Mao Zedung
Seçme Eserler
Cilt: I-II
MİLLİ BİRLEŞİK CEPHE
Durumu böylece hem devrim, hem de karşı-devrim açısından inceledikten sonra Partinin taktik görevlerini saptamak zor olmayacaktır.
Partinin temel taktik görevi nedir? Temel görev geniş bir devrimci millî birleşik cephe kurmaktan başka bir şey değildir.
Devrimci durum değiştikçe, devrimci taktikler ve önderlik [sayfa 207] yöntemleri de buna uygun olarak değişmelidir. Japon emperyalistlerinin, işbirlikçilerinin ve hainlerin görevi Çin'i bir sömürge haline getirmek; bizim görevimiz ise Çin'i toprak bütünlüğüne sahip özgür ve bağımsız bir ülke yapmaktır.
Çin'e bağımsızlığını ve özgürlüğünü kazandırmak, büyük bir görevdir. Bu görev yabancı emperyalizme ve ülke içindeki karşı-devrimci güçlere karşı savaşmamızı gerektirir. Japon emperyalizmi, zorbalıkla Çin'in içlerine kadar girmeye kararlıdır. Bunun yanı sıra büyük toprakağası ve komprador sınıflarının ülke içindeki karşı-devrimci güçleri de, hâlâ halkın devrimci güçlerinden daha kuvvetlidir. Japon emperyalizminin ve Çin'deki karşı-devrimci güçlerin yıkılması akşamdan sabaha gerçekleştirilebilecek bir şey değildir ve bu amaç için uzun bir süre ayırmamız gerekmektedir. Gene bu amaç küçük kuvvetlerle gerçekleştirilemeyeceğinden büyük kuvvetler toplamamız gerekmektedir. Bütün dünyada olduğu gibi Çin'de de karşı-devrimci güçler geçmişe oranla zayıf, devrimci güçler ise kuvvetlidir. Sorunun bir yanını yansıtan bu değerlendirme doğrudur. Ancak Çin'deki ve bütün dünyadaki karşı-devrimci güçlerin şu an için devrimci güçlerden daha kuvvetli olduğunu da belirtmek gerekir. Sorunun diğer yanını yansıtan bu değerlendirme de doğrudur. Çin'in eşit olmayan siyasi ve iktisadî gelişmesi, devrimin de eşit olmayan bir şekilde gelişmesine yol açmaktadır. Kural olarak devrim, önce karşı-devrimci güçlerin görece zayıf olduğu yerlerde başlar, gelişir ve zafere ulaşır; buna karşılık onların güçlü olduğu yerlerde ya daha hiç başlamamıştır ya da pek ağır gelişir. Çin devrimi için durum, uzun zamandan beri böyle olmuştur. İlerde, belirli aşamalarda genel devrimci durumun daha da gelişeceği fakat eşit olmayan durumunu koruyacağı şimdiden söylenebilir. Bu eşitsiz durumun genel bir eşitliğe dönüştürülmesi, çok uzun bir süreyi, çok büyük çabaları ve Partinin doğru bir çizgi uygulamasını gerektirecektir. Sovyetler Birliği Komünist Partisinin önderlik ettiği devrimci savaşın[144] zafere ulaşmasının üç yıl aldığını [sayfa 208] düşünecek olursak, Çin Komünist Partisinin önderlik ettiği ve zaten uzun süreli olan savaş için, yerli ve yabancı karşı-devrimci güçleri kesin olarak ve tamamen bertaraf edebilmesi için gerekli olan daha uzun bir zaman ayırmaya hazır olmamız gerekir. Evvelce gösterilen sabırsızlık, bizi hiç bir yere götürmez. Ayrıca sağlam devrimci taktikler de, bulunup geliştirilmelidir; dar kalıplar içine sıkışıp kalırsak, hiç bir zaman büyük şeyler başaramayız. Bu demek değildir ki, Çin'de işler ağır ağır yapılmalıdır. Aksine atılgan bir şekilde yapılmalıdır. Çünkü milletçe köleleşmemiz tehlikesi bir an olsun gevşememize izin vermez. Bundan sonra devrimin eskisinden çok daha hızlı bir şekilde gelişeceği kesindir. Çünkü gerek Çin, gerekse dünya, yeni bir savaş ve devrim dönemine yaklaşıyor. Bütün bunlardan dolayı Çin'in devrimci savaşı, uzun süreli bir savaş olacaktır. Bu, emperyalizmin