dünya savaşı olmazsa devrim olmaz demiştir? Lenin devrimin olgunlaşması için (yukarıdaki alıntıda) gerekli koşulları sayarken niçin dünya devriminden bahsetmemiştir? Çünkü Lenin bir devrim için dünya savaşının zorunlu olduğu gibi saçma bir tezi asla savunmamıştır. Çayan bunu Leninist devrim teorisinin temeli olarak göstermek istemiştir. Çünkü, Çayan’ın teorisine göre üçüncü bunalım döneminde dünya savaşı artık imkansızdır. Dünya savaşı imkansız olduğuna göre, dünya savaşına dayana Leninist devrim teorisi artık geçersizdir. Çayan bir hayal dünyası yaratıyor, bu hayal dünyasından çıkardığı tezspitlerle, kendi oportünist tezlerine zemin hazırlamaya çalışıyor. Marks ve Lenin’e yönelik bu söylem Çayan’dan (ve Çayan’ın ‘proleter devrimcilerinden’) başka kimsenin iddia edemeyeceği bir saçmalıktır.
Ancak Lenin ve Stalin, dünya savaşının zorunlu olduğunu, ancak böyle bir savaşın burjuvazi için çözüm olmayacağını ve onu daha da zor durumda bırakacağını, yeni sosyalist devrimlerin önünün açılacağını söylemişlerdir. Bu ‘dünya savaşı olmadan devrim olmaz’ anlamına gelmez. Sadece dünya savaşının olası devrimlere yol açacağı anlamına gelir. Ama dünya savaşı olmadığı koşullarda da devrimler olasıdır ve olmuştur. Lenin’e atfedilen bu saçma görüş ve tespit olsa olsa saçmalıktır ve hiçbir maddi temeli yoktur.
4.7. Bolşevik partiye Trockist iftira
Çayan, 1905 devriminde Bolşevik Partinin perspektifini incelerken şöyle bir tespit yapıyor:
“3- Çarlık Rusya’sı gibi bir ülkede burjuva demokratik devrimin sosyalist devrime dönüştürülebilmesi için, iktidara geçmiş olan Avrupa proletaryasının yardımı şarttır.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 259)
Nasıl böyle bir tespit yapılabiliyor? Bu tespit Bolşevik partiye mal edilmeye çalışılıyor. Bir de durumu Trocki’den dinleyelim:
“Avrupa proletaryası tarafından doğrudan bir devlet yardımı olmadan, Rusya işçi sınıfı iktidarda kalamaz ve geçici egemenliğini kalıcı sosyalist bir diktatörlüğe dönüştüremez. Bundan bir an bile kuşku duyulamaz.” (Trocki, Devrimimiz)
Çayan, Lenin’i değil, sosyalizmin iflah olmaz bir düşmanı haline gelmiş Trocki’nin karşı devrimci teorilerini savunuyor. Çayan ile Trocki aynı şeyi yani ‘sosyalist devrim için iktidara gelmiş Avrupa proletaryasının yardımı şarttır’ tezini savunuyorlar.
Şimdi de Stalin’i dinleyelim:
“Bütün bunlardan sonra devrimci Rusya’nın, tutucu Avrupa karşısında tutunamayacağını söyleyen Trocki’nin beyanının ne anlamı olabilir?
Bunun tek anlamı olabilir; önce, Trocki, devrimimizin iç gücünü hissetmiyor: ikinci olarak, Trocki, Batı işçilerinin ve Doğu köylülerin devrimimize getirdiği manevi desteğin değer biçilmez önemini anlamıyor; üçüncü olarak, Trocki, bugün emperyalizmi kemiren iç hastalığı kavramıyor.” (Stalin, Leninizmin Sorunları, Sf. 114)
Stalin Çayan’ın yaptığı tespitin tersini söylüyor. Kim bilir belki de Stalin yalan söylüyordur. Belki de Lenin tek ülkede sosyalizmin, emperyalizmin ekonomik ve siyasi eşitsiz gelişmesinin sonucu olduğunu söylerken yalan söylüyordur. En doğrusu şudur: Çayan’ın Bolşevik partiye mal ettiği perspektif Trockizmin platformudur ve bunu Bolşevik partiye mal etmek saçmalıktır.
