Viladimir İliç Lenin
ÖNSÖZ
Karl Marks üzerine, şimdi ayrı bir basım olarak çıkan bu makale, (anımsayabildiğim kadarıyla) 1913 yılında, Granat Encyclopaedia için yazılmıştır. Marks üzerine, çoğu yabancı olan oldukça ayrıntılı bir yazım bibliyografyası makalenin sonuna eklenmiştir. Encyclopaedia'nın yayımcıları, kendi yönlerinden, sansür nedeniyle Marks üzerine makalenin sonunu, yani devrimci taktiklerle ilgili bölümünü çıkardılar. Ne yazik ki, bu son bölümü yeniden koyamıyorum, çünkü müsveddeler, Krokav ya da İsviçre'deki kağıtlarım arasında kaldı. Yalnızca makalenin sonuç bölümünde, öteki şeyler arasında, Marks'ın 16 Nisan 1856 tarihinde, Engels'e yazmış olduğu mektuptan bir pasaj aldığımı anımsıyorum: Şöyle diyordu: "Almanya'da her şey, proletarya devriminin Köylü Savaşının ikinci bir edisyonuyla desteklenmesi olanağına bağlı olacaktır. İşte o zaman her şey mükemmel olacaktır." İşte bizim, şimdi boğazına kadar sosyalizme ihanete [sayfa 9] batmış bir burjuvanın kucağına düşmüş menşeviklerin 1905'ten beri anlamakta güçlük çektikleri budur.[sayfa 10]
Moskova, 14 Mayıs 1918
N. LENİN
[KARL MARKS]
MARKS, Karl, (yeni takvime göre) 5 Mayıs 1818'de Trier kentinde (Prusya Renanyası) doğmuştur. Babası, 1824 yılında .protestanlığı kabul etmiş bir Yahudi avukattır. Ailesi zengin ve kültürlü idi, ama devrimci değildi. Trier'deki gimnazyumdan mezun olduktan sonra Marks, önce Bonn'da üniversiteye girdi, daha sonra Berlin Üniversitesine geçerek, hukuk öğrenimi gördü, tarih ve felsefeye daha çok ağırlık verdi. Üniversite öğrenimini, Epiküros felsefesi üstüne bir doktora tezi sunarak 1841 yılında tamamladı.
Bu dönemde Marks, kendi görüşleri yönünden hegelci bir idealist idi. Berlin'deyken Hegel felsefesinden tanrıtanımaz ve devrimci sonuçlar çıkarma çabasında olan (aralarında Bruno Bauer'in de bulunduğu) "sol-hegelciler" çevresine katılmıştı.
Öğrenimini tamamladıktan sonra Marks, profesör olmak umuduyla Bonn'a geçti. Ne var ki, 1832 yılında Ludwig [sayfa 11] Feuerbach'ı kürsüsünden uzaklaştıran, 1836'da üniversiteye dönmesine izin vermeyen, ve 1841'de genç profesör Bruno Bauer'in Bonn'da ders vermesini yasaklayan hükümetin gerici politikası, Marks'ın akademik kariyer yapma düşüncesini terketmesine yolaçtı. Bu sıralarda, Almanya'da sol-hegelci görüşler hızla yayılıyordu. Ludwig Feuerbach özellikle 1816'dan sonra, tanrıbilimi eleştirmeye, 1841'de kendi felsefesinde egemen duruma geçen materyalizme dönmeye başladı. (Hıristiyanlığın Özü). 1843 yılı onun Geleceğin Felsefesinin İlkeleri adlı yapıtının yayınlandığı yıl oldu. Engels, daha sonraları Feuerbach'ın bu yapıtları için, bu kitapların "kurtarıcı etkisini bir kimsenin bizzat tatması gerek" diye yazıyordu. "Biz (yani Marks dahil, sol-hegelciler) hepimiz, birden bire foyebahçı olduk." Bu sırada, sol-hegelciler ile ilişkisi bulunan Renanya'daki bir kısım radikal burjuvalar, Köln'de Rheinische Zeitung (ilk sayısı 1 Ocak 1842'de yayınlandı) adıyla bir muhalefet gazetesi kurdular. Marks ve Bruno Bauer, başyazarlar olarak çağrıldılar ve 1842 Ekiminde, Marks, başyazar oldu ve Bonn'dan Köln'e gitti. Marks'ın yönetimi altında, gazetenin devrimci-demokratik eğilimi giderek ağırlık kazandı ve gazete üzerinde hükümet ikili ve üçlü sansür koydu ve daha sonra da 1 Ocak 1843'te yayınını durdurma kararı aldı. Marks, bu tarihten önce, yöneticilikten çekilmek zorunda kaldı, ama onun çekilmesi de gazeteyi kurtarmadı, Mart 1843'te gazete kapandı. Marks'ın Rheinische Zeitung'a yazdığı aşağıda belirtilen (Bibliyografya'ya bakınız) başlıca makalelerden başka, Engels Moselle vadisindeki [1] bağcı köylülerin durumları üzerine yazılmış bir makaleyi kaydetmektedir. Marks'ın gazetecilik çalışmaları ona, ekonomi politiği yeterince bilmediğini gösterdi ve tutkuyla bu konuyu incelemeye girdi.
1843'te, Marks, daha öğrenci iken nişanlanmış olduğu, çocukluk arkadaşı Jenny von Westphalen ile, Kreuznach'ta evlendi. Karısı, Prusya soyluluğunun gerici bir ailesinden gelmekteydi; karısının ağabeyi, en gerici bir dönemin 1850-58 [sayfa 12] Prusya içişleri bakanlığını yapmıştı. 1843 sonbaharında, Marks, Arnold Ruge ile birlikte (Arnold Ruge, 1802-1880 sol-hegelci; 1825-30'da hapis; 1848'den sonra siyasal sürgün; 1866-70'ten sonra da bismarkçı), yurt dışında radikal bir dergi çıkarmak üzere, Paris'e gitti. Bu derginin, yani Deutsch-Französische Jahrbücher'in yalnızca bir sayısı yayınlandı; Almanya'da gizlice dağıtılma güçlüğü ve Ruge ile anlaşmazlık yüzünden yayın kesildi. Marks'ın bu dergideki yazıları onun daha o zamandan "var olan her şeyin amansız eleştirisini" ve özellikle "silahla eleştiriyi"[2] savunan ve yığınlara ve proletaryaya çağrıda bulunan bir devrimci olduğunu göstermektedir.
Eylül 1844'te, Friedrich Engels, birkaç günlüğüne Paris'e geldi ve bu tarihten sonra Marks'ın en yakın arkadaşı oldu. Her ikisi de, o dönemin Paris'teki devrimci grupların kaynaşma içindeki yaşantısında en etkin yerlerini aldılar, (o zamanlar Proudhon'un öğretisi özel bir önem taşıyordu. Marks, 1847de yayınladığı Felsefenin Sefaleti adlı yapıtı ile bu öğretiyi paramparça etti); küçük-burjuva sosyalizminin değişik öğretilerine karşı zorlu bir savaşım vererek, devrimci proleter sosyalizmi ya da komünizmin (marksizmin) teorisini ve taktiklerini geliştirdiler. Marks'ın bu 1844-48 dönemine ilişkin çalışmaları için Bibliyografya'ya bakınız. Prusya hükümetinin ısrarlı isteği üzerine Marks, tehlikeli bir devrimci olarak, 1845 tarihinde, Paris'ten sürüldü. Brüksel'e gitti. 1847 ilkyazında Marks ve Engels, Komünist Birlik[2*] adlı gizli propaganda derneğine katıldılar; Birliğin İkinci Kongresinde (Londra, Kasım 1847) önemli rol oynadılar ve kongrenin isteği üzerine, 1848 Şubatında yayınlanan ünlü Komünist Manifesto'yu kaleme aldılar. Bu yapıt, duru ve parlak bir deha ile yeni bir dünya anlayışını, toplumsal yaşamı da kucaklayan tutarlı bir materyalizmi; en geniş ve en derin gelişim öğretisi olarak diyalektiği; sınıf savaşımının kuramını ve proletaryanın yeni, komünist toplumun yaratıcısının dünya tarihindeki devrimci rolünü açıklar. [sayfa 13]
1848 Şubat Devriminin[3*] patlak vermesi üzerine Marks Belçika'dan sürüldü. Paris'e döndü, Mart Devriminden[4*] sonra buradan da ayrılarak, Almanya'ya, Köln'e geçti ve burada 1 Haziran 1848'den 19 Mayıs 1849'a kadar yayınlanan Neue Rheinische Zeitung'un başyazarlığını yaptı. Yeni teori, 1848-49 devrimci olayları sırasında ve daha sonra da dünyanın bütün ülkelerindeki tüm proleter ve demokratik hareketler tarafından parlak bir biçimde doğrulandı. Karşı-devrimcilerin başarısı, Marks hakkında önce adli kovuşturma açılmasına (9 Şubat 1849'da beraat etti) ve sonra da Almanya'dan sürülmesine (16 Mayıs 1849) yolaçtı. Marks, ilkönce Paris'e gitti, 13 Haziran 1849 [5*] gösterisinden sonra yeniden sürüldü ve bunun üzerine, ömrünün sonuna kadar yaşadığı Londra'ya gitti.
Marks ile Engels arasındaki mektuplaşmalardan da (bunlar 1913'te yayınlandı) açıkça anlaşılacağı gibi siyasal bir sürgün olarak son derece sıkıntılı bir yaşam içindeydi. Yoksulluk, Marks ve ailesinin sırtına çökmüştü; Engels'in kesintisiz ve özverili mali yardımı olmasa idi, Marks, sadece Kapital'i tamamlayamamakla kalmayacak, aynı zamanda yoksulluk altında ezilip gitmesi kaçınılmaz olacaktı. Üstelik, küçük-burjuva sosyalizmin ve genel olarak proleter olmayan sosyalizmin yaygınlık kazanmış olan öğreti ve eğilimleri, Marks'ı, sürekli ve amansız bir savaşıma zorluyor ve kimi zaman da onu en kudurgan ve en müthiş kişisel saldırılara karşı koymak zorunda bırakıyordu (Herr Vogt).[6*] Siyasal sürgün çevrelerinden uzak duran Marks, esas olarak ekonomi politiğin incelenmesine kendini vererek, birkaç tarihsel çalışmasında (Bibliyografya'ya bakınız) materyalist teorisini geliştirdi. Marks, bu bilimi (ilerdeki "Marksist Öğreti" ye bakınız), Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı (1859) ve Kapital (Birinci Cilt, 1867)'de devrimcileştirdi.
Ellilerin sonları ve altmışlarda, demokratik hareketlerin yeniden canlılık kazanması, Marks'ı pratik eyleme itti. 1864 (Eylül 28)'te, Uluslararası İşçi Birliği ünlü Birinci Enternasyonal Londra'da kuruldu. Marks, bu örgütün kalbi ve ruhu idi, örgütün ilk Çağrı'sının,[7*] bir dizi kararın, bildiri ve tebliğin yazarı idi. Çeşitli ülkelerin işçi hareketlerinin birleştirilmesinde, [sayfa 14] proleter olmayan, marksizm-öncesi sosyalizmin farklı biçimlerinin (Mazzini, Proudhon, Bakunin, İngiltere'deki liberal-sendikacılık, Almanya'daki lasalcıların sağa kaymaları) ortak harekete yöneltilmesi çabalarında ve bütün bu mezhep ve akımların teorileriyle savaşta, Marks, değişik ülkelerin işçi sınıflarının proleter savaşımı için ortak bir taktik oluşturdu. Paris Komününün düşüşünden (1871) Marks, bunun son derece derin, sade, parlak, etkin ve devrimci bir değerlendirmesini (Fransa'da İç Savaş, 1971) yapmıştır ve bakunincilerin Enternasyonalin bölünmesine yolaçmalarından sonra, örgütün Avrupa'da varlığını sürdürmesi olanağı kalmamıştı. Entemasyonalin Lahey Kongresinden (1872) sonra, Marks, Enternasyonalin Genel Konseyinin New-York'a taşınmasını sağladı. Birinci Enternasyonal, tarihsel görevini yerine getirmişti ve yerini bütün dünya ülkelerindeki işçi hareketlerinin büyük boyutlarda geliştiği bir döneme bırakıyordu. Bu dönemde ayrı ayrı ulusal devletlerde işçi sınıfının sosyalist yığın partileri kuruluyor ve hareketin kapsamı genişliyordu.
Enternasyonal içindeki yoğun çabası ve bundan da daha yoğun olan teorik çalışmaları, Marks'ın sağlığını bozmuştu. Ekonomi politiği yeniden biçimlendirme ve Kapital'in tamamlanması işini sürdürdü, bunun için bir yığın yeni malzeme topladı ve birkaç dil üzerinde (örneğin Rusça) çalıştı. Ne var ki, sağlığının bozulması Kapital'i tamamlamasını önledi
2 Aralık 1881'de karısı öldü ve 14 Mart 1883'te Marks, koltuğunda otururken sessiz sedasız göçtü. Eşi ile birlikte, Londra'da Highgate mezarlığında yatmaktadır. Marks'ın çocuklarından birkaçı, aile Londra'da sefalet içinde yaşadığı sırada, çocukken öldüler. Üç kızı, İngiliz ve Fransız sosyalistleri ile evlendiler: Eleanor Aveling, Laura Lafargue ve Jeny Longuet. Sonuncusunun oğlu, Fransız Sosyalist Partisinin üyesidir.
MARKSİST ÖĞRETİ
Marksizm, Marks'ın görüş ve öğretilerinin sistemidir. Marks, insanlığın en ileri üç ülkesince temsil edilen, 19. Yüzyılın [sayfa 15] üç temel ideolojik akımını sürdüren ve tamamlayan bir deha idi: klâsik Alman felsefesi, klâsik İngiliz ekonomi politiği ve genel olarak Fransız devrimci öğretileriyle birleşmiş olan Fransız sosyalizmi. Dünyanın bütün uygar ülkelerinin işçi sınıfı hareketinin teorisi ve programı olarak modern materyalizmi ve modern bilimsel sosyalizmi oluşturan ve karşıtları tarafından da teslim edilen görüşlerinin dikkat çekici tutarlılığı ve bütünlüğü, marksizmin esas içeriğinin, yani Marks'ın ekonomik öğretisinin bir açıklamasını yapmadan önce, genel olarak onun dünya görüşünün kısa bir özetini vermeye bizi zorlamaktadır.
Felsefi Materyalizm
Görüşlerinin biçimlendiği, 1844-45 yıllarından başlayarak, Marks, bir materyalistti ve özellikle, daha sonraları materyalizminin tek zayıf noktasının yeterince tutarlı ve kapsamlı olmadığını gördüğü, Ludwig Feurbach'ın bir izleyicisi oldu. Marks'a göre, Feuerbach'ın, tarihi ve "çığır açan" özelliği, Hegel'in idealizminden kesenkes kopması ve "18. yüzyılda, özellikle Fransız materyelizmi yalnızca varolan siyasal kurumlara ve ... din ve tanrıbilime karşı değil ... aynı zamanda metafiziğin her türüne de karşı" ("aklı başında felsefe"den ayrı olarak "kendinden geçmiş spekülasyonlar" anlamında) bir materyalizmi benimsemiş olmasında yatar. (Literarischer Nachlass'taki Kutsal Aile.)
"Hegel için" diye yazıyordu Marks, "insan beyninin yaşam-süreci, yani düşünme süreci Hegel bunu "Fikir" ("Idea") adı altında bağımsız bir özneye dönüştürür gerçek dünyanın yaratıcısı ve mimarı olup, gerçek dünya, yalnızca "Fikir"in dışsal ve görüngüsel biçimidir. Benim için ise, tersine, fikir, maddi dünyanın insan aklında yansımasından ve düşünce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir." (Kapital, Birinci Cilt "[Almanca] İkinci Baskıya Sonsöz".)[3]
Marks'ın bu materyalist felsefesiyle tümüyle uyuşan ve onu yorumlayan Friedrich Engels,(müsveddeleri Marks tarafından okunan) Anti-Dühring'de [sayfa 16] şöyle yazıyor:
"Dünyanın birliği varlığına dayanmaz. ... Dünyanın gerçek birliği maddiliğine dayanır, ve bu,... felsefenin ve doğabilimin uzun ve zahmetli bir açındırmasıyla tanıtlanır."[4]
"Hareket, maddenin varoluş biçimidir. Hiç bir zaman, hiç bir yerde hareketsiz madde ne olmuştur, ne de olabilir."[5]
"Ama eğer ... düşünce ile bilincin ne oldukları ve nereden geldikleri sorulursa, bunların, insan beyninin ürünü oldukları ve insanın da doğanın çevresi içinde ve çevresi ile birlikte gelişen bir ürününden başka bir şey olmadığı görülür; bundan da doğal olarak, son tahlilde, doğa ürünleri olan insan beyni ürünlerinin, doğanın bütünü ile çelişki durumunda değil, uygunluk durumunda bulundukları sonucu çıkar."[6]
"Hegel idealistti, yani kafasındaki fikirleri, gerçek şeylerin ve süreçlerin azçok soyut yansıları [Abbilder, yansılar; Engels bazan "izlenimler" de demektedir] olarak görecek yerde, tam tersine, nesneler ile, nesnelerin gelişmesini, dünya varolmadan önce bilinmeyen bir yerde varolan "Fikir"in basit kopyaları olarak görüyordu"[7]
Ludwig Feuerbach'ta Engels ki bu kitabında Feuerbach'ın felsefesi üzerine kendisinin ve Marks'ın görüşlerini açıklamaktadır ve 1844-45'te Hegel, Feuerbach ve tarihin materyalist anlayışı üzerine Marks'la birlikte yazılmış olan eski müsveddeler Engels tarafından yeniden okunduktan sonra basılmaya gönderilmiştir şöyle yazar:
"Her felsefenin, özellikle modern felsefenin büyük temel sorunu, düşünce ile varlığın bağıntısı ... düşüncenin varlığa, tinin doğaya ilişkisi, ... tinin mi, yoksa doğanın mı, hangisinin en ilk öğe oldukları sorunudur. ... Bu soruyu yanıtlayışlarına göre filozoflar iki büyük kampa ayrılıyorlardı. Tinin doğaya oranla önce gelme özelliğini ileri sürenler, idealizm kampını oluşturuyorlardı. Ötekiler, doğayı ilk öğe sayanlar ise materyalizmin değişik okullarında yer alıyorlardı."[8]
(Felsefi) idealizm ve materyalizm [sayfa 17] kavramlarının öteki kullanım biçimleri, ancak karışıklığa yolaçar. Marks, yalnızca şu ya da bu yolla hep din ile bağıntılı olan idealizmi değil, aynı zamanda da özellikle günümüzde yaygın olan Hume ve Kant'ın görüşlerini, bilinemezciliği, eleştiriciliği ve olguculuğun değişik biçimlerini de kararlı bir biçimde reddetti; bu felsefeyi, idealizme verilmiş "gerici" bir ödün ve en iyimser anlamda "materyalizmi açıktan açığa geri çevirirken, gizlice, utangaç bir biçimde kabul etme"[9] olarak niteliyordu. Bu sorun ile ilgili olarak, yukarda belirtilmiş bulunan Engels ve Marks'ın yapıtlarından başka, Marks'ın Engels'e 12 Aralık 1868'de yazdığı mektuba bakınız. Bu mektupta Marks, doğacı Thomas Huxley'in alışılagelenden "daha materyalist" olan görüşüne ve onun "gerçekten gözlemlediğimiz ve düşündüğümüz sürece, materyalizmden uzaklaşmamız olanak dışıdır" sözlerine değinerek, Huxley'i bilinemezciliğe ve hümcülüğe "açık kapı" bıraktığı için, kınamaktadır. Marks'ın özgürlük ve zorunluluk arasındaki ilişki üzerindeki görüşünü belirtmek de özel bir önem taşır. "Özgürlük, zorunluluğun kavranmasıdır. 'Zorunluluk, ancak kavranılmadığı ölçüde kördür'." (Engels, Anti-Dühring[10].) Bu, doğadaki nesnel yasaların kuralını ve zorunluluğun özgürlüğe diyalektik dönüşmesini tanımak anlamına gelir (tıpkı bilinmeyen, ama bilinebilenin "kendindeşey"in "bizim için şey"e, "şeylerin özü"nün "görüngü"ye dönüşmesi yolunda olduğu gibi). Marks ve Engels'e göre, Feuerbach'ınki dahil, "eski" materyalizmin (hele Büchner, Vogt ve Moleshcott'un "kaba" materyalizmi) şu eksiklikleri vardı:
1) bu materyalizmin "mekanik yanı ağır basmakta" idi, kimya ve biyolojide sağlanan en son gelişmeleri hesaba katmıyordu (bugün, maddenin elektrik teorisini de katmak zorunluluğu vardır);
2) eski materyalizm ne tarihsel idi, ne de diyalektik (anti-diyalektik anlamda metafizikti), ve evrim anlayışına sistematik ve genelleşmiş bir biçimde bağlı değildi;
3) eski materyalizm, "insan özü"nü, (somut olarak ve tarihsel olarak saptanmış), "bütün toplumsal ilişkilerin karışımı" olarak değil de, soyut olarak [sayfa 18] görüyor ve bu yüzden dünyayı yalnızca "yorumluyor"du, oysa bu bir "değiştirme" sorunuydu, yani "devrimci pratik eylem"in önemini kavramamıştı.
Diyalektik
Marks ve Engels, evrimin en kapsamlı, en zengin ve en derin öğretisini, klâsik Alman felsefesinin sınırsız bir kazanımı olan Hegel diyalektiğinde buluyorlardı. Gelişim ilkesinin, evrim ilkesinin herhangi bir başka formülasyonunun tek yanlı ve içerik bakımından yetersiz olduğunu, ve ancak doğada ve toplumdaki evrimin (çoğu kez sıçramalar, altüst oluşlar ve devrimler yoluyla gelişir) fiilen izlediği yolu saptırdığını ve sakatladığını düşünüyorlardı.
"Bilinçli diyalektiği, (hegelcilik de dahil idealizmin yıkımından) kurtarma gereğini kavrayan ve onu doğanın materyalist anlayışına uygulayan, hemen hemen yalnızca Marks ve ben olduk."[11]
"Doğa, diyalektiğin deneme tezgâhıdır, ve modern doğabilimi onuruna, onun bu deneme tezgâhı için her gün artan zengin [bunlar, radyumun, elektronun, elementlerin birbirine dönüşümünün vb. keşfinden önce yazılmıştır] bir olgular hasadı sağlayarak, böylece doğada her şeyin, son tahlilde, metafizik olarak değil diyalektik olarak olup bittiğini... kanıtladığını söylemeliyiz".[12]
"Büyük temel düşünce," diye yazıyor Engels, "dünyanın bir tamamlanmış şeyler karmaşası olarak değil de, görünüşte durulmuş şeylerin, tıpkı beynimizde zihinsel yansıları olan kavramlar gibi, kesintisiz bir oluş ve yokoluş değişmesinden geçtikleri, son olarak bütün görünüşteki raslantılara ve geçici geriye dönüşlere karşın, ilerleyici bir gelişmenin eninde sonunda belirmeye başladığı bir süreçler karmaşası olarak dikkate alınması gerektiği düşüncesi,... özellikle Hegel'den beri günlük bilince öyle derinlemesine işlemiştir ki, bu genel biçimiyle artık hemen hemen hiç bir itirazla karşılaşmaz. Ama onu sözde kabul [sayfa 19] etmek ile pratikte, ayrıntılı olarak, araştırmaya tabi tutulan her alanda uygulamak ayrı ayrı şeylerdir."[13]
"Diyalektik felsefede, hiç bir şey, kesin, mutlak ve kutsal değildir. Diyalektik felsefe, her şeydeki ve her şeyin içindeki geçici niteliği açıklar; kesintisiz varoluş ve yokoluş süreci ve daha aşağıdan daha yukarıya doğru sonsuz akış süreci dışında hiç bir şey onun karşısında duramaz. Ve diyalektik felsefenin kendisi de düşünen beyindeki bu sürecin salt yansımasından başka bir şey değildir."[14]
Böylece, Marks'a göre, diyalektik, "dış dünya için olduğu kadar insan düşüncesi için de hareketin genel yasalarının ... bilimi"dir.[15]
Hegel felsefesinin bu devrimci yanı, Marks tarafından benimsenip geliştirilmiştir. Diyalektik materyalizm "öbür bilimler üstünde yer alan bir felsefeye gereksinim duymaz".[16] Eski felsefeden sürüp gelen "düşüncenin bilimi ve onun yasaları formel mantık ve diyalektik"tir.[17] Marks tarafından anlaşıldığı biçimiyle ve aynı zamanda da Hegel'e de uygun olarak diyalektik, şimdi bilgi teorisi ya da bilgibilim diye adlandırılan ve gene, bilginin kökenini ve gelişimini bilgi-olmayandan bilgiye geçişi inceleyip genelleştirerek, konusuna tarihsel olarak da bakar.
Çağımızda, gelişme, evrim düşüncesi, hemen hemen tümüyle toplumsal bilince girmiştir, ama Hegel felsefesinden başka yollarla. Bununla birlikte, Marks ve Engels'in Hegel felsefesine dayanarak formüle etmiş oldukları bu düşünce, bugünkü evrim düşüncesinden içeriği yönünden çok daha kapsamlı ve çok daha zengindir. Zaten geçmiş olan aşamaları âdeta yineleyen, ama onları farklı bir yoldan daha yüksek bir temel üzerinde yineleyen ("yadsımanın yadsınması") bir gelişme, düz bir çizgi boyunca değil de deyim yerindeyse sarmal bir yolda olan bir gelişme; sıçramalarla, altüst oluşlarla, devrimlerle olan bir gelişme: "sürekliliğin kesilmesi"; niceliğin niteliğe [sayfa 20] dönüşmesi; belirli bir cisim üzerinde, ya da belirli bir olay içinde, ya da belirli bir toplum içinde etkileyen çeşitli eğilim ve kuvvetlerin çelişkili ve çatışmasının doğurduğu, gelişmeye doğru iç itilimler; herhangi bir görüngünün bütün yönleri (tarih sürekli olarak yeni yönler çıkarır ortaya) arasında karşılıklı bağımlılık ve en yakın ve çözülmez bağ, belirli yasalar izleyen, hareketin düzgün ve evrensel sürecini sağlayan bir bağ bunlar, gelişme öğretisi olarak, geleneksel olandan daha zengin olan diyalektiğin bazı özellikleridir. (Marks'ın Engels'e 8 Ocak 1868 tarihinde yazdığı ve materyalist diyalektikle karıştırılması çok saçma olan, Stein'ın "aptalca üçlemi" ile alay eden mektubuna bakınız.)
Materyalist Tarih Kavramı
Eski materyalizmin tutarsızlığı, eksikliği ve tek-yanlılığının anlaşılması "toplum bilimini ... materyalist temel ile uyum haline getirmek ve bu temele dayanarak onları yeniden kurmak"[18] gerekliliğine Marks'ı inandırdı. Materyalizm, genel olarak, bilinci, varlığın bir sonucu, tersi değil, olarak açıkladığına göre, öyleyse, insanlığın toplumsal yaşamına uygulandığında materyalizm, toplumsal bilinci de toplumsal varlığın sonucu olarak açıklaması gerekir. "Teknoloji" diye yazar Marks (Kapital, Birinci Cilt[19]) "insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerinin oluşum biçimini ve bu ilişkilerden doğan kavramları ve düşünce biçimlerini ortaya koyar." Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'nın "Önsöz"ünde, Marks, insan toplumuna ve tarihine uygulanan materyalizmin temel ilkelerinin tam bir formülasyonunu aşağıdaki sözlerle vermektedir:
"Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri onların maddi üretici güçlerinin belirli bir [sayfa 21] gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç biçimlerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi yaşamın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entellektüel yaşam sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır. Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder. Bu gibi altüst oluşların incelenmesinde, daima, iktisadi üretim koşullarının maddi altüst oluşu ile ki, bu, bilimsel bakımdan kesin olarak saptanabilir hukuksal, siyasal, dinsel, artistik ya da felsefi biçimleri, kısaca, insanların bu çatışmanın bilincine vardıkları ve onu sonuna kadar götürdükleri ideolojik biçimleri ayırdetmek gerekir. Nasıl ki, bir kimse hakkında, kendisi için taşıdığı fikre dayanılarak bir hüküm verilmezse, böyle bir altüst oluş dönemi hakkında da, bu dönemin kendi kendini değerlendirmesi gözönünde tutularak, bir hükme varılamaz; tam tersine, bu değerlendirmeleri maddi yaşamın çelişkileriyle, toplumsal üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çatışmayla açıklamak gerekir. ... Geniş çizgileriyle, asya üretim tarzı, antikçağ, feodal ve modern burjuva üretim tarzları, toplumsal ekonomik biçimlenmenin ileriye doğru gelişen çağları olarak nitelendirilebilirler."[20] (Marks'ın, Engels'e yazdığı 7 Temmuz 1866 tarihini taşıyan bir mektubundaki şu kısa formülasyona bakınız: "Emeğin (işin, çalışmanın) örgütlenmesinin, üretim araçlarıyla belirlendiğine ilişkin kuramınız.")
