Mao Zedung
Seçme Eserler
Cilt: III-I
JAPONYA'YA KARŞI DİRENME SAVAŞI DÖNEMİ (II)
KÖY ARAŞTIRMALARI'NA ÖNSÖZ ve SONSÖZ
Mart ve Nisan 1941
ÖNSÖZ
17 Mart 1941
Partinin bugün köylük bölgelerde izlediği siyaset, on yıllık iç savaş sırasındaki gibi bir Toprak Devrimi siyaseti değil, Japonya'ya Karşı Millî Birleşik Cephe için bir köylük bölge siyasetidir. Bütün Parti, Merkez Komitesi'nin 7 Temmuz ve 25 Aralık 1940 tarihli talimatlarını[1] ve önümüzdeki Yedinci Millî Kongre'nin talimatlarını uygulamalıdır. Aşağıdaki belgeler, yoldaşların meseleleri incelemek için bir yöntem bulmalarına yardımcı olmak üzere yayımlanmaktadır. Birçok yoldaşımız hâlâ kaba ve dikkatsiz bir çalışma tarzına sahiptir, meseleleri tam olarak anlama çabasında değildirler ve hatta alt kademelerdeki durumdan bütünüyle habersiz olabilirler; ama gene de çalışmaların yönetilmesinden onlar sorumludur. Bu, son derece tehlikeli bir durumdur. Çin toplumundaki sınıfların bugünkü durumları hakkında gerçekten somut bir bilgi olmadan, iyi bir önderlik de olamaz. edilemezdi.
Koşullan öğrenmenin biricik yolu, sosyal araştırmalar yapmak, her sosyal sınıfın gerçek hayattaki durumunu araştırmaktır. Bir çalışmanın yönetiminden sorumlu olanlar için koşullan öğrenmenin temel yöntemi belli bir plan içinde, çalışmalarını birkaç şehir ve köy üzerinde [sayfa 13] yoğunlaştırıp Marksizmin temel bakış açısını, yani sınıf tahlili yöntemini kullanarak derinlemesine araştırmalar yapmaktır. Çin'in sosyal sorunlarına ilişkin en basit bilgileri bile ancak bu yolla elde edebiliriz.
Bunu yapmak için, kafayı dikip göğe bakacağınıza, önce önünüze bakın. Bir insan önüne bakmaya ilgi duymadıkça ve bunu yapmaya kararlı olmadıkça, ömrü boyunca asla Çin'de olup bitenleri gerçekten anlayamayacaktır.
İkinci olarak, bilgi derleme toplantıları, düzenleyin. Elbette sadece şöyle bir göz atmakla ve kulaktan dolma birkaç lafla dört başı mamur bilgi edinilemez. Bilgi derleme toplantıları yoluyla edindiğim bilgilerden Hunan Eyaleti'ne ve Çingkangşan'a ilişkin olanlar kayboldu. Burada yayımlanan belgeler esas olarak "Singkuo Araştırması", "Çangkang İlçesi Araştırması" ve "Zaysi İlçesi Araştırması"ndan oluşmaktadır. Bilgi derleme toplantıları benim çok yararını gördüğüm, en basit, en pratik ve en güvenilir yöntemdir. Herhangi bir üniversiteden daha iyi bir okuldur. Bu toplantılara katılanlar, orta ya da alt kademelerdeki gerçekten tecrübeli kadrolar ya da sıradan insanlar olmalıdır. Hunan Eyaleti'ndeki beş ve Çingkangşan'daki iki ilde yaptığım araştırmalarda, orta kademedeki sorumlu kadrolara, başvurdum. Sunvu araştırmasında orta ve alt kademelerdeki kadrolara yoksul bir siuzai'ye[2], ticaret odasının iflas etmiş eski bir başkanına ve il vergi dairesinde çalışırken işini kaybetmiş küçük bir memura başvurdum. Bütün bu insanlardan çok şey öğrendim. Bana ilk kez Çin hapishanelerinin bütün çürümüşlüğünün eksiksiz bir tablosunu çizen kişi, Hunan'da Hengşan ilindeki araştırmam sırasında tanıdığım küçük rütbeli bir gardiyandı. Singkuo ilindeki, Çangkang ve Zaysi ilçelerindeki araştırmalarımda, ilçe kademesinde çalışan yoldaşlara ve sıradan köylülere başvurdum. Bu kadrolar, köylüler, siuzai, gardiyan, tüccar ve vergi memuruydu. Bunların hepsi benim saygıdeğer öğretmenlerimdi ve bir öğrenci olarak onlara karşı saygılı, çalışkan ve yoldaşça bir tavır içinde olmak zorundaydım. Aksi halde beni dikkate almayacaklar, bildiklerini anlatmayacaklardı. Bilgi derleme toplantısının kalabalık olması gerekmez, üç-beş ya da yedi-sekiz kişi yeterlidir. Geniş zaman ayrılmalı ve araştırma için bir taslak hazırlanmalıdır. [sayfa 14] Ayrıca, araştırmayı yapan kişi çeşitli sorular sormalı, notlar almalı ve toplantıya katılanlarla tartışmalıdır. Bu nedenle, çaba göstermeden, önüne bakmada kararlı olmadan, bilgiye susamışlık duymadan ve çirkin iddiacılık huyundan kurtulmadan ve istekli bir öğrenci haline gelmeden araştırma yapılamaz. Gerçek kahramanların kitleler olduğu, buna karşılık bizim genellikle acemi ve bilgisiz olduğumuz kavranmalıdır. Bu kavranmadıkça en basit bilgileri bile edinmek mümkün değildir.
Şunu tekrar belirtmek isterim ki, bu kaynak belgelerin yayımlanmasının asıl amacı; yoldaşlara bu belgeleri ve bunlardan çıkarılan sonuçlan ezberletmek değil, alt kademelerdeki durumu araştırmak için bir yönteme işaret etmektir. Genel olarak baktığımızda, şunu söyleyebiliriz: Çin'in cılız burjuvazisi; Avrupa, Amerika ve Japonya burjuvazisinin yaptığı gibi, sosyal koşullar üzerine görece geliştirilmiş, hatta en basit malzemeyi bile sağlayamamıştır ve asla sağlayamayacaktır. Onun için bunları biz toplayacağız, başka çare yoktur. Özel olarak baktığımızda, şunu söyleyebiliriz: Pratik çalışma ile uğraşan herkes, değişen durumu her zaman çok yakından izlemelidir ve bu konuda hiçbir ülkenin Komünist Partisi, başka bir ülkenin Komünist Partisine bel bağlayamaz. Bu nedenle, pratik çalışma yapan herkes alt kademelerdeki durumu araştırmalıdır. Böyle bir araştırma, teoriyi bilip de gerçek durumu bilmeyenler için özellikle gereklidir, aksi halde bunlar teori ile pratiği birleştiremeyeceklerdir. "Araştırma yapmayanın söz hakkı yoktur" şeklindeki görüşüm "dar deneycilik" olarak alaya alınmıştı. Ama bugüne kadar, bu görüşü ileri sürmüş olmaktan pişmanlık duymadım. Pişmanlık şöyle dursun, araştırma yapmadan hiç kimsenin söz hakkı olamayacağında hâlâ ısrar ediyorum. "Resmi arabasından iner inmez" ortalığı velveleye veren, nutuk atan, önüne gelen her şeyi eleştirip, mahkûm eden pek çok insan vardır; ama aslında böyle kaç kişi varsa, hepsi de başarısızlığa uğramaya mahkûmdur. Çünkü ayrıntılı bir araştırmaya dayanmayan bu tür görüşler ve eleştiriler, cahil gevezeliğinden başka bir şey değildir. Her yerde hazır ve nazır olan "padişah elçileri"nden Partimizin gördüğü zarar saymakla bitmez. Stalin haklı olarak "Teori, devrimci pratikle birleştirilmezse, amaçsız hale gelir" diyor. Ve gene haklı olarak şunu [sayfa 15] ekliyor: "Yolu devrimci teori ile aydınlatılmayan pratik, karanlıkta el yordamıyla yürür."[3] Karanlıkta el yordamıyla yürüyen, kavrayıştan ve uzak görüşlülükten yoksun "pratikçi" dışında hiç kimseye "dar deneyci" damgası vurulamaz.
Çin ve dünya olayları üzerine ayrıntılı araştırma yapma gereğini bugün hâlâ şiddetle hissediyorum. Bu, benim Çin ve dünya olayları üzerine bilgimin yetersizliğinden ileri gelmektedir; yoksa benim her şeyi bildiğim, başkalarının ise cahil olduğu anlamına gelmez. Ben Partili bütün yoldaşlarla birlikte kitlelerden öğrenen bir öğrenci olarak kalmak istiyorum. [sayfa 16]
SONSÖZ
19 Nisan 1941
On yıllık iç savaş döneminin pratiği, bugünkü dönem yani Japonya'ya Karşı Direnme Savaşı dönemi için en iyi ve en uygun deneyimdir. Bu, taktik açıdan değil, kitlelerle nasıl kaynaşacağımız ve onları düşmana karşı nasıl seferber edeceğimiz açısından geçerlidir. Partinin şimdiki taktik çizgisi, ilke olarak geçmiştekinden farklıdır. Geçmişte Partinin taktik çizgisi, toprak ağaları ve burjuvaziyle mücadele etmekti; şimdi ise Japonya'ya direnilmesine karşı olmayan bütün toprak ağaları ve burjuvalarla birleşmektir. On yıllık iç savaşın son döneminde bile, bir yanda bize karşı silahlı saldırılara girişen gerici hükümet ve siyasi partiye, öte yanda bizim yönetimimiz altındaki kapitalist bir nitelik taşıyan bütün sosyal kesimlere karşı farklı siyasetler benimsememek yanlıştı: gerici hükümet ve siyasi parti içindeki farklı gruplara karşı farklı siyasetler benimsememek de yanlıştı. O sıralar, köylülük ve şehir küçük burjuvazisinin alt tabakalan dışında toplumun her kesimine karşı "hep mücadele" siyaseti izleniyordu ve bu siyaset kuşkusuz yanlıştı. Toprak siyasetinde, on yıllık iç savaşın ilk ve orta dönemlerinde[4] çiftçilikle uğraşabilmeleri, yerlerinden yurtlarından olmamaları, eşkıya olarak dağa çıkıp kamu düzenini bozmamaları için toprak ağalarına köylülerinki kadar toprak bırakılmasını öngören doğru siyasetin reddedilmesi de yanlıştı: Bugün Partinin siyaseti [sayfa 17] kaçınılmaz olarak farklıdır; bu, ne "hep mücadele, hiç ittifak yok" ne de (1927'deki Cen Dusiuculuk gibi) "hep ittifak, hiç mücadele yok" siyasetidir. Tersine bu: Japon emperyalizmine karşı çıkan bütün sosyal kesimlerle birleşme, bunlarla bir birleşik cephe kurma, ama yine de onlara karşı mücadele etme, yani onların yalpalayan yanlarının ya da düşmana teslim olma, Komünist Partisi'ne ve halka karşı çıkma şeklinde kendini gösteren gerici yanlarıyla, o ölçüde ve değişik biçimlerde mücadele etme siyasetidir. Şimdiki siyaset, "ittifak" ve "mücadele"yi birleştiren ikili bir siyasettir. İşçi siyasetinde bu, işçilerin yaşama koşullarını gereğince düzeltme ye kapitalist ekonominin düzgün şekilde gelişimini engellememe ikili siyasetidir. Tarım siyasetinde bu, toprak ağalarından toprak kirasını ve faizi azaltmalarını isteme ve köylülere de bu azaltılmış kira ve faizi ödemelerini şart koşma ikili siyasetidir. Siyasal haklar alanında; Japonya'ya karşı olan bütün toprak ağalarına ve kapitalistlere, işçiler ve köylülerle aynı kişi haklanın, aynı siyasal hakları ve mülkiyet haklarını tanıma ve gene de onlardan gelebilecek karşı-devrimci faaliyete karşı uyanık olma ikili siyasetidir. Devlet ve kooperatif ekonomisi geliştirilmelidir. Ancak bugün köylük bölgelerdeki üs bölgelerimizde gerçek ekonomik sektörü devlet işletmeleri değil, özel işletmeler oluşturmaktadır. Ekonomimizdeki tekelci olmayan kapitalist sektöre gelişme olanağı tanınmalı ve bu, Japon emperyalizmine ve yarı-feodal düzene karşı kullanılmalıdır. Bu, bugün Çin için en devrimci siyasettir; bunun uygulanmasına karşı çıkmak ya da bunu engellemek kuşkusuz bir hatadır. Hem Parti üyelerinin komünist saflığını titizlikle ve kararlılıkla korumak; hem de sosyal ekonominin kapitalist sektörünün yararlı kısmını korumak ve onun uygun bir biçimde gelişmesini mümkün kılmak. Japonya'ya karşı direnme ve bir demokratik cumhuriyet inşa etme döneminde bizim için zorunlu görevlerdir. Bu dönemde bazı komünistlerin burjuvazi tarafından yoldan çıkarılması ve Parti üyeleri arasımla kapitalist fikirlerin ortaya çıkması mümkündür; biz, bu yoz fikirlere karşı mücadele etmeliyiz. Ancak Parti içinde kapitalist fikirlere karşı mücadeleyi yanlış bir biçimde sosyal ekonomi alanına yaymamalı ve ekonominin kapitalist sektörüne karşı çıkmalıyız, ikisi arasına kesin bir çizgi çekmeliyiz. Çin Komünist Partisi karmaşık bir [sayfa 18] ortamda çalışmaktadır ve her Parti üyesi, özellikle her kadro, Marksist taktikleri kavramış bir savaşçı haline gelmek için kendisini çelikleştirmelidir. Meselelere tek yanlı ve aşırı basitleştirilmiş bir yaklaşım, asla devrimi zafere götüremez. [sayfa 19]
İNCELEME TARZIMIZI YENİDEN DÜZENLEYELİM[1*]
Mayıs 1941
Bütün Parti içindeki inceleme yöntemimizi ve sistemimizi yeniden düzenlememizi öneriyorum. Bunun nedenleri şunlardır:
I
Çin Komünist Partisi'nin yirmi yılı boyunca, Marksizm-Leninizmin evrensel gerçeği Çin devriminin somut pratiğiyle gittikçe daha çok kaynaşmıştır. Partimizin çocukluk döneminde Marksizm-Leninizmi ve Çin devrimini ne kadar sığ ve yetersiz bir şekilde kavradığımızı anımsayacak olursak, bugünkü kavrayışımızın çok daha derin ve zengin olduğunu görebiliriz. Felakete uğrayan Çin milletinin en yiğit evlatları, yüz yıl boyunca, her ölenin yerini bir yenisi alarak, ülkeyi ve halkı kurtaracak gerçeği bulmak için savaştılar ve hayatlarını feda ettiler. Bununla gurur duyuyoruz. Ama Marksizm-Leninizmi, [sayfa 20] yani gerçeklerin en doğrusunu, milletimizi kurtaracak silahların en güçlüsünü ancak Birinci Dünya Savaşı'ndan ve Rusya'daki Ekim Devrimi'nden sonra bulduk. Bu silahın kullanılmasını, yayılmasını ve örgütlenmesini ilk başlatan Çin Komünist Partisi oldu. Marksizm-Leninizmin evrensel gerçeği Çin devriminin somut pratiğiyle kaynaşır kaynaşmaz, Çin devrimine yepyeni bir görünüm kazandırdı. Partimiz, Japonya'ya Karşı Dilenme Savaşı'nın patlak vermesinden bu yana. Marksizm-Leninizmin evrensel gerçeğine dayanarak, bu savaşın somut pratiğini, Çin'i ve bugünkü dünyayı incelemede ileri bir adım attı ve aynı zamanda Çin tarihini incelemeye başladı. Bütün bunlar çok olumlu belirtilerdir.
II
Ama hâlâ eksiklerimiz, hem de çok büyük eksiklerimiz var. Kanımca, bu eksiklerimizi gidermezsek çalışmalarımızda ve Marksizm-Leninizmin evrensel gerçeğini Çin devriminin somut pratiğiyle kaynaştırma davamızda, bu büyük davamızda bir adım bile ilerleyemeyiz.
İlk olarak, bugünkü durumun incelenmesini ele alalım. Günümüzün iç ve dış koşullarının incelenmesinde bir ölçüde başarılı olduk; ama bizimki gibi büyük bir siyasi parti için, bu konuların her bir yönüyle, siyasal, askeri, ekonomik ve kültürel yönleriyle ilgili olarak topladığımız malzeme bölük pörçük, yaptığımız araştırma ise sistemsizdir. Genellikle son 20 yıl içinde, bu alanlara yönelik malzeme toplama ve buları inceleme konusunda sistemli, kapsamlı bir çalışmada bulunmadık. Dolayısıyla bugün nesnel gerçekliğin araştırılması ve incelenmesi için uygun bir ortamdan yoksunuz. "Gözleri kapalı serçe yakalamaya çalışan bir adam" ya da "el yordamıyla balık tutmaya çalışan bir kör" gibi davranmak, özen göstermeden ve üstünkörü çalışmak, laf ebeliği yapmak ve yüzeysel bilgiyle yetinmek: Bu; partimizdeki birçok yoldaş arasında hâlâ var olan son derece kötü Marksizm-Leninizmin ruhuna bütünüyle aykırı bir çalışma tarzıdır. Marks, Engels, Lenin ve Stalin; bize, koşulları ciddi bir şekilde incelememiz gerektiğini, kendi isteklerimizden değil, nesnel gerçeklikten [sayfa 21] hareket etmemiz gerektiğini öğretmişlerdir. Ama birçok yoldaşımız bu gerçeği açıkça çiğnemektedir.
İkinci olarak, tarihin incelenmesini ele alalım. Gerçi birkaç Parti üyesi ve sempatizan bu işe girişti, ama bu çalışma örgütlü bir biçimde yapılmadı. Birçok Parti üyesi gerek son yüzyılın, gerekse eski çağların Çin tarihinden hâlâ habersizdir. Birçok Marksist-Leninist bilim adamı, eski Yunanistan'a değinmeden konuşamıyor ama kendi atalarını unutuyor. Günümüz koşullarını ve geçmiş tarihi ciddi bir şekilde incelemek için uygun bir ortam yoktur.
Üçüncü olarak, uluslararası devrimci tecrübenin incelenmesini, Marksizm-Leninizmin evrensel gerçeğinin incelenmesini ele alalım. Birçok yoldaş, Marksizm-Leninizmi devrimci pratiğin ihtiyacını karşılamak için değil, sırf inceleme yapmış olmak için inceliyor. Bu yüzden de okuyorlar, ama okuduklarını özümleyemiyorlar. Marks, Engels, Lenin ve Stalin'den tek yanlı birtakım aktarmalar yapıyorlar; ama onların tutumunu, bakış açısını ve yöntemini, Çin'in bugünkü durumuna, talihine ya da Çin devriminin sorunlarının somut tahliline ve çözümüne uygulayamıyorlar. Marksizm-Leninizme karşı bu tutum, özellikle orta ve üst kademelerdeki kadrolar arasında büyük zarara yol açar.
Sözünü ettiğim bu üç şey; yani günümüzün koşullarını incelemeyi göz ardı etmek, tarihi incelemeyi göz aidi etmek ve Marksizm-Leninizmi uygulamayı göz ardı etmek, çok kötü bir çalışma tarzını doğurur. Bu çalışma tarzının yaygınlaşması, birçok yoldaşımıza zarar vermiştir.
Gerçekten de, saflarımız arasında, bu çalışma tarzı nedeniyle yolunu şaşırmış birçok yoldaş vardır. Ülke içindeki ve dışındaki, eyalet, il ve ilçelerdeki somut durumu sistemli ve kapsamlı bir biçimde araştırmak ve incelemek istemeyen bu yoldaşlar, sadece kendi dar bilgilerine ve "bana öyle geliyorsa öyledir" gibi bir anlayışa dayanarak sağa sola emirler yağdırıyorlar. Bu öznelci çalışma tarzı, yoldaşlarımızın çoğu arasında hâlâ varlığını sürdürmüyor mu?
Kendi tarihimiz hakkında hiçbir şey bilmedikleri ya da pek az şey bildikleri için utanacakları yerde gurur duyanlar var. En önemlisi de, Afyon Savaşından bu yana yüz yıllık Çin tarihini ve Çin Komünist Partisi'nin tarihini gerçekten bilenlerin sayısı pek az. Hemen hiç kimse [sayfa 22] son yüz yılın ekonomik, siyasal, askeri ve kültürel tarihini ciddi bir şekilde incelemeye girişmemiştir. Kendi ülkelerinden habersiz olan bazıları ise, eski yabancı kitaplardan edindikleri son derece yetersiz ve bölük pörçük bilgilere dayanarak, eski Yunanistan'a ve başka yabancı ülkelere ait masallar anlatmaktadırlar.
20-30 yıldır, yurtdışından dönen öğrencilerde bu hastalık var. Avrupa'dan, Amerika'dan ya da Japonya'dan yurda dönen bu öğrenciler yabancı şeyleri papağan gibi tekrarlamaktadırlar. Birer gramofon olup çıkmakta ve yeni şeyleri kavrama ve yaratma görevlerini unutmaktadırlar. Bu hastalık Komünist Partisine de bulaşmış bulunuyor.
Gerçi Marksizmi inceliyoruz, ama çoğumuzun inceleme tarzı Marksizme taban tabana zıttır. Daha doğrusu, bunlar Marks, Engels, Lenin ve Stalin'in bize içtenlikle öğütledikleri temel ilkeyi, yani teori ile pratiğin birliği ilkesini çiğniyorlar. Bu ilke çiğnenince, ona bütünüyle zıt bir ilke, yani teori ile pratiğin ayrılığı ilkesi icat ediliyor. Okullarda ve çalışan kadroların eğitiminde, felsefe öğretmenleri öğrencilerine Çin devriminin mantığını incelemeleri için yol göstermiyorlar; ekonomi öğretmenleri öğrencilerine Çin ekonomisinin özelliklerini incelemeleri için yol göstermiyorlar; siyaset bilimi öğretmenleri öğrencilerine Çin devriminin taktiklerini incelemeleri için yol göstermiyorlar; askerlik bilimi öğretmenleri öğrencilerine Çin'in özel koşullarına uygulanmış strateji ve taktikleri incelemeleri için yol göstermiyorlar vb. Bunun sonucunda, hata yaygınlaşıyor ve halka büyük zarar veriyor. Bir kimse Yenan'da öğrendiklerini Fusien'de[5] nasıl uygulayacağını bilemiyor. Ekonomi profesörleri Sınır Bölgesi parası ile Guomindang parası[6] arasındaki ilişkiyi açıklayamıyor. Bu nedenle, birçok öğrencide çarpık bir anlayış yaratılmıştır. Çin'in sorunlarıyla ilgilenecekleri ve Parti talimatlarını ciddiye alacakları yerde, öğretmenlerinden öğrendikleri sözüm ona edebi ve değişmez dogmalara bağlanmaktadırlar. [sayfa 23]
Hiç kuşkusuz, sözünü ettiğim çalışma tarzı, Parti içindeki en kötü çalışma tarzıdır; yoksa genel durumun böyle olduğunu söylemiyorum. Ama gene de bu tür kişiler vardır: üstelik sayıca çok fazla olmadıkları halde, çok büyük zarara yol açmaktadırlar. Bu sorun hafife alınmamalıdır.
III
Bu fikri daha iyi açıklayabilmek için, iki zıt tutumu karşılaştırmak istiyorum.
Birincisi, öznelci tutumdur.
Öznelci tutuma sahip olan bir kimse, çevreyi sistemli ve kapsamlı bir biçimde incelemez, sadece kendi özel hevesiyle çalışır ve bugünkü Çin'e ilişkin bilgisi son derece bulanıktır. Öznelci olan, tarihi parçalara ayırır; Çin'i değil, yalnızca eski Yunanistan'ı bilir ve Çin'in uzak ve yakın geçmişinden habersizdir. Marksist-Leninist teoriyi soyut olarak amaçsız inceler. Marks, Engels, Lenin ve Stalin'e, Çin devriminin teorik ve taktik sorunlarını çözmeye yarayacak tutumu, bakış açısını ve yöntemi elde etmek için değil, sırf teoriyi incelemiş olmak için başvurur. Oku hedefe göndereceğine, gelişigüzel fırlatır. Marks, Engels, Lenin ve Stalin, bize, nesnel gerçeklerden hareket etmemiz ve eylemimize yol gösterecek yasaları bu gerçeklerden çıkarmamız gerektiğini öğretmişlerdir. Bunu yapabilmek için de Marks'ın dediği gibi, malzemeyi ayrıntılı olarak toplamalı, onu bilimsel tahlile tabi tutmalı ve senteze vardırmalıyız.[7] Birçoğu bunun lam tersini yapıyor. Birçoğu araştırma çalışması yapmakla birlikte, ne bugünkü Çin'in, ne de dünkü Çin'in incelenmesiyle ilgileniyor, incelemelerini gerçeklikten kopuk boş "teoriler" arasına hapsediyorlar. Birçoğu ise, pratik çalışma yapıyorlar, ama nesnel koşullan incelemeye hiç önem vermiyor, bir heves başlıyorlar ve siyasetin yerine kişisel duygularını geçiriyorlar. Bunların hepsi de, öznel olana dayanarak [sayfa 24] nesnel gerçeği göz ardı ediyorlar. Konuşma yaparken A. B. C, D ve 1, 2, 3. 4 gibi uzun uzun başlıklar sıralıyor, yazı yazarken de gevezelikten başka bir şey yapmıyorlar. Bunların, gerçeği olgularda arama diye bir meseleleri yoktur; sadece tumturaklı sözlerle göze hoş görünmek isterler. Gösterişli, ama kofturlar; sağlam olmadıkları için çabuk kırılırlar. Her zaman haklıdırlar, dünyanın bir numaralı otoritesidirler, her yere yetişen "padişah elçileridirler". İşte, saflarımızdaki bazı yoldaşların çalışma tarzı budur. Bu çalışma tarzını kendi davranışlarımıza hâkim kılmak kendimize zarar vermektir; başkalarına öğretmek başkalarına zarar vermektir. Özetleyecek olursak, bilime ve Marksizm-Leninizme aykırı olan bu öznelci yöntem. Komünist Partisi'nin, işçi sınıfının, halkın ve milletin zorlu bir düşmanıdır. Parti ruhunun saf olmayışının bir göstergesidir. Karşımızda zorlu bir düşman durmaktadır, onu alt etmeliyiz. Ancak öznelcilik alt edildiği zaman, Marksizm-Leninizm gerçeği galebe çalabilir. Parti ruhu sağlamlaşabilir ve devrim zafere ulaşabilir. Şunu belirtmemiz gerekir: Eğer bilimsel bir tutum yoksa yani teori ile pratiğin birleştirilmesi konusunda Marksist-Leninist bir yaklaşım yoksa. Parti ruhu ya hiç yok demektir ya da yetersizdir.
Bu tür kimseleri çok iyi anlatan bir beyit vardır:
Duvarda büyüyen kamışların ucu ağır, gövdesi ince, kökü yakarlardadır;
Tepelerdeki bambu filizlerinin ucu sivri, kabuğu kalın, içi boş olur.
Bu sözler, bilimsel bir tutuma sahip olmayan ve Marks, Engels, Lenin ve Stalin'in eserlerinden sadece sözcükler ve cümleler aktarabilen ve gerçek bilgiyle elde edilmemiş haksız bir üne sahip olan kimseleri ne kadar güzel anlatıyor! Bu hastalıktan gerçekten kurtulmak isteyenlere, bu beyiti akıldan çıkarmamalarını, hatta daha da cesaret gösterip odalarının duvarına yazmalarını öğütlerini. Marksizm-Leninizm bir bilimdir; bilim ise, dürüst ve sağlam bilgi demektir: bilimde yalan dolana yer yoktur. Öyleyse, dürüst olalım.
İkincisi, Marksist-Leninist tutumdur.
Marksist-Leninist tutuma sahip olan bir kimse, Marksizm-Leninizmin teori ve yöntemini çevrenin sistemli ve kapsamlı bir biçimde araştırılmasına ve incelenmesine uygular. Sadece hevesle çalışmakla [sayfa 25] yetinmez, aynı zamanda Stalin'in dediği gibi, devrimci coşku ile pratikliği birleştirir.[8] Bu tulumda olan bir kimse, tarihi parçalara ayırmaz. Yalnızca eski Yunanistan'ı bilmekle yetinmez, Çin'i de öğrenmek ister. Yalnızca yabancı ülkelerin devrimci tarihini değil, Çin'in devrimci tarihini de: yalnızca bugünkü Çin'i değil, yakın geçmişteki Çin'i, hatta daha eski Çin'i de öğrenmek ister. Bu tutumda olan bir kimse, Marksizm-Leninizmin teorisini belli bir amaçla inceler: Marksist-Leninist teoriyi, Çin devriminin pratiğiyle kaynaştırmak Çin devriminin teorik ve taktik sorunlarını çözecek tutumu, bakış açısını ve yöntemi elde etmek amacıyla inceler. Bu tutum, oku hedefe gönderme tutumudur. "Hedef Çin devrimidir; "ok" ise Marksizm-Leninizmdir. Biz Çin Komünistleri bu oku arıyoruz, çünkü onu Çin devrimi ve Doğu devrimi hedefine göndermek istiyoruz. Böyle bir tutumu benimsemek, gerçeği olgularda aramak demektir. "Olgular" nesnel olarak var olan şeylerdir: "gerçek" olguların iç ilişkileridir, yani onlara hükmeden kanunlardır: "aramak" ise incelemek demektir. Ülke içi ile ülke dışındaki, eyalet, il ve ilçelerdeki gerçek durumdan hareket etmemiz ve eylemimize yol gösterecek kanunları, yani bu gerçeğin bağrında var olan ve hayali olmayan kanunları gene bu gerçek durumdan çıkarmamız gerekir. Başka bir deyişle, çevremizde meydana gelen olayların iç ilişkilerini bulup çıkarmamız gerekir. Bunu yapabilmek için de, gerçek dışı hayallere, gelip geçici heveslere, cansız kitaplara değil, nesnel olarak var olan olgulara dayanmamız gerekil". Malzemeyi ayrıntılı bir biçimde toplamamız ve Marksizm-Leninizmin genel ilkelerinin rehberliğinde, bu malzemeden doğru sonuçlar çıkarmamız gerekir. Bu tür sonuçlar, bilimsel sonuçlardır; yoksa olayların A, B, C, D diye sıralandığı listeler ya da boş lallarla dolu yazılar değil. Bu tutum, tumturaklı sözlerle göze hoş görünme tulumu değil gerçeği olgularda arama tutumudur. Parti ruhunun ve teori ile pratiği birleştiren Marksist-Leninist çalışma tarzının bir ifadesidir. Her Komünist Partisi üyesinin kesinlikle sahip olması gereken bir tutumdur. Bu tutumu benimseyen bir kimse ne "ucu ağır, gövdesi ince, kökü yukarılarda", ne de "ucu sivri, kabuğu kalın, içi boş" olacaktır. [sayfa 26]
IV
Yukarıdaki görüşlere uygun olarak, şu önerilerde bulunmak istiyorum:
1. Çevremizdeki durumu sistemli ve kapsamlı bir şekilde nicelemeyi, bütün Partinin görevi olarak saptamalıyız. Kendimizin, dostlarımızın ve düşmanlarımızın ekonomik, mali, siyasal, askeri, kültürel ve parti faaliyetlerindeki gelişmeleri, Marksizm-Leninizmin teori ve yönteminin ışığında ayrıntılı olarak araştırmalı, incelemeli ve sonra da bunlardan doğru ve gerekli sonuçlan çıkarmalıyız. Bu amaçla, yoldaşlarımızın bütün dikkatini bu pratik sorunların araştırılmasına ve incelenmesine yöneltmeliyiz. Yoldaşlarımıza, Komünist Partisi'nin önder organlarına iki yönlü temel görevlerinin, somut durumu bilmek ve siyasette ustalaşmak olduğunu kavratmalıyız. Somut durumu bilmek, dünyayı bilmek demektir Siyasette ustalaşmak ise, dünyayı değiştirmek demektir. Yoldaşlarımıza, araştırma yapmayanın söz hakkı olmadığını; lafazanlık yapmanın ve olayları 1,2,3,4 diye sıralamanın hiçbir yararı olmadığını kavratmalıyız. Sözgelimi, propaganda çalışmasına bakalım; düşmanlarımızın, dostlarımızın ve bizim yaptığımız propagandayla ilgili olarak durumdan haberimiz yoksa, doğru bir propaganda siyaseti saptamalıyız. Her bölümün çalışmasında ilk önce durumu bilmek gerekir; çalışma ancak o zaman doğru düzgün yürütülebilir. Partinin çalışma tarzını düzeltmede tutulacak esas halka, bütün Parti içinde araştırma ve inceleme planlarını gerçekleştirmektir.
2. Çin'in son yüz yıllık talihine gelince: bu işe yatkın kişileri işbirliği ve uygun bir işbölümü içinde Çin tarihini incelemek üzere bir araya getirmeli ve böylece bugünkü dağınıklığa son vermeliyiz. İlk önce ekonomi, siyaset, askerlik ve kültür talihinin çeşitli alanlarında tahlilci incelemeler yapmak gerekir; senteze varan incelemelerin yapılması ancak o zaman mümkün olabilir.
3. Kadroların çalışma içindeki ya da kadro okullarındaki eğitimine gelince; bu eğitimi Çin devriminin pratik sorunlarının incelenmesinde yoğunlaştıran, Marksizm-Leninizmin temel ilkelerini rehber alan bir siyaset saptanmalı ve Marksizm-Leninizmi durağan bir şekilde ve bölük pörçük inceleme yöntemi terk edilmelidir. Ayrıca, Marksizm-Leninizmi [sayfa 27] incelerken, ana malzeme olarak Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevik) Tarihi; Kısa Ders kullanılmalıdır. Bu kitap, son yüz yıllık komünist hareketin en iyi sentezi ve özeti, teori ile pratiği birleştirmenin bir örneği, bugüne kadar dünyada yazılmış tek geniş kapsamlı örnektir. Lenin ve Stalin'in, Marksizmin evrensel gerçeğini Sovyet Devrimi'nin somut pratiğiyle nasıl kaynaştırdıklarını ve böylece Marksizmi nasıl geliştirdiklerini gördüğümüz zaman, Çin'de nasıl çalışmamız gerektiğini de anlayacağız.
Birçok hata yaptık. Ama hata çoğu zaman doğrunun habercisidir. Çin devriminin ve dünya devriminin böylesine canlı ve böylesine değişken kapsamı içinde, inceleme tarzımızı yeniden düzenlemenin kesinlikle iyi sonuçlar vereceğine inanıyorum. [sayfa 28]
BİR UZAKDOĞU MÜNİH'İ KOMPLOSUNU AÇIĞA ÇIKARALIM[2*]
25 Mayıs 1941
1. Japonya ve Birleşik Amerika arasında, Çin'in zararına bir uzlaşma. Komünizm ve Sovyetler Birliği'ne karşı bir Doğu Münih'inin yaratılması: Bugün Japonya, Birleşik Amerika ve Çan Kayşek tarafından tezgâhlanan yeni komplo budur. Biz, bu komployu açığa çıkarmalı ve ona karşı mücadele etmeliyiz.
2. Japon emperyalistleri Çan Kayşek'i teslim olmaya zorlamayı amaçlayan askeri saldırılarının en son raundunu da bitirdiklerine göre, şimdi onu kandırma yönünde atak yapacaklardır. Bu kaçınılmazdır. Bu, düşmanın eski siyaseti olan kamçı ve börek siyasetini ya birbiri aidi sıra ya da ikisini aynı anda kullanmasının tekrar piyasaya sürülmesidir. Biz, bu siyaseti açığa çıkarmalı ve ona karşı mücadele etmeliyiz.
3. Japonya, askeri saldırıyla aynı sırada, "Sekizinci Yol Ordusu'nun Guomindang Merkezi Ordusu'yla birlikte hareket ederek savaşmak istemediğini", "Sekizinci Yol Ordusu'nun topraklarını genişletmek için her fırsatı kullandığını", "onun uluslararası bir yol açtığını", "başka bir merkezi hükümet kurduğunu" vb. iddia ederek bir dedikodu kampanyası başlattı. Bu, Guomindang ile Komünist Partisi arasına nifak sokmak ve böylece Guomindang'ı teslim olmaya kandırmayı kolaylaştırmak için Japonya'nın çevirdiği bir dolaptır. Guomindang Merkezî Haber Ajansı ve Guomindang basını bu dedikoduları kopya edip yaymaktan ve Japonya'nın anti-komünist propagandasını tekrarlamaktan hiç çekinmemektedir. Onların niyetleri çok karanlıktır. [sayfa 29]
Biz, bunu da açığa çıkarmalı ve buna karşı mücadele etmeliyiz.
4. Yeni Dördüncü Ordu'nun "isyan halinde olduğu"nun açıklanmasına ve Sekizinci Yol Ordusu'nun Guomindang'tan bir tek kurşun ya da bir tek kuruş almamış olmasına karşın bu iki ordu, düşmana karşı savaşmaktan bir an bile geri durmamışlardır. Üstelik Sekizinci Yol Ordusu, bugünlerde Güney Şansi'deki sefer sırasında[9] harekâtlarının Guomindang birliklerinin harekâtlarıyla uyumunu sağlamak için inisiyatifini kullanıyor ve şu anda şiddetli çarpışmaların sürdüğü Kuzey Çin'deki bütün cephelerde saldırılara girişiyor. Komünist Partisi önderliğindeki silahlı kuvvetler ve halk, daha şimdiden Japonya'ya Karşı Direnme Savaşı'nın belkemiği haline gelmiştir. Komünist Partisi aleyhindeki bütün iftiralar, Direnme Savaşı'nı baltalamayı ve teslimiyete giden yolu açmayı hedef almaktadır. Sekizinci Yol Ordusu ve Yeni Dördüncü Ordu'nun askeri başarılarını çoğaltmalı, bütün bozguncu ve teslimiyetçilerle mücadele etmeliyiz. [sayfa 30]
FAŞİZME KARŞI ULUSLARARASI BİRLEŞİK CEPHE ÜZERİNE[3*]
23 Haziran 1941
22 Haziran'da Almanya'nın faşist yöneticileri Sovyetler Birliği'ne saldırdılar. Bu, sadece Sovyetler Birliği'ne karşı değil, aynı zamanda bütün milletlerin özgürlük ve bağımsızlığına karşı canice bir saldırıdır. Sovyetler Birliği'nin faşist saldırıya karşı kutsal direnme savaşı, sadece kendini savunmak için değil, aynı zamanda faşist boyunduruktan kurtulmak için mücadele eden bütün milletlerin savunulması için verilmektedir.
Şimdi dünyadaki bütün Komünistlerin görevi, faşizme karşı savaşmak, Sovyetler Birliği'ni savunmak, Çin'i savunmak ve bütün milletlerin özgürlük ve bağımsızlığını savunmak için bütün ülkelerin halklarını seferber etmek ve uluslararası bir birleşik cephe kurmaktır. Bu dönemde bütün çabalar faşist boyunduruğa karşı mücadele üzerinde yoğunlaştırılmalıdır.
Çin Komünist Partisi'nin ülke çapındaki görevleri şunlardır:
1. Japonya'ya Karşı Millî Birleşik Cephe'de ısrar etmek, Guomindang-Komünist işbirliğinde ısrar etmek. Japon emperyalistlerini Çin'den sürüp atmak ve böylece Sovyetler Birliği'ne yardımcı olmak.
2. Gericilerin büyük burjuvazi içindeki bütün anti-Sovyet ve anti-komünist faaliyetlerine karşı kararlılıkla mücadele etmek.
3. Dış ilişkilerde: İngiltere'de, Birleşik Amerika'da ve öbür ülkelerde Almanya, İtalya ve Japonya'nın faşist yöneticilerine karşı çıkan herkesle ortak düşmana karşı birleşmek. [sayfa 31]
ŞENSİ- KANSU NİNGSİA SINIR BÖLGESİ TEMSİLCİLER MECLİSİNDE KONUŞMA
21 Kasım 1941
Meclis üyeleri! Yoldaşlar! Bugün Sınır Bölgesi Temsilciler Meclisi'nin açılması, büyük bir önem taşıyor. Meclisin tek amacı vardır: Japon emperyalizmini alt etmek ve Yeni Demokrasi Çinini ya da başka bir deyişle devrimci Üç Halk İlkesi Çinini inşa etmek. Günümüz Çini'nde başka hiçbir amaç olamaz. Çünkü baş düşmanlarımız iç düşmanlar değil: Japon faşistleri, Alman ve İtalyan faşistleridir. Şu anda Sovyet Kızıl Ordusu, Sovyetler Birliği'nin ve bütün insanlığın geleceği uğruna dövüşüyor ve biz de kendi payımıza Japon emperyalizmiyle savaşıyoruz. Japon emperyalizmi Çin'i boyunduruk altına almak amacıyla saldırısını sürdürüyor. Çin Komünist Partisi, Japon emperyalizmini alt etmek için ülkenin dört bir yanındaki Japon aleyhtarı güçlerin birleşmesini ve bütün Japon aleyhtarı partiler, sınıflar ve milliyetlerle işbirliğini savunuyor. Hainler dışında herkes ortak mücadelede birleşmelidir. Komünist Partisi'nin tutarlı tavrı bu olmuştur. Guomindang ile Komünist Partisi'nin ve bütün sınıflar, partiler ve milliyetlerin işbirliğiyle yürütülen bir savaş olan Direnme Savaşı'nı Çin halkı, dört yılı aşkın bir süredir kahramanca sürdürüyor. Ancak henüz zafer kazanılmamıştır, kazanılması için savaşmayı sürdürmeli ve devrimci Üç Halk İlkesi'nin uygulanmasını sağlamalıyız.
Devrimci Üç Halk İlkesi'ni neden uygulamalıyız? Çünkü Dr. Sun Yatsen'in devrimci Üç Halk İlkesi bugüne kadar Çin'in her yerinde gerçekleştirilmemiştir. Sosyalizmin uygulanmasını neden şimdi istemiyoruz? Elbette sosyalizm üstün bir sistemdir ve uzun süreden beri Sovyetler Birliği'nde uygulanmaktadır; ama bugün Çin'de sosyalizmin [sayfa 32] koşulları henüz oluşmamıştır. Bizim Şensi-Gansu-Ningsia Sınır Bölgemizde uygulanan, devrimci Üç Halk İlkesi'dir. Pratik sorunlarımızdan herhangi birini çözmede, bunların ötesine geçmiş değiliz. Bu ilkelere gelince, bugün Milliyetçilik İlkesi Japon emperyalizmini alt etmek, Demokrasi ve Halkın Refahı İlkeleri de, sadece bir kesimin değil, Japonya'ya karşı olan herkesin çıkarları uğruna çalışmak demektir. Bütün ülkede halk, kişi özgürlüklerine, siyasal faaliyete katılma hakkına ve mülkiyelin korunması hakkına sahip olmalıdır. Bütün ülkede düşüncelerini açıklama olanağına, giyeceğe, yiyeceğe, çalışacak işe ve okuyacak okula sahip olmalıdır; kısacası herkesin bazı ihtiyaçları karşılanmalıdır. Çin toplumunun iki ucu küçük, ortası büyüktür; yani bir uçtaki proletarya ile öbür uçtaki toprak ağaları sınıfı ve büyük burjuvazi, sadece küçük birer azınlığı oluştururken, halkın büyük çoğunluğu köylülerden, şehir küçük burjuvazisinden ve öbür ara sınıflardan oluşur. Çin'de işleri gereği gibi yürütmek isteyen bir siyasi parti, siyasetinde bu sınıfların çıkarlarını dikkate almazsa, bu sınıfların mensuplarının bazı ihtiyaçlarını karşılamazsa ve bu sınıflar görüşlerini açıklama hakkına sahip olmazlarsa, başarılı olamaz. Çin Komünist Partisi'nin ortaya koyduğu siyasetler, Japonya'ya karşı çıkan bütün insanları birleştirme amacı güder ve böyle davranan her sınıfın çıkarlarını, özellikle de köylülüğün, şehir küçük burjuvazisinin ve öbür ara sınıfların çıkarlarını dikkate alır. Komünist Partisi'nin halkın bütün kesimlerine görüşlerini açıklama olanağı veren ve onların çalışacak işe ve yiyeceğe sahip olmalarını gözeten siyasetleri, gerçekten devrimci Üç Halk ilkesi'ni içeren siyasetlerdir. Tarımsal ilişkilerde, bir yandan köylülerin yiyeceğe sahip olmaları için toprak kirasını ve faizi azaltıyoruz, öte yandan toprak ağalarına da yaşayabilmeleri için azaltılmış kira ve faizin ödenmesini sağlıyoruz. Emek ile sermaye arasındaki ilişkilerde, bir yandan hem işe hem yiyeceğe sahip olmaları için işçilere yardım ediyoruz, öte yandan kapitalistlerin bir miktar kâr elde edebilmeleri için sanayiyi geliştirme siyaseti izliyoruz. Bütün bunlardan amacımız, bütün ülke halkını Japonya'ya karşı direnme ortak mücadelesinde birleştirmektir. Yeni Demokrasi siyaseti dediğimiz şey budur. Günümüz Çin'inin koşullarına [sayfa 33] gerçekten uygun olan siyaset budur. Bu uygulamanın cephe gerisindeki Japonya'ya karşı üs bölgeleri ile sınırlı kalmayıp bütün ülkeye yayılacağını umuyoruz.
Bu siyaseti başarıyla uyguladık ve Çin'in dört bir yanındaki halkın desteğini kazandık. Ama gene de bazı şeyler eksik kaldı. Bazı komünistler. Parti üyesi olmayanlarla nasıl demokratik bir şekilde işbirliği yapılacağını hâlâ bilmiyorlar ve dar, "kapalı-kapı"cı ya da sekter bir çalışma tarzına sahiptirler. Komünistler, Parti üyesi olmayan ama Japonya'ya karşı olan insanlarla işbirliği yapmak ve onları dışarıda bırakmamak temel ilkesini hâlâ anlamıyorlar. Bu ilke, kitlelerin görüşlerini can kulağıyla dinlememiz, onlarla yakın ilişki halinde olmamız ve onlardan kopmamamız gerekliği anlamına gelir. Şensi-Gansu-Ningsia Sınır Bölgesi Yönetim Programı'nda, komünistlerin Partili olmayanlarla demokratik bir şekilde işbirliği yapmalarını, keyfi hareket etmemelerini, ya da her şeyi kendi ellerinde toplamamalarını öngören bir madde vardır. Bu madde, özellikle Partinin siyasetini hâlâ anlamayan yoldaşları hedef almaktadır. Komünistler, Partili olmayanlara fikirlerini açıklama fırsatı tanımalı ve onların görüşlerini can kulağıyla dinlemelidir. Eğer söyledikleri doğruysa, bunları sevinçle karşılamalı ve ileri sürdükleri haklı noktalardan dersler çıkarmalıyız, eğer söyledikleri yanlışsa, sözlerini bitirmelerini beklemeli, sonra da onlara meseleleri sabırla açıklamalıyız. Bir Komünist, asla kendi bildiğinde direten ya da başkaları üzerinde baskı kuran bir kimse olmamalı ya da kendinin her şeyde en iyi, başkalarının her şeyde kötü olduğunu sanmamalıdır: küçük odasına kapanmamalı, başkalarına karşı palavra sıkmaya, böbürlenmeye ve ağalık taslamaya kalkışmamalıdır. Japon saldırganları ve hainlerle işbirliği halinde olan, direnme ve birliği baltalayan ve hiç kuşkusuz söz hakkına sahip olmayan iflah olmaz gericiler dışındaki herkesin söz hakkı vardır ve onların söyledikleri yanlış olsa bile, bu önemli değildir. Devlet işleri, bir tek parti ya da grubun özel işleri değil, bütün milleti ilgilendiren işlerdir. Bu nedenle komünistlerin Partili olmayanlarla demokratik bir şekilde işbirliği yapma görevi vardır: onları işlerin dışında bırakmaya ve her şeyi tekellerinde toplamaya hakları yoktur. Komünist Partisi, ülkenin ve halkın çıkarları uğruna çalışan ve kesinlikle hiçbir özel [sayfa 34] amaç peşinde koşmayan bir siyasi partidir. Parti, halkın gözetimi altında olmalı ve asla halkın iradesine karşı gelmemelidir. Parti üyeleri halkın içinde ve halkla birlikte olmalı, kendilerini onların üzerinde görmemelidir. Meclis Üyeleri ve Yoldaşlar Komünist Partisi'nin bu ilkesi. Partili olmayanlarla demokratik işbirliği ilkesi, kesindir ve değişmez. Partiler yar olduğu sürece bu partilere üye olanlar daima azınlıkta kalacak, buna karşılık bunların dışındakiler daima çoğunlukta olacaklardır. Bu nedenle Parti üyelerimiz. Partili olmayanlarla daima işbirliği yapmalı ve hemen burada. Mecliste, buna iyi bir şekilde başlanmalıdır. Bizim bu siyasetimizle, Meclisin komünist üyelerinin burada iyi bir eğitim göreceklerine ve "kapalı-kapıcılık"larını ve sekterliklerini alt edeceklerine inanıyorum. Biz, sabit fikirli, dar bir tekke değiliz ve kapılarımızı nasıl açacağımızı, Partili olmayanlarla nasıl demokratik bir şekilde işbirliği yapacağımızı ve başkalarına nasıl danışacağımızı öğrenmeliyiz. Belki, şu anda bile şöyle diyebilecek komünistler vardır: "Eğer başkalarıyla işbirliği yapmak zorunluysa, o zaman ben bu işte yokum." Ama bunların çok az olduklarına eminim. Üyelerimizin ezici bir çoğunluğunun Partimiz Merkez Komitesinin çizgisini kesinlikle izleyeceğine sizi temin edebilirim. Aynı zamanda. Partili olmayan bütün yoldaşlardan, bizim neyi savunduğumuzu anlamalarını ve Komünist Partisi'nin kişisel amaçlar peşinde koşan dar bir tekke ya da klik olmadığını kavramalarını isteyeceğim. Hayır! Komünist Partisi, samimi ve dürüst bir şekilde devlet işlerini düzeltmek istemekledir. Ama hâlâ birçok eksikliklerimiz vardır. Bunları kabul etmekten korkmuyoruz ve bunlardan kurtulmaya kararlıyız. Bunu, Parti içindeki eğitimi güçlendirerek ve Partili olmayanlarla demokratik bir şekilde işbirliği yaparak gerçekleştireceğiz. Eksikliklerimizi ancak, hem içeriden hem dışarıdan iki yanlı ateş altında tutarak tedavi edebilir ve devlet işlerini gerçeklen düzeltebiliriz.
Meclis Üyeleri! Bu toplantıya katılmak için zahmet edip buraya geldiniz. Bu seçkin topluluğu selamlamaktan mutluyum ve ona başarılar diliyorum. [sayfa 35]
PARTİNİN ÇALIŞMA TARZINI DÜZELTELİM[4*]
1 Şubat 1942
Parti Okulu bugün açılıyor: her bakımdan başarılı olmasını dilerim.
Partimizin çalışma tarzı sorunuyla ilgili bazı şeyler söylemek istiyorum.
Neden bir devrimci parti olmalıdır? Bir devrimci parti olmalıdır; çünkü dünyada halkı ezen düşmanlar vardır ve halk, düşmanın bu zulmünü yok etmek istemektedir. Kapitalizm ve emperyalizm çağında, Komünist Partisi gibi devrimci bir partiye ihtiyaç vardır. Böyle bir parti olmadan, halkın düşmanın zulmünü yok etmesi mümkün değildir. Biz Komünistiz, düşmanı alt etmede halka önderlik etmek isteriz; dolayısıyla, saflarımızı düzenli tutmalı, uygun adım yürümeli, birliklerimizi seçkin birliklerden, silahlarımızı iyi silahlardan oluşturmalıyız. Bu koşullar sağlanmadan, düşman yenilgiye uğratılamaz.
Bugün Partimizin önündeki sorun nedir? Partinin genel çizgisi doğrudur ve ortaya hiçbir sorun çıkarmamaktadır. Ayrıca, Partinin çalışması da verimli olmuştur. Parti, düşmanla savaşa önderlik eden birkaç yüz bin üyeye sahiptir. Bu, herkes için açık olan su götürmez bir gerçektir.
Öyleyse bugün Partimizin önünde herhangi bir sorun yar mıdır, yok mudur? Bence, vardır; üstelik mesele bir bakıma son derece ciddidir.
Nedir bu sorun? Bazı yoldaşlarımızın kafasında pek doğru ya da pek uygun görünmeyen bir şey vardır; sorun budur.
Başka bir deyişle, inceleme tarzımızda. Partinin iç ve dış ilişkilerindeki çalışma tarzımızda ve yazış tarzımızda, hâlâ yanlış olan bir [sayfa 36] şey vardır. İnceleme tarzında yanlış olan bir şey derken, öznelcilik hastalığını kastediyoruz. Parti ilişkilerindeki çalışma tarzımızda yanlış olan bir şey derken, basmakalıp Parti yazıları[10] hastalığını kastediyoruz. Bunların hepsi de yanlış şeylerdir, kötü rüzgârlardır, ama bütün göğü kaplayan soğuk kuzey rüzgârlarına benzemezler. Çünkü öznelcilik, sekterlik ve basmakalıp Parti yazıları artık hâkim çalışma tarzları değildirler: birden esen karşı rüzgârlardır; surdaki gediklerden esen kötü rüzgârlardır. (Gülüşmeler.) Ama gene de, böyle rüzgârların Parti içinde hâlâ esiyor olması kötü bir şeydir. Onlara geçit veren gedikleri kapamalıyız. Bütün Partimiz ve Parti Okulu, bu gedikleri kapatma görevini üstlenmelidir. Bu üç kötü rüzgârın, yani öznelcilik, sekterlik ve basmakalıp Parti yazılarının tarihi kökleri vardır. Bunlar artık bütün Parti içinde hâkim durumda olmadıkları halde, hâlâ durmadan güçlük çıkarmakta ve ayak bağı olmaktadırlar. Bu yüzden, onlara karşı koymalı, onları incelemeli, tahlil etmeli ve ortadan kaldırmalıyız.
Önümüzdeki görev şudur: inceleme tarzını düzeltmek için öznelciliğe karşı mücadele etmek. Parti ilişkilerindeki çalışma tarzını düzeltmek için sekterliğe karşı mücadele etmek ve yazış tarzını düzeltmek için basmakalıp Parti yazılarına karşı mücadele etmek.
Düşmanı alt etme görevini yerine getirebilmemiz için. Parti içindeki bu çalışma tarzlarını düzeltme görevini yerine getirmemiz gerekir, inceleme tarzı ve yazış tarzı aynı zamanda Partinin çalışma tarzıdır. Partimizin çalışma tarzını bütünüyle düzelttiğimiz zaman, bütün ülke halkı bizi örnek alacaktır. Parti dışında olup aynı kötü çalışma tarzını sürdüren insanlar da, eğer iyi ve dürüst iseler, bizi örnek alacak ve [sayfa 37] hatalarını düzelteceklerdir. Böylece bütün millet etkilenmiş olacaktır. Eğer Komünist saflarımızı düzgün tular, uygun adım yürür ve birliklerimizi seçkin birliklerden, silahlarımızı iyi silahlardan oluşturursak, ne kadar güçlü oluşa olsun hiçbir düşman karşımızda duramaz.
Şimdi öznelcilikten söz etmek istiyorum.
Öznelcilik, yanlış bir inceleme tarzıdır, Marksizm-Leninizme aykırıdır ve komünist partisiyle bağdaşmaz. Biz, Marksist-Leninist inceleme tarzından yanayız. İnceleme tarzı derken, sadece okullardaki inceleme tarzını değil, aynı zamanda bütün Partideki inceleme tarzını kastediyoruz. Bu: yönetici organlarımızdaki yoldaşların, bütün kadroların ve Parti üyelerinin düşünme yöntemiyle, Marksizm-Leninizme karşı tutumumuzla, bütün Partili yoldaşların çalışmalarındaki tutumlarıyla ilgili bir konudur. Bunun için de, son derece önemli, gerçekten en önemli konudur.
Birçok kimsede birtakım bulanık fikirlere rastlanıyor. Sözgelimi, bir teorisyenin ne olduğu, bir aydının ne olduğu, teori ile pratiği birleştirmekten ne kastedildiği gibi konularda bulanık fikirler var.
İlkönce şunu soralım: Partimizin teorik düzeyi ileri midir, yoksa geri midir? Son zamanlarda dilimize daha fazla Marksist-Leninist eser çevrilmiştir ve bunları daha çok sayıda insan okumaktadır. Bu çok iyi bir şeydir. Ama buna bakarak Partimizin teorik düzeyinin çok yükseldiğini söyleyebilir miyiz? Evet, Partimizin teorik düzeyinin eskisine oranla yüksek olduğu doğrudur, ama teorik cephemiz Çin devrimci hareketinin zengin içeriğiyle büyük bir uyumsuzluk içindedir ve ikisini karşılaştıracak olursak, teorik yanın çok geride kaldığını görürüz. Genel olarak bakıldığında, teorimiz, devrimci pratiğimize rehberlik etmek bir yana, ona ayak bile uyduramamaktadır. Zengin ve çok yönlü pratiğimizi henüz yeterli bir teorik düzeye çıkaramadık. Henüz devrimci pratiğin bütün sorunları, hatta en önemlilerini bite ne inceledik, ne de teorik bir düzeye çıkardık. Bir düşünelim, acaba içimizden kaç kişi Çin'in ekonomisi, siyaseti, askeri sorunları ya da kültürü üzerine, kaba ve gelişigüzel değil, bilimsel ve kapsamlı sayılabilecek, sözü edilmeye değer teoriler yaratmıştır. Özellikle ekonomik teori alanında. Çin kapitalizminin Afyon Savaşından bu [sayfa 38] yana yüz yıllık bir gelişmesi vardır, oysa Çin'in ekonomik gelişmesinin gerçeklerine uygun düşen ve gerçekten bilimsel olan tek bir teorik eser yazılmamıştır. Bu durumda. Çin'in ekonomik sorunlarının incelenmesinde teorik düzeyin yüksek olduğunu söyleyebilir miyiz? Partimizin sözü edilmeye değer ekonomi teorisyenlerine sahip, olduğunu söyleyebilir miyiz? Hiç kuşkusuz, hayır. Bir yığın Marksist-Leninist kitap okuduk: ama buna bakarak, teorisyenlere sahip olduğumuzu iddia edebilir miyiz? Hayır, edemeyiz. Çünkü Marksizm-Leninizm, Marks, Engels, Lenin ve Stalin tarafından pratiğe dayanılarak yaratılmış bir teoridir; onların tarihi ve devrimci gerçeklikten çıkardıkları genel sonuçtur. Eğer onların eserlerini sadece okumakla yetiniyor. Çin talihinin ve Çin devriminin gerçeklerini onların teorisinin ışığında incelemiyor ve Çin'in devrimci pratiğini teori açısından dikkatli bir şekilde düşünmek için hiçbir çaba harcamıyorsak, kendimize Marksist teorisyen diyecek kadar kibirli olmamamız gerekir. Eğer Çin Komünist Partisi üyeleri olarak, gözlerimizi Çin'in kendi sorunlarına kapar ve Marksist yazılardan tek tek birtakım sonuçlar ve ilkeler ezberlemekle yetinirsek, teorik cephedeki çalışmalarımız gerçekten çok yetersiz kalacaktır. Eğer bir kimsenin bütün yapabildiği, Marksist ekonomiyi ya da felsefeyi ezberlemekten, Birinci Bölümden Onuncu Bölüme kadar çarçabuk okumaktan ibaretse, okuduklarını uygulamaktan bütünüyle yoksunsa, o kimse Marksist bir teorisyen olarak görülebilir mi? Hayır! Görülemez. Biz nasıl teorisyenler istiyoruz? Biz, tarihin ve devrimin akışı içinde ortaya çıkan pratik meseleleri Marksist-Leninist tutum, bakış açısı ve yönteme uygun bir biçimde doğru olarak yorumlayabilen ve Çin'in ekonomik, siyasi, askeri, kültürel ve diğer meselelerini bilimsel bir şekilde açıklayabilen ve teorik bakımdan açıklığa kavuşturabilen teorisyenler istiyoruz. Biz böyle teorisyenler isliyoruz. Böyle bir teorisyen olabilmek için; Marksizm-Leninizmin özünü, Marksist-Leninist tutum, bakış açısı, yöntemi ve Lenin ile Stalin'in sömürge ülkelerdeki devrim ve Çin devrimi hakkındaki teorilerini doğru bir şekilde kavramak, bunları Çin'in pratik meselelerinin derin ve bilimsel bir tahliline uygulamak ve bu meselelerin gelişme kanunlarını keşfetmek gerekir. Bizim işte böyle teorisyenlere ihtiyacımız var. [sayfa 39]
Partimizin Merkez Komitesi, yoldaşlarımızı, Marksist-Leninist tutum, bakış açısı ve yöntemi Çin'in tarihinin; ekonomisinin, siyasetinin, askeri sorunlarının ve kültürünün ciddi olarak incelenmesine nasıl uygulayacaklarını, her konuyu ayrıntılı malzemeye dayanarak somut olarak nasıl tahlil edeceklerini ve sonra da bunlardan nasıl teorik sonuçlar çıkaracaklarını öğrenmeye çağıran bir karar alınış bulunuyor. Üstlenmemiz gereken sorumluluk budur.