Bize söylenecek bir şey kalmıyor ama Çayan’ın Bolşevik partiye mal etmeye çalıştığı perspektif için Stalin şu soruyu soruyır:
“Trocki’nin teorisinin, sosyalizmin zaferinin tek bir ülkede, hem de geri kalmış bir ülkede, proletarya devriminin ‘Batı Avrupa’nın başka ülkelerinde’ daha önce gerçekleştirilmiş zaferi olmadan olanaksız olduğunu söyleyen menşevizmden ne farkı vardır.”
Ve Stalin cevap verir:
“Esasta hiç farkı yok.”
4.8. Bilincin dışarıdan verilmesi
Çayan, Leninizmin bilincin dışarıdan verilmesi ilkesini de yanlış anlar ve mantıksız bir sonuç çıkarır:
“Profesyonel devrimcilerin teşkil ettiği savaş örgütünün objektif olarak proletaryanın devrimci iradesini temsil etmesi esastır. Ve proletaryaya bilinç bu örgüt aracılığıyla dıştan iletilecektir.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 261)
Çayan, Mihri Belli ile polemiğinde sosyalist siyasal bilincin işçi sınıfına ‘dıştan mı’ yoksa ‘içten mi’ iletileceğini tartışıyor. Mihri Belli, Lenin’in siyasal bilincin dıştan verilmesini yalnızca Ne Yapmalı’da savunduğu ondan sonra bu terimi kullanmaktan vazgeçtiğini söylüyor. Çayan da işçi sınıfına bilincin aydınlar tarafından götürüleceğini savunarak Mihri Belli’ye karşı çıkıyor. Tartışma yanlış bir eksende (en azından eksik olarak) yürüyor ve hem Belli hem de Çayan yanlış görüşleri savunuyorlar.
Lenin, işçi sınıfına sosyalist siyasal bilincin dışarıdan verilmesi ilkesini açıklarken kastettiği, siyasal bilincin ekonomik mücadelenin dışından verilmesidir.
“Siyasal sınıf bilinci, işçilere, ancak dışarıdan verilebilir, yani ancak iktisadi savaşımın dışından, işçilerle işverenler arasındaki ilişki alanının dışından verilebilir. Bu bilgiyi elde etmenin olanaklı olduğu biricik alan, bütün sınıf ve katmanların devletle ve hükümetle ilişkisi alanı, bütün sınıflar arasındaki karşılıklı ilişkiler alanıdır.” (Lenin, Ne Yapmalı?, Sf. 90)
Ama ne Çayan ne de Belli sorunu bu yönüyle tartışıyor. Çayan bu ilkeden, bilincin silahlı propaganda yoluyla ‘dışarıdan’ verilmesi gerektiği sonucuna ulaşıyor. Böylece kendi tezlerine dayanak haline getirmeye çalışıyor. Elbette, işçi sınıfına siyasal bilinç, onunla doğrudan ilişki halindeki komünist partisi aracılığıyla (ancak asla silahlı propagandayla değil Leninist çalışma tarzıyla) verilir. Yoksa, işçi sınıfının medyadan izlediği silahlı propaganda grupları aracılığıyla ‘dışarıdan’ verilemez. Ama burada bilincin dıştan verilmesi ilkesinin özü, siyasal bilincin ekonomik savaşım alanının dışından, yani siyasal savaşım alanından verilmesidir. Çayan yine asıl noktayı gözden kaçırmaktadır, bilincin ‘dışarıdan’ verilmesi ilkesini de çarpıtarak silahlı propagandanın savunusu haline getirmeye çalışmaktadır. Çayan yine Leninizmin temel ilkelerine cepheden saldırmakta ve çarpıtmaktadır.
4.9. Kemalizmin yanlış tanımı
“Kemalizm, emperyalizmin işgali altındaki bir ülkenin devrimci-milliyetçilerinin bir milli kurtuluş bayrağıdır. Kemalizmin özü, emperyalizme karşı tavır alıştır. Kemalizmi bir burjuva ideolojisi, veya bütün küçük burjuvazinin ve yahut asker-sivil bütün aydın zümrenin ideolojisi saymak kesin olarak yanlıştır.