gücünün ve devrimin eşit olmayan gelişmesinin doğurduğu bir sonuçtur. Biz bugünkü durumda, milli devrimde yeni bir yükselişin yakın olduğunu ve Çin'in ülke çapında yeni bir büyük devrimin eşiğinde bulunduğunu söylüyoruz. Bu, bugünkü devrimci durumun özelliklerinden biridir. Bu bir gerçektir ve sorunun bir yönüdür. Ancak şunu da söylemeliyiz ki, emperyalizm hâlâ ciddiyetle hesaba katılması gereken bir güçtür, devrimci güçlerin gelişmesindeki eşitsizlik ciddi bir zaaftır ve düşmanlarımı-yenilgiye uğratabilmek için uzun süreli bir savaşa hazırlıklı olmamız gerekmektedir. Bu da bugünkü devrimci durumun diğer bir özelliğidir. Bu da bir gerçektir ve sorunun başka bir yönünü yansıtmaktadır. Her iki özellik, her iki gerçek bize taktiklerimizi gözden geçirmemiz ve kuvvetlerinizi mevzilendirme ve mücadeleyi sürdürme yöntemlerimizi yeni duruma uygun olarak değiştirmemiz gerektiğini öğretiyor ve bizi bunu yapmaya zorluyor. Bugünkü durum cesaretle her türlü kapalı-kapıcılıktan arınmamızı, geniş bir birleşik cephe kurmamızı ve maceracılığa karşı uyanık olmamızı gerektiriyor. Zamanı gelmedikçe ve yeterli gücünüz olmadıkça kesin sonuçlu muharebelere girişmekten kaçınmalıyız. [sayfa 209]
Burada, maceracılığın kapalı-kapıcılıkla olan ilişkisi, ya da olaylar daha da geliştiği zaman maceracılığın doğuracağı muhtemel tehlikeler üzerinde durmayacağım. Bunu ileride ele alabiliriz. Şu an için, birleşik cephe taktiğiyle kapalı-kapı taktiğinin birbirine taban tabana karşıt olduğunu açıklamakla yetineceğim.
Birleşik cephe taktiği, düşmanı kuşatmak ve yok etmek amacıyla büyük kuvvetleri seferber etmeyi gerektirir.
Kapalı-kapıcılık ise büyük bir düşmana karşı tek başına umutsuzca savaşmak anlamına gelir.
Birleşik cephe taktiğinin savunucuları, eğer geniş bir devrimci milli birleşik cephe kurma olasılığının doğru bir değerlendirmesini yapacaksak, Japon emperyalizminin Çin'i bir sömürge haline getirmek çabalan sonucunda Çin'deki devrimci ve karşı-devrimci güçlerin mevzilenmesinde ortaya çıkabilecek değişikliklerin de doğru bir değerlendirmesini yapmamız gerektiğini söylüyorlar. Japon ve Çin karşı-devrimci güçlerinin ve Çin'in devrimci güçlerinin kuvvetli ve zayıf noktalarının doğru bir değerlendirmesini yapmadan geniş bir devrimci millî birleşik cephe örgütleme gereğini tam olarak kavrayanlayız; kapalı-kapıcılığı yıkmak yolunda kararlı adımlar atamayız; milyonlarca halkı ve devrime yakınlık duyabilecek bütün orduları baş hedefimize, yani Japon emperyalizmi ve onların uşakları olan Çinli hainlere vurabilmek amacıyla örgütleyip seferber etmede birleşik cepheyi bir araç olarak kullanamayız; ve bu taktik silahı, önümüzde duran baş hedefe vurmak için kullanamaz, bunun yerine silahlarımızı çeşitli hedeflere doğrulturuz. Öyle ki, kurşunlarımız baş düşmanı vuracağı yerde ikinci dereceden düşmanlarımızı ve hatta müttefiklerimizi vurur. Bu da baş düşmana vuramamak ve cephane israf etmek anlamına gelir. Onu kıstırıp tecrit edememek anlamına gelir. Bu, düşman kampında ve düşman cephesinde zorla bulunan herkesi ve bugün düşman olduğumuz ancak yarın dostumuz olabilecek kimseleri kendi saflarımıza çekememek anlamına da gelir. Bu aslında, düşmana yardım etmek, devrimi dizginlemek, tecrit etmek ve [sayfa 210] dar boğaza sokmak ve devrimin gerilemesine hatta yenilmesine yol açmak demektir.