Parti Okulundaki yoldaşlarımız; Marksist teoriyi cansız bir dogma olarak görmemelidir. Marksist teoriyi özüm İçmek ve uygulamak, hem de sadece uygulamak amacıyla özümlemek gerekir. Marksist-Leninist bakış açısını bir-iki pratik meselenin aydınlatılmasına uygulayabiliyorsanız, bir ölçüde başarıya ulaştığınız söylenebilir. Ne kadar çok konuyu aydınlatırsanız ve bunu ne kadar derin ve kapsamlı bir biçimde yaparsanız, başarınız da o kadar büyük olur. Aynı zamanda Parti Okulumuz, Marksizm-Leninizmi inceledikten sonra Çin'in sorunlarını nasıl gördüklerine, sorunları berrak bir şekilde görüp görmediklerine ya da herhangi bir şekilde görüp görmediklerine bakarak öğrencileri iyi ya da zayıf diye sınırlandırmayı bir kural haline getirmelidir.
Şimdi de "aydınlar" sorunundan söz edelim. Çin yarı-sömürge, yarı-feodal ve kültürü pek gelişmemiş bir ülke olduğundan, aydınlar özellikle değerlidir. Aydınlar sorunuyla ilgili olarak Parti Merkez Komitesi, iki yıl önce, çok sayıda aydını saflarımıza kazanmamız gerektiğini, devrimci oldukları ve Japonya'ya karşı direnişe katıldıkları sürece onları iyi karşılamamız gerekliğini kararlaştırmıştı.[11] Aydınlara değer vermemiz son derece doğru bir şeydir, çünkü devrimci aydınlar olmadan devrim zafere ulaşamaz. Ama hepimizin bildiği gibi, kendilerini çok bilgili sanan, bilgiçlik taslayan ve bunun kötü, zararlı, kendi gelişmelerini köstekleyen bir şey olduğunu fark etmeyen birçok aydın vardır. Oysa bunlar şunu iyi bilmelidirler ki, aslında bu sözüm ona aydınların çoğu bir bakıma en cahil kişilerdir, bazen işçiler ve köylüler onlardan daha çok şey bilirler. Şimdi bazıları şöyle diyecektir; [sayfa 40] "Haydi canım sen de! Sorunları tepetaklak ediyorsun, saçmalıyorsun." (Gülüşme/er.) Sakin olun, yoldaşlar, söylediklerim o kadar da saçma değil.
Bilgi nedir? Sınıflı toplumun ortaya çıkışından bu yana dünyada yalnızca iki tür bilgi var olmuştur: Üretim mücadelesi bilgisi ve sınıf mücadelesi bilgisi. Doğa bilimi ve toplumsal bilim, bu iki tür bilginin billurlaşmasıdır. Felsefe ise, doğa bilgisiyle toplum bilgisinin genelleştirilmesi ve özetlenmesidir. Başka tür bir bilgi var mıdır? Hayır, yoktur. Şimdi de, toplum pratiğinden bütünüyle kopuk okullarda yetişmiş öğrencilere bir bakalım. Nedir bu öğrencilerin durumu? Bir kimse ilkokuldan üniversiteye kadar hep bu tür okullarda okuyup mezun olur, sonra da onun engin bir bilgiye sahip olduğu kabul edilir. Oysa bütün sahip olduğu, kitabi bilgiden başka bir şey değildir; henüz hiçbir pratik faaliyete katılmamış, öğrendiklerini hayatın hiçbir alanına uygulamamıştır. Böyle bir kimse tam bir aydın olarak görülebilir mi? Bence pek görülemez; çünkü sahip olduğu bilgi henüz tam değildir. Peki, görece tam bilgi nedir? Görece tam bilgi, iki aşamada oluşur: Birinci aşama, algısal bilgidir; ikinci aşama ise, aklî bilgidir. İkincisi birincinin daha yüksek bir aşamaya geliştirilmesidir. Öyleyse, öğrencilerin kitabi bilgisi ne tür bir bilgidir? Bütün bilgilerinin gerçek olduğunu kabul etsek bile, kendi deneyimleriyle edindikleri bir bilgi değil, kendilerinden öncekilerin üretim mücadelesi ve sınıf mücadelesi deneyimlerini özetleyerek ortaya koydukları teorilerden oluşan bir bilgidir. Öğrencilerin bu tür bir bilgi edinmeleri son derece gereklidir, ama bilinmelidir ki, böyle bir bilgi bir bakıma hâlâ tek yanlı bir bilgidir ve doğruluğu başkalarınca saptanmış, ama kendileri tarafından henüz saptanmamış bir şeydir. Önemli olan, bu bilgiyi hayata ve pratiğe uygulayabilmektir. Dolayısıyla, sadece kitabi bilgiye sahip olan ama gerçeklikle henüz hiçbir bağı olmayanlara ve aynı zamanda çok az deneyimi bulunanlara, kendi eksikliklerini görmelerini ve biraz daha alçakgönüllü olmalarını öğütlerim.
Yalnızca kitabi bilgisi olanlar, gerçek aydınlara nasıl dönüştürülebilir? Bunun tek yolu, onların pratik çalışmalara katılmalarını ve pratikle uğraşan insanlar haline gelmelerini sağlamak, teorik çalışma yapanların önemli pratik sorunları incelemelerini sağlamaktır. [sayfa 41]
Hedefimize ancak böyle ulaşabiliriz.
Bu söylediklerim, bazılarım kızdırabilir. "Sana kalırsa, Marks'ı bile aydından saymamamız gerekir"." diyebilirler. Ama ben de yanıldıklarını söylerim. Marks, hem devrimci hareketin pratiğine katılmış, hem de devrimci teoriyi yaratmıştır. Kapitalist toplumun en basit unsuru olan metadan hareket ederek, kapitalist toplumun ekonomik yapısının kapsamlı bir incelemesini yapmıştır. Milyonlarca insan metaları her gün görüp kullanıyor; ama onlara çok alışkın olduğu için farkına varmıyordu. Metaları bilimsel bir şekilde inceleyen, yalnız, Marks oldu. Marks, metaların gerçek gelişmelerine ilişkin olağanüstü bir araştırmaya girişti ve evrensel olarak var olan şeyden tümüyle bilimsel bir teori elde etti. Doğayı, tarihi ve proletarya devrimini inceledi ve diyalektik materyalizmi, tarihi materyalizmi ve proletarya devrim teorisini yarattı. Böylece Marks, insan aklının doruk noktasının bir ifadesi olarak, kusursuz bir aydın oldu. Yalnızca kitabi bilgisi olanlardan temelden ayrılıyordu. Marks, pratik mücadelenin seyri içinde ayrıntılı araştırma ve inceleme yaptı, genellemeler çıkardı ve sonra da çıkardığı bu sonuçlan pratik mücadele içinde sınayarak doğruladı. İşte bizim teorik çalışmadan anladığımız budur. Partimizin, bu tür çalışmayı öğrenecek çok sayıda yoldaşa ihtiyacı var. Partimizde bu tür teorik araştırma yapmasını öğrenebilecek birçok yoldaş var; bunların çoğu akıllı ve umut verici kimselerdir, onları değerlendirmeliyiz. Ama onların da doğru ilkeleri izlemeleri, geçmişteki hatalarını tekrarlamamaları gerekir. Dogmatizmi bir yana bırakmalı, kitaplardaki hazırlop cümlelerle yetinmekten vazgeçmelidirler.
Dünyada sadece tek bir doğru teori vardır; o da nesnel gerçeklikten çıkarılan ve gene nesnel gerçekliğin doğruladığı teoridir. Bizce, başka hiçbir şey teori olarak anılmaya hak kazanmamıştır. Stalin, teorinin, pratikten kopuk olduğu zaman amaçsız bir hale geldiğini söylemiştir.[12] Amaçsız teori hem yararsız, hem de sahtedir; bir kenara atılması gerekir. Amaçsız teorilerle uğraşmaktan hoşlananları ciddi bir biçimde uyarmalıyız. Marksizm-Leninizm en doğru, en bilimsel ve en devrimci gerçektir; nesnel gerçeklikten doğmuş ve gene nesnel gerçeklik tarafından doğrulanmıştır. Ama çokları. Marksizm-Leninizmi [sayfa 42] incelerken, onu cansız bir dogma olarak görüyor, böylece de hem teorinin gelişmesini köstekliyor, hem de kendilerine ve başka yoldaşlara zararlı oluyorlar.
Buna karşılık, pratik çalışmayla uğraşan yoldaşlarımız da eğer deneyimlerini yanlış değerlendirirlerse başarısızlığa uğrarlar. Evet, bu yoldaşlarımız, genellikle zengin ve çok değerli deneyimlere sahiptirler; ama sadece kendi deneyleriyle yetinmeleri son derece tehlikeli bir şeydir. Kendi bilgilerinin büyük ölçüde algısal ve kısmi olduğunu, akılcı ve kapsamlı bilgiden yoksun olduklarını görmelidirler. Başka bir deyişle, teoriden yoksun olduklarını ve bilgilerinin görece eksik olduğunu görmelidirler. Görece tam bir bilgiye sahip olmadan, iyi bir devrimci çalışma yürütmek mümkün değildir.
Bu nedenle, iki tür eksik bilgi vardır. Biri, kitaplardan elde edilen hazırlop bilgi; ötekiyse, büyük ölçüde algısal ve kısmi olan bilgidir. Bunların her ikisi de tek yanlıdır. Sağlam ve görece tam bilgi ancak bu ikisinin birleşmesiyle ortaya çıkar.
Ne var ki, işçi ve köylü kökenli kadrolarımız, teoriyi inceleyebilmek için ilkönce temel bir eğitim görmelidirler. Temel bir eğitim olmadan, Marksist-Leninist teoriyi öğrenemezler. Bu temel eğitimi gördükten sonra, Marksizm-Leninizmi her zaman inceleyebilirler. Ben çocukluğumda hiçbir zaman Marksist-Leninist bir okula gitmedim ve yalnızca, "Hocamız dedi ki: İnsanın öğrenmesi ve öğrendiğini sürekli olarak gözden geçirmesi ne kadar güzel"[13] gibi şeyler öğrendim. Bunlar köhnemiş şeyler oldukları halde, gene de bana bir bakıma yararları dokundu, çünkü onlardan okumayı öğrendim. Bugün artık Konfüçyüs'ün klasik eserleri incelenmiyor: artık yeni Çince, tarih, coğrafya ve doğa bilimi gibi öğrenildikleri zaman her yerde yararlı olan yeni konular inceleniyor. Bugün Partimizin Merkez Komitesi, işçi ve köylü kökenli kadrolarımızın temel bir eğitim görmesini kesinlikle istemektedir, çünkü o zaman siyaset, askerlik bilimi ya da ekonomi gibi herhangi bir inceleme dalını seçebileceklerdir. Aksi halde, bugün zengin deneyimlerine karşın teoriyi hiçbir zaman inceleyemeyeceklerdir. [sayfa 43]
Bu nedenle, öznelcilikle mücadele etmek için, bu iki tip insanın eksik oldukları yönlerde gelişmelerini ve birbirleriyle kaynaşmalarını sağlamalıyız. Kitabi bilgisi olanlar pratik yönden gelişmelidir: sadece" kitaplarla yetinmekten ve dogmatik hatalar işlemekten ancak böyle kurtulabilirler. Pratik çalışmada deneyimli olanlar ise teoriyi incelemeye ve ciddi bir şekilde okumaya girişmelidirler. Ancak böyle yaparlarsa, deneyimlerini sistemli bir hale getirebilir, bir senteze vardırabilirler ve teori düzeyine çıkarabilirler: ancak böyle yaparlarsa, kendi pratiklerini evrensel gerçek olarak görmekten ve da" deneyci hatalara düşmekten kurtulabilirler. Zıt kutuplardan kaynaklandıkları halde, dogmatizm de, dar deneycilik de öznelciliktir.
İşte bu yüzden, Partimizde biri dogmatizm, biri de dar deneycilik olmak üzere iki öznelcilik vardır. Her ikisi de bütünü değil, parçayı görürler. Eğer uyanık olmaz, böyle bir tek yanlılığın bir eksiklik olduğunu fark etmez ve onu yenmeye çalışmazsak, yolumuzu şaşırabiliriz.
Ama bu iki tür öznelcilikten bugün Partimiz içinde hâlâ daha tehlikeli olanı, dogmatizmdir. Çünkü dogmatikler, kolayca Marksist bir kisveye bürünebilir ve onların gerçek yüzünü göremeyen işçi ve köylü kökenli kadroları aldatabilir, elde edebilir ve kendi amaçlan için kullanabilirler, ayrıca deneyimsiz gençliği de aldatabilir ve tuzağa düşürebilirler. Eğer dogmatizmi alt edersek, kitabi bilgi sahibi olan kadrolar deneyimli olan kadrolarla hemen birleşecek ve pratik sorunları incelemeye koyulacaklardır: o zaman ortaya hem teori ile tecrübeyi birleştiren kadrolar, hem de gerçek teorisyenler çıkacaktır. Eğer dogmatizmi alt edersek, pratiği olan yoldaşlar deneyimlerini teori düzeyine yükseltmelerine yardımcı olacak iyi öğretmenler kazanacak ve böylece dar deneyci hatalara düşmekten kurtulacaklardır.
Birçok yoldaş arasında "teorisyen" ve "aydın" konusundaki bulanık düşüncelerin yanı sıra her gün dillerinden düşürmedikleri bir deyim olan "teori ile pratiği birleştirme" konusunda da bulanıklık yar. Bunlar durmadan "birleştirmek"len söz ediyor, ama aslında "koparma"yı kastediyorlar, çünkü birleştirmek için en küçük bir çaba göstermiyorlar. Marksist-Leninist teori Çin devriminin praliğiyle nasıl birlcştirilmelidir? Yaygın bir deyimle, "oku hedefe göndererek". [sayfa 44]
Hedef için ok neyse, Çin devrimi için de Marksizm-Leninizm odur. Oysa bazı yoldaşlar "oku hedefe göndermiyor", gelişigüzel atıyorlar. Böyleleri devrime zararlı olabilir, bazıları da "Ne güzel ok! Ne güzel ok!" diye bağırarak oku okşuyor, ama hiçbir zaman atmak istemiyorlar. Böyleleri yalnızca Birer antika meraklısıdır ve devrimle uzaktan yakından ilişkileri yoktur, Marksizm-Leninizm okunu Çin devrimi hedefine göndermek gerekir. Bu nokta açıklığa kavuşturulmadıkça Partimizin teorik düzeyi hiçbir zaman yükseltilmez ve Çin devrimi hiçbir zaman zafere ulaşamaz.
Yoldaşlarımız, Marksizm-Leninizmi gösteriş olsun diye ya da gizemli bir yanı olduğu için değil, salt proletaryanın devrimci davasını zafere götüren bilim olduğu için incelediğimizi kavramalıdırlar. Bugün bile, Marksist-Leninist eserlerden yapılan gelişigüzel aktarmaları, bir kere elde edildi mi her hastalığı kolayca iyileştirecek hazır reçeteler olmak gören birçokkişi vardır. Bunlar çocukça bir cehalet içindedir; onları aydınlatmamız gerekir. Marksizm-Leninizmi dinî bir dogma olarak kabul edenler, işte bu cahil kişilerdir. Onlara açıkça, "Sizin dogmanız değersizdir" demeliyiz. Marks, Engels, Lenin ve Stalin, bizim teorimizin bir dogma değil, bir eylem kılavuzu olduğunu defalarca açıklamışlardır. Ama bu kişiler, bu en önemli, gerçekten en önemli açıklamayı göz ardı etmeyi yeğ tutmaktadırlar. Çin komünistleri; ancak Marksist-Leninist tutum, bakış açısı ve yöntemi ile Lenin ye Stalin'in Çin devrimine ilişkin öğretilerini ustalıkla uyguladıkları ve dahası, Çin tarihinin ve Çin devriminin gerçeklerini ciddi bir biçimde araştırarak, Çin'in çeşitli alanlardaki ihtiyaçlarını karşılayan yaratıcı teorik çalışmalar yaptıkları zaman, teori ile pratiği birleştirmiş sayılabilirler. Gerçekle hiçbir şey yapmadan teori ile pratiği birleştirmenin sadece lafını etmenin, yüz yıl da konuşsak, hiçbir yararı yoktur. Sorunlara öznelci ve tek yanlı yaklaşıma karşı çıkmak için, dogmatik öznelliği ve tek yanlılığı ortadan kaldırmalıyız.
Parti içindeki çalışma tarzını düzeltmek için öznelciliğe karşı mücadele konusunda söyleyeceklerim bugünlük bu kadar.
Şimdi de sekterlik konusundan söz etmek istiyorum.
Yirmi yıl boyunca çelikleşmiş olan Partimizde artık sekterlik hâkim değildir. Ne var ki, Partinin gerek iç, gerekse dış ilişkilerinde [sayfa 45] sekterliğin kalıntılarına hâlâ rastlanmaktadır. Partinin iç ilişkilerindeki sekter eğilimler, Parti içindeki yoldaşlara karşı kapalı-kapıcılığa yol açmakta ve Partideki birlik ve dayanışmayı kösteklemektedir. Partinin dış ilişkilerindeki sekter eğilimler ise. Parti dışındaki insanlara karşı kapalı kapıcılığa yol açmakta ve Partinin bütün halkı birleştirme görevini yerine getirmesini engellemektedir. Parti, ancak bu kötülüğün her iki yönünün de kökünü kazıdığı takdirde, bütün Partili yoldaşlar arasında ve bütün ülke halkı arasında birliği sağlama büyük görevini hiç engellenmeden yerine getirebilir.
Parti içindeki sekterliğin kalıntıları nelerdir? Esas olarak şunlardır: Birincisi, "bağımsızlık" ilan etmektir. Bazı yoldaşlar bütünün çıkarlarını değil, sadece parçanın çıkarlarını görmektedirler: bütün faaliyetin içinde kendilerinin sorumlu olduğu bölüme gereğinden çok önem vermekte, bütünün çıkarlarını kendi bölümlerinin çıkarlarına tabi kılmak istemektedirler. Partinin demokratik merkeziyetçilik sistemini kavramamakta ve Komünist Partisi'nin sadece demokrasiye değil, hatta demokrasiden de çok merkeziyetçiliğe ihtiyacı olduğunu görmemektedirler. Azınlığın çoğunluğa, alt kademenin üst kademeye, parçanın bütüne ve bütün üyelerin Merkez Komitesine tabi olduğu demokratik merkeziyetçilik sistemini unutmaktadırlar. Çang Kuotao[14] Parti Merkez Komitesi'nden "bağımsızlığını" ilan etti ve bunun sonucunda. Partiye ihanetini "ilan etmiş" oldu ve bir Guomindang ajanı olup çıktı. Bugün tartışmakta olduğumuz sekterlik bu derece ciddi değildir, ama gene de ona karşı uyanık olmalı ve bütünün dağınıklık belirlilerini bütünüyle yok etmeliyiz. Yoldaşları, bütünün çıkarlarını gözetmeye [sayfa 46] teşvik etmeliyiz. Her Parti üyesi, her çalışma kolu, her söz ve her eylem bütün Partinin çıkarlarından hareket etmelidir. Bu ilkenin çiğnenmesine asla izin verilemez.
Bu türden "bağımsızlık" ilan eden kimseler çoğunlukla "önce ben" anlayışına sahiptirler ve genellikle birey ile Parti arasındaki ilişkiyi yanlış kavrarlar. Lafta Partiye karşı saygılı oldukları halde, uygulamada kendilerini birinci plana çıkarır, Partiyi ikinci plana atarlar. Bu kimseler neyin peşindedirler? Onlar, ün ve mevki peşindedirler; herkesin hayranlığını toplamak istemektedirler. Ne zaman bir çalışma kolunun başına getirilseler, "bağımsızlıklarım" ilan ederler. Bu amaçla, bazı kimseleri tutar, bazı kimseleri atarlar; yoldaşlar arasında böbürlenmeye, dalkavukluğa ve ispiyonculuğa başvurarak, burjuva siyasi partilerinin aşağılık usullerini Komünist Partisi'ne bulaştırırlar. Dürüst olmadıkları için de, başarısızlığa uğrarlar. Ben her şeyde dürüst olmamız gerektiğine inanıyorum, çünkü bu dünyada dürüst bir tutum olmadan hiçbir şey başarılamaz. Kimler dürüsttür? Marks, Engels, Lenin ve Stalin dürüsttür, bilimden yana olanlar dürüsttür. Kimler dürüst değildir? Troçki, Buharin, Cen Dusiu ve Çang Kuotao kesinlikle dürüst değildirler; kişisel çıkarlarını ya da kendi bölümlerinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutarak "bağımsızlık" ilan edenler de dürüst değildir. Saman altından su yürütenler, çalışmalarında bilimsel bir tutuma sahip olmayanlar kendilerini çok becerikli ve zeki sanırlar. Oysa aslında son derece aptaldırlar ve beş para etmezler. Parti Okulumuzdaki öğrenciler bu soruna dikkat etmelidirler. Merkezî ve birleşik bir Parti inşa etmeli, bütün ilkesiz hizip mücadelelerini ortadan kaldırmalıyız. Partimizin uygun adım yürüyebilmesini ve tek bir ortak hedef uğruna savaşabilmesini sağlamak için bireyciliğe ve sekterliğe karşı mücadele etmeliyiz.
Dışardan gelen kadrolarla yerel kadrolar birleşmeli ve sekter eğilimlere karşı mücadele etmelidirler. Dışardan gelen kadrolar ile yerel kadrolar arasındaki ilişkilere büyük özen göstermek gerekir; çünkü Japonya'ya karşı üs bölgelerinin birçoğu ancak Sekizinci Yol Ordusu ya da Yeni Dördüncü Ordu geldikten sonra kurulabilmiş ve yerel çalışmaların birçoğu ancak dışarıdan gelen kadroların katılmasından sonra gelişebilmiştir. Yoldaşlarımız şunu kavramalıdır: Bu koşullarda [sayfa 47] üs bölgelerimizin sağlamlaşması ve Partimizin oralarda kök salması ancak bu iki tür kadronun tek bir bütün halinde birleştirilmesi ve çok sayıda yerel kadro yetiştirilmesi ile mümkündür. Yoksa bunların hiçbiri başarılamaz. Gerek dışardan gelen kadroların, gerekse yerel kadroların hem güçlü, hem de zayıf yanları vardır; ilerleme kaydetmek için, birbirlerinin güçlü yanlarından ders çıkarmak zayıf yanlarını alt etmelidirler. Genellikle, dışardan gelen kadrolar, yöreyi tanımada ve kitlelerle bağ kurmada yerel kadrolarla aynı düzeyde değildirler. Sözgelimi beni alın. Beş-altı yıldır Kuzey Şensi'de bulunduğum halde, yörenin özelliklerini kavramada ve insanlarla bağ kurmada buralı yoldaşlardan çok geriyim; Şansi, Hebey, Şandung ve öbür eyaletlerdeki Japonya'ya karşı üs bölgelerine giden yoldaşlarımız buna dikkat etmelidir. Üstelik bazı yöreler daha önce, bazıları daha geç geliştikleri için, aynı üs bölgesinde bile bir yörenin yerel kadroları ile oraya dışardan gelen kadrolar arasında fark vardır. Daha gelişmiş bir yöreden daha az gelişmiş bir yöreye gelen kadrolar da o yöre açısından dışardan gelen kadro sayılırlar ve onların da, yerel kadrolara destek ve yardımcı olmaya büyük önem vermeleri gerekir. Genellikle, dışardan gelen kadroların yönetici durumda oldukları yerlerde, yerli kadrolarla ilişkilerinin bozuk olmasının esas sorumluluğu kendilerine aittir. Üst kademedeki yoldaşlar ise daha da fazla sorumluluk üstlenmelidir. Bazı yerlerde bu konuya verilen önem hâlâ çok yetersizdir. Bazı kimseler yerel kadrolara tepeden bakmakta ve "Bunlar ne bilir ki? Köylü takımı, n'olacak!" diye onları küçümsemektedir. Böyle insanlar yerel kadroların önemini asla anlayamazlar; ne yerel kadroların güçlü yanlarını görürler, ne de kendi zayıf yanlarını; bunun sonucunda da, hatalı ve sekter bir tutum takınırlar. Dışardan gelen bütün kadrolar yerel kadroları desteklemeli ve onlara yardım etmelidir. Dışardan gelen kadroların yerel kadroları küçümsemesine ya da onların aleyhinde bulunmasına izin verilmemelidir. Kuşkusuz yerel kadrolar da dışardan gelen kadroların güçlü yanlarından ders çıkarmalı ve ''onlar" ve "biz" ayrımına son verip tek bir bütün halinde birleşebilmek için kendilerini yanlış ve sığ görüşlerden arındırmalı ve böylece sekler eğilimlerden kurtulmalıdırlar.
Aynı şey ordudaki kadrolar ile o yörede çalışan öbür kadrolar arasındaki [sayfa 48] ilişkiler için de geçerlidir. Bunlar bütünüyle birleşmeli ve sekter eğilimlere karşı çıkmalıdırlar. Ordu içindeki kadrolar yerel kadrolara, yerel kadrolar da ordu içindeki kadrolara yardımcı olmalıdırlar. Eğer aralarında bir sürtüşme varsa, birbirlerine karşı anlayışlı davranmalı ve gereğince özeleştiri yapmalıdırlar. Genellikle, ordu kadrolarının fiilen önder durumda oldukları yerlerde, yerel kadrolarla ilişkilerinin iyi olmamasının sorumluluğu ordu kadrolarına aittir. Savaşma konusundaki çabalarımızın ve üs bölgelerindeki inşa çalışmalarımızın düzgün bir şekilde gelişmesi için gerekli koşullar, ancak ordu kadroları kendi sorumluluklarını kavradıkları ve yerci kadrolara karşı alçakgönüllü bir tutum takındıkları zaman yaratılabilir.
Aynı şey farklı ordu birlikleri, farklı yöreler ve farklı çalışma kesimleri arasındaki ilişkiler için de geçerlidir. Kendi çalıştığı birimin çıkarlarını öteki bilimlerin çıkarlarının üstünde tutan bencil dar-kısımcılık eğilimine karşı çıkmalıyız. Başkalarının karşılaştığı güçlüklere kayıtsız kalan, gerektiğinde başka birimlere kadro göndermeyi reddeden ya da sadece zayıf kadrolar göndererek "kendi tarlasından artan suları komşusunun tarlasına çeviren" ve başka bölümleri, yöreleri ya da insanları zerre kadar dikkate almayan bir kimse, komünist ruhunu bütünüyle yitirmiş, bencil bir dar-kısımcının özelliklerini taşıyor demektir. Böyle kimseleri eğitmemeliyiz. Bencil dar-kısımcılığın gelişmesine göz yumulduğunda, çok tehlikeli olabilecek sekter bir eğilime dönüşeceğini onlara kavratmalıyız. Bunun için yoğun çaba harcamalıyız. I
Bir başka sorun da, eski kadrolar ile yeni kadrolar arasındaki ilişkilerdir. Direnme Savaşı'nın başlangıcından bu yana Partimiz olağanüstü büyümüş ve ortaya çok sayıda yeni kadro çıkmıştır. Bu, çok iyi bir şeydir. Stalin yoldaş, Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevik) On Sekizinci Kongresi'ne sunduğu raporunda şöyle demişti: "... hiçbir zaman yeterince eski kadro yoktur, eski kadroların sayısı gerekli olandan çok daha azdır ve daha şimdiden yavaş yavaş, doğa kanunlarının bir sonucu olarak görevden ayrılmaktadırlar." Stalin yoldaş bu konuşmasında, sadece doğa kanunlarını değil, kadroların durumunu da ele almaktaydı. Eğer Partimiz, eski kadrolarla birlik ve işbirliği içinde çalışan çok sayıda yeni kadroya sahip olmazsa, davamız yarı [sayfa 49] yolda kalır. Bu nedenle, bütün eski kadrolar yeni kadroları büyük bir coşkuyla karşılamalı ve onlara yakınlık göstermelidir. Yeni kadroların da kendilerine göre eksiklikleri olduğu doğrudur. Devrim içinde uzun bir süre bulunmamışlardır ve deneyimsizdirler; bazıları eski toplumun zararlı ideolojisinin izlerini, bireyci küçük burjuva ideolojisinin kalıntılarını kaçınılmaz olarak beraberlerinde getirmişlerdir. Ama bu eksiklikler, devrim içinde eğitilerek ve çelikleşerek yavaş yavaş giderilebilir. Stalin'in dediği gibi, yeni kadroların güçlü yanı, yeni olana son derece açık olmaları ve bu yüzden de büyük ölçüde coşkulu ve faal olmalarıdır. Bunlar, bazı eski kadroların yoksun oldukları niteliklerdir.[15] Gerek eski, gerekse yeni kadrolar, ortak davada tek bir bütün halinde birleşmek ve sekler eğilimlere karşı uyanık olmak için birbirlerine saygı göstermeli, birbirlerinden öğrenmeli ve birbirlerinin güçlü yanlarından ders çıkartarak eksikliklerini gidermelidirler. Genellikle, eski kadroların yönetici durumda olduğu yerlerde, eğer yeni kadrolarla ilişkiler iyi değilse, bunun sorumluluğunu eski kadrolar yüklenmelidir.
Bütün bu yukarda saydıklarımız; yani parça ile bütün arasındaki ilişkiler, birey ile Parti arasındaki ilişkiler, dışardan gelen kadrolar ile yerel kadrolar arasındaki ilişkiler, ordu içindeki kadrolar ile o yörede çalışan öbür kadrolar arasındaki ilişkiler, tek tek ordu birlikleri, tek tek yöreler ve tek tek bölümler arasındaki ilişkiler ve eski kadrolar ile yeni kadrolar arasındaki ilişkiler, hep Parti içindeki ilişkilerdir. Partimizin saflarının düzenli olması, uygun adım yürümesi ve iyi savaşması için, bütün bu ilişkilerde komünizm ruhunu geliştirmeli ve sekter eğilimlere karşı uyanık olmalıyız. Bu, Partinin çalışma tarzını düzeltirken köklü bir biçimde çözmemiz gereken çok önemli bir sorundur. Sekterlik, öznelciliğin örgütsel ilişkilerdeki yansımasıdır; öznelcilikten kurtulmak ve Marksizm-Leninizmin gerçeği olgularda arama anlayışını yükseltmek istiyorsak. Partiyi sekterliğin kalıntılarından arındırmalı, Partinin çıkarlarını tek bir kişinin ya da tek bir bölümün çıkarlarının üstünde tutma ilkesinden hareket etmeli ve böylece Partinin tam bir dayanışma ve birliğe kavuşmasını sağlamalıyız. [sayfa 50]
Sekterliğin kalıntıları, Partinin iç ilişkilerinden olduğu kadar, dış ilişkilerinden de tasfiye edilmelidir. Bunun nedeni şudur: Düşmanı sadece bütün Parti içindeki yoldaşları birleştirerek alt edemeyiz, düşmanı ancak bütün ülke halkını birleştirerek alt edebiliriz. Çin Komünist Partisi 20 yıldır bütün ülke halkını birleştirme davası uğruna büyük ve zorlu uğraşlar vermiştir. Bu uğraşlarda Direnme Savaşı'nın patlak vermesinden sonra elde edilen başarılar, geçmişteki başarılardan da büyüktür. Ama bu, artık bütün yoldaşlarımızın kitleler arasında doğru bir çalışma tarzına sahip oldukları ve sekter eğilimlerden arındıkları anlamına gelmez. Hayır. Aslında sekler eğilimler bazı yoldaşlar arasında, bazı durumlarda çok da ciddi ölçülerde hâlâ mevcuttur. Birçok yoldaşımız. Partili olmayanlarla ilişkilerinde, onlara tepeden bakmak, onları hor görmek ya da onlara saygı göstermeyi ve onların güçlü yanlarını değerlendirmeyi reddetmek eğilimindedirler. Bu, gerçekten de sekter bir eğilimdir. Bu yoldaşlar birkaç Marksist kitap okuduktan sonra daha alçakgönüllü olacakları yerde, kibirlenmekte ve kendi bilgilerinin henüz ham olduğunu fark etmeksizin herkese işe yaramaz damgası vurmaktadırlar. Yoldaşlarımız, Komünist Partisi üyelerinin Partili olmayanlara oranla her zaman azınlıkta olduğunu kavramalıdır. Her 100 kişiden birinin Komünist olduğunu kabul etsek, Çin'in 450 milyonluk nüfusunun 4 milyon 5(X) bini komünist olurdu. Oysa üyelerimizin sayısı bu dev rakama ulaşsa bile komünistler toplam nüfusun yalnızca yüzde 1'ini oluşturacak, nüfusun yüzde 99'u ise Partili olmayanlardan meydana gelecektir. Öyleyse nasıl olur da, Partili olmayanlarla işbirliği yapmamayı düşünebiliriz? Bizimle işbirliği yapmak isteyen ya da işbirliği yapabilecek herkesle işbirliği yapmak bizim için bir görevdir, onlara kapımızı kapamaya asla hakkımız yoktur. Ama bazı Parti üyeleri bunu kavramıyor ve bizimle işbirliği yapmak isteyenleri hor görüyor, hatta onlara kapımızı kapatıyorlar. Böyle hareket etmek için hiçbir neden yoktur. Marks, Engels, Lenin ve Stalin böyle hareket etmemizi gerektirecek herhangi bir neden göstermişler midir? Hayır, göstermemişlerdir. Tam tersine, bize her zaman kitlelerle sağlam bağlar kurmamızı ve kitlelerden kopmamamızı öğütlemişlerdir. Yoksa Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi mi böyle hareket etmemizi gerektirecek [sayfa 51] bir neden göstermiştir? Hayır. Kitlelerden kopabileceğimizi ve kendimizi kitlelerden soyutlanacağımızı söyleyen tek bir Merkez Komitesi kararı yoktur. Tam tersine, Merkez Komitesi bize her zaman kitlelerle sıkı bağlar kurmamızı ve kitlelerden kopmamamızı söylemiştir. Dolayısıyla, bizi kitlelerden koparan hiçbir hareket asla haklı görülemez. Böyle bir eylem, bazı yoldaşlarımızın kendi icat ettikleri sekter düşüncelerin zararlı sonucundan başka bir şey değildir. Bu tür sekterlik bazı yoldaşlarımız arasında varlığını çok ciddi olarak koruduğundan ve hâlâ Parti çizgisinin uygulanmasını engellediğinden bu sorunun üstesinden gelmek üzere Parti içinde yaygın bir eğitim çalışması yürütmemiz gerekir. Her şeyden önce, kadrolarımızın, sorunun ne kadar vahim olduğunu ve Parti üyelerinin Partili olmayan kadrolarla, Partili olmayan insanlarla birleşmediği takdirde düşmanı alt etmenin ve devrim hedefine ulaşmanın mümkün olmayacağını gerçekten kavramalarını sağlamalıyız.
Bütün sekter düşünceler öznelcidir: devrimin gerçek ihtiyaçlarına ters düşerler. Bu nedenle sekterliğe karşı mücadele ile öznelciliğe karşı mücadele bir arada yürütülmelidir.
Bugün basmakalıp Parti yazıları sorununu konuşacak vaktimiz yok. Bu konuyu başka bir toplantıda ele alacağım. Basmakalıp Parti yazıları batağa götürür; öznelcilik ve sekterliğin bir ifade biçimidir; halka ve devrime zarar verir. Dolayısıyla, ondan bütünüyle kurtulmamız gerekir.
Öznelcilikle mücadele edebilmek için materyalizmi ve diyalektiği yaygınlaştırmalıyız. Ama Partimizde materyalizmin ve diyalektiğin propagandasına hiç önem vermeyen birçok yoldaş vardır. Bazıları öznelci propagandayı hoş görüyor ve ses çıkarmadan kabulleniyorlar. Marksizme inandıklarını sanıyor, ama materyalizmi yaygınlaştırmak için hiçbir çaba harcamıyor: öznelci bir görüşle karşılaştıklarında onun üstünde kafa yormuyor, herhangi bir fikir belirtmiyorlar. Bu, bir Komünistin tutumu değildir. Bu tutum, birçok yoldaşımızın öznelci görüşler tarafından zehirlenmesine ve duyarlıklarının körelmesine yol açmaktadır. Bu nedenle, yoldaşlarımızın zihinlerini öznelcilik ve dogmatizm bataklığından kurtarmak üzere Parti içinde bir aydınlanma kampanyası başlatmalı ve yoldaşlarımızı öznelciliği, sekterliği ve basmakalıp [sayfa 52] Parti yazılarını boykot etmeye çağırmalıyız. Bu tür kötülükler Japon mallarına benzer; onları korumamızı ve kafamızı onlarla bulandırmamızı sadece düşmanımız ister. Dolayısıyla, Japon mallarını nasıl boykot ediyorsak, bu kötülükleri de öyle boykot etmeliyiz.[16] Öznelciliğin, sekterliğin ve basmakalıp Parti yazılarının bütün mallarını boykot etmeli, bu malların satılmasını engellemeli ve onları satanların Parti içindeki teorik düzeyin düşük olmasından yararlanarak ticaretlerini sürdürmelerine izin vermemeliyiz. Bu amaçla yoldaşlarımız koku alma duyularını geliştirmeli; kabullenmek ya da boykot etmek üzere karar vermeden önce her şeyi iyice koklamalı ve iyiyi kötüden ayırt etmelidirler. Komünistler her zaman bir şeyin neden ve nasıl olduğunu araştırmak, kendi kafalarını kullanmak ve bir şeyin gerçeğe uygun olup olmadığını ve gerçekten sağlam bir temele dayanıp dayanmadığını dikkatle düşünmek zorundadırlar. Ne olursa olsun bir şeyi körü körüne izlememeli, köleliği teşvik etmemelidirler.
Son olarak, öznelciliğe, sekterliğe ve basmakalıp Parti yazılarına karşı çıkarken iki amaç gütmeliyiz: Birincisi, "gelecekteki hataları önlemek için geçmişteki hatalardan ders çıkarmak"; ikincisi, "hastayı kurtarmak için hastalığı' tedavi etmek". Geçmişteki hatalar kimsenin gözünün yaşına bakmadan açığa çıkarılmalıdır; gelecekteki çalışmaların daha dikkatli ve daha iyi yapılabilmesi için, geçmişteki kötü olan şeylerin bilimsel bir tutumla tahlil edilmesi ve eleştirilmesi gerekir. "Gelecekteki hataları önlemek için geçmişteki hatalardan, ders çıkarmak"tan kastedilen budur. Ne var ki, hataları açığa çıkarırken ve eksiklikleri eleştirirken amacımız, tıpkı hastalığı tedavi eden bir hekim gibi, sadece hastayı kurtarmaktır, yoksa onu aşırı tedaviyle Öldürmek değil. Apandisiti olan bir kimsenin apandisi cerrah tarafından alınırsa, o kimse kurtulur. Hatalar işlemiş olan bir kimse tedaviden korkarak hastalığını gizlemediği ya da hatalarında tedavi edilemez duruma gelene kadar diretmediği sürece, dürüstçe ve içtenlikle tedavi olmak ve kendini düzeltmek istediği sürece, ona karşı iyi davranmalı ve iyi bir yoldaş olabilmesi için hastalığını tedavi etmeliyiz. Kendimizi kaybedip [sayfa 53] ona var gücümüzle yüklenirsek, hiçbir zaman başarılı olamayız, ideolojik ya da siyasi bir hastalığı tedavi ederken, hiçbir zaman kaba ve sabırsız olmamalı, biricik doğru ve etkili yöntem olan "hastayı kurtarmak için hastalığı tedavi etmek" tutumunu benimsemeliyiz.
Parti Okulunun açılışı dolayısıyla uzun uzun konuşma olanağı buldum. Yoldaşların, söylediklerim üzerinde düşüneceklerini umarım. (Coşkun Alkışlar.) [sayfa 54]
BASMAKALIP PARTİ YAZILARINA KARŞI ÇIKALIM[5*]
8 Şubat 1942
Kay-feng yoldaş bugünkü toplantının amacını az önce belirtti. Şimdi ben, öznelcilik ve sekterliğin, basmakalıp Parti yazılarını (ya da Parti içindeki "sekiz ayaklı deneme"yi)[17] kendi propaganda araçları ya da ifade biçimleri olarak nasıl kullandıklarını ele almak istiyorum. Gerçi öznelciliği ve sekterliğe karşı mücadele ediyoruz, ama aynı zamanda basmakalıp Parti yazılarına karşı mücadele etmezsek, öznelcilik ve sekterlik gizlenecek bir delik bulmaya devam edeceklerdir. Eğer basmakalıp parti yazılarının da önünü alabilirsek öznelcilik ve sekterliği "mat etmiş" ve bu iki canavarın gerçek yüzünü açığa çıkarmış olacağız. O zaman onları, "sokaklarda kaçışırken arkalarından herkesin, 'Öldürün! Öldürün! diye bağırdığı fareler" gibi kolayca yok edebileceğiz.
Bir kimsenin sadece kendisinin okuyacağı basmakalıp Parti yazılan yazması o kadar önemli değildir. Ama eğer bunları başka birine aktarırsa okur sayısı iki katına çıkmış olur ve bunun doğuracağı zarar hiç de az sayılmaz. Eğer bu yazıları duvarlara asar, çoğaltır, gazetelerde yayımlar ya da kitap halinde basarsa, olay gerçekten büyük bir sorun haline gelir; çünkü o zaman bu yazılar birçok insanı etkileyebilir. Üstelik basmakalıp Parti yazıları yazan kimseler daima çok sayıda okuyucu ararlar. Dolayısıyla, basmakalıp Parti yazısını açığa çıkarmak ve ortadan kaldırmak zorunlu olmuştur.
Ayrıca, basmakalıp Parti yazısı, uzun zaman önce Lu Sun'un karşı [sayfa 55] çıkmış olduğu "yabancı basmakalıp yazı"nın bir türüdür.[18] Peki öyleyse, biz niçin buna Parti içindeki "sekiz ayaklı deneme" diyoruz? Çünkü yabancı tadının yanı sıra, yerli bir kokusu da vardır. Belki bu da bir çeşit yaratıcı eser sayılabilir! Kim demiş halkımız hiçbir yaratıcı eser meydana getirmemiş diye? Alın işte! (Yüksek sesle gülüşmeler.)
Basmakalıp Parti yazısının Partimiz içinde uzun bir geçmişi vardır. Özellikle Toprak Devrimi sırasında zaman zaman epeyce öne çıktığı görülmüştür.
Tarihî olarak bakacak olursak, basmakalıp Parti yazısı 4 Mayıs Hareketine karşı bir tepkidir.
4 Mayıs Hareketi sırasında çağdaş kafalı insanlar, klasik Çin dilinin kullanılmasına karşı çıkarak konuşma dilini savundular: geleneksel dogmalara karşı çıkarak bilimi ve demokrasiyi savundular. Bütün bunlar son derece doğruydu. O sıralar hareket güçlü ve canlıydı, ilerici ve devrimciydi. O günlerde hâkim sınıflar öğrencilere Konfüçyüs öğretilerini aşılamakta ve bütün halkı dinî bir dogma olarak Konfüçyüsçülüğün debdebesi karşısında boyun eğmeye zorlamaktaydılar. Bütün yazarlar klasik dili kullanmaktaydı. Kısaca hâkim sınıflar ve onların çanak yalayıcıları tarafından yazılan ve öğretilen her şey gerek öz, gerek biçim bakımından basmakalıp yazı ve dogma niteliğindeydi. Bu, eski basmakalıp yazı ve eski dogmaydı. 4 Mayıs Hareketinin en büyük başarılarından biri de bu eski basmakalıp yazının ve eski dogmanın çirkinliğini halkın gözü önüne sermesi ve halkı bunlara karşı başkaldırmaya çağırmasıydı. 4 Mayıs Hareketinin bununla bağlantılı diğer bir başarısı da emperyalizme karşı [sayfa 56] verdiği savaştı. Ama gene de eski basmakalıp yazıya ve eski dogmaya karşı verdiği mücadele 4 Mayıs Hareketi'nin en büyük başarılarından biridir. Fakat daha sonraları ortaya yabancı basmakalıp yazı ve yabancı dogma çıktı. Partimizdeki bazı kimseler Marksizme aykırı hareket ederek, yabancı basmakalıp yazıyı ve yabancı dogmayı öznelcilik, sekterlik ve basmakalıp Parti yazısı noktasına vardırdılar. İşte bunlar da, yeni basmakalıp yazı ve yeni dogmadır. Bunlar birçok yoldaşın kafasında öylesine yer etmiştir ki bugün hâlâ önümüzde çok çetin bir yeniden biçimlendirme görevi durmaktadır. Böylelikle eski feodal basmakalıp yazı ve dogmaya karşı mücadele eden 4 Mayıs dönemindeki canlı, güçlü, ilerici ve devrimci hareketin sonradan bazı kimseler tarafından tam zıddına dönüştürüldüğünü ve ortaya yeni basmakalıp yazı ve dogmanın çıktığını görüyoruz. Bu hareket, canlı ve güçlü değil, ölü ve donuktur; ilerici değil, gericidir; devrimci değil, devrimi engelleyicidir. Görüldüğü gibi, yabancı basmakalıp yazı ya da basmakalıp Parti yazısı, 4 Mayıs Hareketinin ilk baştaki niteliğine karşı bir tepkidir. Ama 4 Mayıs Hareketinin de kendince zaafları vardı. Bu hareketin önderlerinin birçoğu Marksizmin eleştirici ruhundan yoksundu, kullandıkları yöntem ise genellikle burjuvazinin yöntemi, yani şekilci yöntemdi. Eski basmakalıp yazı ve dogmaya karşı çıkmakta, bilimi ve demokrasiyi savunmakta bütünüyle haklıydılar. Ama günün koşullarını, tarihi ve yabancı şeyleri ele alışlarında tarihi materyalizmin eleştirici ruhundan yoksundular. Kötü olanı mutlak ve bütünüyle kötü olarak, iyi olanı da mutlak ve bütünüyle iyi olarak görüyorlardı. Meseleleri bu şekilci ele alış, hareketin daha sonraki gelişmesini etkiledi. Gelişmesi içinde 4 Mayıs Hareketi iki akıma bölündü. Bir kesim, hareketin bilimsel ve demokratik ruhunu devraldı ve onu Marksizm temeli üzerinde geliştirdi. Komünistlerin ve Partili olmayan bazı Marksistlerin yaptığı budur. Öteki kesim ise burjuvazinin yolunu tuttu: bu, şekilciliğin sağa doğru gelişmesiydi. Ama Komünist Partisi her bakımdan bütünlük göstermiyordu. Orada da bazı üyeler saptılar ve Marksizmi sağlam bir biçimde kavramadıkları için şekilcilik hataları, yani öznelcilik, sekterlik ve basmakalıp Parti yazısı hataları işlediler. Bu da, şekilciliğin "sol"a doğru gelişmesiydi. Bütün bu nedenlerle, basmakalıp Parti yazısının [sayfa 57] bir rastlantı olmadığı, bir yandan 4 Mayıs Hareketinin olumlu unsurlarına karşı bir tepki, öte yandan da bu harekelin olumsuz unsurlarının bir mirası, devamı ve gelişmesi olduğu kolaylıkla görülebilir. Bu noktayı kavramamızda yarar vardır. 4 Mayıs Hareketi sırasında eski basmakalıp yazıya ve eski dogmatizme karşı mücadele etmek nasıl devrimci ve gerekli idiyse, bugün de yeni basmakalıp yazıyı ve yeni dogmatizmi eleştirmek için Marksizmi kullanmamız aynı şekilde devrimci ve gereklidir. Eğer 4 Mayıs döneminde eski basmakalıp yazıya ve eski dogmatizme karşı bir mücadele verilmemiş olsaydı, Çin halkının kafası bunlara kölelikten kurtulamayacak ve Çin'in özgürlük ve bağımsızlık için hiçbir umudu kalmayacaktı. Bu görev 4 Mayıs Harekeli döneminde sadece başlatılmıştı. Bütün halkın eski basmakalıp yazının ve eski dogmatizmin hâkimiyetinden kendini bütünüyle kurtarmasını sağlamak için bugün hâlâ çok büyük bir çaba, devrimci yeniden biçimlendirme yolunda çok büyük bir çalışma gereklidir. Eğer bugün yeni basmakalıp yazıya ve yeni dogmatizme karşı çıkmazsak, Çin halkının kafasına başka türden bir şekilcilik hâkim olacaktır. Eğer Partili yoldaşların bir kesiminde (kuşkusuz, sadece bir kesiminde) görülen basmakalıp Parti yazısı zehirinden ve dogmatizm hatasından kurtulmazsak, güçlü ve canlı bir devrimci ruh yaratmak; Marksizme karşı yanlış bir tutum takınma kötü alışkanlığını yok etmek ve gerçek Marksizmi yaymak, geliştirmek; dahası, eski basmakalıp yazı ve dogmanın bütün halk üzerindeki etkisine karşı ve yabancı basmakalıp yazı ve dogmanın birçok insan üzerindeki etkisine karşı canlı bir mücadele yürütmek ve bu etkileri yıkma ve yok etme amacına ulaşmak imkânsız olacaktır.
Öznelcilik de, sekterlik de, basmakalıp Parti yazısı da Marksist değildir ve proletaryanın ihtiyaçlarına değil, sömürücü sınıfların ihtiyaçlarına cevap verirler. Küçük burjuva ideolojisinin Partimiz içindeki bir yansımasıdırlar. Çin, küçük burjuvazinin sayıca çok fazla olduğu bir ülkedir; Partimiz bu kalabalık sınıf tarafından kuşatılmıştır. Parti üyelerimizin büyük bir bölümü bu sınıftan gelmekte ve Partiye katılırken de beraberlerinde ister istemez uzun ya da kısa bir küçük burjuva kuyruğu getirmektedirler. Küçük burjuva devrimcilerinin bağnazlığı ve tek yanlılığı eğer denetim altına alınmaz ve değiştirilmezse, [sayfa 58] bir ifade tarzı da yabancı basmakalıp yazı ya da basmakalıp Parti yazısı olan öznelciliğe ve sekterliğe kolayca yol açabilir.
Bunları temizlemek ve süpürüp atmak kolay değildir. Bu işin gereğince, yani insanları ikna etmenin güçlüklerine katlanılarak yapılması gerekir. Ancak içtenlikle ve doğru bir şekilde ikna etmeye çalışırsak, etkili olabiliriz. Bu ikna süreci içinde yapılacak ilk iş, terini iyice atması için hastaya "Sen hastasın!" diye bağırarak onu tepeden tırnağa sarsmak, sonra da, iyileşmesi için ona samimi öğütlerde bulunmaktır.
Şimdi de basmakalıp Parti yazısını tahlil edelim ve onun kötülüklerinin nerede yattığını görelim. Zehire karşı panzehir kullanacağız; basmakalıp sekiz bölümlü yazı biçimini taklit edip aşağıdaki "sekiz ayağı" ortaya koyacağız. Bunlara sekiz temel suçlama da denilebilir.
Basmakalıp Parti yazısına karşı birinci suçlama, boş laflarla sayfalar doldurmasıdır. Bazı yoldaşlarımız, "pasaklı bir kadının uzun ve kokmuş sargıları"na çok benzeyen, uzun ve içi boş makaleler yazmayı çok seviyorlar. Peki, neden böyle uzun ve içi boş makaleler yazıyorlar? Bunun tek bir açıklaması olabilir: Kitlelerin bu yazıları okumasını istemiyorlar. Kitlelerin bunları okumaları nasıl beklenebilir? Böyle yazılar, saf kimselerin gözünü boyamaktan başka hiçbir işe yaramaz. Onlar arasında kötü etkiler yayar ve kötü alışkanlıkları körükler. Sovyetler Birliği geçen yıl 22 Haziran'da saldırıya karşı muazzam bir savaş açmıştı, oysa Stalin'in 3 Temmuz'da yaptığı konuşma bizim Kurtuluş Gazetesi'ndeki bir başyazıdan uzun değildi. Bu konuşmayı bir de bizim beylerden birinin yazdığını düşünün! En azından on binlerce kelime sıralardı. Bir savaşın içindeyiz, daha kısa ve daha özlü makaleler yazmayı öğrenmeliyiz. Henüz burada, Yenan'da bir çarpışma yok, ama cephedeki birliklerimiz her gün savaşıyor, cephe gerisindeki halk harıl harıl çalışıyor. Makaleler çok uzun olursa, kim okur? Cephedeki bazı yoldaşlar da uzun raporlar yazmayı seviyor. Onları yazmak için onca zahmete katlanıyor, okumamız için buraya gönderiyorlar. Ama onları okumayı kim göze alabilir? Peki, uzun ve boş makaleler kötüdür de, kısa ve boş makaleler iyi midir? Hayır, onlar da kötüdür. Her türlü boş lafı yasaklamalıyız. Ama birinci ve en önemli [sayfa 59] görevimiz, pasaklı kadının uzun ve kokmuş ayak sargılarını çöp tenekesine atmaktır. Bazı kimseler, "Kapital de çok uzun değil mi? Onu ne yapacağız?" diye sorabilir. Cevap basittir: okumaya devam edin. "Değişik dağlarda değişik türküler söyle" diye bir atasözü vardır. Bir başka atasözü de, "İştahını yemeğine göre, elbiseni kalıbına göre ayarla" der. Yaptığımız her şeyi, gerçek duruma uygun olarak yapmalıyız. Aynı şey, makale yazmak ya da konuşma yapmak için de söz konusudur. Biz uzun ve boş basmakalıp yazılara karşı çıkıyoruz, yoksa bir şeyin iyi olması için ille de kısa olması gerekir demek istemiyoruz. Doğru, savaş zamanında kısa makalelere ihtiyacımız var ama her şeyden önce özü olan makalelere ihtiyacımız var. Özden yoksun olan makaleler, en az haklı gösterilebilecek ve en fazla karşı çıkılacak makalelerdir. Aynı şey, konuşma yapmak için de geçerlidir; boş ve bitmek bilmeyen konuşmalara son vermeliyiz.
Basmakalıp Parti yazısına karşı ikinci suçlama, insanları yıldırmak amacıyla gösterişçi bir tutumla kaleme alınmasıdır. Bazı basmakalıp Parti yazıları yalnızca uzun ve boş olmakla kalmıyor, aynı zamanda halkı bile bile yıldırmayı amaçlıyor, yani en kötü zehiri taşıyor. Bitmek bilmeyen ve boş makaleler yazmak acemiliğe verilebilir, ama halkı yıldırmak için gösterişçi bir tutum takınmak sadece acemilik değil, düpedüz hilekârlıktır. Lu Sun, böyle kimseleri eleştirirken bir keresinde şöyle demişti: "Kuşkusuz, hakaretler ve tehditler savurmak mücadele etmek değildir."[19] Bilimsel olan, eleştiriden korkmaz, çünkü bilim gerçektir ve çürütülmekten korkmaz. Ama Parti basmakalıpçılığı tarzında öznel ve sekter makaleler ve konuşmalar yazanlar çürütülmekten korkarlar; çok korkaktırlar. Bu yüzden de, halkı susturacaklarını ve "baskın çıkacaklarını" sanarak, başkalarını yıldırmak için gösterişçiliğe sığınırlar. Böyle bir gösterişçilik gerçeği yansıtamaz; tam tersine, gerçeğin karşısına dikilen bir engeldir. Gerçek, halkı yıldırıcı bir tutum takınmaz; tam tersine, konuşması ve davranışı dürüsttür, içtendir. Birçok yoldaşın makale ve konuşmalarında sık sık iki deyime rastlanıyor. Bunlardan biri "amansız mücadele", öteki de "acımasız darbeler"dir. Hiç kuşku yok ki, bu tür önlemler [sayfa 60] düşmana ya da düşman ideolojisine karşı son derece gereklidir. Ama onları kendi yoldaşlarımıza karşı kullanmak son derece yanlıştır.
Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevik) Tarihi, Kısa Ders'in Sonuç bölümünün dördüncü maddesinde belirtildiği gibi, düşmanlar ve düşman ideolojisi sık sık Parti içine sızar. Elbette bu düşmanlarla amansızca mücadele etmeli ve onlara acımasız darbeler indirmeliyiz. Çünkü bu alçaklar, Partiye karşı aynı önlemlere başvurmaktadır. Eğer onlara karşı hoşgörülü davranırsak, kurdukları tuzağın tam ortasına düşeriz. Ama bu önlemler, zaman zaman hata yapan yoldaşlara karşı kullanılmamalıdır; bu yoldaşlara, Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevik) Tarihi, Kısa Ders'in Sonuç bölümünün beşinci maddesinde belirtilen yöntemi, yani eleştiri ve özeleştiri yöntemini uygulamalıyız. Zaman zaman hata yapmış olan "yoldaşlara karışı geçmişte "amansız mücadele" ve "acımasız darbeler"i hararetle savunmuş olan yoldaşların böyle yapmalarının nedeni, ele aldıkları kişileri tahlil edememeleri ve onları yıldırmaya çalışan bir tutum takınmalarıydı. Ele aldığınız kim olursa olsun, bu yöntem işe yaramaz. Yıldırma taktiği düşman karşısında bütünüyle yararsızdır, kendi yoldaşlarımıza ise sadece zarar verir. Bu, sömürücü sınıfların ve lümpen-proletaryanın alışkanlık haline getirdiği, ama proletaryanın hiç işine yaramayan bir taktiktir. Proletaryanın en amansız ve en etkili silahı ciddi ve militan bir bilimsel tutumdur. Komünist Partisi, halkı yıldırarak değil Marksizm-Leninizm gerçeğiyle, gerçeği olgularda arayarak, bilimle yaşar. Gösteriş yaparak şöhret ve mevki elde etme düşüncesinin daha da aşağılık bir şey olduğunu söylemeye gerek yok. Kısacası, örgütler kararlar alırken ve talimatlar yayınlarken, yoldaşlar makaleler yazarken ve konuşmalar yaparken, kesinlikle Marksist-Leninist gerçeğe dayanmalı ve yararlı bir amaca hizmet etmeye çalışmalıdırlar. Devrim ancak bu temel üzerinde zafere ulaştırılabilir, bunun dışında her şey boşunadır.
Basmakalıp Parti yazısına karşı üçüncü bir suçlama, okurları düşünmeksizin oku rasgele fırlatmasıdır. Birkaç yıl önce Yenan surlarında şöyle bir slogan belirmişti: "İşçiler ve köylüler, birleşin ve Japonya'ya Karşı Direnme Savaşı'nda zafer için mücadele edin!" Aslında sloganın dile getirdiği düşünce hiç de fena değildi, ama (Kung Cen, çalışan insanlar, isçiler) karakterlerindeki (Kung, çalışan) karakteri [sayfa 61] şeklinde yazılmış, yani bu karakterin dikey fırça darbesi zikzaklı bir hale getirilmişti. Peki, ya (Cen, insanlar) karakteri? O da olmuş, yani sağ bacağına üç eğik fırça darbesi eklenmişti. Bunu yazan yoldaş, kesinlikle eski âlimlerin müritlerinden biri olmalı. Ama gene de, bu sloganı Direnme Savaşı şırasında Yenan surları gibi bir yere böyle karakterlerle yazmış olması son derece tuhaftır. Kim bilir, belki de yazdıklarını halka okutturmamaya yeminliydi. Bunu başka türlü açıklamak zordur. Propaganda yapmayı gerçeklen isteyen Komünistler, okurlarını dikkate almalı, makalelerini ya da sloganlarını kimlerin okuyacağını, konuşmalarını ve söylevlerini kimlerin dinleyeceğini asla akıllarından çıkarmamalıdırlar. Aksi takdirde, bunları ne okuyan olur, ne de dinleyen. Birçokları yazdıkları ya da söyledikleri her şeyin herkes tarafından kolayca anlaşılabileceğini sanıyorlar, oysa durum hiç de sandıkları gibi değildir. Eğer Parti basmakalıpçılığı tarzında yazar ve konuşurlarsa, halk onları nasıl anlayabilir? "ineğe ud çalmak" deyiminde, dinleyiciye karşı bir alay vardır. Ama biz, asıl saygının dinleyiciye duyulması gerektiğini düşünüyorsak, o zaman gülünç duruma düşen çalgıcı olur. Çalgıcının dinleyicilerini dikkate almadan dilediği gibi çalması doğru mudur? Daha da kötüsü, çalgıcı, ortaya karga gibi bet sesli bir basmakalıp Parti yazısı çıkarmakta ve kitlelerin karşısında karga gibi gaklamakta diretmektedir. Bir kimse ok atarken hedefe nişan almalıdır, ud çalarken dinleyicileri dikkate almalıdır. Peki, öyleyse, okuru dikkate almadan makale yazılabilir mi, dinleyiciyi dikkate almadan konuşma yapılabilir mi? Diyelim, bir kimseyle dostluk kurmak istiyoruz, bu kimse kim olursa olsun birbirimizin duygularını anlamadan, düşüncelerini öğrenmeden samimi bir dostluk kurabilir miyiz? Propaganda görevlilerimiz de, kendilerini dinleyen insanların araştırmasını, incelemesini ve tahlilini yapmadan boş laf ederlerse, bu işin üstesinden gelemezler.