Tarihin materyalist anlayışının keşfi, ya da daha doğrusu, materyalizmin uyumlu bir biçimde, toplumsal görüngüler [sayfa 22] alanına kadar genişletilmesi ve bu alanda sürdürülmesi, daha önceki tarih teorilerinde bulunan iki ana kusuru giderdi. Birinci olarak, bu teoriler, olsa olsa, insanoğlunun tarihsel eylemleri içinde yalnızca ideolojik nedenleri, bu nedenlerin kökenlerini araştırmadan ya da toplumsal ilişkiler sisteminin gelişimine hükmeden nesnel yasaları soruşturmadan ya da bu ilişkilerin maddi üretimin ulaştığı gelişim düzeyi içindeki köklerini görmeden inceler; ikincisi, tarihsel materyalizm, ilk kez yığınların toplumsal yaşam koşullarını ve bu koşullardaki değişmeleri, bilimsel doğrulukla inceleme olanağını sağlarken, daha önceki teoriler, halk yığınlarının eylemlerini kucaklamamıştı. Marksizm-öncesi "toplumbilim" ve tarih yazarlığı olsa olsa gelişigüzel toparlanmış bir kaba gerçekler yığınını ve tarih sürecinin tek tek yönlerinin bir açıklamasını getirmişti. Karşı eğilimlerin tümünü inceleyerek, onları toplumun çeşitli sınıflarının açıklıkla ifade edilebilen üretim ve yaşam koşullarına indirgeyerek, özel bir "egemen" fikrin ya da onun yorumlanmasının seçimindeki öznellik ve keyfiliği ayıklayarak ve ayrım yapılmaksızın, bütün fikirlerin ve bütün çeşitli eğilimlerin maddi üretim güçleri koşulundan çıktığını açıklayarak, marksizm, toplumsal ekonomik sistemlerin, doğuş, gelişim ve düşüş sürecinin ayrıntılı ve kapsamlı inceleme yolunu göstermiştir. Halk kendi tarihini yapar, ama halkın, halk yığınlarının güdülerini belirleyen, yani çatışan fikir ve uğraşların çarpışmasına yol açan nedir? İnsan toplumlarının yığınları içindeki bu çarpışmaların vardığı sonuç nedir? İnsanın bütün tarihsel faaliyetlerinin temelini oluşturan maddi yaşamın üretiminin nesnel koşulları nelerdir? Bu koşulların gelişme yasası nedir? Marks, bunların hepsine dikkatleri çekti ve bütün geniş çeşitliliği ve çelişkililiğine karşın, belirli yasalarla yönetilen tek bir süreç olarak, tarihin bilimsel incelemesinin yolunu gösterdi.
Sınıf Savaşımı
Belli bir toplumda, toplumun bazı üyelerinin uğraşının, ötekilerin uğraşı ile çatıştığı, toplumsal yaşantının çelişkilerle [sayfa 23] dolu olduğu ve tarihin, uluslar ve toplumların kendi içerisinde olduğu kadar, uluslarla toplumların arasında da bir savaşımı ve, gene bu yanında, birbiri ardından gelen devrim ve gericilik, barış ve savaş, durgunluk ve hızlı ilerleme ya da düşüş dönemlerini ortaya koyduğu herkesçe bilinmektedir. Marksizm, görünüşteki bu labirent ve kaosu yöneten yasaların bulunması için bir kılavuz, yani sınıf savaşımının teorisini sağlamıştır. Belli bir toplumun ya da toplumlar grubunun bütün üyelerinin uğraşıları toplamının incelenmesiyledir ki, bu uğraşıların sonucunun bilimsel bir açıklamasına ulaşılabilir. Şu halde çatışma halindeki uğraşılar, her toplumun bölünmüş olduğu sınıfların yaşam biçimi ve konumlarındaki farklılıklarından gelmektedir.
"Bugüne dek varolan bütün toplumların tarihi", diye yazıyordu Marks, Komünist Manifesto'da (Engels, daha sonra ilkel topluluğun tarihi dışında, diye eklemiştir) "sınıf savaşımları tarihidir." "Özgür insan ve köle, patrisiyen ve pleb, efendi ve serf, lonca ustası ve kalfa, tek sözcükle, ezen ve ezilen, biri ötekine sürekli bir karşı-oluş içindeydi, kimi zaman gizli, kimi zaman açık bir kavga, her defasında, ya bir devrimle toplumun geniş ölçüde yeniden kurulmasıyla ya da katılan sınıfların ortak yokoluşu ile sonuçlanan bitmez tükenmez bir kavga sürdürüyorlardı. ... Feodal toplumun yıkıntılarından yeşeren, modern burjuva toplum da, sınıf düşmanlıklarını giderememiştir. Eskilerin yerine, yeni sınıflar, yeni baskı koşulları, yeni savaşım biçimleri koyabilmiştir ancak. Çağımız, burjuvazinin çağı, gene de, şu farklı özelliğe sahiptir: sınıf düşmanlıklarını yalınlaştırmıştır. Toplum, bir bütün olarak giderek daha fazla, iki büyük düşman kampa, birbirleriyle doğrudan yüzyüze gelen iki büyük sınıfa bölünmektedir. Burjuvazi ve proletarya."
Büyük Fransız Devriminden beri, Avrupa tarihi, bir dizi ülkede, olayların altında yatan gerçek şeyin ne olduğunu etkili bir biçimde açığa çıkarmıştır. Sınıf savaşımları. Fransa'da Restorasyon[8*] dönemi, daha o zamandan olup bitenleri toparlarken sınıf savaşımının bütün Fransız tarihinin anahtarı olduğunu kabul etmek zorunda kalan bir kısım tarihçiler (Thierry, Guizot, Mignet, Thiers) yaratmıştır. Modern dönem burjuvazinin eksiksiz zafer [sayfa 24] dönemi, temsili kurumlar, (genel olmasa bile) yaygın oy hakkı, yığınlar içinde geniş ölçüde dolaşan ucuz günlük basın vb. dönemi, işçilerin, giderek gelişen ve güçlü sendikaları ve işveren sendikaları vb. dönemi sınıf savaşımının olayların itici gücü olduğunu (kimi zaman pek tek-yanlı, "barışçıl", ve "anayasacıl" biçimde olmasına karşın), daha bir çarpıcılıkla göstermektedir. Marks'ın Komünist Manifesto'sundan alınan aşağıdaki bölüm, Marks'ın, modern toplumdaki her sınıfın konumunun nesnel bir tahlili açısından, her sınıfın gelişim koşullarının bir tahlili ile ilgili olarak, toplumsal bilimden ne istediğini, bize gösterecektir:
"Bugün burjuvazi ile karşı karşıya bulunan bütün sınıflar içinde, bir tek proletarya gerçekten devrimci bir sınıftır. Öteki sınıflar, modem sanayi karşısında çürümekte ve sonunda yokolmaktadır; proletarya onun özel ve temel ürünüdür. Aşağı orta sınıf, küçük imalâtçı, dükkâncı, zanaatçı, köylü, bunların tümü, orta sınıfın parçaları olarak varlıklarını yokolmaktan kurtarmak için burjuvaziye karşı dövüşmektedir. Bu nedenle, bunlar devrimci değil tutucudur. Üstelik tarihin tekerleğini geriye döndürmeye çabaladıkları için, gericidirler de. Eskaza devrimci olsalar da bu onların yaklaşmakta olan proleterleşmelerinden ötürüdür; böylece, bunlar mevcut çıkarlarını değil, gelecekteki çıkarlarını savunurlar; bunlar proletaryanın görüş açısını benimsemek için kendi görüşlerini terkederler."
Birçok tarihsel yapıtlarında (Bibliyografya'ya bakınız), Marks, materyalist tarih yazarlığının, niçin ve nasıl "her sınıf savaşımının politik bir savaşım olduğu"nu[21] açık bir biçimde göstererek, ayrı ayrı her sınıfın, ve kimi zaman da, bir sınıf içerisindeki çeşitli grup ve tabakaların konumlarının tahlilinin parlak ve derin örneklerini vermiştir. Yukarıya aktarılan bölüm, tarihsel gelişim bileşkesini belirlemek amacıyla Marks'ın nasıl karmaşık bir toplumsal ilişkiler ağını ve bir sınıfın bir başka sınıfa, geçmişten geleceğe geçiş aşamalarını tahlil etmiş olduğunun örneğidir. [sayfa 25]
Marks'ın ekonomik öğretisi, teorisinin en derin, en kapsamlı ve en ayrıntılı doğrulaması ve uygulamasıdır.
MARKS'IN EKONOMİK ÖĞRETİSİ
"Bu yapıtın nihai amacı, diyor Marks Kapital'in önsözünde, modern toplumun", yani kapitalist, bujuva toplumun, "ekonomik işleyiş yasasını açıklamaktır". Tarihsel olarak belirlenmiş, belli bir toplumdaki üretim ilişkilerinin, bunların başlangıcı, gelişimi ve çöküşünün bir incelenmesi Marks'ın ekonomik öğretisinin içeriği işte budur. Kapitalist toplumda meta üretimi egemendir, ve o yüzden de Marks, metaın bir tahlili ile başlar.
Değer
Meta ilkönce, insanın gereksinimini karşılayan bir nesnedir; ikincisi, bir başka şeyle değişilebilen bir nesnedir. Bir nesnenin yararlılığı onu bir kullanım-değeri yapar. Değişim-değeri (ya da kısaca, değer), her şeyden önce, belirli bir miktardaki kullanım-değerinin bir türünün, belirli bir miktardaki kullanım-değerinin bir başka türü ile değişilebilme oranı, bağıntısıdır. Günlük deneyim bize gösteriyor ki, böylesine milyonlarca değişim, her türlü kullanım-değerini, hatta en farklı ve birbirleriyle karşılaştırılamaz olanları bile, durmadan birbirine eşitlemektedir. Öyleyse, bu farklı nesnelerin, belirli bir toplumsal ilişkiler sistemi içinde, sürekli olarak birbirine eşitlenen nesneler arasında ortak olan nedir? Bunların ortak özelliği, onların emek ürünleri olmalarıdır. Ürünlerin değişiminde, insanlar en farklı türden emeği eşitlemektedirler. Metaın üretimi, içinde tek tek üreticilerin farklı ürünleri ürettikleri (emeğin toplumsal bölünümü) ve değişim süreci içinde, bütün bu ürünlerin, birbirine eşitlendiği, bir toplumsal ilişkiler sistemidir. Sonuç olarak bütün bu metalarda ortak olan şey, üretimin belirli bir kolunun somut emeği değil, emeğin belli bir türü değil, soyut insan emeğidir genel olarak insan emeğidir. Bütün metaların toplam değeri ile ifade edilen belli bir toplumun emek-gücü, bir ve [sayfa 26] aynı insan emek-gücüdür. Milyonlarca ve milyonlarca değişim işlemi bunu tanıtlamaktadır. Bunun sonucu olarak, her ayrı meta yalnızca toplumsal olarak gerekli emek zamanının belirli bir bölümünü temsil eder. Değerin büyüklüğü, toplumsal olarak gerekli-emeğin miktarı ile, ya da belli bir metaın, belli bir kullanım değerinin, üretimi için toplumsal olarak gerekli-emek zamanı ile belirlenir.
"Farklı ürünlerimizi değişim içinde eşitlediğimiz zaman, bu davranışımızla, biz, aynı zamanda, bunlara harcanan farklı türden emekleri de insan emeği olarak eşitlemiş oluruz. Bunun farkında olmayız, ama gene de bunu yaparız"[22]
Eski iktisatçılardan birinin söylediği gibi, değer iki kişi arasındaki bir ilişkidir; yalnızca şunu da eklemeliydi: maddi bir örtünün altına gizlenmiş bir ilişki. Biz değerin ne olduğunu, ancak ona özel bir tarihsel toplum tipi içindeki üretimin toplumsal ilişkiler sistemi açısından, üstelik de, değişimin yığınsal görüntüsü, kendini binlerce ve binlerce kez yineleyen bir görüngü içinde ortaya çıkan ilişkiler açısından baktığımızda, anlayabiliriz. "Değerler olarak bütün metalar, yalnızca kristalleşmiş emek-zamanının belirli kitleleridir."[23] Metalara katılan emeğin iki yanlı niteliğinin ayrıntılı bir tahlilini yaptıktan sonra, Marks, değerin biçimi ve parayı tahlil ederek devam ediyor. Burada, Marks'ın asıl amacı değerin para biçiminin kökenini araştırmak, tek tek ve rastlansal değişim karakterlerinden başlayarak (belli bir miktardaki metaın, belli miktardaki bir başka meta ile değişildiği "değerin basit ve rasgele biçimi") birçok farklı metaın bir ve aynı özel bir meta ile değişildiği, değerin evrensel biçime geçerek, altın, bu özel meta, evrensel eşdeğer olduğu zaman, değerin para biçimine vararak, değişimin gelişmesindeki tarihsel süreci incelemektir. Değişimin ve meta üretiminin gelişiminin en yüksek ürünü olarak para, bütün bireysel emeğin toplumsal niteliğini, pazarla birleşmiş tek tek üreticiler arasındaki toplumsal bağı maskeler, gizler. Marks, paranın çeşitli işlevlerini çok büyük bir ayrıntı ile [sayfa 27] tahlil etmektedir; soyut ve zaman zaman salt tümden gelen bir sergileme tarzı gibi görünen şeyin, gerçekte, değişimin ve meta üretiminin gelişiminin tarihine ilişkin, çok büyük bir olgusal malzeme yığınını ele aldığını, buraya özel olarak kaydetmek (genel olarak Kapital'in ilk bölümlerinde olduğu gibi) önemlidir.
"Parayı ele alsak, varlığı, meta değişiminde belirli bir aşamaya işaret eder. Paranın kendine özgü işlevleri, ister metaların eşdeğeri olsun ister dolaşım ya da ödeme aracı olsun, ister istif ya da evrensel para olsun, bir işlevin ötekine oranla büyüklüğü ve nispi önceliğine göre, toplumsal üretim sürecinin çok çeşitli aşamalarına işaret ederler." (Kapital, Birinci Cilt.)[24]
Artı-Değer
Meta üretiminin gelişimi içindeki belli bir aşamada para, sermayeye dönüşür. Meta dolaşım formülü MPM (meta-para-meta) idi, yani bir metaın satın alınması amacıyla bir başkasının satılması. Sermayenin genel formülü, tersine, PMP'dir, yani (bir kârla) satma amacıyla, satınalma. Dolaşıma konan paranın ilk değerindeki artışına Marks, artı-değer demektedir. Kapitalist dolaşım içindeki paranın, bu "büyüme" olgusu, bilinen bir şeydir. Gerçekten de paranın özel ve tarihsel olarak belirlenmiş bir toplumsal üretim ilişkisi olarak sermaye'ye dönüşmesini sağlayan, bu "büyüme"dir. Meta dolaşımı, yalnızca eşdeğerlerin değişimi olduğu için, artı-değer bu dolaşımdan ortaya çıkamaz; alıcı ve satıcıların karşılıklı kayıp ve kazanımları, birbirlerini denkleştireceğinden, fiyat artışlarından da ortaya çıkamaz, çünkü burada sözkonusu olan bireysel bir görüngü değil, kitlesel, ortalama ve toplumsal bir görüngüdür. Artı-değeri elde etmek için, para sahibi "piyasada, kullanım-değeri, değerin kaynağı olmak gibi özel bir niteliğe sahip bulunan bir metaı bulmak ... zorundadır"[25] tüketim süreci, aynı zamanda değerin yaratılması süreci olan bir meta. [sayfa 28] Böyle bir meta vardır insanın emek-gücü. Bunun tüketimi emektir, ve emek, değer yaratır. Para sahibi, tıpkı öteki her metaın değeri gibi, üretimi için zorunlu olan, toplumsal olarak gerekli-emek zamanı ile belirlenen, değeri üzerinden (yani, işçi ve ailesinin yaşamını sürdürme maliyeti üzerinden) emek-gücünü satın alır. emek-gücünü satın alarak, para sahibi, onu kullanmaya hak kazanmıştır, yani bütün gün boyunca, diyelim 12 saat onu çalıştırmaya hak kazanmıştır. Ancak, bu sürenin altı saatinde ("gerekli" emek zamanı), işçi kendi yaşamını sürdürmesi için gerekli maliyeti karşılamak için ürün yaratır; öteki altı saatinde de ("artı" emek zamanı), kapitalistin karşılık olarak ödeme yapmadığı "artı" ürün, ya da artı-değer yaratır. Bu nedenle, üretim süreci açısından, sermaye içindeki iki bölüm birbirinden ayırdedilmelidir: Üretim araçlarına (makineler, aletler, hammaddeler vb.) harcanan değişmeyen sermaye, ki bunun değeri bir değişikliğe uğramadan, (doğrudan, ya da parça parça) mamul maddeye geçer; ikincisi, emek-gücüne harcanan değişen sermaye. Bu sonuncu sermayenin değeri sabit değildir, emek süreci içinde artı-değer yaratarak, büyür. O yüzden, sermayenin emek-gücünün sömürü derecesini ifade ederken, artı-değer, sermayenin tümü ile karşılaştırılmamalı, yalnızca değişen sermaye ile karşılaştırılmalıdır. Böylece, biraz önce verilmiş olan örnekte, Marks'ın deyişiyle artı-değer oranı, 6: 6, yani yüzde 100'dür.
Sermayenin ortaya çıkması için, iki tarihsel önkoşul sözkonusuydu: önce, belirli miktarda paranın genel olarak meta üretiminin, nispeten yüksek bir gelişme düzeyi koşulları altında, bireylerin ellerinde birikimi; sonra da, iki anlamda da "özgür" bir işçinin, emek-gücünü satarken, bütün sınırlama ve engellerden uzak, ve genel olarak topraktan ve bütün üretim araçlarından arınmış, özgür ve bağlarından kopmuş varlığını ancak emek-gücünü satarak koruyabilen, bir emekçinin, bir "proleter"in varlığı.
Artı-değeri artırmanın iki ana yolu vardır: işgününü uzatarak ("mutlak artı-değer"), ve gerekli işgününü azaltarak ("nispi artı-değer"). İlkini incelerken Marks, işçi sınıfının, [sayfa 29] işgününü kısaltmak için savaşımının ve devletin işgününü uzatmak (14. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar) ya da işgününü azaltmak (19. yüzyılda fabrika yasalarının çıkarılması) için müdahalesinin en etkileyici bir tablosunu vermektedir. Kapital'in çıkışından bu yana, dünyanın bütün uygar ülkelerindeki işçi sınıfının tarihi, bu tabloyu süsleme yolunda zengin yeni olgular sağlamıştır.
Nispi artı-değer üretimini tahlil ederken, Marks, kapitalizmin emeğin üretkenliğinin artırılmasındaki, üç temel tarihsel aşamayı inceler: (1) basit elbirliği; (2) işbölümü ve manüfaktür; (3) makine ve geniş-ölçekli sanayi. Şunu da belirtmek gerekir ki, Marks'ın, burada, kapitalist gelişmesinin temel ve tipik özelliklerini nasıl derinlemesine açığa çıkardığını, Rusya'nın elzanaatları sanayii konusunda yapılan araştırmaların sağladığı, sözü edilen ilk iki aşamayı örnekleyen bol belgeleme de göstermektedir. Marks'ın 1867'de açıkladığı gibi, büyük makine sanayiinin devrimci etkisi, o zamandan bu yana geçen yarım yüzyıl içinde, kendini birkaç "yeni" ülkede (Rusya, Japonya, vb.) göstermiştir.
Devam edelim. Yeni ve son derece önemli olan bir şey de, Marks'ın sermayenin birikimi konusundaki tahlilidir, yani artı-değerin bir bölümünün sermayeye dönüşmesi ve bunun, kapitalistin kişisel gereksinimlerini ya da kaprislerini gidermek için değil de, yeniden üretim için kullanımı. Marks, sermayeye dönüşen tüm artı-değerin değişen sermayeyi oluşturduğunu sanan bütün eski klâsik ekonomi politikçilerin (Adam Smith'ten başlayarak) yaptıkları hatayı açığa çıkardı. Aslında bu [yani sermayeye dönüşen artı-değer -ç.] üretim araçları ve değişen sermaye olarak bölünmüştür. Kapitalizmin gelişmesi ve onun sosyalizme dönüşmesi süreci yönünden çok büyük önem taşıyan bir şey de (toplam sermaye içinde), değişmeyen sermaye payının, değişen sermaye payına göre hızlı büyümesidir.
İşçilerin yerine makinenin geçmesini hızlandırarak ve bir uçta zenginlik öteki uçta sefalet yaratarak, sermaye birikimi, "emeğin yedek ordusu" diye adlandırılan şeye, işçilerin "nispi fazlalığı"na ya da "kapitalist aşırı nüfus"a yolaçar, ve bu da en farklı biçimlere bürünür ve sermayenin son derece büyük bir [sayfa 30] hızla üretimi genişletmesine olanak verir. Üretim araçları olarak kredi ve sermaye birikimi ile birlikte, bunun, kapitalist ülkelerde dönemsel olarak oluşan önce, ortalama her on yılda bir ve daha sonra daha kısa ve daha belirsiz aralıklarla aşırı üretim bunalımlarının anlaşılmasında bir anahtar olduğunu belirtelim. İlkel birikim olarak bilinen şeyi, kapitalizm altında sermaye birikiminden ayırmamız gerekir: İşçilerin, üretim araçlarından zorla koparılması, köylülerin topraktan sürülüp atılması, komünal toprakların çalınması, sömürgeler ve ulusal borçlar sistemi, koruyucu gümrükler ve benzeri şeyler. "İlkel birikim", bir uçta "özgür" proleteri yaratırken, öteki uçta para sahibini, kapitalisti yaratır.
"Kapitalist birikimin tarihsel eğilimi", Marks tarafından şu ünlü sözlerle ifade edilmektedir:
"Doğrudan üreticilerin mülksüzleştirilmeleri, acımasız ve vahşetle ve en bayağı, en rezil, en küçültücü, en çirkin tutkuların dürtüsü altında gerçekleştirilmiştir. Tek ve bağımsız emekçinin deyim yerindeyse, kendi emek koşullarına dayalı özel mülkiyetin [köylünün ve zanaatçının] yerini, başkalarının, yani ücretli işçilerin sözde serbest emeklerinin sömürülmesine dayanan kapitalist özel mülkiyet alır. ... Şimdi mülksüzleştirilecek olan kimse, artık, kendi hesabına çalışan emekçi değil, birçok emekçiyi sömüren kapitalisttir. Bu mülksüzleştirme, kapitalist üretimin kendi içinde taşıdığı yasaların işlemesiyle, sermayenin merkezileşmesi ile gerçekleşir. Bir kapitalist, daima birçoklarının başını yer. Emek sürecinin gitgide boyutları büyüyen kooperatif şekli, bilimin bilinçli teknik uygulaması, toprağın yöntemli bir biçimde işlenmesi, emek araçlarının ancak ortaklaşa kullanılabilir emek araçlarına dönüştürülmesi, bütün emek araçlarının bileşik toplumsal emeğin üretim araçları olarak kullanılmasıyla sağlanan tasarruf, bütün insanların dünya pazarları ağına sokulması ve böylece kapitalist rejimin uluslararası bir nitelik kazanması, bu, merkezileşme ya da birçok kapitalistin birkaç kapitalist tarafından mülksüzleştirilmesi ile elele gider. Bu dönüşüm sürecinin bütün avantajlarını sömüren ve tekellerine alan büyük sermaye sahiplerinin sayılarındaki devamlı azalmayla birlikte, [sayfa 31] sefalet, baskı, kölelik, soysuzlaşma, sömürü de alabildiğine artar; ama gene bununla birlikte, sayıları sürekli artan, kapitalist üretim sürecinin bizzat kendi mekanizması ile eğitilen, birleştirilen ve örgütlenen işçi sınıfının başkaldırmaları da genişler, yaygınlaşır. Sermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendi egemenliği altında fışkırıp boy atan üretim biçiminin ayakbağı olur. Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, en sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla bağdaşamadıkları bir noktaya ulaşır. Böylece kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin çanı çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilirler." (Kapital, Birinci Cilt.)[26]
Yine, Marks'ın Kapital'in İkinci Cildinde vermiş olduğu, toplam toplumsal sermayenin yeniden üretimi konusundaki tahlilleri, son derece önemlidir ve yenidir. Burda da Marks, özel bir olayı değil, genel bir olayı; toplumsal ekonomiyi yalnızca bir bölüntü olarak değil, bir bütün olarak ele alır. Marks klâsik iktisatçıların sözü geçen yanlışını düzelterek, toplumsal üretimin tümünü iki büyük seksiyona ayırmaktadır: (1) Üretim araçları üretimi, ve (2) tüketim nesneleri üretimi, ve toplam toplumsal sermayenin dolaşımını hem eski boyutları içinde yeniden üretildiği zaman ve hem de birikim durumunda sayısal örnekleriyle, ayrıntılı olarak inceler. Kapital'in Üçüncü Cildi, ortalama kâr oranının değer yasası temelinde nasıl oluştuğu sorununu çözmektedir. Marks'ın kişiliğinde, iktisat biliminin yapmış olduğu büyük ilerleme, kaba ekonomi politiğin ve modern "marjinal fayda teorisi"nin[9*] , sık sık kendilerini sınırlandırma durumunda kaldıkları, tek tek durumlar ya da rekabetin dışsal ve yüzeysel yanları açısından değil, bir bütün olarak toplumsal ekonomi açısından, yığınsal ekonomik görüngüler açısından, bir tahlil yürütmesidir. Marks, önce artı-değerin kökenini tahlil eder ve bundan sonra, onun kâr, faiz ve toprak rantı halinde bölüşümünü ele alarak incelemesini sürdürür. Kâr, artı-değer ile girişime yatırılan toplam sermaye arasındaki orandır. "Organik bileşimi yüksek" bir sermaye, (yani, toplumsal ortalamadan fazla olarak, değişmeyen sermayenin, değişen sermayeye [sayfa 32] ağır basması ile), ortalamanın altında bir kâr oranı getirir; "organik bileşimi yüksek" bir sermaye, ortalamanın üstünde bir kâr oranı getirir. Kapitalistler arasındaki rekabet, ve onların sermayelerini bir daldan bir başka dala aktarma özgürlükleri, her iki halde de, kâr oranını ortalamaya indirger. Belli bir toplumda bütün metaların değerlerinin toplam tutarı, metaların fiyatlarının toplam tutarı ile denklenmiştir, ama tek tek girişimlerde ve üretim dallarında, rekabetin bir sonucu olarak, meta kendi değeriyle satılmaz, yatırılan sermaye artı ortalama kâra eşit olan üretim-fiyatına (ya da üretim fiyatlarına) satılır.
Bu yolla, fiyat ve değer arasındaki fark ve kârın çeşitlenmesi konusunda çok iyi bilinen ve tartışma götürmez gerçek, Marks tarafından, bütün metaın değerinin toplam tutarının, fiyatların toplam tutarı ile denkleşmesinden hareketle, değer yasasına dayanılarak, kusursuz bir biçimde açıklanmıştır. Bununla birlikte, (toplumsal) değerin (tek tek) fiyatlara eşitlenmesi, basit ve doğrudan değil, çok karmaşık bir yolda olur. Çok doğaldır ki, birbirlerine yalnızca pazar ile bağlanmış, ayrı meta üreticilerinin bulunduğu bir toplumda, yasaya uygunluk, ancak her yönden tek tek sapmaların karşılıklı olarak birbirlerini denklemesiyle, ortalama, toplumsal, kitlesel bir görünüş olabilir.
Emek üretkenliğinin artışı, değişen sermayeye oranla değişmeyen sermayenin çok daha hızlı büyümesi anlamına gelir. Artı-değer, yalnızca değişen sermayenin bir işlevi olduğuna göre, (artı-değerin yalnızca değişen sermayeye değil, sermayenin tümüne oranı olan) kâr oranının düşme eğilimi göstereceği açıktır. Marks, bu eğilimin ve bunu gizleyen ya da buna karşı koyan bazı durumların ayrıntılı bir tahlilini yapar. Kapital'in Üçüncü Cildinin, tefeci sermaye, ticaret sermayesi ve para sermayesi ile ilgili, son derece ilginç bölümleri üzerinde durmadan, en önemli bölümüne geçmek zorundayız toprak rantı teorisine. Toprağın alanı sınırlı olduğuna göre ve, kapitalist ülkelerde, toprak, özel mülk sahiplerinin ellerinde ayrı ayrı bulunduğuna göre, tarımsal ürünlerin üretim fiyatları, ortalama nitelikteki topraktan değil de, en kötü topraktan elde edilen [sayfa 33] ürünlerin maliyetiyle belirlenir; ortalama koşullarda değil de, ürünün pazara arzındaki en kötü koşullarla belirlenir. Bu fiyat ile, daha iyi toprakta (ya da daha iyi koşullarda) yapılan üretimin fiyatı arasındaki fark, farklılık (differential) rantını oluşturur. Ayrıntılarıyla bunu inceleyerek ve değişik toprak bölümlerinin verimlilik farklarından, ve toprağa yatırılan sermaye miktarındaki farktan, bunun nasıl ortaya çıktığını göstererek, Marks farklılık rantının yalnızca daha iyi topraktan daha kötü toprağa ardarda geçiş olduğu durumlarda ortaya çıktığını kabul eden Ricardo'nun yanlışını (bkz: Rodbertus'un eleştirisinin son derece dikkat çekici olduğu Artı-Değer Teorileri) tümüyle açığa çıkarmaktadır. Oysa, tersine geçişler olabilir, toprak, bir kategoriden, ötekilerine geçebilir (tarımsal teknikteki ilerlemeler, kasabaların büyümesi vb. nedenleriyle), ve doğaya, kapitalizmin bozukluğunu, sınırlamalarını ve çelişkilerini yükleyen, o dillerde dolaşan "azalan getiri yasası", kökünden yanlıştır. Ayrıca, sanayiin bütün kollarında ve genel olarak ulusal ekonomideki kâr eşitlemesi, rekabetin tam serbestliği ve sermayenin bir daldan, bir ötekine serbest akışını öngörmektedir. Ama toprağın özel mülkiyeti bu serbest akışı engelleyen tekeli yaratır. Bu tekelleşme yüzündendir ki, sermayenin organik bileşiminin düşük ve bunun sonucu olarak, bireysel kâr oranının daha yüksek olduğu tarımsal ürünler, kâr oranının eşitlenmesinin oldukça serbest olan sürecine girmezler. Bir tekelci olarak toprak sahibi, fiyatı ortalamanın üstünde tutabilir, ve bu tekel fiyatı mutlak rantın doğmasına neden olur. Farklılık rantı, kapitalizm ortamında, ortadan kaldırılamaz, ama mutlak rant kalkabilir örneğin, toprağın ulusallaştırılması ile, devlet mülkiyeti haline getirilmesiyle. Bu, özel toprak sahiplerinin tekelini yıkacak ve tarımda rekabet serbestliğinin daha tam ve tutarlı işlemesini sağlayacaktır. İşte bu yüzden, Marks'ın da belirttiği gibi, burjuva radikalleri, tarihin gelişimi içinde, tekrar tekrar toprağın ulusallaştırılması yolundaki bu ilerici burjuva talebi, bugün daha özel bir önem ve "duyarlık" taşıyan bir başka tekelleşmeyi genel olarak, üretim araçlarının tekelleşmesini çok yakından etkileyeceği için burjuvazinin çoğunu aslında [sayfa 34] korkutan bir talebi ileri sürmüşlerdir (Sermaye üzerinden ortalama kâr oranı ve mutlak toprak rantı teorisinin, dikkate değer, anlaşılır, öz ve açık bir sergilemesini, Marks, 2 Ağustos 1862 günlü Engels'e yazdığı bir mektupta yapmaktadır. Briefwechsel, c. 3, s. 77-81'e bakınız; ayrıca bkz: 9 Ağustos 1862 tarihli mektubu, ibid., s. 86-87.).