Kemalizm, küçük burjuvazinin en sol, en radikal kesiminin milliyetçilik tabanında anti-emperyalist bir tavır alışıdır. Bu yüzden, Kemalizm soldur, milli kurtuluşçuluktur. Kemalizm, devrimci-milliyetçilerin, emperyalizme karşı aldıkları radikal politik tutumdur.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 261)
Çayan, Kemalizmi, küçük burjuvazinin en sol kesiminin ideolojisi olarak tanımlıyor. Emperyalizmle işbirliği halinde olmayan ulusal burjuvazi, ülke topraklarında kendi egemenliği sağlamak ister. Bu yüzden emperyalizmle çelişki halindedir. Ama ulusal burjuvazinin emperyalizme karşı duruşu tutarlı değildir, yalpalamalarla doludur. Feodalizmle çelişki halinde olmasına rağmen onunla uzlaşmaya girebilir. Küçük burjuvazinin ise emperyalizme karşı duruşu yine tutarsız olmakla birlikte, ulusal burjuvaziye göre daha sağlamdır. Başını küçük köylülüğün çektiği küçük burjuvazi, hem emperyalizmle hem de ülke içindeki feodal mütegallibe ile çelişki halindedir. Bu yüzden küçük burjuvazinin önderlik ettiği, özellikle de küçük burjuvazinin sol kanadının önderlik ettiği bir devrimci hareket emperyalizmin ülkeden kovulmasıyla birlikte, feodaliteyi ortadan kaldırmayı, yani toprak reformunu da programına almalı, bir takım devrimci-demokratik önlemleri de savunmalıdır. Ama ülkemizdeki anti-emperyalist mücadele bu talepleri benimsememiştir. Kurtuluş savaşı sırasında ve sonrasında feodaliteyle uzlaşılmıştır. Kemalist önderlik, emperyalizme karşı tutarlı bir duruş sergilememiştir. Kurtuluş savaşından sonra küçük köylülük, şehir küçük burjuvazisi, işçi sınıfı ve emekçiler için ileri, halkçı reformlar hayata geçirilmemiştir. Yani kurtuluş savaşına önderlik eden Kemalist grup küçük burjuvazinin, hele hele onun sol kanadının değil, ulusal burjuvazinin temsilcisidir. Kurtuluş savaşından sonra feodal üstyapı kurumlarının bir kısmına karşı yapılan reformlar ulusal burjuvazinin, bir yandan feodal altyapıyı korurken diğer yandan feodal üstyapı kurumlarına karşı savaşan tutarsız kimliğini gösterir.
Kemalizm tutarlı bir anti-emperyalist tavır alış değildir. Çünkü ülke içindeki yabancı sermayeye karşı değildir, sadece başlangıçta onu sınırlamaktan yanadır. Milli kurtuluşçuluğu, ulusal burjuvazinin tutarsızlığını içinde taşır. Çayan’ın, Kemalizm’in küçük burjuvazinin en sol kesiminin politik tutumudur tespiti yanlıştır. Çünkü Kurtuluş savaşı sırasında ileri sürülen talepler, sonrasında hayata geçirilen uygulamalar Kemalist önderliğin küçük burjuvazinin değil, ulusal burjuvazinin temsilcisi olduğunu göstermektedir. Çayan yine aşırı öznel davranarak yanlış bir tespit yapmıştır.
4.10. Mustafa Kemal bağımsızlığa çok dikkat etmiş
Kemalizm ulusal burjuvazinin politik görüşüdür. Bir yandan feodal ağalarla uzlaşmaya diğer yandan da emperyalizmle uzlaşmaya dayanır. Ama bu uzlaşma, Kurtuluş savaşının devrimci mirası nedeniyle hemen hayata geçemez.
“İstiklali Tam Türkiye yolunun her alanda tam bağımsız olmaktan geçtiğinin bilincinde olan bu yönetimin lideri G. Mustafa Kemal, milli ekonomi konusunda çok hassas davranmıştır.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 321)
Tersine, Kemalist burjuvazi hiçbir zaman tam anlamıyla emperyalizme karşı olmamıştır. Emperyalizmin temsilcisi olan yabancı şirketlerin, ülke içindeki varlığına karşı çıkmamış, en ileri durumda onun sınırlandırılmasını savunmuştur. Mustafa Kemal 1923 İzmir İktisat Kongresinde yabancı şirketlere karşı olmadığını açıktan dile getirmiş ve yabancı şirketlerin ülkeye çekilmesini savunmuştur. Yabancı şirketlerin ‘karşılıklı yarar’ sağlayacağını ifade etmiştir. Çayan’ın bahsettiği ‘çok hassas politika’ da bu olsa gerek. Çayan yine muhataplarının kendi söylediklerini ve yaptıklarını dikkate almıyor. Mustafa Kemal yabancı sermayeye karşı olmadığını söylüyor, Çayan da tersini iddia ederek yabancı sermayeye karşı ‘çok hassas’ davranılmıştır diyor. Çayan yine açık bir gerçeği çarpıtıyor.