Basmakalıp Parti yazısına karşı dördüncü suçlama, kullandığı yavan dilin bir piehsan'ı hatırlatmasıdır. Şanghay'da "küçük piehsan" diye bilinen yaratıklar da, tıpkı bizim basmakalıp Parti yazıları gibi, çirkin ve buruş buruşturlar. Eğer bir makale ya da konuşma, ruhsuz ve cansız bir biçimde lam bir öğretmen edasıyla birkaç deyim üzerinde [sayfa 62] dönüp dolaşırsa, yavan bir dili ve itici bir görünüşü olan bir piehsan'ın benzemez mi? Eğer bir kimse yedi yaşında ilkokula gitmiş, on yedi-on sekiz yaşlarında ortaöğrenimini tamamlamış, yirmi iki-yirmi üç yaşlarında üniversiteden mezun olmuş, ama bu arada kitlelerle hiçbir zaman bağı olmamışsa, o kimse dilinin kötülüğünden ve yavanlığından dolayı suçlanamaz. Ama biz kitleler için çalışan devrimcileriz, kitlelerin dilini öğrenmezsek çalışmamızı iyi yürütemeyiz. Bugün propaganda çalışmasında bulunan yoldaşlarımızın birçoğu hiçbir dil incelemesi yapmamakladır. Yaptıkları propaganda son derece sıkıcıdır; makalelerini okuyan ya da konuşmalarını dinleyen pek az insan çıkmaktadır. Niçin dili incelememiz, hatta dil üzerinde daha çok çaba harcamamız gerekmektedir? Çünkü dili ustaca kullanmak kolay değildir ve zorlu bir çabayı gerektirir. Birinci olarak, dili kitlelerden öğrenelim. Halkın söz dağarcığı zengin, güçlü ve canlıdır; gerçek hayatı yansıtır. Birçoğumuz dili ustaca kullanamadığımız için güçlü, canlı ve etkili deyimlerden yoksun olan makale ve konuşmalarımız, sağlam ve sağlıklı bir insandan çok, kupkuru bir piehsan'a, bir kemik torbasına benzemektedir. İkinci olarak, yabancı dillerden yalnızca ihtiyacımız olanı alalım. Yabancı deyimleri mekanik bir biçimde aktarmamalı, gelişigüzel kullanmamalıyız. Yalnızca iyi olanı ve ihtiyacımıza uygun düşeni almalıyız. Eski Çincenin söz dağarcığı yetersiz olduğundan, bugünkü söz dağarcığımıza zaten birçok yabancı deyim girmiş bulunmaktadır. Sözgelimi, bugün bir kanpu (kadrolar) toplantısı yapmaktayız ve kanpu deyimi yabancı bir sözcükten türetilmiştir. Dışardan yeni şeyleri almaya, sadece ilerici fikirleri değil, yeni deyimleri de almaya devam etmeliyiz. Üçüncü olarak, klasik Çin dilinde de canlı olan ne varsa öğrenelim. Klasik Çinceyi yeterince incelemediğimiz için, onda hâlâ canlı olanı gerektiği gibi ve tam olarak kullanamadık. Kuşkusuz, eskimiş deyimlerin ve benzetmelerin kullanılmasına kesinlikle karşıyız, bu açıktır. Ama iyi ve hâlâ kullanışlı olanı devralmak gerekir. Basmakalıp Parti yazılarının etkisi altında kalanlar, halkın dilinde, yabancı dillerde ve klasik Çincede kullanışlı olan şeyleri inceleme zahmetine katlanmamakta ve bu yüzden de kitleler onların kuru ve sıkıcı propagandalarını iyi karşılamamaktadırlar. Böyle kötü ve yetersiz propagandacılara bizim de ihtiyacımız yoktur. [sayfa 63]
Bizim propagandacılarımız kimlerdir? Bizim propagandacılarımız yalnızca öğretmenler, gazeteciler, yazarlar ve sanatçılar değil, aynı zamanda bütün kadrolarımızdır. Örneğin, askeri komutanlar. Gerçi askeri komutanlar halk önünde konuşmalar yapmıyorlar, ama onlar da askerlerle konuşmak, halkla ilişki kurmak zorundadırlar. Peki, bu, propaganda değil de nedir? Bir kimse başkalarıyla konuşuyorsa, propaganda çalışması yapıyor demektir. Eğer dilsiz değilse, her zaman söyleyecek birkaç sözü vardır. Bu nedenle, bütün yoldaşlarımızın, dili incelemesi kesinlikle gereklidir.
Basmakalıp Parti yazısına karşı beşinci suçlama, tıpkı bir Çin eczanesi açar gibi, karmakarışık bir başlıklar dizisi altında birtakım maddeler sıralamasıdır. Herhangi bir Çin eczanesine gidip bakın: bir sürü gözü bulunan ve her gözde de yüksük otu, ravent kökü, güherçile gibi bir ilacın.... yani orada olması gereken her şeyin adı yazılı olan dolaplar göreceksiniz. Bu yöntem yoldaşlarımız tarafından da benimsenmiştir. Bu yoldaşlar makalelerinde, konuşmalarında, kitaplarında ve raporlarında, birinci olarak büyük Çin rakamları, ikinci olarak küçük Çin rakamları, üçüncü olarak on semavi cismin işaretlerini, dördüncü olarak on iki dünyevi dalın işaretlerini, sonra büyük harf A, B, C, D, ondan sonra küçük harf a, b, c, d, daha sonra Arap rakamları ve daha neler neler kullanıyorlar! Eskiler ve yabancılar, en küçük bir çaba harcamadan bir Çin eczanesi açabilelim diye bütün bu sembolleri yarattıkları için ne kadar da talihliyiz! Bir sürü laf etmesine rağmen, hiçbir tutum almayan, sadece o sembollerle kulak tırmalayan bir makale gerçek bir içerikten yoksundur ve bir Çin eczanesinden başka bir şey değildir. On semavi cisim vb. gibi semboller kullanılmamalıdır demek istemiyorum: sadece meselelere bu tür bir yaklaşımın yanlış olduğunu söylemek istiyorum. Çin eczanesinden ödünç alınan ve birçok yoldaşımızın çok sevdiği yöntem, gerçekten de bütün yöntemlerin en kabası, en çocukcası ve en dar kafalısıdır. Bu yöntem, şeyleri iç ilişkilerine göre değil, dış ilişkilerine göre sınıflandıran şekilci bir yöntemdir. Eğer bir kimse birbiriyle iç ilişkisi bulunmayan bir kavram yığınını alıyor ve onları bir makale, konuşma ya da raporda şeylerin dış özelliklerine göre sıralıyorsa, o kimse laf cambazlığı yapıyor demektir. Böyle bir kimse, bu cambazlığı başkalarına [sayfa 64] da bulaştırabilir ve sonunda onların sorunu düşünürken ya da bir şeyin özünü incelerken kendi kafalarını kullanmamalarına, olguları A, B, C, D diye sıralamakla yetinmelerine yol açabilir. Sorun nedir? Sorun, bir şeyin içindeki çelişmedir. Nerede çözülmemiş bir çelişme varsa, orada bir sorun var demektir. Eğer bir mesele varsa, bir tarafın yanında, öteki tarafın karşısında olmak ve sorunu ortaya koymak gerekir. Çelişmenin niteliğini kavrayabilmek için, sorunu ortaya koymadan önce, sorunun ya da çelişmenin iki ana yönünü araştırmak ve incelemek sorunu keşfedebilir, ortaya koyabilir; ama onu çözemez. Sorunu çözmek için sistemli ve kapsamlı bir araştırma ve inceleme gerekir. Bu sorunu keşfetme sürecidir. Ön araştırma ve inceleme gereklidir. Bu, tahlil sürecidir. Aynı zamanda sorunu ortaya koyarken de tahlil yapmak gerekir; yoksa karmaşık ve şaşırtıcı bir olgu yığınıyla karşılaşıldığında, sorunun ya da çelişmenin nerede yattığını bulup çıkarmak mümkün olamaz. Ama tahlil süreci derken, sistemli ve kapsamlı bir tahlil sürecini kastediyoruz. Çoğu zaman bir sorun ortaya konulduğu halde çözülemez, çünkü şeylerin iç ilişkileri henüz açığa çıkartılmamış, henüz sistemli ve kapsamlı bir tahlil süreci gerçekleştirilmemiştir. Bu nedenle, sorunun ana hatlarını hâlâ açıkça göremeyiz, bir senteze varamayız ve dolayısıyla da sorunu iyi çözemeyiz. Eğer bir makale ya da konuşma önemliyse ve yol göstermeyi amaçlıyorsa, sorunu ortaya koymak, tahlil etmek, sonra da sorunun özüne parmak basan ve bir çözüm yöntemi getiren bir senteze varmak zorundadır. Bütün bu süreç içinde şekilci yöntemlerin hiçbir yararı yoktur. Partimizde çocukça, kaba, dar kafalı ve kaytarmacı şekilci yöntemler hüküm sürdüğüne göre, onları açığa çıkarmalıyız. Meseleleri gözlemleme, ortaya koyma, tahlil etme ve çözmede Marksist yöntemi kullanmayı herkesin öğrenmesi ancak böyle mümkün olabilir. Çalışmalarımızı iyi bir şekilde yürütmemiz ve devrimci davamızın zafere ulaşması ancak böyle mümkün olabilir.
Basmakalıp Parti yazısına karşı altıncı suçlama, sorumsuz olması ve her ortaya çıktığı yerde halka zarar vermesidir. Yukarda sözü edilen bütün hatalar biraz acemilikten, biraz da sorumluluk duygusunun yetersizliğinden ileri gelmektedir. Bu noktayı açıklamak için, yüz yıkamayı ele alalım. Hepimiz yüzümüzü her gün yıkarız, birçoğumuz [sayfa 65] bir kereden de fazla yıkar, daha sonra da acaba bir kusur var mı diye "araştırma ve inceleme" yoluyla yüzümüzü aynada kontrol ederiz. (Yüksek sesle gülüşmeler.) Ne kadar büyük bir sorumluluk duygusu! Makale ve konuşmalarımızı da aynı sorumluluk duygusuyla hazırlarsak hiç fena olmaz. Sunulmaya değer olmayan, bir şeyi sunmayın. Onun, başkalarının düşüncelerini ve eylemlerini etkileyebileceğini hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayın. Eğer bir insan bir-iki gün yüzünü yıkamazsa, bu kuşkusuz iyi bir şey değildir. Kuşkusuz, yıkadıktan sonra yüzünde biraz kir kalması da iyi bir şey değildir, ama bunda ciddi bir tehlike yoktur. Oysa makale yazarken ya da konuşma yaparken durum farklıdır. Makalenin ve konuşmanın biricik amacı, başkalarını etkilemektir. Ama yoldaşlarımız bu görevi gelişigüzel bir şekilde ele alıyorlar. Bu önemsiz olanı önemli olandan üstün tutmak demektir. Birçokları hiçbir inceleme ya da hazırlık yapmadan makaleler yazıyor, konuşmalar yapıyorlar. Bir makaleyi yazdıktan sonra da, yıkandıktan sonra yüzlerini aynada inceledikleri gibi makaleyi birkaç kere okumak zahmetine katlanmıyor ve onu öylece yayımlanmaya gönderiyorlar. Bunun sonucunda da çoğu zaman "kalemlerinden binlerce kelime dökülmekte, ama konudan on binlerce fersah uzaklaşmakladırlar". Bu yazılar yetenekli görünebilirler, ama aslında halka zarar verirler. Bu kötü alışkanlık, bu yetersiz sorumluluk duygusu düzeltilmelidir.
Basmakalıp Parti yazısına karşı yedinci suçlama, bütün Partiyi zehirlemesi ve devrimi tehlikeye düşürmesidir. Sekizinci suçlama ise, yaygınlaştığı takdirde ülkeyi yıkabileceği ve halkı mahvedebileceğidir. Bu iki suçlama kendiliğinden anlaşılmakta ve daha fazla bir açıklamayı gerektirmemektedir. Başka bir deyişle, basmakalıp Parti yazıları düzeltilmez ve dizginsiz bir biçimde gelişmelerine göz yumulursa, sonuç gerçekten çok ciddi olacaktır. Öznelcilik ve sekterlik zehiri basmakalıp Parti yazılarında saklıdır. Bu zehir yayılırsa, hem Partiyi, hem de ülkeyi tehlikeye düşürebilir.
Yukarda saydığımız sekiz nokta, basmakalıp Parti yazılarına karşı silaha sarılma çağrımızdır.
Parti içindeki basmakalıp yazı tarzı, hem devrimci ruhu dile getirmek için elverişli değildir, hem de devrimci ruhu yok etme eğilimindedir. [sayfa 66] Devrimci ruhu geliştirmek için basmakalıp Parti yazılarını tasfiye etmek, onların yerine faal, canlı, diri ve güçlü olan Marksist-Leninist yazım tarzını benimsemek gerekir. Gerçi Marksist-Leninist yazım tarzı uzun zamandan beri vardır, ama gene de zenginleştirilmesi ve aramızda yaygın bir hale getirilmesi gerekmektedir. Yabancı basmakalıp yazıyı ve basmakalıp Parti yazısını ortadan kaldırırsak, yeni yazı tarzımızı zenginleştirebilir, yaygın bir hale getirebilir ve böylece Partinin devrimci davasını ilerletebiliriz.
Parti basmakalıpçılığı sadece makale ve konuşmalarda değil, aynı zamanda toplantıların yönetilmesinde de görülmektedir. "1. Açılış konuşması: 2. Rapor: 3. Tartışma: 4. Sonuçlar ve 5. Kapanış." Büyük küçük her toplantıda, her yerde ve her zaman bu katı usul izlenirse, ortaya başka bir Parti basmakalıpçılığı çıkmaz mı? Toplantılara sunulan "raporlar" genellikle şöyle olmaktadır: "1. Uluslararası durum; 2. Ülke içindeki durum; 3. Sınır Bölgesi ve 4. Kendi çalışma alanımız." Ve toplantılar sabahtan akşama kadar sürmekte, söyleyecek hiçbir sözü olmayanlar bile sanki konuşmazlarsa Başkaları hayal kırıklığına uğrayacakmış gibi kürsüye çıkmaktadırlar. Sözün kısası, somut durum göz ardı edilmekte, eski katı biçimlere ve alışkanlıklara körü körüne bağlı kalınmaktadır. Bütün bunları da düzeltmemiz gerekmez mi?
Bugünlerde birçok kimse milli ve bilimsel bir yazım tarzı, kitleler seslenen yazım tarzı yolunda bir dönüşüm istemektedir. Bu, çok iyi bir şeydir. Ama "dönüşüm", derinlemesine, tepeden tırnağa ve baştan aşağı değişme demektir. Oysa en küçük bir değişiklik bile yapmamış olan kimseler dönüşüm çağrısında bulunuyorlar. Bu yoldaşlara, "dönüşüm"den söz etmeden önce kendilerinde ufak da olsa bir değişiklik yapmalarını öğütlerim; yoksa yakalarını dogmatizmden ve basmakalıp Parti yazısından kurtaramazlar. Bu, yeteneksiz olup da büyük hedeflere yönelmek, istidatsız olup da büyük amaçlar peşinde koşmak şeklinde açıklanabilir ve bununla hiçbir şey başarılamaz. Dolayısıyla, "kitlelere hitap eden yazım tarzı yolunda bir dönüşüm"den sık sık söz eden, ama aslında kendi dar çevresine tıkılıp kalan bir kimse çok dikkatli olmalıdır. Yoksa günün bilinde kitleler, karşısına dikilip de, "Söyleyin bakalım beyefendi, neymiş bu "dönüşüm"? Rica etsek biraz da biz görebilir miyiz?" dedikleri zaman, zor durumda kalacaktır. Eğer [sayfa 67] gevezelik etmiyor, kitlelere hitap eden yazım tarzı yolunda bir dönüşümü içtenlikle istiyorsa, gerçekten halkın içine girmeli ve halktan öğrenmelidir. Aksi takdirde sözünü ettiği "dönüşüm" havada kalacaktır. Bazıları ise kitlelere hitap eden yazım tarzı yolundaki bir dönüşüm hakkında yaygaralar koparmakta, oysa halkın dilini kullanarak iki kelimeyi bir araya getirememektedirler. Bu da onların kitlelerden öğrenmeye gerçekten kararlı olmadıklarını göstermektedir. Kafaları kendi dar çevrelerinin sınırlarını aşamamaktadır.
Bu toplantıda, içinde dört makale bulunan Propaganda Kılavuzu adlı bir broşür dağıtıldı. Yoldaşlarımıza bunu döne döne okumalarını öğütlerim.
Broşürün, Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevik) Tarihi, Kısa Ders'ten yapılan aktarmalardan oluşan birinci yazısı, Lenin'in propaganda çalışmasını nasıl yürüttüğünü ele almaktadır. Başka şeylerin yanı sıra, Lenin'in nasıl broşür yazdığını anlatmaktadır:
Lenin'in önderliğindeki İşçi Sınıfının Kurtuluşu için Petersburg Mücadele Birliği, Rusya'da sosyalizmi işçi sınıfı harekeliyle birleştirmeye başlayan ilk kuruluştu. Bir fabrikada grev meydana gelir gelmez, gruplarının üyeleri aracılığıyla fabrikalardaki sorunlar hakkında daima ayrıntılı bilgi sahibi olan Mücadele Birliği, broşürler ve sosyalist bildiriler dağıtarak hemen harekete geçiyordu. Bu broşürler, fabrika sahiplerinin işçilere yaptığı baskılan gözler önüne seriyor, işçilerin kendi çıkarları uğrunda nasıl mücadele etmesi gerektiğini açıklıyor ve işçilerin isteklerini duyuruyordu. Broşürler kapitalizmin bozuklukları, işçilerin yoksulluğu, 12 ile 14 saatlik dayanılmaz işgünü ve işçilerin bütün haklardan yoksun oluşu hakkındaki gerçekleri dile getiriyordu. Aynı zamanda, uygun siyasi istekler de ortaya atıyorlardı.
Dikkat edin, "ayrıntılı bilgi sahibi olan" ve "gerçekleri dile getiren" diyor! Devam edelim:
1894 yılı sonunda Lenin, işçi Babuşkin'le birlikle bu tipte ilk ajitasyon broşürünü ve grevde bulunan Petersburg'daki Semyannikov [sayfa 68] Fabrikası işçilerine çağrıyı yazdı. Broşür yazarken, sorunlar hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olan yoldaşlara danışmamız gerekir. Lenin yazı yazarken ve çalışırken daima böyle bir araştırma ve incelemeye dayanmıştır. Her broşür işçilerin moralini güçlendirmeye büyük ölçüde katkıda bulundu. İşçiler, Sosyalistlerin kendilerine yardım ettiğini ve kendilerini savunduğunu gördüler.[20]
Lenin'le aynı fikirde miyiz? Eğer aynı fikirdeysek, Lenin ruhuyla çalışmalıyız. Yani, Lenin'in yaptığı gibi yapmalı, bir yığın sayfayı boş lafla doldurmamalı, okurları dikkate almadan oku rasgele fırlatmamalı, sadece kendi görüşlerimize dayanmamalı ve şişirmeci olmamalıyız.
Broşürdeki ikinci yazı ise, Dimitrov'un, Komünist Enternasyonal'in Yedinci Dünya Kongresi'ndeki konuşmalarından yapılan aktarmalardan oluşmaktadır. Dimitrov ne diyordu? Şöyle diyordu:
Kitlelere, kitabi kalıpların diliyle değil, her sözcüğü ve her düşüncesi milyonlarca insanın en derin duygu ve düşüncelerini yansıtan bir dille, kitlelerin davası uğruna savaşanların diliyle hitap etmesini öğrenmeliyiz.[21]
Ve gene:
…kitlelerin anlayacağı dille konuşmasını öğrenmezsek, kitleler aldığımız kararları kavrayamazlar.
Biz her zaman sade ve somut bir şekilde konuşmasını, kitlelerin bildiği ve anlayabileceği örneklerle konuşmasını bilmiyoruz. Hâlâ anlamadan ezberlediğimiz soyut formülleri kullanmadan edemiyoruz. Nitekim broşürlerimize, gazetelerimize, kararlarımıza ve tezlerimize bakacak olursanız, bunların bırakalım sıradan işçileri. Parti görevlilerimizin bile anlamakta zorluk çektiği ağır bir dil ve üslupla yazılmış olduklarını görürsünüz.[22] [sayfa 69]
Ne dersiniz? Dimitrov, bu sözleriyle zayıf noktamıza parmak basmıyor mu? Demek, basmakalıp Parti yazıları Çin'de olduğu kadar yabancı ülkelerde de varmış. Bu, ortak bir hastalık. (Gülüşmeler.) Ama gene de biz, Dimitrov yoldaşın öğüdüne uyarak kendi hastalığımızı bir an önce düzeltmeliyiz.
Şunu her birimiz bir kanun, bir Bolşevik kanunu, bir temel kural haline getirmeliyiz:
Yazarken ya da konuşurken, seni anlaması, senin çağrına inanması ve seni izlemeye hazır olması gereken sıradan işçiyi hiçbir zaman aklından çıkarma! Kimin için yazdığını ve kimin için konuştuğunu hiçbir zaman aklından çıkarma.[23]
Bu, Komünist Enternasyonal tarafından bizim için hazırlanan ve kesinlikle izlenmesi gereken bir kuraldır. Bunu kendimiz için bir kanun haline getirelim!
Broşürdeki üçüncü yazı Lu Sun'un Bütün Eserleri'nden alınmıştır. Burada yazar, nasıl yazı yazmak gerektiğini tartışmakta ve Kepçe[24] dergisine cevap vermektedir. Lu Sun ne diyordu? Bazılarını buraya aktaracağımız sekiz yazı kuralı öneriyordu.
Birinci Kural: "Her şeyin her yönüne özel dikkat gösterin; daha çok gözlemde bulunun ve eğer çok az bir gözlemde bulunduysanız, sakın yazmayın."
"Her şeyin her yönüne özel dikkat gösterin" diyor, yoksa sadece bir şeye ya da bir şeyin sadece bir yönüne değil. "Daha fazla gözlemde bulunun" diyor, sadece bir göz atın ya da yarını yamalak gözden geçirin demiyor. Ya biz ne yapıyoruz? Çoğu zaman çok az bir gözlemde bulunduktan sonra yazı yazarak bunun tam tersini yapmıyor muyuz?
İkinci Kural: "Söyleyecek bir şeyiniz olmadığı zaman, kendinizi yazmak için zorlamayın." [sayfa 70]
Ya biz ne yapıyoruz? Kafamızın bomboş olduğu apaçık meydandayken, çoğu zaman yazmak için kendimizi zorlamıyor muyuz? Araştırma ya da inceleme yapmadan kaleme sarılıp "yazmak için kendimizi zorlamak" sorumsuzluktan başka bir şey değildir.
Dördüncü Kural: "Bir yazıyı yazdıktan sonra en azından iki kere daha okuyun; gerekli olmayan kelime, cümle ve paragrafları hiç çekinmeden çıkarıp atmak için elinizden geleni yapın. Hikâyelik bir malzemeyi genişletip roman haline getirmektense, romansı bir malzemeyi kısaltıp hikâye haline getirin."
Konfüçyüs, "iki kere düşünün"[25] diye öğüt vermişti. Han Yu ise, "bir iş üzerinde düşünülerek başarılır"[26] demişti. Bu eskidendi. Bugün meseleler çok daha karmaşık bir hale gelmiştir ve bazen üç-dört kere düşünmek bile yetmemektedir. Lu Sun, "yazdığınızı en azından iki kere okuyun" demişti. Peki, en fazla kaç kere okuyalım? Lu Sun bu konuda bir şey söylememiş, ama bana kalırsa önemli bir makaleyi on kereden de fazla okumakta, yayımlanmadan önce dikkatli bir şekilde gözden geçirmekte yarar vardır. Makaleler, girift ve karmaşık olan ve gereğince ifade edilebilmesi için tekrar tekrar incelenmesi gereken nesnel gerçekliğin bir yansımasıdır. Dolayısıyla ancak yazı kurallarından habersiz olan bir kişi bu konuda gevşek davranabilir.
Altıncı Kural: "Kendinizden başka kimsenin anlayamayacağı sıfatlar ya da terimler uydurmayın."
Biz, "kimsenin anlayamayacağı" bir yığın deyim "uydurduk". Bazen tek bir cümle kırk-elli kelimeyi bulmakta ve "kimsenin anlayamayacağı sıfatlar ya da terimler" yığını haline gelmektedir. Bıkmadan usanmadan Lu Sun'u örnek almamızı öğütleyenlerin birçoğu aslında ona kulak asmayanların ta kendileridir!
Broşürdeki son yazı, Çin Komünist Partisi Altıncı Merkez Komitesi [sayfa 71] Altıncı Genel Toplantısında okunan ve kabul edilen milli propaganda tarzının nasıl geliştirileceği üzerine rapordan alınmıştır. 1938'de yapılan bu genel toplantıda, "Marksizm'den Çin'in belli özelliklerinden kopuk bir şekilde söz etmek, soyut bir Marksizmdir, havada kalan bir Marksizmdir." demiştik. Yani, Marksizm hakkında edilen bütün boş lallara karşı çıkmalıyız. Çin'de yaşayan Komünistler Marksizmi Çin devriminin gerçeklerine bağlı olarak incelemelidirler.
Raporda şöyle deniliyordu:
Yabancı basmakalıpçılık ortadan kaldırılmalıdır; boş ve soyut teranelere son verilmeli, dogmatizm bir kenara bırakılmalıdır. Bunların yerini, Çin halkının çok sevdiği diri ve yaşayan Çin tarzı ve Çin ruhu almalıdır. Enternasyonalist özü milli biçimden koparmak, ancak enternasyonalizmin e'sinden haberi olmayanların yapacağı bir iştir. Biz, tam tersine, bu ikisini sımsıkı birleştirmeliyiz. Bu konuda saflarımızda ciddiyetle giderilmesi gereken önemli hatalar vardır.
Bu raporda yabancı basmakalıpçılığın ortadan kaldırılması istenmişti, oysa bazı yoldaşlar bunu hâlâ piyasaya sürmektedirler. Boş ve soyut teranelere son verilmesi istenmişti, oysa bazı yoldaşlar bunları hâlâ inalla sürdürmektedir. Dogmatizmin bir kenara bırakılması istenmişti, oysa bazı yoldaşlar onu canlandırmaya çalışmaktadır. Sözün kısası, Altıncı Genel Toplantıda kabul edilen bu rapor, sanki ona bile bile karşı çıkan birçok kimsenin bir kulağından girmiş , öbür kulağından çıkmıştır.
Merkez Komitesi, basmakalıp Parti yazılarını, dogmatizmi ve benzerlerini derhal bir kenara atmamızı kararlaştırmış bulunuyor. Zaten bir de bu nedenle geldim ve uzun uzadıya konuştum. Yoldaşların söylediklerimi yeniden düşüneceklerini ve tahlil edeceklerini ve ayrıca her yoldaşın da kendi özel durumunu tahlil edeceğini umarım. Herkes kendini iyice incelemeli ve açıklığa kavuşturduğu ve gerçekten üzerinden attığı bütün zaaflarını yakın arkadaşlarıyla ve çevresindeki yoldaşlarla bir kere daha konuşmalıdır. [sayfa 72]
YENAN SANAT ve EDEBİYAT FORUMUNDA KONUŞMALAR
Mayıs 1942
AÇILIŞ KONUŞMASI
2 Mayıs 1942
Yoldaşlar! Bugün bu foruma, fikir alışverişinde bulunmak ve sanat ve edebiyat alanlarındaki çalışmalar ile genel olarak devrimci çalışma arasındaki ilişkiyi incelemek için çağrılmış bulunuyorsunuz. Amacımız, devrimci sanat ve edebiyatın, doğru gelişme yolunu izlemesini; milli düşmanlarımızın alt edilmesini ve milli kurtuluş görevinin başarılmasını kolaylaştırarak öteki devrimci çalışmalara daha fazla yardım etmesini sağlamaktır.
Çin halkının kurtuluşu uğrundaki mücadelemizde çeşitli cepheler vardır; kalem ve silah cepheleri, yani kültürel ve askeri cepheler de bunlar arasındadır. Düşmanı yenmek için öncelikle silahlı orduya dayanmak zorundayız. Ama bu ordu tek başına yeterli değildir: saflarımızı birleştirmek ve düşmanı yenmek için kesinlikle bir kültür ordusuna da sahip olmalıyız. 4 Mayıs Hareketinden bu yana Çin'de böyle bir kültür ordusu şekillenmeye başladı. Bu ordu Çin devrimine yardımcı oldu; Çin'de emperyalist saldırıya hizmet eden feodal ve komprador kültürün hâkimiyet alanını gitgide daralttı ve bu kültürlerin etkisini zayıflattı. Çinli gericiler, yeni kültüre karşı koymak için şimdi ancak "niteliğin karşısına nicelikle çıkabiliyorlar". Başka bir deyişle, gericilerin parası var ve doğru dürüst tek bir şey yaratamadıkları halde, nicelik bakımından ortaya pek çok şey çıkarıyorlar. 4 Mayıs Hareketinden bu yana, sanat ve edebiyat, kültür cephesinin önemli ve başarılı bir kesimini oluşturdu. On yıllık iç savaş sırasında devrimci [sayfa 73] sanat ve edebiyat hareketi büyük bir gelişme gösterdi. Hem bu hareket, hem de devrimci savaş aynı genel doğrultuda ilerlediler; ama bu iki kardeş ordu, pratik çalışmalarında birbirlerine bağlanmış değillerdi: çünkü gericiler bu iki orduyu birbirinden koparmıştı. Japonya'ya Karşı Direnme Savaşı'nın patlak vermesinden bu yana, Yenan'a ve Japonya'ya karşı, öteki üs bölgelerimize gittikçe daha çok sayıda devrimci yazar ve sanatçının gelmesi çok iyi bir şeydir. Ama bu onların üs bölgelerine gelmekle buradaki halk kitleleriyle bütünüyle bütünleşiverdikleri anlamına gelmez. Eğer devrimci çalışmamızı daha ileri götüreceksek, bu ikisinin bütünüyle bütünleştirilmesi gerekmektedir, işte bugünkü toplantımızın amacı; sanat ve edebiyatın, devrimci makinenin bütününün içine ayrılmaz bir parça olarak yerleşmesini, halkı birleştirmek ve eğitmek, düşmana saldırmak, onu yok etmek için güçlü bir silah olarak işlemesini ve halkın düşmana karşı tek bir yürek, tek bir kafa halinde savaşmasına yardımcı olmasını kesinlikle sağlamaktır. Bu hedefe ulaşmak için çözülmesi gereken sorunlar nelerdir? Bana kalırsa bunlar, yazarların ve sanatçıların sınıf tavırları: davranışları; okur, dinleyici ve seyircileri; çalışmaları ve incelemeleriyle ilgili sorunlardır.
Sınıf tavrı meselesi. Tavrımız, proletaryanın ve kitlelerin tavrıdır. Komünist Partisi üyeleri için bu, Parti tavrına, Parti ruhuna ve Parti siyasetine bağlı kalmak demektir. Sanat ve edebiyat işçilerimiz arasında, bu meselenin kavranmasında hâlâ yanılgıya düşen ya da bu meselede yeterince berrak bir fikre kavuşmamış olan var mıdır? Bence vardır. Yoldaşlarımızın birçoğu doğru tavırdan sık sık ayrılmıştır.
Davranış meselesi. Bir kimsenin tavrından, belli meselelere karşı belli davranışlar doğar. Örneğin, bir kimsenin övülmesi mi, yoksa teşhir edilmesi mi gerekir? Bu, bir davranış meselesidir. İstenen davranış hangisidir? Bence her ikisi de. Burada mesele, ele alınanın kim olduğudur. Üç çeşit insan vardır: Düşmanlarımız, birleşik cephedeki müttefiklerimiz ve kendi halkımız. Halkımız, kitleler ve onun öncüsüdür. Bu üç çeşit insandan her birine karşı farklı bir davranış benimsemeliyiz. Düşmanlarımız, yani Japon emperyalizmi ve bütün diğer halk düşmanları söz konusu olduğunda, devrimci yazar ve sanatçıların görevi; Japon aleyhtarı orduyu ve halkı, düşmanı alt etmede [sayfa 74] tek bir yürek ve tek bir kafa halinde kararlılıkla savaşmaları için yüreklendirmek amacıyla, düşmanın ikiyüzlülüğünü ve zulmünü açığa aynı zamanda onun yenilgisinin kaçınılmaz olduğunu göstermektir. Birleşik cephedeki birbirinden farklı müttefiklerimize gelince; davranışımız, hem ittifak hem eleştiri olmalıdır ve burada birbirinden farklı türden ittifaklar ve eleştiriler söz konusudur. Onları Japonya'ya karşı direnişlerinde destekler ve her türlü başarılarını överiz. Ama Direnme Savaşı'nda faal olarak yer almadıkları takdirde, onları eleştirmemiz gerekir. Eğer bir kimse Komünist Partisine ve halka karşı çıkar ve gericilik yolunda ilerlemekte devam ederse, ona kesinlikle karşı çıkarız. Halk kitlelerine, onların güçlü çabalarına ve mücadelelerine, onların ordusuna ve Partisine gelince, bunları kesinlikle övmeliyiz. Halkın da kendine göre kusurları vardır. Hem köylüler, hem de şehir küçük burjuvazisi geri fikirlere sahip olduğu gibi, proletarya içinde de çokları küçük burjuva fikirleri taşırlar. Bu fikirler onların mücadelelerini köstekleyen birer yüktür. Büyük adımlarla ilerleyebilmeleri için onları eğitmede ve bu yükleri sırtlarından atmaları, kendi kusur ve hatalarıyla mücadele etmeleri için onlara yardımcı olmada sabır göstermeli ve uzun zaman harcamalıyız. Halk kitleleri, mücadele içinde kendilerini yeniden kalıba dökmüşlerdir ya da dökmektedirler: sanat ve edebiyatımız da işte bu süreci dile getirmelidir. Halk kitleleri hatalarında ısrar etmedikleri sürece, biz de onların olumsuz yanlan üzerinde durmamalı ve dolayısıyla onlarla alay etmek, hatta daha da kötüsü onlara düşmanca davranmak gibi hatalara kapılmamalıyız. Yazılarımız; onların birleşmelerine, ilerlemelerine, tek bir yürek ve tek bir kafa halinde ileri atılmalarına, geri olanı atıp devrimci olanı geliştirmelerine yardımcı olmalı, asla bunların tersini yapmamalıdır.
Sanat ve edebiyat eserlerimizin kimin için yaratıldığı meselesi: yani okur, dinleyici ve seyirci meselesi. Bu mesele, Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'nde ve Kuzey ve Orta Çin'deki Japonya'ya karşı üs bölgelerinde, Guomindang bölgelerinden farklı olduğu gibi. Direnme Savaşı öncesinde Şanghay'dakinden de farklıdır. Şanghay döneminde, devrimci sanat ve edebiyat eserlerinin başlıca\)kur, dinleyici ve seyircisi esas olarak öğrencilerin, memurların ve tezgâhtarların bir [sayfa 75] kesiminden oluşuyordu. Direnme Savaşı'nın patlak vermesinden sonra Guomindang bölgelerindeki okur, dinleyici ve seyirci biraz daha genişledi ama hâlâ esas olarak aynı türde insanlardan oluşuyordu; çünkü bu bölgelerde hükümet, devrimci sanat ve edebiyatın işçilere, köylülere ve askerlere ulaşmasını engellemekteydi. Bizim üs bölgelerimizde ise durum bütünüyle farklıdır. Sanat ve edebiyat eserlerinin buradaki okur, dinleyici ve seyircileri işçiler, köylüler, askerler ve devrimci kadrolardır. Üs bölgelerimizde öğrenciler de vardır, ama bunlar eski tipte öğrencilerden farklıdır; bunlar ya eski kadrolardır ya da geleceğin kadrolarıdır. Her türden kadro, ordudaki savaşçılar, fabrikalardaki işçiler, köylerdeki köylüler, okuma-yazma öğrenir öğrenmez kitap ve gazete okumak; okuma-yazma bilmeyenlerin tercihi ise oyunlar ve operalar seyretmek, resimler ve tablolar görmek, şarkılar söylemek ve müzik dinlemek. İşte sanal ve edebiyat eserlerimizin okurları, dinleyicileri ve seyircileri bunlardır. Yalnızca kadroları ele alalım. Bunların sayıca az olduklarını sanmayın, Guomindang bölgelerinde yayımlanmış herhangi bir kitabın okurlarından çok daha fazladırlar. O bölgelerde bir kitap genellikle bir basımda sadece iki bin hatta üç basımda toplam olarak sadece altı bin adet basılır; üs bölgelerindeki kadrolara gelince, sadece Yenan'da kitap okuyan kadroların sayısı on binin üzerindedir. Üstelik bunların çoğu uzun tecrübelerde sınanmış ve çelikleşmiş devrimcilerdir; ülkenin dört bir yanından gelmişlerdir ve değişik yerlerde çalışmaya gideceklerdir. Bu yüzden, bu kadroların arasında eğitim çalışması yapmak çok önemlidir. Sanat ve edebiyat işçilerimiz bu durumu göz önünde bulundurarak ortaya iyi bir, çalışma koymalıdırlar.
Sanat ve edebiyatımızın okur, dinleyici ve seyircileri, işçilerden, köylülerden, askerlerden ve onların kadrolarından oluştuğuna göre, onları iyi anlamak ve iyi tanımak sorunu çıkmakladır. Onları iyi anlamak ve iyi tanımak için, Parti ve hükümet örgütleri içindeki, köylerdeki ve fabrikalardaki, Sekizinci Yol Ordusu'ndaki ve Yeni Dördüncü Ordu'daki farklı nisanları ve olayları iyi anlamak ve iyi tanımak için çok çalışmak zorunluluğu vardır. Yazarlarımız ve sanatçılarımız sanat ve edebiyat çalışmalarını elbette yapacaklardır; ama onların asıl görevi, halkı iyi anlamak ve iyi tanımaktır. Yazarlarımızın ve sanatçılarımızın bu konudaki tavırları şimdiye kadar nasıl olmuştur? [sayfa 76]
Bence, onların bilgileri ve anlayışları eksiktir ve "yiğitliğini gösterecek yer bulamayan bir kahraman"a benzemektedirler. Bilgi eksikliği ne demektir'? Halkı iyi tanımamak demektir. Yazarların ve sanatçıların, ne anlattıkları kişiler hakkında, ne de okurları, dinleyicileri ye seyircileri hakkında doğru dürüst bir bilgileri vardır; hatta onları hiç tanımadıkları söylenebilir. İşçileri, köylüleri, askerleri hiç tanımadıkları gibi, kadroları da iyi tanımıyorlar. Anlayış eksikliği ne demektir? Dili anlamamak, yani, kitlelerin zengin ve canlı diline aşina olmamak demektir. Yazarların ve sanatçıların birçoğu, kitlelerden kopuk oldukları ve boş bir hayat sürdükleri için pek tabii ki halkın diline yabancıdır. Bunun için de, sadece eserlerini yavan bir dille yazmakla kalmıyorlar, aynı zamanda halkın kullandığı deyimlere ters düşen kendi ipe sapa gelmez deyimlerini de uyduruyorlar. Birçok yoldaş "kitlelere seslenen üslup"tan söz etmeye bayılıyor, peki bu gerçekte ne demektir? Yazarlarımızın ve sanatçılarımızın duygu ve düşüncelerinin işçi, köylü ve asker kitlelerinin duygu ve düşünceleriyle kaynaştırılması demektir. Bu kaynaşmayı gerçekleştirebilmek için yazarlar ve edebiyatçılar kitlelerin dilini ciddiyetle öğrenmek zorundadırlar. Kitlelerin dilini bile büyük ölçüde anlaşılmaz bulursanız, sanat ve edebiyat alanında yaratıcılıktan nasıl söz edebilirsiniz? "Yiğitliğini gösterecek yer bulamayan bir kahraman" dediğimiz zaman, sizin o yüce gerçekler yığınınıza kitlelerin değer vermemesini kastediyoruz. Siz kitleler önünde ne kadar çok kıdemlilik taslarsanız ve ne kadar çok "kahramanlık" satarsanız, bu saçmalıkları kitlelere yutturmak için ne kadar çok uğraşırsanız, kitlelerin bunları kabul etmesi de o kadar uzak bir olasılık olacaktır. Eğer kitlelerin sizi anlamasını istiyorsanız, eğer kitlelerle bütünleşmek istiyorsanız, uzun ve hatta acılı bir çelikleşme sürecinden geçmeye karar vermek zorundasınız. Burada, kendi tecrübemi, kendi duygularımın nasıl değiştiğini size anlatabilirim. Hayata bir öğrenci olarak atıldım ve okulda öğrenci alışkanlıkları edindim; o zamanlar elle en ufak bir iş görmekten, örneğin sırtlarında ya da ellerinde herhangi bir şey taşımaktan aciz olan öğrenci arkadaşlarımın önünde kendi eşyalarımı taşımayı bile onur kırıcı bir iş olarak görüyordum. O zamanlar dünyadaki temiz insanların sadece aydınlar olduğunu, buna karşılık işçilerle köylülerin aydınlara kıyasla pis olduklarını sanıyordum. Başka bir aydının elbisesini giymekle [sayfa 77] bir sakınca görmezdim; çünkü o elbisenin temiz olduğuna inanırdım. Oysa bir işçinin ya da köylünün elbisesini giyemezdim; çünkü onun pis olduğunu sanırdım. Ama devrimci olup da işçilerle, köylülerle ve devrimci ordunun askerleriyle birlikte yaşamaya başladıktan sonra, zamanla onları iyice tanıdım, onlar da zamanla beni iyi tanıdılar. İşte burjuva okullarında bana aşılanmış olan burjuva ve küçük burjuva duygulanın ancak o zaman kökünden değiştirebildim. Kendilerini yeniden şekillendirmemiş olan aydınların işçilerle ve köylülerle karşılaştırıldığında temiz olmadıklarını, son tahlilde de işçilerle köylülerin en temiz insanlar olduklarını, hatta elleri çamura, ayakları inek pisliğine bulanmış bile olsa onların, aslında burjuva ve küçük burjuva aydınlarından çok daha temiz olduklarını anladım. Duygularda meydana gelen değişiklikten, bir sınıftan öbürüne geçmekten kastedilen budur. Aydın çevrelerden gelen yazarlarımız ve sanatçılarımız eserlerinin kitleler tarafından kabul görmesini istiyorlarsa, duygu ve düşüncelerini geliştirmek ve yeniden şekillendirmek zorundadırlar. Böyle bir değişim, böyle bir yeniden şekillenme olmadan ortaya iyi bir şey koyamaz ve kitlelerce yadırganırlar.
Son mesele, inceleme konusudur; bununla, Marksizm-Leninizmin ve toplumun incelenmesini kastediyorum. Kendini devrimci bir Marksist yazar sayan herkes, özellikle Komünist Partisi üyesi olan herhangi bir yazar, Marksizm-Leninizmi bilmek zorundadır. Ne var ki, bugün Marksizmin temel kavramlarından habersiz olan bazı yoldaşlar var. Örneğin, bilincin varlık tarafından belirlenmesi, duygu ve düşüncelerimizin sınıf mücadelesinin ve milli mücadelenin nesnel gerçekleri tarafından belirlenmesi, temel bir Marksist kavramdır. Oysa yoldaşlarımızdan bazıları bu gerçeği tepetaklak ediyor ve her şeyin "sevgi"den başlaması gerektiğini ileri sürüyorlar. Sevgiye gelince, sınıflı bir toplumda ancak sınıfsal bir sevgi olabilir; ama bu yoldaşlar sınıflarüstü bir sevginin, soyut sevginin ve hatta soyut özgürlüğün, soyut gerçeğin, soyut insan doğasının vb. peşinde koşuyorlar. Bu da onların burjuvaziden derin bir şekilde etkilendiklerini gösteriyor. Bu yoldaşlar kendilerini bu etkilenmeden bütünüyle kurtarmalı ve alçakgönüllülükle Marksizm-Leninizmi incelemelidirler. Yazarların ve sanatçıların sanat ve edebiyat eserlerini incelemeleri doğrudur, ama Marksizm-Leninizm bilimi, bütün devrimciler tarafından incelenmelidir; [sayfa 78] yazarlar ve sanatçılar bunun dışında kalamazlar. Yazarlar ve sanatçılar, toplumu, yani toplumdaki çeşitli sınıfları, bu sınıfların karşılıklı ilişkilerini ve durumlarını, bu sınıfların maddi ve manevi yapılanın incelemelidirler. Ancak bütün bunları açıkça kavradıktan sonradır ki, içeriği zengin ve yönü doğru bir sanal ve edebiyata kavuşabiliriz. Bugün bu meseleleri sadece bir başlangıç olarak ortaya atıyorum; gerek bunlar, gerekse bunlarla ilgili öteki meseleler üzerinde hepinizin görüşlerinizi belirteceğinizi umarım.
KAPANIŞ KONUŞMASI
23 Mayıs 1942
Yoldaşlar! Forumumuz bu ay içinde üç kere toplandı. Gerçeğe varmak için yaptığımız canlı tartışmalarda Parti üyesi olan ve olmayan pek çok yoldaş söz aldı, meseleleri açıklığa kavuşturdu ve daha somut hale getirdi. Bütün sanat ve edebiyat hareketinin bundan büyük ölçüde yararlanacağına inanıyorum.
Bir sorunu tartışırken işe tanımlardan değil, gerçeklerden başlamalıyız. Eğer önce kitaplardan sanal ve edebiyat tanımlan bulup çıkarır, ondan sonra bugünkü sanat ve edebiyat hareketine rehberlik eden ilkeleri saplamak için bu tanımları kullanır ve buralarda bugün ortaya çıkan farklı düşünce ve çalışmalar üzerinde bir yargıya varırsak, yanlış bir yöntem kullanmış oluruz. Biz Marksistiz ve Marksizm bize, bir sorunu ele alırken soyut tanımlardan değil, nesnel olgulardan hareket etmemiz gerektiğini ye bize yol gösteren ilkelerimizi, siyasetlerimizi ve önlemlerimizi bu olguların tahlilinden çıkarmamız gerektiğini öğretir. Sanat ve edebiyat çalışmaları konusundaki şimdiki tartışmamızda da aynı şeyi yapmalıyız.
Bugünkü olgular nelerdir? Bunlar, Çin'in beş yıldır yürüttüğü Japonya'ya Karşı Direnme Savaşı; dünya çapındaki anti-faşist savaş; Çin'deki büyük toprak ağası sınıfıyla büyük burjuvazinin Direnme Savaşı'ndaki yalpalamaları ve bu iki sınıfın halka karşı uyguladığı amansız baskı siyaseti; 4.Mayıs Hareketinden bu yana sanat ve edebiyat alanında görülen devrimci hareket; bu hareketin son yirmi üç yıl içinde [sayfa 79] devrime yaptığı büyük katkılar ve hareketin birçok eksiği; Sekizinci Yol Ordusu'nun ve Yeni Dördüncü Ordu'nun Japonya'ya karşı demokratik üs bölgeleri; çok sayıda yazar ve sanatçının bu ordularla ve bu bölgelerdeki işçi ve köylülerle bütünleşmesi; üs bölgelerindeki yazar ve sanatçılarla Guomindang bölgelerindeki yazar ve sanatçılar arasındaki gerek çevre, gerek görev bakımından farklılık ile Yenan'da ve Japonya'ya karşı öteki üs bölgelerinde sanat ve edebiyat alanında ortaya çıkan tartışmalı konulardır. Somut, inkâr edilmez olgular işte bunlardır. Sorunları bu olguların ışığında ele almalıyız.
Öyleyse sorunun can alıcı noktası nedir? Kanımca sorunun can alıcı noktası, esası olarak kitleler için çalışma ve kitleler için nasıl çalışılacağı sorunudur. Bu iki sorun çözülmediği ya da doğru olarak çözülmediği sürece, yazar ve sanatçılarımız çevrelerine ve görevlerine tam olarak uyamayacaklar ve hem içten hem de dıştan bir sürü güçlükle karşı karşıca kalacaklardır. Ben son olarak bu iki sorun üzerinde duracağım ve bunlarla ilgili başka bazı sorunlara da değineceğim.
I
Birinci sorun şudur: Kimin için sanat ve edebiyat?
Bu sorun Marksistler tarafından ve özellikle Lenin tarafından çok önceden çözülmüştü. Lenin daha 1905 yılında sanat ve edebiyatımızın "milyonlarca ve on milyonlarca emekçiye.... hizmet etmesi"[27] gerektiğini önemle belirtiyordu. Japonya'ya karşı üs bölgelerinde sanat ve edebiyat çalışmaları yapan yoldaşlar, bu sorunun çözülmüş olduğunu [sayfa 80] ve artık bu konuda başka tartışmaya gerek olmadığını sanabilirler. Ama aslında durum böyle değildir. Yoldaşların birçoğu bu konuda berrak bir çözüme ulaşmış değildirler. Bunun sonucu olarak da, bu yoldaşların sanat ve edebiyat için yol gösterici ilkeler hakkındaki fikirleri, eserleri, eylemleri ve görüşleri kitlelerin ve pratik mücadelenin ihtiyaçlarından kaçınılmaz olarak şu ya da bu ölçüde farklıdır. Kuşkusuz, Komünist Partisi, Sekizinci Yol Ordusu ve Yeni Dördüncü Ordu ile aynı safta büyük kurtuluş mücadelesine katılmış kültürle uğraşan birçok insan, birçok yazar, sanatçı ve öteki sanat ve edebiyat işçisi arasında bizimle sadece geçici bir süre için beraber bulunan birkaç mevki düşkünü bulunabilir; ama ezici çoğunluk ortak dava uğrunda büyük bir şevkle çalışmaktadır. Bu yoldaşlara dayandığımız için edebiyat, tiyatro, müzik ve güzel sanatlarda büyük başarılar elde ettik. Bu yazarların ve sanatçıların birçoğu çalışmasına Direnme Savaşı'nın patlak vermesinden sonra başladı; birçoğu da savaştan önce devrimci çalışmada bulunmuş, türlü güçlüklere göğüs germiş, faaliyetleri ve eserleriyle geniş halk kitlelerini etkilemişti. Öyleyse, bu yoldaşlar arasında bile sanat ve edebiyatın kimin için olduğu sorununda berrak bir çözüme ulaşmamış bazı kimseler olduğunu niçin söylüyoruz? Hâlâ devrimci sanat ve edebiyatın halk kitleleri için olmayıp, sömürücüler ve zalimler için olduğunu savunan kimselerin bulunması akla sığar mı?
Kuşkusuz, sömürücüler ve zalimler için yapılan sanat ve edebiyat da vardır. Toprak ağası sınıfı için yapılan sanat ve edebiyat, feodal sanat ve edebiyattır. Çin'in feodal çağında hâkim sınıfın sanat ve edebiyatı böyleydi. Bu sanat ve edebiyatın Çin'de bugün bile oldukça önemli etkisi vardır. Burjuvazi için yapılan sanat ve edebiyat, burjuva sanat ve edebiyatıdır. Lu Sun'un eleştirdiği Liang Şih-çiu[28] gibi kimseler, sanat ve edebiyatın sınıflarüstü olduğundan söz ederler; ama aslında bu gibiler burjuva sanat ve edebiyatını savunur, proleter sanat ve edebiyatına karşı çıkarlar. Bunlardan başka, emperyalistlerin hizmetinde [sayfa 81] olan sanat ve edebiyat (örneğin Çu Zocen, Çang Zu-ping[29] ve benzerlerinin eserleri) da vardır. Biz buna, hainlerin sanat ve edebiyatı diyoruz. Bize göre, sanat ve edebiyat, yukarda saydığımız grupların herhangi biri için değil, halk içindir. Bugünkü aşamada Çin'in yeni kültürünün, proletarya önderliğindeki halk kitlelerinin anti-emperyalist, anti-feodal kültürü olduğunu söyledik. Bugün, gerçekten kitlelerin olan herhangi bir şey, zorunlu olarak proletarya önderliğinde olmalıdır. Burjuvazinin önderliğinde olan bir şey, asla kitlelerin olamaz. Bu söylediklerimiz elbette yeni kültürün bir parçası olan yeni sanat ve edebiyat için de geçerlidir. Çin'de ve yabancı ülkelerde sanat ve edebiyat alanında eski çağlardan kalan zengin mirasa ve güzel geleneklere sahip çıkmalıyız; ama gene de amacımız, halk kitlelerine hizmet etmek olmalıdır. Biz, geçmişin sanat ve edebiyat biçimlerinden yararlanmayı da reddetmiyoruz; ama bizim elimizde yeniden yoğrulan ve yeni bir öz kazanan bu eski biçimler de halka hizmet eden devrimci bir şey haline gelirler.
Peki, öyleyse, halk kitleleri kimlerdir? Halkın en geniş kesimleri, toplam nüfusumuzun yüzde 90'ından fazlasını meydana getiren işçiler, köylüler, askerler ve şehir küçük burjuvazisidir. Dolayısıyla, sanat ve edebiyatımız öncelikle işçiler, yani devrime önderlik eden sınıf içindir, ikinci olarak, köylüler, yani devrimdeki en kalabalık, en sağlam müttefiklerimiz içindir. Üçüncü olarak, silahlı işçi ve köylüler, yani devrimci savaşın temel gücünü oluşturan Sekizinci Yol Ordusu, Yeni Dördüncü Ordu ve öteki silahlı halk birlikleri içindir. Dördüncü olarak da, devrimde müttefiklerimiz olan ve bizimle uzun süreli işbirliği yapabilecek durumda bulunan şehir küçük burjuvazisinin emekçi kitleleri ve küçük burjuva aydınları içindir. Bu dört tür insan, Çin milletinin ezici çoğunluğunu, halkın en geniş kitlelerini meydana getirir.
Sanat ve edebiyatımız, yukarda saydığımız bu dört tür insan için olmalıdır. Onlara hizmet etmek için küçük burjuvazinin sınıf tavrını değil, proletaryanın sınıf tavrını benimsemeliyiz. Bugün bireyci, küçük burjuva tavrına sıkı sıkıya sarılan yazarlar, devrimci işçi, köylü ve asker kitlelerine gerçekten hizmet edemezler. Bu yazarların ilgileri [sayfa 82] esas, olarak bir avuç küçük burjuva aydını üzerinde toplanmıştır. Yoldaşlarımızdan bazılarının "kimin için" sorununu doğru olarak çözememelerinin asıl nedeni budur. Bunu söylerken, teoriyi kastetmiyorum. Saflarımızda hiç kimse, teoride ya da lafta, işçi, köylü ve asker kitlelerini küçük burjuva aydınlarından daha önemsiz görmüyor. Ben burada pratikten, eylemden söz ediyorum. Acaba bu yoldaşlar, pratikle ve eylemde, küçük burjuva aydınlarını işçilerden, köylülerden ve askerlerden daha önemli görmüyorlar mı? Bence görüyorlar. Birçok yoldaş, küçük burjuva aydınlarını incelemekle ve onların ruh halini tahlil etmekle uğraşıyor: bu yoldaşlar işçi, köylü ve asker kitlelerine yakınlaşmada, kitlelerin pratik mücadelelerine katılmada, kitleleri betimleme ve eğitmede aydınları kendilerine katılmaya sevk edecekleri yerde, çalışmalarını bu aydınları betimleme, onların eksikliklerini haklı gösterme ya da savunma üzerinde yoğunlaştırıyorlar. Küçük burjuvaziden geldikleri ve kendileri de birer aydın oldukları için, birçok yoldaş sadece aydınlar arasından arkadaş seçiyor ve çalışmalarını onları inceleme ve betimleme üzerinde yoğunlaştırıyor. Böyle inceleme ve betimlemeler, ancak proleter tavrından yola çıkılarak yapılırsa doğru olur. Ancak onların yaptığı ya da tam olarak yaptığı bu değildir. Küçük burjuva tavrı takınıyorlar ve birçok sanat ve edebiyat eserinde görülebileceği gibi, ortaya küçük burjuvazinin kendi kendini ifadesi olan eserler çıkarıyorlar. Bu yoldaşlar, küçük burjuva kökenli aydınlara karşı çoğu zaman içten bir yakınlık gösteriyor ve bunu onların kusurlarını hoş görmeye hatta övmeye kadar vardırıyorlar. Buna karşılık, bu yoldaşlar işçi, köylü ve asker kitleleriyle ender olarak bağ kuruyor, onları anlamıyor ve incelemiyor, onlar arasından yakın arkadaşlar edinmiyor ve onları betimlemede başarı göstermiyorlar. Onları anlatırken yaptıkları betimlemelerde, giysiler emekçi halkın giydiği giysileri, ama yüzler küçük burjuva aydınlarının yüzleri oluyor. Bazı durumlarda işçilere, köylülere, askerlere ve onların bağrından çıkan kadrolara yakınlık duyuyorlar; ama onları sevmedikleri zamanlar ve beğenmedikleri durumlar da oluyor. Onların duygularını, tavırlarını ve doğuş halindeki sanat ve edebiyatlarını (duvar gazeteleri, duvar resimleri, halk türküleri, halk masalları vb.) sevmiyorlar. Zaman zaman bunlardan hoşlanıyorlar, ama bu durum bir [sayfa 83] yeniliğin, kendi eserlerini süsleyecek bir şeyin, hatla, bazı geri özelliklerin peşinde koştukları zaman söz konusu oluyor. Ama çoğu zaman da bu sanat ve edebiyatı açıkça küçümsüyor, küçük burjuva aydınlarına ve hatta burjuvaziye ait olan şeylere hayranlık duyuyorlar. Bu yoldaşlar bir yanlarıyla hâlâ burjuva aydınlarına bağlıdırlar; daha ince bir deyişle, bu yoldaşların ruhlarının derinliklerinde hâlâ küçük burjuva aydınlarının krallığı hüküm sürmektedir. Demek ki, bu yoldaşlar "kimin için" sorununu henüz çözmüş ya da açıkça çözmüş değiller. Bu, sadece Yenan'a yeni gelenler için geçerli değildir: cephede bulunmuş ve üs bölgelerimizde, Sekizinci Yol Ordusu'nda ve Yeni Dördüncü Ordu'da yıllarca çalışmış yoldaşlar arasında bile bu sorunu bütünüyle çözmemiş pek çok kimse vardır. Bunun tam anlamıyla çözülmesi için uzun bir süre en azından sekiz on yıl gereklidir. Ama ne kadar uzun zaman alırsa alsın bu sorunu çözmeli, hem de tam anlamıyla ve en açık bir şekilde çözmeliyiz. Sanat ve edebiyat işçilerimiz bu görevi yerine getirmeli ve tavırlarını değiştirmelidirler: adım adım işçilerin, köylülerin ve askerlerin safına, proletaryanın safına geçmeli ve bunu onların arasına giderek, pratik mücadelelerin tam ortasına atılarak, Marksizmi ve toplumu inceleyerek yapmalıdırlar. Gerçekten işçilere, köylülere ve askerlere hizmet eden bir sanat ve edebiyata, gerçeklen proleter bir sanal ve edebiyata ancak böyle sahip olabiliriz.
Bu "kimin için" sorunu temel bir sorundur, bir ilke sorunudur. Geçmişte bazı yoldaşlar arasında ortaya çıkan uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar, zıtlıklar ve ayrılıklar, bu temel ilke sorunu üzerinde değil, ikinci derecede sorunlar üzerinde ve hatta ilkelerle hiçbir ilgisi bulunmayan sorunlar üzerinde olmuştur. Bununla birlikle, bu ilke meselesinde, tartışan iki taraf arasında hemen hemen hiçbir görüş ayrılığı olmamış ve taraflar aşağı yukarı tam bir anlaşma içinde görülmüşlerdir. Her iki taraf da, işçilere, köylülere ve askerlere belli ölçüde tepeden bakma ve kendini kitlelerden koparma eğilimi içersindedir. "Belli ölçüde" diyorum, çünkü genellikle bu yoldaşların işçilere, köylülere ve askerlere tepeden bakmaları ya da kendilerini kitlelerden koparmaları, Guomindang'ın bu kitleler karşısındaki tavrına benzemez. Ama gene de bu eğilim vardır. Bu temel sorun çözülmedikçe, [sayfa 84] öteki birçok sorunun çözümü de kolay olmayacaktır, örneğin, sanat ve edebiyat çevrelerinde sekterlik sorununu ele alalım. Gerçi bu da bir ilke meselesidir; ama sekterlik ancak "İşçiler ve köylüler için!" "Sekizinci Yol Ordusu ve Yeni Dördüncü Ordu için!" ve "Kitlelerin içine gidelim!" gibi sloganların atılmasıyla ve bunların sıkı sıkıya uygulanmasıyla ortadan kaldırılabilir. Yoksa sekterlik sorunu hiçbir zaman çözülemez. Lu Sun bir zamanlar şöyle demişti:
Ortak bir hedef, birleşik cephenin ön koşuludur... Cephemizin bir birleşik cephe olmayışı, hedeflerimizi birleştiremediğimizi ve bazı kimselerin sadece küçük gruplar için ve hatla sadece kendileri için çalıştıklarını gösterir. Eğer hepimiz işçi ve köylü kitlelerine hizmet etmeyi hedef alırsak, cephemiz kuşkusuz bir birleşik cephe olacaktır.[30]
O zamanlar Şanghay'da bu sorun vardı; şimdi bu mesele Çun-king'de de vardır. Bu gibi yerlerde sorunu lam anlamıyla çözmek çok güçtür: çünkü yöneticiler devrimci yazar ve sanatçılara baskı yapmakta ve onlara işçi, köylü ve asker kitlelerinin arasına gitme özgürlüğünü tanımamakladırlar. Bizde ise durum bütünüyle farklıdır. Biz, devrimci yazar ve sanatçılara kitlelerin içine gitmeleri ve gerçekten devrimci bir sanal ve edebiyat yalatmaları için tam bir özgürlük tanıyarak onları işçiler, köylüler ve askerlerle yakın bağlar kurma yolunda etkin olmaları için teşvik ediyoruz. Dolayısıyla, burada bizim aramızda sorunun çözümüne yaklaşılıyor. Ama soruna yaklaşmak, tam ve eksiksiz çözüme ulaşmak anlamına gelmez. Daha önce de söylediğimiz gibi, sorunun tam ve eksiksiz çözümüne ulaşmak için Marksizmi ve toplumu incelemeliyiz. Marksizm derken, kitlelerin hayatında ve mücadelesinde etkili bir rol oynayan, yaşayan Marksizmi kastediyoruz, lafla Marksizmi değil. Lafta Marksizm, gerçek hayattaki Marksizme dönüştürüldüğünde, sekterlik diye bir şey kalmaz. O zaman sadece sekterlik sorunu değil, daha başka birçok sorun da çözülür. [sayfa 85]
II
Sanat ve edebiyatın kime hizmet edeceği sorununu çözdükten sonra, onu izleyen soruna, yani sanat ve edebiyatın nasıl hizmet edeceği sorununa geliyoruz. Bazı yoldaşlarımızın dediği gibi kendimizi, sanat ve edebiyatın düzeyini yükseltmeye mi, yoksa onu yaygınlaştırmaya mı adamalıyız?