Toprak rantının tarihiyle ilgili olarak, Marks'ın, emek rantın (köylü toprakbeyinin toprağında çalışarak artı-ürün yaratır) ürün olarak ödenen ranta ya da aynî ranta (köylü kendi toprağında artı-ürün yaratır ve onu "ekonomik olmayan zorlama" nedeniyle toprak beyine verir) nasıl dönüştüğünü, daha sonra para ranta (meta üretiminin birleşmesi sonucu olarak paraya çevrilen, aynî rant eski Rusya'da obrok) ve en sonunda da, köylülerin yerini toprağı kiralanmış emek yardımı ile işleyen tarımsal girişimcinin almasıyla, kapitalist ranta dönüşmesini gösterdiği önemli tahlilleri belirtmek de gerekir. "Kapitalist toprak rantının doğuşu"nun bu tahlili ile bağıntılı olarak Marks'ın tarımda kapitalizmin evrimi ile ilgili (Rusya gibi geri ülkelerde özel önem taşıyan) bir dizi derin düşüncelerini de belirtmek yerinde olur.
"Ayrıca aynî rantın para-ranta dönüşmesine, kendilerini para karşılığı kiraya veren mülksüz bir gündelikçiler sınıfının oluşumu, kaçınılmaz olarak eşlik etmekle kalmaz, hatta bu oluşum ondan önce meydana gelir. Bunların doğuşu sırasında, bu yeni sınıfın ancak arasıra ortaya çıktığı dönemde, rant ödemelerine tâbi daha refah içindeki köylüler arasında, ücretli tarım emekçilerini kendi hesaplarına sömürme göreneği zorunlu olarak gelişir, tıpkı feodal dönemlerde, daha hali-vakti yerinde köylülerin kendilerinin de serf tutması gibi. Bu yolla, giderek, belli bir miktar servet biriktirme ve bizzat, gelecekteki kapitalistler haline dönüşme olanağı elde ederler. Böylece, kendileri toprağın çalışan eski zilyetleri, gelişmesi, kırın sınırları ötesindeki kapitalist üretimin genel gelişmesi ile belirlenen, kapitalist kiracılar için bir ana okulunun doğmasını bizzat sağlamış olurlar." (Kapital, Üçüncü Cilt, s. 332.)[27] [sayfa 35]
"Tarımsal nüfusun bir kısmının mülksüzleştirilmesi ve yerlerinden atılmaları, sanayi sermayesi için, yalnız, işçilerle, bunların yaşam araçlarını ve iş araçlarını serbest hale getirmekle kalmaz; bir iç pazar da yaratmış olur." (Kapital, Birinci Cilt, s. 778.)[28]
Öte yandan kırsal nüfusun yoksullaşması ve yıkımı, sermaye için yedek emek ordusunun yaratılmasında rol oynar. Her kapitalist ülkede, "Tanmsal nüfusun bir kısmı işte bunun için devamlı olarak kent ya da manüfaktür proletaryasına dönüşme noktasında ve bu dönüşüm için uygun koşulları bekler durumdadır. ... Bu nispi artı-nüfus kaynağı böylece devamlı akış halindedir. ... Tarım işçisinin ücreti, bu nedenle, asgariye indirgenmiş durumdadır ve bir ayağı daima sefalet batağına saplanmış haldedir." (Kapital, Birinci Cilt, s. 668.)[29] İşlediği toprak üzerinde köylünün özel mülkiyeti küçük üretimin temelidir ve gelişmesinin ve klâsik biçimine ulaşmasının koşuludur. Ama böyle, küçük üretim, ancak, üretimin ve toplumun dar ve ilkel bir çerçevesi ile uyuşabilir. Kapitalizm koşullarında, "köylülerin sömürüsü, sanayi proletaryasının sömürüsünden yalnızca sömürünün biçimiyle ayırdedilir. Sömüren aynıdır: Sermaye. Tek tek kapitalistler, tek tek köylüleri, ipotekler yolu ile ve tefecilik yolu ile sömürürler. Kapitalist sınıfı, köylü sınıfı, devlet vergisi yolu ile sömürür." (Fransa'da Sınıf Savaşımları.)[30] "Köylünün küçük toprak parçası, artık, kapitaliste topraktan kâr, faiz ve rantı çekip almasına ve köylünün kendisine de nasıl olup da gündeliğini çıkarabileceğinin tasasını bırakmasına olanak veren bir bahaneden başka bir şey değildir" (Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i.)[31] Bir kural olarak, köylü, kapitalist topluma, yani kapitalist sınıfa "özel mülk sahibi olma görüntüsü altında İrlandalı kiracı çiftçi durumuna" (Fransa'da Sınıf Savaşımları)[32] düşerek ücretinin bir bölümünü bile [sayfa 36] terkeder. "Küçük-köylü mülkiyetinin egemen olduğu ülkelerde hububat fiyatlarının, kapitalist üretim tarzının egemen olduğu ülkelerden daha düşük olmasının nedenlerinden biri" (Kapital, Üçüncü Cilt, s. 340) nedir? Bunun nedeni, köylünün, topluma (yani kapitalist sınıfa) artı-ürününün bir bölümünü cabadan vermesidir. "Bu düşük fiyat [tahıl ve öteki tarımsal üretimin], öyleyse, hiç de onların emek üretkenliğinin değil, üreticinin yoksulluğunun bir sonucudur." (Ibid..) Kapitalizm koşullarında, küçük-ölçekli üretimin normal biçimi olan küçük-işletme sistemi, bozulur, çöker ve yokolur. "Parçalı toprak mülkiyeti doğası gereği, emeğin toplumsal üretici güçlerinin gelişmesini, emeğin toplumsal biçimlerini, sermayenin toplumsal yoğunlaşmasını, geniş-ölçekli sığır yetiştiriciliğini ve bilimin ilerici uygulamasını kendi dışında tutar. Tefecilik ve bir vergi sistemi, bunu her yerde zayıflatmak zorunda bırakır. Toprak fiyatındaki sermaye harcaması, bu sermayeyi toprağın işlenmesinden geri çeker. Üretim araçlarının sonu gelmez bölük pörçük oluşu, ve üreticilerin kendilerinin de tek başına kalışları." (Kooperatif toplulukları, yani küçük köylülerin birlikleri, son derece ilerici burjuva görevi görürlerken, bu eğilimi tümüyle atmaksızın, sadece onu zayıflatır; öte yandan unutmamak gerekir ki, bu kooperatif toplulukları, hali-vakti yerinde köylüler için çok yararlı olurlarken, yoksul köylü yığınlarına çok az yararlı olmakta ya da hiç yararlı olmamaktadır; böylelikle birliklerin kendileri de ücretli emeğin sömürücüsü olurlar.) "İnsan enerjisinin korkunç heba edilişi. Üretim koşulunun giderek elverişsiz hale gelmesi ve üretim araçlarının fiyatlarının yükselmesi toprak parçaları mülkiyetinin kaçınılmaz bir yasası." Tarımda, sanayide olduğu gibi, kapitalizm, üretim sürecini ancak "üreticinin kurban edilmesi" pahasına dönüştürür.
"Kır emekçilerinin geniş bölgelere dağılmaları, bunların direnme güçlerini kırdığı halde, kent işçilerinin yoğunlaşmaları bu gücü artırır. Kent sanayilerinde olduğu gibi, modern tarımda da, emeğin üretkenliğindeki artış ve harekete geçirilen emek kitlesi, bizzat emek-gücünün ısrafı ve kemirilip tüketilmesi pahasına olur. Üstelik, kapitalist tarımdaki her gelişme, yalnız emekçiyi soyma sanatında değil, [sayfa 37] toprağı soyma sanatında da bir ilerlemedir. ... Kapitalist üretim, bu nedenle, teknolojiyi geliştirir, ve ancak bütün zenginliğin asıl kaynağını, yani toprağı ve emekçiyi kurutarak çeşitli süreçleri toplumsal bir bütün içinde birleştirir." (Kapital, Birinci Cilt, 13. Bölümün[33] sonu).[34]
SOSYALİZM
Yukarıdan beri açıkça görülmektedir ki, Marks kapitalist toplumun sosyalist topluma dönüşmesinin kaçınılmazlığını, tümüyle ve yalnızca, çağdaş toplumun gelişiminin ekonomik yasasından çıkarmaktadır. Marks'ın ölümünden bu yana, yarım yüzyıl boyunca, geniş-ölçekli üretimin büyümesiyle kapitalist karteller, sendikalar ve tröstlerle olduğu kadar, mali sermayenin boyutları ve gücündeki çok büyük artışla da kendini çok çarpıcı bir biçimde ortaya koyan ve binlerce biçime bürünerek görülmemiş bir hızla ilerleyen emeğin toplumsallaşması, sosyalizmin kaçınılmaz doğuşunun, başlıca maddi temelini hazırlamaktadır. Bu dönüşümün düşünsel ve manevi itici gücü, bizzat kapitalizm tarafından eğitilmekte olan proletaryadır. Proletaryanın burjuvaziye karşı her gün biraz daha içerik yönünden zenginleşerek bir sürü biçimlerde ifadesini bulan savaşımı, politik gücün proletarya tarafından ele geçirilmesine ("proletarya diktatörlüğü") yönelen, politik bir savaşım halini kaçınılmaz olarak alır. Üretimin toplumsallaşması, sonunda, üretim araçlarının toplumun malı olmasına, "mülk sahiplerinin mülksüzleştirilmesi"ne yol açmak zorundadır. Emeğin üretkenliğinde görülmemiş bir artış, daha kısa işgünü, küçük-ölçekli, ilkel ve dağınık üretimin kalıntı ve yıkıntılarının yerini kolektif ve gelişkin emeğin alması bu dönüşümün doğrudan sonuçları bunlardır. Kapitalizm, her zaman, tarım ve sanayi arasındaki bağları koparır, ama aynı zamanda da, çok yüksek gelişimi içersinde, bu bağların yeni öğelerini, bilimin bilinçli olarak uygulanması ve [sayfa 38] kollektif emeğin yoğunlaşması, ve insan nüfusunun yeniden dağılımı (böylece, hem kırsal bölgenin geriliğine tecrit edilmişlik ve barbarlığa, ve büyük kentlerde geniş halk yığınlarının yoğunlaşmasına bir son verir) temeline dayanarak sanayi ve tarım arasında bir birliği hazırlar. Yeni bir aile biçimi, kadınların durumunda ve genç kuşağın yetiştirilmesinde yeni koşullar, bugünkü kapitalizmin en yüksek biçimleri ile hazırlanır: kadınların ve çocukların emeği ve ataerkil ailenin kapitalizm tarafından yıkılması, kaçınılmaz olarak, en korkunç, en yıkıcı ve en iğrenç biçimleri ile modern toplumda görülür. Böyle olmakla birlikte, "modern sanayi, üretim sürecinde, kadınlara, gençlere, her iki cinsiyetten çocuklara, ev alanının dışında önemli bir yer vermekle, daha üst düzeyde bir aile biçimi ve cinsiyetler arası ilişki konusunda yeni bir ekonomik temel yaratır. Cermen-hıristiyan aile biçimini mutlak ve değişmez saymak, birarada alındığı zaman bir dizi tarihsel gelişmenin hakları olan eski Roma, Yunan ya da Doğu aile biçimine bu özelliği vermek kadar saçmadır. Ayrıca, her iki cinsiyetten ve her yaştan bireylerden oluşan ortaklaşa çalışma topluluğunun, uygun koşullar altında, zorunlu olarak insanı geliştiren bir kaynak halini alacağı açık bir gerçektir; oysa üretim sürecinin işçi için değil, işçinin üretim süreci için varolduğu, kendiliğinden ortaya çıkan, zalim ve kapitalistçe biçimiyle bu durum, durmadan çevreye yayılan bir yozlaşma ve kölelik kaynağı olur." (Kapital, Birinci Cilt, 13. Bölümün sonu.)[35] "Fabrika sistemi içinde atılmış ve filizlenmeye başlamıştır; bu tür bir eğitimle, belli bir yaşın üzerindeki her çocuk, üretici işi öğrenim ve jimnastik ile birarada yürütecek ve bu yalnızca üretimdeki etkinliğin artırılmasında bir yöntem olarak değil, tam anlamıyla gelişmiş bir insanın yetiştirilmesinde tek yöntem olarak uygulanacaktır." (Ibid..)[36] Marks'ın sosyalizmi, ulus topluluğu ve devlet sorunlarını da, yalnızca geçmişi açıklamak anlamında değil, aynı zamanda geleceğin cüretli bir önceden görmesi ve bunu gerçekleştirmek için gözüpek bir [sayfa 39] eyleme girişilmesi de, aynı tarihsel yere oturtulmaktadır. Uluslar, toplumsal gelişmenin burjuva çağının, kaçınılmaz bir ürünü, kaçınılmaz bir biçimidir. İşçi sınıfı "kendini ulus içinde oluşturmak"sızın, "ulusal" olmaksızın ("sözcüğün bujuva anlamıyla değil kuşkusuz"), güçlenemezdi, olgunlaşamazdı ve biçimlenemezdi. Ne var ki, kapitalizmin gelişmesi, her gün biraz daha ulusal sınırları kırıp atmakta, ulusal yalnızlığı bozmakta, ulusal uzlaşmaz karşıtlık yerine, sınıf uzlaşmaz karşıtlığını koymaktadır. Onun için gelişmiş kapitalist ülkelerde "işçilerin vatanı yoktur" ve işçilerin "birleşik eylemi", en azından uygar ülkeler için "işçi sınıfının kurtuluşu için başlıca koşullardan biridir" sözleri tam tamına doğrudur (Komünist Manifesto).[37] Zorun örgütlenmesi olan devlet, toplumun gelişmesinin belirli bir aşamasında, toplumun uzlaşmaz sınıflara bölündüğü, ve görünüşte toplumun üzerinde duran ve belirli ölçüde toplumdan ayrı olan bir otorite olmaksızın toplumun varolamayacağı zaman ortaya çıkmıştır. Sınıf çelişkilerinden çıkan devlet, "en güçlü sınıfın, iktisadi bakımdan egemen olan, ve bunun sayesinde, siyasal bakımdan da egemen sınıf durumuna gelen ve böylece ezilen sınıfı boyunduruk altında tutmak ve sömürmek için yeni araçlar kazanan sınıfın devleti" olur. "İşte bundan ötürüdür ki, antik devlet, her şeyden önce, köleleri boyunduruk altında tutmak için, köle sahiplerinin devletiydi; tıpkı feodal devletin, serf ve angaryacı köylüleri boyunduruk altında tutmak için soyluların organı, ve modern temsili devletin [de], ücretli emeğin sermaye tarafından sömürülmesi aleti olması gibi". (Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni,[38] yazarın kendisinin ve Marks'ın görüşlerini açıkladığı bir yapıt.) En özgür ve en ilerici burjuva devlet biçimi olan demokratik cumhuriyet bile, bu gerçeği hiç bir biçimde yok edemez, olsa olsa (hükümet ile borsa arasındaki ilişkilerin, memurlar ve basının dolaylı ve dolaysız bozulmalarının vb.), biçimini değiştirir. Sosyalizm sınıfların ortadan kaldırılmasına yol açmakla devletin [sayfa 40] ortadan kaldırılmasına da yolaçacaktır. Anti-Dühring'de Engels, şöyle diyor: "Devletin gerçekten tüm toplumun temsilcisi olarak göründüğü ilk eylem, üretim araçlarına toplum adına el konması, aynı zamanda onun devlet olarak kendine özgü son eylemidir de. Bir devlet iktidarının toplumsal ilişkilere müdahalesi, bir alandan sonra bir başkasında gereksiz hale gelir, ve o zaman ister istemez uykuya dalar. Kişilerin hükümeti, yerini, şeylerin idaresi ve üretim işlemlerinin yönetimine bırakır. Devlet "ilga" edilmez, söner."[39] "Üreticilerin özgür ve eşitçi bir birlik temeli üzerinde üretimi yeniden düzenleyecek olan toplum, bütün devlet makinesini, bundan böyle kendine lâyık olan yere, bir kenara atacaktır: âsâr-ı atika müzesine, çıkrık ve tunç baltanın yanına." (Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni.)[40]
Son olarak, mülk sahiplerinin mülksüzleştirilmesi döneminde de varlıklarını sürdürecek olan küçük köylü karşısında Marks'ın sosyalizminin tutumu konusunda Marks'ın görüşlerini ifade eden, Engels tarafından yapılan açıklamaya değinmeliyiz: "... iktidara geçtiğimizde, büyük toprak sahipleri için yapma zorunda kalacağımız gibi, küçük köylüleri (karşılığını ister ödeyerek, ister ödemeyerek) zorla kamulaştırmayı aklımızdan bile geçiremeyeceğimiz de bir o kadar açık. Küçük köylü karşısındaki ödevimiz, ilkin, onu buna zorlayarak değil, ama örnekler aracıyla buna götürerek, ve toplumun yardımını onun buyruğu altına koyarak, onun bireysel mülkiyeti ve işletmesini, kooperatif işletmeye dönüştürmektir. O zaman, kuşku yok ki, küçük köylüye bugün bile açıkça anlaması gereken, gelecekteki çıkarlarını gösterebilecek geniş araçlara sahip olacağız." (Engels, Fransa'da ve Almanya'da Köylü Sorunu, s. 17,[41] Alekseyeva tarafından yayınlanmıştır. Rusça çevirisinde yanlışlar vardır. Orijinali Die Neue Zeit'tadır.[10*]) [sayfa 41]
PROLETARYANIN SINIF SAVAŞIMININ TAKTİKLERİ
Daha 1844-45'ten başlayarak, eski materyalizmin temel eksikliklerinden birini, yani devrimci pratik eylemin önemini kavramada ya da koşullarını anlamadaki yetersizliğini inceledikten sonra, Marks, teorik çalışmalarının yanında, bütün yaşamı boyunca proletaryanın sınıf savaşımının taktiksel sorunlarına sürekli bir dikkat göstermiştir. Bu konuyu kapsayan çok geniş bir malzeme yığını Marks'ın bütün çalışmalarında, özellikle dört cilt halinde 1913'te yayınlanmış olan Engels'le olan yazışmalarında vardır. Bu malzeme daha biraraya getirilmemiş, toplanmamış, incelenmemiş ve üzerinde çalışılmamıştır. O yüzden biz burada, Marks'ın pek yerinde olarak bu yanı olmaksızın, materyalizm eksik, tek yanlı ve cansızdır dediğini vurgulayarak, en genel ve en kısa açıklamalar üzerinde durmak zorunda kalacağız. Proletarya taktiklerinin temel görevi, Marks tarafından, materyalist-diyalektik Weltanschauung'unun bütün postulatları ile kesin uyuşum içinde tanımlanmıştır. Yalnızca, belirli bir toplumdaki tüm olarak bütün sınıflar arasındaki ilişkilerin genel toplamının nesnel bir değerlendirmesi, ve bunun sonucu olarak, bu toplumun ulaştığı nesnel gelişme aşamasının ve onunla öteki toplumlar arasındaki ilişkilerin bir değerlendirilmesi, ileri bir sınıfın doğru taktikleri için temel görevi görebilir. Aynı zamanda, bütün sınıflar ve bütün ülkeler, statik olarak değil de, dinamik olarak, yani bir hareketsizlik durumu içinde değil de, (yasaları her sınıfın varlığının ekonomik koşullarıyla belirlenen) hareket hali içinde ele alınmaktadır. Hareket de yalnızca geçmiş açısından değil, aynı zamanda gelecek açısından, ve gene yalnız yavaş değişimleri gören "evrimcilerin" anladığı kaba anlamında değil, ama diyalektik olarak ele alınmaktadır: "... bu çaptaki gelişmeler içinde yirmi yıl, bir günden fazla değildir, gerçi daha sonra yirmi yılı kapsayacak günler gelebilir" diye Engels'e yazıyor Marks. (briefwechsel, Cilt 3, s. 127) Gelişmenin her aşamasında, her anında, proletarya taktikleri, bir yandan ileri sınıfın sınıf bilincini, gücünü ve militanlığını geliştirmek için siyasal durgunluk [sayfa 42] ya da hareketsiz, sözde "barışçı" gelişme dönemlerinden yararlanırken, öte yandan da bu yararlanmanın tüm çabasını, bu sınıfın ilerlemesi "nihai amacı"na doğru, onda, "yirmi yılı kapsayan" büyük günlerin büyük amaçları için pratik çözümler bulmak yeteneğinin yaratılmasına doğru yönelterek, insan tarihinin bu nesnel olarak kaçınılmaz diyalektiğini hesaba katmak zorundadır. Marks'ın tezlerinden ikisi bununla ilgili olarak özel önem taşımaktadır: bunlardan biri Felsefenin Sefaleti içindedir ve proletaryanın ekonomik savaşımı ve ekonomik örgütlenmesiyle ilgilidir, öteki Komünist Manifesto'dadır ve proletaryanın siyasal görevleriyle ilgilidir. İlke şöyledir: "Geniş-ölçekli sanayi birbirini tanımayan bir insan yığınını bir yerde yoğunlaştırır. Rekabet bunların çıkarlarını böler. Ama ücretlerin korunması, patronlarına karşı sahip oldukları bu ortak çıkar, onları ortak bir direnme birlik düşüncesinde birleştirir. ... Başlangıçta tecrit edilmiş olan birlikler gruplar halinde gelirler ... ve daima birleşmiş sermaye ile yüzyüze oluşları, birliğin korunmasını onlar için [yani işçiler için] ücretlerin korunmasından daha çok gerekli hale getirir. ... Bu savaşımda gerçek bir iç savaşta yaklaşmakta olan kavganın gerekli tüm unsurları birleşir ve gelişir. Bir kez bu noktaya ulaştığında, birlik siyasal bir niteliğe bürünür." Biz, burda, birkaç on yıl sürecek olan ekonomik savaşımın ve sendika hareketinin proletaryanın güçlerini "geleceğin kavgasına" hazırlayacağı bütün bu uzun dönemin program ve taktiklerini buluruz. Bunun tümü, Marks ve Engels'in birçok kez atıflar yapmış oldukları, sınai "gönenç"in, nasıl "proletaryayı satınalmak" girişimlerine, onları savaşımdan uzaklaştırmaya yolaçtığını gösteren, İngiliz işçi hareketi örneği ile (Briefwechsel, cilt 1, s. 136); bu gönencin genel olarak nasıl "işçileri demoralize ettiğini" (cilt 2, s. 218); İngiliz proletaryasının nasıl "burjuvalaştığını" "bütün ulusların bu en burjuvası, açıkça eninde sonunda burjuvazinin yanında bir burjuva aristokrasisine ve bir burjuva proletaryasına sahip olmayı amaçlamaktadır" (cilt 2, s. 290); onun "devrimci enerjisinin" nasıl sızıp kaybolduğunu (cilt 3, s.124); "İngiliz işçilerinin kendilerini açık burjuva salgınından [sayfa 43] kurtarmalarından önce oldukça uzun bir zaman boyunca nasıl beklemek gerekeceğini (cilt 3, s. 127); İngiliz işçi hareketinin nasıl "çartist hırstan yoksun olduğunu" (1866, cilt 3, s. 305); İngiliz işçi liderlerinin nasıl "radikal burjuva ve işçi" arasında bir tip haline geldiği (Holyoak'a atfen, cilt 4, s. 209); nasıl İngiliz tekelciliği yüzünden, ve tekelcilik devam ettiği sürece, "İngiliz işçisinin yerinden kımıldamayacağı"nı (cilt 4, s. 443) gösteren örneklerle karşılaştırılmalıdır. İşçi sınıfı hareketinin genel gidişi (ve sonucu) ile bağlantılı olarak, ekonomik savaşım taktikleri, burda, göze çarpan bir genişlikte, ayrıntılı, diyalektik ve gerçekten devrimci açıdan ele alınmaktadır.
Komünist Manifesto, politik savaşımın taktikleri üzerinde temel bir marksist ilkeyi geliştirmiştir: "Komünistler, işçi sınıfının ivedi hedeflerine ulaşılması ve o andaki çıkarlarının gerçekleşmesi için savaşırlar; ama mevcut hareket içerisinde, bu hareketin geleceğini de temsil eder ve gözetirler."[42] İşte bu yüzden Marks, 1848'de Polonya'daki "tarımsal devrim" partisini, "1846'da Krakov ayaklanmasını düzenleyen partiyi" destekledi.[11*] Almanya'da Marks, 1848 ve 1849'da aşırı devrimci demokratları destekledi, ve taktikler konusunda o zaman söylemiş olduklarından, daha sonra hiç geri dönmedi. Alman burjuvazisini, "daha başında, halka ihanet etme" (yalnızca köylülükle bir ittifak, burjuvazinin amaçlarını tümüyle gerçekleştirmesini sağlayabilirdi), "ve eski toplumun taçlı temsilcileriyle uzlaşma eğiliminde" olan bir unsur olarak değerlendirdi. Burjuva demokratik devrim döneminde, Alman burjuva sınıfının konumunu, Marks şöyle özetlemektedir - bu arada şunu da belirtelim ki, bu tahlil, toplumu üstelik de yalnızca geriye doğru bir hareket yönünden değil, hareket içerisinde inceleyen bir materyalizm örneğidir: "Kendine güvenmeksizin, halka güvenmeksizin, yukardakilere homurdanan, aşağıdakiler önünde titreyen ... dünya fırtınasıyla yılan, ... hiç bir yönüyle enerjisi olmayan, her yönüyle aşırmacılık ... inisiyatifsiz ... bunak çıkarları uğruna kendini gürbüz bir halkın ilk [sayfa 44] gençlik dürtülerini yönlendirmeye ve saptırmaya mahkum olmuş gören murdar bir ihtiyar..." (Neue Rheinische Zeitung, 1848; Bkz: Literarischer Nachlass cilt 3, s. 212.)[43] Yirmi yıl kadar sonra, Marks, Engels'e yazdığı bir mektupta (Briefwechsel, cilt 3, s. 224), 1848 Devrimi burjuvazinin, barış içinde köleliği, salt bir özgürlük uğruna, savaş umuduna yeğlemesi nedeniyle başarısızlığa uğramış olduğunu belirtmişti. 1848-49 devrimci dönem sona erdiği zaman, Marks, her türlü ihtilâlcilik oyunu girişimlerine karşı çıktı (Schopper ve Willich'e karşı olan savaşımı), görünüşte "barışçı" bir yoldan yeni devrimleri hazırlamakta olan yeni dönemde çalışabilme olanağında direndi. Marks'ın bu çalışmanın yürütülmesini istediği hava, gericiliğin en karanlık dönemi olan 1856 Almanyası'ndaki durumu değerlendirmesinde görülebilir: "Almanya'da her şey, proleter devrimin Köylü Savaşının bir ikinci baskısıyla desteklenmesi olanağına bağlıdır." (briefwechsel, cilt 2, s. 108.) Almanya'da demokratik (burjuva) devrim tamamlanmadığı sürece Marks, bütün dikkatleri sosyalist proletaryanın taktiklerine, köylülüğün demokratik enerjisinin gelişmesi üzerine çevirdi. Lasalle'ın tutumunu "nesnel olarak ... Prusya uğruna, işçi hareketinin tümüne ihanet" olarak kabul etti (cilt 3, s. 210), bu arada şunu da belirtelim ki, Lassalle, junkerlere ve Prusya milliyetçiliğine karşı hoşgörülü bir tutum takındığı için böyle düşündü. Basına verecekleri ortak bildiri üzerine Marks'la görüş alışverişinde bulunurlarken, Engels 1865'te şöyle yazıyordu: "Tarımın ağır bastığı bir ülkede, ... sanayi proletaryası adına burjuvaziye yalnız başına bir saldırıya geçmek, ama büyük feodal aristokrasinin kırbacı altındaki kırsal proletaryanın ataerkil sömürüsüne tek bir sözcük bile ayırmamak, korkaklıktır." (Cilt 3, s. 217.) 1864'ten 1870'e kadar, Almanya'da burjuva-demokratik devrimin tamamlanma dönemi biterken, Prusyalı ve Avusturyalı sömürücü sınıflarının şu ya da bu yolda, bu devrimi yukardan tamamlama savaşımı verdiği dönemde, Marks, yalnızca Bismarck ile cilveleşen Lassalle'ı azarlamakla kalmamış, [sayfa 45] "Avusturyacılık"a ve tikelciliğin savunuculuğuna sapan Liebknecht'i de doğru yola getirmiştir; Marks, Bismarck ve Avusturyacıların her ikisine karşı da eşit ölçüde amansız savaşacak devrimci taktikler, "galip olan"a Prusya Junkeri [12*] uyan değil de, Prusya askeri zaferleri ile yaratılan koşullara karşın, ona karşı devrimci savaşımı acil olarak yenileyen taktikler istiyordu (briefwechsel, c. 3, s. 134, 136, 147, 179, 204, 210, 215, 218, 437, 440-41). Ünlü 9 Eylül 1870 Enternasyonal Söylevinde, Marks, Fransız proletaryasını zamansız bir başkaldırma konusunda uyarmıştır, ama her şeye karşın bir ayaklanma olunca (1871), Marks, "göğü titreten" (Marks'ın Kugelmann'a mektubu) yığınların devrimci inisiyatifini coşkuyla selamladı.[44] Marks'ın diyalektik materyalizmi açısından, bu durumda devrimci eylemin yenilgisi, başka birçok durumda olduğu gibi, proletarya savaşımının genel gidişi ve sonuçları içerisinde, sağlanmış olan durumun bırakılmasından ve savaşmaksızın teslim olmaktan daha az kötüydü. Böylesine bir teslimiyet, proletaryayı demoralize edecek ve onun militanlığını zayıflatacaktı. Siyasal durgunluk ve burjuva legalitesi egemenliği dönemlerinde, legal araçların kullanılmasının önemini tümüyle kavrarken Marks, 1877 ve 1878'de Sosyalistlere-Karşı Yasanın[13*] çıkmasından sonra, Most'un "devrimci sözlerini" şiddetle suçlarken; bir yandan da eğer daha fazlasıyla değilse, en az onun kadar bir şiddetle de, bir süreden beri Sosyalistlere-Karşı Yasaya karşı kararlılık, metanet, devrimci bir ruh ve illegal bir savaşıma başvurma hazırlılığını göstermeyen Sosyal-Demokrat Parti yetkililerine saldırmıştır. (briefwechsel, cilt 4, s. 397, 404, 418, 422, 424 ayrıca karşı Sorge'e yazdığı mektuplar.)