4.11. Küçük burjuvazinin diktatörlüğü
Çayan, Kemalist burjuvazinin egemenliğini, küçük burjuvazinin diktatörlüğü olarak görüyor. Ülkede, küçük burjuvazinin oligarşi ile nispi denge içerisinde iktidarda olduğunu düşünüyor. Çayan’a göre 1971’de ise oligarşi, devlet, ordu ve bürokrasi içindeki gücünü arttırmış, Kemalistleri iktidardan indirmiştir.
“Ancak bu dönemde her şeye rağmen, oligarşi ile küçük burjuvazi arasında bir nisbi denge süre gelmiştir. Yani, oligarşi devlete bu dönemde tam anlamı ile hakim değildir. Bu yüzden belli ölçülerde özellikle bürokrasi ve ordu içindeki devrimci-milliyetçiler etkinliklerini bu dönemde devam ettirebilmişlerdir. Fakat özellikle 1963’den sonra, yerli ve yabancı sermayenin ülkemizde giderek merkezileşip, yoğunlaşması ve meta üretiminin ta köylere kadar girmesi ile girmesi ile oligarşi kademe kademe gücünü arttırmış ve nihayet 1971’de küçük burjuvazinin sağ ve orta kanadını da kendi saflarına çekerek, ordu ve bürokrasi içindeki Kemalistlerin gücüne büyük bir darbe inidirmiştir.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 323)
Çayan, küçük burjuvazinin iktidarda şöyle veya böyle 1971 yılına kadar durduğunu söylüyor. Ulusal burjuvazinin temsilcisi olan Kemalist iktidar, Kurtuluş savaşından itibaren ülke içindeki özel sermayenin gelişimini ilk görev olarak önüne koydu. Kemalist burjuvazi gerek devlet kapitalizmi politikalarıyla gerek de doğrudan destekle iyice palazlandı. Palazlandıkça da onun en güçlü kesimi emperyalist tekellerle anlaşarak girerek işbirlikçi burjuvazi haline geldi. Özellikle Demokrat Partinin iktidarıyla birlikte yabancı sermayenin işbirlikçi burjuvazi aracılığıyla ülke içindeki iktidarı pekişti. Başlangıçta ulusal burjuvazinin diktatörlüğü ile, (tutarsız ve cılız da olsa) anti-emperyalist reformlar hayata geçirilirken, ulusal burjuvazinin diktatörlüğü giderek emperyalizmin ve işbirlikçi burjuvazinin diktatörlüğüne dönüşmeye başladı. Yabancı sermaye ülke içinde cirit atıyor ve ülke ABD emperyalizminin kuklası haline geliyordu. İşçi sınıfı ve emekçilerin hayat koşulları giderek kötüleşti, küçük burjuvazi yıkıma uğradı.
Çayan’ın ülkemiz için küçük burjuvazinin diktatörlüğü tespiti yanlıştır, ülkemizde kurtuluş savaşından sonra ulusal burjuvazinin diktatörlüğü ve sonrasında da giderek gelişen emperyalizm ve işbirlikçi burjuvazinin diktatörlüğü söz konusudur. Küçük burjuvazinin diktatörlüğünün varlığı, toprak reformunu, küçük köylülüğü koruyan önlemleri, ulusal ve işbirlikçi burjuvazinin baskı altına (yok edilmesini değil) alınmasını öngörür. Ama ülkemizde ulusal burjuvazi baskı altına alınmak bir yana özel politikalarla desteklenmiş, onun geliştirilmesi Mustafa Kemal başta olmak üzere Kemalist iktidar tarafından başlıca görev ilan edilmiştir. Yabancı sermayeye yönelik sınırlamalar da adım adım kaldırılmıştır. Kısacası, ülkemizde küçük burjuvazinin diktatörlüğü hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. Çayan yine yanlış bir tespit yapmıştır.
4.12. Ordunun devrimci geleneği
“Kökenini Osmanlı devletinin ve yirmibeş yıllık Cumhuriyet dönemi küçük-burjuva yönetiminden alan Türk ordusunun küçük burjuva devrimci geleneği artık son bulmuş, ordu doğrudan emperyalizmin ve oligarşinin sömürgeci politikasının aleti olmuştur.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 324)
Çayan, 12 Mart darbesiyle birlikte ülkedeki değişikliklerden bahsederken Türk ordusunun devrimci geleneğini darbeyle birlikte büyük ölçüde kaybettiğini söylüyor. Çayan, 1971 yılına kadar, Türk ordusunun devrimci geleneğini büyük ölçüde koruduğunu söylüyor. Oysaki burjuva diktatörlüğü koşullarında burjuvazinin çıkarlarının koruyucusudur.