Eskiden bazı yoldaşlar sanat ve edebiyatın yaygınlaştırılmasını belli ölçüde, hatta ciddi ölçüde küçümsüyor ve göz ardı ediyor, sanal ve edebiyatın düzeyinin yükseltilmesine ise aşırı derecede ağırlık veriyorlardı. Düzeyin yükseltilmesine ağırlık verilmelidir, ama sadece bunu yapmak, tek yanlı ve aşırı bir şekilde yapmak yanlış olur. Daha önce ele aldığım "kimin için" sorununu berrak bir şekilde kavrayamadıklarından, sözünü ettikleri "düzeyi yükseltmek" ve "yaygınlaştırmak" kavramları için ellerinde hiçbir doğru kıstas yok. Bu yüzden de bu ikisi arasındaki doğru ilişkiyi göremiyorlar.
Sanat ve edebiyatımız esas olarak işçiler, köylüler ve askerler için olduğuna göre "yaygınlaştırma" işçiler, köylüler ve askerler arasında yaygınlaştırmak demektir; "düzeyi yükseltme" ise, onların bugünkü düzeyinden yola çıkarak ilerlemek demektir. Onların arasında neyi yaygınlaştırmalıyız? Feodal toprak ağası sınıfının ihtiyacını duyduğu ve kolayca benimseyebileceği şeyleri mi? Burjuvazinin ihtiyacını duyduğu ve kolayca benimseyebileceği şeyleri mi? Küçük burjuva aydınlarının ihtiyacını duydukları ve kolayca benimseyebilecekleri şeyleri mi? Hayır, hiçbirini! Yalnızca işçilerin, köylülerin ve askerlerin ihtiyacını duydukları ve kolayca benimseyebilecekleri şeyleri yaygınlaştırmalıyız. Bunun için, işçileri, köylüleri ve askerleri eğitme görevinden önce, onlardan öğrenme görevi gelir. Bu, düzeyin yükseltilmesi için daha da doğrudur. Bir şeyi yükseltmek için, bir temel olması gerekir. Diyelim, su dolu bir kova var: bu kova yerden kaldırılmayacak da nereden kaldırılacak? Havadan mı? Peki, öyleyse, sanat ve edebiyat hangi temel üzerinde yükseltilecek? Feodal sınıfların temeli üzerinde mi? Burjuvazinin temeli üzerinde mi? Hayır, hiçbiri üzerinde değil, yalnızca işçi, köylü ve asker kitlelerinin temeli üzerinde. Bu, işçileri, köylüleri ve askerleri feodal sınıfların, burjuvazinin [sayfa 86] ya da küçük burjuva aydınlarının "katına" yükseltmek anlamına da gelmez. Bunun anlamı, sanat ve edebiyatın düzeyini doğrudan doğruya işçilerin, köylülerin ve askerlerin ilerlediği yönde, proletaryanın ilerlediği yönde yükseltmektir. İşçilerden, köylülerden ve askerlerden öğrenme görevi burada yeniden karşımıza çıkıyor. Ancak işçiler, köylüler ve askerlerden hareket ederek, sanat ve edebiyatın yaygınlaştırılması ve düzeyinin yükseltilmesi hakkında doğru bir anlayışa sahip olabilir ve bu ikisi arasındaki doğru ilişkiyi görebiliriz.
Son tahlilde, bütün sanat ve edebiyatın kaynağı nedir? İdeolojik biçimler olarak sanat ve edebiyat eserleri, belli bir toplumun hayatının insan kafasındaki yansımasının ürünleridir. Devrimci sanat ve edebiyat, halkın hayatının, devrimci yazar ve sanatçıların kafalarındaki yansımasının ürünleridir. Halkın hayatı sanat ve edebiyat için her zaman bir hammadde kayrağıdır; işlenmemiş, kaba, ama en can alıcı, en zengin ve en temel bir hammadde kaynağı. Tüm sanat ve edebiyat onun yanında sönük kalır. Bu malzeme sanat ve edebiyata bitmez tükenmez bir kaynak olur, onun biricik kaynağını meydana getirir. Tek kaynak budur, başka bir kaynak olamaz. Bazıları şunu sorabilir: Kitaplar da, eski çağların ve yabancı ülkelerin sanat ve edebiyatı da birer kaynak değil midir? Aslında, geçmişin sanat ve edebiyat eserleri bir kaynak değil, bir ırmaktır. Bunlar, atalarımız ve yabancılar tarafından kendi çağlarında ve yaşadıkları yerdeki halkın hayatında buldukları sanat ve edebiyat hammaddesinden yaratılmışlardır. Biz, sanat ve edebiyat mirasımızda iyi olan her şeyi devralmalı, yararlı olan her şeyi eleştirici bir şekilde özümlemeli ve kendi çağımızda ve halkın hayatındaki sanat ve edebiyat hammaddesinden eserler yaratırken, bu mirası örnek olarak kullanmalıyız. Böyle örneklere sahip olmak ya da olmamak çok şeyi değiştirir: hamlıkla işlenmişlik, kabalıkla incelik, alçak bir düzeyle yüksek bir düzey ve hızlı çalışmayla yavaş çalışma arasındaki farklılığı doğurur. Demek ki, feodal ya da burjuva sınıfların eserleri olsalar bile, eskilerin ve yabancıların mirasını asla bir kenara atmamalı ve ondan öğrenmeyi reddetmemeliyiz. Ancak, bu mirası devralmak ve örnek olarak kullanmak, hiçbir zaman kendi yaratıcı çalışmamızın yerini almamalıdır; hiçbir şey onun yerini tutamaz. Eskileri ve yabancıları hiç eleştirisiz aktarmak ya da kopya etmek, sanat [sayfa 87] ve edebiyatta en kısır ve en zararlı dogmatizmdir. Çin'in devrimci yazar ve sanatçıları, geleceğin yazar ve sanatçıları kitlelerin arasına gitmelidirler; her çeşit insanı, bütün sınıfları, bütün kitleleri, hayatın ve mücadelenin bütün canlı görünümlerini, sanat ve edebiyatın bütün hammaddesini gözlemlemek, denemek, incelemek ve tahlil etmek için uzun bir süre kararlılıkla ve içtenlikle işçi, köylü ve asker kitlelerinin arasına gitmeli, mücadelenin ateşine atılmalı, biricik kaynağa, en geniş ve en zengin kaynağa gitmelidirler. Ancak o zaman yaratıcı çalışmaya geçebilirler. Yoksa üzerinde çalışacak hiçbir şey bulamazsınız ve Lu Sun'un vasiyetinde oğlunu ciddiyetle uyararak asla benzememesini istediği sahte bir yazar ya da sanatçıdan başka bir şey olamazsınız.[31]
İnsanın toplumsal hayatı sanat ve edebiyatın tek kaynağı olduğu halde, içerik bakımından sanat ve edebiyatla karşılaştırılmayacak ölçüde canlı ve zengin olduğu halde, insanlar sadece hayatla yetinmezler, sanat ve edebiyat da isterler. Neden? Çünkü her ikisi de güzel olmakla birlikte, sanat ve edebiyat eserlerinde yansıdığı biçimiyle hayat, daha yüksek bir düzeyde, daha derin, daha yoğun, daha tipik, ideale daha yakın ve dolayısıyla da gerçek günlük hayattan daha evrensel olabilir ve olmalıdır da. Devrimci sanat ve edebiyat, gerçek hayattan çıkarılmış kişiler yaratmalı ve kitlelerin tarihi ilerlemesine yardımcı olmalıdır. Sözgelimi, bir yanda açlığın, soğuğun ve zulmün getirdiği acılar; öte yanda insanın insan tarafından sömürülmesi ve ezilmesi vardır. Bu gerçekler her yerde vardır ve insanlar bunlara olağan bir şey gözüyle bakarlar. Oysa yazar ve sanatçılar böyle günlük olayları yoğunlaştırırlar, bu olayların bağrındaki çelişmeleri ve mücadeleleri örnekleştirir ve kitleleri uyandıran, coşkuyla tutuşturan ve onları çevrelerini değiştirmek üzere birleşmeye ve mücadeleye yönelten eserler yaratırlar. Böyle bir sanat ve edebiyat olmadan, bu görev gerçekleştirilemez; en azından, etkili ve hızlı bir şekilde gerçekleştirilemez.
Sanat ve edebiyat eserlerini yaygınlaştırmaktan ve düzeylerini yükseltmekten ne kastediliyor? Bu iki görev arasındaki ilişki nedir? [sayfa 88]
Yaygınlık kazanan eserler daha basit ve daha açıktırlar; bu yüzden de günümüzün geniş halk kitleleri tarafından daha kolay benimsenirler. Daha yüksek nitelikteki eserler daha ince olduklarından daha güç yaratılırlar ve günümüzde genellikle kitleler arasında o kadar kolay ve hızlı bir şekilde yaygınlık kazanmazlar. İşçilerin, köylülerin ve askerlerin önündeki sorun şudur: Şu sırada düşmanla zorlu ve kanlı bir mücadele içindedirler, ama uzun yıllar feodal ve burjuva sınıfların tahakkümü altında kaldıklarından cahil ve eğitimsizdirler. Bu yüzden de, mücadele azimlerini ve zafere olan inançlarını yükseltmek, birliklerini güçlendirmek ve düşmana karşı tek bir yürek ve tek bir kafa halinde savaşmak için büyük bir coşkuyla aydınlanmayı ve eğitilmeyi istemekte, acil ihtiyaçlarına cevap veren ve anlaşılması kolay olan sanat ve edebiyat eserleri beklemektedirler. Onların gerçek ihtiyaçları, "sırmalı kaftanlar" değil, "sıcak tutan kalın kaputlar"dır. Dolayısıyla, bugünkü koşullarda yaygınlaştırma görevi daha ağır basmaktadır. Yaygınlaştırmayı küçümsemek ya da göz ardı etmek yanlıştır.
Bununla birlikte, yaygınlaştırma ile düzeyi yükseltme arasına kesin bir çizgi çekilemez. Daha yüksek nitelikteki eserlerin yaygınlaştırılması mümkün olduğu, gibi, aynı zamanda geniş kitlelerin kültür düzeyi de durmadan yükselmektedir. Eğer yaygınlaştırma hep aynı düzeyde kalsa, habire aynı şeyler yazılıp çizilse, hep aynı "Küçük Sığırtmaç" masalı[32] ve aynı okuma kitabının "adam, el, ağız, bıçak, inek, keçi" bölümleri[33] tekrarlansa, eğitenlerle eğitilenlerin oranı hep aynı kalmaz mı? Böyle bir yaygınlaştırmanın ne anlamı olabilir? Halk, sanat ve edebiyatın önce yaygınlaştırılmasını, daha sonra da düzeyin yükseltilmesini istiyor. Her geçen ay, her geçen yıl daha yüksek bir düzey istiyor. Burada, yaygınlaştırma, halk için yaygınlaştırma; düzeyi yükseltme de, halk için düzeyi yükseltme demektir. Ve bu düzey yükseltme, havada ya da kapalı kapılar ardında değil, yaygınlaştırma temeli üzerinde olur. Düzeyin yükseltilmesi, hem yaygınlaştırma tarafından [sayfa 89] belirlenir, hem de ona yol gösterir. Çin'de bir bütün olarak devrim ve devrimci kültür eşit olmayan bir gelişme ve adım adım bir yayılma göstermektedir. Bazı yerlerde yaygınlaştırma ve sonra da onun temeli üzerinde düzeyin yükseltilmesi gerçekleştirilmiş olduğu halde, bazı yerlerde yaygınlaştırmaya henüz başlanmamıştır bile. Dolayısıyla, o yerlerde düzeyin yükseltilmesine yol açan yaygınlaştırma çalışmasından edinilen olumlu deneyimler, öteki yerlere uygulanabilir ve oralardaki yaygınlaştırmaya ve düzeyin yükseltilmesine yol göstermeye hizmet ederek, birçok sapma ve yanlışı önleyebilir. Uluslararası planda, yabancı ülkelerin olumlu deneyimleri ve özellikle Sovyet deneyimi de bize yol göstermeye hizmet edebilir. Demek ki bizde, düzeyin yükseltilmesi yaygınlaştırmaya dayanır, yaygınlaştırmaya ise düzeyin yükseltilmesi rehberlik eder. İşte bu yüzden, sözünü ettiğimiz yaygınlaştırma çalışması, düzeyin yükseltilmesini engellemek şöyle dursun, şu sırada sınırlı ölçüde yürüttüğümüz düzeyi yükseltme çalışmasının temelini oluşturur ve ileride düzeyi çok daha geniş ölçüde yükseltmemiz için gerekli koşulları hazırlar.
Kitlelerin ihtiyaçlarına doğrudan doğruya cevap veren bir düzey yükseltme olduğu gibi, bir de kitlelerin ihtiyaçlarına dolaylı olarak cevap veren, yani kadroların ihtiyacını duyduğu bir düzey yükseltme vardır. Kadrolar kitlelerin ileri unsurlarıdır ve genellikle kitlelerden daha fazla eğitim görmüşlerdir. Bu yüzden, daha yüksek düzeyde bir sanat ve edebiyat, kadrolar için kesinlikle gereklidir. Bunu göz ardı etmek yanlış olur. Kadrolar için yapılan her şey aynı zamanda kitleler içindir. Çünkü kitleleri ancak kadrolar aracılığıyla eğitebilir ve onlara ancak kadrolar aracılığıyla rehberlik edebiliriz. Bu hedeften saparsak, kadrolara verdiklerimiz onların kitleleri eğitmelerine ve kitlelere rehberlik etmelerine yardımcı olmazsa, düzeyi yükseltme çalışmamızda oku hedefine göndermemiş ve halk kitlelerine hizmet etme temel ilkesinden ayrılmış oluruz.
Özetlersek: Halkın hayatında bulunan hammaddeler, devrimci yazar ve sanatçıların yaratıcı çalışmasıyla, halk kitlelerine hizmet eden sanat ve edebiyatın ideolojik biçimini alır. Buna, basit sanat ve edebiyatın, temeli üzerinde geliştirilen ve kitlelerin düzeyi yükseltilen kesimleri ya da daha doğrusu kitleler arasındaki kadrolar tarafından ihtiyaç [sayfa 90]duyulan daha ileri sanat ve edebiyat da dâhildir. Gene buna daha ileri, sanat ve edebiyatın yol gösterdiği ve günümüzde öncelikle kitlelerin büyük çoğunluğunun ihtiyaç duyduğu basit sanat ve edebiyat da dâhildir. Basit olsun daha ileri olsun, bütün sanat ve edebiyatımız halk kitleleri ve öncelikle de işçiler, köylüler ve askerler içindir; işçiler, köylüler ve askerler için, yaratılmaktadır ve onların yararlanması içindir.
Düzeyin yükseltilmesi ile yaygınlaştırma arasındaki ilişki sorununu çözdüğümüze göre, şimdi uzmanlar ile yaygınlaştırıcılar arasındaki ilişkiyi de çözebiliriz. Uzmanlarımız sadece kadroların değil, gerçekte esas olarak kitlelerin hizmetindedir. Edebiyat alanındaki uzmanlarımız, kitlelerin duvar gazetelerini ve orduda ve köylerde yazılan röportajları; tiyatro alanındaki uzmanlarımız, ordudaki ve köylerdeki küçük gezginci toplulukları; müzik alanındaki uzmanlarımız, kitlelerin türkülerini; güzel sanatlar alanındaki uzmanlarımız, kitlelerin güzel sanatlarım dikkatle incelemelidirler. Bütün bu yoldaşlar, sanat ve edebiyatı kitleler arasında yaygınlaştırma çalışmasında bulunan yoldaşlarla sıkı bağlar kurmalıdırlar. Bir yandan, yaygınlaştırma çalışmasında bulunanlara yardım etmeli ve yol göstermeli; öte yandan, bu yoldaşlardan öğrenmeli ve onlar aracılığıyla kitlelerden beslenerek kendilerini yenilemeli ve zenginleştirmelidirler. Uzmanlıklarının, kitlelerden ve gerçeklerden kopuk, özden ve hayattan yoksun (fildişi kuleleri) haline gelmesini ancak böyle önleyebilirler. Uzmanlara önem vermeliyiz, çünkü onlar davamız için çok değerlidirler; Ama kitlelerle sıkı sağlar kurmaksızın kitlelerin duygu ve düşüncelerini dile getirmeksizin, kitlelere bağlı bir sözcüleri olarak hizmet etmeksizin, hiçbir devrimci yazar ve sanatçının ortaya anlamlı bir eser koyamayacağını da onlara anlatmalıyız. Yazar ya da sanatçı ancak kitlelerin sözcülüğünü yaparak onları eğitebilir ve ancak kitlelerin öğrencisi olarak onların öğretmeni olabilir. Kendini onların efendisi ve "bayağı sınıflar"ı aşağılayan bir soylu gibi görürse ne kadar yetenekli olursa olsun, kitlelerce beğenilmez ve kalıcı bir eser yaratamaz.
Bizim bu tutumumuz, faydacı bir tutum mudur? Materyalistler genel anlamda faydacılığa değil, feodal, burjuva ve küçük burjuva sınıfların faydacılığına karşı çıkarlar. Materyalistler, faydacılığa lafta [sayfa 91] saldırıp fiiliyatta en bencil ve en dar görüşlü faydacılığa sarılan ikiyüzlülere karşı çıkarlar. Yeryüzünde hiçbir "izm" faydacılığın dışında tutulamaz. Sınıflı toplumda ancak şu ya da bu sınıfın faydacılığından söz edilebilir. Biz proleter devrimci faydacılarız ve nüfusun yüzde 90'ından fazlasını meydana getiren en geniş kitlelerin bugünkü ve gelecekteki çıkar birliğinden hareket ederiz. Dolayısıyla biz, sadece kısmi ve anlık hedeflerle ilgilenen dar görüşlü faydacılar değil, en geniş ve en uzun menzilli hedeflere yönelen devrimci faydacılarız. Örneğin, kendi yararımıza ya da dar bir kliğin yararına aykırı düştüğü için kitleleri faydacı olmakla suçlar ve kitleler arasında, sadece küçük bir azınlığı memnun eden, ama çoğunluk için yararsız, hatta zararlı olan bir eseri piyasaya sürer ve överseniz, sadece kitleleri hor görmekle kalmaz, aynı zamanda kendi bilmezliğinizi de açığa vurmuş olursunuz. Bir şey ancak halk kitlelerine gerçek bir yarar sağlıyorsa iyidir. Eseriniz "Baharda Kar" kadar güzel olabilir, ama bu eser o sırada sadece küçük bir azınlığın ihtiyacını karşılıyor, kitleler ise hâlâ "Yoksul Köylünün Türküsü"nü[34] söylüyorsa, kitlelerin düzeyini yükseltmeye çalışacağınız yerde onları azarlamakla hiçbir yere varamazsınız. Şimdi mesele, "Baharda Kar" ile "Yoksul Köylünün Türküsü" arasında, düzeyin yükseltilmesi ile yaygınlaştırma arasında bir birlik sağlama meselesidir. Böyle bir birlik sağlanmadan, bir uzmanın en yüksek sanatı bile en dar anlamda faydacı olmaktan kurtulamaz. Bu sanata "saf ve yüce" diyebilirsiniz, ama bu sadece sizin bir yakıştırmanız olmaktan öteye gidemez ve kitleler tarafından benimsenmez. :
İşçilere, köylülere ve askerlere hizmet etme ve onlara nasıl hizmet edeceğimiz temel siyasetinin sorunlarına çözdüğümüz zaman, hayatın aydınlık ya da karanlık yanlarını anlatma sorununu ve birlik sorununu da çözmüş oluruz. Temel siyasette anlaşıyorsak, sanat ve edebiyat alanındaki ve bütün sanat, edebiyat çalışmalarımızdaki işçilerimiz, okullarımız, yayınlarımız ve örgütlerimiz buna uymalıdırlar. Bu siyasetten [sayfa 92] ayrılmak yanlıştır, bu siyasetten ayrılan her tutum hemen düzeltilmelidir.
III
Sanat ve edebiyatımız halk kitleleri için olduğuna göre, şimdi, Parti içi ilişkilerdeki bir sorunu, yani Partinin sanat ve edebiyat alanındaki çalışması ile Partinin bir bütün olarak çalışması arasındaki ilişkiyi ve bunun yanı sıra Partinin dış ilişkilerindeki bir sorunu, yani Partinin sanat ve edebiyat alanındaki çalışması ile Partili olmayanların bu alandaki çalışması arasındaki ilişkiyi, sanat ve edebiyat çevrelerinin birleşik cephesi sorununu tartışmaya başlayabiliriz.
İlk sorunu ele alalım. Bugün dünyada her kültür, her sanat ve edebiyat belli bir sınıfa aittir ve belli bir siyasal çizginin hizmetindedir. Aslında sanat için sanat, sınıflarüstü sanat, siyasetten uzak ya da bağımsız sanat diye bir şey yoktur. Proleter sanat ve edebiyat, proleter devrimci davanın bütününün ayrılmaz bir parçasıdır; Lenin'in dediği gibi, bütün devrim makinesinin dişlileri ve çarklılarıdır.[35] Bu yüzden, Partinin sanat ve edebiyat alanındaki çalışması, Partinin bir bütün olarak devrimci çalışmasında kesin ve belli bir yer tutar ve Partinin belli bir devrimci dönem için saptadığı devrimci görevlere tabidir. Buna karşı çıkmak, kaçınılmaz olarak, ikiciliğe (düalizm) ya da çoğulculuğa (plüralizm) götürür ve özünde, Troçki'de olduğu gibi "siyaset Marksist, sanat burjuvadır" anlayışına varır. Biz, sanat ve edebiyatın önemini ne abartmaktan, ne de küçümsemekten yanayız. Sanat ve edebiyat siyasete tabidir, ama bununla birlikte onun da siyaset üzerinde derin bir etkisi vardır. Devrimci sanat ve edebiyat, bütün devrimci davanın bir parçasıdır, onun çarkları ve dişlileridir; gerçi daha önemli bazı parçalara göre daha az önemli ve daha az acil olabilir ve tali bir yer tutabilir ama gene de bütün makinenin vazgeçilmez çarkları, dişlileri ve bütün devrim davasının vazgeçilmez bir parçasıdır. Eğer en [sayfa 93] geniş ve en basit anlamda bile bir sanat ve edebiyatımız olmasaydı, devrimci hareketi sürdüremez ve zafer kazanamazdık. Bunu kavramamak yanlıştır. Ayrıca, sanat ve edebiyat siyasete tabidir dediğimiz zaman, birkaç sözüm ona devlet adamının siyasetini değil, sınıf siyasetini, kitlelerin siyasetini kastediyoruz. İster devrimci ister karşı-devrimci olsun, siyaset birkaç bireyin faaliyeti değil, bir sınıfın başka bir sınıfa karşı mücadelesidir, ideoloji ve sanat cephelerindeki devrimci mücadele, siyasal mücadeleye tabi olmalıdır, çünkü sınıf ve kitlelerin ihtiyaçları ancak siyaset yoluyla yoğun bir şekilde ifade edilebilir. Devrimci devlet adamları, devrimci siyasetin bilimini ve sanatını bilen siyasal uzmanlar aslında sadece milyonlarca ve milyonlarca devlet adamının, yani kitlelerin önderleridirler. Görevleri, bu devlet adamları kitlesinin fikirlerini toparlamak, onları elemek, ayıklamak ve sonra da onları benimseyecek ve uygulayacak olan kitlelere geri götürmektir. Bu yüzden devrimci devlet adamları, kapalı kapılar ardında çalışan ve erdemliliği tekellerinde tuttuklarını sanan aristokrat "devlet adamları" değildirler. Proleter devlet adamları ile yoz burjuva devlet adamları arasındaki ilke farklılığı işte buradadır. Bizim sanat ve edebiyat eserlerimizin siyasal niteliği ile gerçeğe uygunluğu arasında tam bir birlik işte bu yüzden mümkündür. Bunu kavramamak ve proletaryanın siyasetini ve devlet adamlarını küçümsemek yanlış olur.
Şimdi de, sanat ve edebiyat dünyasındaki birleşik cephe sorununu ele alalım. Sanat ve edebiyat siyasete tabi olduğuna ve Çin'in bugünkü siyasetinin temel meselesi Japonya'ya karşı direnme olduğuna göre, bir kere. Partili yazar ve sanatçılarımız Japonya'ya karşı direnme meselesinde Partili olmayan bütün yazar ve sanatçılarla (Parti sempatizanları ve küçük burjuva yazar ve sanatçılardan tutun, burjuva toprak ağası sınıflarının Japonya'ya karşı direnmeden yana olan bütün yazar ve sanatçılarına kadar herkesle) birleşmelidirler, ikinci olarak, onlarla demokrasi meselesinde birleşmeliyiz. Japonya'ya karşı olan yazar ve sanatçıların bir kesimi bu konuda bizimle aynı görüşte değildir, bu yüzden birliğimizin sınırları ister istemez biraz daha dar olacaktır. Üçüncü olarak, onlarla, sanat ve edebiyat dünyasına ilişkin meselelerde, sanat ve edebiyatta yöntem ve üslup meselelerinde de birleşmeliyiz. Burada da, biz sosyalist gerçekçilikten yana olduğumuzdan [sayfa 94] ve bazıları buna katılmadığından, birliğimizin sınırları daha da daralacaktır. Bir meselede birlik olurken, başka bir meselede hem mücadele, hem eleştiri olacaktır. Bu meseleler hem birbirinden ayrı, hem de birbirine bağlıdır. Dolayısıyla, Japonya'ya karşı direnme gibi en birlik olduğumuz meselede bile hem mücadele, hem eleştiri vardır. Bir birleşik cephede "hep birlik, mücadele yok" ve "hep mücadele, birlik yok" siyasetlerinin her ikisi de yanlıştır. Eskiden bazı yoldaşlar arasında bu sağ teslimiyetçilik ve kuyrukçuluk ya da "sol" kapalı-kapıcılık ve sekterlik hataları vardı. Bu, siyaset için olduğu kadar sanat ve edebiyat için de geçerlidir.
Küçük burjuva yazar ve sanatçılar, Çin'de sanat ve edebiyat çevrelerindeki birleşik cephenin önemli bir gücünü oluştururlar. Gerçi düşünce ve eserlerinde birçok eksiklik vardır, ama nispeten devrime yatkındırlar ve emekçi halka yakındırlar. Bu yüzden, eksikliklerini yenmelerine yardımcı olmak ve onları emekçi halkın hizmetindeki cepheye kazanmak, özellikle önem taşıyan bir görevdir.
IV
Sanat ve edebiyat eleştirisi, sanat ve edebiyat dünyasında başlıca mücadele yöntemlerinden biridir. Sanat ve edebiyat eleştirisi geliştirilmelidir. Yoldaşlarımızın haklı olarak belirttikleri gibi, geçmişteki çalışmalarımız bu bakımdan oldukça yetersiz kalmıştır. Sanat ve edebiyat eleştirisi, önemli ölçüde özel incelemeyi gerektiren karmaşık bir meseledir. Burada sadece, temel mesele olan eleştiride kullanılacak ölçütler üzerinde duracağım. Ayrıca, bazı yoldaşların getirdiği birkaç özel sorun ve bazı yanlış görüşler konusunda da kısaca fikrimi belirteceğim.
Sanat ve edebiyat eleştirisinde iki ölçüt vardır: Siyaset ve sanat. Siyaset kıstasına göre, birliğe ve Japonya'ya karşı direnmeye yardımcı olan ve kitlelerde tek bir yürek ve tek bir kafa haline gelme isteği uyandıran, gerilemeye karşı çıkan ve ilerlemeyi hızlandıran her şey iyidir. Öte yandan, birliğe ve Japonya'ya karşı direnmeye zarar veren, kitleler arasında bölünmeyi ve sürtüşmeyi körükleyen ve ilerlemeye [sayfa 95] karşı çıkıp halkı gerileten her şey kötüdür: iyiyi kötüden nasıl ayırabiliriz? Amaçla mı (öznel niyetle), yoksa sonuçla mı (sosyal pratikle) İdealistler amaçlara ağırlık verir, sonuçları göz ardı ederler; mekanik materyalistler ise sonuçlara ağırlık verir, amaçları göz ardı ederler. Buna karşılık biz diyalektik materyalistler, amaç ile sonuç arasındaki birliğe ağırlık veririz. Kitlelere hizmet etme amacıyla, onların onayının kazanılması sonucu, birbirine ayrılmaz biçimde bağlıdır; bu ikisi birleştirilmelidir. Bireye ya da küçük bir kliğe hizmet etme amacı, iyi bir şey değildir. Ama kitlelerin onayını kazanma ve onlara yararlı olma sonucunu doğurmayan kitlelere hizmet etme amacı da iyi bir şey değildir. Bir yazarın ya da sanatçının öznel niyetinin, yani amacının doğru ve iyi olup olmadığını incelerken, onun söylediği sözlere değil, hareketlerinin (esas olarak eserlerinin) toplumdaki kitleler üzerinde yarattığı etkiye bakarız. Öznel niyeti ya da amacı değerlendirmenin ölçütü, sosyal pratik ve onun sonucudur. Biz sanat ve edebiyat eleştirimizde hiç sekterlik istemiyoruz; Japonya'ya karşı direnmede birlik genel ilkesi gereğince, çeşitli siyasal görüşleri yansıtan sanat ve edebiyat eserlerini hoşgörüyle karşılamalıyız. Ama aynı zamanda, eleştirilerimizde ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalmalı ve ülkeye, bilime, kitlelere ve Komünist Partisine karşı çıkan bütün sanat ve edebiyat eserlerini sert bir şekilde eleştirmeli ve reddetmeliyiz. Çünkü bu sözüm ona sanat ve edebiyat eserleri, Japonya'ya karşı direnmede birliği baltalama amacıyla hareket eder ve birliği baltalayan sonuçlar yaratır. Sanat ölçütüne göre ise, sanat değeri yüksek olan bütün eserler iyidir ya da nispeten iyidir; buna karşılık, sanat değeri düşük eserler kötüdür ya da nispeten kötüdür. Elbette burada da, bu eserlerin toplum üzerindeki etkileri göz önüne alınmalıdır. Kendi eserini güzel bulmayan hemen hiçbir yazar ya da sanatçı yoktur ve eleştirilerimiz de her türden sanat eserinin birbiriyle özgürce yarışması olanağı tanımalıdır. Ama bu eserlerin, estetik biliminin ölçütlerine göre doğru bir eleştiriye tabi tutulması da kesinlikle gereklidir. Ancak böyle olursa, daha düşük düzeyde bir sanat, zamanla daha yüksek bir düzeye çıkarılabilir; geniş kitlelerin mücadelesinin ihtiyaçlarım karşılamayan bir sanat, bu ihtiyacı karşılayan bir sanat haline getirilebilir.
Bir siyaset ölçütü, bir de sanat ölçütü vardır; bunların arasındaki [sayfa 96] ilişki nedir? Siyaset sanatla bir tutulamayacağı gibi, genel bir dünya görüşü de sanattaki yaratma ve eleştiri yöntemiyle bir tutulamaz. Biz, hem soyut ve değişmez bir siyaset ölçütünün, hem de soyut ve değişmez bir sanat ölçütünün varlığını reddediyoruz. Her sınıflı toplumda her sınılın kendi siyaset ve sanat ölçütleri vardır. Ama sınıflı toplumlardaki bütün sınıflar her zaman birinci olarak siyaset kıstasına, ikinci olarak sanat ölçütüne yer verirler. Sanat değeri ne kadar yüksek olursa olsun, burjuvazi her zaman proleter sanat ve edebiyatına kapılarını kapar. Proletarya da aynı şekilde, geçmiş çağların sanat ve edebiyat eserlerini bir ayrıma tabi tutmalı ve bunlara karşı tavrını, ancak bu eserlerin halka karşı tavırlarını ve tarihsel olarak ilerici bir rolleri olup olmadığını inceledikten sonra belirlemelidir. Siyasal bakımdan açıkça gerici olan eserlerin sanat değeri bir ölçüde yüksek olabilir. İçerik olarak ne kadar gerici ve sanat değerleri ne kadar yüksek olursa, bu eserler halk için o kadar zararlıdır ve reddedilmeleri de o kadar gereklidir. Çöküşe giden bütün sömürücü sınıfların çöküş dönemlerindeki sanat ve edebiyatlarının bir ortak özelliği, onların gerici siyasal içerikleri ile sanat biçimleri arasındaki çelişmedir. Bizim isteğimiz, siyaset ile sanatın birliği, içerik ile biçimin birliği, devrimci siyasal içerik ile mümkün olan en yetkin sanat biçiminin birliğidir. Sanat değeri taşımayan eserler, siyasal bakımdan ne kadar ilerici olurlarsa olsunlar bütünüyle güçsüzdürler. Bu yüzden hem yanlış bir siyasal görüşü yansıtan sanat eserlerini yaratma eğilimine, hem de doğru bir siyasal görüşü yansıttığı halde sanat gücünden yoksun "afiş ve slogan tarzında" eserler yaratma eğilimine karşı çıkıyoruz. Sanat ve edebiyat meselelerinde iki cephede birden mücadele vermeliyiz.
Birçok yoldaşın düşünce tarzında her iki eğilime de rastlamak mümkündür. Birçok yoldaş sanat tekniğini küçümseme eğilimindedir, dolayısıyla sanat düzeyinin yükseltilmesine önem verilmelidir. Ama benim gördüğüm kadarıyla, şu sırada işin siyasal yönü daha ağır basmaktadır. Bazı yoldaşlar en temel siyasal bilgiden yoksun olduklarından, kafalarında her türlü bulanık fikir bulunabilmektedir. Yenan'dan birkaç örnek vereyim.
"İnsan tabiatı teorisi." İnsan tabiatı diye bir şey var mıdır? Elbette vardır. Ama soyut olarak değil, somut olarak vardır. Sınıflı toplumda [sayfa 97] sadece sınıfsal nitelikte bir insan doğası vardır, smıflarüstü bir insan doğası yoktur. Biz, proletaryanın ve halk kitlelerinin insan tabiatından yanayız. Toprak ağası ve burjuva sınıfları ise kendi sınıflarının insan tabiatından yanadırlar ama onlar bunu açıkça söylemez ve dünyada tek bir insan tabiatı olduğunu ileri sürerler. Bazı küçük burjuva aydınlarının propagandasını yaptığı insan tabiatı da, ya kitlelerden kopuktur ya da onlara karşıdır. Onların insan tabiatı dedikleri şey, özünde burjuva bireyciliğinden başka bir şey değildir. Bu yüzden de, proletaryanın insan tabiatı onların gözünde insan tabiatına aykırıdır. Yenan'da bazılarının sözüm ona sanat ve edebiyat teorilerinin temeli olarak savundukları "insan tabiatı teorisi", sorunu bütünüyle bu şekilde koymaktadır ve baştan aşağı yanlıştır.
"Sanat ve edebiyatın temel hareket noktası sevgidir, insan sevgisidir." Sevgi elbette bir hareket noktası olabilir, ama daha da temel bir hareket noktası vardır. Bir düşünce olarak sevgi, nesnel pratiğin bir ürünüdür. Biz, esas olarak, düşüncelerden değil, nesnel pratikten hareket ederiz. Aydınlar arasından gelen yazar ve sanatçılarımız proletaryayı severler, çünkü toplum onlara proletaryayla aynı kaderi paylaştıklarını hissettirmiştir. Biz, Japon emperyalizminden nefret ederiz, çünkü Japon emperyalizmi bize zulmeder. Dünyada hiçbir zaman bir nedene ya da bir davaya dayanmayan bir sevgi ya da nefret olamaz. Sözüm ona insan sevgisine gelince, insanlığın sınıflara bölünmesinden bu yana, her şeyi kapsayan böyle bir sevgi var olmamıştır. Geçmişteki hâkim sınıflar ve birçok sözüm ona âlim ve bilge kişi böyle bir sevgi anlayışını savunmaktan hoşlanmışlardır, ama kimse bunu pratiğe geçirememiştir, çünkü sınıflı toplumda böyle bir şey mümkün değildir. Gerçek insan sevgisi, ancak bütün dünyada sınıflar ortadan kaldırıldıktan sonra var olacaktır. Sınıflar, toplumu birbirine düşman çeşitli gruplara bölmüştür; bütün insanları sevmek, ancak sınıflar ortadan kalktığı zaman mümkün olabilir, şimdi değil. Biz, düşmanları sevemeyiz, toplumdaki kötülükleri sevemeyiz, hedefimiz onları yok etmektir. Sağduyu bunu gerektirir; yazar ve sanatçılarımızdan bazıları nasıl oluyor da bunu hâlâ kavrayamıyorlar?
"Sanat ve edebiyat eserleri, aydınlık olan ile karanlık olana her zaman eşit ölçüde önem vermiştir." Bu görüşte birçok bulanık fikir yatıyor. [sayfa 98] Sanat ve edebiyatın her zaman böyle yaptığı söylenemez. Birçok küçük burjuva yazar, aydınlık olanı hiçbir zaman keşfedememiştir. Eserleri, sadece karanlık olanı göstermiştir ve bu, "teşhir edebiyatı" diye bilinir. Bazıları, yalnızca kötümserliği ve dünyadan bıkkınlığı dile getirmede uzmanlaşmışlardır. Buna karşılık, sosyalizmin inşası dönemindeki Sovyet edebiyatı esas olarak aydınlık olanı dile getirir. Gerçi bu edebiyatta da, çalışmalardaki bazı kusurlar dile getirilir ve olumsuz kişiler anlatılır, ama bu sadece, resmin bütünlüğündeki aydınlık olanı ortaya çıkarmak üzere karşıt bir görevi yerine getirir ve buna sözüm ona eşit ölçüde yer verilmez. Burjuvazinin gericilik dönemindeki yazar ve sanatçıları, devrimci kitleleri ayaktakımı olarak, kendilerini ise azizler olarak anlatırlar ve böylelikle, aydınlık olan ile karanlık olanı tersyüz ederler. Övmeli mi, yoksa teşhir mi, etmeli sorununu ancak gerçekten devrimci yazar ve sanatçılar doğru bir şekilde çözebilirler. Halk kitlelerine zarar veren bütün karanlık güçler teşhir edilmeli, halk kitlelerinin bütün devrimci mücadeleleri övülmelidir. Devrimci yazar ve sanatçıların temel görevi budur.
"Sanat ve edebiyatın görevi, her zaman teşhir etmek olmuştur." Bu görüş de tıpkı bir önceki gibi, tarih biliminden habersizliğin ürünüdür. Belirttiğimiz gibi, sanat ve edebiyat hiçbir zaman sadece teşhirle sınırlı kalmamıştır. Devrimci yazar ye sanatçıların teşhir hedefleri hiçbir zaman kitleler olamaz; ancak saldırganlar, sömürücüler, zalimler ve onların halk üzerindeki kötü etkileri hedef alınmalıdır. Kitlelerin de bazı kusurları vardır, ama bu kusurlar halkın kendi saflarındaki eleştiri ve özeleştiriyle giderilmelidir. Hem zaten böyle bir eleştiri ve özeleştiri, sanat ve edebiyatın en önemli görevlerinden biridir. Ama bunu bir çeşit "halkın teşhiri" olarak ele almak yanlıştır. Halka gelince, mesele esas olarak bir eğitim ve halkın düzeyinin yükseltilmesi meselesidir. Ancak karşı-devrimci yazar ve sanatçılar halkı "doğuştan aptal" ve devrimci kitleleri "zorba ayaktakımı" olarak dile getirirler.
"Bu dönem, hâlâ hiciv yazıları dönemidir ve Lu Sun'un yazım tarzına hâlâ ihtiyaç vardır." Karanlık güçlerin baskısı altında ve söz hürriyetinden yoksun olarak yaşayan Lu Sun, kavgasını sürdürebilmek için, deneme biçiminde yazdığı yazılarında keskin hicve ve iğneleyici alaya başvurmakta tamamen haklıydı. Biz de faşistleri, Çinli gericileri [sayfa 99] ve halka zararlı olan her şeyi gülünç göstermeliyiz. Ama demokrasi ve özgürlüğün sadece karşı-devrimcilerin elinden alındığı ve bütünüyle devrimci yazar ve sanatçılara verildiği Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'nde ve düşman hatları gerisindeki Japonya'ya karşı üs bölgelerinde, üslup, sadece Lu Sun'unki gibi olmamalıdır. Biz buralarda, var gücümüzle haykırmak ve halkın anlaması güç olan kapalı ve dolaylı anlatımlardan kaçınmalıyız. "Hiciv yazılan dönemi"nde Lu Sun, düşmanı değil de, halkı ele aldığı zaman, devrimci halkı ve devrimci partiyi asla küçük düşürmedi ve onlara saldırmadı. Üstelik bu yazıları, düşmanı hedef aldığı yazılarından tarz bakımından da tamamen farklıydı. Daha önce söylediğimiz gibi, halkın kusurlarını eleştirmek gereklidir, ama bunu yaparken gerçekten halkın tavrını benimsemeli ve halkı korumak ve eğitmek için sözlerimizi yürekten bir coşkuyla dile getirmeliyiz. Yoldaşlara düşman gibi davranmak, düşmanın tavrını benimsemektir. Peki, öyleyse, hicvi kaldıracak mıyız? Hayır, hiciv her zaman gereklidir. Ama her biri farklı tavırlar taşıyan çeşitli hicivler vardır; düşmanlarımızı ele alan hiciv vardır, müttefiklerimizi ele alan hiciv vardır, kendi saflarımızı ele alan hiciv vardır. Biz genel olarak hicve karşı değiliz: asıl ortadan kaldırmamız gereken, hicvin kötüye kullanılmasıdır.
"Ben övme ve yüceltme düşkünü değilim. Aydınlık olanı yüceltenlerin eserleri ille de büyük olmayabileceği gibi, karanlık olanı ele alanların eserleri de ille değersiz olmayabilir." Eğer bir burjuva yazarı ya da sanatçısıysanız, proletaryayı değil, burjuvaziyi yüceltirsiniz. Ama eğer bir proleter yazarı ya da sanatçısıysanız, burjuvaziyi değil, proletaryayı ve emekçi halkı yüceltirsiniz. Ya birini ya da öbürünü yapmak zorundasınızdır. Ne burjuvaziyi yücelten eserler mutlaka büyüktür, ne de burjuvazinin karanlık olduğunu gösteren eserler ille de değersizdir. Proletaryayı öven eserlerin de mutlaka değersiz olması gerekmez, ama proletaryanın sözüm ona "karanlığını" işleyen eserler değersiz kalmaya mahkûmdur. Bunlar, sanat ve edebiyat açısından tarihin gerçekleri değil midir? Halkı, yani insanlık tarihinin yaratıcılarını neden övmeyelim? Proletaryayı, Komünist Partisini, Yeni Demokrasiyi ve sosyalizmi neden övmeyelim? Halkın davası için coşku duymayan, proletaryanın ve onun öncüsünün mücadele ve zaferlerini [sayfa 100] bir kenardan kayıtsız bir şekilde seyreden bir insan tipi vardır. Bu insanın ilgilendiği ve yüceltmekten hiçbir zaman usanmayacağı biricik şey, kendisi ve belki de kendi dar çevresindeki birkaç kişidir. Elbette bu küçük burjuva bireycileri, devrimci halkın yaptıklarını ve erdemlerini yüceltmeye, halkın mücadeledeki yiğitliğini ve zafere olan güvenini yükseltmeye yanaşmazlar. Bu tip insanlar, devrimci saflara karışmış haşarattan başka bir şey değildirler ve kuşkusuz, devrimci halkın bu "çığırtkanlar"a ihtiyacı yoktur.
"Bu bir tavır meselesidir; sınıf tavrım doğrudur, iyi niyetliyim ve her şeyi çok iyi kavrıyorum, ama kendimi ifade etmeyi başaramıyorum, bu yüzden de sonuç kötü oluyor." Amaç ve sonuç konusundaki diyalektik materyalist görüşten daha önce söz etmiştim. Şimdi sormak istediğim bir şey var: Sonuç meselesi bir tavır meselesi değil midir? Bir insan sadece amaçtan hareket eder ve davranışlarının ne sonuç doğuracağını araştırmazsa, o insan sadece reçeteler yazan ve yazdığı reçeteler yüzünden kaç hastasının öldüğüne aldırış etmeyen bir hekime benzer. Ya da sadece bildiriler yayınlayan, ama bunların uygulanıp uygulanmadığına aldırmayan bir siyasi parti düşünelim. Peki, bu doğru bir tavır mıdır? Burada iyi niyetten söz edilebilir mi? Kuşkusuz, sonuçlar daha önceden hesaba katılmış olsa bile hatalar yapılabilir. Ama bir kimse, gerçekler sonucun kötü olduğunu ispatladıktan sonra da bildiğini okumaya devam ederse, iyi niyetten söz edilebilir mi? Bir partiyi ya da hekimi değerlendirirken, pratiğe, yani sonuca bakmalıyız. Aynı şey bir yazarı değerlendirirken de geçerlidir. Gerçekten iyi niyetli olan bir kimse, sonucu hesaba katmalı, tecrübelerden ders çıkarmalı, yöntemleri ya da yaratıcı çalışmada anlatım tekniğini incelemelidir. Gerçekten iyi niyetli olan bir kimse, eserindeki kusurları ve hataları en büyük açık yüreklilikle eleştirmeli ve onları düzeltmede kararlı olmalıdır, işte Komünistlerin özeleştiri yöntemini kullanmalarının nedeni de budur. Tek doğru tavır budur. Doğru tavrın ne olduğunu zamanla anlamak ve iyi bir şekilde kavramak, ancak böyle ciddi ve sorumlu bir uygulama süreci içersinde mümkün olabilir. Eğer bir kimse uygulamada bu yolu tutmazsa, eğer böbürlenerek her şeyi çok iyi kavradığını iddia ederse, o kimse aslında hiçbir şey kavramamış demektir. [sayfa 101]
"Bizden Marksizmi incelememizi istemek, diyalektik materyalist yaratma yönteminin hatasını tekrarlamak demektir ve bu da yaratıcılığa zarar verir." Marksizmi incelemek, dünyayla, toplumla, sanat ve edebiyatla ilgili gözlemlerimizde diyalektik materyalist ve tarihi materyalist bakış açısını uygulamak demektir; sanat ve edebiyat eserlerimizde felsefi nutuklar çekmek demek değildir. Marksizm, fizikteki atom ve elektron teorilerini içerdiği halde nasıl onların yerini tutamazsa, aynı şekilde sanat ve edebiyattaki yaratıcılığın gerçekçiliğini de içerir, ama onun yerini tutamaz. Boş, kuru, dogmatik formüller gerçekten yaratıcılığı yok ederler; bununla da kalmaz, her şeyden önce Marksizmi yok ederler. Dogmatik "Marksizm" Marksizm değildir, Marksizme aykırıdır. Peki, öyleyse Marksizm yaratıcılığı yok eder mi? Evet, eder. Feodal, burjuva, küçük burjuva, liberal, bireyci, nihilist, sanat için sanat anlayışını savunan, aristokrat, yozlaşmış ya da kötümser ve halk kitlelerine ve proletaryaya yabancı olan her türlü yaratıcılığı yok eder, Proleter yazar ve sanatçılar açısından baktığımızda, bu türden yaratıcılık yok edilmemeli midir? Bence edilmelidir, bütünüyle yok edilmelidir. Ve bunlar yok edilirken yeni bir şey inşa edilebilir.
Burada tartışılan sorunlar, Yenan'daki sanat ve edebiyat çevrelerimizin de sorunlarıdır. Bu neyi gösterir? Sanat ve edebiyat çevrelerimizde yanlış çalışma tarzlarının hâlâ ciddi ölçüde var olduğunu ve yoldaşlarımız arasında idealizm, dogmatizm, boş hayalcilik, laf ebeliği, pratiği hor görme ve kitlelerden kopukluk gibi birçok hastalığın yar olduğunu gösterir. Bunların hepsi de etkili ve ciddi bir düzeltme kampanyasını gerektirmektedir.
Proletarya ile küçük burjuvazi arasındaki farkı hâlâ berrak bir şekilde kavramayan pek çok yoldaşımız var. Komünist Partisi'ne örgütsel olarak katılmış bulunan, ama Partiye ideolojik bakımdan tam olarak ya da hiç katılmamış olan birçok parti üyesi var. Partiye ideolojik bakımdan katılmamış olanlar kafalarında hâlâ sömürücü sınıfların [sayfa 102] pisliklerinin büyük bir kısmını barındırmaktadırlar ve proletarya ideolojisinin, komünizmin ya da Partinin ne olduğu konusunda hiçbir fikirleri yoktur. "Proletarya ideolojisi mi?" diye düşünüyorlar, "Hep aynı hikâye!" Oysa bu hikâyeyi kavramanın hiç de kolay bir iş olmadığını bilemiyorlar. Bazılarının ömürleri boyunca Komünizmden nasiplerini alacakları yoktur ve bunlar önünde sonunda Partiyi terk edeceklerdir. Bu yüzden, Partimizin ve saflarımızın çoğunluğu temiz ve dürüst olduğu halde, devrimci hareketi daha da etkili bir şekilde geliştirecek ve onun başarısını hızlandıracaksak, işleri hem ideolojik, hem de örgütsel bakımdan bütün ciddiyetimizle yoluna koymalıyız, işleri örgütsel bakımdan yoluna koymamız için, işleri önce ideolojik bakımdan yoluna koymalı, proleter olmayan ideolojiye karşı proletarya ideolojisinin mücadelesini başlatmalıyız. Yenan'da sanat ve edebiyat çevrelerinde ideolojik bir mücadele şimdiden başlamıştır ve bu son derece gereklidir. Küçük burjuva kökenli aydınlar her zaman, sanat ve edebiyat da dâhil, inatla her yola başvurarak kendilerini ön plana çıkarmaya ve kendi görüşlerini yaymaya çalışırlar ve Partinin de, dünyanın da kendilerine göre yeniden biçimlendirilmesini isterler. Bu koşullarda, bizim görevimiz, bu "yoldaş"ları sarsmak ve onlara sert bir şekilde, "Bu sökmez! Proletarya kendisini size uyduramaz; size boyun eğmek aslında büyük toprak ağası sınıfına, büyük burjuvaziye boyun eğmek ve Partimizin ve ülkemizin zayıf düşmesi tehlikesini göze almak olur" demektir. Öyleyse biz kime boyun eğmeliyiz? Partiyi ve dünyayı ancak proletaryanın öncüsüne göre biçimlendirebiliriz. Umarız, sanat ve edebiyat çevrelerindeki yoldaşlarımız bu büyük tartışmanın ciddiyetini kavrarlar ve bu mücadeleye faal olarak katılırlar. Her yoldaşın sağlamlaşması ve bütün saflarımızın ideolojik ve örgütsel bakımdan gerçekten birleşip güçlenmesi ancak böyle mümkün olabilir.
Yoldaşlarımızın birçoğu, düşüncelerindeki karışıklık yüzünden, devrimci üs bölgelerimiz ile Guomindang bölgeleri arasında gerçek bir ayrım yapmayı pek başaramamakta ve bunun sonucunda pek çok hata yapmaktadırlar. Birçok yoldaşımız buraya Şanghay'daki barınaklarından geldiler ve bu barınaklarından devrimci üs bölgelerine gelirken, sadece bir yerden başka bir yere geçmiş olmakla kalmadılar, [sayfa 103] aynı zamanda bir tarihi çağdan başka bir tarihi çağa geçmiş oldular. Biri, büyük toprak ağalarının ve büyük burjuvazinin hâkimiyeti altındaki yarı-feodal, yarı-sömürge toplum; öbürü ise, proletaryanın önderliği altındaki devrimci yeni demokratik toplumdur. Devrimci üslere gelmek demek, Çin tarihinde binlerce yıldır eşi görülmemiş bir çağa, iktidarın halk kitlelerinin elinde bulunduğu bir çağa girmek demektir.. Burada, çevremizdeki insanlar ve propaganda yaptığımız kişiler bütünüyle farklıdır. Eski dönem bir daha geri gelmemek üzere gitmiştir. Bu yüzden, yeni kitlelerle hiç tereddüt etmeden bütünleşmeliyiz. Eğer yeni kitleler arasında yaşayan bazı yoldaşlar, daha önce de söylemiş olduğum gibi, hâlâ "bilgiden ve anlayıştan yoksun"salar ve "yiğitliklerini gösterecek yer bulamayan kahramanlar" olarak kalırlarsa, güçlüklerle karşılaşacaklar ve bu güçlükler sadece köylere gittikleri zaman değil, burada Yenan'da da karşılarına çıkacaktır. Bazı yoldaşlar, "En iyisi, Büyük Cephe Gerisi Bölgesindeki[36] okurlar için bir şeyler yazmaya devam edeyim; bu iyi bildiğim bir iş, hem de milli bir önem taşıyor." diye düşünebilirler. Bu düşünce bütünüyle yanlıştır. Büyük Cephe Gerisi Bölgesi de değişmektedir. Oradaki okurlar da, devrimci üs bölgelerindeki yazarların eski hikâyelerle canlarını sıkmalarını değil, onlara yeni insanları ve yeni dünyayı anlatmalarını bekliyorlar. Bu yüzden, devrimci üs bölgelerinde kitleler için ne kadar eser yazılırsa, bu eserler o kadar milli önem taşıyacaktır. Fadeyev, Partizanlar[37] adlı eserinde sadece küçük bir gerilla birliğinin hikâyesini, anlatıyordu ve hiç de eski dünyanın okurlarına yaranmak niyetinde değildi; buna rağmen, kitap dünya çapında etki yarattı. Bildiğiniz gibi, bu kitabın sadece Çin'deki etkisi bile çok büyüktür. Çin geriye değil, ileriye doğru gitmektedir. Ve Çin'i ileri götüren, geri ya da geriye dönük bölgeler değil, devrimci üs bölgeleridir. Bu, yoldaşlarımızın [sayfa 104] düzeltme hareketinde her şeyden önce kavramaları gereken temel bir sorundur.
Kitlelerin yeni çağıyla bütünleşmek zorunlu olduğuna göre, birey ile kitleler arasındaki ilişki sorununu tam olarak çözmek gereklidir. Lu Sun'un bir şiirinden alınan şu iki mısra bize şiar olmalıdır:
Kaşlarım çatık, dimdik meydan okurum suçlayan binlerce parmağa,
Başım eğik, uysal bir öküz gibi hizmet ederim çocuklara.[38]
"Suçlayan binlerce parmak" düşmanlarımızdır ve ne kadar amansız olurlarsa olsunlar onlara asla boyun eğmeyeceğiz. Burada "çocuklar" proletaryayı ve kitleleri temsil ediyor. Bütün Komünistler, bütün devrimciler, bütün devrimci sanat ve edebiyat işçileri Lu Sun'un bu örneğinden ders çıkarmalı ve proletaryanın ve kitlelerin "öküzleri" olmalı, ölünceye kadar bu görevi omuzlamalıdırlar. Kitlelerle bütünleşmek, kitlelere hizmet etmek isteyen aydınlar, kendilerinin kitleleri, kitlelerin de onları yakından tanıyabileceği bir süreçten geçmelidirler. Bu süreç büyük acılara ve çatışmalara yol açabilir ve açacaktır da; ama eğer azimliyseniz bunların üstesinden gelebilirsiniz.
Bugün, sanat ve edebiyat hareketimizin temel yönelimiyle ilgili meselelerden sadece bazılarını ele aldım; daha derin incelemeler gerektiren daha birçok özel mesele var. Buradaki yoldaşların gösterilen yolda ilerleyeceklerinden eminim. Düzeltme hareketinin seyri içinde ve önümüzdeki uzun inceleme ve çalışma döneminde, kendinizi ve eserlerinizi kesinlikle değiştirebileceğinizden, halk kitleleri tarafından yürekten benimsenen birçok iyi eser yaratabileceğinizden ve devrimci üs bölgelerindeki ve Çin'in dört bir yanındaki sanat ve edebiyat hareketini parlak bir yeni aşamaya doğru ilerletebileceğinizden eminim. [sayfa 105]
ÇOK ÖNEMLİ BİR SİYASET[6*]
7 Eylül 1942
Parti Merkez, Komitesinin "daha iyi birlikler ve daha basit yönetim" siyasetini[39] ortaya atmasından bu yana, Japonya'ya karşı üs bölgelerinin çoğundaki Parti örgütleri bu siyaseti Merkez Komitesi talimatları uyarınca uygulamakta ya da uygulamak üzere planlar yapmaktadır. Şansi-Hebey-Şandung-Henan Sınır Bölgesi'ndeki yönetici yoldaşlar bu çalışmaya fiilen başlamışlar, "daha iyi birlikler ve daha basit yönetim"e önayak olmuşlardır. Ancak, bazı üs bölgelerindeki yoldaşlar, bu siyaseti tam olarak kavrayamadıklarından bunu gereken ciddiyetle uygulamak için çaba göstermemişlerdir. Bu kimseler, bu siyasetin bugünkü durum ve Partinin öteki siyasetleri ile ilişkisini hâlâ anlayamamakta, bunun en önemli şey olduğunu görememektedirler. Bu konu Kurtuluş Gazetesi'nde daha önceleri birçok kez tartışılmıştı. Şimdi biz buna daha açıklık getirmek amacındayız.
Partinin bütün siyasetleri, Japon istilacılarını yenilgiye uğratma amacını güder. Direnme Savaşı, beşinci yılından bu yana, son aşaması olan zafer için mücadele aşamasına fiilen girmiş bulunuyor. Bu aşamada durum, birinci ve ikinci yıllardaki durumdan farklı olduğu gibi, üçüncü ve dördüncü yıllardaki durumdan da farklıdır. Savaşın beşinci ve altıncı yıllarının bir özelliği de, zafer yaklaşırken hâlâ önümüzde çok büyük güçlüklerin olmasıdır; başka bir deyişle, biz "şafaktan önceki karanlık"tayız. Bugünkü aşamada bütün anti-faşist ülkelerde olduğu gibi bütün Çin'de de durum budur. Bu durum, Sekinci Yol Ordusu'nun [sayfa 106] ve Yeni Dördüncü Ordu'nun üs bölgelerinde özellikle şiddetli olmakla birlikte, sadece buralarla sınırlı kalmamaktadır. Japonya istilacılarını önümüzdeki iki yıl içinde yenmek amacıyla çaba gösteriyoruz. Bu iki yıl, savaşın ilk ya da ikinci iki yıllık döneminden büyük ölçüde farklı, son derece zor yıllar olacaktır. Özellikle bu nokta, devrimci parti ve devrimci ordu içindeki yöneticiler tarafından kavranmalıdır. Bunu kavramazlarsa olayların akışına kapılıp sürüklenecekler, ne kadar çaba gösterirlerse göstersinler zafere ulaşamayacaklar, hatta devrim davasını tehlikeye düşüreceklerdir. Düşmanın cephe gerisindeki Japonya'ya karşı üs bölgelerinde durum, daha şimdiden eskisine göre birkaç misli daha çetin olmasına rağmen, güçlük henüz son raddesine varmamıştır. Bu durumda doğru bir siyasetimiz olmazsa ağır güçlükler altında ezilip kalırız. İnsanlar genellikle geçmişteki ve şimdiki koşullara göre değerlendirmeler yapmaya, geleceğin de üç aşağı beş yukarı aynı olacağını düşünmek gibi bir yanılgıya düşmeye yatkındırlar. Geminin ya sualtındaki kayalara çarpacağını ya da bu kayalardan serinkanlılıkla sıyrılacağım önceden göremezler. Direnme Savaşı gemisinin yolu üzerindeki sualtında bulunan kayalar nelerdir? Bunlar savaşın son aşamasındaki ağır maddi güçlüklerdir. Parti Merkez Komitesi bunlara işaret etmiş, bizleri uyanık olmaya ve bunların üstesinden gelmeye çağırmıştır. Yoldaşlarımızdan çoğu, sorunu şimdiden anlamışlarsa da, bazıları anlamamıştır; aşmamız gereken ilk engel de budur. Direnme Savaşı'nda birliğe gerek vardır; birlik ise içinde güçlükleri barındırır. Bu güçlükler siyasaldır. Geçmişte çıkmışlardır, gelecekte de tekrar ortaya çıkabilirler. Beş yıldır Partimiz giderek ve olanca çabasıyla bu güçlüklerin üstesinden geliyor. Bizim sloganımız birliği güçlendirmektir. Bunu yapmaya devam etmeliyiz. Oysa daha başka türde güçlükler, maddi güçlükler vardır. Bunlar gittikçe daha şiddetlenecektir. Bugün bazı yoldaşlar buna hâlâ boş vermekte, durumun bilincine varamamaktadırlar. Bu nedenle böylelerini uyarmamız gerekiyor. Japonya'ya karşı üs bölgelerindeki bütün yoldaşlar bundan böyle maddi güçlüklerin kesinlikle artacağını, bunları alt etmenin en önemli yolunun da "daha iyi birlikler ve daha basit yönetim" olduğunu anlamalıdırlar. [sayfa 107]
Daha iyi birlikler ve daha basit yönetim siyaseti, maddi zorlukları yenmede niçin önemlidir? Üs bölgelerindeki şimdiki ve daha çok da gelecekteki, savaş durumu, geçmişteki görüşlerimize saplanıp kalmamıza imkân bırakmayacaktır. Muazzam büyüklükteki savaş aygıtımız, geçmişin koşullarına uygundu. O zamanlar bu aygıt geçerli ve zorunluydu. Oysa şimdi işler değişmiştir. Üs bölgeleri daralmıştır, daha bir süre de daralmaya devam edebilir. Kuşkusuz bu muazzam savaş aygıtımızı eskisi gibi bırakamayız. Savaş aygıtımız ile savaşın durumu arasında çözmek zorunda olduğumuz bir çelişme daha şimdiden ortaya çıkmıştır. Düşmanın hedefi bu çelişmeyi keskinleştirmektir. Onun "her şeyi yak, herkesi öldür, her şeyi yağmala" siyasetinin amacı budur. Bu muazzam aygıtımızı olduğu gibi bırakırsak, doğruca, düşmanın kurduğu tuzağa düşeriz. Onu küçültür, daha iyi birliklere ve daha basit yönetime sahip olursak, savaş aygıtımız küçülse de güçlü kalır. "Sığ sudaki iri balık" örneğine benzeyen çelişmemizi çözerek ve savaş aygıtımızı savaşın durumuna uygun bir hale getirerek daha da güçleneceğiz; yenilmek şöyle dursun, sonunda düşmanı yeneceğiz. Parti Merkez Komitesince tespit edilen "daha iyi birlikler ve daha basit yönetim" siyasetinin çok önemli bir siyaset olduğunu söylememiz bundandır.