Kapalı-kapı taktiğinin savunucuları ise bütün bu görüşlerin yanlış olduğunu söylüyorlar. Devrimin güçleri saf, mutlak ölçüde saf, devrimin yolu düz, dümdüz olmalıdır. Kutsal kitapta yazılı olanların dışında hiç bir şey doğru delildir. Millî burjuvazi bir bütün olarak ve sonuna kadar karşı-devrimcidir. Zengin köylülere bir karış toprak bile bırakılmamalıdır. Sarı sendikalarla amansızca mücadele edilmelidir. Cay Tingkay'ın elini sıktığımız anda kendisinin bir karşı-devrimci olduğunu da söylememiz gerekir. Balık sevmeyen bir kedi olamayacağı gibi, karşı-devrimci olmayan bir savaşağası da olamaz. Aydınlar, saflara alınması tehlikeli olan kaypak unsurlardır. Bunlardan çıkan sonuç kapalı-kapıcılığın harikalar yaratan biricik sihirli şey olmasına karşılık, birleşik cephenin oportünist bir taktik olduğudur.
Yoldaşlar, hangisi doğrudur? Birleşik cephe mi, yoksa kapalı-kapıcılık mı? Marksizm-Leninizm hangisini onaylar? Hiç tereddütsüz söylüyorum ki, birleşik cepheyi onaylar, kapalı-kapıcılığı değil. Üç yaşında olanlar pek çok doğru fikre sahiptirler fakat onlara ciddi ülke sorunları ya da dünya sorunları emanet edilemez. Çünkü henüz bunları kavrayamazlar. Marksizm-Leninizm, devrimci saflarda bulunan "çocukluk hastalığı"na karşıdır. Bu çocukluk hastalığı, kapalı-kapıcılığın inatçı bayraktarlarının savundukları şeyin ta kendisidir. Dünyadaki her faaliyet gibi devrim de düz değil, daima dolambaçlı bir yol izler. Dünyada her şeyin değişmesi gibi, devrimci ve karşı-devrimci kamplardaki güçlerin mevzilenişi de değişebilir. Partinin geniş bir birleşik cephe şeklindeki yeni taktiği, Japon emperyalizminin Çin'i bir sömürge haline getirmeye kararlı olması ve Çin'in devrimci güçlerinin hâlâ ciddi zaafları bulunması gibi iki temel gerçeğe dayanmaktadır. Karşı-devrimin güçlerine karşı saldırıya geçebilmek için bugün devrimci güçlerin yapması gereken şey, milyonlarca ve milyonlarca kitleyi örgütlemek ve muazzam bir devrimci orduyu seferber etmektir. [sayfa 211] Ancak böylesine büyük bir kuvvetin Japon emperyalistlerini, hainleri ve işbirlikçileri ezebileceği su götürmez bir gerçektir. Bundan dolayı, cephe taktiği biricik Marksist-Leninist taktiktir. Kapalı-kapıcılık taktiği ise aksine, kimseyle birleşmek istemeyen burnu havada bir beyzadenin uygulayacağı taktiktir. Kapalı-kapıcılık ancak "balıkları derin sulara, serçeleri de çalılıklara kaçırır" ve milyonlarca kitleyi, bu muazzam orduyu düşmanın saflarına iterek hiç kuşkusuz düşmanın övgüsünü kazanır. Pratikte kapalı-kapıcılık Japon emperyalistlerinin, hainlerin ve işbirlikçilerin sadık uşağıdır. Savunucularının "saflık" ve "dümdüzlük" konusundaki yaygaraları Marksist-Leninistlerce mahkûm edilecek, Japon emperyalistlerince ise övgüyle karşılanacaktır. Kesinlikle kapalı-kapıcılık istemiyoruz. İstediğimiz, Japon emperyalistlerinin, hainlerin ve işbirlikçilerin ölüm fermanı demek olan devrimci millî birleşik cephedir.
HALK CUMHURİYETİ[145]
Hükümetimiz, şimdiye kadar işçilerin, köylülerin ve şehir küçük burjuvazisinin ittifakına dayanmaktaydı; süneliden sonra ise millî-devrimde yer almak isteyen bütün diğer sınıflardan da üye alacak biçimde yemden düzenlenmelidir.
Şu sırada böyle bir hükümetin temel görevi, Çin'in Japon emperyalizmi tarafından ilhak edilmesine karşı durmak olmalıdır. Toprak devrimi ile değil, yalnızca millî devrimle ilgilenenleri ve hatta arzu ettikleri takdirde, Japon emperyalizmine ve uşaklarına karşı olmakla birlikte yakın bağları dolayısıyla Avrupa ve ABD emperyalistlerine karşı çıkmayanları da kapsayabilecek şekilde daha geniş bir temsil yeteneğine sahip olması gerekmektedir. Bunun için, ilke olarak, böyle bir hükümetin programı, Japon emperyalizmine ve uşaklarına karşı savaşmak temel görevine uygun olmalı ve biz de geçmişteki siyasetlerimizi buna uygun olarak [sayfa 212] değiştirmeliyiz.