Ordu, egemen sınıfların diğer sınıflar üzerindeki baskı araçlarından biridir. Kapitalizm öncesi toplumlarda feodal sınıfların, köleci sınıfların; kapitalist toplumda da burjuvazinin çıkarlarını koruyan, onun diktatörlüğünü güvence altına alan, halktan ayrı ve ona karşı olan silahlı örgütlenmedir. Çayan ise ordunun devrimci geleneğinden bahsediyor. Tıpkı Kemalistlerin ordunun devrimci geleneğinden bahsettikleri gibi. Oysaki sınıflı toplumlarda ordu egemen sınıfların hizmetindedir. Stalin bu konuda hayal kuranlara şöyle der:
“Şimdiye dek kapitalizm altında varolmuş tüm ordular, bileşimleri ne olursa olsun, sermayenin iktidarını sağlamlaştıran ordulardı ve ordulardır. Bunlar sermayenin egemenliğinin ordularıydı ve öyle kaldılar. Tüm ülkelerin burjuvaları, ordunun politik bakımdan tarafsız olduğunu iddia ettiklerinde yalan söylemektedirler. Bu doğru değildir. Burjuva devletlerde ordu politik haklardan yoksundur, politik arenadan uzak tutulur. Bu doğrudur. Ama bu asla onun politik bakımdan tarafsız olduğu anlamına gelmez. Tam tersine, her zaman ve her yerde, tüm kapitalist ülkelerde ordu, emekçileri ezmenin aracı olarak hizmet ederek, politik mücadelenin içine çekilmiştir ve çekilmektedir. Ordunun orada işçileri ezdiği, orada, efendilerinin kalesi olarak hizmet ettiği doğru değil midir acaba?” (Stalin, Eserler 11. cilt, Sf. 31)
Çayan, kapitalist düzeni korumakla yükümlü, işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki baskının aracı olan bir kurum olan ordunun devrimci geleneğinden bahsediyor. Çayan ordu içindeki bireylerle, bir kurum olarak orduyu birbirine karıştırıyor. Ordu içinde tek tek demokrat, hatta sosyalistler olabilir. Ama bu ordunun sınıfsal niteliğini değiştirmez. Ordunun sosyalist gelenekleri olduğu anlamına gelmez. Çayan bu ‘küçük’ farkı gözden kaçırıyor. Orduyu, egemen sınıfların ezilen sınıflar üzerindeki baskı aracı olarak değil, devrimci geleneklere sahip bu yüzden halkçı bir ordu olarak görüyor.
Her devrim, işçi sınıfı ve emekçilerin devrimci hareketi, ordu içindeki emekçi sınıftan insanlar içinde belli bir etki gösterir. Bu emekçi kökenden gelme askerler devrime katkılar sunabilir. Her devrim için ordu içindeki çalışma, askerlerin devrim saflarına kazanılması veya en azından tarafsızlaştırılması gerekir. Ama bu ordunun egemen sınıfların baskı aracı olma niteliğini değiştirmez. Çayan’ın Türk ordusu üzerine görüşleri milliyetçi oportünist bir görüştür.
4.13. Milliyet meselesi köylü meselesidir
“Emperyalizme karşı mücadele bir uluslaşma mücadelesidir. Ve ‘milliyet meselesi de aslında bir köylü meselesidir’ (Stalin). Bu nedenle saldırgan emperyalizme karşı verilen halk savaşı da bir köylü savaşıdır. Halk savaşının bir köylü savaşı olması gerçeği kırlardaki mücadeleyi ön plana çıkarmaktadır.” (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 129)
Çayan Stalin’den yaptığı alıntıyı çarpıtarak kullanıyor. Ulusal savaşlar sınıfsal olarak burjuva demokratik savaşlardır. Bu sebeple anti-emperyalist, ulusalcı-bağımsızlıkçı devrimler burjuva devrimlerdir. Buradan ulusal savaşın, sadece burjuvazinin sorunu olduğu gibi bir sonucu çıkarılamaz. Ulusun çoğunluğunu köylülerin oluşturması da ulusal sorunun sadece köylülüğün sorunu olduğu anlamına gelmez.