Bununla birlikte, insanların kafaları koşullar ve alışkanlıklarla sınırlanmaya yatkındır. Devrimciler bile her zaman kendilerini bundan kurtaramazlar. Bu muazzam aygıtı, bir gün gelip küçültmek zorunda kalacağımızı pek düşünmeden kurmuştuk. Şimdi küçültme zamanı geldiğinde, ağırdan alıyoruz ve bu iş bize çok zor geliyor. Düşman bize muazzam savaş aygıtıyla yüklenip dururken nasıl olur da biz kendimizinkini küçültmeye kalkışırız? Savaş aygıtımızı küçültürsek, kuvvetlerimiz düşmanla baş edemeyecek kadar azalmaz mı? Böylesine kuşkular, koşullar ve alışkanlıklarla sınırlanıp kalmanın sonucudur. Hava değişince giysileri değiştirmek gerekir. Her yıl yaza, yaz güze, güz kışa, kış da bahara dönerken bu değişikliği yapmak zorunda kalırız. Ama alışkanlıkları sonucu bazıları bunu zamanında yapmazlar ve hasta olurlar. Üs bölgelerimizdeki şimdiki koşullar, artık kışlık giysilerimizi dolaba kaldırıp düşmanla savaşırken çevik hareket edebilecek şekilde yazlık giysilerimizi giymemizi gerektiriyor. Oysa biz [sayfa 108] hâlâ sımsıkı sarınıp sarmalanıyor, hantallaşıyor, savaşa bütünüyle elverişsiz bir duruma geliyoruz. Düşmanın muazzam savaş aygıtıyla nasıl baş edeceğimize gelince, Maymun Kralın Prenses Demir Yelpaze ile nasıl baş ettiğinden ders alabiliriz. Prenses alt edilmesi güç bir iblisti, ancak kendini küçük bir böcek haline sokan Maymun Kral, onun midesine girmenin yolunu buldu ve Prensesi haklayıverdi[40] Liu Zungyuan'ın "Kveyçov'daki Eşek" öyküsünde[41] de değerli bir ders vardır. Kveyçov'a koskoca bir eşek getirilmiş, eşeğin görünüşü küçük bir kaplanı bile ürkütmüş. Ama sonunda küçük kaplan o koskoca eşeği yiyivermiş. Sekizinci Yol Ordumuz ve Yeni Dördüncü Ordumuz Maymun Kral ya da küçük kaplandır ve bunlar Japon iblisi ya da eşeğiyle baş edecek güçtedirler. Şimdi biraz değişiklik yapmamız, kendimizi daha küçük, ama daha dayanıklı duruma getirmemiz zorunludur. O zaman yenilmez olacağız. [sayfa 109]
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞININ DÖNÜM NOKTASI[7*]
12 Ekim 1942
Stalingrad Muharebesi, İngiliz ve Amerikan basını tarafından Verdün Muharebesine benzetilmektedir. Artık "Kızıl Verdün" bütün dünyada ün kazanmıştır. Bu benzetme pek yerinde değildir. Stalingrad Muharebesi, niteliği bakımından Birinci Dünya Savaşındaki Verdün Muharebesinden farklıdır. Bununla birlikte ortak olan yanları şudur: O zaman olduğu gibi şimdi de Alman saldırısı karşısında yanılgıya düşen pek çok kimse, Almanya'nın hâlâ savaşı kazanabileceğini sanmaktadır. Birinci Dünya Savaşı'nın 1918 kışında sona ermesinden iki yıl önce, 1916'da Alman kuvvetleri Verdün'deki Fransız istihkâmlarına karşı birçok saldırıya giriştiler. Verdün'deki başkomutan Alman veliahtı, savaşa sürülen kuvvetler ise Alman ordusunun seçme birlikleriydi. Muharebe, belirleyici bir önem taşımaktaydı. Vahşi Alman saldırılan geri püskürtüldükten sonra, bütün Alman-Avusturya-Türk-Bulgar bloğunun artık bir şansı kalmamıştı. Bu andan itibaren bu bloğun karşılaştığı güçlükler arttı, içindekiler tarafından terk edildi, dağıldı ve sonunda da çöktü. O sıralarda Alman ordusunun hâlâ çok güçlü olduğuna inanan İngiliz-Amerikan-Fransız bloğu bu durumu kavrayamadı ve yaklaşan zaferini fark edemedi. Tarihsel olarak yok olmanın eşiğindeki bütün gerici güçler devrimci güçlere karşı daima son bir umutsuz mücadele verirler. Bazı devrimciler, düşmanın yok olmaya gittiği, kendilerinin ise zafere ilerlediği gerçeğini kavrayamayarak düşmanın bünyesindeki zaafı gizleyen güçlü görünüşüne daha bir süre aldanabilirler. Faşizmin güçlerinin yükselişi ve birkaç yıldır sürdürmekte oldukları saldırı savaşı, işte bu son umutsuz [sayfa 110] mücadelenin bir ifadesidir. Şimdiki savaşta da Stalingrad'a karşı girişilen saldırı, faşizmin umutsuz son mücadelesinin ifadesidir. Tarihin bu dönüm noktasında da dünya anti-faşist cephesi içindeki birçok insan, faşizmin vahşi görünümüne aldanmış ve onun özünü anlayamamıştır. Bütün Alman kuvvetlerinin Don Irmağı kavisini aşarak Stalingrad'a karşı genel saldırısını başlattığı 23 Ağustos'tan ve bazı Alman birliklerinin kentin kuzeybatı kesimindeki sanayi bölgesine girdiği 15 Eylül'den, Sovyet Haber Bürosunun Kızıl Ordu'nun o bölgedeki Alman kuşatma hattını yarmış olduğunu bildirdiği 9 Ekim'e kadar geçen kırk sekiz gün boyunca, insanlık tarihinde o güne kadar rastlanmamış, eşi görülmemiş şiddette bir savaş oldu. Sonunda bu muharebe Sovyet kuvvetleri tarafından kazanıldı. Bu kırk sekiz gün boyunca bu kentten gelen her yenilgi ya da zafer haberi, milyonlarca insanın yüreğini sardı, onları kâh üzüntüye boğdu, kâh sevinçten coşturdu. Bu muharebe, yalnızca Sovyet-Alman savaşının, hatta şu andaki anti-faşist dünya savaşının değil, bütün insanlık tarihinin dönüm noktasıdır. Bu kırk sekiz gün boyunca bütün dünyanın insanları Stalingrad'ı, geçen Ekim'de Moskova'yı izlediklerinden çok daha büyük bir dikkatle izlediler.
Batı cephesindeki zaferine kadar Hitler, ihtiyatı elden bırakmamış gibiydi. Polonya'ya saldırdığında, Norveç'e saldırdığında, Hollanda-Belçika ve Fransa'ya saldırdığında ve Balkanlara saldırdığında, dikkatini hiç dağıtmadan her defasında bütün gücünü tek bir hedefte toplamıştı. Batı cephesindeki zaferinden sonra, başarıdan başı döndü, Sovyetler Birliği'ni üç ayda yenmeye kalkıştı. Bu muazzam ve güçlü sosyalist ülkeye karşı, kuzeyde Murmansk'tan, güneyde Kırım'a kadar uzanan bütün bir cephe boyunca taarruza geçti ve böylece kuvvetlerini dağıtmış oldu. Hitler'in geçen Ekim ayındaki Moskova harekâtının başarısızlığa uğraması, Sovyet-Alman savaşının birinci aşamasının sonunu belirledi ve Hitler'in birinci stratejik planı başarısızlığa uğradı. Geçen yıl Kızıl Ordu Alman taarruzunu durdurdu ve kışın bütün cephelerde karşı-taarruza geçti. Bu da, Sovyet-Alman savaşında Hitler'in geri çekilmeye başladığı ve savunmaya geçtiği ikinci aşamayı oluşturdu. Bu dönemde Hitler Başkomutanı Brauchitsch'i görevden uzaklaştırıp komutayı kendi üzerine aldıktan sonra genel taarruz [sayfa 111] planından vazgeçmeye karar verdi. Avrupa'da var olan bütün kuvvetleri bir araya topladı, güney cephesiyle sınırlı olmakla birlikte Sovyetler Birliği'nin en can alıcı noktalarına darbe indirmeyi tasarladığı nihai taarruza hazırlandı. Bu, faşizmin kaderinin bağlı olduğu nihai bir taarruz niteliğini taşıdığı için Hitler, mümkün olan en büyük kuvvetleri toplamış, hatta Kuzey Afrika cephesindeki hava kuvvetleri ile tanklarının bir kısmını bile buraya nakletmişti. Bu yılın Mayıs ayında Almanların Kerç ve Sivastopol'e saldırmasıyla, savaş üçüncü aşamasına girdi. Hitler, bütün hava ve tank kuvvetleri tarafından desteklenen 1.500.000 askeri aşkın bir ordu yığarak Stalingrad ve Kafkaslar üzerine eşine rastlanmamış şiddette bir taarruz başlattı. Volga'yı kesmek ve Bakû'yü ele geçirmek ikili amacıyla büyük bir hızla, bu iki hedefi, Stalingrad ve Kafkasları ele geçirmeye çabalıyordu. Sonunda da kuzeyde Moskova üzerine yüklenmeye, güneyde ise İran Körfezi'ne inmeye niyetleniyordu. Aynı zamanda Japon faşistlerine de Stalingrad'ın düşmesinden sonra Sibirya'ya saldırmaya hazırlanmaları için birliklerine Mançurya'da toplanmaları talimatını verdi. Hitler, Alman ordusunun ana kuvvetlerini Sovyet savaş alanından çekmesini mümkün kılacak ölçüde Sovyetler Birliği'ni zayıflatabileceğini hayal ediyordu. Böylece bu kuvvetleri batı cephesindeki bir İngiliz-Amerikan saklısına karşı koymak, Yakın Doğunun kaynaklarını ele geçirmek ve Japonlarla birleşmeyi gerçekleştirmek için kullanacaktı. Aynı zamanda bu Japonların esas kuvvetlerinin kuzeyde serbest kalmasını sağlayacak ve cephe gerileri güven allına alınmış olacağından onlara batıda Çin'e, güneyde ise İngiltere ve Birleşik Amerika'ya karşı harekete geçme olanağını verecekti. Hitler, faşist kampın zaferi bu yolla kazanacağını sanıyordu. Ama bu aşamada olaylar nasıl gelişti? Hitler, ölüm fermanını imzalayan Sovyet taktikleriyle karşı karşıya kaldı. Sovyetler Birliği, önce düşmanı içerilere çekme, sonra da inatçı bir direnme gösterme siyasetini benimsedi. Beş aylık savaşta Alman ordusu ne Kafkasların petrol bölgelerine sızabildi, ne de Stalingrad'ı ele geçirebildi. Bu yüzden Hitler, ilerleyemediği, geri çekilemediği, muazzam kayıplara uğradığı ve açmaza düştüğü bir durumda askerlerini yüksek dağların önünde ve ele geçirilmez bir kentin dışında durdurmak zorunda kalmıştır. [sayfa 112] Ekim gelmiş çatmış, kış yaklaşmaktadır. Kısa bir süre sonra savaşın üçüncü aşaması sona erip dördüncü aşaması başlayacaktır. Hitler'in Sovyetler Birliği'ne karşı stratejik saldırı planlarının hiçbiri başarılı olamamıştır. Kuvvetlerinin bölündüğü geçen yazki başarısızlığını dikkate alan Hitler, bu dönemde gücünü güney cephesinde toplamıştır. Ama hâlâ bir çırpıda doğuda Volga'yı kesmek, güneyde ise Kafkasları ele geçirmek ikili hedefine ulaşmak istediği için kuvvetlerini gene bölmüştür. Hitler, gücünün, ihtiraslarına cevap vermediğini anlayamamıştır. Artık yıkılmaya mahkûmdur. "Taşıma sırığının iki ucu sağlama alınmazsa, yük kayar gider." Buna karşılık Sovyetler Birliği savaştıkça güçleniyor. Stalin'in parlak stratejik yönetimi, inisiyatifi bütünüyle ele geçirmiştir ve Hitler'i her yerde mahva sürüklemektedir. Bu kış başlamakta olan savaşın dördüncü aşaması Hitler'in yaklaşan sonunu belirleyecektir.
Hitler'in savaşın birinci aşamasındaki durumuyla üçüncü aşamasındaki durumunu karşılaştırırsak, onun nihai yenilginin eşiğinde olduğunu görebiliriz. Gerek Stalingrad'da, gerek Kafkaslarda Kızıl Ordu, Alman taarruzunu fiilen durdurmuştur. Stalingrad ve Kafkaslar üzerine saldırısı başarısızlığa uğrayan Hitler, artık tükenmek üzeredir. Hitler'in geçen Aralık'tan bu yılın Mayıs'ına kadar toplayabildiği kuvvetlerin hemen hepsi eriyip gitmiştir. Bir aya kalmadan Sovyet-Alman cephesinde kış bastıracak, Hitler alelacele savunma durumuna geçmek zorunda kalacaktır. Don'un batısındaki ve güneyindeki şerit onun en zayıf olduğu bölgedir ve Kızıl Ordu buradan karşı-taarruza geçecektir. Yaklaşan akıbetinin korkusu ile hareket eden Hitler, bu kış, kuvvetlerini bir kez daha yeniden düzenleyecektir. Hem doğu, hem de batı cephelerindeki tehlikelere karşı koyabilmek için belki de, kuvvetlerinden arta kalanları toparlayabilecek, bunlardan birkaç yeni tümen oluşturabilecek ve bunları donatabilecek, ayrıca üç faşist ortağı olan, İtalya, Romanya ve Macaristan'dan yardım istemek zorunda kalacak ve onlardan savaşta malzeme gibi kullanacağı daha bir miktar insanı tehditle alacaktır. Bundan başka, Hitler'in işinin bitik olduğunu görünce karamsarlığa kapılacak olan İtalya, Romanya ve Macaristan giderek kendisinden uzaklaşırken, kendisi de doğudaki bir kış seferinin muazzam kayıplarına uğramak ve batıda ikinci cephe ile uğraşmak [sayfa 113] zorunda kalacaktır. Kısacası, 9 Ekim'den sonra Hitler'in önünde tek bir yol kalacaktır; o da yok olma yoludur.
Kızıl Ordu'nun bu kırk sekiz günlük Stalingrad savunmasının, geçen yılki Moskova savunmasıyla belli bir benzerliği vardır: Hitler'in bu yılki planı, tıpkı geçen yılki planı gibi boşa çıkmıştır. Ancak aralarında şu fark vardır: Sovyet halkı, Moskova saldırısının ardından bir kış karşı-taarruzuna geçmesine rağmen, Alman ordusunun bu yılki yaz taarruzunu göğüslemek zorunda kalmıştır. Bu, kısmen Almanya ile onun Avrupalı yardakçılarının biraz daha savaşacak güçlerinin kalmış olmasından, kısmen de İngiltere ile Birleşik Amerika'nın İkinci Cepheyi açmayı geciktirmelerindendi. Oysa şimdi, Stalingrad savunmasından sonra durum geçen yılkinden bütünüyle farklı olacaktır. Bir yandan Sovyetler Birliği geniş çapta ikinci bir kış karşı-taarruzuna geçecek, İngiltere ile Birleşik Amerika -hâlâ kesin bir tarih verilemese de- artık İkinci Cepheyi açmayı geciktiremeyecekler ve Avrupa halkları bunun sonucunda ayaklanmaya hazır olacaktır. Öte yandan da Almanya ile Avrupalı yardakçılarının geniş çaplı taarruzlara girişecek halleri kalmamıştır ve Hitler'in bütün siyasal çizgisini stratejik savunmaya çevirmekten başka seçeneği kalmayacaktır. Hitler, stratejik savunmaya dönmek zorunda kaldı mı, faşizmin akıbeti de kesinlik kazanmış olur. Hitler'inki gibi bir faşist devlet, bütün siyasal ve askeri hayalini, doğduğu andan başlayarak taarruz üzerine inşa eder; taarruz durdu mu, kendi hayatı da durur. Stalingrad muharebesi, faşizmin taarruzunu durduracaktır; bu yüzden de belirleyici bir muharebedir. Dünya Savaşı için belirleyici bir muharebedir.
Hitler'in karşısında üç güçlü düşman, Sovyetler Birliği, İngiltere ile Birleşik Amerika ve Alman işgali altındaki topraklarda yaşayan halklar vardır. Doğu cephesinde karşı-taarruzları kış boyunca ve daha sonra da devam edecek olan kaya gibi sağlam Kızıl Ordu var. Savaşın sonucunu ve insanlığın kaderini belirleyecek olan, işte bu kuvvettir. Batı cephesinde İngiltere ve Birleşik Amerika seyirci kalma ve ağırdan alma siyasetlerini sürdürseler bile, iş öldürülmüş kaplanın üzerine çullanmaya gelince ikinci cephe önünde sonunda açılacaktır. Bir de Hitler'e karşı iki cephe, yani Almanya'da, Fransa'da ve Avrupa'nın başka bölümlerinde olgunlaşmakta olan büyük halk ayaklanması vardır. [sayfa 114] Sovyetler Birliği bir genel karşı-taarruza geçtiği ve ikinci cephede toplar gürlediği anda halklar, buna üçüncü bir cephe ile karşılık vereceklerdir. Böylece üç cepheden yöneltilen saldırılar, Hitler üzerinde toplanmış olacaktır. Stalingrad Muharebesi'ni izleyecek olan büyük tarihi süreç budur.
Napolyon'un siyasal hayatı Vaterio'da sona ermişti. Ama onun yenilgisinde belirleyici dönüm noktası Moskova'daki yenilgisi olmuştu. Hitler bugün Napolyon'un yolunu izliyor, onun akıbetini belirleyen de Stalingrad Muharebesi'dir.
Bu gelişmelerin Uzak Doğu üzerinde doğrudan bir etkisi olacaktır. Giderek sancıları şiddetlenecek ve en sonunda geberip gidecektir.
Dünyadaki durumdan karamsarlığa kapılan herkes, bakış açısını değiştirmelidir. [sayfa 115]
EKİM DEVRİMİ'NİN YİRMİ BEŞİNCİ
YILDÖNÜMÜNÜN KUTLANMASI DOLAYISIYLA
6 Kasım 1942
Bu yıl Ekim Devrimi'nin yıldönümünü en büyük iyimserlikle kutlamaktayız. Bu yıldönümünün yalnızca Sovyet-Alman savaşının dönüm noktasını değil, aynı zamanda dünya anti-faşist cephesinin faşist cepheye karşı zaferinin dönüm noktasını da belirlediğine kesinlikle inanıyorum.
Hitler şimdiye kadar taarruzunu yenilmeden sürdürebiliyordu, çünkü Kızıl Ordu Avrupa'da faşist Almanya ve yardakçılarına tek başına karşı koyuyordu. Bugün artık Sovyetler Birliği savaş boyunca gittikçe güçlenmiş ve Hitler'in ikinci yaz taarruzu başarısızlığa uğramıştır. Bundan böyle dünya anti-faşist cephesinin görevi, faşist cepheye karşı taarruza geçmek ve faşizmi kesin yenilgiye uğratmaktır.
Kızıl Ordu savaşçıları Stalingrad'da insanlığın kaderini etkileyecek kahramanlık destanları yaratmışlardır, Onlar Ekim Devrimi'nin evlatlarıdır. Ekim Devrimi'nin bayrağı yenilmezdir ve bütün faşist güçler yok olmaya mahkûmdur.
Kızıl Ordu'nun zaferini kutlarken biz Çin halkı aynı zamanda kendi zaferimizi de kutlamaktayız. Japonya'ya Karşı Direnme Savaşı'mız beş yılı aşkın bir süredir devam etmektedir. Önümüzde hâlâ güçlükler bulunmasına rağmen, zaferin şafağı şimdiden sökmektedir. Japon faşistlerine karşı zafer yalnızca kesin değil, aynı zamanda yakındır da.
Çin halkının görevi, bütün çabalanın Japon faşistlerini yenme üzerinde toplamaktır. [sayfa 116]
JAPONYA'YA KARŞI SAVAŞTA EKONOMİK VE MALÎ MESELELER[8*]
Aralık 1942
Bizim ekonomik ve mali çalışmamıza yön veren genel siyaset, ekonomiyi geliştirmek ve ikmali sağlamaktır. Ama birçok yoldaşımız kamu maliyesine tek yanlı ağırlık veriyor, bir bütün olarak ekonominin önemini anlamıyor. Bu yüzden gelir-gider meselelerine kapanıp kaldıklarından, ne kadar çaba harcarlarsa harcasınlar hiçbir meseleye çözüm bulamıyorlar. Bunun nedeni, modası geçmiş ve tutucu bir anlayışın kafalarını bulandırmasıdır. Bunlar şunu bilmiyorlar: iyi ya da kötü bir mali siyaset ekonomiyi etkiler, ama maliyeyi belirleyen [sayfa 117] şey ekonomidir. Temeli sağlam bir ekonomi olmadan, mali yeterliliğe ulaşmak mümkün değildir; büyüyen bir ekonomi olmadan, mali yeterliliğe ulaşmak mümkün değildir. Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'nde mali mesele, on binlerce asker ve sivil personelin geçinme ve çalışma harcamaları için para bulma, başka bir deyişle savaşı yürütecek fonlar sağlama meselesidir. Bu fonlar, kısmen halkın ödediği vergilerden, kısmen de on binlerce asker ve sivil personelin kendisinin yaptığı üretimden gelir. Ekonominin özel ve kamu sektörlerini geliştirmezsek, kendimizi açıkça yok olmaya mahkûm etmiş oluruz. Mali zorluklar, ancak ayağı yere basan ve etkili ekonomik gelişme ile yenilebilir. Ekonomik gelişmeyi ve mali kaynaklar bulmayı ihmal etmek ve onun yerine mali zorlukların çözümünü zorunlu harcamaların kısılmasından beklemek, hiçbir sorunu çözemeyecek tutucu bir anlayıştır.
Şu son beş yıl içinde birçok aşamadan geçtik. En büyük güçlüklerimiz, Guomindang'ın iki anti-komünist saldırısının sürtüşme yarattığı 1940 ve 1941'de ortaya çıktı. Bir süre çok şiddetli bir şekilde, giyecek, yemeklik yağ kâğıt ve sebze, asker ayakkabısı, sivil personelimiz için kışlık yatak-yorgan sıkıntısı çektik. Guomindang bize ayrılmış fonları keserek ve ekonomik abluka uygulayarak, bizi boğmaya uğraştı. Gerçekten çok sıkıntı çektik. Ama bunları atlattık. Sınır Bölgesi halkının bize tahıl sağlamasının yanı sıra, biz özellikle ekonomimizin kamu kesimini kararlı bir şekilde kendi ellerimizle inşa ettik. Hükümet, Sınır Bölgesi'nin ihtiyaçlarını karşılayacak birçok sanayiyi kurdu, askeri birlikler yaygın bir üretim kampanyasına giriştiler ve kendi ihtiyaçlarını karşılamak üzere tarımı, sanayiyi ve ticareti geliştirdiler ve çeşitli örgüt ve okullardaki on binlerce insan da kendi ihtiyaçlarını karşılayacak benzer ekonomik faaliyetler geliştirdi. Askeri birlikler, çeşitli örgütler ve okullar tarafından geliştirilen bu kendine yeterli ekonomi, günümüzün özel koşullanılın özel bir ürünüdür. Bu, başka tarihsel koşullarda mantıksız ve anlamsız bir şey olurdu, oysa bugün pekâlâ akla uygun ve zorunludur. Güçlüklerimizi bu gibi yollarla yeniyoruz. Bu, su götürmez tarihsel gerçekler, ikmalin ancak ekonomik gelişme sayesinde sağlanabileceği gerçeğini kanıtlamıyor mu? Hâlâ birçok güçlükle karşı karşıya bulunduğumuz halde, ekonomimizin [sayfa 118] kamu kesiminin temeli şimdiden atılmış durumdadır. Bir yıl sonra, 1943 sonunda bu temel daha da sağlamlaşacaktır.
Ekonomiyi geliştirmek doğru çizgidir, ama gelişme başıbozuk ya da temelsiz bir genişleme demek değildir. Buradaki ve şu andaki özel durumu göz önüne almayan bazı yoldaşlar, gelişme konusunda boş bir yaygara koparıyorlar. Örneğin onlar ağır sanayi kurulmasını talep ediyorlar ve hepsi de gerçeklerden uzak ve kabul edilmez muazzam tuz ve silah sanayisi planları öne sürüyorlar. Partinin çizgisi, gelişme için doğru çizgidir. Hem modası geçmiş ve tutucu anlayışlara, hem de gösterişçi, boş ve gerçeklerden uzak planlara karşıdır. Mali ve ekonomik çalışmada Partinin iki cephedeki mücadelesi budur.
Ekonomimizin kamu kesimini geliştirmemiz gerekmekle birlikte, halktan gelecek yardımın önemini unutmamalıyız. Halk bize 1940'ta 90 bin, 1941'de 200 bin, 1942'de 160 bir tan[9*] tahıl verdi,[42] böylece asker ve sivil personelimize yiyecek sağladı. 1941 sonuna kadar tarımımızın kamu kesiminin tahıl üretimi çok azdı ve tahıl için halka dayandık. Ordumuzdan daha fazla tahıl üretmesini talep etmeliyiz; ama daha bir süre, esas olarak halka dayanmak zorunda kalacağız. Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'nin cephe gerisinde olmasına, savaştan doğrudan doğruya zarar görmemesine rağmen, burada sadece bir buçuk milyon kişi yaşamaktadır ve bu, böylesine geniş bir bölge için küçük bir nüfustur. Bu kadar büyük miktarda tahılın sağlanması kolay değildir. Ayrıca, halk bize tuz taşıyor ya da tuz taşıma vergisi ödüyor ve 1941'de 5 milyon yuanlık devlet tahvili satın almışlardı. Bütün bunlar hiç de hafif olmayan bir yük meydana getiriyor. Direnme Savaşı'nın ve milli inşanın ihtiyaçlarını karşılamak için halk gerekliliğini çok iyi anladığı böyle yükleri omuzlamalıdır. Hükümet çok büyük güçlükler içinde olduğu zaman, halktan daha ağır bir yük taşımasını istemek gerekir, halk bunu da anlar. Ama halktan alırken, aynı zamanda onlara kendi ekonomik durumlarını düzeltmeleri ve geliştirmeleri için yardım etmeliyiz. Yani verdikleri kadar kazanmaları, hatta verdiklerinden daha fazla kazanmaları için, halkın tarımını, hayvancılığını, [sayfa 119] el sanatlarını, tuz sanayisini ve ticaretini geliştirmesine yardımcı olacak uygun önlemler ve yöntemler benimsenmelidir. Japonya'ya karşı uzun bir savaşa ancak böyle dayanabiliriz.
Savaşın gereklerini gözden kaçıran bazı yoldaşlar, hükümetin bir "iyilikseverlik" siyaseti benimsemesi gerektiğinde ısrar ediyorlar. Bu, bir hatadır. Çünkü Japonya'ya karşı savaşı kazanmadıkça, böyle bir "iyilikseverliğin" halk için hiçbir anlamı olmayacak ve bu sadece Japon emperyalistlerinin işine yarayacaktır. Tersine, şimdiki durumda halk oldukça ağır yükler taşımak zorunda olmakla birlikte, hükümet ve askeri birliklerin karşısına çıkan güçlüklerin üstesinden gelindikçe, Direnme Savaşı sürdürüldükçe ve düşman yenildikçe, halkın durumu düzelecektir. Devrimci hükümetin asıl iyilikseverliği işte buradadır.
Bir başka hata da "balığı yakalamak için havuzu boşaltmak", yani halkın karşılaştığı zorlukları göz önüne almadan ve yalnızca hükümet ve ordunun ihtiyaçlarını düşünerek, halktan bitmek tükenmek bilmeyen isteklerde bulunmaktır. Bu, bizim hiçbir zaman benimsemememiz gereken Guomindangvari bir düşünme tarzıdır. Biz, halkın yükünü geçici olarak artırmakla birlikte, daha başından ekonomimizin kamu kesiminin inşası çalışmasına giriştik. 1941 ve 1942 yıllarında ordu, hükümet, öbür örgütler ve okullar ihtiyaçlarının çoğunu kendi çabalarıyla karşıladılar. Bu, Çin tarihinde daha önce görülmemiş olağanüstü bir başarıdır ve yenilmezliğimizin maddi temeline katkıda bulunmaktadır. Halkın vergi yükünü, kendine yeterli ekonomik faaliyetlerimizi artırdığımız ölçüde hafifletebiliriz. 1937'den 1939'a kadar olan ilk aşamada onlardan çok az şey aldık: bu aşama sırasında bir hayli güç toplayabildiler. 1940'tan 1942'ye kadar olan ikinci aşamada halkın sırtındaki yük arttı. Üçüncü aşama 1943'te başlayacaktır. Gelecek iki yıl içinde. 1943 ve 1944'te, eğer ekonomimizin kamu kesimi büyümeye devam eder ve Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'ndeki askeri birliklerimizin tamamı ya da çoğu tarımla uğraşabilecek bir durumda olurlarsa, o zaman 1944'ün sonlarından itibaren halkın yükü tekrar hafifleyecek ve halk tekrar güç toplayabilecektir. Bu, bizim gerçekleştirmeye hazırlanmamız gereken bir olasılıktır.
Bütün tek yanlı görüşleri reddetmeli ve Partimizin "Ekonomiyi geliştirelim, [sayfa 120] ikmali sağlayalım" doğru sloganını yaymalıyız. Kamu ve kişi çıkarları arasındaki ilişki konusundaki sloganlarımız, "Hem kamu, hem kişi çıkarlarını gözetelim" ve "Hem askerleri, hem sivilleri gözetelim"dir. Biz sadece bu sloganları doğru kabul ediyoruz. Mali ihtiyaçlarımızı karşılamayı ancak ekonomimizin hem kamu, hem de özel kesimlerini gerçekçi ve pratik bir şekilde genişleterek güven altına alabiliriz. Zor zamanlarda bile yük ağır olsa da halka zarar vermesin diye vergilemeye bir sınır koymaya dikkat etmeliyiz. Halkın güç toplayabilmesi için yükü elimizden geldiği kadar çabuk hafifletmeliyiz.
İflah olmaz Guomindanglılar, Sınır Bölgesindeki inşayı umutsuz bir girişim ve buradaki güçlükleri üstesinden gelinmez güçlükler olarak görmektedirler. Sınır Bölgesi'nin her an yıkılmasını beklemektedirler. Böyleleri ile tartışıp durmaya değmez. Onlar "yıkıldığımız" günü asla göremeyeceklerdir. Biz, hiç tartışmasız, gittikçe daha çok refaha kavuşacağız. Onlar Komünist Partisi'nin ve Sınır Bölgesi Devrimci Hükümetinin önderliğinde kitlelerin daima Parti ve hükümete destek olduklarını anlamıyorlar. Parti ve hükümet de, ekonomik ve mali güçlükleri, ne kadar ciddi olursa olsun, aşmanın yolunu her zaman bulacaktır. Aslında bugün karşılaştığımız güçlüklerin bazısını atlatmış bulunuyoruz ve kısa sürede ötekilerin de üstesinden geleceğiz. Geçmişte birkaç kat daha büyük güçlüklerle karşılaştık, bunların hepsini de yendik. Her gün devam etmekte olan yoğun savaşla birlikte şimdi Kuzey ve Orta Çin'deki üs bölgelerimiz Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'nden daha büyük güçlüklerle karşı karşıyadır, fakat biz bu bölgelerde bugüne kadar beş buçuk yıldır dayanıyoruz ve kuşkusuz zafere kadar dayanmaya devam edeceğiz. Kötümser olmamız için neden yok, her güçlüğün üstesinden gelebiliriz.
Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi kıdemli kadrolarının bu konferansından sonra "daha iyi birlikler ve daha basit yönetim" siyasetini[43] yürürlüğe koyacağız. Bu, âdet yerini bulsun diye yüzeysel bir şekilde ya da kısmen değil, kesinlikle, tam olarak ve her yerde uygulanmalıdır. Bunu uygularken beş hedef olan basitleştirme, birleştirme, verimlilik, tutumluluk ve bürokrasiye karşı çıkmayı gerçekleştirmeliyiz. [sayfa 121] Bu beş hedef ekonomik ve mali çalışmamızda çok büyük bir önem taşımaktadır. Basitleştirme, üretken, olmayan harcamaları azaltacak, üretimden sağladığımız geliri artıracaktır; maliyemize doğrudan ve sağlıklı bir etkisi olmakla kalmayacak, halkın yükünü hafifletip ona ekonomik yarar sağlayacaktır. Ekonomik ve mali yapımızda dağınıklık, bağımsızlık ilan etme ve eşgüdüm yoksunluğu gibi kötülüklerin üstesinden gelmeli ve birleşik, talimatlara uygun, siyaset ve yönetmeliklerimizin tam uygulanmasına imkân sağlayan bir çalışma sistemi kurmalıyız. Böyle bir birleşik sistemin kurulmasıyla, çalışma verimliliği artacaktır. Bütün örgütlerimiz, özellikle ekonomik ve mali çalışmayla uğraşan örgütler, tutumluluğa dikkat etmelidir. Tutumlu olmakla, belki de on milyonlarca yuana varan gereksiz ve aşın harcamaları büyük ölçüde kısabiliriz. Son olarak, ekonomik ve mali çalışmayla uğraşan kimseler, rüşvet ve suistimal, aşırı titiz bir örgütlenme, anlamsız "standartlaştırma" ve kırtasiyecilik gibi bazıları çok ciddi olan ve halen süregelen bürokratik uygulamaları yenmelidirler. Partide, hükümette ve orduda bu beş hedefe tam anlamıyla ulaşırsak, "daha iyi birlikler ve daha basit yönetim" siyasetimiz amacına ulaşacak, güçlüklerimiz kesinlikle alt edilecek ve yaklaşan "çöküşümüz" konusundaki dedikodulara bir son verilmiş olacaktır. [sayfa 122]
ÖNDERLİK YÖNTEMLERİNE İLİŞKİN BAZI MESELELER[10*]
1 Haziran 1943
1. Yaptığımız çalışma ne olursa olsun, biz Komünistlerin uygulaması gereken iki yöntem vardır. Biri, geneli özelle; öbürünü, önderliği kitlelerle birleştirmektir.
2. Genel ve geniş çapta bir çağrı yapmadan geniş kitleleri herhangi bir görevin yerine getirilmesi için seferber etmek mümkün değildir. Ama eğer yöneticiler sadece bir genel çağrıyla yerinirlerse, yani çağrısını yaptıkları işe bazı örgütlerde derinlemesine ve somut olarak bizzat girişmezlerse, bazı noktalarda başarı elde edip, tecrübe kazanıp, bu tecrübeyi diğer birimlere yol göstermede kullanmazlarsa, o zaman genel çağrının doğru olup olmadığını sınama ve onun içeriğini zenginleştirme olanağı kalmaz ve genel çağrının hiçbir sonuç vermemesi tehlikesi ortaya çıkar. Örneğin, 1942'deki düzeltme hareketinde genel çağrıyı özel ve belirli bir rehberlikle birleştirme yönteminin kullanıldığı her yerde başarılar elde edildi, ancak bu yöntemin kullanılmadığı yerlerde başarı sağlanamadı. 1943'teki düzeltme hareketinde. Merkez Komitesinin her bürosu ve alt bürosu ile her bölge ve il Parti komitesi genel bir çağrının (bütün bir yıllık düzeltme planının) yanı sıra süreç içinde tecrübe kazanarak şunları yapmalıdır: Kendi örgütünüzden ve çevredeki başka örgütlerden, okullardan ya da ordu birliklerinden iki ya da üç birim (daha fazla olmasın) seçin. Bu bilimleri etraflı bir şekilde inceleyin, düzeltme hareketinin bu birimlerdeki gelişimi hakkında ayrıntılı bilgi edinin, bunların üyelerini temsil edebilecek birkaç kişinin (gene çok olmasın) siyasal geçmişi, [sayfa 123] ideolojik özellikleri, incelemedeki çabası ve çalışmadaki güçlü ve zayıf yanları konusunda ayrıntılı bilgi edinin. Bundan başka görevlilere, bu birimlerin karşılaştıkları pratik sorunlara somut çözümler bulmada bizzat rehberlik edin. Her örgütteki, okuldaki ya da ordu birimindeki yöneticiler böyle hareket etmelidir, çünkü bunların her birine bağlı birkaç alt birim vardır. Ayrıca bu, yöneticilerin önderlik ile öğrenmeyi birleştirdikleri bir yöntemdir. Belirli alt kademe birimlerindeki tek tek kişi ve olaylardan somut tecrübeler çıkarmayan hiçbir yönetici, sorumluluğu altındaki bütün birimlere genel yön göstermede yeterli olamaz. Her kademedeki yönetici kadroların, bu yöntemi uygulamayı öğrenmeleri için bu yöntemi her yerde teşvik etmek gerekir.
3. 1942'deki düzeltme hareketinin tecrübesi ayrıca şunu da kanıtladı: Düzeltme hareketinin başarısı için, hareket sırasında, her birimde çekirdeğini o birimin yöneticisinin ve az sayıda faal unsurun oluşturacağı bir önder grup kurulması ve bu önder grubun kendini, harekete katılan kitlelerle sıkı sıkıya birleştirmesi esastır. Önder grup ne kadar faal olursa olsun, faaliyeti kitlelerin faaliyetiyle birleştirilmedikçe, bir avuç insanın verimsiz çabası olmaktan öteye gidemez. Öte yandan kitleler, faaliyetlerini uygun bir şekilde örgütleyecek güçlü bir önder grup olmadan faaliyet gösterirlerse, bu faaliyet ne uzun ömürlü olabilir, ne doğru yönde ilerletilebilir ve ne de bir üst düzeye çıkarılabilir. Herhangi bir yerde kitleler genellikle üç kesimden meydana gelir: Nispeten faal olanlar, nispeten geri olanlar ve ikisi arasında kalanlar. Bunun içindir ki yöneticiler, az sayıda faal unsuru önderlik çevresinde birleştirmede ustalaşmalı, arada kalanların düzeyini yükseltmek ve geri unsurları kazanmak için bu faal unsurlara dayanmalıdırlar. Kitlelerle gerçekten birleşmiş ve kaynaşmış bir önder grup, kitlelerden kopuk bir şekilde değil, ancak kitle mücadelesi içinde oluşabilir. Önder grup, çoğu zaman büyük bir mücadelenin başında, ortasında ve sonunda hep aynı kişilerden oluşmamalıdır ve oluşamaz da, mücadele sırasında kendini gösteren faal unsurlar devamlı olarak önder grubun daha yeteneksiz olan ve yozlaşan üyelerinin yerine getirilmelidir. Birçok yerde ve birçok örgütte çalışmanın ilerletilememesinin bir temel nedeni, birleşmiş, kitlelerle kaynaşmış ve [sayfa 124] daima sağlıklı kalmış bir önder grubun eksikliğidir. Yüz kişilik bir okulda, var olan koşullara uygun olarak kurulmuş (yani gelişigüzel bir araya getirilmemiş) ve en faal, en dürüst ve en uyanık öğretmenlerden, öteki görevlilerden ve öğrencilerden oluşan dokuz-on kişilik bir yönetici grup yoksa kuşkusuz o okul iyi yönetilemez. Her örgütte, okulda, ordu biriminde, küçük büyük her fabrika ya da köyde, Partinin bolşevikleştirilmesi için Stalin'in öngördüğü oniki şarttan dokuzuncusu olan bir önderlik çekirdeğinin kurulması[44] şartını uygulamalıyız. Böyle bir önder grup için kıstaslar, Dimitrov'un kadro siyasetini tartışırken sıraladığı şu dört unsurdur: Davaya kesin bağlılık, kitlelerle bağ, tek başına yolunu bulabilme yeteneği ve disipline uyma.[45] Savaş, üretim, eğitim (düzeltme dâhil) gibi merkezi görevleri yürütürken ya da çalışmayı denetlerken, kadroların geçmişini incelerken ya da öbür faaliyetlerde, genel çağrıyı özel rehberlikle tamamlama yöntemine ek olarak önder grubu kitlelerle birleştirme yönteminin benimsenmesi şarttır.
4. Partimizin bütün pratik çalışmalarında doğru önderlik, "kitlelerden kitlelere" ilkesine uygun olmak zorundadır. Bunun anlamı şudur: Kitlelerin fikirlerini (dağınık ve sistemleşmemiş fikirleri) almak ve onları derli toplu hale getirmek (onları inceleyerek, derli toplu ve sistemli fikirler haline getirmek), ondan sonra yeniden kitlelere gitmek ve kitleler bunları kendi fikirleri olarak benimseyene, onlara sıkı sıkıya sarılana ve onları eyleme dönüştürene kadar bu fikirleri yaymak, açıklamak ve bu fikirlerin doğruluğunu bizzat kitlelerin eylemi içinde sınamak. Sonra kitlelerin fikirlerini alıp bir kez daha derli toplu hale getirmek, yeniden kitlelere gitmek ve böylece ısrarla bu fikirlerin uygulanmasını sağlamak. Böylece fikirlerin her defasında daha doğru, daha canlı ve daha zengin bir hale geldiği sonsuz bir helezon içinde bunu bir daha, bir daha tekrarlamak. İşte Marksist bilgi teorisi budur.
5. Bir örgütte ya da bir mücadelede önder grupla kitleler arasında doğru bir ilişki anlayışı, önderliğin doğru fikirlere sadece "kitlelerden kitlelere" yöntemiyle sahip olabileceği anlayışı ve önderliğin fikirleri [sayfa 125] pratiğe uygulanırken genel çağrının özel rehberlikle birleştirilmesi gerektiği anlayışı; işte bu kavramları, kadrolarımız arasında bu meselelerle ilgili olarak görülen yanlış görüşleri düzeltmek için bugünkü düzeltme hareketi sırasında her yerde yaymak gerekir. Birçok yoldaşımız bir önderlik çekirdeği oluşturmak için faal unsurları bir araya getirmenin ve bu önderlik çekirdeğini kitlelerle sıkı sıkıya kaynaştırmanın önemini kavramıyorlar ya da bunda başarılı olamıyorlar ve bu yüzden önderlikleri bürokratik ve kitlelerden kopuk bir hale geliyor. Birçok yoldaş, kitle mücadelelerinin tecrübesini toparlamanın önemini kavramıyor ya da bunda başarılı olamıyor. Bunun yerine kendilerini zeki sanarak, öznel fikirlerini ileri sürmekten hoşlanıyorlar ve bu yüzden bunların fikirleri boş ve pratikten uzak bir hale geliyor. Birçok yoldaş, bir görevle ilgili olarak genel bir çağrı yapmakla yetinip, onu derhal özel ve somut rehberlikle devam ettirmenin gereğini kavramıyor ya da bunda başarılı olamıyorlar ve bu yüzden yaptıkları çağrı ya dudaklarında ya kâğıt üzerinde ya da konferans salonunda kalıyor ve önderlikleri bürokratik bir hale geliyor. Bugünkü düzeltme hareketinde bu kusurları gidermeliyiz. İnceleme tarzımızda, çalışmaların denetiminde ve kadroların geçmişinin incelenmesinde, önderliği kitlelerle ve geneli özelle birleştirme yöntemlerini kullanmayı öğrenmeliyiz. Gelecekteki bütün çalışmalarımızda da bu yöntemleri kullanmalıyız.
6. Önderlik konusunda, doğru fikirler oluşturmak üzere kitlelerin fikirlerini almak, bunları derli toplu hale getirmek ve yeniden kitlelere gitmek, bu fikirlerde ısrar etmek ve onları derinliğine uygulamak, işte önderliğin temel yöntemi budur. Fikirleri derli toplu hale getirme ve onlarda ısrar etme sürecinde, genel çağrıyı özel rehberlikle birleştirme yöntemini kullanmak gereklidir ve bu, temel yöntemin ayrılmaz bir parçasıdır. Birkaç durumda yapılan özel rehberlikten genel fikirler (genel çağrılar) çıkarın ve birçok farklı birimde onları sınayın (bunu sadece siz yapmayın, başkalarına da aynı işi yapmasını söyleyin); sonra yeni tecrübeyi toparlayın (özetleyin) ve genel olarak kitlelere rehberlik için yeni talimatlar çıkarın. Yoldaşlarımız bunu, bugünkü düzeltme hareketinde ve başka her türlü çalışmada yapmalıdırlar. Bunu yapmada daha ustalaşmak, daha iyi önderlik sağlar. [sayfa 126]
7. Bir üst örgüt ve onun bölümleri, alt birimlere herhangi bir görev verirken, bu görev devrimci savaşa, üretime ya da eğitime; düzeltme hareketine, çalışmanın denetlenmesine ya da kadroların geçmişinin incelenmesine; propaganda çalışmasına, örgütsel çalışmaya ya da karşı-casusluğa ya da başka çalışmalara ilişkin de olsa, her şart altında çalışmanın sorumluluğunu alt kademe örgütünün yöneticisinin taşıması için, görevi onun kanalıyla vermesi gerekir. Bu yolla hem işbölümü hem de birleşik merkezi önderlik gerçekleştirilebilir. Üst kademedeki bir bölüm, alt kademe örgütünün tamamından sorumlu olan kişinin (sekreter, başkan, yönetici ya da okul müdürü gibi) bilgisi ve sorumluluğu dışında alt kademede kendisiyle aynı işi yapan örgütle temasa geçmemelidir. (Örneğin, üst kademede örgütlenme, propaganda ya da karşı-casuslukla uğraşan bir bölüm, alt kademede kendisiyle aynı işi yapan bölümle doğrudan ilişki kurmamalıdır.) Hem bütün işlerden sorumlu kişi, hem de özel sorumluluğa sahip kişi, durumdan haberdar edilmeli ve her ikisine de sorumluluk verilmelidir. Bu merkezi yöntem, işbölümüyle birleşik önderliği birleştiren bu merkezi yöntem, belli bir görevi yürütmek için bütün işten sorumlu kişinin aracılığıyla çok sayıda kadronun seferber edilmesini, hatta bazen örgütün bütün mensuplarının seferber edilmesini ve böylece bir bölümdeki kadro yetersizliğinin üstesinden gelinmesini ve çok sayıda insanın mevcut iş için faal kadro haline getirilmesini mümkün kılar. Bu da, önderliği kitlelerle birleştirmenin bir yoludur. Örneğin, kadroların geçmişinin incelenmesini ele alalım: Eğer bu iş, başka her şeyden soyutlanarak yapılırsa, sadece örgütlenme bölümünde bu işten sorumlu birkaç kişi tarafından yapılırsa elbette iyi yapılamaz. Ama eğer çalışma, görevlilerin çoğunu ya da öğrencilerin çoğunu, hatta hepsini çalışmaya katılmak üzere seferber eden belli bir örgütün ya da okulun idari yöneticisi aracılığıyla yapılırsa ve aynı zamanda üst kademedeki örgütlenme bölümünün yönetici üyeleri, önderliği kitlelerle birleştirme ilkesini uygulayarak doğru rehberlik ederlerse, o zaman kuşkusuz kadroların geçmişini inceleme görevi iyi bir şekilde başarılacaktır.
8. Belli bir yerde aynı anda birden fazla merkezi görev olamaz. Aynı anda ancak ikinci ya da üçüncü derecede önem taşıyan başka görevlerle tamamlanan tek bir merkezi görev olabilir. Bu yüzden, bu [sayfa 127] yerin baş sorumlusu, oradaki mücadelenin tarihini ve koşullarını göz önüne alarak, çeşitli görevleri uygun bir biçimde sıraya koymalıdır. Yukarıdan gelen talimatları, kendisi hiçbir plan yapmadan uygulamamalıdır: çünkü böyle yapmakla bir sürü "merkezi görev"in ortaya çıkmasına yol açar, karışıklık ve güvensizlik yaratır. Üst örgütler de önem ve acillik derecelerine göre sıralamadan ve hangisinin merkezi görev olduğunu belirtmeden aynı anda birçok görevi alt örgütlere vermemelidir: çünkü bu, alt örgütlerin çalışmalarında adımlarını şaşırmalarına ve beklenen sonuçların alınamamasına yol açar. Belli bir yerdeki tarihsel koşulların ve var olan durumun ışığında, durumu bir bütün olarak dikkate almak ve buna uygun plan yapmak, her dönem için çalışmaların ağırlık merkezini ve sırasını doğru bir şekilde saptamak, sonra da bunu kararlılıkla uygulamak ve kesin sonuçlara ulaşılmasını sağlamak önderlik sanatının bir parçasıdır. Bu, aynı zamanda önderlik yöntemi meselesidir: önderliği kitlelerle, geneli özelle birleştirme ilkelerini uygularken bu sorunu çözmeye dikkat etmek gerekir.
9. Burada, önderlik yöntemlerine ilişkin ayrıntılar üzerinde durulmuyor. Her yerdeki yoldaşların kendi başlarına iyice düşüneceklerini ve burada onaya konan ilkeler temelinde bütün yaratıcılıklarını seferber edeceklerini umuyoruz. Mücadele sertleştikçe, öznelci ve bürokratik önderlik yöntemlerini bütünüyle yok etmek için Komünistlerin önderliklerini geniş kitlelerin talepleriyle daha sıkı kaynaştırmalarına ve genel çağrıları özel rehberlikle daha sıkı birleştirmelerine daha çok ihtiyaç duyulacaktır. Partimizdeki bütün yönetici yoldaşlar, öznelci, bürokratik önderlik yöntemlerine karşı her zaman bilimsel, Marksist önderlik yöntemlerini ortaya koymalı ve Marksist önderlik yöntemini kullanarak öznelci, bürokratik önderlik yöntemlerinin üstesinden gelmelidirler. Öznelciler ve bürokratlar, önderliği kitlelerle ve geneli özelle birleştirme ilkelerini anlamazlar: Parti çalışmasının gelişmesini büyük ölçüde engellerler. Öznelci ve bürokratik önderlik yöntemleriyle mücadele etmek için, bilimsel Marksist önderlik yöntemlerini genişlemesine ve derinlemesine yaygınlaştırmalıyız. [sayfa 128]
GUOMİNDANG'A YÖNELTİLEN BAZI SORULAR[11*]
12 Temmuz 1943
Son birkaç aydır Çin'deki Japonya'ya karşı kamp içinde hiç alışılmamış ve şaşırtıcı bir olaya, yani birliği bozmak ve Direnme Savaşı'nı baltalamak için Guomindang yönetimindeki Parti, hükümet ve ordu kuruluşlarının giriştiği kampanyaya tanık olduk. Bu kampanya. Komünist Partisine karşı bir saldırı şekline bürünüyor, ama aslında bütün Çin milletine ve halkına yöneltilmiş bir kampanyadır.
Önce Guomindang ordularını ele alalım. Bütün ülkedeki Guomindang yönetimindeki orduların ana kuvvetlerine bağlı üç ordu grubu kuzeybatıda üslenmiştir. Bunlar, Sekizinci Savaş Bölgesi Başkomutan Yardımcısı Hu Zungnan'ın komutasındaki 34. 37. ve 38. Ordu Gruplarıdır. Bunlardan ikisi, Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'ni kuşatmakta kullanılmıştır; buna karşılık sadece bir tanesine Yiçuan'dan Tungkuan'a kadar Sarı Irmak boyunca Japon istilacılarına karşı savunma görevi verilmiştir. Dört yıldan fazla bir süredir durum böyleydi ve askeri çatışma olmadığından, halk buna alışmıştı. Ama son birkaç gündür beklenmedik bir değişme oldu. Irmak boyunda savunmayla görevli üç kolordudan (1. 16. ve 90. Kolordulardan) ikisinin yeri değiştirildi. Birinci Kolordu Pinçov ve Çunhua bölgesine, Doksanıncı Kolordu da Loçuan bölgesine nakledildi. Irmak boyundaki savunma mevzilerinin büyük bir kesiminin Japon istilacılarına karşı askersiz bırakılmasına karşılık, her iki kolordu da Sınır Bölgesine saldırmak üzere faal bir şekilde hazırlanmaktadır.
Bu, ister istemez halkın şu soruyu sormasına yol açıyor: Bu Guomindanglılarla Japonlar arasındaki ilişkinin aslı esası nedir? Birçok Guomindanglı durmadan Komünist Partisi'nin "Direnme Savaşı'nı baltaladığı" [sayfa 129] ve "birliği bozduğu" yolunda hayâsızca propaganda yapıyor. Irmağı savunan ana kuvvetlerin geri çekilmesinin Direnme Savaşı'nı güçlendirdiği söylenebilir mi? Sınır Bölgesine yapılan saldırıların birliği güçlendirdiği söylenebilir mi?
Bütün bunları yapan Guomindanglılara şunu sormak isteriz: Japonlar hâlâ sizin karşınızda dururken onlara sırtınızı dönüyorsunuz. Peki, Japonlar peşiniz sıra ilerlemeye başlarlarsa ne olacak?
Japonlar, yavaş yavaş uzaklaşan sırtlarınızı sahra dürbünleriyle sevinçle seyretmekten başka bir şey yapmayıp karşı kıyıdan sükûnetle bakarlarken, sizin ırmak savunma mevzilerinin büyük bir kısmını terk edip gitmenizin anlamı nedir? Neden Japonlar sizin sırtınızı görmeye bu kadar meraklı? Irmak savunma mevzilerini terk ettiğiniz ve büyük kısmını askersiz bıraktığınız halde böylesine rahat olmanızın sebebi nedir?
Özel mülkiyete dayalı bir toplumda, insanlar geceleri yatmadan önce genellikle kapılarını sürgüler. Bunun işkillilik değil, hırsızlara karşı bir önlem olduğunu herkes bilir. Şimdi sizler ön kapıyı ardına kadar açık bıraktığınıza göre hırsızların girmesinden korkmuyor musunuz? Ön kapı ardına kadar açık olup da hırsızlar girmiyorsa bunun sebebi nedir?
Size kalırsa "her şeyin üstünde olan millete" en bağlı olanlar sizlersiniz, buna karşılık Çin'de Direnme Savaşı'nı baltalayanlar da Komünistlerdir. Peki ama düşmana sırtınızı dönerken "her şeyin üstünde" tuttuğunuz nedir?
Size kalırsa "iyi niyete dayalı birliğe" pek bağlı olan sizlersiniz, buna karşılık "birliği bozanlar" gene Komünistlerdir. Peki ama siz Sınır Bölgesi halkının üzerine yürümesi için süngü takmış ve ağır toplarla donatılmış (bir kolordu eksiğiyle) üç ordu grubundan oluşan muazzam bir kuvveti yola çıkarmış bulunuyorsunuz. Bu "iyi niyete dayalı birlik" sayılabilir mi?
Bir başka iddianızı ele alalım, "Birlik"e değil "birleştirme"ye hevesli olduğunuzu söylüyor ve bu yüzden Sınır Bölgesi'ni yok etmek, "feodal ayrılıkçılığı" tasfiye etmek ve her Komünisti öldürmek istiyorsunuz. Peki ama o zaman Japonların siz de dâhil bütün Çin milletini yok ederek "birleştireceğinden" neden korkmuyorsunuz? [sayfa 130]
Diyelim ki, Sınır Bölgesi'ni bir hamlede "birleştirir" ve Komünistleri temizlerken, milletin ve sizin Japonlar tarafından "birleştirilme" sinden kurtulmanız için Japonları bir "uyku ilacı" ya da bir "büyü" ile uyutabildiniz. Pek muhterem Guomindanglı beyler, şu uyku ilacınız ya da büyünüzün sırrını bize de açıklar mısınız?
Ama Japonların hakkından gelmek için uyku ilacınız, ya da büyünüz yoksa ve onlarla gizli bir anlaşmaya varmadıysanız, size açık açık ve resmen şunu söyleyelim: Sınır Bölgesine saldırmamalıydınız ve saldırmamalısınız. "Bataklık kuşu ile istiridye kapışınca kârlı çıkan balıkçı olur", "Yılan, tarla faresini yutmak için gizlice izler, ama atmaca pusudadır." Bu iki atasözünde de gerçek payı vardır. Sizin yapacağınız en iyi şey, Japonlar tarafından işgal edilmiş toprakları "birleştirmek" ve iblisleri def etmek üzere kuvvetlerinizi bizimle birleştirmektir. Sınır Bölgesi'ni oluşturan toprak parçasını "birleştirmek" için neden bu kadar telaşlanıp acele ediyorsunuz? Güzel yurdumuzun geniş toprakları düşmanın eline geçmiş olduğu halde, bu konuda telaşlanıp acele etmiyorsunuz ama. Sınır Bölgesine saldırmak ve Komünist Partisini ezmek için hiç vakit kaybetmek istemiyorsunuz. Ne kadar acı! Ne kadar utanç verici!
İkinci olarak, Guomindang Partisi'nin faaliyetlerini ele alalım. Guomindang, Komünist Partisiyle mücadele etmek için birkaç yüz gizli ajan müfrezesi kurmuş ve bu müfrezelere her türlü alçağı doldurmuştur. Örneğin 6 Temmuz 1943'de, Çin Cumhuriyeti'nin 32. yılında ve Direnme Savaşı'nın altıncı yıldönümü arifesinde Guomindang Merkez Haber Ajansı, Şensi Eyaleti'nde Sian'da bazı "kültür dernekleri"nin bir toplantı yaptıklarını ve Mao Zedung'u, Üçüncü Enternasyonal'in dağılmasını fırsat bilerek Çin Komünist Partisini "feshetmeye" ve ayrıca "ayrılıkçı Sınır Bölgesi rejimine son vermeye" davet eden bir telgraf çekmeye karar verdiklerini belirten bir haber yayımladı. Okuyucu, bunu pekâlâ "haber" diye okuyabilir, ama aslında bu, eski bir hikâyedir.
Bütün bu işin birkaç yüz gizli ajan müfrezesinden birinin başının altından çıktığı belli oluyor. Karargâhtan (yani "Milli Hükümet Askeri Konseyi Araştırma ve istatistik Bürosu" ve "Guomindang Merkez Yürütme Komitesi Araştırma İstatistik Bürosu") gelen emirlere göre hareket [sayfa 131] eden bir müfreze, şimdi Sian toplama kampında Disiplin Müdürü olan ve Direnme ve Kültür adlı, Guomindang'ın paraca desteklediği bir ihanet dergisindeki anti-komünist yazılarıyla kötü bir ün yapmış olan Troçkist ve hain Çang Tifey'e talimat verdi. 12 Haziran'da, yani Merkez Haber Ajansı'nın haberi yayımlamasından yirmi beş gün önce, bu adam dokuz kişiyi bir araya getirip on dakikalık bir toplantı düzenledi ve söz konusu telgraf metninin "onaylanmasını" sağladı.
Bu telgraf, bugüne kadar Yenan'a varmadı, ama içindekiler bellidir. Bu telgrafla bize Üçüncü Enternasyonal dağıtıldığına göre, aynı şekilde Çin Komünist Partisi'nin de "dağıtılması" gerektiği ve "Marksizm-Leninizmin itibarını kaybettiği" falan filan söyleniyor.
Alın bakalım! İşte Guomindang böyle şeyler söylüyor! Biz Guomindanglılar gibi yaratıkların ağzından her zaman her şeyin çıkabileceğine inanmışızdır (benzer benzeri çeker) ve beklenebileceği gibi şimdi de bu pis kokuyu ortalığa salıvermişlerdir.
Şimdi Çin'de birçok siyasal parti, hatta iki Guomindang vardır. Bunlardan biri Vang Çingvey marka Guomindang'dır. Nanking'de ve çevresinde kurulmuştur, gök mavisi bir zemin üzerine beyaz güneşli bir bayrağı, sözüm ona bir Merkez Yürütme Komitesi, aynı zamanda bir sürü de gizli polis müfrezesi vardır. Aynı zamanda işgal edilmiş bölgelerin her yerinde Japonlar tarafından kurulmuş faşist partiler vardır.