Bugün devrimci tarafın en önemli özelliği, iyice çelikleşmiş bir. Komünist Partisine ve Kızıl Orduya sahip olmasıdır. Bu son derece önemlidir. Bunlar olmasaydı, ortaya çok büyük güçlükler çıkardı. Neden? Çünkü Çin'deki hainler ve işbirlikçiler kalabalık ve güçlüdürler ve birleşik cepheyi yıkmak için mümkün olan her çareye başvuracakları da kuşkusuzdur. Tehdit ve rüşvet yoluyla ve çeşitli gruplaşmalar arasında dolaplar çevirerek ayrılık tohumlan, ekecekler ve kendilerinden zayıf olup da onlardan ayrılmak ve Japonlara karşı savaşta bize katılmak isteyebilecek herkesi teker teker ezmek ve yok etmek için ordularını kullanacaklardır. Japon aleyhtarı hükümet ve ordu bu canalıcı unsura yani, Komünist Partisine ve Kızıl Orduya sahip olmasaydı, bütün bunlar kaçınılmaz olurdu. Devrimin 1927'de başarısızlığa uğramasının başlıca nedeni, o şıralar Komünist Partisinde egemen olan oportünist çizgi nedeniyle, kendi saflarımızı, yani işçi ve köylü hareketiyle Komünist Partisinin önderliğindeki silahlı kuvvetleri genişletmek için, çaba gösterilmemesi, .bunun yerine sadece geçici bir müttefike, Guomindang'a bel bağlanmasıydı. Sonuç olarak da emperyalizm, uşakları olan toprakağası ve komprador sınıflarına önce Çan Kayşek'i, daha sonra da Vang Gingvey'i ağlarına düşürme emrini verir vermez, devrim yenilgiye uğradı. O günlerde birleşik cephenin bir dayanağı, güçlü bir devrimci silahlı kuvveti bulunmuyordu ve dolayısıyla düşman kampına iltihaklar yoğunlaşınca Komünist Partisi tek başına dövüşmek zorunda kaldı ve emperyalistlerle Çinli karşı-devrimciler tarafından benimsenen, düşmanı teker teker yok etme taktiğini boşa çıkaramadı. Gerçi Ho Lung ve Ye Ting'in komutasındaki birlikler vardı ama bunlar henüz siyasi bakımdan sağlamlaşmamış ve Parti de bunlara önderlik etmede pek ustalaşmamış olduğundan, sonunda bunlar da yenildi. Kanımız pahasına çıkardığımız ders, devrimci güçlerden oluşan sağlam bir çekirdek olmadıkça, devrimin yenilgiye uğrayacağıydı. Bugün ise, durum oldukça farklıdır. Artık güçlü bir Komünist Partisine, güçlü bir Kızıl Orduya [sayfa 213] ve ayrıca Kızıl Ordunun üs bölgelerine sahip bulunuyoruz. Komünist Partisi ve Kızıl Ordu bugün olduğu gibi Japonya'ya karşı bir millî birleşik cephenin öncülüğünü yapmakla kalmayacak, ileride de kaçınılmaz olarak, Çin'in Japonya'ya karşı hükümetinin ve ordusunun güçlü dayanağı olacak ve Japon emperyalistleri ile Çan Kayşek' in bu birleşik cepheyi yıkma siyasetlerini boşa çıkarabilecektir. Bununla birlikte son derece uyanık olmalıyız; çünkü Japon emperyalistleri ile Çan Kayşek mutlaka her türlü tehdit, rüşvet ve çeşitli gruplar arasında manevralara girişme yollarına başvuracaklardır.