BİBLİYOGRAFYA
MARKS'ın yapıtları ve mektupları, henüz tümüyle biraraya getirilip yayınlanmamıştır. Marks'ın yapıtlarından, Rusçaya çevrilenler, [sayfa 46] diğer dillere çevrilenlerden daha fazladır. Marks'ın yapıtlarının aşağıdaki listesi tarih sırasına göre düzenlenmiştir.
1841'de Marks, Epiküros'un felsefesi üzerine tezini yazdı. (Bu, ilerde daha çok sözünü edeceğimiz, Literarischer Nachlass'ın kapsamına alınmıştır.) Bu tezinde, Marks, hâlâ, hegelci idealist bakış açısına sıkısıkıya bağlıdır.
1842'de, Marks, Rheinische Zeitung'a (Köln) makaleler yazdı, bunların arasında, altıncı Ren Diyetindeki özgür basın tartışmalarının bir eleştirisi, odun kaçakçılığına ilişkin yasa konusunda bir makale, siyasetin, ilâhiyattan ayrılmasını savunan bir diğer makale (kısmen Literarischer Nachlass'ın kapsamına alınmıştır) vb. bulunmaktadır. Burada, Marks'ın, idealizmden materyalizme ve devrimci demokrasiden komünizme geçişinin belirtilerini görürüz.
1844'te, Paris'te Marks ve Arnold Ruge'un yönetiminde, Deutshe-Französische Jahrbücher yayına başladı. Burada, bu geçişin en sonu gerçekleştirildiği görülür. Marks'ın, bu dergide yayınlanan makaleleri arasında, en dikkate değer olanları şunlardır: Hegelci Hukuk Felsefesinin Bir Eleştirisi (Literarischer Nachlass'ın yanısıra, ayrı bir broşür olarak da yayınlanmıştır.) ve Yahudi Sorunu Üzerine, (gene Literarischer Nachlass'da; Znaniye Yayınevi tarafından Ucuz Kitaplık serisinden 210 numaralı broşür olarak çıkarılmıştır).
1845'te, Marks ve Engels, birlikte Main'deki Frankfurt'da, Kutsal Aile, Bruno Bauer ve Ortaklarına Karşı başlıklı bir broşür yayınladılar. (Literarischer Nachlass yanısıra, broşür olarak iki Rus baskısı vardır: biri, 1906'da, St. Petersburg'da Novy Golos tarafından öteki, 1907'de, St. Petersburg'da, Vestnik Znaniya tarafından yayınlandı.)
1845 ilkyazında, Marks, Feuerbach üzerine tezlerini yazdı. (Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach başlıklı broşüründe ek olarak yayınlanmıştır. Rusça bir çevirisi bulunmaktadır.)
1845-1847'de, Marks, Vorwärts, Deutsche-Brüsseler-Zeitung, (1847); Westphälisches Dampfboot (Bielefeld, 1845-48); Der Gesellschaftsspiegel (Elberfeld, 1846) gazetelerine, birçok makaleler yazdı. (Bunların çoğu, biraraya getirilmemiş, yeniden basılmamış ya da Rusçaya çevrilmemiştir.)
1847'de Marks, Proudhon'a karşı temel yapıtını, Proudhon'un Sefaletin Felsefesi'ne yanıt olarak, Felsefenin Sefaleti'ni yazdı. Kitap, Brüksel ve Paris'te yayınlandı. (Rusçada, Novy Mir'in çıkardığı, biri G. Lvoviç, diğeri Alekseyeva, sonuncusu da Prosveşçeniye tarafından çevrilmiş ve hepsi de 1905-1906'da yayınlanmış olan üç baskı vardır.)
1848'de, Brüksel'de, Serbest Ticaret Üzerine Konuşma yayınlandı (Rusça çevirisi mevcuttur, bunu, Londra'da, Engels'in işbirliği ile yayınlanan ve sanırım, Avrupa'nın bütün dillerine ve diğer birkaç dile çevrilmiş [sayfa 47] olan ünlü Komünist Partisi Manifestosu izledi. (Bu yapıtın, 1905 ve 1906 yıllarına ait, Molot, Kolokol, Alekseyeva vb. tarafından çevrilmiş hemen hemen sekiz Rusça baskısı vardır, çoğuna elkonulmuştur. Bunlar çeşitli başlıklar altında çıktılar: Komünist Manifesto, Sosyal Sınıflar ve Komünizm, Kapitalizm ve Komünizm, Tarih Felsefesi. Hem bunun, hem de Marks'ın diğer yapıtlarının tam ve en doğru çevirileri, Emeğin Kurtuluşu Grubunun dışarda yayınlanmış basımları arasında bulunabilir.)
1 Haziran 1848'den, 19 Mayıs 1849'a kadar, Köln'de, Marks'ın gerçekte baş yöneticiliğini yaptığı Neue Rheinische Zeitung yayınlandı. Marks'ın, günümüze kadar devrimci proletaryanın en iyi ve hâlâ aşılmamış organı olarak kalan bu gazetede yayınlanmış olan makaleleri, tümüyle biraraya getirilmemiş ve yeniden basılmamıştır. Bunların en önemlileri, Literarischer Nachlass'ın kapsamına alınmıştır. Bu gazetede basılmış olan Ücretli Emek ve Sermaye (1905 ve 1906'da, Kozman, Molot, Myagkov ve Voviç tarafından, dört Rusça basımı yapılmıştır) ve gene aynı gazeteden Yönetimdeki Liberaller (1906'da St. Petersburg'da Znaniye Yayınevi tarafından, ucuz kitaplar serisinden, 272 numaralı broşür olarak basılmıştır) tekrar tekrar broşür halinde çıkartılmıştır.
1849'da, Marks, Köln'de, İki Siyasal Duruşma'yı (Marks'ın basın yasasına aykırı davranmak ve hükümete karşı silahlı direniş çağrısında bulunmak suçlamasıyla yargılandığı ve bir jüri tarafından beraat ettirildiği duruşmada kendini savunurken yaptığı iki konuşma 1905 ve 1906'da çıkartılan ve Alekseyeva, Molot, Myagkov, Znaniye ve Novy Mir'e ait, beş basım halinde Rusça çevirileri mevcuttur),
1850'de, Hamburg'da, Marks, Neue Rheinische Zeitung dergisini, altı sayı çıkardı. Burada basılan en önemli makaleler, daha sonra, Literarischer Nachlass'ın kapsamına alınmıştır. Bunların içinde özellikle dikkate değer olanlar, 1895'te, Engels tarafından, Fransa'da Sınıf Savaşımları, 1848-1850 başlıklı bir broşür halinde tekrar basılan, makalelerdir. (Rusça çevirisi, M. Malih Kitaplığınca, 5960 numara ile basılmıştır; ayrıca, Bazarov ve Stepanov'un çevirdiği ve 1906'da, St. Petersburg'da Skirmunt tarafından yayınlanan Toplu Tarihsel Çalışmalar'da ve bir de Yirminci Yüzyılın Düşünceleri ve Görüşleri St. Petersburg, 1912'de de mevcuttur.)
1852'de, New York'ta, Marks'ın, Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i başlıklı bir broşürü yayınlandı. (Yukarda adı geçen yayınlarda Rusça çevirisi mevcuttur).
Aynı yıl, Londra'da, Enthüllungen über den Communistenproress in Köln, (Rusça çevirinin başlığı, Komanyardların Köln Duruşması, Halk Bilimi Kitaplığı, n°
Ağustos 1851'den 1862'ye kadar,[45] Marks, New York Tribune'e düzenli olarak yazı verdi, buradaki makalelerin çoğu, imzasız, başyazı olarak çıktı. Bunların arasında en göze çarpanı, Marks ve Engels'in ölümünden sonra, Almanca olarak tekrar basılan bir dizi makaledir: Almanya'da Devrim ve Karşı-Devrim (Bazarov ve Stepanov'un çevirdiği toplu yapıtlarda, bir Rusça çevirisi mevcuttur, ve sonra, 1905-06'da, Alekseyeva, Obşçestvennaya Polza, Novy Mir, Vseobçkaya Bilioteka ve Molot tarafından çıkartılan, beş basım halinde, broşür biçiminde çıkmıştır). Marks'ın Tribune'deki makalelerinin bazıları, daha sonra, Londra'da, ayrı broşürler halinde yayınlandı; örneğin, 1856'da yayınlanan Palmerston üzerine makale: 18. Yüzyılın diplomatik Tarihinin Açıklanması (Liberal İngiliz Bakanlarının, sürekli olarak Rusya'ya rüşvet karşılığı bağlılıkları konusunda), ve diğerleri. Marks'ın ölümünden sonra, kızı Eleanor Aveling, onun Doğu sorunuyla ilgili Tribune makalesinden bir kaçını Doğu Sorunu başlığı altında, 1897'de Londra'da yayınladı. Bir kısmı Rusçaya çevrilmiştir: Savaş ve Devrim, Sayı I, Marks ve Engels: Yayınlanmamış Makaleler (1852, 1853, 1854), Harkov 1919 (Düşüncemiz kitaplığı).
1854'ün sonlarından itibaren ve 1855 yılı boyunca Marks, Neue Oder-Zeitung'a ve 1861-62'de Viyana gazetesi Presse'e katkıda bulundu. Marks'ın sayısız mektupları gibi, bu makaleler de toplanmıştır ve ancak birkaçı Die Neue Zeit'ta yeniden basılmıştır. Aynı durum, Marks'ın 1859 İtalya Savaşının diplomatik tarihi üzerine yazdığı Das Volk (Londra 1859) makaleleri için de geçerlidir.
1859'da, Marks'ın Ekonomi Politiğin Eleşitirisine Katkı'sı Berlin'de yayınlandı (Rusça çevirileri: Moskova 1896, Manuilov tarafından hazırlanmıştır; St. Petersburg 1907, Rumyantsev tarafından çevrilmiştir).
1860'ta Marks'ın Herr Vogt başlıklı bir kitapçığı Londra'da yayınlandı.
1864'te, Marks tarafından yazılan Uluslararası İşçi Birliğinin Çağrısı Londra'da çıktı (Rusça çevirisi mevcuttur). Marks, Enternasyonal Genel Konseyinin sayısız manifestolarının, çağrılarının ve kararlarının yazarı idi. Bu malzeme tahlil edilmiş ya da hatta derlenmiş olmaktan çok uzaktır. Bu çalışmaya ilk yaklaşım, Gustav Jaevkh'in Marks'ın birkaç mektubunu ve karar taslaklarını içeren [sayfa 49] Die Internationale başlıklı kitabıdır (Rusça çevirisi: St. Petersburg 1906, Znaniye Yayınevi). Genel Konseyin Paris Komünü Üzerine Söylevi, Marks tarafından yazılmış olan Enternasyonale ait belgelerdendir. Bu belge, 1871'de, Londra'da Fransada İç Savaş başlıklı bir kitapçık halinde çıktı (Rusça çeviriler: Lenin tarafından hazırlanmış olan bir çeviri Molot Yayınevi ve diğerleri).
1862 ve 1874 arasında Marks, Enternasyonalin bir üyesi olan Kugelmann'la mektuplaştı (iki Rusça çeviri: biri Goihbarg adlı birine ait, öteki Lenin tarafından hazırlanmış).
1867'de Marks'ın temel yapıtı Kapital: Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Birinci Cilt, Hamburg'da çıktı. İkinci Cilt 1885'te ve Üçüncü Cilt 1894'te, Marks'ın ölümünden sonra Engels tarafından yayınlandı. Rusça çevirileri: Birinci Cilt, beş baskı halinde (ikisi Danielson'un çevirisi olarak, 1872 ve 1898; diğer ikisi E. A. Gurvich ve L. M. Zak'ın çevirisi olarak ve Struve'nin basıma hazırlamasıyla; 1. baskı - 1899, 2. baskı - 1905; bir diğeri ise Bazarov ve Stepanov'un basıma hazırlamasıyla). İkinci ve Üçüncü ciltler Danielson'un çevirisi olarak, (pek yeterli değildir) ve, bir de Bazarov ve Stepanov'un basıma hazırlamasıyla (bu daha iyidir) çıktı.
1876'da Marks, Engels'in Herrn Eugen Dührings Umwalzung der Wissenschaft (Anti-Dühring) adlı yapıtının yazılmasına katkıda bulundu; tüm çalışmanın elyazmasını gözden geçirdi ve ekonomi politiğin tarihi üzerine bütün bir bölüm yazdı.
Marks'ın aşağıdaki yapıtları ölümünden sonra yayınlanmıştır:
Gotha Programının Eleştirisi (St. Petersburg 1906, ve Die Neue Zeit'ta Almanca olarak, 1890-1891, sayı 18);
Değer, Fiyat ve Kâr[46] (26 Haziran 1865'te verilen bir konferans;
Die Neue Zeit, XVI, 1897-1898; Rusça çevirileri, Molot, 1906, ve Lvoviç 1905, tarafından çıkarılmıştır);
Aus dem literarischen Nachlass Von Karl Marks Friedrich Engels und Ferdinand Lassalle, üç cilt, Stuttgart 1962 (Rusça çevirisi, Akselrod ve diğerleri tarafından basıma hazırlanmıştır, 2 cilt, St. Petersburg 1908: Birinci Cilt, ayrıca E. Gurviç tarafından da basıma hazırlanmıştır, Moskova 1907. Ayrı olarak yayınlanan, Lassalle'ın Marks'a yazdığı mektuplar Literarischer Nachlass'a dahil edilmiştir);
K. Marks'ın F. Engels'in ve Başkalarının F.A. Sorge'ye ve Başkalarına Mektupları (Rusçada iki basım, biri Akselrod tarafından hazırlanmış, öteki Lenin'in önsözü ile Dauge tarafından yayınlanmıştır);
Kapital'in dördüncü cildinin elyazması olan ve Kautsky tarafından yayınlanan Theorien über den Mehrwert [Artı-Değer Teorileri], dört bölümlü [sayfa 50] üç cilt, Stuttgart 1905-10. (Yalnızca birinci cilt Rusçaya çevrilmiştir; üç basım; St. Petersburg 1906; Plehanov tarafından basıma hazırlanmıştır; Kiev 1906, Jeleznot tarafından basıma hazırlanmıştır ve Kiev, 1907, Tuçapski tarafından basıma hazırlanmıştır.) 1913'te Marks-Engels Yazışmaları'nın dört büyük cildi Stutgart'ta yayınlandı, bunlardan I, Eylül 1844 ve 10 Ocak 1883 arasında yazılmış olan 386 mektubu içeriyor ve Marks'ın biyografisinin ve görüşlerinin incelenmesi için çok değerli bir malzeme yığını sağlıyordu.
1917'de, Marks ve Engels'in yapıtlarının iki cildi çıktı, bunlar 1852-62 dönemine ait makalelerini içeriyordu (Almanca).
Marks'ın yapıtlarının bu listesini bitirirken, çoğunlukla Die Neue Zeit, Vorwärts ve öteki Almanca sosyal-demokrat yayınlarda çıkan daha kısa makalelerinin ve mektuplarının sayılmadığını belirtmek gerek. Marks'ın Rusça çevirilerinin listesi de, özellikle 1905-1906'da çıkan kitapçıklar açısından, kuşkusuz tamam değildir.
Marks ve marksizm üzerine olan yazın çok geniştir. Yalnızca en önde gelenlerine değineceğiz ve yazarları üç ana gruba ayıracağız: önemli sorunlarda Marks'ın görüş açısına bağlı kalan marksistler; özünde marksizme düşman olan burjuva yazarları; ve marksizmin bazı temellerini kabul ettiklerini öne sürerlerken, aslında onun yerine burjuva kavramlar koyan revizyonistler. Narodniklerin Marks'a karşı tutumu revizyonizmin özellikle bir Rus türü sayılmalıdır.
Werner Sombart, Ein Beitrag zur Bibliographie des Marksismus (Archiv für Sozialwissenschaft und Sozialpolitik, XX, 2. Heft.[47] 1905, s. 413-430), adlı yapıtında tamam olmaktan çok uzak bir liste halinde üç yüz kadar başlık verir. Gerek Die Neue Zeit 1883-1907 ve devamı dizininde, gerekse Jozef Stammhammer'in Bibliographie des Sozialismus und Kommunismus, Bd. I-III[48] Jena (1893-1909) başlıklı yapıtında daha fazlası bulunabilir. Marksizm üzerine ayrıntılı bir bibliyografya için ayrıca Bibliographie der Sozialwissenschaften'e bakınız. Berlin, Jahrgang I, 1905 u. ff..[49] Ayrıca da N. A. Rubakin'in Kitaplar Arasında adlı yapıtına bakınız (cilt 2, 2. basım). Burada yalnızca en önemli bibliyografyalara değiniyoruz. Maks'ın biyografisi konusunda her şeyden önce, Friedrich Engels'in 1878'de Brunswick'te Bracke tarafından [sayfa 51] yayınlanan Volkskalender'deki[50] ve Handwärterbuch der Staatswissenschaften, Bd. 6,9.600-03'teki[51] makalelerine dikkat çekilmelidir; W. Liebknecht, Karl Marks Zum Gedächtniss[52] Nuremberg 1896; Lafargue, Karl Marks Persönliche Erinnerungen;[53] W. Liebknecht, Karl Marks, 2. Baskı, St. Petersburg 1906; P. Lafargue Karl Marks'a Ait Anılarım, Odessa 1905 (orijinali için bkz: Die Neu Zeit, IX, 1); Karl Marks: Anısına, St. Petersburg 1908, 410 sayfa, Y. Nevzoroj, N. Rojkov, V. Bozarov, Y. Steklov, A. Finn-Yenotayevsky, P. Rumyantsev, K. Renner, H. Roland-Holst, V. llyin, R. Luxemburg, G. Zinovyev, Y. Kamenev, P. Orlovski, M. Taganski'ye ait makalelerin bir derlemesi; Franz Mehring,Karl Marks. Marks'ın, Amerikan sosyalisti Spargo tarafından İngilizce olarak yazılmış olan geniş biyografisi (John Spargo Karl Marks, His Life and Work, London 1911) yeterli değildir. Marks'ın eylemlerinin genel bir gözden geçirmesi için ise Karl Kautsky'nin Die Historische Leistung von Karl Marks. Zum 25 Todestag des Meisters[54] başlıklı yapıtına bakınız, Berlin 1908. Bu yapıtın Rusça çevirisi Karl Marks ve Tarihsel Önemi başlığını taşımaktadır, St. Petersburg 1908. Ayrıca Clara Zetkin'in Karl Marks und sein lebenswerk[55] başlıklı popüler broşürüne de bakınız (1913). Marks'a ait anılar: Vestnik Yevropi'de Annenkov'un anıları, 1880 n° 4 (ayrıcaAnılar'ında Cilt 3, Olağanüstü Bir Onyıl, St. Petersburg 1882); Ruskoye Bogalstvo, 1906, n° 12'de Karl Schurz'un anıları; Vestnik Yevropi, 1909, n° 6 ve devamında M. Kovalevski'nin anıları.
Marksist felsefe ve tarihsel materyalizm konusunda en iyi açıklamayı G. V. Plehanov vermiştir, Yirmi Yıl, St. Petersburg 1909, 3. baskı; Savunmadan Saldırıya, St. Petersburg 1910; Marksizmin Temel Sorunları, St. Petersburg 1908; Eleştirmenlerimin Bir Eleştirisi, St. Petersburg 1906; Birci Tarih Görüşünün Gelişmesi, St. Petersburg 1908 ve diğer yapıtları. Antonio Labriola, Materyalist Tarih Görüşü Üzerine [Rusça], St. Petersburg 1898; ayrıca Tarihsel Materyalizm ve Felsefe, St. Petersburg 1906; Franz Mehring, Tarihsel Materyalizm Üzerine [Rusça] (Prosveşçeniye ve Molot'a ait iki baskı), St. Petersburg [sayfa 52]
1906 ve Lessing Efsane [Rusça], St. Petersburg 1908 (Znaniye); ayrıca bakınız Charles Andler (marksist değildir), Komünist Manifesto. Tarih, Giriş Yorumlar [Rusça], St. Petersburg 1906, ayrıca bakınız Tarihsel Materyalizm, St. Petersburg 1908, Engels, Kautsky, Lafargue ve daha birçoklarına ait makalelerden oluşan bir derleme; L. Akselrod, Felsefi Taslaklar, Tarihsel Materyalizmin Felsefî Eleştirmenlerine Bir Yanıt, St. Petersburg 1906. Dietzgen'in marksizmden başarısız sapmalarının özel bir savunması, E. Untermann'ın Die Logischen Mängel des engeren Marksismus[56] adlı yapıtında bulunabilir, Münih 1910, 753 sayfa (geniş ama pek ciddi olmayan bir çalışma). Hugo Riekes'in, Zeitschrift für die gesamte Staalswisenschaft, 62, Jahrgang, 1096, 3. Heft, s. 407-32'deki Die Philosophische Wurzel des Marksismus[57] başlıklı çalışması, marksist görüşlerin bir muhalifi tarafından yazılmış, materyalizm açısından bu görüşleri felsefi bütünlüğünü gösteren ilginç bir çalışmadır. Benno Erdmann'ın Jahrbuch für Gesetzgebung, Verwaltung und Volkswirtschaft (Schmollers Jahrbuch), 1907, 3. Heft, s. 156'daki, Die Philosophischen Voraussetzungen der materialistischen Geschichtsauffassung[58] başlıklı çalışması Marks'ın felsefi materyalizmin bazı temel ilkelerinin çok yararlı bir formülasyonu ve bugünkü kantçılık ve genel olarak bilmesinlercilik açısından ona karşı ileri sürülen iddiaların bir özetidir. Rudolph Stammler (kantçı), Wirtschaft und Recht nach der materialistischen Geschichtsauffassung,[59] 2. baskı, Leipzig 1906; Woltman (gene bir kantçı), Tarihsel Materyalizm (Rusça çevirisi, 1901); Vorländer (gene bir kantçı) Kant ve Marks [Rusça], St. Petersburg 1909. Ayrıca bir yanda A. Bogdanov, V. Bazarov ve diğerleri öte yandan ise V. İlyin[60] arasındaki polemiğe de bakınız. (Birincilerin görüşleri Marksizm Felsefesinin Bir Özeti, St. Petersburg 1908; A. Bogdanov, Büyük Bir Fetişizmin Çöküşü, Moskova 1909 ve diğer yapıtlarda, V. İlyin'in görüşleri ise Materyalizm ve Ampiryokritisizm, Moskova 1909'da mevcuttur.) Tarihsel materyalizm ve ahlak üzerine: Karl Kautsky, Ahlak ve Materyalist Tarih Anlayışı, [sayfa 53]
St. Petersburg 1906 ve Kautsky'nin birçok başka yapıtı; Louis Boudin, Bugünkü Eleştiriler Işığında Karl Marks'ın Teorik Sistemi, V. Zasuliç'in editörlüğü altında İngilizce'den çevrilmiştir, St. Petersburg 1908; Hermann Gorter, Derhistorische Materialismus,[61] 1909. Marksizme karşı olanların yapıtlarından Jugan-Baronovski'nin Marksizmin Teorik Temelleri'ni, St. Petersburg 1907; S. Prokopoviç'in Marks'ın Bir Eleştirisi'ni, St. Petersburg 1901; Hammacher'in Das Philosophisch-ökonomische System des Marksismus[62] adlı yapıtını, Leipzig 1910 (730 sayfa, alıntılar derlemesi); Werner Sombart'ın Sosyalizm ve Ondokuzuncu Yüzyılda Sosyal Hareket'ini [Rusça], St. Petersburg; Marks Adler'in (kantçı) Kausaität und Teleologie, Viyana 1909; Marks Studien ve gene aynı yazarın Marks als Denker adlı yapıtlarını [63] sayabiliriz.
Hegelci bir idealist olan Ciovanni Gentile'in La filosofia di Marks[64] Pisa 1899, başlıklı kitabı da dikkate değer. Yazar, genellikle kantçıların, pozitivistlerin vb. dikkatinden kaçan Marks'ın materyalist diyalektiğinin bazı önemli yönleri üzerinde durmaktadır. Gene bunun gibi: Lévy'nin Feuerbach'ı, Marks'ın esas felsefi öncellerinden biri hakkında bir çalışmadır. Marks'ın bazı yapıtlarından alıntılardan oluşan yararlı bir derleme de Çernişevski'nin Bir Marksistin Not Defteri'nde bulunabilir, St. Petersburg (Dyelo), 1908. Marks'ın ekonomik öğretisi üzerine aşağıdaki kitaplar dikkate değer: Karl Kautsky, Karl Marks'ın Ekonomik Öğretileri (Rusça pek çok basımı vardır), Tarım Sorunu, Erfurt Programı ve pek çok broşür. Ayrıca bkz: Edvard Bernstein, Marks'ın Ekonomik Öğretisi, Kapital'in Üçüncü Cildi (Rusça çeviri, 1905); Gabriel Deville, Kapital (Kapital'in birinci cildinin açıklaması, Rusça çeviri 1907). Tarım sounu konusunda, marksistler arasındaki, revizyonizm denen şeyin bir temsilcisi Edvard David'dir, Sosyalizm ve Tarım (Rusça çeviri, St. Petersburg 1902). Revizyonizmin bir eleştirisi için ise, V. İlyin, Tarım Sorunu, I. Kısma bakınız, St. Petersburg 1908. Ayrıca V. İlyin aşağıdaki kitaplarına bakınız: Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi, 2. baskı, St. Petersburg 1908; Ekonomik Denemeler ve Makaleler, St. Petersburg 1899; Tarımda Kapitalizmin Gelişme Yasaları Üzerine Yeni Veriler, Kitap 1, 1917. Fransa'daki tarımsal ilişkilere ait en son verilere Marks'ın görüşlerinin bazı sapmalarla uygulanması Compère-Morel'in La question agraire et le [sayfa 54] socialisme en France'ında[65] bulunabilir, Paris 1912, 455 sayfa. Marks'ın ekonomik görüşlerinin, ekonomik yaşamın son görüngülerine uygulanarak daha da gelişmiş hali için Hilferding'in Finans Kapital'ine [Rusça], St. Petersburg 1911, bakınız (Yazarın değer teorisine ilişkin görüşlerindeki önemli hatalar Kautsky'nin "Gold, Papier und Ware" "Altın, Kağıt Para ve Metalar" başlıklı makalesinde düzeltilmiştir, Die Neue Zeit, XXX, 1; 1912, s. 837 ve 866) ve ayrıca V. İlyin'in Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, 1917; başlıklı yapıtına bakınız. Pyotr Maslov, Tarım Sorunu'nda (iki cilt) ve Ekonomik Gelişmenin Teorisi'nde bulunabilir, Die Neu Zeit, XXIX, 1, 1911.