Pek muhterem Guomindanglı beyler! Niçin Üçüncü Enternasyonal'in dağıtılmasından bu yana Komünist Partisi'nin de "dağıtılması"nı tezgâhlamak için böyle harıl harıl çalışıyorsunuz da, Japonların desteklediği birkaç ihanet partisini feshetmek için kılınızı kıpırdatmıyorsunuz? Çang Tifey'e telgrafı hazırlama talimatını verdiğiniz zaman, Komünist Partisi'nin dağıtılmasını isterken neden lütfedip Japonların desteklediği ihanet partilerinin de dağıtılması gerektiğini eklemediniz?
Yoksa tek bir Komünist Partisi'nin bile çok fazla olduğunu mu düşünüyorsunuz? Bütün Çin'de iki tane Guomindang olmasına karşılık, bir tane Komünist Partisi vardır. Bu durumda hangi parti fazladır acaba? [sayfa 132]
Guomindanglı beyler! Şu sorunu biraz olsun düşündünüz mü? Sizlerden başka neden hem Japonlar hem de Vang Çingvey yalnızca Komünist Partisi'nin fazla olduğunu, o yüzden de ezilmesi gerekliğini iddia ederek Komünist Partisini yıkmak için çılgınca çaba gösteriyorlar? Neden Guomindangların pek az olduğuna ve asla çok fazla olamayacağına inanıyor ve neden her yerde Vang Çingvey marka Guomindang'ı destekleyip teşvik ediyorlar?
Guomindanglı beyler! Biz size Japonların ve Vang Çingvey'in Guomindang'a ve Üç Halk İlkesi'ne karşı özel bir sevgi beslediklerini, çünkü her ikisinde de işlerine yarayacak bir şeyler bulduklarını söylemekten usanmıyoruz. Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana emperyalistlerin ve hainlerin Guomindang'a sevgi besleyip ondan şiddetle nefret ettikleri ve onu ortadan kaldırmak için elden geleni yaptıkları yegâne zaman, Guomindang'ın, Dr. Sun Yatsen tarafından yeniden örgütlendiği, saflarına Komünistleri kabul ettiği ve içinde Guomindang ile Komünist Partisi'nin işbirliği yaptığı bir milli ittifak haline geldiği 1924-27 dönemidir. Emperyalistlerle hainlerin Üç Halk İlkesi'ni sevmeyip ondan şiddetle nefret ettikleri ve ortadan kaldırmak için elden geleni yaptıkları yegâne zaman, bu ilkelerin Dr. Sun Yatsen tarafından Guomindang'ın Birinci Milli Kongresi Bildirisinde belirtildiği şekilde devrimci Üç Halk İlkesi'ne dönüştürüldüğü aynı dönemdi. Bu dönem dışında Guomindang, Komünistleri içinden atmış ve Üç Halk İlkesi'ni Sun Yatsen'in devrimci anlayışından koparmış ve böylece her ikisi de bütün emperyalistlerin ve hainlerin sevgisini kazanmıştır. Aynı nedenlerle, onları çok değerli şeylermiş gibi destekleyip teşvik eden Japon faşistlerinin ve hain Vang Çingvey'in sevgisini kazanmışlardır. Vang Çingvey marka Guomindang'ın bayrağının sol üst köşesinde, onu öbür Guomindang'dan ayırmak için sarı bir yama vardı; ama şimdi bu bile kaldırılmış, gözü rahatsız etmemesi için her şey birbiriyle aynı şekle sokulmuştur. Ne büyük sevgi!
Vang Çingvey marka Guomindang'ın numuneleri, işgal edilmiş bölgelerde olduğu kadar Büyük Cephe Gerisi Bölgesinde de çok sayıdadır. Bazıları gizlidir, düşmanın beşinci kolunu oluşturur, ötekiler açıktır, geçimlerini Guomindang'dan ya da polis ajanı olarak çalışmalarından sağlarlar, Japonya'ya karşı direnmek için hiçbir şey yapmayıp [sayfa 133] Komünizm aleyhtarlığında uzmanlaşırlar. Vang Çingvey markası taşımasalar da bu insanlar, aslında onun adamlarıdır. Bunlar da düşmanın beşinci koluna mensupturlar; ancak kimliklerini gizlemek ve halkı kandırmak için biraz farklı bir kisveye bürünürler.
Şimdi her şey apaçık ortadadır. Çang Tifey'e Komünist Partisi'nin "dağıtılması"nı isteyen telgrafı hazırlamak talimatını verdiğinizde, hiçbir zaman lütfedip Japonların desteklediği partilerin ve ihanet partilerinin de dağıtılmasını eklememenizin nedeni, onlarla ideoloji, siyaset ve örgütlenmede ortak çok şeye sahip olmanız ve ortak ideolojinizin temel özelliğinin komünizme ve halka karşı çıkmak olmasıdır.
Guomindanglılar, size bir soru daha sormak isteriz. Çin'de ve hatta bütün dünyada "itibarını yitirmiş" tek izm'in Marksizm-Leninizm olduğu ve bütün ötekilerin ise çok parlak şeyler oldukları doğru mudur? Biraz önce sözünü ettiğimiz Vang Çingvey marka Üç Halk İlkesi'nden başka Hitler'in, Mussolini'nin ve Hideki Tojo'nun faşizmine ne dersiniz? Çang Tifey'in Troçkizmine ne dersiniz? Çin'deki karşı-devrimci gizli polis örgütlerinin çeşitli markalar taşıyan karşı-devrimci öğretilerine ne dersiniz?
Pek muhterem Guomindanglı beyler! Çang Tifey'e telgrafı hazırlama talimatını verdiğinizde veba ya da tahtakurusu ya da köpek pisliği kadar değerli olan bütün bu sözüm ona izm'lere ilişkin tek bir cümle ya da kayıt ilave etmemenizin sebebi nedir? Yoksa sizin gözünüzde sadece Marksizm-Leninizmin itibarını bütünüyle kaybetmiş olmasına karşılık, bütün bu karşı-devrimci süprüntü kusursuz ve mükemmel midir?
Açık açık söyleyelim, biz sizin Japonların desteklediği ihanet partileriyle el altından birlikte çalıştığınızdan kuvvetle kuşku duyuyoruz; sizin ve onların aynı teraneyi tutturmanızın, düşman ve hainlerle gerek sözleriniz gerekse yaptıklarınızla bu kadar benzer, gerçekte aynı ve birbirinden ayırt edilemez oluşunuzun nedeni, budur. Japonlar ve hainler Yeni Dördüncü Ordu'nun dağıtılmasını istediler ve siz onun dağıtılmasını emrettiniz; onlar Komünist Partisi'nin dağıtılmasını istiyorlar, siz de istiyorsunuz; onlar Sınır Bölgesi'nin kaldırılmasını, istiyorlar, siz de istiyorsunuz; onlar Sarı Irmağı savunmanızı istemiyorlar, [sayfa 134] siz de onun savunulmasını terk edip gidiyorsunuz; onlar Sınır Bölgesine saldırıyorlar (son altı yıldır ırmağın Suiteh, Miçih, Çiasien, Vupao ve Çingçien illerinin karşı kıyısı boyundaki düşman kuvvetleri, Sekizinci Yol Ordusu'nun ırmak savunma mevzilerini hiç aralıksız topa tutmuştur) ve siz de buraya saldırmaya niyetleniyorsunuz. Onlar anti-komünisttir, siz de öylesiniz. Onlar komünizmi ve liberal fikirleri şiddetle kötülüyorlar; siz de kötülüyorsunuz. Onlar bir komünist yakalayınca, onu basında nedamet getirdiğini açıklamaya zorluyorlar; siz de öyle yapıyorsunuz. Onlar Komünist Partisine, Sekizinci Yol Ordusu'na ve Yeni Dördüncü Ordu'ya yıkıcı amaçlarla sızmak üzere karşı-devrimci ajanlar gönderiyorlar; siz de öyle yapıyorsunuz. Nasıl oluyor da böyle tıpatıp benzer, aynı ve birbirinden ayırt edilemez oluyorsunuz? Düşman ve hainlerle sizin birçok sözünüz ve yaptıklarınız tıpatıp benzer, aynı ve birbirinden ayırt edilemez olduğundan, halk onlarla el altından birlikte çalıştığınızdan ya da onlarla gizlice anlaşmaya varmış olduğunuzdan nasıl kuşkulanmasın?
Biz burada Guomindang Merkez Yürütme Komitesine şu resmi protestoda bulunuyoruz: Sınır Bölgesine taarruz hazırlığı için ırmak savunma mevzilerinden ana kuvvetleri çekmek ve iç savaşı başlatmak yolundaki hareketiniz son derece yanlıştır ve buna izin verilemez. Merkez Haber Ajansı'nın birliği bozucu ve Komünist Partisini tahkir edici 6 Haziran tarihli haberi yayımlaması da son derece yanlıştır ve buna izin verilemez. Bu iki hata da, düşmanın ve hainlerin işledikleri hatalardan farksız çok ağır suçlardır.
Biz burada Guomindang Genel Yöneticisi Bay Çan Kayşek'ten şunu resmen talep ediyoruz: Lütfen Hu Zungnan'ın askerlerine ırmak savunma mevzilerine dönmelerini emrediniz, lütfen Merkez Haber Ajansı'nı denetim altına alınız ve hain Çang Tifey'i cezalandırınız.
Biz burada Sınır Bölgesine taarruz amacıyla ırmak savunma kuvvetlerinin geri çekilmesi ve Komünist Partisi'nin dağıtılması talebini onaylamayan Guomindang üyeleri arasında bütün gerçek yurtseverlere sesleniyoruz: Lütfen iç savaş buhranını önlemek üzere derhal harekete geçin. Biz milleti kurtarmak için sizinle sonuna kadar işbirliği yapmak istiyoruz.
Biz bunların bütünüyle haklı talepler olduğuna inanıyoruz. [sayfa 135]
ÜS BÖLGELERİNDE TOPRAK KİRASINI AZALTMA, ÜRETİMİ ARTIRMA VE
"HÜKÜMETİ DESTEKLEYELİM HALKI SEVELİM"
KAMPANYALARINI YAYALIM[12*]
1 Ekim 1943
1. Güz hasadı zamanı geldiğinden üs bölgelerindeki yönetim organları, her kademedeki Parti ve hükümet örgütlerinden toprak kirasını azaltma siyasetimizin uygulanmasını denetlemelerini istemelidir. Bunun bugüne kadar ciddiyetle uygulanmadığı her yerde, bu yıl kiralar hiç istisnasız azaltılmalıdır. Bugüne kadar kapsamlı bir biçimde yapılmadığı her yerde, bu çalışma, bu yıl kapsamlı bir biçimde yapılmalıdır. Parti komiteleri, derhal Merkez Komitesinin toprak siyasetini esas alan ve yerel koşullara uygun talimatlar yayınlamalıdır ve ilk elde birkaç köyü denetlemeli, iyi örnekleri bulup çıkarmalı ve böylece başka yerlerdeki çalışmayı hızlandırmalıdır. Aynı zamanda basın, kiranın azaltılması üzerine başyazılar, iyi örneklere ilişkin raporlar yayımlamalıdır. Kiranın azaltılması, köylüler tarafından verilen bir kitle mücadelesi olduğundan, Parti talimatları ve hükümet kararnameleri, kiranın azaltılmasını kitlelere bir bağış olarak sunacak yerde, bu mücadeleye yol göstermeli ve yardım etmelidir. Kitleleri kendi eylemleriyle kiranın azaltılmasını sağlamak üzere harekete geçilecek yerde, kira indirimini talimatlar ve kararnamelerle bağışlamak yanlıştır ve sonuçlar kalıcı olmaz. Kiranın azaltılması mücadelesinde köylü örgütleri kurulmalı ya da yeniden örgütlendirilmelidir. Hükümetin tutumu, kiranın azaltılmasına ilişkin kararnamenin uygulanmasını sağlamak ve toprak ağaları ile kiracıların karşılıklı çıkarlarını ayarlamak olmalıdır. Bugün üs bölgeleri daraldığından, [sayfa 136] buralardaki kitleleri, sabırlı, ciddi ve kapsamlı bir çalışma ile kazanmak, onlarla kederde ve sevinçte ortak olmak, bugün Parti için, son altı yıl içindeki herhangi bir dönemdekinden çok daha acil bir önem taşımaktadır. Bu sonbaharda siyasetin hangi noktaya kadar uygulandığını denetlersek ve kiranın azaltılması görevini kapsamlı bir biçimde yerine getirirsek, köylü kitlelerin inisiyatifini artırabilir, gelecek yıl düşmana karşı mücadelemizi yoğunlaştırabilir ve üretim kampanyasına hız verebiliriz.
2. Düşman hatları gerisinde bulunan üs bölgelerindeki kadroların çoğu, Parti ve hükümet örgütlerinin personelinin, askerlerin ve (erkek-kadın, genç-ihtiyar, asker-sivil, kamu işlerinde ve özel işlerde çalışan herkes dâhil) halkın üretime geniş çapta katılmasını nasıl sağlayacaklarını henüz öğrenmemişlerdir. Bu sonbahar ve kış boyunca her üs bölgesindeki Parti komitesi, hükümet ve ordu, gelecek yıl hem devlet sektörüne hem de özel sektöre ait tarımı, sanayiyi, el sanatlarını, ulaşımı, hayvancılığı ve ticareti içine alan, fakat esas ağırlığı tarıma veren, bölge çapında büyük bir üretim kampanyası, yani zorlukları kendi gücümüze dayanarak yenme kampanyası için hazırlık yapmalıdır ("bol yiyecek ve giyecek" sloganı, şimdilik Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi dışında atılmamalıdır). Hane esasına göre planlama yapılmalı ve çalışmada karşılıklı yardımlaşma olmalı (karşılıklı yardımlaşma Kuzey Şensi'de emek-değişim ekipleri ve bir zamanlar Ciangsi'deki eski Kızıl bölgelerde çift sürme ekipleri ve karşılıklı yardımlaşma çalışma grupları olarak bilinirdi), emek kahramanları ödüllendirilmeli, üretimde yarışma uygulanmalı ve kitlelere hizmet eden kooperatifler teşvik edilmelidir. Mali ve ekonomik alanda il ve ilçe kademelerindeki parti ve hükümet personeli, güçlerinin onda dokuzunu üretimi artırmada köylülere yardımcı olmaya, ancak onda birini ise onlardan vergi toplamaya ayırmalıdır. Üretimi artırma görevinde biraz zahmete girilirse, vergi toplama görevi kolay olur. Bugünkü savaş koşullarında bütün örgütler, okullar ve ordu birlikleri sebze yetiştirmeye, domuz beslemeye, yakacak odun toplamaya, odun kömürü yapmaya, el sanatlarını yaymaya ve tahıl ikmalinin kendilerine düşen payını artırmaya büyük çaba göstermelidirler. Büyük ya da küçük bütün birimlerde kolektif üretimin geliştirilmesinin yanı sıra, (ordudakiler [sayfa 137] hariç) herkes boş vakitlerinde kazancını kendine ayırabileceği bir miktar tarım ya da el sanatları üretiminde bulunmaya (ticaret yapmaya değil) da teşvik edilmelidir. Sebze ve domuz yetiştirme, aşçıların daha iyi yemek hazırlaması konusunda yedi ila on günlük eğitim kursları açılmalıdır. Bütün Parti, hükümet ve ordu örgütlerinde tutumluluğa özel önem vermeli, israfla savaşılmalı, yiyicilik yasaklanmalıdır. Parti, hükümet ve ordu örgütlerinde ve okullarda her kademedeki yöneticiler, üretimde kitlelere önderlik etmek için gerekli her türlü ustalığı edinmelidir. Üretimi dikkatle incelemeyi beceremeyen bir kimse, iyi bir önder sayılamaz. Üretimi ciddiye almayan, yemek isteyip de çalışmak istemeyen asker ya da sivil, iyi bir asker, ya da iyi bir yurttaş sayılamaz. Üretimle ilişkisi kesilmemiş köy Parti üyeleri, kitleler içinde örnek bir kişi haline gelmek için gerekli niteliklerden birinin üretimi artırmada iyi çalışmak olduğunu anlamalıdırlar. Üretim kampanyası sırasında, ekonomik gelişmeyi ihmal ederek, dikkati gelir-gider üzerinde toplayan tutucu ve salt mali bir görüş açısını benimsemek yanlıştır. Parti, hükümet ve ordu mensuplarının ve halkın muazzam işgücünü kitle çapında bir üretim kampanyası için örgütlemeyi ihmal ederek, kendilerini tahıl ve vergi, para ve yiyecek toplamaya veren bir avuç devlet görevlisine sahip olmak yanlıştır. Kitlelere üretimi artırmakta yardımcı olmak için her türlü çabayı harcamadan Guomindang'ın yaptığı gibi, onlardan sadece tahıl ve para istemek yanlıştır. Kitle çapında yaygın üretim kampanyaları açmayı ihmal ederek, az sayıda insanı üretim için örgütleyen birkaç ekonomik daireye sahip olmak yanlıştır. Köylük bölgelerdeki Komünistlerin, ailelerine yardımcı olmak için aile üretimine katılmalarını ya da hükümet örgütlerindeki ve okullardaki komünistlerin kendi yaşam koşullarını düzeltmek için kendi hesaplarına boş zamanlarında üretimde bulunmalarını şerefsizlik ve bencillik saymak hatalıdır çünkü bütün bu gibi faaliyetler devrim davasının yararınadır. Herhangi bir üs bölgesindeki halkı, üretimi artırmaya ve böylece maddi durumunu iyileştirmeye çaba göstermeye teşvik etmeksizin, onun sadece amansız mücadeledeki zorluklara katlanmasını istemek yanlıştır. Kooperatifleri, kitleler tarafından işletilen ve kitlelere hizmet eden ekonomik kuruluşlar olarak değil de az sayıda görevlinin çıkarma işletilen [sayfa 138] para kazandıran işletmeler ya da hükümetin işlettiği mağazalar olarak görmek yanlıştır. Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'nin tarım emek kahramanlarından bazılarının kullandığı örnek çalışma yöntemlerini (örneğin çalışmada karşılıklı yardımlaşma, toprağı birkaç kez sürmek, sık çapalama ve bol gübreleme) bazı üs bölgelerinde uygulanabilir olmadığı gerekçesiyle uygulamamak yanlıştır. Üretim kampanyalarında önder kadroların bizzat sorumluluk üstlenmesini ve buna bizzat katılmasını; önder grubun kendisini kitlelerle sıkı sıkıya kaynaştırmasını ve genel çağrıların özel ve belirli rehberlikle birleştirilmesini; araştırma ve incelemenin yürütülmesini ve önceliğin acil ve önemli alana verilmesini: kadın-erkek, genç-ihtiyar hatta boş gezenler de dâhil herkesin üretime katılmasını sağlayacak yerde üretim görevini ekonomik gelişmeden sorumlu yerel dairelerin yöneticilerine, ordu ikmal başkanlarına ya da hükümette ve benzer organlardaki idari işlerden sorumlu olanlara devretmek yanlıştır. Bugünkü koşullarda işgücünün örgütlenmesi üretimi artırmanın anahtarıdır. Üs bölgelerinin her birinde bugünkü savaş koşullarında bile Parti, hükümet daireleri, ordu içindeki on binlerce kadın ve erkeğin işgücünü ve halktan yüz binlerce insanın işgücünü üretim amacıyla örgütlemek (söz gelişi yarım gün ya da tam gün çalışabilecek olan bütün insanları hane esasına göre planlama, emek değişim ekipleri, taşıma ekipleri, karşılıklı yardımlaşma çalışma grupları ya da kooperatifler biçimlerini kullanarak ve eşit değerlerin değişimi ilkesine bağlı kalarak bir gönüllü çalışma temeli üzerinde Örgütlemek) mümkün ve bütünüyle zorunludur. Komünist Partisi üyeleri, işgücünü örgütleme ilke ve yöntemlerinin hepsini tam olarak kavramalıdırlar. Bu yıl bütün üs bölgelerinde geniş çapta uygulanan kira indirimi, gelecek yılın üretiminde büyük bir artış sağlayacaktır. Parti ve hükümet, askerler ve siviller, erkekler ve kadınlar, gençler ve ihtiyarlar tarafından tahıl ve öbür ihtiyaç maddeleri ikmalinin artırılması öte yandan doğal afetlere karşı hazırlık yapılması için gelecek yıl uygulanacak büyük üretim kampanyası da, Japonya'ya karşı üs bölgelerinin varlığını sürdürmesinin maddi temelini hazırlayacaktır. Aksi halde vahim güçlüklerle karşılaşacağız.
3. Parti, hükümet ve ordunun Japonya'ya karşı gelecek yılkı mücadeleyi [sayfa 139] ve üretim kampanyasını geliştirmede halkla bütünleşmesi için, her bir üs bölgesindeki Parti komiteleri ve önder ordu ve hükümet organları, gelecek ay yılının ilk ayında "hükümeti desteklemek ve halkı sevmek" ve "orduyu desteklemek ve Japonya'ya karşı savaşan askerlerin ailelerine ihtimam göstermek" konularında büyük çapta bir kitle kampanyası açmaya hazırlanmalıdırlar. Askeri birlikler "hükümeti destekleme ve halkı sevme" yeminlerini halkın önünde tekrarlamalı, özeleştiri toplantıları yapmalı, yerel halkla (yerel Parti ve hükümet örgütlerinin temsilcilerinin de çağrılacakları) toplantılar düzenlemeli ve geçmişte kitlelerin çıkarlarına verdikleri herhangi bir zarardan ötürü özür dilemeli ve bunu tazmin etmelidirler. Yerel Parti, hükümet ve kitle örgütlerinin önderliğinde kitleler de kendi açılarından orduyu destekleme, Japonya'ya karşı savaşan askerlerin ailelerine ihtimam gösterme yeminlerini halkın önünde tekrarlamalı ve ordu birliklerini kutlamak ve onlara armağan vermek için coşkun bir kampanya başlatmalıdırlar. Bu kampanyalar sırasında gerek ordu, gerek Parti ve hükümet, 1943 yılındaki eksiklik ve hatalarını enine boyuna incelemeli ve onları 1944 yılında kararlılıkla düzeltmelidir. Bundan böyle, her ay yılının ilk ayında bu kampanyalar her yerde açılmalı ve "hükümeti destekleyelim ve halkı sevelim" ve "orduyu destekleyelim ve Japonya'ya karşı savaşan askerlerin ailelerine ihtimam gösterelim" yeminleri bu kampanyalar boyunca tekrar tekrar okunmalıdır. Bu eksikliklerin ve hataların kökünden düzeltilebilmesi için üs bölgelerinde askeri birliklerin Parti ve hükümet görevlilerine ya da sivillere karşı zorbaca davranışlarının, Parti ve hükümet görevlilerinin ya da sivillerin askeri birliklere karşı ilgisizliğinin kitleler önünde özeleştirisi tekrar tekrar yapılmalıdır (taraflardan her biri öteki tarafı değil, kendi kendini eleştirecektir). [sayfa 140]
GUOMİNDANG MERKEZ YÜRÜTME KOMİTESİNİN VE SİYASİ HALK KONSEYİNİN
TOPLANTILARI ÜZERİNE BİR YORUM[13*]
5 Ekim 1943
Guomindang Merkez Yürütme Komitesinin On Birinci Genel Toplantısı 6-13 Eylül tarihleri arasında yapıldı. Guomindang hükümeti ise 18-27 Eylül tarihleri arasında Üçüncü Siyasi Halk Konseyinin İkinci Toplantısını yaptı. Şimdi her iki toplantının belgeleri elimizde bulunduğuna göre, genel bir yorum yapabiliriz.
Uluslararası durum, yaklaştığı her yerde hissedilen büyük bir değişikliğin eşiğindedir. Avrupa'nın Mihver Devletleri bunu hissetmişlerdir ve Hitler can havliyle umutsuzca dayanmak siyasetini benimsemektedir. Bu değişikliği yaratan, esas olarak Sovyetler Birliği'dir. Sovyetler Birliği şimdi bundan yararlanmakladır: Kızıl Ordu karşısına çıkan bütün düşmanları yerle bir ederek, savaşa savaşa daha şimdiden Dinyeper'e ulaşmış bulunuyor. Kızıl Ordu yeni bir kış taarruzuyla, yani Sovyet sınırına kadar olmasa bile, eski Sovyet sınırlarına kadar gelecektir. İngiltere ile ABD de bu değişiklikten yararlanmaktadır. Roosevelt ile Churchill, Fransa'ya girmek için Hitlerin çöküşünün ilk işaretini bekliyorlar. Kısacası, Alman faşist savaş aygıtı yakında paramparça olacaktır. Avrupa'daki anti-faşist savaş meselesi toptan çözümün arifesindedir; Sovyetler Birliği, faşizmin yok edilmesinde esas güçtür. Dünyadaki anti-faşist savaşın ağırlık noktası Avrupa'da olduğuna göre, bu mesele Avrupa'da çözüldüğü zaman, iki büyük dünya kampının, faşist kamp ile anti-faşist kampın kaderi belli olacaktır. Japon emperyalistleri kendilerini köşeye sıkıştırılmış hissediyorlar [sayfa 141] ve onların siyaseti de ancak umutsuz bir son mücadele vermek üzere var olan bütün kuvvetlerini toplamak olabilir. Japon emperyalistleri, Çin'de Komünistlerin "kökünü kazımaya" ve Guomindang'ı teslim olması için kandırmaya çalışacaklardır.
Bu değişikliği Guomindang da hissetmiştir. Bu durum karşısında hem sevinmekte, hem de korkmaktadır. Sevinmektedir, çünkü Avrupa'da savaşın sona ermesiyle birlikle İngiltere ile Birleşik Amerika'nın Guomindang hesabına Japonya'ya karşı savaşmak için serbest kalacağını ve kendisinin de hiç çaba harcamadan Nanking'e dönebileceğini hayal etmekledir. Korkmaktadır, çünkü üç faşist devletin yıkılmasıyla birlikte dünya büyük ve eşi görülmedik bir kurtuluş çağına girecek ve Guomindang'ın komprador-feodal faşist diktatörlüğü özgüllük ve demokrasinin engin okyanusunun ortasında küçücük bir ada olarak kalacaktır. Korkmaktadır çünkü onun "tek parti, tek doktrin, tek önder" marka faşizmi, okyanusun dalgalarına gömülecektir.
Guomindang başlangıçta Sovyetler Birliği'nin Hitler ile tek başına savaşmak zorunda kalacağını umut ediyor ve Sovyetler Birliği'ne saldırması için Japonya'yı kışkırtmayı tasarlıyordu. Böylelikle sosyalizmin anavatanı ortadan kaldırılacak ya da en azından fena halde hırpalanacaktı. Gene Guomindang, İngiltere ile Birleşik Amerika'nın bütün kuvvetlerini doğuya kaydıracaklarını ve Avrupa'da ikinci ya da üçüncü bir cephe açmadan önce ilkin Japonya'yı ezeceklerini, ardından da Çin Komünist Partisi'ni ortadan kaldıracaklarını umuyordu. Guomindang, işte bu gizli emeli uğruna ilkin bir "Avrupa'dan önce Asya" stratejisinin, ondan sonra da "Avrupa ile Asya'ya eşit derecede önem verme" stratejisinin benimsenmesi için ortalığı velveleye verdi. Bu yılın Ağustos ayında Quebec Konferansı'nın sonlarına doğru Roosevelt ile Churchill, Guomindang hükümetinin Dışişleri Bakanı T. V. Soong'u Quebec'e çağırıp kendisiyle ayaküstü görüştüklerinde, Guomindang, "Roosevelt ile Churchill doğuya yöneliyorlar","Asya'dan önce Avrupa planı değiştirildi", "Quebec, üç büyük devlet olan İngiltere, Birleşik Amerika ve Çin'in katıldıkları bir konferanstır" vb. diye yaygara koparmaya başladı ve sevinç içinde böbürlenmeye girişti. Ancak bu Guomindang'ın sevinmesi için son vesile oldu. O zamandan beri keyfi bir hayli kaçmış bulunuyor. "Avrupa'dan önce [sayfa 142] Asya" ve "Avrupa ile Asya'ya eşit derecede önem verme" artık tarih müzesine kaldırıldı. Şimdi Guomindang olasılıkla yeni komplolar tezgâhlıyor. Belki de, Guomindang Merkez Yürütme Komitesi'nin On Birinci Genel Toplantısı ve Guomindang'ın denetimindeki Siyasi Halk Konseyinin İkinci Toplantısı, bu komploların başlangıcıdır.
Guomindang Merkez Yürütme Komitesinin On Birinci Genel Toplantısı, Komünist Partisini "Direnme Savaşı'nı baltalıyor ve devleti tehlikeye düşürüyor" diye alçakça suçladı; aynı zamanda kendisinin "siyasal bir çözüm"den ve "anayasal yönetim için hazırlıklar yapılması"ndan yana olduğunu ilan etti. Guomindang çoğunluğunun denetimi ve yönetimi altındaki Üçüncü Siyasi Halk Konseyinin İkinci Toplantısı, Komünist Partisine karşı hemen hemen aynı yönde kararlar aldı. Ayrıca, diktatörlük mekanizmasını güçlendirmek amacıyla Guomindang Merkez Yürütme Komitesinin On Bilinci Genel Toplantısı, Çan Kayşek'i, Guomindang hükümetinin başkanlığına "seçti".
On Birinci Genel Toplantıdan sonra, Guomindang şimdi neler yapmayı planlıyor olabilir? Sadece üç olasılık vardır:
1. Japon emperyalizmine teslim olmak;
2. Eski yolda sürüklenmek;
3. Siyasal çizgisinde bir değişiklik.
Guomindang içinde Japon emperyalistlerinin "Komünistlere darbe indirme ve Guomindang'la kırıştırma" amacına hizmet eden bozguncular ve teslimiyetçiler, öteden beri teslim olmayı savunmuşlardır. Onlar sürekli olarak anti-komünist bir iç savaş başlatmaya çalıştılar. Böyle bir iç savaşın başlaması, ister istemez Japonya'ya karşı direnmeyi imkânsız hale getirecek ve tek seçenek olarak teslim olmayı bırakacaktı. Guomindang, Kuzeybatı Çin'e 400 bin ile 500 bin arasında asker yığmış bulunuyor ve hâlâ buraya öbür cephelerden gizlice asker sevk ediyor. Generallerin keyfinin yerinde olduğu ve "Yenan'ı almak mesele değildir" dedikleri söyleniyor. Bay Çan Kayşek'in On Birinci Genel Toplantıdaki konuşmasında Komünistler meselesinin "siyasi bir mesele olduğunu ve siyasal olarak çözülmesi gerektiğini" belirtmesinden ve Toplantıda alınan hemen hemen aynı doğrultudaki kararlardan bu yana generaller hep böyle konuşuyorlar. Geçen yıl yapılan Guomindang Merkez Yürütme Komitesi Onuncu Genel Toplantısında da [sayfa 143] benzer kararlar alınmıştı ve daha bu kararların mürekkebi kurumadan, generallere Sınır Bölgesi'ni ortadan kaldırmak için askeri planlar hazırlama emri verilmişti. Bu yılın Haziran ve Temmuz aylarında Sınır Bölgesine karşı girişilecek bir yıldırım harekâtına hazırlık amacıyla kuvvetler mevzilendirildi. Ama bu plan geçici olarak rafa kaldırıldı: çünkü ülke içinde ve dışında kamuoyu buna karşıydı. Şimdi bir kez daha, On Birinci Genci Toplantının kararlan henüz yeni kâğıda geçirilmişken, generallerin yüksekten attıkları ve birliklerin kaydırıldığı hakkında raporlar geliyor. "Yenan'ı almak mesele değildir": Bunun anlamı nedir? Bunun anlamı, Japon emperyalizmine teslim olma kararının alınmış olmasıdır. "Yenan'ın alınması"ndan yana olan bütün Guomindang üyelerinin hepsi de bilinçli ve kararlı teslimiyetçiler değildirler. Bazıları, "Komünistlerle savaşırken bile Japonlara karşı dileneceğiz" diye düşünebilirler. Vampoa kliğine[46] bağlı birçok subay büyük bir olasılıkla böyle düşünüyor. Biz Komünistler, bu beylere şu soruları sormak isleriz: On yıllık iç savaşın derslerini unuttunuz mu? İkinci bir iç savaş çıktığında, kararlı teslimiyetçiler Japonya'ya karşı savaşı sürdürmenize izin verecekler midir? Japonlar ve Vang Çingvey Japonya'ya karşı savaşı sürdürmenize izin verecekler midir? Gerçekten bir iç savaş ile yabancı düşmana karşı bir savaşı aynı anda yürütecek kadar güçlü müsünüz? Üç milyon askeriniz olduğunu iddia ediyorsunuz, oysa ordularınızın morali o kadar bozuk ki, halk onları bir sopanın iki ucuna asılmış iki yumurta sepetine benzetiyor: bir çarpışsalar hepsi kırılacak. Çungtiao dağlarında, Tayhang dağlarında, Çekyang ve Ciangsi'de, Batı Hupeh'de ve Tapieh dağlarındaki bütün seferlerde olan buydu. Bunun nedeni çok basittir. Siz, "Komünistlere karşı aktif", "Japonlara karşı pasif" davranma siyaseti gibi vahim bir siyaset izlediniz. Milli bir düşman ülkemizin ta içlerine kadar girmiş bulunuyor. Komünistlerle ne kadar aktif bir şekilde mücadele eder ve Japonlara karşı ne kadar pasif bir şekilde direnirseniz, askerlerinizin morali de o kadar düşük olacaktır. Yabancı saldırgana karşı bu kadar kötü savaşırken, birliklerinizin [sayfa 144] Komünistlere ve halka karşı savaşmada birdenbire güçlü bir hale geleceğini nasıl umabiliyorsunuz? Böyle bir şey söz konusu olamaz, iç savaşı başlattığınız zaman, bütün dikkatinizi buna yöneltmek ve "aynı anda direnişi sürdürme" yolundaki bütün düşünceleri kaçınılmaz olarak terk etmek zorunda kalacaksınız. En sonunda da elinizde kalan tek siyaset teslimiyet siyaseti olacağı için kendinizi, kaçınılmaz olarak Japon emperyalizmine kayıtsız şartsız teslim olma anlaşmasını imzalar durumda bulacaksınız. Siz, teslim olmayı gerçekten istemeyen Guomindanglılar, iç savaşın kışkırtılması ya da başlatılmasında aktif bir şekilde rol aldığınız da kaçınılmaz olarak teslimiyetçiler haline geleceksiniz. Teslimiyetçi kliğin çevirdiği dolaplara boyun eğdiğiniz ve On Birinci Genel Toplantının ve Siyasi Halk Konseyinin kararlarını, kamuoyunu harekete geçirmede ve anti-komünist iç savaş için hazırlık yapmada bir araç olarak kullandığınız takdirde, olacak olan kesinlikle budur. İlk başta teslim olmak istemeseniz bile, onların çevirdiği dolaplara boyun eğdiğiniz ve yanlış bir adım attığınız takdirde, teslimiyetçi kliğin dümen suyunda giderek önünde sonunda teslim olacaksınız. On Birinci Genel Toplantıdan sonra Guomindang'ın hangi yolu tutacağı konusunda ilk olasılık budur ve bunun gerçekleşmesi olasılığı son derece ciddi bir tehlike oluşturmaktadır. Teslimeyetçi klik açısından, bir "siyasal çözüm"den ve "anayasal yönetim için hazırlık yapmak"tan söz etmek, için savaş hazırlıklarını, yani teslim olma hazırlıklarını gizlemenin en iyi yollarından biridir. Bütün Komünistler, Guomindang'ın bütün yurtsever üyeleri, bütün Japonya'ya karşı partiler ve Japonya'ya karşı olan bütün yurttaşlarımız bu son derece vahim tehlikeye karşı çok uyanık olmalı ve bunu gizleme çabalarına kanmamalıdırlar. İç savaş tehlikesinin hiçbir zaman bugün, Guomindang'ın On Birinci Genel Toplantısından sonra olduğu kadar büyük olmadığı anlaşılmalıdır.
Bu kararlar, başka bir yöne, "bir süre pusuya yatma ve iç savaşı daha sonra başlatma" yönüne de götürebilir. Anti-komünizmi ve diktatörlük yöntemini terk etmeyi kesinlikle reddederken, bir yandan da hâlâ Japonya'ya karşı direniyormuş gibi gözükmek isteyenler, teslimiyetçi kliğin izlediği yoldan bir parça farklı olan bu yolu tutabilirler. Onlar, uluslararası durumda kaçınılmaz olarak büyük değişiklikler [sayfa 145] olacağını ve Japon emperyalizminin çökmeye mahkûm olduğunu; iç savaşın teslimiyet anlamına geleceğini, oysa bütün ülke halkının direnmeden yana ve iç savaşa karşı olduğunu; Guomindang'ın kendini kitlelerden kopardığı, halkın desteğini kaybettiği ve her zamankinden daha fazla tecrit olduğu için ciddi bir buhranla karşı karşıya bulunduğunu ve ABD'nin de, İngiltere'nin de, Sovyetler Birliği'nin de Çin hükümetinin iç savaşı başlatmasına karşı olduklarını gördükleri için bu yolu tutabilirler. Bütün bunlar, onları iç savaş tertiplerini ertelemeye ve bir "siyasal çözüm" ve "anayasal hükümet için hazırlık" hakkında boş laflarla zaman kazanmaya zorlayabilir. Bu kimseler, kandırma ve pusuya yatma taktiklerinin eski ustalarıdır. Rüyalarında bile "Yenan'ı alma" ve "Komünist Partisini ortadan kaldırma" ihtirasından vazgeçmezler. Bu noktada teslimiyetçi klik ile tam bir birlik içindedirler. Ama gene de Japonya'ya karşı direniyorlarmış gibi görünmek isterler, Guomindang'ın uluslararası durumunun sarsılmasına gönülleri razı değildir ve bazen iç ve dış kamuoyunun kendilerini suçlamasından korkarlar. Ve bu yüzden de, daha elverişli koşulların oluşmasını beklerken, "siyasal çözüm" ve "anayasal yönetim için hazırlık" gibi bir sis perdesinin ardında pusuya yatabilirler. Hiç değilse bugün için bir "siyasal çözüm" ya da "anayasal yönetim" yönünde hiçbir samimi istekleri yoktur. Geçen yıl Guomindang Merkez Yürütme Komitesinin Onuncu Genel Toplantısının yapıldığı günlerde, Komünist Partisi Merkez Komitesi tarafından bir temsilci, Bay Çan Kayşek ile görüşmek üzere Çungking'e gönderilmişti. Orada on ay bekledi. Ama Bay Çan Kayşek ve Guomindang Merkez Yürütme Komitesi kendisiyle tek bir somut sorunu bile tartışmaya yanaşmadı. Bu yılın Mart ayında, Bay Çan Kayşek Çin'in Kaderi aldı kitabını yayımladı. Bu kitapta komünizme ve liberal fikirlere karşı olduğunu ısrarla belirtiyor, on yılık iç savaşın suçunu Komünist Partisi'nin sırtına yüklüyor. Komünist Partisine, Sekizinci Yol Ordusu'na ve Yeni Dördüncü Orduya "yeni tipte savaş ağaları", "yeni tipte ayrılıkçılar" diye iftira ediyor ve iki yıl içinde komünistlerin işini bitireceğini ima ediyor. Bu yılın 28 Haziran'ında Bay Çan Kayşek, Çu Enlay ve öteki yoldaşların Yenan'a dönmelerine izin verdi, ancak aynı anda Sarı Irmağın kıyısındaki savunma kuvvetlerine Sınır Bölgesi üzerine [sayfa 146] yürümelerini emretti. Aynı zamanda, ülkenin dört bir yanındaki yerel yöneticilere, Üçüncü Enternasyonal'in dağıtılmasını fırsat bilerek, sözüm ona halk örgütleri adına Çin Komünist Partisi'nin dağıtılmasını talep etmelerini emretti. Biz Komünistler, bu koşullarda Guomindang'a ve bütün millete iç savaştan kaçınma çağrısını yapmak ve Guomindang'ın Direnme Savaşı'nı baltalayan ve devleti tehlikeye düşüren bütün meşum tertip ve komplolarını açığa çıkarmak zorunda kaldık. Tarihi gerçeklerin de gösterdiği gibi sabrımız taşmak üzeredir. Vuhan'ın düşmesinden bu yana Kuzey ve Orta Çin'de irili ufaklı anti-komünist çarpışmaların sonu gelmedi. Pasifik Savaşı patlak vereli iki yıl oldu ve bu süre boyunca Guomindang, Orta ve Kuzey Çin'de Komünistlere saldırıp durdu; Guomindang Ciangsi ve Şandung'da Komünistlere saldırmak için eskiden beri orada üslenmiş birliklere ek olarak Vang Çunglien ve Li Siençu komutasındaki ordu gruplarını oraya sevk etli. Tayhang dağları bölgesindeki Pang Ping-sun'un ordu grubuna bütün gücünü Komünistler üzerinde yoğunlaştırma emri verilmiştir; Anhuy ve Hupeh'deki Guomindang birliklerine verilen emir de budur. Uzun bir süre bu gerçekleri bile açıklamadık. Guomindang gazeteleri ve dergileri Komünist Partisine iftira etmekten bir an olsun geri durmadılar; ama biz uzun süre bir tekine bile yanıt vermedik. Guomindang, Japonya'ya karşı kahramanca savaşan Yeni Dördüncü Ordu'yu hiçbir gerekçeye dayanmadan lağvetti, Güney Anhuy'da bu orduya bağlı 9 binin üzerinde askeri öldürdü, Yeh Ting'i tutukladı, Siang Ying'i katletti[47] ve bu ordunun yüzlerce kadrosunu hapse attı. Bu, halka ve millete karşı korkunç bir ihanet olduğu halde, ülkemizin çıkarları uğruna sabrımızı koruduk ve sadece bir protestoyla ve durumun düzeltilmesini istemekle yetindik. Bay Çan Kayşek, Komünist Partisi'nin temsilcisi Çu Enlay yoldaşla Haziran ve Temmuz 1937'de Luşan'da bulunduğu zaman, Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'nin, bir kararnameyle Milli Hükümetin Yürütme Dairesinin doğrudan yönetimi altındaki bir idari bölüm olarak tanınacağına ve görevlilerinin de resmen atanacağına söz vermişti. Oysa şimdi Bay Çan Kayşek sadece lafını geri almakla kalmamış, Sınır Bölgesi'ni 400 bin ile 500 bin askerle kuşatıp askeri ve ekonomik abluka altına alacak kadar ileri gitmiş [sayfa 147] bulunuyor. Sınır Bölgesinde yaşayan halkın ve Sekizinci Yol Ordusu'nun cephe gerisi karargâhının yok edilmesi dışında hiçbir şey onu memnun etmeyecektir. Daha da kötüsü, Sekizinci Yol Ordusu'na vaat edilen ikmal kesilmiş bulunuyor. Komünist Partisine "hain parti", Yeni Dördüncü Ordu'ya "asi ordu" ve Sekizinci Yol Ordusu'na "hain ordu" vb. diye hakaret ediliyor. Kısacası, bu şekilde davranan bütün Guomindanglılar, Komünist Partisini düşman olarak görüyorlar. Guomindang için, Komünist Partisi Japonlara kıyasla on misli, hatta yüz misli daha fazla nefrete layıktır, Guomindang bütün nefretini Komünist Partisi üzerinde yoğunlaştırıyor: öyle ki Japonlardan nefret edecek hali kalmamıştır. Bu, Guomindang ile Komünist Partisini farklı ele alan Japon faşistlerinin davranışına benziyor. Bütün nefretlerini Komünist Partisi üzerinde yoğunlaştıran Japon faşistleri, Guomindang'a karşı her geçen gün daha nazik davranıyorlar. "Komünistlere Karşı Çıkın" ve "Guomindang'ı Ortadan Kaldırın" şeklindeki iki sloganlarından artık sadece birincisi kalmıştır. Japonların ve Vang Çingvey'in kontrolündeki gazete ve dergiler artık "Kahrolsun Guomindang" ve "Çan Kayşek'i Devirin" gibi sloganlara yer vermiyorlar. Japonya Çin'deki kuvvetlerinin yüzde 58'iyle Komünist Partisi üzerine çullanırken, Guomindang'ı gözlemek için kuvvetlerinin sadece yüzde 42'sini kullanıyor. Son zamanlarda bu gözleme işini gevşetti ve Guomindang'ı teslim olması için daha kolay kandırmak amacıyla birçok birliğini Çekyang ve Hupeh'den geri çekti. Japon emperyalistleri. Komünist Partisini teslim olmaya ikna etmek için bugüne kadar tek bir söz söylemeye cüret edememişlerdir, ama Guomindang'ı buna ikna edebilmek için onu sonu gelmez laf yağmuruna tutmakta asla tereddüt etmemektedirler. Guomindang sadece Komünist Partisi'nin ve halkın karşısında aslan kesiliyor ama Japonların karşısına geldi mi süngüsü düşüyor. İş savaşa gelince, Guomindang savaşa katılan bir taraf olmaktan çıkıp sadece bir seyirci haline gelmekle kalmamış, Japon emperyalizminin hakaret ve yaltaklanmalarına lafta bile karşı çıkamayacak bir duruma düşmüştür. Japonlar "Çan Kayşek'in Çin'in Kaderi adlı kitabında ileri sürdüğü görüşlerde yanlış hiçbir şey yok" diyorlar. Bay Çan Kayşek ya da onun partisinin herhangi bir [sayfa 148] üyesi bunu yalanladı mı? Hayır, yalanlamadı ve yalanlamaya da cesaret edemez. Bay Çan Kayşek'in ve Guomindang'ın "ordu ve hükümet emirleri"ni ve "disiplin"i sadece Komünistlere karşı uyguladığını; bunları, kaçıp düşmana sığınan 20 Guomindang Merkez Yürütme Komitesi üyesiyle 58 Guomindang generaline karşı uygulamak istemediğini ve buna cesaret edemediğini gören Japonlar, Guomindang'ı hor görmesinler de ne yapsınlar? Bütün ülke halkı ve dünyanın dört bir yanındaki dost milletler, Yeni Dördüncü Ordu'yu lağveden ve Sekizinci Yol Ordusu'na saldıran, Sınır Bölgesi'ni kuşatan, onlara "hain parti", "hain ordu", "yeni tipte savaş ağaları", "yeni tipte ayrılıkçı rejim" gibi yaftalar asmaya kalkışan, "Direnme Savaşı'nı baltalamak" ve "devleti tehlikeye düşürmek"le suçlayan, ikide bir "ordu ve hükümet emirleri" ve "disiplin"den dem vuran bir Çan Kayşek'ten başka bir şey görmediler. Çin halkı ve dost milletler. Bay Çan Kayşek'in ve Guomindang'ın, düşmana teslim olan 20 Guomindang Merkez Yürütme Komitesi üyesine ve 58 Guomindang generaline karşı herhangi bir askeri emir, hükümet kararnamesi ya da disiplin önlemi uyguladıklarını görmediler. Aynı şekilde bir süre önce Guomindang Merkez Yürütme Komitesi On Birinci Genel Toplantısında ve Siyasi Halk Konseyi toplantısında alınan kararların tümü Komünist Partisini hedef almıştır: bu kararlardan bir teki bile, ihanet edip düşmana sığınan birçok Guomindang Merkez Yürütme Komitesi üyesini ya da birçok generali hedef almamıştır. Bütün ülke halkı ve dünyadaki bütün dost milletler Guomindang hakkında ne düşünecektir? Tahmin edileceği gibi, On Birinci Genel Toplantıda gene bir "siyasal çözüm"den ve "anayasal yönetim için hazırlık yapma"dan söz edildi. Âlâ, biz bunu hoş karşılarız. Ancak, bütün bu yıllar boyunca Guomindang'ın ısrarla izlediği siyasal çizgiye bakınca, bu konuşmaların halkı aptal yerine koymayı amaçlayan bir yığın boş laftan öteye gitmediği kanısına varıyoruz. Bu boş lafların gerçek amacı, halk üzerindeki diktatörlük yönetimini sürdürebilmek için, iç savaşa hazırlanmak üzere zaman kazanmaktır.
Şimdiki durum üçüncü bir yönde gelişebilir mi? Evet, gelişebilir. [sayfa 149] Bir kısım Guomindang üyelerinin, bütün halkın ve biz Komünistlerin beklediği budur. Bu üçüncü yol nedir? Guomindang ile Komünist Partisi arasındaki ilişkilerin adil ve akla yatkın bir çözüme ulaştırılması, gerçekten demokratik ve hür bir anayasal yönetimin kurulması, "tek parti, tek doktrin, tek önder"i esas olan faşist diktatörlüğün ortadan kaldırılması ve Direnme Savaşı sırasında gerçekten halk tarafından seçilmiş milli bir meclisin toplanması. Biz Komünistler, en başından beri bu yolu savunduk. Bir kısım Guomindang üyeleri de buna katılacaklardır. Biz, uzun süre Bay Kayşek ile Guomindang içindeki hizbin bile bu yolu izleyeceğini ummuştuk. Ancak, son birkaç yılda olup bitenlere ve şimdi olanlara baktığımızda Bay Çan Kayşek'in ve iktidardaki Guomindang önde gelenlerinden çoğunun bu yolu izlemeye niyetli olmadıklarını görürüz.
Bu yolun gerçekleşebilmesi için bazı iç ve dış koşulların var olması gerekmektedir. Şu anda (Avrupa'da faşizmin toptan çöküşün arifesinde bulunduğu şu anda) uluslararası koşullar Çin'in Direnme Savaşı için elverişlidir. Ama işte tam da bu anda teslimiyetçiler, teslim olabilmek için iç savaşı kışkırtmaya özellikle isteklidirler ve onları teslim olmaya ikna etmek için Japonlar ve Vang Çingvey özellikle iç savaştan yanadır. (Domey Haber Ajansı'nın 1 Ekim tarihli haberine göre) Vang Çingvey şöyle demiştir: "Davalarına bağlı kardeşler, daima kardeş kalırlar; Çungking'in er geç bizim yolumuzu izleyeceğini ümit ediyoruz." Ne büyük bir sevgi, güven ve arzu! Dolayısıyla şimdiki durumda Guomindang'ın pusuya yatmasından başka bir şey beklenemez; bu arada durumun birden kötüleşmesi tehlikesi de gerçekten son derece ciddidir. Üçüncü yol için gerekli olan koşulların hepsi, henüz mevcut değildir. Bu yüzden de, bütün partilere mensup yurtseverler ve bütün Çin halkı, bu koşulları yaratmak için çok yönlü bir çaba harcamak zorundadırlar.
Bay Çan Kayşek On Birinci Genel Toplantıda şunu ilan etti:
"Açıkça belirtmek gerekir ki, merkezi hükümet yetkilileri, Komünist Partisinde Direnme Savaşı'nı baltalayan silahlı ayrılıkçı rejimin terk edilmesi ve Milli Orduya karşı giriştiği ani hücumları [sayfa 150] durdurması dışında, herhangi bir talepte bulunmamaktadırlar. Komünist Partisi'nin, Cumhuriyetin 26. yılında (1937), ülkeyi kurtarmak için ortak çaba harcanması yolundaki çağrısına yer verdiği açıklamasını ve bu açıklamada belirttiği dört vaadi yerine getireceği ümit edilmektedir."
Bay Çan'ın "Milli Orduya karşı girişilen ve Direnme Savaşı'nı baltalayan ani hücumlar"a ilişkin sözleri aslında Guomindang'ın kendisi için geçerlidir ve ne yazık ki, Bay Çan, Komünist Partisine böylesine iftiralar savuracak kadar ön yargılı ve kötü niyetlidir. Vuhan'ın düşmesinden bu yana, Guomindang üç anti-komünist saldırıya girişti. Olayların da gösterdiği gibi, Guomindang birlikleri bu saldırıların her birinde Komünist kuvvetlere karşı ani hücumlara giriştiler. 1939 kışından 1940 ilkbaharına kadar devam eden birinci sefer sırasında, Guomindang birlikleri, ani hücumlarla Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesinde Sekizinci Yol Ordusu'nun üslendiği beş ilçeyi, Çunhua, Sunyi, Çengning, Ningsien ve Çenyuan'ı ele geçirdiler ve bu harekâtlar sırasında uçak bile kullandılar. Kuzey Çin'de, Çu Huay-ping'in birlikleri Sekizinci Yol Ordusu' kuvvetlerine ani hücumda bulunmak üzere Tayhang dağı bölgesine gönderildi: Sekizinci Yol Ordusu kuvvetleri ise sadece kendilerini savunmak için çarpıştılar. İkinci sefer Ocak 1941'de başlatıldı. Daha önce, Ho Yingçin ve Pay Çung-si 19 Ekim 1940'da Çu Ten, Peng Dehuay, Yeh Ting ve Siang Ying'e telgrafla kesin bir emir göndermiş. Sekizinci Yol Ordusu' ile Yeni Dördüncü Ordu'nun San Irmağın güneyinde bulunan bütün birliklerinin bir ay içinde. ırmağın kuzeyine nakledilmelerini bildirmişlerdi. Güney Anhuy'da bulunan birliklerimizin kuzeye nakledileceğine söz verdik. Öbürlerine gelince, var olan koşullarda nakledilmeleri imkânsız olmasına rağmen Japonya'ya karşı savaşın zafere ulaşmasından sonra onların da gösterilen mevzilere nakledileceklerine söz verdik. Ne var ki, emre uygun olarak, Güney Anhuy'da bulunan 9 bin askerimizin 5 Ocakta kuzeye hareket etmesinden önce. Bay Çan Kayşek çoktan "onların hepsinin ağa düşürülmesi" için ikinci bir emir yayınlamış bulunuyordu. Güney [sayfa 151] Anhuy'daki Guomindang birlikleri 6-14 Ocak tarihleri arasında Yeni Dördüncü Ordu'nun bu birliklerini gerçekten de ağlarına düşürdüler. Üstelik Bay Çan Kayşek 17 Ocak'ta Yeni Dördüncü Ordu'nun tamamının lağvedilmesini ve Yeh Ting'in askeri mahkemeye verilmesini emretti. O günden bu yana Orta ve Kuzey Çin'deki Japonya'ya karşı üs bölgelerinde, Guomindang birliklerinin olduğu her yerde Sekizinci Yol Ordusu ve Yeni Dördüncü Ordu saldırıya uğramış ve sadece kendilerini savunmak için çarpışmışlardır. Üçüncü sefer, bu yılın Mart ayında başladı ve halen devam ediyor. Guomindang birlikleri Orta ve Kuzey Çin'de Sekizinci Yol Ordusu ile Yeni Dördüncü Orduya karşı saldırılarını sürdürüyorlar. Üstelik Bay Çan Kayşek, komünizme ve halka karşı azgın bir saldırı olan Çin'in Kaderi adlı kitabını yayımlamış bulunuyor. Sınır Bölgesine karşı ani bir saldırıya girişmek için Sarı Irmak çevresindeki birçok savunma kuvvetinin yerlerini değiştirdi. Ülkenin dört bir yanındaki sözüm ona halk örgütlerini Komünist Partisi'nin dağıtılmasını talep etmek üzere harekete geçirdi. Sekizinci Yol Ordusu'na küfürler yağdıran Ho Yingçin'in askeri raporunun onaylanmasını ve anti-komünist kararların alınmasını sağlamak amacıyla Siyasi Halk Konseyi içindeki Guomindang tarafları çoğunluğu seferber etti. Dolayısıyla, Japonya'ya karşı birliğin bir sembolü olması gereken Konseyi, iç savaşa hazırlık olmak üzere anti-komünist kamuoyu yaratmak amacıyla Guomindang'ın özel bir şubesi haline getirdi. Bu yüzden de Konseyin Komünist üyesi Tung Bivu yoldaş durumu protesto etmek için toplantıyı terk etmek zorunda kaldı. Bu üç anti-komünist saldırı, Guomindang tarafından kasıtlı olarak düzenlenmiş ve başlatılmıştı. Bunlar "Direnme Savaşı'nı baltalayan" eylemler değil de nedir diye pekâlâ sorabiliriz?
Cumhuriyetin 26. yılının (1937) 22 Eylül'ünde, Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi, ülkenin kurtarılması için ortak çaba harcanması yolunda çağrıda bulunan bir bildiri yayınlamıştı. Bildiride şöyle demiştik:
"Düşmanı, entrikaları için uydurduğu bütün bahanelerden yoksun bırakmak ve bütün iyi niyetli kuşkucular arasında herhangi [sayfa 152] bir yanlış anlamaya yer vermemek için Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi, milli kurtuluş davasına yürekten bağlı olduğunu ilan etmeyi gerekli sayar. Dolayısıyla, bütün millete şunu bir kere daha ciddiyetle ilan eder: (1) Bugün Çin için gerekli olan şey Dr. Sun Yatsen'in Üç Halk ilkesi olduğundan Partimiz bu üç ilkenin tam olarak gerçekleştirilmesi uğruna mücadele etmeye hazırdır; (2) Guomindang rejimini devirmek için ayaklanma ve toprak ağalarının topraklarına zorla el koyma siyasetlerine son vereceğiz; (3) İktidarın ülkenin dört bir yanında birleştirileceği umuduyla, şimdiki Kızıl hükümeti, özel bir bölgeye ait demokratik bir hükümet olarak yeniden düzenleyeceğiz; (4) Kızıl Ordu adını ve kuruluşunu değiştirecek. Milli Devrimci Ordu'nun bir parçası olarak yeniden düzenlenecek ve Milli Hükümetin Askeri Konseyinin komutası altına girecek, Japonya'ya karşı cepheye gitmek ve görevini yerine getirmek için emir almaya hazır olacaktır."
Biz, bu dört vaadi bütünüyle yerine getirdik. Ne Bay Çan Kayşek ne de başka bir Guomindanglı bizi bu dört vaatten herhangi birini yerine getirmemekle suçlayamaz. Birincisi, Komünist Partisi'nin Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'nde ve düşman hatları gerisindeki Japonya'ya karşı üs bölgelerinde uyguladığı siyasetler, Dr. Sun Yatsen'in Üç Halk İlkesi'ne uygundur ve bu siyasetlerden bir teki bile bu ilkelere aykırı değildir. İkincisi, Guomindang milli düşmana teslim olmadığı, Guomindang-Komünist işbirliğini bozmadığı ya da Komünistlere karşı iç savaş başlatmadığı sürece, Guomindang rejimini devirmeme ve toprak ağalarının topraklarına zorla el koymama vaadimizi daima tutacağız. Bu vadimize şimdiye kadar bağlı kaldık, bugün de bağlıyız ve gelecekte de bağlı kalmaya devam edeceğiz. Bu demektir ki, Guomindang düşmana teslim olduğu, işbirliğini bozduğu ve iç savaşı başlattığı takdirde, bu vaadimizi geri almak zorunda kalacağız, çünkü bu koşullarda vaadimize bağlı kalmamız mümkün olmayacaktır. Üçüncüsü, başlangıçtaki Kızıl hükümet Direnme Savaşı'nın daha ilk yılında [sayfa 153] yeniden düzenlenmişti; demokratik hükümetin "üç üçte bir sistemi" uzun zamandır yürürlüktedir. Ne var ki, Guomindang bugüne kadar Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'ni tanıma vaadini yerine getirmiş değildir; dahası, bizi "feodal ayrılıkçılık"la suçlamaktadır. Bay Çan Kayşek ve Guomindang'ın öteki üyeleri! "Ayrılıkçılık" dediğiniz şeyin, bizim istediğimiz bir şey olmadığını, bizzat sizin bizi yapmak zorunda bıraktığınız bir şey olduğunu bilmeniz gerekir. Guomindang hükümetinin Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'ni ve öbür Japonya'ya karşı üs bölgelerini tanımaması sonucu doğan durumun sorumlusu biz değiliz. Siz kendiniz sözünüzde durmazken, Sınır Bölgesi'ni ve onun demokratik hükümetini tanıma vaadinizi inkâr ederken, bizi neye dayanarak "ayrılıkçılıkla suçluyorsunuz? Her gün sözünüzü yerine getirmenizi istiyoruz. Siz ise reddediyorsunuz; öyleyse sorumlu olan kimdir? Kendisi Guomindang'ın Genel Yöneticisi ve hükümet başkanı olduğu halde, bu meselede en ufak bir sorumluluk taşıdığını bile kabul etmeyen Bay Çan'ın Çin'in Kaderi adlı kitabında "ayrılıkçılık"a sövüp saymaya hakkı var mıdır? Bay Çan Kayşek'in bizden yine vaadimizi yerine getirmemizi istediği On Birinci Genel Toplantı vesilesiyle kendisinden, sözünü tutarak, uzun zamandır Demokrasi İlkesi'nin uygulandığı Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'ni ve düşman hatları gerisindeki Japonya'ya karşı demokratik üs bölgelerini resmen tanımasını talep ediyoruz. Tanımama siyasetinizde ısrar ettiğiniz takdirde bu bizim "ayrılıkçılık"a devam etmemizi istediğiniz ve geçmişte olduğu gibi bunun sorumlusunun biz değil, bütünüyle siz olduğunuz anlamına gelecektir. Dördüncüsü, Kızıl Ordu, "adını ve kuruluşunu" değiştirdi, "Milli Devrimci Ordu'nun bir parçası olarak yeniden düzenlendi" ve "Milli Hükümetin Askeri Konseyinin komutası altına" gireli çok oluyor. Bu vaadimizi çok önce yerine getirdik. Milli Hükümetin Askeri Konseyinin değil de, doğrudan doğruya Komünist Partisi Merkez Komitesinin komutası altında olan tek kuvvet Milli Devrimci Ordu'nun Yeni Dördüncü Ordusu'dur. Bunun nedeni şudur: Bu ordu, Askeri Konseyin verdiği ve Direnme Savaşı'nı baltalayan ve devleti tehlikeye düşüren karşı-devrimci bir emirle 17 Ocak 1941'de "asi ordu" olarak nitelenmiş ve "lağvedilmişti". Üstelik her gün Guomindang birliklerinin saldırılarına maruz kaldı. Oysa bu ordu Orta [sayfa 154] Çin'de Japonlara karşı kararlılıkla çarpıştı ve dört vaadin ilk üçünü yerine getirdi. Üstelik yeniden "Milli Hükümetin Askeri Konseyinin komutası altına" girmeye hazırdır. Bu ordu, Bay Çan Kayşek'ten, lağvedilmesiyle ilgili emrin iptal edilmesini ve dördüncü vaadi de yerine getirebilmesi için yeniden düzenlenmesine imkân tanınmasını talep etmektedir.