Demokrasi ve bağımsızlık işçi sınıfının görevidir. Çünkü proletarya tek tutarlı demokrat sınıftır. “Proletarya, demokrasi uğruna, her açıdan tutarlı bir devrimci savaşım yürütmeden, burjuvaziyi yenmeye hazır bir duruma gelemez.” (Lenin) Bu yüzden ulusal sorunun çözümünde, emperyalizme karşı savaşta önder sınıf proletaryadır. Emperyalizme karşı savaşa proletarya önderlik edecektir. Proletaryanın müttefikleri köylülük, şehir küçük burjuvazisi, emekçi sınıflar ve hatta ulusal burjuvazidir.
Çayan bir alıntıdan en çıkarılmayacak sonucu çıkartıyor. Özgül koşullar için söylenmiş bir cümleyi genelleştiriyor ve tüm ulusal hareketler için geçerliymiş gibi gösteriyor. Parçayı bütünden, özgülü genelden koparıyor. Bütün ulusal hareketler, toprak sorunu üzerinden şekillenen köylü hareketleriymiş gibi saçma bir sonuç çıkarıyor. Oysaki Stalin bütün ulusal hareketlerin toprak sorunu üzerinden ortaya çıkmadığını şöyle belirtir:
“Ulusal hareketin içeriği, elbette her yerde aynı olamaz. Bu içerik, hareket tarafından formüllendirilen çeşitli istemlere bağlıdır. İrlanda’da hareket, tarımsal bir niteliğe; Bohemya’da, bir ‘dil’ sorunu niteliğine bürünür; şurada, yurttaş eşitliği ve din özgürlüğü; burada, ‘kendi’ memurları ya da kendi diyeti istenir. Çeşitli istemler, çoğu kez, genel olarak ulusu nitelendiren çeşitli belirtileri (dil, toprak vb.) gösterir gibi olurlar.” (Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun, Sf. 23)
Stalin sorunu böyle ortaya koyar. Yani ulusal savaşlar, toprak sorunu üzerinden şekillenebileceği gibi, dil sorunu, kültür ve din sorunu, bağımsızlık sorunu üzerinden de şekillenebilir. Şunu da ortaya koymak lazım: Ulusal savaş sınıfsal olarak burjuva bir savaştır; asla köylü savaşı değildir.
“Özünde ulusal savaşım, her zaman burjuva nitelikte, yalnızca burjuvazi için yararlı ve istenir olarak kalır”. (Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, Sol Yayınları, Sf. 24)
Ulusal savaşı sınıfsal olarak köylü savaşı olarak gören Çayan yanılmaktadır. Ancak biçim olarak Stalin’in belirttiği gibi farklı biçimler (toprak, dil, kültür, bağımsızlık) alabilir. Ulusal savaşın köylü savaşı biçimini alması da zorunlu değildir.
“Köylülere gelince, onların ulusal harekete katılmaları, her şeyden önce baskının niteliğine bağlıdır. Eğer baskı, İrlanda’da olduğu gibi, ‘toprak’ çıkarlarına zarar veriyorsa, büyük köylü yığınları hemen ulusal hareket bayrağı altında yer alırlar.” (Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, Sol Yayınları, Sf. 23)
Stalin ulusal hareketlerin ortaya çıkışına değinirken şöyle der:
“Pazar- işte genç burjuvazi için ana sorun. Genç burjuvazinin ereği, metasını pazara sürmek ve bir başka milliyetin burjuvazisi ile rekabetten zafer kazanmış olarak çıkmaktır. Kendi ‘öz’, ‘ulusal’ pazarının sağlama bağlama isteğinin nedeni budur. Pazar, burjuvazinin milliyetçiliği öğrendiği ilkokuldur.” (Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, Sol Yayınları, Sf. 22)
Çayan ulusal savaşlar köylü savaşıdır derken yanılıyor. Ulusal savaşlar, kapitalizmin sınırları içerisinde, emperyalizme karşı verilen burjuva-demokratik savaşlardır. Bu savaşıma köylülüğün katılması, ulusal savaşı sınıfsal olarak köylü savaşı yapmaz. Savaşa sadece köylülük değil, emperyalizmin sömürüsüne ve baskısına maruz kalan bütün sınıf ve tabakalar katılır. Elbette bu savaşın gerçek anlamda başarıya ulaşabilmesi için proletaryanın önderliği şarttır. Proletarya her türlü sömürüye karşı çıktığı gibi ulusal baskıya karşı da savaşır:
Ama bundan, proletaryanın, milliyetlerin ezilmesi siyasetine karşı savaşmaması gerektiği sonucu çıkmaz.” (Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, Sol Yayınları, Sf. 24)
Çayan yanlış bir tahlil yapıyor. Biçimle özü karıştırıyor. Ulusal savaşa köylülerin sayısal olarak fazla katılmasından dolayı, görünüşe aldanarak, ulusal savaşlar köylü savaşıdır sonucuna ulaşıyor. Oysaki ulusal savaşlar burjuva demokratik nitelikli savaşlardır ve proletaryanın fiili (örgütsel, politik, ideolojik) önderliğinde gerçekleştirilirse başarı kazanma şansı artar.