Burjuva profesörler arasında pek yaygın olan marjinal fayda teorisi denen teori açısından Marks'ın ekonomik öğretisinin bir eleştirisi aşağıdaki yapıtlarda bulunmaktadır: Böhm-Bawerk, Zum Abschluss des Marksschen Systems[66] (Berlin 1896, Staatswiss. Arbeiten, Festgabe für K. Knies'de), Rusça çevirisi, St. Petersburg 1897. Marks'ın Teorisi ve Eleştirisi ve ayrıca Kapital und Kapitalzins, 2. baskı, iki cilt Innsbruck, 1900-1902 (Rusça çevirisi, Kapital ve Kârlar, St. Petersburg 1909). Aynca bkz: Riekes, Wert und Tauschwert (1899),[67] von Bortkiewicz, Wertrechnun und Proisrechnung im Marksschen System (Archiv für Sozialwissenschaft, 1906-1907);[68] Leo von Buch, Über Die Elemente der politischen Ökonomie. 1. Th. Die Intensität d. Arbeit, Wert u. Preis[69] (Rusça da yayınlanmıştır). Marksist açıdan Böhm-Bawerk'in eleştirisinin bir tahlili için Hilferding'in Böhm Bawerks Marks Kritik'ine [70] (Marks-Studien, 1. Band, Vienna, 1904) ve Die Neue Zeit'ta yayınlanmış olan daha kısa makalelere bakınız.
Marksizmin yorumunda ve gelişmesinde iki temel akım "revizyonist" ve radikal ("ortodoks") ile ilgili olarak bkz: Edvard Bernstein'in Voraussetzungen des Sozialismus und die Aufgaben der Sozialdemokratie (Almanca orijinali, Stuttgard 1899; Rusça çevirisi: Tarihsel Materyalizm, St. Petersburg 1901 ve Toplumsal Sorunlar, Moskova 1901); ayrıca bkz: Tarihten ve Sosyalizmin Teorisinden başlıklı yapıtı, St. Petersburg 1902. Bernstein'a bir yanıt, Karl Kautsky'nin [sayfa 55]
Bernstein und des sozialdemokratische Programm'ında (Almanca orijinali, Stuttgart 1899, dört baskı halinde Rusça çevirisi; 1905-1906). Fransız marksist yazını için bkz. Jules Guesde, Quatre ans de lutte des classes, En garde; ve Questions d'hier et d'aujourd'huil (Paris 1911);[71] Paul Lafargue, Le déterminisme économique de K. Marks (Paris 1909);[72] Anton Pannekoek, Zwei Tendenzen in der Arbeiterbewegung.[73]
Marksist sermaye birikimi teorisi üzerine Rosa Luxemburg'un yeni bir yapıtı vardır, Die Akkumulation des Kapitals (Berlin 1913),[74] ve onun Marks'ın teorisini yanlış yorumlamamasına ilişkin bir tahlili de Otto Bauer yapmıştır. Die Akkumulation des Kapitals (Die Neue Zeit, XXX, 1, 1913, s. 831 und 862).[75] Ayrıca bkz: Vorwärts'de Eckstein ve 1913 yılında Bremer Bürger-Zeitung'da Pannekoek.
Marksizm üzerine eski Rus yazınından şu aşağıdakileri belirtmek gerek: B. Çiçerin, "Alman Sosyalistleri", Bezobrazov'un Siyasal Bilim Derlemesi'nde, St. Petersburg 1888 ve Siyasal Doktrinler Tarihi, Kısım 5, Moskova 1902,156 sayfa; yukardakine Zieber tarafından verilen bir yanıt, "Bay Çicerin'in Gözlükleriyle Alman İktisatçıları", Toplu Yapıtlar'ında, c.
Marksizm konusunda Rus Narodnikleri N. K. Mihavlovski Russkoye Bogatsitvo'da, 1894, n° 10 ve 1895, n° 1 ve 2; ayrıca Toplu Yapıtlar'ında yeniden basılmış olan P. Struve'nin Eleştirel Notlar'ı (St. Petersburg 1894) üzerine görüşler. Mihaylovski'nin görüşleri marksist [sayfa 56] bir açıdan, K. Tulin (V. İlyin) tarafından Ekonomik Gelişmemizi Niteleyen Veriler'inde tahlil edilmiştir (St. Petersburg 1895, sansür tarafından yok edilmiştir), sonradan V. İlyin'in Oniki Yıl Boyunca'sında yeniden basılmıştır, St. Petersburg 1908. Diğer narodnik yapıtlar: V. V., Siyaset Çizgilerimiz, St. Petersburg 1892 ve Yetmişlerden Yirminci Yüzyıla, St. Petersburg 1907; Nikolay'un, Reform Sonrası Toplumsal Ekonomimizin Özeti, St. Petersburg 1893; V. Çernov, Marksizm ve Tarım Sorunu, St. Petersburg 1906 ve Felsefi ve Sosyolojik Denemeler, St. Petersburg 1907.
Narodniklerin yanısıra şu aşağıdakilere de değinebiliriz: N. Karayev, Tarihsel Materyalizmin Üzerine Eski ve Yeni Denemeler, St. Petersburg 1896, 1913'te Ekonomik Materyalizmin Bir Eleştirisi başlığı altında 2. baskı; Masarik, Marksizmin Felsefi ve Sosyolojik Temelleri [Rusça], Moskova 1900; Croce, Tarihsel Materyalizm ve Marksçı İktisat [Rusça], St. Petersburg 1902.
Marks'ın görüşlerinin doğru bir değerlendirmesi için, onun en yakın düşünce ve çalışma arkadaşı Friedrich Engels'in yapıtlarını tanımak gerekir. Engels'in tüm yapıtlarını hesaba katmadan marksizmi anlamak ve sunmak olanaksızdır.
Anarşizm açısından Marks'ın bir eleştirisi için bkz: V. Çerkezov, Marksizmin Öğretileri, iki bölüm, St. Petersburg 1905; V. Tucker, Bir Kitabın Bedeli [Rusça], Moskova 1907; Sovel (sendikalist), Modern Ekonominin Toplumsal İncelemeleri, Moskova 1908 [sayfa 57]
Dipnotlar
[1] Marks'ın "Moselle Muhabirinin Doğrulanması" adlı yazısı sözkonusudur. -Ed.
[2] Karl Marks, "Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Giriş", Din Üzerine, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 37 vd.. -Ed.
[3] Karl Marks, Kapital, Birinci Cilt, Sol Yayınları, Ankara 1975, s. 25-26. -Ed.
[4] Friedrich Engels, Anti-Dühring, Sol Yayınları, Ankara 1974, s. 98. -Ed.
[5] Ibid., s. 119. -Ed.
[6] Anti-Dühring, s. 82. -Ed.
[7] Ibid., s. 71. -Ed.
[8] Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klâsik Alman Felsefesinin Sonu, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 22, 23, 24. -Ed.
[9] Ludwig Feuerbach, s. 25. -Ed.
[10] Anti-Dühring, s. 192. -Ed.
[11] Anti-Dühring, s. 52. -Ed.
[12] Ibid., s. 69. -Ed.
[13] Ludwig Feuerbah, s. 48. -Ed.
[14] Ludwig Feuerbach, s. 69. -Ed.
[15] Ibid., s. 47. -Ed.
[16] Anti-Dühring, s. 72. -Ed.
[17] Ibid., s. 72. -Ed.
[18] Ludwig Feuerbach, s. 31. -Ed.
[19] Kapital, Birinci Cilt, s. 402n. -Ed.
[20] Karl Marks, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, "Önsöz", Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 25-26. -Ed.
[21] Marks and Engels, Selected Works, Moscow 1962, vol. I, s. 33-36, 43-45, -Ed.
[22] Kapital, Birinci Cilt, s. 95. -Ed.
[23] Kapital, Birinci Cilt s. 62; Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 47. -Ed .
[24] Kapital, Birinci Cilt, s. 194. -Ed.
[25] Kapital, Birinci Cilt, s. 192. -Ed.
[26] Kapital, Birinci Cilt, s. 781, 782. --Ed.
[27] Bkz: Karl Marks, Kapitalist Rant Üzerine , Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 245-246. -Ed.
[28] Kapital, Birinci Cilt, s. 777-778. -Ed.
[29] Ibid., s. 679-680. -Ed. -
[30] Karl Marks, Fransa'da Sınıf Savaşımları, 1848-1850, Sol Yayinları, Ankara 1976, s. 135. -Ed.
[31] Karl Marks, Louis Bonaparte'ın 18 Brumarie'i, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 136. -Ed.
[32] Fransa'da Sınıf Savaşımları, 1848-1850, s. 134. -Ed.
[33] Sol Yayınları basımında "Onbeşinci Bölüm". -Ed.
[34] Kapital, Birinci Cilt, s. 533-534. -Ed.
[35] Kapital, Birinci Cilt, Onbeşinci Bölüm, Dokuzuncu Kesim, s. 517-518. -Ed.
[36] Ibid., s. 512. -Ed.
[37] Marks and Engels, Selected Works, Moscow 1962, vol. I. s. 51. -Ed.
[38] Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 219. -Ed.
[39] Anti Dühring, s. 417-418 -Ed.
[40] Ailenin, Ozel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 221. -Ed.
[41] Friedrich Engels, "Fransa'da ve Almanya'da Köylü Sorunu", Almanya'da Burjuva Demokratik Devrim, Sol Yayınları, Ankara 1975, s. 424. -Ed.
[42] Marks and Engels, Selected Works, Moscow 1962, vol. 1. s. 64. -Ed.
[43] Marks and Engels, Selected Works, vol. I, s. 69. -Ed.
[44] Marks and Engels, Selected Works, vol. 11, s. 463. -Ed.
[45] Engels, Handwärterbuch der Staalswissenschaften Band VI, s. 603'teki Marks üzerine makalesinde, ve Bernstein, Encyclopaedia Britannica, 1911, Onbeşinci Baskısına yazdığı Marks konusundaki makalesinde yanlışlıkla tarihleri 1853-60 olarak vermektedirler. Bkz: Marks ve Engels, Briefwechsel, 1913 baskısı.
[46] Daha sonra Ücret, Fiyat ve Kâr olarak yayınlandı. -Sol Yayınları,
[47] "Marksizm Bibliyografyasına Bir Katkı", Toplumsal Bilim ve Toplumsal Politika Arşivi, c. 20, kitap 2'de yayınlandı. -Ed.
[48] Sosyalizm ve Komünizm Bibliyografyası, c. 1-3. -Ed.
[49] Toplumsal Bilimler Bibliyografyası, Berlin, yayının ilk yılı, 1905 ve onu izleyen yıllar. -Ed.
[50] Halk Günlüğü. -Ed.
[51] Politik Bilimler Sözlüğü, c. 6, s. 600-603. -Ed.
[52] W. Liebknecht, Karl Marx Bibliyografik Anılar. -Ed.
[53] Paul Lafargue, Marks'ın Kişisel Anıları. -Ed.
[54] Karl Kautsky, Karl Marks'ın Tarihsel Katkısı, Ustanın Ölümünün Yirmibeşinci Yıldönümü Üzerine. -Ed.
[55] Clara Zetkin, Karl Marks ve Mesleği, -Ed.
[56] E. Untermann, Dar Marksizmin Mantıksal Kusurları. -Ed.
[57] Hugo Riekes, "Marksizmin Felsefi Kökleri", Bütün Siyasal Bilimler Dergisi, 62'nci yayın yılı, 1906, s. 407-37 -Ed.
[58] Benno Erdmann, "Tarihin Materyalist Anlayışının Felsefi Varsayımları" Yasama, Yönetim ve Ulusal Ekonomi Yıllığı'nda (Schmoller Yıllığı), 1907, Kitap 3, s. 1-56. -Ed.
[59] Rudolph Stammler, Tarihin Materyalist Anlayışına Gäre İktisat ve Yasa -Ed.
[60] V. İlyin, V. İ. Lenin'in yazınsal takma adlarından biri. -Ed.
[61] Hermann Gorter, Tarihsel Materyalizm. -Ed.
[62] Hammacher, Marksizmin Felsefi-İktisadi Sistemi. -Ed.
[63] Marks Adler, Nedensellik ve Erekbilim ve Düşünür Olarak Marks, -Ed.
[64] Giovani Gentile, Marks'ın Felsefesi. -Ed.
[65] Compère-Morel, Fransa'da Tarım Sorunu ve Sosyalizm. -Ed.
[66] Böhrn-Bawerk, Karl Marks ve Sisteminin Sonucu. -Ed.
[67] Riekes, Değer ve Değişim Değeri, (1895). -Ed.
[68] Von Bortkiewicz, Marksçı Sistemde Değerin Hesaplanması ve Fiyatın Hesaplanması (Toplumsal Bilimler Arşivi 1906-07). -Ed.
[69] Leo von Buch, Ekonomi Politiğin Öğeleri Üzerine, Emeğin Yeğinliği, Değer ve Fiyat. -Ed.
[70] Hilferding. Böhm-Bawerk'in Marks'ı Eleştirisi. -Ed.
[71] Jules Guesde, Sınıf Mücadelesinin Dört Yılı, Dikkat! Günün Sorunları, Paris 1911. -Ed.
[72] Paul Lafargue, İktisadi Belirlenimcilik. Karl Marks'ın Tarihsel Yäntemi, Paris 1909.-Ed.
[73] Anton Panliekoek, Emek Hareketinde İki Eğilim. -Ed.
[74] Rosa Luxemburg, Sermayenin Birikimi, Berlin 1913.-Ed.
[75] Otto Bauer, Sermayenin Birikimi, (Die Neue Zeit, XXX, 1, 1913, s. 831 ve 862). -Ed.
Açıklayıcı Notlar
[1*] Lenin, Granat Ansiklopedik-Sözlük için yazmayı amaçladığı "Karl Marx"makalesine, 1914 ilkyazında Pronin (Galiçya)'de başladı ve Kasım 1914'te Bem'de tamamladı. Bir kitapçık olarak yayınlanan bu makalenin 1918 baskısının "Önsöz"ünde, Lenin makalenin 1913 yılında yazıldığını anımsadığını söyler.
Makale, 1915'te, Sözlük'te, V .İ. Lenin imzasıyla yayınlandı ve makaleye bir de "Marksizm Bibliyografyası" eklendi. Sansür yüzünden Sözlük'ün yayımcıları, "Sosyalizm" ve "Proletarya'nın Sınıf Mücadelesinin Taktikleri" adlı iki bölümü yazıdan çıkardılar ve metinde bir dizi değişiklik yaptılar.
1918'de Priobi Yayınevi, makalenin özgün metnini, Lenin'in özel olarak bu makale için yazdığı bir önsözle birlikte ayrı bir kitapçık olarak yayınladı, ama "Marksizm Bibliyografyası" eki kitapçıkta yoktu.
Makale, elyazmalarına uygun olarak tümüyle ilk kez RKPMK Lenin Enstitüsü tarafından Marx-Engels Marksizm derlemesi içerisinde 1925 yılında yayınlandı. -7
[2*] Komünist Birlik -1847 yazında Londra'da kurulan devrimci proletaryanın birinci uluslararası örgütü. Birliğin örgütleyicileri ve liderleri Birliğin talimatıyla, Komünist Partisi Manifestosu'nun yazarları, Marx ve Engels idi. Birlik, burjuvaziyi alaşağı etmeyi, eski burjuva toplumunu sınıf karşıtlıklarıyla birlikte ortadan kaldırmayı ve sınıfsız ve özel mülkiyeti olmayan yeni bir toplumu kurmayı amaçlıyordu.
1852 Kasımına kadar süren varlığı sırasında, proleter devrimcilerin eğitim merkezi olarak, proletarya partisinin çekirdeği olarak ve Uluslararası İşçi Birliğinin (Birinci Enternasyonalin) öncüsü olarak önemli bir rol oynadı. Onun tarihi, Engels'in "Komünist Birliğin Tarihi Üzerine" adlı makalesinde ele alınmıştır .(Bkz: Marx and Engels, Collected Works, Moskova 1962, c. 11, s. (338-57).) -13
[3*] Şubat 1848'deki Fransız burjuva devrimi. - 14
[4*] Mart 1848'de başlayan Almanya ve Avusturya'daki burjuva devrimi. -14
[5*] Küçük-burjuva partisi ("
[6*] Marx'ın bonapartçı ajan K. Vogt tarafından yazılan iftira dolu uydurması "Allgemeine Zeitung'a Karşı Davam"a yanıt olarak yazdığı Herr Vogt kitapçığı. -14
[7*] Uluslararası İşçi Birliği Açılış Söylevi. -14
[8*] Restorasyon, 1792 Fransız burjuva devrimi ile devrilen Burbon hanedanının iktidarını yeniden kurduğu, Fransız tarihinde bir dönem (1814-30). -24
[9*] Marjinal fayda teorisi, marksist emek-değer teorisine karşı olarak geçen yüzyılın sonunda Avusturya okulu denilen akım tarafından ileri sürülmüştür. Bu Avusturya okulu, kaba ekonomi politiğin bir türünü öğütlüyordu, ama öteki temsilcilerinden farklı olarak metaın değerini yalnızca onun yararlılığı ile değil aynı zamanda, enaz acil olan gereksinmeleri karşılayan mevcut malların son (marjinal) birimlerinin yararlılığı ile de belirlemiştir. Marjinal fayda teorisi Avusturya okulunun bütün öteki iktisadi ve felsefi görüşleri gibi, kapitalist sömürünün gerçek niteliğinin üstünü örtme aracı olarak kullanılmıştı. -32
[10*] Die Neue Zeit ("Yeni Zamanlar"), 1833'ten 1923'e kadar Stuttgart'ta yayınlanan Alman Sosyal-Demokrat Partisinin teorik bir dergisi. Yayımcısı Kautsky idi ve Ekim 1917'de Kautsky'nin yerine Cunow geçti. Marx ve Engels'in birçok çalışmalarını yayınlayan ilk dergi idi.
Engels, yayımcılara, çalışmalarında, marksizmden sık sık sapmalarını eleştirerek öğütler vermişti.
Engels'in, 1895'te ölümünden sonra, dergi Bernstein'ın marksizme karşı revizyonist bir haçlı seferini başlatan bir dizi makalesini, Sosyalizmin Sorunları'nı da içeren revizyonist makaleleri yayınlamayı alışkanlık haline getirdi. Birinci Dünya Savaşı sırasında dergi, sosyal-şovenleri destekleyerek merkezci bir yol izledi. -41
[11*] 1815'ten itibaren, Avusturya, Prusya ve Rusya'nın ortaklaşa denetim altına aldıkları Krakov Cumhuriyeti'ndeki ulusal kurtuluş demokratik ayaklanması. Ayaklanmacılar, feodal yükümlülükleri ortadan kaldıran ve karşılığı ödenmeden köylülere toprağın geri verileceğini vaadeden bir bildiri yayınlayan bir U1usal Hükümet kurdular. Hükümet öteki bildirilerinde artan ücret oranlarıyla ulusal iş atölyeleri açtığını ve bütün yurttaşlara eşitlik getirdiğini ilan etti. Kısa bir süre sonra ayaklanma bastırıldı. -44
[12*] Junker - Prusyalı soylu toprak sahibi. -46
[13*] Sosyalistlere-Karşı Yasa -Almanya'da 1878'de Bismarck hükümeti tarafından işçi sınıfı ve sosyalist hareketle mücadele etmek için hazırlandı ve yürürlüğe kondu. Yasa bütün sosyal-demokrat örgütleri, yığın niteliği taşıyan işçi sınıfı birliklerini, işçi sınıfı basınını yasaklıyor, sosyalist yazıların toplatılması konusunda hükümler koyuyordu. Sosyal-demokratlar hakkında kovuşturmalar açılabiliyor ve ülkeden çıkarılabiliyordu. Ne var ki, bu baskı önlemleri kendisini yeraltı çalışmalarına uyarlayan Sosyal-Demokrat Partiyi yıkamadı. Merkez organı SotsiaI-Demokrat dışarda basılıyor, parti kongreleri düzenli bir şekilde dışarda yapılıyordu. Ülke içindeki sosyal-demokrat örgütler ve gruplar yeraltında çalışıyorlar ve Gizli Merkez Komitesinin denetimi altında faaliyet gösteriyorlardı. Aynı zamanda parti, yığınlarla bağlarını güçlendirmek için çeşitli legal yollara başvuruyordu ve etkisi giderek artıyordu. 1878-1890 yıllan arasında Reichstag seçimlerinde aldığı oy sayısı üç kat artmıştı. Marx ve Engels Alman sosyal-demokratlarına büyük yardımlarda bulundular, 1890'da halk yığınlarının baskısı ve emekçi hareketinin hızlanmasıyla, bu yasa yürürlükten kaldırıldı. -46
Friedrich Engels
5 Ağustos (eski sistemde 24 Haziran) 1895'te Friedrich Engels, Londra'da öldü. Dostu (1883'te ölen) Karl Marks'tan sonra, Engels, bütün uygar dünyanın modern proletaryasının en yetkin bilim adamı ve öğretmeniydi. Kaderin Karl Marks ve Friedrich Engels'i biraraya getirdiği andan bu yana, iki arkadaş yaşamları boyunca çalışmalarını ortak bir davaya adadılar. Ve bu yüzden Friedrich Engels'in proletarya uğruna neler yapmış olduğunu anlamak için, çağdaş işçi sınıfı hareketinin gelişiminde Marks'ın ögretisi ve çalışmasının önemi konusunda açık bir fikre sahip olmak gerekir. Marks ve Engels, işçi sınıfı ve onun istemlerinin, burjuvazi ile birlikte kaçınılmaz olarak proletaryayı yaratan ve örgütleyen mevcut iktisadi sistemin zorunlu bir sonucu olduğunu ilk gösterenlerdir. Onlar, insanlığı, onu halen ezmekte olan kötülüklerden kurtaracak olanın, yüce duygulu bireylerin iyi niyetli girişimleri değil de, örgütlenmiş proletaryanın sınıf savaşımı olduğunu gösterdiler. Marks ve Engels, bilimsel çalışmalarıyla, sosyalizmin, hayalcilerin bir buluşu olmadığının, ama modern toplumdaki üretici güçlerin gelişmesinin nihai amacı ve zorunlu bir sonucu olduğunun ilk açıklamasını yapanlardır. Günümüze kadar olan kayıtlı tarih, sınıf savaşımlarının belirli toplumsal sınıfların ötekiler üzerindeki birbirini izleyen egemenlik ve zaferlerinin tarihi olmuştur. Ve, sınıf savaşımı ve sınıf egemenliğinin temelleri özel mülkiyet ve anarşik toplumsal üretim kayboluncaya dek bu sürecektir. Proletaryanın çıkarı, bu temellerin yıkılmasını gerektirir ve bu nedenle, örgütlenmiş işçilerin bilinçli sınıf savaşımı bunlara karşı yöneltilmelidir. Ve her sınıf savaşımı, politik bir savaşımdır.
Marks ve Engels'in bu görüşleri, şimdi kurtuluşları için kavga veren bütün proleterler tarafından benimsenmiştir. Ama kırklarda, iki arkadaş zamanlarının sosyalist yazınına ve toplumsal hareketlerine katıldıklarında, tamamen yeniydiler. Siyasal özgürlük savaşımına kralların, polis ve din adamlarının despotizmine karşı savaşıma katılan, yetenekli ve yeteneksiz, dürüst ve dürüst olmayan birçok kimse vardı, bunlar, burjuvazinin çıkarları ile proletaryanın çıkarları arasında uzlaşmaz karşıtlık olduğunu gözlemleyemiyorlardı. Bu kimseler, işçilerin bağımsız bir toplumsal güç olarak hareket etmeleri düşüncelerini kabul edemiyorlardı. Öte yandan, yalnızca yöneticileri ve egemen sınıfları çağdaş toplumsal düzenin adaletsizliklerine inandırmanın yeterli olacağına ve o zaman yeryüzünde barışın ve evrensel gönencin kolayca kurulacağına inanan, kimi de deha sahibi, birçok hayalci vardı. Savaşımsız bir sosyalizmin düşünü görüyorlardı. Ensonu, o zamanın sosyalistlerinin hemen hepsi ve genel olarak işçi sınıfının dostları, ancak, sanayiin gelişmesi ölçüsünde büyüdüğünü korkuyla izledikleri proletaryayı bir çıban olarak görüyorlardı. Bu yüzden de, tümü, sanayinin ve proletaryanın gelişmesini durduracak, "tarih tekerleğini" durduracak araçlar arıyorlardı. Marks ve Engels, proletaryanın gelişmesi konusundaki genel korkuyu paylaşmıyorlardı; tam tersine, bütün umutlarını proletaryanın sürekli büyümesine bağlıyorlardı. Proleterler ne denli çoğalırsa, devrimci sınıf olarak güçleri o denli büyük, sosyalizm o kadar yakın ve o kadar olanaklı olacaktır. Marks ve Engels'in işçi sınıfına yapmış oldukları hizmetler, birkaç sözcük içinde şöyle ifade edilebilir: onlar, işçi sınıfına kendini bilmeyi, kendi bilincine ulaşmayı öğrettiler, ve boş hayallerin yerine bilimi koydular.
İşte bunun içindir ki, Engels'in adı ve yaşamı her işçi tarafından bilinmelidir. İşte bunun içindir ki, bütün yayınlarımızda olduğu gibi, Rus işçi sınıfının bilincini uyandırmayı amaçlayan bu makaleler derlemesinde de, modern proletaryanın iki büyük öğretmeninden biri olan Friedrich Engels'in yaşamını ve çalışmasını özetlemek zorundayız.
Engels, 1820 yılında, Prusya krallığının Ren eyaletindeki Barmen'de doğdu. Babası bir imalâtçıydı. 1838'de Engels, aile koşullarının zorlamasıyla, lise öğrenimini yarıda bırakarak, Bremen'deki bir ticarethaneye kâtip olarak girmek zorunda kaldı. Ticari işler, Engels'in, siyasal ve bilimsel eğitimini sürdürmesini engellemedi. Daha lisedeyken otokrasi ve bürokratların zorbalığına karşı kin beslemeye başlamıştı. Felsefe çalışmaları onu daha da ileri götürdü. Bu sırada Hegel'in öğretisi, Alman felsefesine egemendi. Engels, onun izleyicisi oldu. Her ne kadar Hegel'in kendisi Berlin Üniversitesinde bir profesör olarak hizmetinde bulunduğu mutlakiyetçi Prusya devletinin bir hayranı idiyse de, Hegel'in öğretisi devrimciydi. Hegel'in insan aklına ve onun doğruluğuna olan inancı, ve Hegel felsefesinin evrenin sürekli değişen ve gelişen bir süreç içinde olduğu yolundaki felsefesinin temel tezi, Berlinli filozofun bazı izleyicilerini mevcut durumu kabul etmeyi reddedenleri bu duruma karşı savaşımının da mevcut yanlışa ve hüküm süren kötülüklere karşı savaşımının da evrensel öncesiz ve sonrasız gelişmenin yasası içinde kök saldığı düşüncesine götürdü. Eğer her şey gelişiyor, eğer kimi kurumların yerini başkaları alıyorsa, neden Prusya kralının mutlakiyeti ya da Rus çarının mutlakiyeti, geniş bir çoğunluğun zararına küçük bir azınlığın zenginleşmesi, ya da burjuvazinin halk üzerine egemenliği sonsuzluğa dek devam etsindi? Hegel'in felsefesi aklın ve düşüncelerin gelişmesinden sözediyordu; idealistti. Aklın gelişmesinden doğanın, insanın, ve insan ilişkilerinin, toplumsal ilişkilerin gelişmesi çıkarılıyordu. Marks ve Engels, Hegel'in öncesiz ve sonrasız gelişme süreci düşüncesini alıkoyarlarken [2*] önyargıyla kabul edilen idealist görüşü reddettiler, yaşama bakarken gördüler ki doğanın gelişmesini, açıklayan şey zihnin gelişmesi değildir, tersine, zihnin açıklanması, doğadan, maddeden çıkarılmalıdır... Hegel ve öteki hegelcilerden farklı olarak Marks ve Engels, materalisttiler. Dünyaya ve insanlığa materyalist açıdan bakarak, tıpkı bütün doğal olayların temelinde maddi nedenler olduğu gibi aynı biçimde insan toplumunun gelişmesinin de maddi güçlerin, üretici güçlerin gelişmesiyle koşullandırıldığını gördüler. Gereksinimlerinin giderilmesi için gerekli olan şeylerin üretiminde insanların birbiriyle olan ilişkileri, üretici güçlerin gelişme düzeyine bağlıdır. Ve toplumsal yaşamın bütün görüngülerini, insanın özlemlerini, fikirlerini ve yasalarını açıklayan da bu ilişkilerdir. Üretici güçlerin gelişmesi, özel mülkiyet temeline dayanan toplumsal ilişkileri yaratmaktadır, ama şimdi görüyoruz ki, üretici güçlerin bu aynı gelişmesi, çoğunluğu mülkiyetten yoksun bırakıyor ve onu küçük bir azınlığın elinde biriktiriyor. Modern toplumsal düzenin temeli olan mülkiyeti ortadan kaldırıyor, bizzat o, sosyalistlerin önlerine koydukları hedefin ta kendisine doğru çabalıyor. Sosyalistlerin yapması gereken tek şey, modern toplumdaki durumuna bağlı olarak, hangi toplumsal gücün sosyalizmin gerçekleştirilmesinde çıkarı olduğunu kavramak ve bu güce çıkarlarının ve tarihsel görevinin bilincini vermektir. Bu güç, proletaryadır. Engels, proletaryayı, İngiltere'de, babasının ortağı bulunduğu ticarethanede çalışmak için 1842 yılında geldiği, İngiliz sanayiinin merkezi olan Manchester'de tanıdı. Engels, burda, fabrikanın bürosunda oturmakla yetinmedi, işçilerin başlarını soktukları sefil mahalleleri gezdi, onların yoksulluk ve sefaletini kendi gözleriyle gördü. Ama kendini kişisel gözlemleriyle sınırlamakla da kalmadı. İngiliz işçi sınıfının durumu hakkında kendinden önce yazılanların tümünü okudu, ele geçirebildiği bütün resmi belgeleri büyük bir dikkatle inceledi. Bu çalışma ve gözlemlerin ürünü, 1845'te yayınlanan bir kitap oldu: İngiltere'de Emekçi Sınıfın Durumu. Engels'in İngiltere'de Emekçi Sınıfın Durumu'nu yazmakla, yaptığı hizmetin büyüklüğünü yukarda belirtmiştik. Engels'ten önce de, birçok kimse, proletaryanın acılarını yazmış ve ona yardımın gerekli olduğunu belirtmiştir. Proletaryanın yalnızca acı çeken bir sınıf olmadığını; aslında proletaryayı dayanılmaz bir biçimde ileri iten ve sonal kurtuluşu için savaşmaya zorlayan şeyin içinde bulunduğu utanç verici ekonomik durum olduğunu söyleyen ilk kişi Engels'tir. Ve savaşan proletarya kendine yardım edecektir. İşçi sınıfının politik hareketi, kaçınılmaz olarak, işçileri tek kurtuluşlarının sosyalizmde olduğunu kavramaya götürecektir. Öte yandan sosyalizm, ancak, işçi sınıfının siyasal savaşımının amacı olduğu zaman, bir güç olacaktır. Engels'in, İngiltere'de işçi sınıfının durumu üzerine yazmış olduğu kitabının temel fikirleri, şimdi düşünen ve savaşım veren proletaryanın tümü tarafından benimsenen, ama o zaman, tümüyle yeni olan fikirlerdir. Bu fikirler, İngiliz proletaryasının sefaletinin gerçeğe en yakın ve en çarpıcı görüntüleriyle dolu ve çekici bir üslupla yazılmış bir kitaba yerleştirilmişlerdi. Kitap, kapitalizmin ve bujuvazinin müthiş bir suçlamasıydı ve derin bir etki yarattı. Engels'in kitabı, modern proletaryanın durumunu en iyi biçimde sergileyen bir belge olarak, her yerde anılmaya başlandi. Ve, gerçekten de, ne 1845'ten önce, ne de daha sonra, işçi sınıfının sefaletinin öylesine çarpıcı ve öylesine gerçek bir betimlemesi çıkmıştır.