On Birinci Genel Toplantıda, Komünist Partisiyle ilgili olarak kabul edilen belgede şöyle deniyordu:
"Öbür meselelere gelince, bütün bunların tartışılması ve çözüme bağlanması milli mecliste yapılabilir. Çünkü şimdiki toplantı, bir milli meclis toplanmasına, bir anayasa hazırlanmasına ve bu anayasanın, savaşın bitiminden sonra bir yıl içinde yürürlüğe konmasına karar vermiştir,"
Burada sözü edilen "öbür meseleler", Guomindang diktatörlüğünün ortadan kaldırılması: faşist gizli polisin lağvedilmesi; ülkenin dört bir yanında demokratik yönetimin kurulması; halka zarar yeren ekonomik kontrollerin, son derece ağır vergilerin ve çeşitli harçların kaldırılması; tarımda toprak kirası ve faizlerin azaltılması siyasetinin ve ekonomide küçük ve orta büyüklükteki sanayilere yardım etme ve işçilerin yaşam koşullarını düzeltme siyasetinin ülke çapında uygulanmasıdır. Partimiz, ülkeyi kurtarmak için ortak çaba harcanması yolunda çağrıda bulunduğu 22 Eylül 1937 tarihli bildirisinde şöyle demişti:
"Demokrasi yürürlüğe konmalı ve bir anayasa hazırlayıp kabul etmek ve bir milli kurtuluş siyaseti saptamak için bir milli meclis toplanmalıdır. Çin halkının mutlu ve müreffeh bir hayat sürmesini sağlamak amacıyla, öncelikle, kıtlığa karşı yiyecek yardımı sağlama, istikrarlı bir hayatı güvence altına alma, savunma sanayini geliştirme, halkı sıkıntıdan kurtarma ve yaşam koşullarını düzeltme yolunda etkili önlemler alınmalıdır." [sayfa 155]
Bay Çan Kayşek ertesi gün (23 Eylülde) yaptığı bir açıklamada, bu bildirinin tamamını kabul ettiğini belirttiğine göre, sadece Komünist Partisi'nden ortaya koyduğu dört vaade uymasını istemekle kalmamalı, aynı zamanda, kendisinin, Guomindang'ın ve Guomindang hükümetinin yukarıda belirttiğimiz şartlara uymasını da istemelidir. Bay Çan Kayşek, sadece Guomindang'ın Genel Yöneticisi değildir: o, aynı zamanda Guomindang hükümetinin (resmi adıyla Milli Hükümetin) başkanı da olmuştur. Dolayısıyla, demokrasi ve halkın yaşayışı hakkında yukarıda belirtilen şartları ciddiyetle yerine getirmeli: biz Komünistlere ve bütün ülke halkına yaptığı sayısız vaadi tutmalı: sözünden dönmeye, sözü ve yaptıkları birbirinden farklı bir zorba gibi davranmaya bir son vermelidir. Bütün halkla beraber biz Komünistler de artık boş, aldatıcı laflar değil, iş yapılmasını istiyoruz. Bir iş yapıldı mı, biz bundan memnun oluruz: boş laflarla halkı kandırmak artık mümkün değildir. Bay Çan Kayşek ve Guomindang'dan istediğimiz şudur: Direnme Savaşı'nı sonuna kadar sürdürün, teslimiyet tehlikesini ortadan kaldırın, işbirliğine devam edin, iç savaş buhranını önleyin: Sınır Bölgesinde ve düşman hatları gerisindeki Japonya'ya karşı üs bölgelerinde kurulan demokratik hükümeti tanıyın. Yeni Dördüncü Ordu'yu yeniden kurun, anti-komünist sefere son verin, halen Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'ni kuşatmış olan 400 bin ile 500 bir askeri geri çekin; Siyasi Halk Konseyini anti-komünist kamuoyu yaratmak amacıyla Guomindang'ın özel bir şubesi olarak kullanmaktan vazgeçin: söz, toplantı ve dernek kurma hürriyetleri üzerindeki yasağı kaldırın, Guomindang'ın tek parti diktatörlüğüne son verin: toprak kirasını ve faizleri azaltın, işçilerin yaşama ve çalışma koşullarını düzeltin, küçük ve orta büyüklükteki sanayi işletmelerine yardım edin: gizli polisi lağvedin, faşist eğitime son verin ve demokratik eğitimi yerleştirin. Bunların çoğunu yapacağınıza siz kendiniz söz vermiştiniz. Bu talepleri ve vaatleri yerine getirdiğiniz takdirde, biz de kendi vaatlerimizi yerine getirmeye devam edeceğimize sizi temin ederiz. Eğer Bay Çan Kayşek ve Guomindang hazırsalar, biz iki parti arasında görüşmelerin tekrar başlamasına her zaman için hazırız. Kısacası, Guomindang'ın önündeki üç olasılıktan birincisi, yani [sayfa 156] teslimiyet ve iç savaş yolu, Bay Çan Kayşek ve Guomindang'ın yok olması yoludur. İkincisi, yani faşist diktatörlüğe dört elle sarılır ve iç savaş için gizliden gizliye faal hazırlıklara girişirken, bir yandan da zaman kazanmak için demagojik aldatmacalara başvurma yolu da aynı şekilde Bay Çan Kayşek ve Guomindang için çıkar yol değildir. Sadece üçüncü yol, yani hatalı faşist diktatörlük ve iç savaş yolunun bütünüyle terk edilmesi ve doğru demokrasi ve işbirliği yolunun tutulması Bay Çan Kayşek ve Guomindang için bir çıkar yol olabilir. Bununla beraber, Bay Çan Kayşek ve Guomindang, bugüne kadar üçüncü yolda ilerlemeye niyetli olduklarına halkı inandıracak hiçbir şey yapmamışlardır. Dolayısıyla, bütün ülke halkı, son derece vahim teslimiyet ve iç savaş tehlikesine karşı uyanık olmak zorundadır.
Guomindang'ın bütün yurtsever üyeleri birleşmeli. Guomindang yetkililerinin birinci yolu tutmalarını yasaklamak, ikinci yolda ilerlemelerini önlemeli ve üçüncü yolu tutmalarını talep etmelidir!
Bütün Japonya'ya karşı yurtsever partiler ve insanlar birleşmeli ve Guomindang yetkililerinin birinci yolu tutmalarını yasaklamalı, ikinci yolda ilerlemelerini önlemeli ve üçüncü yolu tutmalarını talep etmelidir!
Dünya çok yakında eşi görülmemiş bir değişikliğe sahne olacaktır. Bay Çan Kayşek'in ve Guomindang üyelerinin, çağımızın bu büyük dönüm noktasında doğru hareket edeceklerini umarız. Bütün yurtsever partilerin ve yurtsever insanların, çağımızın bu büyük dönüm noktasında doğru hareket edeceklerini umarız. [sayfa 157]
ÖRGÜTLENİN![14*]
29 Kasım 1943
Komünist Partisi Merkez Komitesinin, Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'ndeki köyler, fabrikalar, silahlı kuvvetler, hükümet ve öteki örgütler ve okullardan seçilen kadın erkek emek kahramanları ve üretimdeki örnek işçiler için düzenlediği bu kabul töreninde, Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi adına birkaç söz söylemek isterim. Söylemek istediklerim "Örgütlenin!" sözüyle özetlenebilir. Bu yıl Sınır Bölgesi'ndeki köylü kitleleri ve ordudaki, hükümet ve öteki örgütlerdeki, okul ve fabrikalardaki insanlar, geçen kış Merkez Komitesi Kuzeybatı Bürosu tarafından kıdemli kadrolar için düzenlenen toplantıda alınan kararlara uygun olarak bir üretim kampanyası yürütüyorlar. Bu yıl her üretim dalında büyük başarılar ve ilerlemeler kaydedildi ve Sınır Bölgesi yeni bir görünüm kazandı. Olaylar, kıdemli kadrolar konferansında kabul edilen siyasetin doğruluğunu bütünüyle ortaya koydu. Bu siyasetin özü, kitleleri örgütlemek, var olan bütün güçleri (halkı, orduyu, hükümet ve öteki örgütleri ve okulları) yarım gün ya da tam gün esasına göre işgücüyle katkıda bulunabilen genç-yaşlı, kadın-erkek herkesi seferber etmek ve büyük bir emek ordusu içinde örgütlemektir. Bizim bir savaş ordumuz, bir de üretim ordumuz var. Sekizinci Yol Ordusu ve Yeni Dördüncü Ordu savaş ordumuzu meydana getirmektedir, ama bunların bile hem savaşmak hem de üretimde bulunmak gibi ikili bir görevi vardır. Bu iki tür orduyla ve hem bu iki görevde hem de kitle çalışmasında ustalaşmış bir savaş ordusuyla güçlüklerin üstesinden gelebilir ve Japon emperyalizmini yenilgiye uğratabiliriz. Son yıllarda, Sınır Bölgesi'ndeki üretim kampanyamızda [sayfa 158] elde ettiğimiz başarılar, bu söylediklerimi doğrulayacak kadar büyük ve önemli olmasa bile, kendi gözlerimizle gördüğümüz gibi, bu yıl elde ettiğimiz başarılar bu söylediklerimi gerçekten ispatlamıştır.
Bu yıl, kendilerine toprak ayrılan Sınır Bölgesi'ndeki bütün silahlı birliklerde, askerler kişi başına ortalama on sekiz mu toprak ektiler ve şimdi hemen hemen her şeyi üretebiliyor ya da yapabiliyorlar: Yiyecek (sebze, et ve yemeklik yağ), giyecek (pamuklu elbise, yün örgü işleri, ayakkabı), barınak (mağara evleri, evler ve toplantı salonları), günlük eşyalar (masa, sandalye, sıra ve kırtasiye) ve yakacak (odun, odun kömürü ve kömür). Kendi gücümüzle "bol yiyecek ve giyecek" hedefine ulaştık. Her askerin yılın sadece üç ayını üretime vermesi yeterlidir; geriye kalan dokuz ayı talim ve savaşa ayırabilir. Birliklerimiz geçimlerini sağlamak için ne Guomindang hükümetine, ne Sınır Bölgesi Hükümetine, ne de halka dayanmak zorundadır; onlar geçimlerini bütünüyle kendileri karşılayabilirler. Milli kurtuluş davamız için ne kadar hayati bir önem taşıyan yenilik! Direnme Savaşı'nın son altı buçuk yılı boyunca, Japonya'ya karşı üs bölgeleri düşmanın "her şeyi yak, herkesi öldür, her şeyi yağmala" siyasetine maruz kaldı. Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi Guomindang tarafından sıkı bir abluka altına alındı. Son derece kötü mali ve ekonomik sıkıntılarla karşılaştık. Eğer birliklerimiz savaşmak dışında hiçbir şey yapamasalardı, sorunlarımızı asla çözemezdik. Şimdi Sınır Bölgesi'ndeki birliklerimiz ve cephedeki birliklerimizden bazıları üretimde bulunmayı öğrendiler; öbürleri de öğreniyorlar. Eğer kahraman ve mücadeleci Sekizinci Yol Ordumuz ile Yeni Dördüncü Ordumuzdaki her asker sadece savaşmada ve kitle çalışmasında değil, aynı zamanda üretimde de yetenek kazanırsa, o zaman hiçbir şeyden korkmamıza gerek kalmaz ve Mençius'un dediği gibi "göğün altında yenilmez" oluruz.[48] Bu yıl örgütlerimiz ve okullarımız da büyük bir atılım yaptılar. Giderlerinin sadece küçük bir bölümünü hükümet karşıladı; kalanını kendi üretimleriyle karşıladılar. Geçen yıl tükettikleri sebzelerin yüzde 50'sini kendilere yetiştirmişken bu yıl yüzde 100'ünü yetiştirdiler; domuz ve koyun besleyerek, et tüketimlerini önemli ölçüde artırdılar; basit ihtiyaç [sayfa 159] maddeleri imal etmek için birçok atölye kurdular. Ordu, örgütler ve okullar artık kendi maddi ihtiyaçlarını bütünüyle ya da büyük ölçüde kendileri karşıladıklarından halktan vergi olarak daha az şey alınıyor; böylece halk kendi emeğinin ürünlerini kendisine daha fazla ayırabiliyor. Hem askerler, hem de siviller üretimi artırdıkları için, hepsinin bol yiyeceği ve giyeceği vardır ve hepsi mutludurlar. Fabrikalarımızda da üretim artırıldı, gizli ajanlar temizlendi ve verimlilik büyük ölçüde yükseltildi. Sınır Bölgesi'nin dört bir yanında, tarımda ve sanayide, örgütlerde ve okullarda, orduda çok sayıda emek kahramanı öne çıkmıştır. Sınır Bölgesi'nde üretimin rayına oturduğunu söyleyebiliriz. Bütün bunlar kitlelerin gücünün örgütlenmesiyle gerçekleşmiştir.
Kitlelerin gücünü örgütlemek bir siyasettir. Peki, bunun tersidir siyaset var mıdır? Evet, vardır. Bu siyaset kitle bakış açısından yoksundur; kitlelere güvenmede ya da onları örgütlemede yetersiz kalır; köylerde, orduda, hükümette ve öbür örgütlerde, okul ve fabrikalardaki kitlelerin örgütlenmesine hiç önem vermezken dikkatini bütünüyle maliye, ikmal ya da ticaret kuruluşlarında çalışan az sayıda insanı örgütleme üzerinde yoğunlaştırır. Bu siyaset, ekonomik çalışmayı geniş bir hareket ya da yaygın bir cephe olarak değil de, mali güçlükleri gidermenin bir yolu olarak kabul eder. İşte öteki siyaset, yanlış siyaset budur. Daha önce Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'nde böyle bir siyaset vardı. Ne var ki, geçen yıllar içinde sağlanan doğru önderlik ve özellikle geçen yıl yapılan kıdemli kadrolar konferansından ve bu yılki kitle hareketinden sonra, hâlâ bu siyaseti doğru bulanların sayısı olasılıkla azalmıştır. Yoğun çarpışmalara sahne olan ve önder organların üretim kampanyalarına yeterince önem vermediği Kuzey ve Orta Çin'deki üs bölgelerinde, kitlelerin üretim kampanyası henüz yaygınlık kazanmamıştır. Bununla beraber. Merkez Komitesinin bu yılki 1 Ekim talimatından[49] bu yana, her yerde, önümüzdeki yıl bir üretim kampanyası başlatmak için hazırlıklar yapılıyor. Cephede durum Sınır Bölgesi'ne göre daha zordur. Sadece [sayfa 160] şiddetli çarpışmalar olmuyor, aynı zamanda, bazı yerlerde doğal afetler de meydana geliyor. Gene de savaşı desteklemek, düşmanın "her şeyi yak, herkesi öldür, her şeyi yağmala" siyasetini alt etmek ve afet bölgelerine yardım etmek için, bütün Partiyi, hükümeti, orduyu ve sivil halkı hem düşmana karşı çarpışmaya, hem de üretimle uğraşmaya seferber etmeliyiz. Cephede üretim konusunda son birkaç yıl içinde edinilen tecrübeye ve bu kış yapılan ideolojik, örgütsel ve maddi hazırlıklara dayanarak, önümüzdeki yıl yaygın bir kampanya başlatılabilir ve başlatılmalıdır. Çarpışmaların devam ettiği cephe hattı bölgelerinde "bol yiyecek ve giyecek"e sahip olmak henüz mümkün değildir ama "kendi gücümüzü kullanmak ve güçlüklerin üstesinden gelmek" pekâlâ mümkündür ve zorunludur.
Halen ekonomik alanda en önemli kitle örgütlenme biçimi kooperatiflerdir. Ordumuzdaki, hükümet ve tüm örgütlerimizdeki ve okullarımızdaki kitlelerin üretim faaliyetlerine kooperatif etiketini yapıştırmakta ısrar etmek gereksiz olsa bile, bu faaliyetler kooperatif bir nitelik taşımaktadır. Çünkü çeşitli dairelerin, birim ve bireylerin maddi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, karşılıklı yardım ve ortaklaşa çalışma yoluyla merkezi yönetim altında yürütülmektedirler. Bunlar bir çeşit kooperatiftir.
Köylü kitleleri arasında, binlerce yıldır bir bireysel ekonomi düzeni hüküm sürmüştür; bu sistemde her aile ya da her hane bir üretim birimidir. Bu dağınık, bireysel üretim biçimi, feodal hâkimiyetin ekonomik temelini oluşturur ve köylüleri sürekli bir yoksulluk içinde tutar. Bunu değiştirmenin tek yolu, adım adım kolektifleştirmedir. Ve Lenin'e göre, kolektifleştirmeyi gerçekleştirmenin tek yolu kooperatiflerdir.[50] Sınır Bölgesi'nde birçok köylü kooperatifi örgütlemiş bulunuyoruz. Ancak bunlar şimdilik basit tipte kooperatiflerdir ve kolektif çiftlik olarak bilinen Sovyet tipi kooperatifler haline gelebilmeleri için birkaç gelişme aşamasından daha geçmeleri gerekmektedir. Bizim ekonomimiz yeni demokratik ekonomidir. Kooperatiflerimiz de, hâlâ bireysel ekonomiye (özel mülkiyete) dayanan kolektif çalışma örgütleridir. Üstelik bunların çeşitli türleri vardır. [sayfa 161] Bunlardan biri , "emek değişim ekipleri" ve "emek değişim ve emek kiralama ekipleri"[51] gibi tarımsal emeğin karşılıklı yardım için örgütlenmesidir. Bu tür örgütlenmeye Ciangsi'deki Kızıl bölgelerde "karşılıklı yardımlaşma çalışma grubu" ya da "çift sürme ekibi"[52] adı verilirdi; şimdi cephenin bazı yerlerinde "karşılıklı yardımlaşma grubu" adı veriliyor. Adları ne olursa olsun, ister yirmi-otuz, ister yüzlerce kişiden meydana gelsin, ister tam gün çalışanlar bunlara katılanların tümünü, ister bir bölümünü meydana getirsin, bunlar halkın gönüllü olarak katıldığı (zorlama yoluna asla başvurulmamalıdır) kolektif karşılıklı yardımlaşma örgütleri oldukları sürece, hepsi de yararlı örgütlerdir. Üyelerinin karşılıklı ilişkileri, işgücü, hayvan gücü, ya da araç şeklindeki yardımlaşmalardan; yoğun çalışma mevsiminde birlikte yaşayıp birlikte yemeden ibaretse de, bunlar yararlı örgütlerdir. Bu örgütler, geçici de olsa, sürekli de olsa yararlıdırlar. Bu kolektif karşılıklı yardımlaşma yöntemleri, kitlelerin kendilerinin bulduğu yöntemlerdir. Geçmişte Ciangsi'de kitleler içindeki bu tür tecrübeleri toparlamıştık; şimdi de Kuzey Şensi'de toparlıyoruz. Sınır Bölgesi'nde karşılıklı emek yardımı, geçen yıl yapılan kıdemli kadrolar toplantısında teşvik edildikten ve içinde bulunduğumuz yıl bütünüyle uygulamaya geçildikten sonra, daha sistemli bir hal almış ve [sayfa 162] daha da geliştirilmiştir. Sınır Bölgesi'ndeki birçok emek değişim ekibi, çift sürme, ekim, otları temizleme ve hasat çalışmalarını kolektif bir şekilde yaptılar ve bu yıl hasat geçen yılın iki katı oldu. Kitleler şimdi bu elle tutulur sonuçları gördüklerine göre, kuşkusuz gelecek yıl çok daha fazla sayıda insan bu uygulamayı benimseyecektir. Sınır Bölgesi'nde, tam gün ya da yarım gün çalışabilen yüz binlerce insanın, bir yıl içinde kooperatiflerde örgütlenmesini beklemiyoruz. Ama bu hedefe birkaç yıl içinde ulaşılabilir. Bütün kadınlar da, üretim çalışmasına belli bir ölçüde katılmak için seferber edilmelidir. Bütün boş gezenler, üretime katılma yoluyla yararlı vatandaşlar haline getirilmelidir. Bu gibi kolektif karşılıklı yardımlaşma üretici kooperatifleri, Kuzey ve Orta Çin'deki bütün Japonya'ya karşı üs bölgelerinde yaygın bir şekilde ve gönüllü olarak örgütlenmelidir.
Tarımsal üretim dalında karşılıklı yardımlaşma kooperatiflerinin yanı sıra üç çeşit kooperatif daha vardır: Yenan Güney Yöresi Kooperatifi gibi, üretici, tüketici, ulaşım (tuz nakli) ve kredi kooperatiflerinin görevlerini bünyelerinde toplayan çok amaçlı kooperatifler; ulaşım kooperatifleri (tuz nakliye ekibi) ve el sanatları kooperatifleri.
Kitleler içinde kurduğumuz bütün bu dört tür kooperatif ve orduda, okullarda, hükümette ve örgütlerde kurduğumuz kolektif emek kooperatifleri sayesinde, bütün halk güçlerini büyük bir emek ordusu halinde örgütleyebiliriz. Halkın kurtuluşunun tek yolu, yoksulluktan refaha geçmenin tek yolu ve Direnme Savaşı'nda zafer kazanmanın tek yolu budur. Her Komünist, kitlelerin emeğinin örgütlenmesini öğrenmelidir. Aydın kökenli Komünistler de bunu öğrenmelidirler; bunu bir kez kafalarına koydular mı, altı ay ya da bir yıl içinde bu işi öğrenebilirler. Kitlelerin üretimi örgütlemesine ve tecrübeleri özetlemesine yardımcı olabilirler. Yoldaşlarımız, başka becerilerin yanı sıra, kitlelerin emeğini örgütlemeyi (köylülere, kendi hane üretim planlarını yapmalarında yardımcı olmayı; emek değişim ekipleri, tuz nakli ekipleri ve çok amaçlı kooperatifler kurmayı; orduda, okullarda, hükümette ve öbür örgütlerde üretimi örgütlemeyi; fabrikalarda üretimi örgütlemeyi; üretimde yarışmayı geliştirmeyi, emek kahramanlarını teşvik etmeyi ve ödüllendirmeyi, üretim sergileri düzenlemeyi) [sayfa 163] öğrendiklerinde, yoldaşlarımız kitlelerin yaratıcı gücünü ve inisiyatifini harekete geçirmeyi öğrendiklerinde Japon emperyalistlerini kesinlikle ülkemizden kovabilecek ve bütün halkla birlikte yeni Çin'i kurabileceğiz.
Biz Komünistler, her konuda kitlelerle kaynaşmasını bilmeliyiz. Parti üyelerimiz bütün ömürlerini dört duvar arasında geçirir, dünya ile hiçbir zaman yüz yüze gelmez ve fırtınaları göze almazlarsa, Çin halkına ne yararları olur? Hiçbir yararları olmaz ve bizim böyle Parti üyelerine ihtiyacımız yoktur. Biz Komünistler, dünyayla, kitle mücadelesinin büyük dünyasıyla yüz yüze gelmeli; fırtınaları, kitle mücadelesinin olağanüstü fırtınalarını göze almalıyız. "Üç eskici akıllarını birleştirince çok akıllı Çukeh Liang[53] gibi olurlar. Başka bir deyişle, kitleler olağanüstü bir yaratıcı güce sahiptir. Aslında Çin halkı arasında binlerce Çukeh Liang vardır; her köyün, her kasabanın Çukeh Liang'ı vardır. Kitlelere gitmeli, kitlelerden öğrenmeliyiz; onların tecrübelerini bir araya getirerek daha iyi daha berrak ilkeler ve yöntemler çıkarmalıyız; sonra kitleler arasında propaganda yapmalıyız; sorunlarını çözmek, kurtuluşa ve mutluluğa kavuşmalarına yardım etmek için, onları bu ilke ve yöntemleri uygulamaya çağırmalıyız. Yerel çalışma yapan yoldaşlarımız, eğer kitlelerden kopmuşlarsa, kitlelerin duygularını anlamıyorlarsa ve onlara üretimlerini örgütlemede ve yaşam koşullanın düzeltmede yardımcı olmuyorlarsa, önceden güçlerinin yüzde 90'ını "halkın kendi kurtuluşu için özel tahıl" sorununu kitlelerin çözmesine yardımcı olmaya ayırdıkları takdirde, "milli kurtuluş için devlete tahıl" toplama işine güçlerini sadece yüzde 10'unun yeterli olacağını kavramadan, kendilerini sadece "milli kurtuluş için devlete tahıl" toplama işiyle kısıtlıyorlarsa, o zaman bu yoldaşlarımız Guomindangvari çalışma tarzına batmış ve bürokrasi tozuna bulanmışlar demektir. Guomindang, halktan sadece istemesini bilir, ama kendisi halka hiçbir şey vermez. Parti üyelerimizden herhangi biri böyle davranırsa, onun çalışma tarzı Guomindangvari çalışma tarzıdır; bürokrasi tozuna bulanmış yüzünü de sıcak su dolu bir leğende iyice yıkamak gerekir. Kanımca, bütün Japonya'ya karşı üs [sayfa 164] bölgelerimizde sürdürülen yerel çalışmada bu bürokratik çalışma tarzına rastlanabilir ve kitle bakış açısından yoksun oldukları için kitlelerden tecrit olmuş yoldaşlarımız vardır. Kitlelerle sıkı bağlar kurabilmemiz için bu çalışma tarzından bütünüyle kurtulmamız gerekir.
Bunlara ek olarak, ordu çalışmalarımızda bir çeşit savaş ağası çalışma tarzına da rastlanmaktadır. Bu da, ordusu kitlelerden kopuk olan Guomindang'a özgü bir çalışma tarzıdır. Askerlerimiz, ordu ile halk arasındaki, ordu ile hükümet arasındaki, ordu ile Parti arasındaki, subaylarla erler arasındaki ve askeri çalışmayla siyasal çalışma arasındaki ilişkilere ve kadrolar arasındaki ilişkilere yön veren doğru ilkelere uymalı, asla savaş ağalığı hatasına düşmemelidir. Subaylar; askerlerini sevmelidir; onların yaşam koşullarına kayıtsız kalmamalı ve dayak cezasına başvurmamalıdır. Ordu, halkı sevmeli ve halkın çıkarlarına asla zarar vermemelidir; ordu hükümete ve Partiye saygılı olmalı ve asla "bağımsızlık" iddiasında bulunmamalıdır. Sekizinci Yol Ordumuz ve Yeni Dördüncü Ordumuz, halkın silahlı kuvvetleridir; bunlar daima çok yararlı olmuşlardır ve kuşkusuz ülkemizdeki en iyi ordulardır. Ancak şurası da doğrudur ki, son yıllarda bir çeşit savaş ağalığı hatası ortaya çıktı. Ordudaki bazı yoldaşlar kibirli oldular ve askerlere, halka, hükümete ve Partiye tepeden bakan bir tutuma girdiler. Bunlar, yerel çalışma yapan yoldaşları suçluyor, ama kendilerine toz kondurmuyorlar; yalnız başarılarını görüp, kusurlarını hiç görmüyorlar; daima yaltaklanmalara kucak açıp, eleştirilere sırt çeviriyorlar. Örneğin, bu gibi durumlara Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'nde rastlanabilir. Geçen yıl yapılan kıdemli kadrolar konferansı ile askeri ve siyasal kadrolar toplantısı ve bu yılki ilkbahar Şenliği[54] sırasında açılan "hükümeti destekleyelim ve halkı sevelim" ve "orduyu destekleyelim" kampanyaları sayesinde bu eğilim esas olarak giderilmiştir. Ancak kalıntılarına hâlâ rastlanmaktadır ve bunların da kökünü kazımak için daha çok çaba harcamamız gerekmektedir. Bu tür hatalara Kuzey ve Orta Çin'deki üs bölgelerinde de rastlanabilir. Oralardaki Parti örgütleri ve ordu, bu hataların kökünü kazımaya çalışmalıdır.
Mahalli çalışmadaki bürokrasi eğiliminde de, ordu çalışmasındaki [sayfa 165] savaş ağalığı eğiliminde de, hatanın niteliği aynıdır, yani kitlelerden kopuk olmaktır. Yoldaşlarımızın büyük çoğunluğu iyi yoldaşlardır, bu hataları işleyenler bir kez eleştirilip, hataları kendilerine gösterildi mi, hatalarını düzeltebilirler. Ancak özeleştiri yapmak zorunludur ve hatalı eğilimlere şiddetle karşı çıkmak ve bunları ciddiyetle düzeltmek gerekir. Bir kimse yerel çalışmada bürokrasi eğilimini ya da ordu çalışmasında savaş ağalığı eğilimini eleştirmezse, Guomindangvari çalışma tarzını korumak ve tertemiz yüzünü kaplayan bürokrasi ya da savaş ağalığı tozunu, olduğu gibi bırakmak istiyor demektir ve iyi bir Komünist değildir. Bu iki eğilim ortadan kaldırıldığı zaman, üretim kampanyası da dâhil olmak üzere bütün çalışmamız düzgün bir şekilde gelişecektir.
Hem köylü kitleleri arasında, hem de hükümette ve öbür örgütlerde, okullarda, orduda ya da fabrikalarda üretim faaliyetinde muazzam başarılar elde edildiği için, Sınır Bölgemiz bütünüyle değişik bir görünüm kazanmış bulunmaktadır. Ordu ile halk arasındaki ilişkiler de büyük ölçüde gelişmiştir. Bütün bunlar, yoldaşlarımızın daha güçlü bir kitle bakış açısına sahip olduklarını ve kitlelerle kaynaşmada büyük ilerleme kaydettiklerini göstermektedir. Ama gene de bununla yetinmemeli ve özeleştiri yapmaya devam etmeli ve daha da ilerlemeye çalışmalıyız. Üretimde de daha fazla ilerlemeye çalışmalıyız. Yüzümüz kolayca kirlenmeye yatkın olduğu için her gün yıkamalıyız, yer toz tutmaya yatkın olduğu için onu her gün süpürmeliyiz. Yerel çalışmada bürokrasi ve ordu çalışmasında savaş ağalığı eğilimlerini esas olarak gidermemize rağmen, bu kötü eğilimler tekrar ortaya çıkabilir. Japon emperyalizminin ve Çin gericiliğinin kuvvetleri topluca bizi kuşatmışlardır ve disiplinsiz küçük burjuvazinin içinde yaşıyoruz. Dolayısıyla, her gün yüzümüze doğru bürokrasi ve savaş ağalığı pisliğinin azgın rüzgârları esiyor. Bu yüzden de, kazandığımız başarılarla yetinmemeliyiz. Temiz olmak için nasıl her gün yüzümüzü yıkıyor ve yerleri süpürüyorsak, aynı şekilde rehavete kapılıp kapılmadığımızı denetlemeli ve kusurlarımızı sürekli olarak eleştirmeliyiz.
Üretimdeki emek kahramanları ve örnek işçiler! Siz halkın önderlerisiniz, çalışmalarınızda son derece başarılı oldunuz ve sizin de rehavete kapılmayacağınızı umarım. Kuançung, Lungtung, Sanpien, [sayfa 166] Suiteh, ve Yenan alt-bölgelerindeki[55] illere döndüğünüz zaman, örgütlerinize, okullarınıza, ordu birliklerinize ya da fabrikalarınıza döndüğünüz zaman, umarım ki, halka önderlik edecek, kitleleri yönetecek, daha iyi çalışacak ve her şeyden önce kitleleri gönüllülük esasına göre kooperatiflerde örgütleyecek, onları daha iyi ve daha çok sayıda örgütleyeceksiniz. Gelecek yılki emek kahramanları konferansından önce daha da büyük sonuçlar elde etmemiz için, yerlerinize döndüğünüzde bu çalışmayı yürüteceğinizi ve bunun propagandasını yapacağınızı umarım. [sayfa 167]
İNCELEMEMİZ VE ŞİMDİKİ DURUM[15*]
12 Nisan 1944
Partimizin kıdemli kadroları, geçen kıştan bu yana, Parti talihinde ortaya çıkmış iki çizgi meselesini inceliyorlar. Bu, pek çok kıdemli kadronun siyasal düzeyini büyük ölçüde yükseltti. İncelemelerimiz sırasında yoldaşlar birçok meseleyi ortaya getirdiler ve Merkez Komitesi Siyasi Bürosu bazı önemli meseleleri sonuçlandırdı. Bu sonuçlardan bazıları şunlardır.
1. Tarihi tecrübemizi incelemede nasıl bir tutum takınacağımız meselesi üzerine, Merkez Komitesi şu görüştedir: Bir yandan kadroların Partimizin tarihi tecrübesini derinlemesine kavramaları ve geçmişteki hataları tekrarlamaktan kaçınmaları, öbür yandan da bütün yoldaşların ortak davamız uğruna birleştirilebilmesi için kadroların, Parti tarihinde ortaya çıkan meseleler hakkında bütünüyle berrak bir [sayfa 168] ideolojik kavrayışa ulaşmalarını sağlayabilmeli ve aynı zamanda da, eskiden hata işlemiş yoldaşlar hakkında karar verirken ölçülü bir siyaset benimsemeliyiz. Partimizin tarihinde, Cen Dusiu[56] ile Li Lisan'ın hatalı çizgilerine karşı büyük mücadeleler verildi ve bunlar kesinlikle zorunluydu. Ancak bu mücadelelerde uygulanan yöntemlerin kusurları vardı. Bir kere, bu hataların nedenleri, hangi koşullarda işlendikleri ve bunları düzeltmenin ayrıntılı yolları ve araçları hakkında kadrolara tam bir ideolojik kavrayış verilmemişti. Bu yüzden, benzer nitelikte hatalar tekrarlandı. İkincisi, bireylerin sorumluluğuna çok fazla ağırlık verildi. Bu yüzden, ortak davamız uğruna birleştirebileceğimiz kadar insanı birleştiremedik. Bu iki kusur bizim için uyarıcı olmalıdır. Bu kez, Parti tarihiyle ilgili meseleleri ele alırken, tek tek bazı yoldaşların sorumluluğuna değil, bu hataların işlendiği koşulların tahliline, hataların özüne ve bunların sosyal, tarihsel ve ideolojik köklerine ağırlık vermeliyiz. Ve bu, ideolojide berraklık ve yoldaşlar arasında birlik gibi ikili amacımıza ulaşmak üzere, "gelecekte hata yapmaktan kaçınmak için geçmiş hatalardan ders almak" ve "hastayı kurtarmak için hastalığı tedavi etmek" anlayışıyla yapılmalıdır. Tek tek yoldaşların durumunu ele alırken, dikkatli bir tutumun benimsenmesi, meselelerin ne geçiştirilmesi, ne de yoldaşlara zarar verilmesi. Partimizin canlılığının ve gelişmesinin bir işaretidir.
2. Bütün meseleleri tahlilci bir şekilde ele alın; her şeyi inkâr etmeyin. Örneğin, Dördüncü Genel Toplantıdan[57] Zunyi Toplantısına[58] [sayfa 169] kadar geçen dönemde merkezi önderliğin çizgisiyle ilgili mesele iki açıdan tahlil edilmelidir. Bir yandan, merkezi yönetim organının o dönemde benimsediği siyasal taktiklerin, askeri taktiklerin ve kadro siyasetinin esas itibariyle yanlış olduğu: öte yandan Çan Kayşek'e karşı çıkmak, Toprak Devrimi'ni sürdürmek ve Kızıl Ordu'nun mücadelesi gibi temel meselelerde hata yapan yoldaşlarla bizim aramızda hiçbir anlaşmazlık olmadığı belirtilmelidir. Hatta meselenin taktik yanının da tahlil edilmesi gerekir. Örneğin, toprak meselesinde onların hatası toprak ağalarına hiç toprak ayırmamak ve zengin köylülere verimsiz toprak ayırmak gibi aşırı sol bir siyaset izlemeleriydi. Ancak bu yoldaşlar, topraksız ya da az topraklı köylülere dağıtılmak üzere, toprak ağalarının topraklarına el konması meselesinde bizimle aynı görüşteydiler. Lenin, somut durumun somut tahlili "Marksizmde en temel şeydir, Marksizmin yaşayan ruhudur" demişti.[59] Tahlilci bir yaklaşımdan yoksun birçok yoldaşımız karmaşık sorunların derinine inerek, onları tekrar tekrar tahlil etmeye ve incelemeye yanaşmıyor. Ya kesin olarak olumlu, ya da kesin olarak olumsuz basit sonuçlar çıkarmaktan hoşlanıyor. Gazetelerimizin tahlilci makalelerden yoksun olması ve tahlil alışkanlığının Partide henüz bütünüyle yerleşmemiş bulunması, bu gibi zaafların varlığını göstermektedir. Bundan böyle bu durumu düzeltmeliyiz.
3. Partinin Altıncı Milli Kongresi belgelerinin tartışılması üzerine. Altıncı Milli Kongre, şimdiki devrimin burjuva demokratik karakterde olduğunu saptadığı, o zamanki durumu iki devrimci yükseliş arasındaki bir ara olarak tanımladığı, oportünizmi ve darbeciliği mahkûm ettiği ve On Maddelik Programı[60] ilan ettiği için. Kongre'nin çizgisinin temelde doğru olduğu belirtilmelidir. Bütün bunlar doğruydu. Ama [sayfa 170] Kongrenin de kusurları vardı. Örneğin, zaafları ve hataları arasında, Çin devriminin çok uzun süreli niteliğine ve devrimde köylük bölgelerdeki üs bölgelerinin büyük Önemine işaret edemedi. Bununla beraber. Altıncı Milli Kongre Partimizin talihinde ilerici bir rol oynadı.
4. 1931 yılında Şanghay'da kurulan geçici merkezi önderliğin ve daha sonra bu önderliğin düzenlediği Beşinci Genel Toplantının[61] meşru olup olmadığı meselesi üzerine. Merkez Komitesi her ikisinin de meşru olduğu görüşündedir. Ancak seçimler için izlenen yolun yetersiz olduğu ve bu durumun tarihi bir ders olarak kabul edilmesi gerektiği belirtilmelidir.
5. Parti tarihinde hizipler meselesi üzerine. Zunyi toplantısından bu yana meydana gelen bir dizi değişikliğin sonucu olarak geçmişte Partimiz talihinde var olan ve zararlı bir rol oynamış olan hiziplerin artık var olmadığı belirtilmelidir. Parti içindeki iki çizgi üzerine şimdiki incelememizde, bu hiziplerin bir zamanlar var olduklarına ve zararlı bir rol oynamış olduklarına işaret etmek kesinlikle zorunludur. Bununla beraber, bunca Parti içi mücadelenin -Ocak 1935 Zunyi Toplantısı, Ekim 1938 Altıncı Merkez Komitesi Altıncı Genel Toplantısı, Eylül 1941 Siyasi Büro Genişletilmiş Toplantısı[62], 1942'de Parti çapındaki düzeltme hareketi ve Parti içinde iki çizgi arasındaki geçmiş mücadelelerin incelenmesi için 1943 kışında başlatılan kampanya- getirdiği bütün değişikliklerden sonra aynı hatalı siyasal programlara ve örgütsel biçimlere sahip olan hiziplerin hâlâ Parti içinde var olduğunu düşünmek yanlıştır. Eski hizipler artık yoktur. Geriye sadece dogmatik ve dar deneyci ideolojinin kalıntıları kalmıştır. Düzeltme hareketimizi sürdürerek ve yoğunlaştırarak bunların üstesinden gelebiliriz. Ancak hâlâ Partimizde ciddi bir ölçüde ve aşağı yukarı her yerde var olan şey, kör bir şekilde "sadece kendi bulunduğu dağın tepesini görme" anlayışıdır.[63] Örneğin, değişik bilimlerdeki yoldaşlar arasında karşılıklı [sayfa 171] anlayış, karşılıklı saygı ve birlik eksikliği vardır ve bu mücadele geçmişlerindeki farklılıklardan, çalışma yapılan bölgelerdeki farklılıklardan (örneğin, bir üs bölgesiyle başka bir üs bölgesi, Japon işgali altındaki bölgelerle Guomindang bölgeleri ve devrimci üs bölgeleri arasındaki farklılıklardan) ve çalışma kesimlerindeki farklılıklardan (mesela, bir ordu birimiyle başka bir ordu birimi, bir çalışma türüyle başka bir çalışma türü arasındaki farklılıklardan) doğmaktadır. Bu durum oldukça sıradan bir şey gibi görünse de, Partinin birliği ve mücadele yeteneğinin gelişmesini ciddi bir şekilde kösteklemektedir, Sadece kendi bulunduğu dağın tepesini görme anlayışının, sosyal ve tarihsel kökleri, Çin küçük burjuvazisinin özellikle geniş olmasından ve bizim köylük bölgelerdeki üs bölgelerimizin uzun süre düşman tarafından birbirlerinden tecrit edilmesinden kaynaklanıyor. Bu anlayışın öznel nedeni ise, Parti içi eğitimin yetersiz olmasıdır. Önümüzdeki önemli görev, bütün Partide birliği sağlamak için bu nedenlere işaret etmek, yoldaşlarımızı körlükten kurtulmaya ve siyasal uyanıklıklarının düzeylerini yükseltmeye ikna etmek, yoldaşları birbirinden ayıran ideolojik engelleri yıkmak ve karşılıklı anlayış ve saygıyı teşvik etmektir. Bütün Partinin bu meselelerde berrak bir kavrayışa sahip olması, Parti içinde şu sırada yürüttüğümüz inceleme çalışmasının başarıya ulaşmasını sağlamakla kalmayacak, Çin devriminin zaferini güvence altına alacaktır.
II
Şimdiki durumun iki özelliği şudur: Birincisi, anti-faşist cephe daha da güçlenirken, faşist cephe çöküyor; ikincisi, anti-faşist cephe içinde halk güçleri daha da güçlenirken, halk düşmanı güçler çöküyor. Birinci özellik, oldukça açıktır ve kolayca görülebilir. Hitler çok geçmeden yenilecektir: Japon saldırganları da yenilgiye doğru ilerlemektedir. İkinci özellik bu kadar açık değildir ve öyle kolayca görülemez. Ancak, bu özellik de Avrupa'da, İngiltere ile Birleşik Amerika'da ve Çin'de her geçen gün daha belirgin bir hale geliyor.
Çin'de halk güçlerinin gelişmekte olduğunu açıklayabilmek için çizeceğimiz [sayfa 172] tablonun ortasına Partimizi koymak gerekir.
Partimizin Japonya'ya Karşı Direnme Savaşı sırasındaki gelişmesi üç aşamaya ayrılabilir. Birinci aşama 1937'den 1940'a kadardı. Bu aşamanın ilk iki yılı olan 1937 ve 1938'de Japon militaristleri Guomindang'ı ciddiye aldılar ama Komünist Partisini küçümsediler. Dolayısıyla ana kuvvetlerini Guomindang cephesine yönelttiler ve Guomindang'a karşı siyasetlerinde askeri saldırı esas, teslimiyeti sağlamak için yapılan siyasal yaltaklanmalar taliydi. Komünistlerin önderliğindeki Japonya'ya karşı üs bölgelerini ciddiye almadılar; bunların gerilla faaliyeti sürdüren bir avuç Komünistten başka bir şey olmadığını sandılar. Ancak, Ekim 1938'de Vuhan'ı işgal ettikten sonra, Japon emperyalistleri siyasetlerini değiştirmeye, Komünist Partisi'ni ciddiye almaya, Guomindang'ı küçümsemeye başladılar. Guomindang'a karşı uyguladıkları siyasette teslimiyeti sağlamak için yapılan siyasal yaltaklanmalar esas, askeri saldırı tali hale geldi. Aynı zamanda ana kuvvetlerini Komünistlerin hakkından gelmek için yavaş yavaş kaydırdılar. Çünkü Japon emperyalistleri artık Guoming'dan değil, Komünist Partisi'nden korkmak gerektiğini fark etmişlerdi. 1937 ve 1938'de Guomindang, Direnme Savaşı'nda nispeten daha fazla gayret gösterdi. Partimizle ilişkileri nispeten iyiydi. Japonya'ya karşı halk hareketine birçok kısıtlama koymasına rağmen daha çok serbesti tanıyordu. Ancak Vuhan'ın düşmesinden sonra savaştaki yenilgileri ve Komünist Partisi'ne karşı giderek artan düşmanlığı yüzünden, Guomindang gittikçe daha çok gericileşti; Komünistlere karşı daha aktif, Japonya'ya karşı savaşta daha pasif bir hale geldi. 1937'de iç savaş dönemindeki yenilgilerin bir sonucu olarak. Komünist Partisi'nin sadece 40 bin dolayında örgütlü üyesi ve 30 bin kişilik bir ordusu kalmıştı. Dolayısıyla, Japon militaristleri tarafından küçümsenmişti. Ancak 1940'a gelindiğinde Partinin üye sayısı 800 bine, ordunun mevcudu 500 bine ulaşmıştı ve sadece bize tahıl vergisi ödeyenlerle gerek bize gerekse Japonlara ve kuklalarına tahıl vergisi ödeyenler de dâhil[64] üs bölgelerinde yaşayan nüfus yaklaşık 100 milyona varmıştı. Bu birkaç [sayfa 173] yıl içinde Partimiz öylesine geniş bir savaş alanı (yani Kurtarılmış Bölgeler) açmıştı ki, en azından beş buçuk yıl, Japon istilacılarının ana kuvvetleriyle Guomindang cephesine karşı herhangi bir stratejik taarruzunu önleyebildik, bu kuvvetleri üzerimize çekebildik, Guomindang'ı kendi savaş alanında içine düştüğü buhrandan çekip çıkarabildik ve uzun süreli direnme savaşını sürdürebildik. Ama bu aşama süresince bazı Partili yoldaşlarımız bir hata işlediler: Onlar, Japon emperyalizmini küçümsediler (dolayısıyla savaşın uzun süreli ve amansız niteliğini göremediler, büyük kuvvetlerle yapılan hareketli savaşın esas alınması gerektiğini ileri sürdüler ve gerilla savaşını küçümsediler), Guomindang'a güvendiler ve akıllı bir şekilde bağımsız bir siyaset sürdürmeyi başaramadılar (dolayısıyla Guomindang'a karşı teslimiyetçilikleri ve düşman hatları gerisinde Japonya'ya karşı demokratik üs bölgeleri kurmak için kitleleri cesaretle ve serbestçe ayaklandırma ve Partimizin önderliğindeki silahlı kuvvetleri büyük ölçüde genişletme siyasetini uygulamada yalpalamaları bundan kaynaklandı). Bu arada Partimiz, saflarına henüz tecrübesiz çok sayıda yeni üye almıştı: düşmanın cephe gerisindeki üs bölgeleri yeni kurulmuştu ve henüz sağlamlaştırılmamıştı. Bu aşamada, genel durum elverişli bir şekilde geliştiği ve Partimizle silahlı kuvvetlerimiz büyüdüğü için Parti içinde bir çeşit kendini beğenmişlik ortaya çıktı. Birçok üyenin başarıdan başı döndü. Bununla beraber, bu aşama süresince Parti içindeki sağ sapmanın üstesinden geldik ve bağımsız bir siyaset izledik. Sadece Japon emperyalizmine ağır darbe indirmekle, üs bölgeleri kurmakla ve Sekizinci Yol Ordusu ile Yeni Dördüncü Ordu'yu genişletmekle kalmadık: aynı zamanda Guomindang'ın ilk geniş çaplı anti-komünist saldırısını da püskürttük.
1941 ve 1942 yılları ikinci aşamayı meydana getirdi. Japon emperyalistleri Vuhan'ın düşmesinden sonra İngiltere ve Birleşik Amerika'ya karşı savaşa hazırlanmak ve savaşı başlatmak için yöneldikleri siyaseti yani Guomindang değil de Komünist Partisi üzerinde yoğunlaşma siyasetini daha faal bir şekilde sürdürdüler. Saldırılarını Partimiz üzerinde yoğunlaştırarak ana kuvvetlerinin daha da büyük bir kısmını Komünistlerin önderliğindeki üs bölgeleri çevresinde yoğunlaştırdılar, birbiri ardından "temizlik" harekâtları düzenlediler, [sayfa 174] amansız, "her şeyi yak, herkesi öldür, her şeyi yağmala" siyasetini uyguladılar. Bunun sonucu, 1941-1942 yıllarında Partimiz son derece zor bir durumda kaldı. Bu aşamada üs bölgelerinin yüzölçümü daraldı, nüfus 50 milyonun altına düştü. Sekizinci Yol Ordusu'nun mevcudu 300 bine indi, çok sayıda kadro kaybedildi, maliyemiz ve ekonomimiz ağır kayıplara uğradı. Bu arada elleri serbest kalan Guomindang, bin-bir yolla Partimize karşı harekete geçti, ikinci büyük çapta anti-komünist saldırıya girişti ve Japon emperyalistleriyle işbirliği yaparak bize saldırdı. Ne var ki, bu güç durum biz Komünistlerin eğitilmesine yaradı ve birçok şey öğrendik. Düşmanın "temizlik" harekâtlarına, topraklarımızı "kemirme" siyasetine, "kamu güvenliğini sıkılaştırma" kampanyasına,[65] "her şeyi yak, herkesi öldür, her şeyi yağmala" ve başkalarını verdikleri sözden zorla vazgeçirme siyasetine karşı nasıl mücadele edeceğimizi öğrendik. Birleşik cephenin iktidar organlarında "üç üçte bir sistemi"ni nasıl uygulayacağımızı: toprak siyasetini nasıl uygulayacağımızı; inceleme, Parti ilişkileri ve yazım tarzlarımızı düzeltme hareketimizi; daha iyi birlikler ve daha basit yönetim siyasetini, birleşik önderlik siyasetini, hükümeti destekleme ve halkı sevme hareketini ve üretimin geliştirilmesini nasıl yürüteceğimizi öğrendik ya da öğrenmeye başladık. Ve birinci aşama döneminde birçok kimsede beliren kendini beğenmişlik de dahil olmak üzere, birçok zaafımızı yendik, ikinci aşamadaki kayıplarımızın çok ağır olmasına rağmen ayakta kalmayı başardık. Bir yandan Japon istilacılarının saldırısını, öte yandan Guomindang'ın ikinci anti-komünist saldırısını püskürttük, Guomindang'ın Komünist Partisi'ne saldırıları ve kendimizi savunmak için verdiğimiz mücadeleler, Partide bir çeşit aşırı sol sapmanın ortaya çıkmasına neden oldu. Bunun bir örneği, Guomindang-Komünist işbirliğinin kısa bir süre sonra bozulacağı inancıydı. Bu inanç, toprak ağalarına karşı aşırı saldırılara girişilmesine ve Parti dışındaki tanınmış kişilerle birliğin göz ardı edilmesine yol açtı. Ancak bu sapmanın da üstesinden geldik. Guomindang'ın neden olduğu bu sürtüşmeyi gidermek için verdiğimiz [sayfa 175] mücadele sırasında "haklı bir zemin üzerinde, kendi lehimize ve ihtiyatla" mücadele etmek ilkesinin doğruluğunu kanıtladık ve birleşik cephe çalışmasında "birlik, mücadele, mücadele yoluyla birlik"in zorunlu olduğuna işaret ettik. Dolayısıyla, ülkenin dört bir yanında olduğu gibi üs bölgelerinde de, Japonya'ya Karşı Milli Birleşik Cephe'yi koruduk.
Üçüncü aşama, 1943'ten günümüze kadar uzanır. Çeşitli siyasetlerimiz gittikçe daha etkili hale geldi. Özellikle, düzeltme hareketi ve üretimin gelişmesi esaslı sonuçlar verdi; bu sayede Partimiz ideolojik ve maddi bakımdan yenilmez bir hale geldi. Üstelik geçen yıl, kadroların geçmişlerini inceleme siyasetimizi ve gizli ajanlarla mücadele etme siyasetimizi nasıl sürdüreceğimizi öğrendik ya da öğrenmeye başladık, işte bu koşullarda, üs bölgelerimiz tekrar genişledi, tahıl vergisini sadece bize ödeyenler ve hem bize hem de Japonlara ve kuklalarına ödeyenler de dâhil, nüfus 80 milyonun üzerine çıktı. Ordumuzun mevcudu 470 bine, halk milislerimizin mevcudu 2.270.000'e ulaştı, Parti üyelerimizin sayısı 900 bini geçti.
Japon militaristleri 1943 yılında Çin'e karşı uyguladıkları siyasette hiçbir önemli değişiklik yapmadılar ve esas saldırılarını Komünist Partisi'ne yöneltmeye devam ettiler. 1941'den bugüne kadar üç yılı aşkın bir süredir, Çin'deki Japon birliklerinin yüzde 60'ından fazlası. Partimiz önderliğindeki Japonya'ya karşı üs bölgelerine amansızca saldırıyorlar. Bu yıllar boyunca düşman hatlarının gerisinde kalan yüz binlerce Guomindang askeri, Japon emperyalizminin darbelerine karşı koyamadı; yarısı teslim oldu, yarısı temizlendi, sadece küçük bir bölümü ayakta kalabildi ve geri çekildi. Teslim olan Guomindang askerleri, geri döndüler ve Partimize saldırdılar. Bu yüzden Partimiz kukla askerlerin yüzde 90'ından fazlasına karşı koymak zorunda kaldı. Guomindang ise, sadece Japon kuvvetlerinin yüzde 40'ındari azıyla ve kukla askerlerin yüzde 10'undan azıyla çarpışmak zorundaydı. Ekim 1938'de Vuhan'ın düşmesinden bu yana geçen tam beş buçuk yıl boyunca, Japon militaristleri esas dikkatlerini Partimiz önderliğindeki Japonya'ya karşı üs bölgelerinde yoğunlaştırırlarken, Guomindang cephesine karşı tek bir stratejik taarruza girişmediler. Sadece nispeten büyük birkaç harekât düzenlediler (Çekyang-Ciangsi, Çangşa, Batı [sayfa 176] Hupeh, Güney Henan ve Çangteh'de); bunlar bile sadece birer akındı. Bu durumda, Guomindang "dağlara çekilme" ve "başkalarının çarpışmasını seyretmek" siyasetini izlemiş; düşman ilerlediği zaman darbeleri savuşturmakla yetinmiş, düşman geri çekilirken kollarını kavuşturup seyretmiştir. 1943'te Guomindang iç siyasetinde daha da gericileşti ve üçüncü geniş çapta anti-komünist saldırıyı düzenledi; bunu da geri püskürttük.
1943'ten bu yılın ilkbaharına kadar geçen dönemde, Japon saldırganları Pasifik savaş bölgesinde sürekli olarak geriliyor; Birleşik Amerika karşı-taarruzunu şiddetlendiriyor ve şimdi Batıda Hitler, Sovyet Kızıl Ordusu'nun ağır darbeleri altında sendeliyor. Çöküşlerini önleme çabası içindeki Japon emperyalistleri, Peyping-Hankov Demiryolu ile Hankov-Kanton Demiryolunun ulaşıma açılması için baskı yapma fikrine dört elle sarıldılar. Ve Guomindang'ı Çungking'de teslim olmaya kandırma siyasetlerinde henüz başarı kazanamadıklarından Guomindang'a bir darbe daha indirmeyi zorunlu gördüler. Bu nedenle, bu yıl Guomindang cephesinde büyük çaplı bir taarruz planlıyorlar. Henan seferi[66] bir ayı aşkın bir süredir devam ediyor. Oradaki düşman kuvvetleri birkaç tümenden ibaret. Buna rağmen, yüz binlerce Guomindang askeri hiç savaşmadan çökmüş durumda; sadece farklı orduların askerlerinden kurulu bazı birlikler biraz savaşmayı becerebildiler. Tang Enpo'nun komutası altındaki birliklerde tam bir kargaşa hâkim. Subaylar erlerden, askerler halktan kopmuş durumda. Tang Enpo toplam kuvvetlerinin üçte ikisini yitirmiş durumda. Aynı şekilde. Hu Zungnan'ın Henan'a gönderdiği tümenler de düşmanla giriştikleri ilk çarpışmada çöktüler. Bu, bütünüyle, Guomindang'ın birkaç yıldır gözü dönmüşçesine izlediği gerici siyasetlerin bir sonucudur. Vuhan'ın düşmesinden bu yana geçen beş buçuk yıl içinde, Japonların ve kuklalarının ana kuvvetlerine karşı direnmenin esas yükünü. Komünist Partisi önderliğindeki Kurtarılmış Bölgelerdeki savaş alanı üstlendi. Gelecekte bazı değişiklikler olsa bile bunlar geçici olacaktır. Çünkü Japanya'ya karşı pasif direnme ve Komünistlere karşı [sayfa 177] aktif mücadele şeklindeki gerici siyaseti sonucunda bütünüyle yozlaşan Guomindang'ın ciddi felaketlere maruz kalması kaçınılmazdır. Bu durum söz konusu olduğu zaman, Partimizin düşmanla ve kuklalarıyla savaşma görevi daha da ağırlaşacaktır. Guomindang'ın beş buçuk yıl kollarını kavuşturup seyirci kalmakla elde ettiği şey, savaşma yeteneğini kaybetmesi olmuştur. Komünist Partisi'nin beş buçuk yıl savaşmak ve bütün gücüyle mücadele etmekle kazandığı şey ise, savaşma yeteneğinin güçlenmesi olmuştur. Çin'in kaderini belirleyecek olan budur.
Yoldaşların bizzat kendilerinin de görebileceği gibi. Temmuz 1937'den bu yana geçen yedi yıl içinde Partimizin önderliğindeki demokratik halk güçleri üç aşamadan geçti: Yükselme, gerileme ve yeni bir yükselme. Japon istilacılarının azgın saldırılarını geri püskürttük, yaygın devrimci üs bölgeleri kurduk. Partiyi ve orduyu büyük ölçüde genişlettik, Guomindang'ın üç büyük çaplı anti-komünist saldırısını geri püskürttük ve Parti içindeki hatalı sağ ve "sol" ideolojilerin üstesinden geldik ve bütün Parti son derece değerli tecrübeler kazandı. Son yedi yıldaki çalışmamızın özeti budur.
Şimdiki görevimiz, kendimizi daha da büyük bir sorumluluğa hazırlamaktır. Koşullar ne olursa olsun, Japon istilacılarını Çin'den sürüp atmaya hazırlanmalıyız. Partimizin bu sorumluluğu omuzlayabilmesi için, Partimizi, ordumuzu ve üs bölgelerimizi daha da genişletmeli ve sağlamlaştırmak, büyük şehirlerde ve ana ulaşım hatları boyunca yapılan çalışmaya dikkat etmeli ve şehirlerdeki çalışmayı üs bölgelerindeki çalışmayla eşit derecede önemli bir duruma getirmeliyiz.
Üs bölgelerindeki çalışmalarımıza gelince, birinci aşama boyunca bu bölgeler büyük ölçüde genişletilmiş fakat sağlamlaştırılmamıştı. Bu yüzden ikinci aşamada, üs bölgeleri düşmanın ağır darbelerine maruz kalır kalmaz küçüldüler. İkinci aşamada, Partimizin önderliğindeki bütün Japonya'ya karşı üs bölgeleri zorunlu bir çelikleşme sürecinden geçtiler ve birinci aşamaya göre büyük ölçüde geliştiler. Kadrolar ve Parti üyeleri, ideolojik ve siyasal düzeylerini önemli ölçüde yükselttiler ve daha önce bilmedikleri pek çok şey öğrendiler. Ancak düşünceyi berraklaştırma ve siyaseti inceleme zamanla olur ve hâlâ öğreneceğimiz çok şey var. Partimiz henüz yeteri [sayfa 178] kadar güçlü, yeteri kadar birleşmiş ve sağlam değildir. Bu yüzden de henüz şimdikinden daha büyük bir sorumluluk üstlenemez. Şu andan itibaren mesele, Partimizi, ordumuzu ve üs bölgelerimizi Direnme Savaşı'nı sürdürürken daha da genişletmek ve sağlamlaştırmaktır. Geleceğin muazzam çalışması için ideolojik ve maddi hazırlığımızın ilk zorunlu maddesi budur. Bu hazırlığı yapmadan, Japon istilacılarını ülkeden sürüp atamayız ve bütün Çin'i kurtaramayız.
Büyük kentlerde ve ana ulaşım hatları boyundaki çalışmalarımız, daima son derece yetersiz olmuştur. Eğer şimdi büyük kentlerde ve ana ulaşım hatları boyunda yaşayan ve Japon emperyalistlerinin baskısı altındaki on milyonlarca emekçi kitleleri ve başka insanları Partimiz çevresinde seferber etmeye çalışmazsak ve silahlı kitle ayaklanmaları hazırlamazsak, ordumuz ve köylük bölgelerdeki üs bölgelerimiz kentlerle uyum yetersizliği yüzünden her çeşit güçlükle karşılaşacaklardır. On yıldan fazla bir zamandır köylük bölgelerdeyiz ve insanları, köylük bölgeleri iyi tanımaya ve köylük bölgeleri inşa etmeye teşvik etmek zorundaydık. Bu on yıl boyunca, Partinin Altıncı Milli Kongresinde kararlaştırıldığı gibi şehirlerde ayaklanmalar hazırlama görevi uygulanmadı ve uygulanamazdı. Ancak şimdi durum farklıdır ve Yedinci Milli Kongreden sonra Altıncı Milli Kongre karan uygulanacaktır. Bu Kongre olasılıkla kısa bir süre sonra yapılacak ve kentlerde çalışmalarımızı güçlendirme ve ülke çapında zafer kazanma meselelerini tartışacaktır.