5. Sonuç; Marksizm-Leninizm Günümüzün Eylem Kılavuzudur
Çayan sözde Leninizmi inkar etmez. Onun geliştirilmiş (III. Bunalım dönemi koşullarına ‘uydurulmuş’) halini savunduğunu söyler, ama gerçekte onu baştan sona çarpıtır. Leninizmi kendince ikiye ayırır:
‘yaşanılan dönemde eskimiş olan tezler’ ve ‘her şart altında geçerli tezler’dir. (Çayan, Teorik Yazılar, Sf. 282)
Stalin ise Leninizmi ikiye ayırmak bir yana onu emperyalizm çağının Marksizmi olarak görür.
‘Leninizm emperyalizm çağının Marksizmidir.’ (Stalin)
Ama Çayan’a göre bu doğru değildir. Ona göre Leninizmin doğru olduğu gibi yanlış yanları da vardır. Yani Marksizm’in, emperyalizm çağının Marksizm’inin yanlışı değil bir çok yanlışları vardır Çayan’a göre. Bunları düzeltecek olan da daha kendilerinin Marksist olmadıklarını söyleyen, revizyonist SSCB’nin kendi gelişimlerine büyük ‘katkılar’ sağladığını söyleyenlerdir. Elbette Çayan, revizyonizmini açıktan bu sözlerle ifade edemiyor. Ama söylediklerinin mantıksal sonucu budur.
Emperyalizm varolduğu sürece Leninizm geçerlidir. Çünkü Leninizm yalnızca Rus devriminde uygulanan taktikler ve kullanılan sloganlardan ibaret değildir. Leninizm tüm dünya proleter devriminin ve sosyalizmin inşasının bilimidir. Leninizmde hiçbir zaman mücadele biçimleri, sloganlar, örgüt biçimleri mutlak olmamıştır. Leninizm emperyalizm döneminin tahliline dayanır. Onu tahlil eder, yorumlar, genelleştirir ve sonuçlar çıkarır. İşte bu sonuçlar Leninist partinin temel dayanaklarıdır. Leninist parti, emperyalizmin tahlili üzerinden çıkan sonuçları kendine esas alır. Stratejisini, taktik platformunu ve buradan da mücadele, örgütlenme ve çalışma biçimini belirler.
Çayan Leninizmi anlamamıştır. Onu bir bilim, proleter devriminin bilimi olarak değil bir ilkeler yığını olarak görmektedir. Bu ilkelerden bir kısmı doğrudur, bir kısmı da artık geçersizdir.
Çayan yanılıyor. Çayan bilimsellikten Marksizm-Leninizmden o kadar uzaktır ki bir düşünme yöntemi ve felsefe olan Marksizm-Leninizmi ayıklamaya kalkıyor. Onun temel tezlerini inkar ediyor: İşçi sınıfının devrimde fiili önderliği, devrimci bunalım dönemi, emperyalizmin işleyişi ve sonuçları, strateji ve taktik bilimi, devlet teorisi daha bir çok konuda Leninizmin temel tezleri, onun iskeleti atılıyor. Çayan bunu yaparken kendince haklı bir gerekçe de buluyor. Diyor ki: Artık emperyalizmin III. Bunalım dönemidir. Yani emperyalizm değişmiştir. Bu yüzden Leninizmin tezlerinin bir kısmı geçersizleşmiştir.
Yeni değil. Oportünistler on yıllardır, çağın değiştiğini bu yüzden Leninizmin modasının geçtiğini söylüyorlar. Ama ya kendilerini kandırıyorlar ya da halkı Leninizmden uzaklaştırmak istiyorlar.