Engels'in sosyalist oluşu, İngiltere'ye gelmesinden sonradır. Manchester'de o zamanın İngiliz işçi hareketinde etkin olan kişileriyle ilişki kurdu ve İngiliz sosyalist yayınları için yazmaya başladı. 1844'te Almanya'ya dönerken, Paris'te, daha önceden mektuplaştığı Marks ile tanıştı. Paris'te, Fransız sosyalistleri ve Fransız yaşamının etkisiyle Marks da sosyalist olmuştu. Burada, iki dost, Kutsal Aile, ya da Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi adı altında ortaklaşa bir kitap yazdılar. İngiltere'de Emekçi Sınıfın Durumu'ndan bir yıl önce yayınlanan ve büyük bölümü Marks tarafından yazılan bu kitap, temel düşüncelerini yukarıda anlatmış olduğumuz, devrimci materyalist sosyalizmin temellerini içermektedir. "Kutsal Aile", filozof olan Bauer kardeşler ve onların izleyicilerine verilen mizahi addır. Bu beyler, bütün gerçeklerin üstünde, partiler ve siyasetin üstünde duran, bütün pratik eylemleri reddeden ve yalnızca çevredeki dünyayı ve orada meydana gelen olayları "eleştirel" bir biçimde seyreden bir eleştiri öğütlüyorlardı. Bu beyler, Bauer'ler, proletaryayı eleştirel olmayan bir kitle olarak horgörüyorlardı. Marks ve Engels, bu saçma ve zararlı eğilime şiddetle karşı çıktılar. Gerçek, insan bir kişi egemen sınıflar ve devlet tarafından horlanan işçi adına, kenardan seyreden bir tutum değil de, daha iyi bir toplum düzeni uğruna savaşım istiyorladı. Onlar, kuşku yok ki, proletaryayı, bu savaşımı yürütebilecek olan ve bundan yararlanacak olan güç olarak görüyorlardı. Daha Kutsal Aile'den önce, Engels, Marks ve Ruge'un Deutshe-Französische Jahrbücher'inde, [3*] özel mülkiyet kuralının zorunlu sonuçları olarak değerlendirdiği, çağdaş iktisadi düzenin başlıca görüngülerini, sosyalist bir açıdan incelediği "Bir Ekonomi Politik Eleştirisi Denemesi"ni yayınladı. Marks'ın, ekonomi politik bilimini, çalışmalarının gerçek bir devrim yarattığı bu bilimi, incelemeye karar vermesinde, Engels'le temasının bir etken olduğunda kuşku yoktur.
1845'ten 1847'ye kadar Engels, Brüksel ve Paris'te bilimsel incelemeler ile Brüksel ve Paris'teki Alman işçileri arasındaki pratik çalışmaları birleştirerek, yaşadı. Burda, Marks ve Engels, gizli Alman Komünist Birliği ile ilişkiler kurdular, birlik, onları, kendi kurmuş oldukları sosyalizmin temel ilkelerinin açıklanması ile görevlendirdi. Marks ve Engels'in ünlü Komünist Partisi Manifestosu böyle doğdu, 1848'de yayınlandı. Bu küçük kitapçık ciltler değerindedir: bugüne kadar onun ruhu uygar dünyanın örgütlenmiş ve mücadele vermekte olan tüm proletaryasına güç vermiştir ve ona yol göstermiştir.
Önce Fransa'da patlayan ve sonra da öteki Batı Avrupa ülkelerine yayılan 1848 Devrimi, Marks ve Engels'i gerisingeri, doğdukları ülkeye götürdü. Burada, Renan Prusyası'nda, Köln'de yayınlanan demokratik Neue Rheinische Zeitung'un yönetimini aldılar. İki arkadaş Renan Prusyası'ndaki bütün devrimci-demokratik amacın candamarı oldular. Gerici güçlere karşı, halkın özgürlüğünü ve çıkarlarını savunmada sonuna kadar mücadele ettiler. Bildiğimiz gibi, gericiler üstün geldiler. Neue Rheinische Zeitung yasaklandı. Sürgün olduğu sırada Prusya yurttaşlık hakkını yitirmiş olan Marks, sınırdışı edildi; Engels silahlı halk ayaklanmasında yerini aldı, üç muharebede, özgürlük için dövüştü ve isyancıların yenilgisinden sonra, İsviçre yoluyla Londra'ya kaçtı.
Marks da Londra'ya yerleşti. Engels, kırklarda çalışmış olduğu Manchester ticari firmasında, kısa zaman sonra yeniden kâtip oldu, daha sonra da, oraya ortak oldu. 1870'e kadar, Marks Londra'da, o da Manchester'de yaşadı, ama bu, onların en canlı bir fikir alışverişini sürdürmelerini engellemedi: aşağıyukarı her gün mektuplaştılar. Bu mektuplaşmalarda, iki arkadaş, karşılıklı görüşlerini ve buluşlarını birbirlerine ilettiler ve bilimsel sosyalizmin hazırlanmasında işbirliğini sürdürdüler. 1870'te Engels, Londra'ya geçti ve en etkin nitelikteki ortak entelektüel yaşantıları, 1883'te Marks'in ölümüne kadar sürdü. Bu çalışmaların meyvesi, Marks yönünden, çağımızın ekonomi politiğinin en büyük yapıtı olan Kapital, Engels yönünden de irili ufaklı bir dizi yapıt oldu. Marks, kapitalist iktisadın karmaşık olgularının tahlili üzerinde çalıştı. Engels, yalın bir dille yazılmış, çoğu polemik niteliğinde, tarihin materyalist anlayışı ve Marks'ın iktisadi teorisinin ışığında, daha genel bilimsel sorunları ve geçmişin, ve bugünün değişik olgularını kapsayan yapıtlar yazdı. Engels'in yapıtları arasında şunları sayabiliriz: Dühring'e karşı (felsefe, doğa bilimleri ve toplumsal bilimlerin çok önemli sorunlarını tahlil ettiği) polemik yapıt. [4*] Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni[5*] (Rusçaya çevrilmiş ve 3. basım St. Petersburg'da 1895'te yayınlanmıştır), Ludwig Feuerbach [6*] (Rusça çevirisi ve notları G. Plehanov tarafından yapılmıştır, Cenevre 1892), Rus hükümetinin dış politikası üzerine bir makale (Rusçaya çevrilmiş ve Cenevre'de Sotsial Demokrat, n° 1 ve 2'de yayınlanmıştır), konut sorunu üzerine parlak makaleler [7*] , ve ensonu, Rusya'nın ekonomik gelişimi konusunda, iki küçük ama çok değerli makale (Rusya Konusunda Friedrich Engels [8*] , Zasuliç tarafından 1894'te Cenevre'de Rusçaya çevrilmiştir). Marks, sermaye üzerine yapmış olduğu engin çalışmasının son düzeltmelerini yapmadan öldü. Ne var ki, müsveddeler tamamlanmıştı, arkadaşının ölümünden sonra, Engels, Kapital'in ikinci ve üçüncü ciltlerinin hazırlanması ve yayınlanması gibi ağır bir görevi yüklendi. İkinci Cildi 1885'te, Üçüncü Cildi de 1894'te yayınladı (ölümü dördüncü cildin hazırlanmasını önledi). Bu iki cilt son derece büyük bir emek gerektirmişti. Avusturyalı sosyal-demokrat Adler, haklı olarak, Kapital'in ikinci ve üçüncü cildini yayınlamakla Engels'in, dostu olan bir dehaya yüce bir anıt, farkında olmadan, üzerine silinmez bir biçimde kendi adını kazdığı bir anıt diktiğini belirtmiştir. Gerçekten de Kapital'in bu iki cildi, iki insanın yapıtıdır: Marks ve Engels'in. Eski hikayeler, dostluğun çeşitli dokunaklı örnekleriyle doludur. Avrupa proletaryası diyebilir ki, onun bilimi, aralarında, insan dostluğu konusunda en dokunaklı eski hikayelerin de ötesine geçen bir ilişki bulunan iki bilim adamı ve savaşı tarafından yaratılmıştır. Engels, her zaman ve, genel olarak, çok haklı olarak kendisini Marks'tan sonraya koymuştur. Eski bir arkadaşına "Marks yaşamdayken, ben ikinci keman oldum" [9*] diye yazmaktadır. Yaşayan Marks'a olan sevgisi ve ölen Marks'ın anısına saygısı sınırsızdı. Bu boyun eğme savaşı ve bu sert düşünür, derin bir sevgi ile dolu bir ruh taşıyordu.
1848-49 hareketinden sonra, Marks ve Engels sürgünde kendilerini yalnızca bilimsel araştırmalarla sınırlamadılar. 1864'te Marks, Uluslararası İşçi Birliğini kurdu ve bu kuruluşa bir on yıl boyunca önderlik etti. Engels de bu çalışmalarda aktif bir görev aldı. Marks'ın fikirlerine uygun olarak, bütün ülkelerin proletaryasını birleştiren Uluslararası Birliğin çalışması, işçi sınıfı hareketinin gelişmesi içinde son derece önemli bir yer tutmaktadır. Ama, Uluslararası Birliğin yetmişlerde kapatılması bile, Marks ve Engels'in birleştirici rollerini aksatmadı. Tersine, denilebilir ki, işçi sınıfının manevi önderleri olarak, önemleri, hareketin kendisinin de kesintisiz büyümesi nedeniyle, sürekli olarak arttı. Marks'ın ölümünden sonra Engels, Avrupa sosyalistlerinin danışmanı ve önderi olmayı tek başına sürdürdü. Onun öğüt ve direktifleri, aynı ölçüde, hükümetin zulmüne karşın, hem güçleri hızla ve durmadan büyüyen Alman sosyalistleri tarafından, hem de ilk adımlarını iyi düşünmek ve tartmak zorunda olan İspanyol, Romanyalı ve Ruslar gibi geri kalmış ülkelerin temsilcileri tarafından tutuluyordu. Bunların hepsi, yaşlı döneminde, Engels'in zengin bilgi ve deneyim hazinesinden yararlanıyorlardı.
Rusça bilen ve Rusça kitaplar okuyan Marks ve Engels, bu ülkeye canlı bir ilgi duymuşlardı, Rus devrimci hareketini sempatiyle izlemişler ve Rus devrimcileri ile ilişkiyi sürdürmüşlerdi. Her ikisi de demokrat olduktan sonra sosyalist olmuşlardı ve demokrat olarak siyasal despotluğa karşı duydukları kin son derece güçlüydü. Siyasal despotlukla ekonomik baskı arasındaki bağın derin bir teorik anlayışı ile bu dolaysız siyasal duygunun birleşmesi ve ayrıca da zengin yaşam deneyimleri, Marks ve Engels'e, müstesna bir siyasal duyarlılık kazandırmıştı. İşte bunun içindir ki, bir avuç Rus devrimcisinin zorlu çar yönetimine karşı kahramanca savaşımı, bu iki güngörmüş devrimcinin kalbinde en sempatik yankısını bulmuştu. Öte yandan, aldatmaca ekonomik yararlar uğruna, Rus sosyalistlerinin en acil ve en önemli görevinden, yani siyasal özgürlüğün kazanılması görevinden yüz çevirme eğilimi, doğal olarak onlarca kuşkuyla karşılandı, hatta bu, toplumsal devrimin büyük davasına doğrudan bir ihanet olarak değerlendirildi. "İşçilerin kurtuluşu, işçi sınıfının kendi işi olmalıdır" [10*] Marks ve Engels durup dinlenmeden bunu öğrettiler. Ama iktisadi kurtuluş uğruna dövüşmek için proletarya, belli siyasal haklar kazanmak zorundadır. Ayrıca Marks ve Engels, Rusya'daki bir siyasal devrimin, aynı zamanda Batı Avrupa işçi sınıfı için de çok büyük önemi olacağını açıklıkla görmüşlerdi. Mutlakiyetçi Rusya, her zaman, genel olarak Avrupa gericiliğinin bir kalesi olmuştur. Almanya ve Fransa arasında uzun bir süre için anlaşmazlık tohumları eken 1870 savaşının bir sonucu olarak, Rusya'nın yararlandığı olağanüstü elverişlilikteki uluslararası durum, kuşku yok ki, yalnızca gerici bir güç olarak mutlakiyetçi Rusya'nın önemini artırmış oldu. Ancak özgür bir Rusya, ne Polonyalıları, Finlileri, Almanları, Ermenileri ya da öteki küçük uluslardan birini ezme, ne de durmadan Fransa ve Almanya'yı birbirlerine düşürme gereğini duymayan bir Rusya, modern Avrupa'nın savaş yükünden kurtulmasını, özgürce nefes almasını sağlayacak, Avrupa'daki bütün gerici unsurları zayıflatacak ve Avrupa işçi sınıfını güçlendirecektir. İşte bu yüzden Engels, Rusya'da siyasal özgürlüklerin yerleşmesini, Batıda da işçi sınıfı hareketlerinin ilerlemesi için, gönülden istemişti. Onun kişiliğinde Rus devrimcileri en iyi dostlarını yitirmiş oldu.
Her zaman, Friedrich Engels'in, proletaryanın büyük savaşçısının ve öğretmeninin anısını analım!
1895 Sonbaharı
MARKS-ENGELS MEKTUPLAŞMASI
Bilimsel sosyalizmin, ünlü kurucularının mektuplaşmalarının çoktan vaadedilen basımı, ensonu yayınlanmış bulunuyor. Bunun yayınlanmasını, Engels, Bebel'e vasiyet etmişti, Bebel de, ölümünden kısa bir süre önce, basıma hazırlama işinin, kendi payına düşen kısmını tamamlamayı başardı.
Birkaç hafta önce, Dietz, Stuttgart, tarafından yayınlanan Marks-Engels mektuplaşması, dört büyük ciltten oluşmuştur. Bunlar, Marks ve Engels'in 1844'ten 1883'e kadar geniş bir dönemi kapsayan, 1. 386 mektubunun tümünü içeriyor.
Editörlük işi, yani, çeşitli dönemlerdeki mektuplaşmalara önsözler yazılması, Edvard Bernstein tarafından yapılmıştır. Bekleneceği gibi, bu iş, hem teknik hem de ideolojik açıdan doyurucu olmamıştır. Bernstein, aşırı oportünist görüşler doğrultusundaki ünlü "evriminden" sonra, baştanbaşa devrimci ruhla dolu mektupları baskıya hazırlama işine asla girişmemeliydi. Bernstein'in önsözleri, kısmen anlamsız, kısmen de, tamamen yanlıştır örneğin, Lassalle ve Schweitzer'in Marks ve Engels tarafından sergilenen, oportünist yanlışlarının kesin, açık ve kısa anlatımı yerine, şu tip seçmeci tümcelere ve sataşmalara rastlıyoruz: "Marks ve Engels, Lassalle'a karşı çıkmakta her zaman haklı değillerdi" (cilt III, s. XVIII) ya da taktiklerinde, Liebknecht'e değil, Schweitzer'e "çok yakınlardı" (cilt IV, s. X.) Bu saldırıların, oportünizmi gizlemek ve süslemekten başka bir amacı yoktur. Ne yazık ki, Marks'ın, çoğu muhalifleriyle yaptığı ideolojik savaşıma karşı takınılan bu seçmeci tutum, bugünkü Alman sosyal-demokratları arasında giderek yaygınlaşmaktadır.
Teknik açıdan, dizin yetersizdir bütün ciltler için bir tane dizin var (örneğin Kautsky ve Stirling, atlanılmış); tek tek mektupların notları son derece eksik ve Sorge'da ve başkalarında olduğu gibi, ait oldukları mektuplara yakın konacakları yerde, editörün önsözleri içinde kaybolmuşlar.
Yayının fiyatı gereğinden çok fazla dört cilt için 20 ruble kadar tutuyor. Kuşkusuz, mektuplaşmanın tamamı, daha az lüks bir basım halinde ve daha elverişli bir fiyatla yayınlanabilirdi ve yayınlanmalıydı, buna ek olarak, işçiler arasında daha geniş ölçüde dağıtılabilmesi için ilke açısından en önemli olan paragraflar seçilip ayrıca yayınlanabilirdi ve yayınlanmalıydı.
Basımın, bütün bu kusurları, doğal ki mektuplaşmanın incelenmesinde zorluk yaratacak. Bu da üzülünecek bir şey, çünkü onun bilimsel ve siyasal değeri çok büyüktür. Burada, Marks ve Engels, okurun önünde, bütün büyüklükleriyle apaçık canlanmakla kalmıyorlar, ayrıca, marksizmin son derece zengin teorik içeriği, kusursuz bir biçimde sergileniyor, çünkü, Marks ve Engels, mektuplarında öğretilerinin en çeşitli yönlerine tekrar tekrar dönüyorlar, (eski görüşlere göre) en yeni, en önemli ve en zor görüşleri bazan tartışarak ve çekişerek vurguluyor ve açıklıyorlar.
Burada en önemli dönemeçlerdeki durumuyla ve en yaşamsal noktalarıyla bütün dünyadaki işçi sınıfı hareketi tarihinin çarpıcı canlı bir görünümü, okurun gözleri önüne seriliyor. Daha da değerli olanı, işçi sınıfı siyasetinin tarihidir. Marks ve Engels, en farklı durumlarda, Eski ve Yeni Dünyanın çeşitli ülkelerinde ve değişik tarihsel anlarda, işçi sınıfının siyasal görevlerinin sunulmasının en önemli ilkelerini tartışıyorlar. Ve mektuplaşmanın kapsadığı dönem, işçi sınıfının burjuva demokrasisinden ayrıldığı, bağımsız bir işçi sınıfı hareketinin doğduğu, proletarya taktiklerinin ve siyasetinin temel ilkelerinin tanımlandığı bir dönemdir. Günümüzde çeşitli ülkelerdeki işçi sınıfı hareketinin, burjuvazinin durgunluğu ve çürümesi sonunda, günün bayağılıklarına dalan işçi liderlerinin uğraşması sonunda vb., oportünizmden neler çektiğini, gözlemleme fırsatını buldukça, oportünizme ve devrimci lafazanlığa en ufak bir ödün vermeden, proletaryanın, değişiklik getirmekteki temel amaçlarını en derin bir kavrayışla ortaya seren ve bu devrimci amaçlar açısından, o andaki görevlerin ve taktiklerin az rastlanır bir bükülgenlikte tanımını veren mektuplaşmanın içerdiği malzemenin zenginliği daha değerli hale gelmektedir.
Eğer bütün mektuplaşmanın odak noktasını, açıklanan ve tartışılan fikirlerin tümünün yöneldiği merkezi noktayı bir tek sözcükle tanımlamaya kalkarsak bu sözcük, diyalektik olacaktır. Materyalist diyalektiğin, ekonomi politiğe ta temelden yeniden biçim verilmesine uygulanması, tarihe, doğal bilime, felsefeye ve işçi sınıfının siyasetine ve taktiklerine uygulanması işte Marks ve Engels'i en çok ilgilendiren şey, en özlü ve yeni katkılarını yaptıkları nokta ve devrimci düşünce tarihine getirdikleri ustaca ilerlemeyi oluşturan şey budur.
***
Aşağıdaki açıklamada, mektuplaşmayı genel olarak gözden geçirdikten sonra, mektupların içeriklerinin ayrıntılı açıklamasını verdiğimizi iddia etmeden, Marks ve Engels'in ilginç sözlerinin ve tezlerinin bir özetini vermek istiyoruz.
1. GENEL GÖZDEN GEÇİRME
Mektuplaşma, 1844'te 24 yaşındaki Engels'in Marks'a yazdığı mektuplarla başlıyor. Almanya'nın o zamanki durumu, çarpıcı bir canlılıkla ortaya konmuş. İlk mektup, 1844 Eylül sonu tarihini taşıyor ve Engels'in doğduğu ve ailesinin yaşadığı Barmen'den postalanmış. O zamanlar, Engels 24 yaşında bile değildi. Aile yaşamından sıkılıyor ve uzaklaşmak istiyordu. Babası, oğlunun durmadan siyasal toplantılarda dolaşmasına ve komünist inançlarına pek öfkelenen bir despot, sofu bir fabrikatördü. Engels, çok sevdiği annesi olmasa, ayrılmadan önceki birkaç günü bile evde geçirmeyeceğini yazıyordu. "Asla inanamazsın" diye Marks'a yakınıyordu, "aile, ayrılışıma karşı ne de basit nedenler, ne de batıl korkular öne sürüyor."
Daha Barmen'de iken bir aşk sorunu yüzünden, burada biraz daha alıkonulmuştu babasının önerisini kabul etti ve iki hafta kadar fabrikanın yazıhanesinde çalıştı (babası fabrikatördü). Marks'a şöyle yazıyordu: "Pazarlık etmek çok korkunç, Barmen çok korkunç, zamanı böyle harcamaları çok korkunç ve her şeyin ötesinde, yalnızca bir burjuva olarak değil, proletaryaya aktif olarak karşı koyan bir burjuva, bir fabrikatör olarak kalmak çok korkunç." Engels, işçi sınıfının durumu üzerine yazdığı kitapta (bu kitap, bildiğimiz gibi, 1845'te çıktı ve dünya sosyalist yazınının en iyi kitaplarindan biridir) kendini avuttuğunu söyleyerek devam ediyor. "Ve belki de, insan, yazı yazmadığı sürece, komünist olduğu halde, dış durumu açısından bir burjuva, pazarlıkçı bir canavar olarak kalabilir, ama geniş komünist propaganda yürütmek ve aynı zamanda pazarlıkla ve sanayi ile uğraşmak yürümez. Yeter. Paskalyada burayı bırakıyorum. Bir de buna, tam hıristiyan-Prusyalı bir ailenin, uyuşuk yaşantısını ekle artık dayanamayacağım; sonunda bir Alman darkafalısına dönüşüp, komünizmin içine darkafalılığı sokabilirim." İşte genç Engels bunları yazıyordu. 1848 Devriminden sonra, yaşamın gereksinimleri onu babasının bürosuna dönmek ve uzun yıllar boyunca bir "pazarlıkçı canavar" olmak zorunda bıraktı. Ama, o, sağlam durmayı ve kendine hıristiyan-Prusyalı çevreler değil, ama tümüyle farklı yoldaşça çevreler sağlamayı ve yaşamının sonuna kadar "komünizmin içine darkafalılığın sokulmasının" amansız bir düşmanı kalmayı bildi.
1844'te Alman eyaletlerindeki toplumsal yaşantı, 20. yüzyılın başlarında, 1905 devriminden önceki Rus toplumsal yaşantısına benziyordu. Siyasal yaşam için, genel bir zorlama, hükümete karşı kaynayan genel bir öfke vardı; rahipler, tanrıtanımazlıklarından ötürü gençliğe ateş püskürüyor; burjuva ailelerde, çocuklar, "hizmetçilere ve işçilere aristokratça davranıyorlar" diye, ana babalarıyla tartışıyorlardı.
Genel muhalefet havası, herkesin kendini komünist ilân etmesi biçiminde yansıdı. Engels, Marks'a, "Barmen'deki polis komiseri, komünisttir" diye yazıyordu. Köln'de, Düsseldorf'ta, Elberfeld'de iken ne yana dönse, komünistlere rastlıyordu! "Seel adında ... ateşli bir komünist karikatürist iki ay içinde Paris'e gelecek. Ona senin adresini vereceğim; heyecanlı yaradılışı ve müzik sevgisinden dolayı onu pek seveceksin, ayrıca bir karikatürist olarak çok yararlı olabilir."
"Burada, Elberfeld'de mucizeler oluyor. Dün [22 Şubat 1845'te yazılmıştır] kentin en büyük salonunda ve en iyi lokantasında, üçüncü komünist toplantımızı yaptık, ilk toplantıya 40, ikincisine 130, üçüncüye ise en az 200 kişi katıldı. Paralı aristokrasiden küçük dükkän sahiplerine kadar, bütün Elberferd ve Barmen, proletarya dışında herkes, toplantılar da temsil edildi."
İşte Engels, harfi harfine bunları yazıyordu. O zamanlar Almanya'da herkes komünistti, proletarya hariç. Komünizm, herkesin ve başta burjuvazinin muhalefet duygularını yansıtma biçimiydi. "Dünyada hiç bir şeyle ilgilenmeyen, en aptal, en tembel ve en darkafalı insanlar, komünizm konusunda âdeta heyecan duyuyorlar." O zaman, komünizmin baş vaizleri, bizim narodnikler, "sosyalist-devrimciler", "halkçı sosyalistler" ve başkalari tipinde adamlardı, yani hükümete karşı kimi daha çok, kimi daha az öfke duyan, iyi niyetli burjuvalar. Ve bu koşullar altında Engels, sayısız sahte sosyalist eğilimler ve gruplar arasında ateşli devrimciler ama kötü komünistler olan, bir yığın iyi niyetli insanla ilişkileri koparmaktan çekinmeden, onu proletarya sosyalizmine ulaştıracak yolu bulabildi.
1846'da Engels Paris'te idi. O zamanlar Paris, siyasetle ve değişik sosyalist teorilerin tartışmalarıyla kaynıyordu. Engels, hevesle, sosyalizmi inceledi. Cabet, Louis-Blanc ve diğer önde gelen sosyalistlerle tanıştı ve bir dergi yönetim yerinden ötekine, bir çevreden ötekine koştu durdu.
Esas olarak, o zamanın en önemli ve en yaygın sosyalist teorisi prudonculukla ilgileniyordu. Ve, Proudhon'un Sefaletin Felsefesi adlı yapıtının yayınlanmasından (Ekim 1846; Marks'ın ünlü yanıtı, Felsefenin Sefaleti 1847'te çıktı) bile önce, Engels, acımasız bir alay ve görülmemiş bir derinlikle, o zamanlar özellikle Alman sosyalist Grün tarafından savunulan, Proudhon'un temel görüşlerini eleştirdi. Kusursuz İngilizcesi (Marks İngilizceyi çok sonraları ögrenmiştir) ve İngiliz yazını hakkındaki bilgisi, Engels'in, hemen (16 Eylül 1846 tarihli mektup) İngiltere'deki ünlü prudoncu "İşçi Pazarlarının" iflası örneğini belirtmesini olanaklı kıldı. Engels öfkeyle, Proudhon, sosyalizmi gözden düşürüyor diye ilân etmektedir Proudhon'un ortaya koyduğuna göre, işçilerin sermayeden hisse satın almaları gerek.
26 yaşındaki Engels, "gerçek sosyalizmi" tamamen ortadan kaldırıyor. Komünist Manifesto'dan çok önce, 23 Ekim 1846 tarihli mektubunda, bu deyime rastlıyoruz ve Grün'den bunun baş savunucusu olarak sözediliyor. "Anti-proleter, küçük-burjuva, darkafalı" bir öğreti, "salt gevezelik", her çeşit,"insansever" emeller, "'kaba' komünizme karşı boş korkular" (LöffelKommunismus, sözcük anlamıyla "kaşık komünizmi", "mide komünizmi"), insanlığa "mutluluk getirmek için barışçı planlar" bunlar, Engels'in kullandığı ve Marks-öncesi sosyalizmin bütün türleri için geçerli olan sıfatlardır.