Halen toplantı halinde olan Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi sanayi konferansı son derece önemlidir. 1937'de, Sınır Bölgesi'nde fabrika işçilerinin sayısı sadece 700'dü; bu sayı 1942'de 7 bine çıktı, şimdi ise 12 bindir. Bu rakamlara dudak bükmemeliyiz. Üs bölgelerinde bulunurken, büyük kentlerde sanayi, ticaret ve haberleşmeyi nasıl yöneteceğimizi öğrenmeliyiz. Yoksa zamanı geldiğinde ne yapacağımızı bilemeyiz. Dolayısıyla gelecek için yaptığımız ideolojik ve maddi hazırlığın ikinci vazgeçilmez maddesi, büyük kentlerde ve ana ulaşım hatları boyunda silahlı ayaklanmalar örgütlemek ve sanayi ile ticareti nasıl yöneteceğimizi öğrenmektir. Bu hazırlık olmadan da Japon istilacılarını ülkeden sürüp atamayız ve bütün Çin'i kurtaramayız. [sayfa 179]
III
Yeni zaferler kazanmak için. Parti kadrolarımızı ağırlıklardan kurtulup, motoru çalıştırmaya çağırmalıyız. "Ağırlıklardan kurtulmak", zihnimizi birçok yükten kurtarmak anlamına gelir. Birçok şey, eğer onlara körü körüne ve hiç eleştiriden geçirmeksizin bağlanırsak bizim için birer yük, birer ağırlık haline gelebilir. Birkaç örnek verelim: Hata işledinizse, bunların yükünü hayat boyu sırtınızda taşıyacağınızı düşünebilir ve bu yüzden cesaretinizi kaybedebilirsiniz: hata işlememişseniz, hiç hata işlemeyeceğinizi sanabilir ve kibirliliğe kapılabilirsiniz. Çalışmada başarısızlık, kötümserliğe ve bezginliğe yol açabilir; buna karşılık başarı, kibir ve böbürlenme doğurabilir. Henüz kısa bir mücadele geçmişi olan bir yoldaş, bu nedenle sorumluluktan kaçabilir: kıdemli bir kimse, uzun bir mücadele geçmişi olduğu için bildiğinden şaşmaz bir tutum takınabilir. Sınıf kökenleriyle gurur duyan işçi ve köylü yoldaşlar, aydınlara tepeden bakabilir: bazı bilgilere sahip oldukları için aydınlar da, işçi ve köylü yoldaşları hor görebilir. Bir kimsenin herhangi bir alanda kazandığı ustalık, onun böbürlenmesine ve başkalarını hor görmesine yol açan kişisel bir sermaye haline gelebilir. Hatta bir insanın yaşı bile böbürlenme konusu olabilir. Gençler, zeki ve yetenekli olduklarından yaşlılara değer vermeyebilirler: yaşlılar da zengin tecrübelere sahip olduklarından gençlere tepeden bakabilirler. Eleştirici bir uyanıklık olmazsa, bütün bunlar birer ağırlık, birer yük haline gelebilir. Bazı yoldaşların kibirli olmalarının, kendilerini kitlelerden tecrit etmelerinin ve tekrar tekrar hata yapmalarının önemli bir nedeni, yanlarında bu gibi ağırlıklar taşımalarıdır. Dolayısıyla, kitlelerle sıkı bağlar sürdürmenin ve daha az hata yapmanın ön koşullarından biri, kişinin kendi ağırlıklarını gözden geçilmesi, bunlardan kurtulması ve böylelikle zihnini özgürlüğe kavuşturmasıdır. Partimizin tarihinde pek çok kez büyük bir kibirlilik ortaya çıktı ve bunun sonuçlarına katlanmak zorunda kaldık. Birincisi, 1927 yılının ilk yarısındaydı. Kuzey Seferi Ordusu Vuhan'a ulaşmıştı ve bazı yoldaşlar öylesine kibirli ve kendilerinden öylesine emin bir hale gelmişlerdi ki, Guomindang'ın bize saldırmak üzere olduğunu unutmuşlardı. Sonuç, devrimin yenilgisine yol açan Cen Dusiu çizgisinin [sayfa 180] hatası oldu. İkincisi 1930'daydı. Çan Kayşek'in Feng Yusiang ve Yen Sişan'a[67] karşı büyük çapta bir savaşa girişmesinden yararlanan Kızıl Ordu, birkaç muharebe kazandı ve gene bazı yoldaşlar kibirlendiler, kendilerine aşırı güvendiler. Sonuç, gene devrimci güçlerin bazı kayıplarına yol açan Li Lisan çizgisinin hatası oldu. Üçüncüsü, 1931'deydi. Kızıl Ordu Guomindang'ın üçüncü "kuşatma ve bastırma" harekâtını ezmiş ve hemen arkasından Japon istilasıyla karşılaşan ülkenin dört bir yanındaki halk, coşkun ve kahramanca Japonya'ya karşı hareketi başlatmıştı. Bazı yoldaşlar gene kibirlendiler ve kendilerine aşırı güvendiler. Bunun sonucu, çok büyük çabalarla inşa ettiğimiz devrimci güçlerin hemen hemen yüzde 90'ının yitirilmesine mal olan siyasal çizgideki çok daha ciddi bir hata oldu. Dördüncüsü 1938'deydi. Direnme Savaşı başlamıştı ve birleşik cephe kurulmuştu. Bazı yoldaşlar gene kibirlendiler ve kendilerine aşırı güvendiler. Bunun sonucu olarak, Cen Dusiu çizgisine bir bakıma benzeyen bir hata işlediler. Bu kez devrimci çalışma bu yoldaşların hatalı fikirlerinin özellikle etkili olduğu yerlerde ağır kayıplara uğradı. Bütün Partili yoldaşlar bu kibirlilik ve hata örneklerinden ders almalıdır. Yoldaşların, ibret almaları ve başarı anlarında kibirlilik hatasını tekrarlamamaları için Kuo Mojo'nun Li Zu-çeng[68] üzerine denemesini son zamanlarda yeniden yayımladık.
"Motoru çalıştırmak", düşünme organını iyi kullanmak anlamına gelir. Bazı kimseler, ağırlık taşımamalarına ve kitlelerle sıkı temasta bulunma erdemine sahip olmalarına rağmen, araştırıcı bir şekilde düşünmeyi bilmedikleri ya da kafalarını kullanarak çok düşünmek ve delin düşünmek istemedikleri için hiçbir şey başaramazlar. Bazıları da, kafalarını işlemez hale getiren ağırlıklar taşıdıkları için kafalarını [sayfa 181] kullanmayı reddederler. Lenin ve Stalin insanlara sık sık kafalarını kullanmalarını öğütlerlerdi; biz de aynı öğüdü vermeliyiz. Bu mekanizmanın yani beynin, düşünmek gibi özel bir işlevi vardır. Mençius "Aklın işi düşünmektir" der.[69] Mençius, aklın işlevini doğru tanımlamıştı. Her zaman kafamızı kullanmalı ve her şeyi iyice düşünmeliyiz. "Biraz kafanı çalıştır, aklına iyi bir fikir gelir" diye bir özdeyiş vardır. Başka bir ifadeyle, çok düşünmek insanı arif yapar. Partimizde yaygın bir hal alan gözü kapalı hareket etme alışkanlığından kurtulmak için, yoldaşlarımızı düşünmeye, tahlil yöntemini öğrenmeye ve tahlil etme alışkanlığını kazanmaya teşvik etmeliyiz. Partimizde bu alışkanlık henüz pek az yerleşmiştir. Ağırlıklarımızdan kurtulduğumuz ve motoru çalıştırdığımız takdirde, elimizde hafif paketlerle yürüdüğümüz ve derin düşünmeyi öğrendiğimiz takdirde, kesinlikle zafere ulaşırız. [sayfa 182]
HALKA HİZMET[16*]
8 Eylül 1944
Komünist Partisi ve onun önderliğindeki Sekizinci Yol Ordusu ve -Yeni Dördüncü Ordu, devrimin müfrezeleridir. Bu müfrezelerimiz, kendilerini bütünüyle halkın kurtuluşuna adamışlardır ve bütünüyle halkın çıkarları için çalışmaktadırlar. Çang Zu-teh[70] yoldaş, bu müfrezelerin saflarında yer almıştı.
Her insan bir gün ölür, ama her ölümün önemi aynı değildir. Eski bir Çin yazan olan Zuma Çien[71], "Bütün insanlar ölümlüdür, ama bazılarının ölümü Tay dağından da yüce, bazılarınınki tüyden de değersiz olabilir" demişti. Halk için ölmek, Tay dağından da yücedir, ama faşistler için çalışmak ve sömürenler ve ezenler için ölmek tüyden de değersizdir. Çang Zu-teh yoldaş halk için öldü, onun ölümü gerçekten de Tay dağından yücedir.
Eğer kusurlarımız varsa, bunların ortaya konulmasından ve eleştirilmesinden korkmayız çünkü biz halka hizmet ediyoruz. Kim olursa olsun, herkes kusurlarımızı ortaya koyabilir. Eğer haklıysa, bunları düzeltiriz. Önerdiği şey halkın yararına olacaksa, ona uygun hareket ederiz. "Daha iyi birlikler ve daha basit yönetim" fikri, bir Komünist olmayan Bay Li Tingming[72] tarafından öne sürülmüştü. O, halkın [sayfa 183] yararına olan iyi bir öneride bulundu, biz de bu öneriyi benimsedik. Eğer halkın çıkarları uğruna doğru olanı yapmakta sebat eder ve yanlış olanı düzeltirsek, saflarımız kesinlikle genişler.
Ülkenin dört bir yanından gelip ortak bir devrimci amaç uğrunda birleştik. Ve bu amaca giden yolda, halkın büyük çoğunluğunun bizimle birlikte olmasına ihtiyacımız var. Bugün, daha şimdiden nüfusu 91 milyonu[73] bulan üs bölgelerine önderlik ediyoruz: ama bu yeterli değildir. Bütün ülkeyi kurtarmak için daha fazlasına ihtiyacımız var. Zor zamanlarda başarılarımızı gözden uzak tutmamalı, aydınlık geleceği görmeli ve cesaretimizi toplamalıyız. Çin halkı acı çekiyor, bizim görevimiz onu kurtarmaktır ve bu mücadelede varımızı yoğumuzu ortaya koymamız gerekir. Mücadele olan her yerde fedakârlık vardır ve ölüm olağandır. Ama biz, halkın çıkarlarını ve büyük çoğunluğun acılarını yüreğimizde duyarız, bu yüzden de biz halk için öldüğümüz zaman, bu, değerli bir ölüm olur. Ama gene de, gereksiz fedakârlıklardan elimizden geldiği kadar kaçınmalıyız. Kadrolarımız her askerle ilgilenmeli, devrimci saflarda bulunan herkes birbirine ilgi ve sevgi göstermeli ve yardımcı olmalıdır.
Bundan böyle, saflarımızda yararlı bir iş yapmış herhangi bir kimse öldüğünde, bu kimse ister asker olsun, ister aşçı, onun için bir cenaze töreni ve anma toplantısı düzenlemeliyiz. Bu bir kural haline getirilmeli ve halk arasında da yayılmalıdır. Bir köyde biri öldüğü zaman, onun için bir anma toplantısı düzenlenmelidir. Böylece ölenin ardından duyduğumuz üzüntüyü dile getirmiş ve bütün halkı birleştirmiş oluruz. [sayfa 184]
ÇİFTE ONUNCU BAYRAMINDA ÇAN KAYŞEKTN YAPTIĞI KONUŞMA ÜZERİNE[17*]
11 Ekim 1944
Çifte Onuncu Bayramında[74] Çan Kayşek'in yaptığı konuşmanın belirgin özelliklerinden biri, hiçbir içerik taşımayışı ve halkı yakından ilgilendiren sorulardan hiçbirine cevap getirmeyişidir. Çan Kayşek düşmandan korkulmaması gerektiğini, çünkü Büyük Cephe Gerisi Bölgesi'nde hâlâ geniş topraklar bulunduğunu söylüyor. Zorba Guomindang yöneticileri, siyasal reformlar yapma ya da düşmanı zor duruma düşürme yönünde bugüne kadar ne bir istek ne de beceriklilik göstermişlerdir: düşmana karşı koymada güvenebilecekleri biricik "sermaye" topraktır. Ancak doğru bir siyaset ve insanların çabaları olmadan bu sermayenin yeterli olmayacağı açıktır, çünkü Japon emperyalizmi arta kalan toprakları her geçen gün daha fazla tehdit etmektedir. Büyük bir olasılıkla Çan Kayşek bu tehdidi şiddetle hissetmektedir ve onun halka sık sık böyle bir tehdidin var olmadığına dair güvence vermesi ve hatta "Vampoa Askeri Akademisinde[75] orduyu kurmamdan bu yana geçen yirmi yıl içinde devrimci durum asla bugünkü kadar istikrarlı olmamıştır" demesi de bunu göstermektedir. Çan Kayşek şunu tekrarlayıp duruyor: "Kendimize güvenimizi kaybetmemeliyiz." [sayfa 185] Bu da aslında Guomindang saflarındaki birçok kişinin ve Guomindang bölgelerinde önde gelen kimselerden birçoğunun kendilerine duydukları güveni kaybettiklerini gösteriyor. Çan Kayşek bu güveni yeniden yaratabilmek için bazı yollara başvuruyor. Ama bu yolları, siyasal, askeri, ekonomik ve kültürel alanlardaki siyasetini ve çalışmasını gözden geçirerek arayacak yerde, eleştirileri reddetme ve hataları örtbas etme yolunu tutuyor. Bütün "yabancı gözlemcilerin meselenin esasından habersiz" olduklarını ve "askeri ve siyasal işlerimiz hakkında yabancıların çatlak sesli eleştirileri"nin bütünüyle "işgalcilerin ve onların Çinli işbirlikçilerinin dedikodu ve hileleri"ne inandığı gibi bir tez bulmayı başaramamıştı. Bu yüzden Çan Kayşek konuşmasında "işgalcilerin ve onların Çinli işbirlikçilerinin dedikodu ve hilelerini" safça kabul etmelerinden ileri geldiğini söylüyor, işin tuhaf tarafı, Franklin D. Roosevelt gibi yabancıların yanı sıra Soong Çing Ling gibi Guomondang üyeleri, Siyasi Halk Konseyinin birçok üyesi ve bütün namuslu Çinlileri Çan Kayşek ve onun sadık takipçilerinin sunduğu görünüşte akıllıca açıklamalara inanmıyorlar ve bunlar da "askeri ve siyasi işler hakkında çatlak sesli eleştiriler" yapıyorlar. Çan Kayşek buna kızmaktadır; ancak, bu yılki Çifte Onuncu Bayramına kadar, inandırıcı bir tez olarak gördüğü, bu insanların "işgalcilerin ve onların Çinli işbirlikçilerin dedikodu ve hileleri"ni uzun uzadıya şiddetle mahkûm ediyor. O, böyle suçlamalarla bütün Çinliler ve yabancıları susturabileceğini sanıyor. Ve onun askeri ve siyasal işleri konusunda, tekrar "çatlak sesli bir eleştiri" yükseltecek kimse, "işgalcilerin ve onların Çinli işbirlikçilerinin dedikodu ve hileleri"ne inanmaya istekli bir kimse sayılacaktır! Biz, Çan Kayşek'in suçlamalarını son derece gülünç buluyoruz. Çünkü işgalciler ve onların Çinli "işbirlikçileri, Guomindang'ı zorbalığından, savaşı gönülsüzce sürdürmesinden, kokuşmuşluğu ve yetersizliğinden, hükümetinin faşist kararnameleri ve bozguncu askeri emirlerinden ötürü asla eleştirmemiş, tersine hararetle alkışlamıştır. Genel hoşnutsuzluğa yol açan bir kitap olan Çan Kayşek'in Çin'in Kaderi adlı kitabı, Japon emperyalistlerinin içten ve sürekli övgüsünü kazanmıştır. İşgalciler ve onların Çinli işbirlikçileri. Milli Hükümetin ve onun yüksek komutanlığının yeniden düzenlenmesi konusunda asla tek kelime bile [sayfa 186] söylememişlerdir çünkü halkı ezmeye ve muharebeleri kaybetmeye devam eden bu hükümetin ve yüksek komutanlığın olduğu gibi kalması onların en yüce dileğidir. Japonların teslim almak için giriştikleri kandırmacaların hedefinin daima Çan Kayşek ve grubu olduğu gerçek değil midir? Japon emperyalistlerinin başlangıçta ortaya attıkları iki slogandan biri olan "Guomindang'ı Ortadan Kaldırın!" sloganının uzun bir süre önce terk edildiği ve geriye sadece diğerinin, "Komünistlere Karşı Çıkın!"in kaldığı da gerçek değil midir? Şu ana kadar Japon emperyalistleri, Guomindang hükümetine karşı savaş ilan etmemişlerdir ve bu yüzden, Japonya ve Guomindang hükümeti arasında bir savaş durumu olmadığını söylüyorlar! Şu ana kadar istilacılar ve onların Çinli işbirlikçileri, Guomindang kodamanlarının Şanghay, Nanking, Ningpo vb.deki mülklerini korumuşlardır. Düşman elebaşısı Şunroku Hata, Çan Kayşek'in atalarının Fenghua'daki mezarlarına kurbanlar sunmak üzere temsilcilerini göndermiştir. Şanghay'da ve başka yerlerde Çan Kayşek'in sadık takipçileri tarafından gizlice gönderilen görevliler, Japon istilacılarıyla nerdeyse kesintisiz bir ilişki sürdürüyorlar ve gizli görüşmelere girişiyorlar. Japon saldırganları yoğunlaştırınca bu ilişki ve görüşmeler daha da sıklaşıyor. Bütün bunlar gerçek değil mi? Çan Kayşek ve grubunun askeri ve siyasal işleri hakkında "çatlak sesli eleştiriler" yapanlar gerçekten "meselenin esasından habersiz" mi, yoksa tam tersine bunu çok mu iyi biliyorlar? Sonuç olarak, "meselenin esası" nerededir, "işgalcilerin ve onların Çinli işbirlikçilerinin dedikodu ve hileleri"nde mi, yoksa Çan Kayşek'in kendisinde ve grubunda mı?
Konuşmasının başka bir yerinde Çan Kayşek, Çin'de iç savaşın patlak vereceğini reddediyor. Ama şunu ekliyor: "Elbette artık kimse Vang Çingvey ve benzerlerinin yaptığı gibi Cumhuriyete karşı isyan etmeye ve Direnme Savaşı'nı baltalamaya cesaret edemeyecektir." Burada Çan Kayşek iç savaş için bir bahane aramaktadır ve aslında bulmuştur da. Hafızası zayıf olmayan her Çinli, 1941'de Çin'e ihanet edenlerin Yeni Dördüncü Ordu'nun dağıtılması emrini verdiği ve Çin halkının bir iç savaşı önlemek için ayağa kalktığı sırada, Çan Kayşek'in bir konuşma yaparak artık "Komünistleri bastırmak" için bir savaş yapılmayacağını, bir savaş olacaksa bunun sadece isyancıları [sayfa 187] ezmek için verilecek bir savaş olacağını söylediğini hatırlayacaktır. Çin'in Kaderi'ni okumuş olanlar da, Çan Kayşek'in Vuhan Hükümeti döneminde, 1927'de, Çin Komünist Partisi'nin Vang Çingvey ile "birlikte" olduğuna dair sözlerini hatırlayacaktır. Guomindang Merkez Yürütme Komitesinin 1943'teki On Birinci Genel Toplantısının kararlarında Çin Komünist Partisi'ne yedi kelimelik bir yafta yapıştırılmıştı: "Direnme Savaşı'nı baltalıyor ve devleti tehlikeye düşürüyor." Çan Kayşek'in son konuşmasını okuduktan sonra, insan iç savaş tehlikesinin var olmakla kalmayıp, gittikçe büyüdüğünü hissediyor. Bugünden itibaren Çin halkı şunu iyice aklında tutmalıdır: Bir sabah Çan Kayşek sözüm ona isyancılara karşı cezalandırma seferi başlatılması için emir verecektir ve bunda suçlama "Cumhuriyete karşı isyan etmek", "Direnme Savaşı'nı baltalamak" ve "Vang Çingvey ve benzerlerinin yaptığı"nı yapmak olacaktır. Çan Kayşek bu oyunu oynamakta ustadır: Pang Pingsun, Sun Liang-çeng ve Çeri Siaoçiang[76] gibi kimseleri asi olarak suçlamayı ya da bunlara karşı cezalandırma seferlerine girişmeyi beceremez, ama Orta Çin'deki Yeni Dördüncü Ordu'yu ve Şensi'deki İntihar Müfrezelerini[77] "asi" olarak suçlamayı iyi becerir; bunlara karşı cezalandırma seferlerine girişmeyi ise daha da iyi becerir. Çin halkı unutmamalıdır ki, bir iç savaşa girişmeyeceğini ilan etmesine rağmen, Çan Kayşek özellikle Sekizinci Yol Ordusunu, Yeni Dördüncü Ordu'yu ve Güney Çin'deki halk gerillalarını kuşatmak ve bunlara saldırmakla görevlendirilmiş 775 bin askeri şimdiden yola çıkarmıştır.
Çan Kayşek'in konuşmasında olumlu yönde hiçbir şey yoktur ve Çin halkının Japonya'ya karşı cepheyi güçlendirme yolundaki içten isteğine hiçbir şekilde yanıt vermemektedir. Olumsuz yönden ise, konuşma birçok tehlikeli olasılık taşımaktadır. Halkın siyasal değişiklik talebine inatla karşı çıkmasının, Çin Komünist Partisi'ne karşı şiddetli nefretinin ve hazırlamakta olduğu anti-komünist iç savaş için bulduğu bahane konusunda verdiği ipucunun gösterdiği gibi tavrı gittikçe dengesiz [sayfa 188] bir hale gelmektedir. Ancak, tertiplerinin hiçbirinde başarıya ulaşamayacaktır. Tuttuğu yolu düzeltmeye niyetli değilse, kaldırdığı taşı kendi ayağına düşürecektir. Biz, onun tuttuğu yolu değiştireceğini içtenlikle umuyoruz, çünkü bugün tuttuğu yol onu hiçbir yere götürmeyecektir. "Görüşlerin ifade edilmesine daha fazla imkân tanınacağını"[78] açıkladığına göre, halkı "istilacıların ve onların Çinli işbirlikçilerinin dedikodu ve hileleri"ne isteyerek inanma iftirasıyla tehdit ederek "çatlak sesli eleştiriler"i susturmamalıdır. "Siyasal vesayet döneminin kısaltılacağını" açıkladığına göre, hükümetin ve yüksek komutanlığın yeniden düzenlenmesi talebini reddetmemelidir. "Komünist sorununu siyasal olarak çözülmesi gerektiğini" açıkladığına göre, iç savaşa hazırlanmak için tekrar bahane aramamalıdır.
Nisan 1944'te Guomindang "görüşlerin ifade edilmesine daha fazla imkân tanınacağını" açıklamıştı. Amacı, halkı hile ile oyalamaktı. Çünkü Guomindang'ın diktatörlüğünün sona erdirilmesi, demokrasinin kurulması ve söz hürriyetinin güvence altına alınması talebi, o yılın başından itibaren Guomindang bölgelerindeki halkın genel haykırışı haline gelmişti. Mayısta, Guomindang Merkez Yürütme Komitesinin On ikinci Genel Toplantısı "söz hürriyetini koruyacağını" tekrar açıkladı. Ama Guomindang vermek zorunda kaldığı sözlerden hiçbirini yerine getirmedi ve halkın demokrasi yönündeki hareketi yükselmeye devam ederken, halkın düşüncesini bastırma tedbirlerini artırdı. [sayfa 189]
KÜLTÜREL ÇALIŞMADA BİRLEŞİK CEPHE[18*]
30 Ekim 1944
Bütün çalışmalarımızın amacı, Japon emperyalizmini alt etmektir. Tıpkı Hitler gibi, Japon emperyalizmi de kaçınılmaz sonuna yaklaşmaktadır. Ama çabalarımızı sürdürmemiz gerekir, çünkü Japon emperyalizmini kesin olarak alt etmemiz, ancak böyle mümkün olabilir. Çalışmalarımızda savaş başta gelir, sonra üretim, ondan sonra da kültürel çalışma gelir. Kültürsüz bir ordu, ruhsuz bir ordudur; ruhsuz bir ordu ise düşmanı yenemez.
Kurtarılmış Bölgelerdeki kültürün daha şimdiden ilerici bir yanı vardır, ama hâlâ geri bir yanı da vardır. Kurtarılmış Bölgeler daha şimdiden yeni bir kültüre, bir halk kültürüne sahip; ama feodalizmin kalıntılarının birçoğu da varlığını hâlâ sürdürüyor. Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'nde yaşayan bir buçuk milyon insandan bir milyon kadarı okuma yazma bilmemekte, iki bini büyücülükle uğraşmaktadır ve geniş kitleler hâlâ batıl inançların etkisi altındadır. Bunlar, halkın kafasının içindeki düşmanlardır. Halkın kafasının içindeki düşmanlarla mücadele etmek, çoğu zaman, Japon emperyalizmine karşı savaşmaktan daha zordur. Kitleleri, kendi cehaletlerine, batıl inançlarına ve sağlığa aykırı alışkanlıklarına karşı mücadele etmek üzere harekete geçmeye çağırmalıyız. Böyle bir mücadele için, geniş bir birleşik cephe zorunludur. Nüfusun dağınık, haberleşmenin yetersiz ve başlangıç için var olan kültür temelinin düşük olduğu ve ayrıca savaş içinde bulunan Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi gibi bir yerde, bu birleşik cephe özellikle geniş olmalıdır. Dolayısıyla, eğitim alanımızda, sadece düzenli ilk ve ortaokullara değil, [sayfa 190] aynı zamanda düzenli olmayan ve dağınık köy okullarına, gazete okuma gruplarına ve okuma yazma sınıflarına da sahip olmalıyız. Modern tarzda okulların yanında eski tarz köy okullarını da işe yarar hale getirmeli ve değiştirmeliyiz. Sanat alanında, sadece modern oyunlarımız değil, aynı zamanda Şensi operamız ve yangko dansımız da bulunmalıdır. Sadece yeni Şensi operalarıyla ve yeni yangko danslarıyla yetinmemeli, aynı zamanda eski opera topluluklarını ve bütün yangko topluluklarının yüzde 90'ını oluşturan eski yangko topluluklarını da işe yarar hale getirmeli ve yavaş yavaş değiştirmeliyiz. Böyle bir yaklaşım, tıp alanında daha da gereklidir. Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'nde gerek insanların, gerek hayvanların ölüm oranı çok yüksekken, birçok kimse hâlâ büyücülüğe inanmaktadır. Bu koşullarda, sadece modern hekimlere bel bağlamak hiçbir çözüm getirmez. Elbette, modern hekimlerin eski tarzda hekimlere kıyasla üstünlükleri vardır; ama eğer halkın dertleriyle ilgilenmez, halk için hekim yetiştirmez, Sınır Bölgesi'ndeki binlerce eski tarzda hekim ve baytarla birleşmez ve onların ilerlemelerine yardımcı olmazlarsa, fiiliyatta büyücülere yardımcı olacaklar ve insanların ve hayvanların yüksek ölüm oranı karşısında kayıtsız kalacaklardır. Birleşik cephe için iki ilke vardır: Birincisi birleşmek, ikincisi ise eleştirmek, eğitmek ve değiştirmektir. Birleşik cephede, hem teslimiyetçilik, hem de başkalarına tepeden bakan ve onları hor gören sekterlik yanlıştır. Bizim görevimiz, yararlı olabilecek bütün eski tip aydınlarla, sanatçılarla ve hekimlerle birleşmek, onlara yardımcı olmak, onları düzeltmek ve değiştirmektir. Onları değiştirebilmek için, önce onlarla birleşmemiz gerekir. Eğer bunu doğru uygularsak, onlar bizim yardımımızı memnunlukla karşılayacaklardır.
Bizim kültürümüz, bir halk kültürüdür; kültür işçilerimiz halka büyük bir istek ve bağlılıkla hizmet etmeli, kitlelerle birleşmeli ve kitlelerden kopmamalıdırlar. Bunu gerçekleştirebilmek için kitlelerin ihtiyaçlarına ve isteklerine uygun hareket etmelidirler. Kitleler için yapılan bütün çalışmalarda, ne kadar iyi niyetli olursa olsun herhangi bir bireyin isteğinden değil, kitlelerin ihtiyaçlarından yola çıkılmalıdır. Sık sık şöyle bir durumla karşılaşılır: Kitlelerin nesnel olarak belli bir değişikliğe ihtiyaçları vardır, ama öznel olarak henüz bu ihtiyacın bilincine [sayfa 191] varmamışlardır ve bu değişikliği yapmak için henüz istekli ya da kararlı değillerdir. Böyle durumlarda, sabırla beklemeliyiz. Çalışmalarımız sayesinde kitlelerin çoğunluğu o ihtiyacın bilincine varıncaya ve değişiklik için istekli ve kararlı bir hale gelinceye kadar, o değişikliği yapmamamız gerekir. Aksi takdirde, kendimizi kitlelerden koparırız. Kitleler bilinçli ve istekli olmadıkları sürece, onların katılmalarını gerektiren bütün çalışmalar kâğıt üzerinde kalır ve başarısızlığa uğrar. "Acele işe şeytan karışır" deyimi, acele etmemeliyiz anlamına gelmez, aceleci olmamalıyız anlamına gelir. Acelecilik sadece başarısızlığa yol açar. Bu her türlü çalışma için ve özellikle de amacı kitlelerin düşüncesini değiştirmek olan kültür ve eğitim çalışması için doğrudur. Burada iki ilke söz konusudur: Birincisi, kendi kafamızdan kitlelere yakıştırdığımız ihtiyaçlar değil, onların gerçek ihtiyaçları; ikincisi, bizim kitleler adına kararlaştırdığımız istekler değil, kitlelerin kendi başlarına kararlaştırdıkları istekler. [sayfa 192]
EKONOMİK ÇALIŞMA YAPMAYI ÖĞRENMELİYİZ[19*]
10 Ocak 1945
Emek Kahramanları ve Örnek işçiler!
Bu konferansa katıldınız ve tecrübelerinizi özetlediniz; sizlere hoş geldiniz diyor ve saygılarımızı sunuyoruz.
Üç üstün niteliğiniz var ve üç görev yapıyorsunuz. Birincisi, önayak olma görevi. Başka bir deyişle, olağanüstü çabalarınız ve sayısız buluşlarınızla, standartları yükselterek ve başkalarında sizden öğrenme isteği yaratarak çalışmalarınızda başkalarına örnek oldunuz, ikincisi, belkemiği olma görevi. Çoğunuz henüz kadro değilsiniz, ama kitlelerin belkemiği, en dayanıklı çekirdeği haline geldiniz; sizlerin sayesinde çalışmamızı ilerletmek daha kolay olmaktadır. Gelecekte kadro haline gelebilirsiniz; bugün için yedek kadrolarsınız. Üçüncüsü, köprü görevi. Siz, önderlikle geniş kitleler arasında bir köprüsünüz; sizin aracılığınızla kitlelerin fikirleri önderliğe, önderliğin fikirleri kitlelere ulaşmaktadır.
Birçok üstün niteliğiniz var ve büyük hizmetler gördünüz; ama kendini beğenmişliğe karşı daima uyanık olun. Herkes, haklı olarak, size saygı gösteriyor, ama bu insanı kolaylıkla kendini beğenmişliğe götürebilir. Eğer kendini beğenmişliğe kapılırsanız, alçakgönüllülüğü elden bırakır, fazla çaba harcamazsanız, başkalarına saygı göstermezseniz, kadrolara ve kitlelere saygı göstermezseniz, birer kahraman ve örnek kişi olmaktan çıkarsınız. Geçmişte böyle insanlar görülmüştür; sizin bu yolu tutmayacağınızı umarım.
Bu konferans sizin tecrübelerinizi özetledi. Bu, çok başarılı bir özettir ve diğer Kurtarılmış Bölgelerde de uygulanabilir. Ben zaten [sayfa 193] bunun üzerinde duracak değilim. Sadece ekonomik çalışmamız hakkında birkaç söz söylemek istiyorum.
Son birkaç yıldır ekonomik çalışmanın nasıl yapılacağını öğrenmeye başladık ve bu alanda elle tutulur başarılar elde ettik: ama bu, henüz sadece bir başlangıçtır. İki-üç yıl içinde Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'nin ve düşmanın cephe gerisindeki Kurtarılmış Bölgelerin tahıl ve mamul maddeler bakımından bütünüyle ya da büyük ölçüde kendine yeterli hale gelmesini, hatta bir üretim fazlası elde etmesini sağlamalıyız. Tarımda, sanayide ve ticarette daha da büyük başarılar elde etmeliyiz. Ancak o zaman, kendimizi ekonomik çalışma hakkında daha bilgili ve bu çalışmayı daha iyi yapmayı öğrenmiş olarak görebiliriz. Askerlerin ve halkın yaşama koşullarında hiçbir düzelmenin olmadığı, karşı-taarruz için maddi temellerin henüz istikrarsız olduğu, tarım, sanayi ve ticaretin her yıl daha gelişecek yerde durakladığı, hatta gerilediği yerlerde, Parti, hükümet ve ordu görevlilerinin ekonomik çalışmanın nasıl yapılacağını öğrenmedikleri açıktır ve buralarda karşımıza kuşkusuz büyük güçlükler çıkacaktır. Herkesin tekrar dikkatini çekmek istediğim bir nokta var: Fikirlerimizin yakın çevremize uygun hale getirilmesi gereklidir. Yakın çevremiz köylük bölgedir: bu konuda kimsenin kuşkusu yok gibidir, çünkü köylük bölgelerde yaşadığımızı bilmeyen var mı? Ama aslında durum bu değildir. Birçok yoldaş köylük bölgelerde yaşamasına ve buraları tanıdığını sanmasına rağmen, köylük bölgeleri ya hiç tanımıyor ya da en azından derinlemesine tanımıyor. Çevremizin, bireysel ekonomiye dayalı, düşman taralından çevrilmiş ve gerilla savaşı vermekte olan köylük bölgeler olduğu gerçeğinden yola çıkmıyorlar, bunun sonucu olarak da, siyasal, askeri, ekonomik ve kültürel meseleleri. Parti meselelerini ve işçi, köylü, gençlik, kadın hareketlerini ele alışları genellikle yanlış ya da kısmen doğru oluyor. Köylük bölgelerin meselelerine kentli bakış açısıyla yaklaşıyorlar ve öznel bir şekilde birçok geçersiz plan hazırladıkları ve bunları keyfi bir şekilde uyguladıkları için sık sık kafalarını duvara çarpıyorlar. Son yıllarda yoldaşlarımız, hem düzeltme hareketi hem de çalışmalarında uğradıkları başarısızlıklar sayesinde önemli ilerlemeler kaydettiler. Ama her çalışma alanında sonuçlar elde etmeden ve bunları hızla elde [sayfa 194] etmeden önce, fikirlerimizi çevremize tam olarak uygun hale getirmeye çok dikkat göstermeliyiz. Burada şu soruyu sormak gerekir: Eğer üzerinde yaşadığımız köylük bölgelerdeki üs bölgelerinin bireysel ekonomi üzerine kurulu olduğu, düşman tarafından çevrildiği ve gerilla savaşı vermekte olduğu gerçeğini tam olarak anladığımızda ve bunu, yaptığımız her işte çıkış noktası olarak aldığımızda yavaş ve sönük gözüken sonuçlarımız, bir başka çıkış noktasıyla, diyelim kentli bakış açısıyla varılacak sonuçlarla karşılaştırılırsa nasıl görünür? Yavaş olmak bir yana, bunlar aslında oldukça hızlıdır. Çünkü işe kentli bakış açısıyla başlayacak olsak ve bugünkü gerçeklerden kopsak mesele hızlı ya da yavaş sonuç elde etmek değil, sonu gelmez çıkmazlara dalmak ve hiç sonuç alamamak olurdu.
Başlattığımız askeri ve sivil üretim atılımının bugünkü biçiminin büyük başarısı, bu gerçeği açıkça kanıtlamaktadır.
Biz, Japon saldırganlarına ağır bir darbe indirmek ve şehirleri ele geçirmek, kaybettiğimiz topraklarımızı geri almak için hazırlıklar yapmak istiyoruz. Şimdi olduğu gibi bireysel ekonomi üzerine kurulu, düşman tarafından çevrilmiş ve gerilla savaşı veren bir köylük bölgede bulunduğumuza göre, bu amaca nasıl ulaşabiliriz? Parmağını bile kımıldatmayıp, pamuklu kumaş gibi ihtiyaç maddeleri için bile bütünüyle yabancılara bel bağlayan Guomindang'ı taklit edemeyiz. Biz, kendi gücümüze güvenmeyi savunuyoruz. Dış yardım bekleriz, ama ona bel bağlayamayız: biz kendi çabalarımıza, bütün ordunun ve bütün halkın yaratıcı gücüne güveniyoruz. Ama bunu nasıl harekete geçireceğiz? Aynı anda hem askerler hem de halk arasında büyük çapta üretim kampanyaları başlatarak.
İnsan gücü ve maddi kaynakların dağınık olduğu köylük bölgelerde bulunduğumuzdan, üretim ve ikmal için "birleşik önderlik ve âdemi merkeziyetçi yönetim" siyasetini benimsedik.
Köylülerin geri üretim araçları kullanan bireysel üreticiler olduğu ve toprakların çoğunun hâlâ toprak ağalarının mülkiyetinde bulunduğu ve köylülerin feodal toprak kirası sömürüsü altında olduğu köylük bölgelerde bulunduğumuzdan, toprak kirasını ve faizi azaltma siyasetini ve köylülerin üretim isteğini yükseltmek ve tarımsal emeğin verimliliğini artırmak için karşılıklı emek yardımlaşmasını örgütleme siyasetini [sayfa 195] benimsedik. Kira indirimi köylülerin üretim isteğini artırmış ve karşılıklı yardımlaşma tarımsal emeğin verimliliğini yükseltmiştir. Kuzey ve Orta Çin'deki çeşitli yerlerden edindiğim bütün bilgiler, kira indiriminden sonra köylülerin üretime karşı daha büyük ilgi duyduklarını ve burada bizim emek değişim ekiplerimiz gibi karşılıklı yardımlaşma grupları örgütlemeye istekli olduklarını gösteriyor. Bu ekiplerde şimdi üç kişi eskiden dört kişinin yaptığı işi yapabiliyor. Durum böyle olunca, 90 milyon kişi 120 milyon kişinin yaptığı işi yapabilir. Ayrıca, iki kişinin eskiden üç kişinin yaptığı işi yapması, gibi durumlar da vardır. Hızlı sonuç peşinde koşmaları yüzünden kendilerini, başarısızlığa mahkûm eden zorlama ve hotzotçuluk yerine, iyi örnekler göstererek insanları sabırla ikna etme siyaseti benimsersek, köylülerin büyük çoğunluğunun önümüzdeki birkaç yıl içinde tarımsal üretim ve el sanatları üretiminde karşılıklı yardımlaşma grupları biçiminde örgütlenmeleri mümkün olacaktır. Bu üretim grupları bir kez yerleşti mi, sadece üretim artmakla ve her çeşit yenilik ortaya çıkmakla kalmayacak, aynı zamanda siyasal ilerleme, daha yüksek bir eğitim düzeyi, sağlık koşullarında gelişme, boş gezenlerin yeniden biçimlendirilmesi ve toplumsal geleneklerde bir değişiklik de sağlanacak ve çok geçmeden üretim usulleri de gelişecektir. Bütün bunlar gerçekleştiğinde bizim köy toplumumuz da, yeni temeller üzerinde yavaş yavaş yeniden inşa edilecektir.
Eğer kadrolarımız bu çalışma alanını dikkatle inceler ve köylük bölgelerdeki halkın üretim kampanyalarını geliştirmesine çok gayretli bir şekilde yardımcı olurlarsa, birkaç yıl içinde köylük bölgelerde bol tahıla ve öbür ihtiyaç maddelerine sahip oluruz ve sadece savaşı sürdürebilmekle ve ürün yetersizliklerinin üstesinden gelmekle kalmaz, aynı zamanda ilerde kullanılmak üzere büyük bir tahıl ve başka ihtiyaç maddeleri stoku da elde edebiliriz.
Köylülerin yanı sıra askeri birlikleri, hükümeti ve öbür örgütleri de üretim için örgütlemeliyiz.
Düşmanın sürekli tahribatına uğrayan ve uzun süreli bir savaş veren köylük bölgelerde bulunduğumuzdan, askeri birliklerin, hükümet ve öbür örgütlerin üretime katılması zorunludur. Ve onların bunu yapması mümkündür, çünkü gerilla savaşı geniş bir alana yayılmıştır. [sayfa 196] Bunun yanı sıra, Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgemizdeki askerler ve hükümet görevlileri, toplam nüfusa oranla çok kalabalıktırlar ve kendileri üretime katılmazlarsa aç kalacaklardır. Öte yandan, halktan çok fazla şey alınırsa ve yük onlar için taşınamayacak kadar ağır olursa, halk da aç kalacaktır. Büyük çapta bir üretim kampanyasına girişme kararına varmamızın nedenleri bunlardır. Söz gelimi Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi'ni ele alalım. Ordu birliklerinin, hükümet ve tüm örgütlerin yıllık ihtiyaçları toplam 260 bin tan (burada 1 tan 300 çin'e eşittir) kabuklu tahıl (akdarı)dır. Bunun 160 bin tan'ını halktan almakta, geri kalanını kendileri üretmektedirler. Eğer kendileri de üretim yapmasalardı, ya kendileri ya da halk aç kalacaktı. Üretim kampanyalarımız sayesinde, açlıktan kurtulduk ve aslında askerler ve halk oldukça iyi besleniyor.
Tahıl, giyecek ve yatak-yorgan dışında, Sınır Bölgesi'nde hükümet ve öbür örgütler ihtiyaçlarının büyük bir kısmını kendileri karşılıyorlar, bazı birlikler de bütünüyle kendine yeterli durumdadırlar. Birliklerin birçoğu tahıl, giyecek ve yatak-yorgan bakımından bile kısmen kendine yeterli durumdadır.
Sınır Bölgesi'ndeki askeri birliklerin basanları daha da büyüktür. Birçoğu, tahıl, giyecek, yatak-yorgan ve temel ihtiyaç maddeleri bakımından bütünüyle kendine yeterli durumdadır, yani yüzde 100 kendilerine yeterlidirler ve hükümetten hiçbir şey almamaktadırlar. Bu en yüksek standarttır, ulaşılan en üst düzeydir ve birkaç yıllık bir dönem içinde yavaş yavaş gerçekleştirilmiştir.
Bu standart, savaşmanın zorunlu olduğu cephede ölçü olamaz. Buralarda ikinci, üçüncü bir standart saptanabilir, ikinci standart, hükümet tarafından sağlanan tahıl, giyecek ve yatak-yorgan dışında şu konularda üretim yoluyla kendine yeterli hale gelinmesini gerektirmektedir: Yemeklik yağ (adam başına günde yarım liang), tuz (adam başına günde yarım liang), sebze (adam başına günde 1-1,5 çin) ve et (adam başına ayda 1-2 çin): yakıt, büro malzemesi ve çeşitli maddeler satın alımı; eğitim ve sağlık için ödenek; silah temizliği ve tütün, ayakkabı, çorap, eldiven, havlu, diş fırçası vb. haklan için harcamalar. Bunlar, toplam harcamanın yüzde 50'si kadardır. Bu standarda yavaş yavaş iki-üç yılda ulaşılabilir. Bazı yerlerde buna şimdiden [sayfa 197] ulaşılmıştır. Bu standart istikrarlı üs bölgelerinde de ölçü olarak alınabilir.
Üçüncü Standart, yüzde 50 kendine yeterliliğin sağlanamadığı, ihtiyaçların ancak yüzde 15-25'inin karşılanabildiği uzak bölgeler ve gerilla bölgeleri için geçerlidir. Oralarda bu standarda ulaşmak yeterlidir.
Kısacası, olağanüstü koşullarda bulunanlar dışında bütün ordu birlikleri, hükümet ve öteki örgütler, savaş, talim ve çalışma arasında kalan sürelerde üretimle uğraşmalıdır. Bu süreleri topluca üretimde bulunmak için kullanmanın yanı sıra, mensuplarından bazılarını özellikle üretim için örgütlemeli, onlara çiftlikler, sebze bahçeleri, meralar, atölyeler, küçük fabrikalar, ulaşım ekipleri ve kooperatifler işletme ya da köylülerle ortaklaşa tahıl ve sebze yetiştirme görevi vermelidir. Bugünkü koşullarımızda, her örgüt ya da her askeri birlik güçlüklerin üstesinden gelmek için kendi "iç ekonomisi"ni kurmalıdır. Bunu yapmakta isteksizlik, boş gezenlerin işidir ve utanç verici bir tutumdur. Üretimi teşvik etmek için bir bireysel prim sistemi kurmalıyız. Çalışmanın niteliğine göre kademelendirilecek primler bu çalışmaya doğrudan katılan herkese dağıtılmalıdır. Ayrıca, çalışmayı ilerletmenin etkili bir yolu olarak, her örgütün başı sorumluluğu üstlenmeli, çalışmaya bizzat katılmalı ve önder grubu kitlelerle, genel çağrıyı özel ve somut rehberlikle birleştirme yöntemini uygulamalıdır. Bazı kimseler askeri birliklerin üretime katıldıkları takdirde ne savaşabileceklerini ne de talim yapabileceklerini, aynı şekilde hükümetin ve öbür örgütlerin de üretime katıldıkları takdirde kendi işlerini göremeyeceklerini ileri sürüyorlar. Bu iddia yanlıştır. Son yıllarda Sinir Bölgesi'nde birliklerimiz kendilerine bol yiyecek ve giyecek sağlamak için büyük bir üretim faaliyetine, girişirken, aynı zamanda askeri eğitimlerini, siyasal incelemelerini ve genel öğrenimlerini de eskisinden daha büyük bir başarıyla yürüttüler: böylece ordu içindeki birlik ve ordu ile halk arasındaki birlik daha da kuvvetlendi. Geçen yıl cephede geniş çapla bir üretim kampanyası yürütülürken, savaşta büyük başarılar kazanıldı ve bunun yanı sıra yaygın bir talim kampanyası başlatıldı. Üretim faaliyeti sayesinde hükümet ve öbür örgütlerin personeli daha iyi yaşam koşullarına kavuştu, [sayfa 198] işlerine daha sıkı sarıldı ve verimlilik arttı. Bu hem Sınır Bölgesi'nde, hem de cephede böyle olmuştur.
Böylece, köylük bölgelerdeki gerilla savaşı çerçevesinde kendine yeterli hale gelmek için üretime girişen askeri birliklerin, hükümet ve öbür örgütlerin daha büyük bir enerji ve canlılıkla savaştıkları, talim yaptıkları ve çalıştıkları; disiplinlerini sağlamlaştırdıkları; hem kendi içlerinde hem de sivil halkla birliklerini geliştirdikleri görülmektedir. Kendine yeterli olmak için üretim, ülkemizin uzun süreli gerilla savaşının bir sonucudur ve bizim bir zaferimizdir. Bir defa bunda ustalaşırsak, hiçbir maddi güçlük bizi yıldıramaz. Canlılığımız ve enerjimiz yıldan yıla artacak ve her muharebede daha güçlü hale geleceğiz. Düşmanı yerle bir edeceğiz ve onun bizi yerle bir etmesinden korkmayacağız.
Burada, cephedeki yoldaşlarımızın dikkatinin çekilmesi gereken bir başka nokta var. Son zamanlarda kurulan bazı üs bölgelerimiz maddi kaynaklar bakımından oldukça zengindir ve buna güvenerek kadrolar tutumlu olma ya da üretime girişmede isteksizdir. Bu, çok kötü bir şeydir ve ileride bunun acısını çekerler. Nerede olursak olalım, insan gücümüzü ve maddi kaynaklarımızı değerlendirmeli, sadece bugünü düşünüp har vurup harman savurmamalıyız. Nerede olursak olalım, çalışmamızın daha ilk yılından itibaren önümüzdeki uzun yılları, sürdürülmesi gereken uzun süreli savaşı, karşı-taarruzu ve düşmanın kovulmasından sonraki yeniden inşa çalışmalarını aklımızdan çıkarmamalıyız. Bir yandan, har vurup harman savurmaktan kaçınmalı, öte yandan üretimi faal bir şekilde artırmalıyız. Geçmişte bazı bölgeler, uzun vadeli düşünmemelerini, insan gücünü ve maddi kaynakları tutumlu bir şekilde kullanmamalarını ve üretimi geliştirmeyi ihmal etmelerini çok pahalı ödediler. Bundan alınacak ders ortadadır, buna dikkat edilmelidir.
Sanayi ürünleri bakımından, Şensi-Kansu-Ningsia Sınır Bölgesi, iki yıl içinde pamuk, pamuk ipliği, pamuklu kumaş, demir, kâğıt ve başka birçok bakımdan bütünüyle kendine yeterli hale gelmeye karar vermiştir. Burada üretilmeyen ya da sadece az miktarda üretilen her şeyi üretmeli ve yetiştirmeli ve asla dışarıya bel bağlamamalıyız. Bu görev bütünüyle, devlet, özel ve kooperatif işletmeleri tarafından gerçekleştirilmelidir. [sayfa 199] Bütün bu mallarda sadece nicelik değil, aynı zamanda nitelik de talep ediyoruz, yani bunlar yıpranmaya karşı dayanıklı olmalıdırlar. Sınır Bölgesi Hükümeti, Sekizinci Yol Ordusu'nun Ortak Savunma Karargâhı ve Parti Merkez Komitesinin Kuzeybatı Bürosu, bu meselelere büyük dikkat göstermekte kesinlikle haklıdır. Aynı şeyin, cephenin her yerinde de yapılacağını umuyorum. Bu, birçok yerde şimdiden yapılıyor, onlara başarılar dilerim.
Sınır Bölgemizde ve öbür Kurtarılmış Bölgelerimizde, ekonomik çalışmanın her dalını öğrenmemiz daha iki-üç yıl alacak. Kendi tahılımızın bütününü ya da büyük bir kısmını yetiştirdiğimiz, mallarımızın bütününü ya da büyük bir kısmını imal ettiğimiz ve böylece bütünüyle ya da esas olarak kendine yeterli hale geldiğimiz ve hatta bir miktar üretim fazlası sağladığımız gün, aynı zamanda köylük bölgelerdeki ekonomik çalışmanın her dalında ustalaşmış olacağız. Şehirleri düşmandan temizledikten sonra, ekonomik çalışmanın yeni dallarına da girişebileceğiz. Bütün gücümüzü ortaya koymalı ve öğrenmeliyiz: çünkü Çin, yeniden inşası için bize güvenmektedir. [sayfa 200]
GERİLLA BÖLGELERİNDE DE ÜRETİM MÜMKÜNDÜR[20*]
31 Ocak 1945
Düşman hatları gerisindeki Kurtarılmış Bölgelerin nispeten istikrarlı üslerinde ordu ve halk içinde üretim kampanyalarının sürdürülebileceği ve sürdürülmesi gerektiği artık kabul edilmiştir ve bu konuda hiçbir kuşku yoktur. Fakat bunların gerilla bölgelerinde ve düşman hatlarının gerisindeki en uzak bölgelerde de yürütülüp yürütülemeyeceği, yeterince kanıt olmadığı için, pek çok insanın kafasında henüz açıklığa kavuşmamıştır.
Fakat şimdi elimizde kanıt var. 1944'te birçok gerilla bölgesinde üretim faaliyeti önemli ölçüde sürdürülmüş ve 28 Ocak tarihli Kurtuluş Gazetesi'nde yayımlanan Çang Pingkay yoldaşın Şansi-Çahar-Hebey Sınır bölgesindeki gerilla birimlerinin üretim kampanyası hakkındaki raporunda belirtildiği gibi fevkalade sonuçlar alınmıştır. Çang yoldaşın raporunda sayılan bölgeler ve birlikler şunlardı: Orta Hebey'de altıncı alt bölge, ikinci alt bölgenin dördüncü ilçe bölüğü, dördüncü alt bölgenin sekizinci ilçe bölüğü, Suşuy-Tingsien müfrezesi, Paoting-Mançeng müfrezesi ve Yunpiao müfrezesi ve Şansi'de Taysien ve Kuosien illerindeki birlikler. Bu bölgelerdeki koşullar son derece elverişsizdir:
Bölge, düşmanın ve kuklalarının müstahkem mevkileri koruganlarıyla doludur ve siperler, duvarlar ve yollarla boydan boya dilimlenmiştir: askeri üstünlüğünden ve ulaşım olanaklarından yararlanan düşman, bize karşı sık sık ani hücumlara, kuşatmalara ve "temizlik" harekâtlarına girişmektedir. Bu koşullar [sayfa 201] altında gerilla birliklerimiz, bir gün içinde mevzilerini birkaç kez değiştirmek zorunda kalmaktadırlar.
Bununla birlikte, gerilla birlikleri çatışmalar arasındaki sürelerde üretimi sürdürmeyi başarmışlardır. Sonuçlar şöyledir
Şimdi herkes daha iyi besleniyor: Herkes günde yarım liang yemeklik yağ ve tuz ile bir çin sebze, ayda bir buçuk çin et alıyor. Bundan başka, yıllardır bulunmayan diş fırçaları, diş macunları ve alfabe bulunabiliyor.
Alın bakalım! Gerilla bölgelerinde üretimin mümkün olmadığını kim söyleyebilir?
Birçok kişi, nüfusun yoğun olduğu bölgelerde boş arazi olmadığını iddia ediyor. Gerçekten hiç boş arazi yok mu? Lütfen tekrar Şansi-Çahar-Hebey sınır bölgesine bakın:
Önce, toprak meselesi esas dikkati tarıma verme siyasetine uygun olarak çözülmüştür. Dokuz yöntem kullanmaktadırlar: 1. Düşmanın abluka amacıyla kullandığı duvarları yıkmak ve hendekleri doldurmak: 2. Düşmanın kullanabileceği otomobil yollarını tahrip etmek ve bunların üzerine tahıl ekmek; 3. Küçük boş toprak parçalarından yararlanmak; 4. Mehtaplı gecelerde düşmana aldırmadan koruganların çevresindeki tarlalara ekin ekilirken, silahlı koruma sağlayarak halk milisine yardımcı olmak: 5. Tarlaları, işgücü sıkıntısı çeken köylülerle ortaklaşa sürmek; 6. Köylü gibi giyinmiş askerleri kullanarak düşmanın müstahkem mevzileri ve koruganları çevresindeki tarlaları oldukça açık bir şekilde sürmek; 7. Set örüp, kumu temizleyip, nehir kıyılarını tarla haline getirerek buralardan yararlanmak; 8. Kurak topraklanıl sulanabilir hale getiril meşin de köylülere yardım etmek ve 9. Faaliyet gösterilen her köyde tarım işlerine yardım etmek.
Ama tarım mümkün olsa bile, el sanatları ve öbür üretim faaliyetleri [sayfa 202] belki de hâlâ imkânsızdır? Gerçekten durum bu mu? Lütfen Şansi-Çahar-Hebey sınır bölgesine bir bakın:
Düşmanın abluka hatları, ya da abluka siperleri çevresindeki birlikler, üretim faaliyetlerimi sadece tarıma hasretmiyorlar, aynı zamanda, istikrarlı üs bölgelerindeki gibi, el sanatlarını ve ulaşımı da geliştiriyorlar. Dördüncü ilçe bölüğü bir keçe şapka atölyesi, bir yağhane ve bir un değirmeni kurmuştur ve yedi ayda yerel parayla yarım milyon yuan kâr elde etmiştir. Kendi güçlüklerini halletmekle kalmamışlardır, gerilla bölgesindeki halkın ihtiyaçlarını da karşılamaktadırlar. Askerler kendi yün kazak ve çoraplarını artık kendileri temin edebilmektedirler.
Gerilla bölgelerinde askeri harekâtlar sık olduğundan, askerlerin üretimle uğraşmaları belki çarpışmaları etkiliyordur? Bu gerçekten böyle mi? Lütfen Şansi-Çahar-Hebey Sınır Bölgesi'ne bakın:
İşgücünü silahlı güçle birleştirme ilkesini uygulayarak üretim ve savaşma görevlerine eşit önem veriyorlar.
Ve
Örneğin, ikinci alt bölgenin dördüncü ilçe bölüğünü ele alalım. İlkbaharda çift sürmeye başladıklarında, düşmana saldırmak üzere özel bir müfreze gönderdiler ve aynı zamanda güçlü bir siyasal taarruza giriştiler. İşte tam da bu yüzden askeri alanda da daha büyük bir faaliyet başladı ve birliklerin savaşma gücü arttı. Şubat'tan Eylül başına kadar bu küçük müfreze, 71 çarpışmaya katıldı, Çutungşeh, Şangçuang, Yehçuang, Fengçiaçay ve Yaytu müstahkem mevzilerini ele geçirdi, düşmana ve kukla birliklere 165 kayıp verdirdi. 91 kukla asker esir aldı, 3 hafif makineli tüfek, 101 tüfek ve tabanca ele geçirdi.
Ve
Askeri faaliyeti, yaygın üretim için propagandayla birlikte yürüterek derhal şu sloganla bir siyasal taarruza giriştiler: "Büyük [sayfa 203] üretim atılımını baltalamaya çalışan herkesi ezin!" Taysien ve Kuosien il merkezlerinde düşman, orada oturanlara "Son zamanlarda Sekizinci Yol Ordusu neden bu kadar çetin bir hale geldi?" diye sordu. Onlar da şöyle yanıtladılar: "Çünkü siz sınır bölgesindeki büyük üretim atılımını baltalamaya çalışıyorsunuz." Kukla askerler birbirlerine şöyle diyorlardı: "Bu büyük üretim hamlesini sürdürürlerken dışarı çıkmasak daha iyi olur."
Gerilla bölgelerindeki halkın da bir üretim kampanyasına girişmesini sağlamak mümkün müdür? Kiraların belki henüz azal-tılmadığı ya da kira indiriminin tam olarak gerçekleştirilmediği böyle bölgelerde köylüler üretimi artırmaya ilgi duyarlar mı? Buna Şansi-Çahar-Hebey Sınır Bölgesi'nde olumlu yanıt verilmektedir.
Üstelik düşmanın abluka hatları ya da abluka siperleri çevresindeki birlikler, üretim kampanyasını yayarak oradaki halka, doğrudan yardım etmektedirler. Bir yandan, üretimle uğraşan kitleleri silahla korurken, öte yandan emekleriyle büyük ölçüde yardımda bulunuyorlar. Bazı birlikler, kendi insan güçlerinin yüzde 50'ini sıkışık tarım mevsimlerinde kitlelere ücretsiz yardım olarak vermeyi kural haline getirdiler. Böylece kitlelerin üretim yapma istekleri çok arttı, orduyla halk arasındaki ilişkiler daha uyumlu hale geldi ve kitleler yeterli yiyeceğe sahip oldular. Dolayısıyla gerilla bölgelerinde kitlelerin Komünist Partisi'ne ve Sekizinci Yol Ordusu'na karşı sevgi ve destekleri arttı.
Gerilla bölgelerinde ordu ve halkın büyük çapta üretim kampanyaları sürdürüp sürdüremeyeceği, ya da bunun gerekli olup olmadığı konusundaki bütün kuşkular böylece cevaplandırılmış olmaktadır. Biz, Kurtarılmış Bölgelerdeki, özellikle gerilla bölgelerindeki bütün Parti, hükümet ve ordu kadrolarından,-bu noktayı iyice kavramalarını istiyoruz. Çünkü bir kez bunun "mümkün" ve "gerekli" olduğu anlaşılırsa, üretim her yerde yoluna girecektir. Özellikle bu bakımdan işe ilk olarak Şansi-Çahar-Hebey Sınır Bölgesi'nden başlanmıştır: [sayfa 204]
Düşmanın abluka hatlarının ya da abluka siperlerinin çevresindeki birlikler, üretim kampanyasında üretim planlanın saptandığı şekilde sadece beş ay gibi kısa bir sürede gerçekleştirmekle kalmadılar, üstelik bir dizi pratik yenilikler de getirdiler. Bunun nedeni, kadroların düşünüşlerini yeniden yönlendirmeleri, üretime ve işgücünü silahlı güçle birleştirmeye ciddi bir şekilde dikkat göstermeleri, kitleler içinden emek kahramanları ve örnek işçiler (kabataslak bir hesaba göre altmış altı emek kahramanı ve örnek işçi) çıkarmalarıdır.
1945'te, Kurtarılmış Bölgeler herkesin ortak çabalarıyla şimdiye kadarkilerin hepsinden daha büyük bir askeri ve sivil üretim kampanyası yürütmelidir. Gelecek kış bütün bölgelerin başarılarını karşılaştıracağız.
Savaş sadece askeri ve siyasal bir boy ölçüşme değil, aynı zamanda ekonomik bir boy ölçüşmedir. Japon saldırganlarını yenmek için, bütün görevlere ek olarak kendimizi ekonomik çalışmaya da uydurmalı ve iki-üç yıl içinde bunda ustalaşmalıyız. Bu yıl, yani 1945'te bugüne kadarkilerden daha büyük sonuçlar elde etmeliyiz. Çin Komünist Partisi Merkez Komitesinin bütün Kurtarılmış Bölgelerdeki kadrolarımızdan ve bütün halktan sabırsızlıkla beklediği budur ve bu hedefe ulaşılacağını umuyoruz. [sayfa 205]