Bütün bu tezleri yukarıda inceledik. Emperyalizmin III. Bunalım dönemine ait Çayan’ın yeni tespitlerinin tamamı yanlıştır. Çayan kendi oportünist tezlerini ve mücadele anlayışına bu yanlış tezlerden çıkarıyor. Çayan’ın savunduğu mücadele platformu ve politik çizgisi emperyalizme ve kapitalizme karşı bir tepkidir. Ama bilimsel bir tepki değil, proletaryanın sosyalist tepkisi değil, küçük burjuvazinin, radikal ama oportünist tepkisidir. Küçük burjuvazinin radikal, ‘sol’ tepkisini Lenin şöyle tanımlar:
“Bolşevizmin, anarşizme benzer yanları bulunan ve ondan birşeyler alan ve tutarlı bir proleter sınıf savaşımının koşullarını ve gereklerini ölçüp biçmeyen şu küçük burjuva devrimciliğine karşı uzun yıllar süren bir savaşım içinde biçimlendiği ve güçlendiği olgusu yurtdışında henüz yeteri kadar bilinmemektedir. (…) Kapitalizmin dehşeti karşısında öfkeye kapılan küçük-burjuva, bütün burjuva ülkelere özgü anarşizm gibi, toplumsal bir fenomendir. Bu çeşit devrimciliğin karasızlığı, kısırlığı, çabucak boyun eğişe, kayıtsızlığa, kuruntuya ve giderek bir burjuva hevesinden ötekine çılgınca sevdalanmaya dönme eğilimi – bütün bunlar herkesçe bilinir.”
Küçük burjuvazi, içinde yaşadığı toplumsal koşulların getirdiği felaketler karşısında derin öfke duyar. Anarşizm ve küçük burjuva devrimciliği bu tepkinin ifadesidir. Küçük burjuva devrimciliği, nesnel koşulları dikkate almayarak, terörist eylem biçimlerini benimseyerek anarşizme özgü özellikleri taşır. Lenin, küçük burjuva devrimciliğinin özelliklerinden bahsederken şöyle söyler:
“Bolşevizm, bütün partiler içinde küçük burjuva eğilimleri en çok temsil eden partiye karşı, yani ‘sosyalist-devrimci’ partiye karşı, belli başlı üç noktadan savaşmaya başladı ve sürdürdü. İlkin, bu parti, Marksizmi yadsıyarak herhangi bir siyasal eyleme girişmeden önce, sınıf güçlerini ve bu güçler arasındaki ilişkiyi hesaba katmanın gereğini anlamamakta direniyordu (belki de daha doğrusu anlayamıyordu). İkincisi bu parti, bireysel terörizmi, suikastları doğru bir eylem olarak tanımayı, kendi ‘devrimci’ ruhunun yada ‘solculuğunun’ özel bir belirtisi sayıyordu; ki bunu, biz Marksistler, kesin olarak reddederiz.”
Çayan’ın eylem biçimi ve politik çizgisi tam da bu tarife denk düşüyor.
Bugün, Çayan’ın tezlerini, az veya çok taşıyan, küçük burjuva devrimciliğinin hatalarını değişik biçimlerde devam ettiren bütün siyasi hareketler, sınıf hareketi ve halk hareketini geliştirebilecek olanaklar yerine ‘sol’ slogan ve halktan uzak eylem biçimlerini, yığınların devrimci hareketi yerine bireysel terörizmi, işçi sınıfı yerine küçük burjuvazinin sol kesimini temel alıyorlar. Böylece devrimci sınıf hareketinin gelişme olanaklarını baltalayan bir rol oynuyorlar.
Sosyalist sınıf hareketi hem sağ sapmayı, hem de ‘sol’ sapmayı yenerek ilerleyecektir. Leninizm başarı için, sosyalist devrim için olmazsa olmazdır. Çünkü proleter devrim ve sosyalist inşa, toplumsal hayatın tüm kargaşasını, zorluk ve çelişkilerini içinde taşır. Bu zorlukları ancak ve ancak proletaryaya adanmış, ona milyonlarca bağla bağlanmış, Marksizm-Leninizmi tam anlamıyla benimsemiş bir parti aşabilir. İşte bu parti ‘sol’ sapmaya, küçük burjuva devrimciliğine ve sağ sapmaya karşı amansızca savaşım içerisinde sosyalizm yolunda ilerleyecektir. Proletarya bunu başarmıştır ve tekrar başaracaktır…
Eleştiri, Öneri ve Değerlendirmelerin için, okul@gencliginsesi.net
Bu Site Bir GencliginSesi.Net Projesidir