Engels şöyle yazıyor: "Proudhon'un birlik planı, üç gece tartışıldı. Önce, Grün başlarında olmak üzere, bütün klık bana karşıydı. ... Esas konu, zor yoluyla devrimin gerekli olduğunu kanıtlamaktı." (23 Ekim 1846) Yazdığına göre Engels, sonunda çok öfkelendi, muhaliflerini öyle sıkıştırdı ki, bunlar açıkça komünizme saldırmak zorunda kaldılar. Komünist olup olmadıkları konusunda oylama yapılmasını istedi. Bu grüncüler arasında büyük bir kızgınlığa yolaçtı, "İnsanlığın iyiliğini" tartışmak için biraraya geldiklerini, komünizmin gerçekte ne olduğunu bilmeleri gerektiğini öne sürmeye başladılar. Engels, hiç bir kaçamağa fırsat vermemek için, onlara son derece basit bir tanım verdi. Engels, "bu yüzden komünistlerin amaçlarını şöyle tanımladım", diye yazıyor, "(l) burjuvazinin çıkarlarına karşı proletaryanın çıkarlarını gerçekleştirmek; (2) bunun için özel mülkiyeti kaldırmak ve yerine malların ortaklığını getirmek; (3) bu amaçları gerçekleştirmek için zor yoluyla demokratik bir devrimden başka araç kabul etmemek." (1848 devriminden bir-buçuk yıl önce yazılmıştır.)
Tartışma, toplantıda, iki grüncünün oyuna karşı onüç oyla Engels'in tanımının kabul edilmesiyle sona erdi. Bu toplantılara, yirmi kadar marangoz ustası da katılıyordu. Böylece, Alman Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin temelleri, altmışyedi yıl önce Paris'te atılmış oldu.
Bir yıl sonra, 23 Kasım 1847 tarihli mektubunda, Engels, Marks'a, Komünist Manifesto'nun bir taslağını hazırladığını bildiriyor ve bu arada, başta önerilen soru-yanıt yöntemine karşı olduğunu açıklıyordu. Engels, "şöyle başlıyorum: Komünizm Nedir? Ondan sonra, doğrudan doğruya proletaryaya onun doğuşunun tarihine, eski emekçilerle arasındaki farka, proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişkinin gelişmesine, bunalımlara, sonuçlarına geçiyorum. ... Sonunda, Komünistlerin Parti siyasetine." diye yazıyor.
Engels'in bütün dünyayı dolaşmış olan ve bugün de bütün temel noktalarıyla doğru ve sanki dün yazılmışcasına gerçek ve güncel olan bir yapıtının ilk taslağı üzerine yazdığı bu tarihsel mektup, Marks ve Engels'in adlarının, modern sosyalizmin kurucusu olarak yanyana geçmesinin ne kadar haklı olduğunu açıkça kanıtlar.
LENİN
1913 sonunda yazılmıştır.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Dipnotlar
[1*] Bu satırlar, Dobrolibov'un Anısına, Nikolay Nekrasov'un bir şiirinden alınmıştır. -Ed.
[2*] Marks ve Engels, entelektüel gelişmelerinde büyük Alman filozoflarına, özellikle de Hegel'e çok şey borçlu olduklarını sık sık belirtmişlerdir. "Alman felsefesi olmasaydı" diyor Engels, "bilimsel sosyalizm hiç bir zaman kurulamazdı".[Friedrick Engels Almanya'da Demokratik Devrim, "Köylüler Savaşı", Önsöz, Sol Yayınları, s. 30. -Ed.]
[3*] Engels'in "Bir Ekonomi Politik Eleştirisi Denemesi" (Karl Marks, 1844 Elyazmaları, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 397-433). -Ed.
[4*] Bu, hayranlık verici ölçde zengin ve öğretici bir kitaptır [Friedrich Engels, Anti-Dühring, Sol Yayınları, Ankara 1975. -Ed.]. Ne yazık ki, ancak küçük bir bölümü, sosyalizmin gelişmesinin tarihsel anahatlarını içeren bir bölümü, Rusçaya çevrilmiş bulunmaktadir. [Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Anti-Dühring'in üç bölümüne dayanılarak hazırlanmıştır. Ed.].
[5*] Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Sol Yayınları, Ankara 1976.-Ed.
[6*] Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Sol Yayınları, Ankara 1976. -Ed.
[7*] Engels'in "Konut Sorunu" adlı makalesi (Marks and Engels, Selected Works, vol. 1, s. 546-635). -Ed.
[8*] Engels'in "Rusya'da Toplumsal İlişkiler Üzerine" adlı makalesi ve ona düştüğü not, Friedrich Engels on Russia adıyla, Cenevre'de, 1894'te yayınlanmıştır. -Ed.
[9*] F-ngels'in J.F. Becker'e 15 Ekim 1884 tarihli mektubu. -Ed.
[10*] K. Marks, Uluslararası İşçi Birliğinin Genel Tüzüğü, ve F. Engels, Komünist Parti Manifestosu "1890 Almanca Baskısına Önsöz" (Marks-Engels, Seçme Yapıtlar, c. 1, s. 126). (Fransızca çeviride: "Proletaryanın kurtuluşu, proletaryanın kendi eseri olmalıdır.") -Ed.
MARX-ENGELS MEKTUPLAŞMASI
BİLİMSEL sosyalizmin, ünlü kurucularının mektuplaşmalarının çoktan vaadedilen basımı, ensonu yayınlanmış bulunuyor. Bunun yayınlanmasını, Engels, Bebel'e vasiyet etmişti, Bebel de, ölümünden kısa bir süre önce, basıma hazırlama işinin, kendi payına düşen kısmını tamamlamayı başardı.
Birkaç hafta önce, Dietz, Stuttgart, tarafından yayınlanan Marx-Engels mektuplaşması, dört büyük ciltten oluşmuştur. Bunlar, Marx ve Engels'in 1844'ten 1883'e kadar geniş bir dönemi kapsayan, 1.386 mektubunun tümünü içeriyor.
Editörlük işi, yani, çeşitli dönemlerdeki mektuplaşmalara önsözler yazılması, Edvard Bernstein tarafından yapılmıştır. Bekleneceği gibi, bu iş, hem teknik hem de ideolojik açıdan doyurucu olmamıştır. Bernstein, aşın oportünist görüşler doğrultusundaki ünlü "evriminden" sonra, baştanbaşa devrimci ruhla dolu mektupları baskıya hazırlama işine asla girişmemeliydi. [sayfa 69] Bernstein'ın önsözleri, kısmen anlamsız, kısmen de, tamamen yanlıştır — örneğin, Lassalle ve Schweitzer'in Marx ve Engels tarafından sergilenen," oportünist yanlışlarının kesin, açık ve kısa anlatımı yerine, şu tip seçmeci tümcelere ve sataşmalara rastlıyoruz: "Marx ve Engels, Lassalle'a karşı çıkmakta her zaman haklı değillerdi" (cilt III, s. XVIII) ya da taktiklerinde, Liebknecht'e değil, Schweitzer'e "çok yakınlardı" (cilt IV, s. X.) Bu saldırıların, oportünizmi gizlemek ve süslemekten başka bir amacı yoktur. Ne yazık ki, Marx'ın, çoğu muhalifleriyle yaptığı ideolojik savaşıma karşı takınılan bu seçmeci tutum, bugünkü Alman sosyal-demokratları arasında giderek yaygınlaşmaktadır.
Teknik açıdan, dizin yetersizdir — bütün ciltler için bir tane dizin var (örneğin Kautsky ve Stirling, atlanılmış); tek tek mektupların notları son derece eksik ve Sorge'da ve başkalarında olduğu gibi, ait oldukları mektuplara yakın konacakları yerde, editörün önsözleri içinde kaybolmuşlar.
Yayının fiyatı gereğinden çok fazla — dört cilt için 20 ruble kadar tutuyor. Kuşkusuz, mektuplaşmanın tamamı, daha az lüks bir basım halinde ve daha elverişli bir fiyatla yayınlanabilirdi ve yayınlanmalıydı, buna ek olarak, işçiler arasında daha geniş ölçüde dağıtılabilmesi için ilke açısından en önemli olan paragraflar seçilip ayrıca yayınlanabilirdi ve yayınlanmalıydı.
Basımın, bütün bu kusurları, doğal ki mektuplaşmanın incelenmesinde zorluk yaratacak. Bu da üzülünecek bir şey, çünkü onun bilimsel ve siyasal değeri çok büyüktür. Burada, Marx ve Engels, okurun önünde, bütün büyüklükleriyle apaçık canlanmakla kalmıyorlar, ayrıca, marksizmin son derece zengin teorik içeriği, kusursuz bir biçimde sergileniyor, çünkü, Marx ve Engels, mektuplarında öğretilerinin en çeşitli yönlerine tekrar tekrar dönüyorlar, (eski görüşlere göre) en yeni, en önemli ve en zor görüşleri —bazan tartışarak ve çekişerek— vurguluyor ve açıklıyorlar.
Burada —en önemli dönemeçlerdeki durumuyla ve en yaşamsal noktalarıyla— bütün dünyadaki işçi sınıfı hareketi [sayfa 70] tarihinin çarpıcı canlı bir görünümü, okurun gözleri önüne seriliyor. Daha da değerli olanı, işçi sınıfı siyasetinin tarihidir. Marx ve Engels, en farklı durumlarda, Eski ve Yeni Dünyanın çeşitli ülkelerinde ve değişik tarihsel anlarda, işçi sınıfının siyasal görevlerinin sunulmasının en önemli ilkelerini tartışıyorlar. Ve mektuplaşmanın kapsadığı dönem, işçi sınıfının burjuva demokrasisinden ayrıldığı, bağımsız bir işçi sınıfı hareketinin doğduğu, proletarya taktiklerinin ve siyasetinin temel ilkelerinin tanımlandığı bir dönemdir. Günümüzde çeşitli ülkelerdeki işçi sınıfı hareketinin, burjuvazinin durgunluğu ve çürümesi sonunda, günün bayağılıklarına dalan işçi liderlerinin uğraşması sonunda vb., oportünizmden neler çektiğini, gözlemleme fırsatını buldukça, oportünizme ve devrimci lafazanlığa en ufak bir ödün vermeden, proletaryanın, değişiklik getirmekteki temel amaçlarını en derin bir kavrayışla ortaya seren ve bu devrimci amaçlar açısından, o andaki görevlerin ve taktiklerin az rastlanır bir bükülgenlikte tanımını veren mektuplaşmanın içerdiği malzemenin zenginliği daha değerli hale gelmektedir.
Eğer bütün mektuplaşmanın odak noktasını, açıklanan ve tartışılan fikirlerin tümünün yöneldiği merkezî noktayı bir tek sözcükle tanımlamaya kalkarsak — bu sözcük, diyalektik olacaktır. Materyalist diyalektiğin, ekonomi politiğe ta temelden yeniden biçim verilmesine uygulanması, tarihe, doğal bilime, felsefeye ve işçi sınıfının siyasetine ve taktiklerine uygulanması — işte Marx ve Engels'i en çok ilgilendiren şey, en özlü ve yeni katkılarını yaptıkları nokta ve devrimci düşünce tarihine getirdikleri ustaca ilerlemeyi oluşturan şey budur.
Aşağıdaki açıklamada, mektuplaşmayı genel olarak gözden geçirdikten sonra, mektupların içeriklerinin ayrıntılı açıklamasını verdiğimizi iddia etmeden, Marx ve Engels'in ilginç sözlerinin ve tezlerinin bir özetini vermek istiyoruz. [sayfa 71]
1. GENEL GÖZDEN GEÇİRME
Mektuplaşma, 1844'te 24 yaşındaki Engels'in Marx'a yazdığı mektuplarla başlıyor. Almanya'nın o zamanki durumu, çarpıcı bir canlılıkla ortaya konmuş. İlk mektup, 1844 Eylül sonu tarihini taşıyor ve Engels'in doğduğu ve ailesinin yaşadığı Barmcn'den postalanmış. O zamanlar, Engels 24 yaşında bile değildi. Aile yaşamından sıkılıyor ve uzaklaşmak istiyordu. Babası, oğlunun durmadan siyasal toplantılarda dolaşmasına ve komünist inançlarına pek öfkelenen bir despot, sofu bir fabrikatördü. Engels, çok sevdiği annesi olmasa, ayrılmadan önceki birkaç günü bile evde geçirmeyeceğini yazıyordu. "Asla inanamazsın" diye Marx'a yakınıyordu, "aile, ayrılışıma karşı ne de basit nedenler, ne de batıl korkular öne sürüyor."
Daha Barmen'de iken —bir aşk sorunu yüzünden, burada biraz daha alıkonulmuştu— babasının önerisini kabul etti ve iki hafta kadar fabrikanın yazıhanesinde çalıştı (babası fabrikatördü). Marx'a şöyle yazıyordu: "Pazarlık etmek çok korkunç, Barmen çok korkunç, zamanı böyle harcamaları çok korkunç ve her şeyin ötesinde, yalnızca bir burjuva olarak değil, proletaryaya aktif olarak karşı koyan bir burjuva, bir fabrikatör olarak kalmak çok korkunç." Engels, işçi sınıfının durumu üzerine yazdığı kitapta (bu kitap, bildiğimiz gibi, 1845'te çıktı ve dünya sosyalist yazınının en iyi kitaplarından biridir) kendini avuttuğunu söyleyerek devam ediyor. "Ve belki de, insan, yazı yazmadığı sürece, komünist olduğu halde, dış durumu açısından bir burjuva, pazarlıkçı bir canavar olarak kalabilir, ama geniş komünist propaganda yürütmek ve aynı zamanda pazarlıkla ve sanayi ile uğraşmak, yürümez. Yeter. Paskalyada burayı bırakıyorum. Bir de buna, tam hıristiyan-Prusyalı bir ailenin, uyuşuk yaşantısını ekle — artık dayanamayacağım; sonunda bir Alman darkafalısına dönüşüp, komünizmin içine dar-kafalılığı sokabilirim." İşte genç Engels bunları yazıyordu. 1848 Devriminden sonra, yaşamın gereksinimleri onu babasının bürosuna dönmek ve uzun yıllar boyunca bir "pazarlıkçı canavar" olmak zorunda bıraktı. Ama, o, sağlam durmayı ve [sayfa 72] kendine hıristiyan-Prusyalı çevreler değil, ama tümüyle farklı yoldaşça çevreler sağlamayı ve yaşamının sonuna kadar "komünizmin içine darkafalılığın sokulmasının" amansız bir düşmanı kalmayı bildi.
1844'te Alman eyaletlerindeki toplumsal yaşantı, 20. yüzyılın başlarında, 1905 devriminden önceki Rus toplumsal yaşantısına benziyordu. Siyasal yaşam için, genel bir zorlama, hükümete karşı kaynayan genel bir öfke vardı; rahipler, tanrıtanımazlıklarından ötürü gençliğe ateş püskürüyor; burjuva ailelerde, çocuklar, "hizmetçilere ve işçilere aristokratça davranıyorlar" diye, ana babalarıyla tartışıyorlardı.
Genel muhalefet havası, herkesin kendini komünist ilân etmesi biçiminde yansıdı. Engels, Marx'a, "Barmen'deki polis komiseri, komünisttir" diye yazıyordu. Köln'de, Düsseldorf'ta, Elberfeld'de iken — ne yana dönse, komünistlere rastlıyordu! "Seci adında ... ateşli bir komünist karikatürist iki ay içinde Paris'e gelecek. Ona senin adresini vereceğim; heyecanlı yaradılışı ve müzik sevgisinden dolayı onu pek seveceksin, ayrıca bir karikatürist olarak çok yararlı olabilir."
"Burada, Elberfeld'de mucizeler oluyor. Dün [22 şubat 1845'te yazılmıştır] kentin en büyük salonunda ve en iyi lokantasında, üçüncü komünist toplantımızı yaptık, ilk toplantıya 40, ikincisine 130, üçüncüye ise en az 200 kişi katıldı. Paralı aristokrasiden küçük dükkân sahiplerine kadar, bütün Elberfeld ve Barmen, proletarya dışında herkes, toplantılar da temsil edildi."
İşte Engels, harfi harfine bunları yazıyordu. O zamanlar Almanya'da herkes komünistti, proletarya hariç. Komünizm, herkesin ve başta burjuvazinin muhalefet duygularını yansıtma biçimiydi. "Dünyada hiç bir şeyle ilgilenmeyen, en aptal, en tembel ve en darkafalı insanlar, komünizm konusunda âdeta heyecan duyuyorlar." O zaman, komünizmin baş vaizleri, bizim narodnikler, "sosyalist-devrimciler"16, "halkçı sosyalistler" ve başkaları tipinde adamlardı, yani hükümete karşı kimi daha çok, kimi daha az öfke duyan, iyi niyetli burjuvalar. Ve bu koşullar altında Engels, sayısız sahte sosyalist eğilimler ve [sayfa 73] gruplar arasında ateşli devrimciler ama kötü komünistler olan, bir yığın iyi niyetli insanla ilişkileri koparmaktan çekinmeden, onu proletarya sosyalizmine ulaştıracak yolu bulabildi.
1846'da Engels Paris'te idi. O zamanlar Paris, siyasetle ve değişik sosyalist teorilerin tartışmalarıyla kaynıyordu. Engels, hevesle, sosyalizmi inceledi. Cabet, Louis-Blanc ve diğer önde gelen sosyalistlerle tanıştı ve bir dergi yönetim yerinden ötekine, bir çevreden ötekine koştu durdu.
Esas olarak, o zamanın en önemli ve en yaygın sosyalist teorisi prudonculukla ilgileniyordu. Ve, Proudhon'un Sefaletin Felsefesi adlı yapıtının yayınlanmasından (Ekim 1846; Marx’ın ünlü yanıtı, Felsefenin Sefaleti 1847'te çıktı) bile önce, Engels, acımasız bir alay ve görülmemiş bir derinlikle, o zamanlar özellikle Alman sosyalist Grün tarafından savunulan, Proudhon'un temel görüşlerini eleştirdi. Kusursuz İngilizcesi (Marx İngilizceyi çok sonraları öğrenmiştir) ve İngiliz yazını hakkındaki bilgisi, Engels'in, hemen (16 Eylül 1846 tarihli mektup) İngiltere'deki ünlü prudoncu "İşçi Pazarlarının" iflâsı örneğini belirtmesini olanaklı kıldı. Engels öfkeyle, Proudhon, sosyalizmi gözden düşürüyor diye ilân etmektedir — Proudhon'un ortaya koyduğuna göre, işçilerin sermayeden hisse salınalmaları gerek.
26 yaşındaki Engels, "gerçek sosyalizmi" tamamen ortadan kaldırıyor. Komünist Manifesto'dan çok önce, 23 Ekim 1846 tarihli mektubunda, bu deyime rastlıyoruz ve Grün'den bunun baş savunucusu olarak sözcdiliyor. "Anti-proleter, küçük-burjuva, darkafalı" bir öğreti, "salt gevezelik", her çeşit "insansever" emeller, "'kaba' komünizme karşı boş korkular" (Löffel-Komrnunismus, sözcük anlamıyla "kaşık komünizmi", "mide komünizmi"), insanlığa "mutluluk getirmek için barışçı planlar" — bunlar, Engels'in kullandığı ve Marx-öncesi sosyalizmin bütün türleri için geçerli olan sıfatlardır.
Engels şöyle yazıyor: "Proudhon'un birlik planı, üç gece tartışıldı. Önce, Grün başlarında olmak üzere, bütün klik bana karşıydı. ... Esas konu, zor yoluyla devrimin gerekli olduğunu kanıtlamaktı." (23 Ekim 1846) Yazdığına göre Engels, sonunda [sayfa 74] çok öfkelendi, muhaliflerini öyle sıkıştırdı ki, bunlar açıkça komünizme saldırmak zorunda kaldılar. Komünist olup olmadıkları konusunda oylama yapılmasını istedi. Bu grüncüler arasında büyük bir kızgınlığa yolaçtı, "İnsanlığın iyiliğini" tartışmak için biraraya geldiklerini, komünizmin gerçekte ne olduğunu bilmeleri gerektiğini öne sürmeye başladılar. Engels, hiç bir kaçamağa fırsat vermemek için, onlara son derece basit bir tanım verdi. Engels, "bu yüzden komünistlerin amaçlarını şöyle tanımladım", diye yazıyor, "(1) burjuvazinin çıkarlarına karşı proletaryanın çıkarlarını gerçekleştirmek; (2) bunun için özel mülkiyeti kaldırmak ve yerine malların ortaklığını getirmek; (3) bu amaçları gerçekleştirmek için zor yoluyla demokratik bir devrimden başka araç kabul etmemek." (1848 devriminden bir-buçuk yıl önce yazılmıştır.)
Tartışma, toplantıda, iki grüncünün oyuna karşı onüç oyla Engels'in tanımının kabul edilmesiyle sona erdi. Bu toplantılara, yirmi kadar marangoz ustası da katılıyordu. Böylece, Alman Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin temelleri, altmışyedi yıl önce Paris'te atılmış oldu.
Bir yıl sonra, 23 Kasım 1847 tarihli mektubunda, Engels, Marx'a, Komünist Manifesto'nun bir taslağını hazırladığını bildiriyor ve bu arada, başta önerilen soru—yanıt yöntemine karşı olduğunu açıklıyordu. Engels, "Şöyle başlıyorum: Komünizm Nedir? Ondan sonra, doğrudan doğruya proletaryaya — onun doğuşunun tarihine, eski emekçilerle arasındaki farka, proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişkinin gelişmesine, bunalımlara, sonuçlarına geçiyorum. ... Sonunda, Komünistlerin Parti siyasetine." diye yazıyor.
Engels'in bütün dünyayı dolaşmış olan ve bugün de bütün temel noktalarıyla doğru ve sanki dün yazılmışçasına gerçek ve güncel olan bir yapıtının ilk taslağı üzerine yazdığı bu tarihsel mektup, Marx ve Engels'in adlarının, modern sosyalizmin kurucusu olarak yanyana geçmesinin ne kadar haklı olduğunu açıkça kanıtlar. [sayfa 75]
1913 sonunda yazılmıştır.
MARX VE ENGELS İÇİN DİKİLEN ANITIN
AÇILIŞ KONUŞMASI
7 KASIM 1918
DÜNYA işçilerinin devriminin önderleri Marx ve Engels anısına dikilen bir anıtı törenle açıyoruz.
İnsanlık, milyonlarca çalışana işkence eden, ufak bir avuç sömürücünün baskısı altında, çağlar boyu acı çekti ve zayıf düştü. Ama, bir önceki dönemin sömürücüleri, toprak ağaları, birleşmemiş, dağınık ve cahil köylü serfleri soyar ve ezerken, yeni dönemin sömürücüleri, kapitalistler, karşılarında, ayaklar altında ezilmiş halkın öncüsünü, kent, fabrika, sanayi işçilerini gördüler. Fabrika onları birleştirmiş, kent yaşantısı bunları uyandırmış, grevlerdeki ve devrimci eylemdeki ortak savaşım onları sertleştirmişti.
Marx ve Engels'in büyük tarihsel hizmeti, kapitalizmin çöküşünü ve artık insanın insan tarafından sömürülmeyeceği komünizme geçişin kaçınılmazlığını bilimsel tahlille kanıtlamalarıdır. [sayfa 76]
Marx ve Engels'in büyük tarihsel hizmeti, bütün ülkelerin proleterlerine, rollerini, görevlerini, uğraşlarını: sermayeye karşı devrimci savaşta ilk başkaldıran olmayı ve bu savaşımda bütün çalışanları ve sömürülenleri çevrelerinde birleştirmeyi göstermeleridir.
Büyük sosyalistlerin bu kehanetlerinin gerçekleşmeye başladığı, olağanüstü bir dönemde yaşıyoruz. Hepimiz, birçok ülkede, proletaryanın dünya sosyalist devriminin şafağını görüyoruz. Ulusların emperyalizm tarafından katledilmesinin anlatılmaz dehşeti, her yerde ezilenlerin kahramanca ayaklanmasına yolaçıyor ve kurtuluş uğruna savaşımda, güçlerini, kat kat artırıyor.
Marx ve Engels'in bu anıtı, milyonlarca işçiye ve köylüye, savaşımda yalnız olmadığımızı tekrar tekrar anımsatsın. Daha ileri ülkelerin işçileri, bizimle yanyana, başkaldırıyor. İlerde onları da, bizleri de, daha zor savaşlar bekliyor. Ortak savaşım ile kapitalist baskı kırılacak ve sonunda sosyalizm kazanacaktır! [sayfa 77]
MARKSÎZMÎN ÜÇ KAYNAĞI VE ÜÇ ÖĞESİ
UYGAR dünyanın tümünde, Marx'ın öğretisi, marksizme bir çeşit "zararlı mezhep" gözü ile bakan, (resmî ve liberal) bütün burjuva biliminin aşırı düşmanlığını ve nefretini uyandırmaktadır. Ve, başka bir tutum da beklenemez, çünkü sınıfların savaşımı temeline dayanan bir toplumda, "tarafsız" toplumsal bilim yoktur. Bütün resmî ve liberal bilim, şu ya da bu biçimde ücretli köleliği savunmaktadır; oysa marksizm bu köleliğe karşı amansız bir savaş açmıştır. Ücretli köle temeline dayanan bir toplumda bilimin tarafsız olmasını beklemek, sermayenin kârlarını azaltarak işçilerin ücretlerini çoğaltmak gerekip gerekmediği sorununda, fabrikatörlerden tarafsızlık ummak kadar aptalca bir saflıktır.
Dahası var. Felsefe tarihi ve toplumsal bilim tarihi bize tam bir açıklıkla gösteriyor ki, marksizmde, dünya uygarlığının gelişme çizgisi dışında doğmuş, dar görüşlü, taşlaşmış bir öğreti olan "sektarizm"e benzer hiç bir şey yoktur. [sayfa 78]
Tam tersine, Marx'ın dehası, tamamen, insanlığın en önde gelen beyinlerinin getirdiği sorulara yanıtlar sağlamış olmasındadır. Onun öğretisi, felsefenin, ekonomi politiğin ve sosyalizmin en büyük temsilcilerinin öğretilerinin, doğrudan ve dolaysız bir devamı olarak doğmuştur.
Marksist öğreti güçlüdür, çünkü doğrudur. Kapsamlı ve uyumludur ve insana kör inancın, gericiliğin ve burjuva baskısını savunmanın hiç bir biçimiyle bağdaşmayan, eksiksiz bir dünya görüşü sağlar. Alman felsefesi, İngiliz ekonomi politiği ve Fransız sosyalizminin temsil ettiği, insanlığın 19. yüzyılda yarattığı en iyi ürünlerin, meşru mirasçısıdır.
İşte, kısaca özetleyeceğimiz, marksizmin üç kaynağı ve aynı zamanda üç öğesi bunlardır.
I
Marksizmin felsefesi materyalizmdir. Avrupa'nın modern tarihi boyunca ve özellikle 18. yüzyıl sonlarında, her türlü ortaçağ saçmalığına, kuruluş ve düşüncelerdeki serfliğe karşı kesin bir savaş verilen Fransa'da, materyalizm, doğal bilimlerin öğretilerine bağlı, kör inanca, yobazlığa ve bunun gibi şeylere düşman tek tutarlı felsefe olarak ortaya çıkmıştır. Bu yüzden, demokrasi düşmanları, her zaman, materyalizmi, "çürütmek", yıkmak ve türlü lekelemelerle gözden düşürmek için, çok çaba harcamışlar ve önünde sonunda dinin savunması ya da desteklenmesine indirgenen, felsefî idealizmin çeşitli biçimlerinin savunuculuğunu yapmışlardır.
Marx ve Engels, felsefî materyalizmi en kararlı bir tutumla savundular ve bu temelden her sapışta ne derin hatalar işlendiğini tekrar tekrar açıkladılar. Bu görüşler, Engels'in Komünist Manifesto gibi her bilinçli işçinin el kitabı olan, Ludwig Feuerbach ve Anti-Dühring adlı yapıtlarında bütün açıklık ve ayrıntısıyla ortaya konmuştur.
Ama Marx, 18. yüzyıl materyalizmi ile yetinmedi, felsefeyi daha yüksek bir düzeye çıkardı. Onu, Alman klasik felsefesinin başarılarıyla, özellikle sonradan Feuebach'ın materyalizmine [sayfa 79] yolaçmış olan, Hegel sisteminin başarılarıyla zenginleştirdi. Esas başarısı diyalektiktir, yani en tam, en derin ve en kapsamlı biçimde, sürekli gelişen maddeyi yansıtan insan bilgisinin göreceliği teorisi, evrim teorisidir. Doğal bilimlerin son buluşları —radyum, elektronlar, elementlerin dönüşümleri— eski ve çürümüş idealizme "yeniden" dönen burjuva filozoflarının öğretilerine karşın, Marx'ın diyalektik materyalizmini kesinlikle doğrulamıştır.
Marx, felsefi materyalizmi, bütünüyle derinleştirmiş, geliştirmiş ve bunun mantıksal sonucu olarak, doğa bilgisini, insan toplumu bilgisine genişletmiştir. Onun tarihsel materyalizmi, bilimsel düşüncede büyük bir başarıdır. O güne dek, tarih ve siyaset konusundaki görüşlere egemen olan karışıklık ve gelişigüzelliğin yerini, üretici güçlerin büyümesi sonucu, bir toplumsal örgütlenme biçiminden daha üst düzeyde bir başka biçimin nasıl doğup geliştiğini —örneğin, feodalizmden kapitalizmin nasıl doğduğunu— gösteren uyumlu ve bağıntılı dikkate değer bilimsel bir teori aldı.
İnsanın bilinci nasıl ondan bağımsız olarak var olan doğayı (yani maddenin gelişmesini) yansıtırsa, insanın toplumsal bilinci de (yani onun çeşitli felsefî, dinsel, siyasal vb. görüşleri ve öğretileri), toplumun iktisadî sistemini yansıtır. Siyasal kuruluşlar, iktisadî temele dayanan bir üstyapıdırlar. Örneğin, görüyoruz ki, çağdaş Avrupa devletlerindeki çeşitli siyasal biçimler, burjuvazinin proletarya üzerindeki egemenliğini güçlendirmeye yarıyor.
Marx'ın felsefesi, insanlığa ve özellikle işçi sınıfına, güçlü bilgi araçları veren, tam bir felsefî materyalizmdir.
II
Ekonomik sistemin, siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği temel olduğunu kavrayan Marx, bütün dikkatini bu ekonomik sistemin incelenmesine verdi. Marx'ın temel yapıtı Kapital, modern, yani kapitalist toplumun ekonomik sisteminin incelenmesine ayrılmıştır. [sayfa 80]
Marx'tan önceki, klasik ekonomik politik, en gelişmiş kapitalist ülke olan İngiltere'de doğdu. Adam Smith ve David Ricardo, ekonomik sistemler üzerindeki araştırmalarıyla, emek-değer teorisinin temellerini attılar. Marx, onların çalışmalarını sürdürdü; teoriyi kanıtlandırdı ve tutarlı bir biçimde geliştirdi. Her metaın değerinin, bu metaın üretiminde harcanan toplumsal bakımdan gerekli-emek zamanı miktarı ile belirlendiğini gösterdi. Marx, burjuva iktisatçılarının, nesneler arasında bir ilişki olarak gördükleri şeyin, (bir metaın bir başka meta ile değişimi) insanlar arasında bir ilişki olduğunu ortaya koydu. Metaların gelişimi, ayrı ayrı üreticiler arasında, pazar aracılığıyla kurulan bağı ifade eder. Para, bu bağın giderek daha çok yakınlaştığının, ayrı ayrı üreticilerin tüm ekonomik yaşamını ayrılmaz bir bütün halinde birleştirdiğinin belirtisidir. Sermaye ise bu bağın daha da geliştiğini gösterir: insanın emek-gücü bir meta haline gelmiştir. Ücretli işçi, toprağı, fabrikaları ve iş aletlerini elinde tutanlara emek-gücünü satar. İşçi, günün bir bölümünde, kendisinin ve ailesinin geçimini sağlamak için çalışır (ücretler), günün öteki bölümünde ise, karşılıksız çalışarak, kapitalist için, kapitalist sınıfın zenginliklerinin kaynağı, kârın kaynağı, artı-değeri yaratır.
Artı-değer teorisi, Marx'ın ekonomik teorisinin temel taşıdır.
İşçinin emeği ile yaratılan sermaye, işçiyi ezer, küçük mülk sahiplerini mahveder ve bir işsizler ordusu yaratır. Sanayide, büyük üretimin zaferi hemen görülebilir, ama aynı olgu, geniş-ölçekli kapitalist tarımın üstünlüğünün ağır bastığı, makine kullanımının arttığı ve para-sermayenin tuzağına düşen köylü ekonomisinin kullanılan geri tekniğin yükü altında dağıldığı ve yıkıma sürüklendiği tarımda da gözlenilebilir. Tarımda, küçük üretimin çöküşü değişik biçimler alır, ama çöküşün kendisi tartışılmaz bir gerçektir.
Sermaye, küçük üretimi yıkarak, emeğin üretkenliğinin artmasına ve büyük kapitalistlerin birlikleri için bir tekel durumunun doğmasına yolaçar. Üretimin kendisi, giderek daha çok toplumsallaşmaktadır, —yüzbinlerce ve milyonlarca işçi, [sayfa 81] düzenleşik bir ekonomik kuruluş içinde birbirlerine bağlanırlar— ama bu ortak emeğin ürününe, bir avuç kapitalist elkoymaktadır. Büyük üretimdeki anarşi; bunalımlar, delice pazar ardında koşma ve halk yığınları için güvenli olmayan yaşam.
Kapitalist sistem, işçilerin sermayeye bağımlılığını artırarak, birleşmiş emeğin büyük gücünü yaratır.
Marx, kapitalizmin gelişmesini, rüşeym halindeki meta ekonomisinden, basit değişimden başlayarak, en yüksek biçimlerine, büyük üretime kadar adım adım incelemiştir.
Ve eski, yeni, bütün kapitalist ülkelerin deneyimi, her geçen yıl, biraz daha çok sayıda işçiye, Marx'ın bu öğretisinin doğruluğunu, açıkça sergilemektedir.
Kapitalizm, bütün dünyada zafer kazanmıştır, ama bu zafer, Emeğin Sermayeye karşı kazanacağı zaferin başlangıcından başka bir şey değildir.
III
Feodal düzen yıkılıp, "özgür" kapitalist toplum yaşama gelir gelmez, bu özgürlüğün yeni bir baskı sistemi ve işçi sınıfının sömürülmesi anlamına geldiği hemen belli oldu. Bu baskının yansıması ve ona karşı bir protesto olarak, hemen çeşitli sosyalist öğretiler doğdu. Ancak, ilk sosyalizm, ütopik sosyalizmdi. Kapitalist toplumu eleştiriyor, (mahkûm ediyor) ve kargışlıyordu, onun yıkımının düşünü görüyordu; daha iyi bir düzen konusunda tasarılar kuruyor ve zenginleri, sömürünün ahlâksızlık olduğuna inandırmaya çabalıyordu.
Ama ütopik sosyalizm, gerçek çözümü bulamıyordu. Kapitalizmdeki ücretli köleliğin gerçek niteliğini açıklayamıyor, kapitalist gelişmenin yasalarını ortaya koyamıyor, hangi toplumsal gücün yeni toplumun yaratıcısı olabileceğini gösteremiyordu.
Bu arada, feodalizmin, sertliğin çöküşüyle Avrupa'nın her yerindeki ve özellikle Fransa'daki fırtınalı devrimler, bütün gelişmenin temelinin ve itici gücünün, sınıfların savaşımı olduğunu giderek daha büyük bir açıklıkla ortaya koydu. [sayfa 82]
Feodaller sınıfının şiddetli bir direnişiyle karşılaşmadan kazanılmış hiç bir siyasal özgürlük yoktur. Hiç bir kapitalist ülke, kapitalist toplumun çeşitli sınıfları arasında, bir ölüm-kalım savaşı olmaksızın, azçok özgür ve demokratik bir temel üzerine oturtulmamıştır.
Marx'ın dehası, bundan, dünya tarihinin öğrettiği dersi çıkartan ve bu dersi tutarlı bir biçimde uygulayan ilk insan olmasında yatar. Onun çıkardığı bu sonuç, sınıf savaşımı öğretişidir.
İnsanlar, her zaman, siyasetteki aldatmaların ve aldanmaların aptal kurbanları olmuşlardır ve bütün ahlaksal, dinsel, siyasal ve toplumsal sözler, bildiriler ve vaadler arkasındaki şu ya da bu sınıfın çıkarlarını aramayı öğrenmedikleri sürece de, böyle kalacaklardır. Reform ve ilerleme şampiyonları, ne kadar barbarca ve çürümüş görünürse görünsün, her eski kuruluşun, belirli egemen sınıfların zorlamasıyla ayakta durduğunu görmedikçe, her zaman eski düzenin savunucularının oyununa geleceklerdir. Ve bu sınıfların direnişini kırmanın ancak bir tek yolu vardır; bu da, çevremizdeki toplumun içinde, eskiyi silip atabilecek ve yeniyi yaratabilecek kuvveti oluşturabilen —ve toplumsal durumları yüzünden oluşturmak zorunda olan— güçleri bulmak ve bu güçleri savaşım için bilinçlendirmek ve örgütlemektir.
Proletaryaya, o güne kadar, bütün ezilen sınıfların içinde boğulduğu manevî kölelikten kurtuluş yollarını gösteren, yalnızca Marx'ın felsefî materyalizmi olmuştur. Genel kapitalist sistem içinde, proletaryanın gerçek durumunu açıklayan, yalnızca Marx'ın ekonomik teorisi olmuştur.
Proletaryanın bağımsız örgütleri, Amerika'dan Japonya'ya, İsveç’ten Güney Afrika'ya kadar, dünyanın her yerinde çoğalıyor. Proletarya, sınıf savaşımı vererek bilinçleniyor ve eğitiliyor; burjuva toplumun önyargılarından kurtuluyor; saflarını daha da sıklaştırıyor ve başarılarının ölçüsünü değerlendirmeyi öğreniyor; kuvvetlerini çelikleştiriyor ve karşı konulmaz bir biçimde büyüyor. [sayfa 83]
Mart 1913
KARL MARX ÖĞRETİSİNİN
TARİHSEL YAZGISI
MARX'ın öğretisindeki asıl şey, sosyalist toplumun kurucusu olarak proletaryanın tarihsel rolünün açığa çıkarılmasıdır. Dünyanın her yanındaki olayların gelişimi, Marx'ın onu açıklayışından bu yana bu öğretiyi doğrulamış mıdır?
Marx, bu öğretiyi ilk kez 1844'te geliştirmiştir. Marx ve Engels, 1848'de yayınlanan Komünist Manifesto’larında, bu öğretinin tam bir sistematik bir açıklamasını, bugüne kadar en iyisi olarak kalmakta devam eden bir açıklamasını verdiler. O zamandan beri dünya tarihi, açık-seçik üç ana döneme bölünmüştür: (1) 1848 Devriminden Paris Komününe (1871) kadar; (2) Paris Komününden Rus Devrimine (1905) kadar; (3) Rus devriminden bu yana.
Şimdi bu dönemlerin herbirinde Marx'ın öğretisinin yazgısının ne olduğunu görelim. [sayfa 84]
I
Birinci dönemin başında, Marx'ın öğretisi hiç de egemen değildi. Sosyalizmin birçok grup ya da eğilimlerinden yalnızca biriydi. Egemen olan sosyalizm biçimleri, çoğunlukla, bizim narodizme (halkçılığa) yakın olanlarıydı: tarihsel hareketin materyalist temelinin anlaşılmaması olması, kapitalist toplumda her sınıfın rolünün ve öneminin ayırdedilmesinde yeteneksizlik, demokratik reformların burjuva niteliğinin, "halk", "adalet", "hak" ve benzeri konulardaki çeşitli yan-sosyalist tümcecikler altında gizlenmesi.
1848 Devrimi, Marx-öncesi sosyalizmin bütün bu şamatacı, karmakarışık ve gösterişçi biçimlerine öldürücü bir darbe vurdu. Bütün ülkelerde, devrim, toplumun çeşitli sınıflarını hareket içinde ortaya çıkardı. 1848 Haziran günlerinde işçilerin Paris'te cumhuriyetçi burjuvazi tarafından kurşunlanması, doğası gereği, yalnızca proletaryanın, sosyalist olduğunu sonunda açığa çıkardı. Liberal burjuvazi, bu sınıfın bağımsızlığından, herhangi bir tür gericilikten korktuğundan yüz defa daha fazla korkuyordu. Korkak liberaller, gericilik karşısında alçalıyorlardı. Köylülük, feodalizmin kalıntılarının ortadan kaldırılışından hoşnuttu ve işçilerin demokrasisi ile burjuva liberalizmi arasında bir o yana bir bu yana yalpalayarak düzenin destekçilerine katılmıştı. Sınıf-dışı sosyalizmin ve sınıf-dışı siyasetin bütün öğretilerinin saçmalıktan başka bir şey olmadığı kanıtlanmışta
Paris Komünü (1871) burjuva değişimlerinin bu gelişimini tamamladı, cumhuriyet, yani içerisinde sınıf ilişkilerinin en gizlenmez biçiminde göründüğü siyasal örgütlenme biçimi, sağlamlığını yalnızca proletaryanın kahramanlığına borçluydu.
Bütün öteki Avrupa ülkelerinde daha çok karışık ve daha az tamamlanmış gelişim aynı sonuca ulaşmıştı — belirli bir biçim almış olan bir burjuva toplumu. Birinci dönemin sonuna doğru (1848-71) fırtınalar ve devrimler döneminde, Marx-öncesi sosyalizm öldü. Bağımsız proletarya partileri ortaya çıktı: Birinci Enternasyonal (1864-72) ve Alman [sayfa 85] Sosyal-Demokrat Partisi.
II
İkinci dönem (1872-1904), birinciden, "barışçı" niteliğiyle, devrimlerin bulunmayışıyla ayrılır. Batı, burjuva devrimlerini tamamlamıştır. Doğu, bu devrimlere henüz başlamamıştır.
Batı, gelmekte olan değişimlerin "barışçı" hazırlığı evresine girdi. Sosyalist partiler, özellikle proleter nitelikte olanlar, her tarafta kuruldu ve bu burjuva parlamentarizmini kullanmayı ve kendi günlük basınını, kendi eğitim kurumlarını, kendi sendikalarını ve kendi kooperatif birliklerini kurmayı öğrendiler. Marx'ın öğretisi tam bir zafer kazandı ve yayılmaya başladı. Proletaryanın güçlerinin seçilmesi ve toparlanması ve geleceğin savaşları için hazırlanması, yavaş ama sürekli bir gelişim gösteriyordu.
Tarihin diyalektiği öyleydi ki, marksizmin teorik zaferi, onun düşmanlarını, marksist kılığına bürünmeye zorladı. İçten çürüyen liberalizm, kendini, sosyalist oportünizm biçiminde canlandırma yolunu denedi. Güçlerin büyük kavgalara hazırlanması dönemini, bu kavgalardan vazgeçme biçiminde yorumladılar. Ücret köleliğine karşı savaşımda kölelerin koşullarının iyileştirilmesini, kölelerin birkaç kuruş uğruna özgürlük haklarını satmaları anlamına aldılar. Sınıf savaşımından vazgeçerek, alçakça "toplumsal barış" (köle sahipleriyle barış), öğüdünü verdiler vb.. Bunlar parlamentonun sosyalist üyeleri arasında, işçi sınıfı hareketinin çeşitli yetkilileri arasında ve aydın "sempatizanlar" arasında pek çok yandaş bulmuştu.
III
Ne var ki, oportünistler, Asya'da dünya ölçüsünde önemi olan fırtınanın yeni bir kaynağı ortaya çıkınca, kendilerini, "toplumsal barış" ve "demokrasi" koşullarında fırtınanın gereksizliği konularında pek kutlayamadılar. Sovyet devrimini, Türkiye'de, İran'da ve Çin'deki devrimler izledi. İşte şimdi biz [sayfa 86] bu fırtınalar döneminde ve bu fırtınaların Avrupa'daki "yansımaları" döneminde yaşıyoruz. Artık çeşitli "uygar" sırtlanların diş gıcırdattığı Çin cumhuriyetinin geleceği bir sorun değildir, yeryüzünde hiç bir güç, Asya'da eski serfliği yeniden canlandıramaz ya da asyatik ve yarı-asyatik ülkelerdeki yığınların destansı demokrasilerini silemez.
Kitle savaşımının hazırlanması ve gelişmesi koşullan konusunda hesapsız bazı kimseler, Avrupa'daki kapitalizme karşı kesin savaşımın uzun bir gecikmeye uğramasıyla, umutsuzluğa ve anarşizme itilmişlerdi. Şimdi biz bu anarşist umutsuzluğun ne denli kısagörüşlü ve yüreksizce olduğunu görebiliyoruz.
Asya'nın sekizyüz milyon nüfusu ile, Avrupa'yla aynı ülküler uğruna savaşıma sokulmuş olması gerçeği, bize iyimserlik vermelidir, umutsuzluk değil.
Asya devrimleri, bir kez daha, liberalizmin omurgasız ve temelsiz olduğunu, demokratik yığınların bağımsızlığının olağanüstü önemini ve proletarya ile burjuvazinin her çeşidi arasındaki kesin ayırımı, bize göstermiştir. Hem Avrupa'da hem de Asya'daki deneyimden sonra, sınıf-dışı siyaset ve sınıfmış» sosyalizmden sözeden bir kimseye yapılması gereken şey, hemen onu bir kafese koyup Avustralya kangurusu ya da benzeri bir şeyle birlikte sergilemektir.
Asya'dan sonra Avrupa da, Asya'daki gibi olmamakla birlikte, karışmaya başladı. 1872-1904 "barışçı" dönemi, bir daha dönmemek üzere geçip gitti. Yüksek geçim maliyeti ve tröstlerin zorbalığı, liberalizmle en çok bozulmuş olan İngiliz işçilerini bile harekete getiren ekonomik savaşımı, görülmemiş bir keskinliğe itmektedir. En "kalın kafalı" burjuva-Junker ülkesi Almanya'da bile, siyasal bir bunalımın mayalanmakta olduğunu görüyoruz. Çılgınca silahlanma ve emperyalizm siyaseti, modern Avrupa'yı, daha çok bir barut fıçısına benzeyen bir "toplumsal barış"a dönüştürüyor. Bu sırada, bütün burjuva partilerinin çürümesi ve proletarya partilerinin olgunlaşması sürekli gelişme gösteriyor.
Marksizmin ortaya çıkmasından beri, dünya tarihinin her [sayfa 87] üç büyük dönemi de, marksizme yeni doğrulamalar ve yeni zaferler getirmiştir. Ama, tarihin gelmekte olan döneminde, proletaryanın öğretisi olarak marksizmi, daha büyük bir zafer beklemektedir. [sayfa 88]
Mart, 1913.
PROGRAMIMIZ
ULUSLARARASI sosyal-demokrasi, bugün ideolojik bir sarsıntı içindedir. Şimdiye dek Marx ve Engels'in öğretileri, devrimci teorinin sağlam temeli olarak kabul edilmekteydi, ama şimdi bu öğretilerin yetersiz ve geçersiz olduğu konusunda, her yerde sesler yükseliyor. Kendini bir sosyal-demokrat olarak ilân eden ve bir sosyal-demokrat organ yayınlamaya niyetlenen herkes, sosyal-demokratların ve ayrıca daha başkalarının, dikkatlerini yoğunlaştırdığı bir soruna karşı tutumunu açıkça belirlemek zorundadır.
Biz, tümüyle marksist teorik konumdan yanayız: sosyalizmi bir ütopyadan bir bilime ilk dönüştüren, bu bilim için sağlam bir temel koyan ve bütün yanlarıyla onu daha da geliştirmede ve yetkinleştirmede izlenmesi gereken yolu gösteren ilk teori, marksizm olmuştu. Marksizm, emekçinin kiralanmasının, emek-gücünün satın alınmasının, bir avuç kapitalist, toprak, [sayfa 93] fabrika, maden sahibi vb. tarafından, milyonlarca mülksüz insanın köleleştirilmesini nasıl gizlediğini açıklayarak, modern kapitalist ekonominin yapısını açığa çıkarmıştır. Marksizm göstermiştir ki, bütün modern kapitalist gelişme, büyük üretimdeki küçük üretimi ortadan kaldırma eğilimini yansıtır ve toplumun sosyalist sistemini mümkün ve zorunlu hale getiren koşulları vardır. Marksizm, bize, kök salmış geleneklerin, siyasal entrikaların, anlaşılmaz yasaların ve muğlak öğretilerin kara örtüsü altındaki şey —sınıf savaşımını, her türden mülk sahibi sınıflar ile, mülksüz yığınlar, mülksüzlerin başında bulunan proletarya arasındaki savaşımı— sezmeyi öğretmiştir. Devrimci bir sosyalist partinin gerçek görevini açıklığa kavuşturmuştur: toplumu yeniden biçimlendirmek için planlar kurmak değil, işçilerin aldığı payı iyileştirmek konusunda kapitalistlere ve onların çanak yalayıcılarına öğüt vermek değil, komplo planları hazırlamak değil, ama proletaryanın sınıf savaşımını örgütlemek ve nihaî amacı proletaryanın siyasal gücü ele geçirmesi ve sosyalist bir toplumun örgütlenmesi olan bu savaşıma önderlik etmek.
Ve şimdi soruyoruz: Günümüzde bu denli gürültü koparan ve Alman sosyalisti Bernstein etrafında toplanan yaygaracı "yenilikçiler" bu teoriye yeni bir şey getirmişler midir? Kesinlikle hayır. Marx ve Engels'in bize geliştirmek üzere bıraktıkları bilimi bir tek adım bile ileri götürmemişlerdir; proletaryaya, savaşımın herhangi bir yeni yöntemini öğretmemişlerdir; geri teorilerin kırıntılarını alarak ve proletaryaya savaşım teorisini değil de, teslimiyet teorisini —proletaryanın en kötü düşmanlarına, sosyalistlere eziyet etmekte yeni araçlar aramaktan hiç bıkmayan hükümetlere ve burjuva partilerine teslimiyet— öğütleyerek geri çekilmişlerdir. Rus sosyal-demokrasisinin kurucularından ve önderlerinden biri olan Plehanov, Bernstein'ın en son "eleştirisini" acımasızca eleştirmekte tamamen haklıydı; Bernstein'ın görüşleri, şimdi Alman işçilerinin temsilcileri tarafından da (Hannover Kongresinde)17 reddedilmiştir.
Bu sözlerden ötürü bir suçlama yağmuru beklemekteyiz; bizim, sosyalist partiyi, "dogma"dan sapmalardan ötürü, her [sayfa 94] bağımsız düşünceden ötürü, "kâfirleri" cezalandıran bir "gerçek müminler" mezhebine dönüştürmek istediğimiz vb. konusunda sesler yükselecektir. Biz, bütün bu modaya uygun ve keskin tümcecikleri biliriz. Ne var ki, bunların içinde gerçeğin ve mantığın bir dirhemi bile yoktur. Bütün sosyalistleri birleştiren, onların bütün inançlarına dayanak olan ve savaşım yöntemlerine ve eylem araçlarına uyguladıkları devrimci bir teori olmadan, güçlü bir sosyalist parti olamaz. Böyle, bildiğiniz kadarıyla doğru gördüğünüz bir teoriyi, temelden yoksun saldırılara ve onu bozma girişimlerine karşı savunmak, sizin her eleştirinin düşmanı olduğunuzu göstermez. Biz, Marx'ın teorisini tamamlanmış ve dokunulmaz bir şey olarak görmüyoruz; tersine, biz, onun, eğer yaşama ayak uydurmak istiyorlarsa, sosyalistlerin her doğrultuda geliştirmek zorunda oldukları bilimin yalnızca bir temel taşını koyduğuna inanıyoruz. Biz inanıyoruz ki, Marx'ın teorisinin bağımsız geliştirilmesi, Rus sosyalistleri için özellikle önem taşımaktadır; çünkü bu teori, yalnızca, özel olarak, İngiltere’de Fransa'dakinden farklı, Fransa'da Almanya'dakinden farklı ve Almanya'da Rusya'dakinden farklı olarak uygulanan genel yol gösterici ilkeler sağlamaktadır. Bu nedenle biz, teorik sorunlar üzerinde makalelere gazetemizde sevinçle yer ayıracağız ve bütün yoldaşları anlaşmazlık noktaları üzerinde açık tartışmaya çağırmaktayız.
Bütün sosyal-demokratların ortak programının Rusya'ya uygulanmasında ortaya çıkan temel sorunlar nelerdir? Belirtmiştik ki, bu programın özü, proletaryanın sınıf savaşımını örgütlemek ve nihaî amacı proletaryanın siyasal iktidarı ele geçirmesi ve sosyalist bir toplumun kurulması olan bu mücadeleye önderlik etmektir. Proletaryanın sınıf savaşımı, iktisadî savaşım (tek tek kapitalistlere karşı ya da tek tek kapitalist gruplarına karşı işçilerin koşullarının iyileştirilmesi mücadelesi) ile, siyasal savaşımdan (hükümete karşı, halkın haklarının genişletilmesi uğruna, yani demokrasi uğruna ve proletaryanın siyasal gücünün genişletilmesi uğruna savaşımdan oluşur. Bazı Rus sosyal-demokratları (anlaşılan bunların arasında Raboçaya Mysıl'ı yönetenler de vardır) [sayfa 95] iktisadî savaşımı kıyaslanamaz ölçüde daha önemli saymakta ve siyasal savaşımı azçok uzak bir geleceğe ertelemeye kadar işi vardırmaktadırlar. Bu tutum, temelden yanlıştır. Bütün sosyal-demokratlar, işçi sınıfının iktisadî savaşımının örgütlenmesinin zorunlu olduğu konusunda, işçiler arasında bu temele dayanarak ajitasyon yürütmenin, yani patronlara karşı günlük savaşımlarında işçilere yardımcı olmanın, baskının her biçimine ve her türüne onların dikkatlerini çekmenin ve bu yolla onlara birliğin gerekli olduğunu açıkça kavratmanın zorunlu olduğu konusunda görüşbirliği içerisindedirler. Ama siyasal savaşımı, iktisadî savaşım uğruna unutmak, uluslararası sosyal-demokrasinin temel ilkesinden ayrılmak anlamına gelir, emekçi hareketinin tüm tarihinin bize öğrettiğini unutmak anlamına gelir. Burjuvazinin ve ona hizmet eden hükümetin tescilli yandaşları, işçilerin salt iktisadî birliklerini örgütlemek ve bu yolla onları "siyasetten", sosyalizmden uzak tutmak konusunda birçok girişimlerde bile bulunmuşlardır. Rus hükümeti de, yalnızca ezildikleri ve haklarından yoksun bırakıldıkları gerçeğini onlara unutturmak için her zaman halkın önüne bir parça kemik attığı ya da atıyormuş gibi yaptığına göre, böyle bir girişimde de bulunabilir. Almanya'da ve öteki bütün Avrupa ülkelerinde (Türkiye ve Rusya hariç) işçilerin yaptıkları gibi, işçiler özgürce toplantılar düzenlemek, birlikler kurma hakkına, kendi gazetelerine sahip olma hakkına ve temsilcilerini ulusal meclislere gönderme hakkına sahip olmadan, hiç bir iktisadî savaşım, onlara sürekli bir iyileştirme sağlayamaz, ya da bu savaşım geniş boyutlarda yürütülemez. Ama bu hakları kazanabilmek için siyasal bir savaşım yürütmek zorunludur. Rusya'da yalnızca işçiler değil, tüm yurttaşlar siyasal haklardan yoksundurlar. Rusya mutlak ve sınırsız bir monarşidir. Tek başına çar, yasaları çıkarır, memurları atar ve onları denetler. Bu nedenden ötürü, Rusya'da çar ve çarlık hükümeti sanki bütün sınıflardan bağımsız ve herkese eşit davranıyormuş gibi gözükmektedir. Ama, gerçekte bütün memurlar, yalnızca mülk sahibi sınıflardan seçilmektedir ve bakanları kendi havalarına göre oynatan ve istedikleri her şeyi gerçekleştiren büyük kapitalistlerin etkisi [sayfa 96] altındadırlar. Rus işçi sınıfı çifte bir boyunduruk altına sokulmuştur; kapitalistler ve toprakbeylcri tarafından soyulup soğana çevrilmektedir ve onlara karşı savaşmasını önlemek için de polis elini ayağını bağlamakta, ağzını tıkamakta ve halkın haklarını savunmak yolunda yapılan her girişim ezilmektedir. Kapitaliste karşı her grevde, işçiler üzerine askerî ve polis birlikleri salıverilmektedir. Her iktisadî savaşım zorunlu olarak siyasal savaşıma dönüşür ve sosyal-demokrasi, birini öteki ile, proletaryanın tek bir sınıf savaşımında çözülmez bir biçimde birleştirmek zorundadır. Böyle bir savaşımın, birinci ve baş amacı, siyasal hakların kazanılması, siyasal özgürlüğün kazanılması olmalıdır. Eğer yalnız başına St. Petersburg işçileri, sosyalistlerin birazcık yardımıyla, hükümetten bir ayrıcalık koparıp almakta hızlı bir başarı sağladılarsa —işgününün kısaltılması konusundaki yasanın kabulü18—, öyleyse bir tüm olarak Rus işçi sınıfı, tek bir Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisi önderliğinde, kararlı savaşım ile karşılaştırılmayacak kadar çok daha önemli ayrıcalıkları kazanabilecektir.
Rusya İşçi sınıfı, öteki sınıfların yardımı olmasa da, tek başına, iktisadî ve siyasal savaşımını yürütmek yeteneğindedir. Ama siyasal savaşımda işçiler, tek başına değildir. Halkın haklarından tümüyle yoksun oluşu ve başı-bozuk[1*] memurların vahşî kanunsuzlukları, özgür düşüncenin ve özgür konuşmanın cezalandırılmasını hoş görmeyen tüm namuslu eğitilmiş insanların öfkesini kabartmıştır; eziyet gören Polonyalıların, Finlilerin, Yahudilerin ve Rus mezhep gruplarının öfkesini kabartmıştır; memurların ve polisin eziyetinden hiç bir yerde kurtulamayan küçük tüccarların, imalâtçıların ve köylülerin öfkelerini kabartmıştır. Halkın bu gruplarının hepsi, ayrı ayrı, kararlı bir siyasal savaşım yürütme yeteneğinden yoksundur. Ama işçi sınıfı, bu savaşımın bayrağını yükselttiği zaman, her yandan destek sağlayacaktır. Rus sosyal-demokrasisi halkın hakları için savaşanların, demokrasi için savaşanların tümünün başına geçecek ve yenilmezliğini kanıtlayacaktır! [sayfa 97]
Bunlar bizim temel görüşlerimizdir ve biz bunları düzenli olarak ve her yönüyle gazetemizde geliştireceğiz. İnanıyoruz ki, bu yolla biz, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin yayınlamış olduğu Bildiri'sinde belirtilen yolda yürüyeceğiz. [sayfa 98]
1899
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Dipnotlar
[1*] Lenin, bu sözcüğü, özgün metinde de Türkçe olarak kullanmıştır. —ç.