Japonya'ya karşı geniş milli birleşik cephenin her kesiminin Komünist Partisi ve Kızıl Ordu kadar sağlam olmasını elbette bekleyemeyiz. Bazı kötü unsurlar, olayların akışı içinde, düşmanın etkisiyle birleşik cepheyi terk edebilirler. Ancak böyle kimselerin kaybedilmesinden korkmamıza gerek yoktur. Düşmanın etkisiyle kötü unsurlar saflarımızdan ayrılırken, bizim etkimizle iyi insanlar saflarımıza katılacaklardır. Komünist Partisi ve Kızıl Ordu yaşayıp geliştikçe, millî birleşik cephe de yaşayacak ve gelişecektir. Komünist Partisi ve Kızıl Ordunun millî birleşik cephe içindeki önder rolü işte budur. Komünistler, artık siyasî bakımdan çocuk değildirler ve kendilerini koruyabilecek, müttefiklerle ilişkilerini düzenleyebilecek yetenektedirler. Japon emperyalistleri ile Çan Kayşek, devrimci' güçlere karşı manevralara girişirlerse, Komünist Partisi de karşı-devrimci güçlere karşı aynı şeyi yapabilir. Onlar, bizim saflarımızdaki kötü unsurları kendi yanlarına çekebilirlerse. biz de aynı şekilde onların "kötü unsurlarını" (bizim açımızdan iyi) kendi yanımıza çekebiliriz. Eğer biz onlardan daha çok sayıda unsuru kendi yanımıza çekebilirsek bu, düşman saflarını zayıflatacak, bizimkini ise güçlendirecektir. Kısacası, iki temel güç şimdi birbirleriyle mücadele içindedirler ve eşyanın tabiatı gereği bütün ara güçler her iki taraftan birinin yanında saf tutmak zorunda kalacaklardır. Japon emperyalistlerinin, Çin'i köleleştirme siyaseti ve Çan Kayşek'in Çin'e ihanet siyaseti kaçınılmaz olarak birçok [sayfa 214] kimseyi ister doğrudan Komünist Partisine ve Kızıl Orduya katılmak, isterse de bizimle bir birleşik cephe kurmak şeklinde olsun bizim tarafımıza geçmek zorunda bırakacaktır. Biz kapalı-kapı taktiklerini uygulamadığımız takdirde, bu gerçekleşecektir.
"İşçi ve Köylü Cumhuriyeti"nin yerine neden "Halk Cumhuriyeti"ni koyuyoruz
Hükümetimiz sadece işçi ve köylüleri değil, fakat bütün milleti temsil etmektedir. Bu anlam "işçi ve köylülerin demokratik cumhuriyeti" sloganımızın içinde zaten vardı; çünkü işçi ve köylüler nüfusun yüzde 80 ile 90'ını oluşturmaktadırlar. Partimizin 6. Millî Kongresinde kabul edilen On Maddelik Program[146] sadece işçi ve köylülerin değil, bütün milletin çıkarlarını kapsamaktaydı. Fakat şimdiki durum, sloganımızı değiştirmemizi ve onu halk cumhuriyeti haline getirmemizi gerektirmektedir. Bunun nedeni ise Japon işgalinin Çin'de sınıf ilişkilerini değiştirmiş bulunması ve artık yalnız küçük burjuvazinin değil millî burjuvazinin de Japonya'ya karşı mücadeleye katılması olanağının doğmuş bulunmasıdır.
Halk cumhuriyeti kesin olarak düşman sınıfların çıkarlarını temsil etmeyecektir. Aksine, emperyalizmin uşakları olan toprakağası ve komprador sınıflarının tam karşısında yer alacak ve onları halktan saymayacaktır. Aynı şekilde Çan Kayşek'in "Çin Cumhuriyeti Millî Hükümeti" de, "sıradan" halkı milletin bir parçası olarak kabul etmemekte ve onları değil, sadece en varlıklıları temsil etmektedir. Çin nüfusunun yüzde 80 ile 9O'ı işçi ve köylülerden meydana geldiğinden halk cumhuriyeti her şeyden önce onların çıkarlarını temsil etmelidir. Bununla birlikte halk cumhuriyeti, emperyalist tahakkümü yıkıp Çin'i özgür ve bağımsız bir ülke haline getirmekle ve toprakağalığının tahakkümünü yıkıp Çin'i yarı-feodallikten kurtarmakla sadece işçi ve köylülere değil, diğer halk kesimlerine de yarar sağlayacaktır. İşçilerin, köylülerin ve halkın geri kalan kısmının çıkarlarının toplamı, bütün Çin milletinin çıkarlarını meydana getirir. Komprador ve toprakağası sınıfları da [sayfa 215] Çin toprağında yaşamaktadırlar, ancak milli çıkarlara hiç aldırmadıklarından onların çıkarları çoğunluğun çıkarları ile çatışır. Bizim kendimizi ayırdığımız ve çatıştığımız kimseler sadece bu küçük azınlıktır ve bu yüzden kendimizi bütün milletin temsilcileri olarak görmekte haklıyız.
Hiç kuşkusuz, işçi sınıfı ile millî burjuvazi arasında bir çıkar çatışması vardır. Millî devrimin öncüsü olan işçi sınıfının siyasî ve iktisadî haklan tanınmadıkça ve onun gücünü emperyalizme ve onların sadık uşakları olan hainlere karşı yöneltmesi sağlanmadıkça millî devrimi başarılı bir şekilde geliştirmemiz mümkün olmayacaktır. Ancak milli burjuvazi, emperyalizme karşı birleşik cepheye katıldığı takdirde işçi sınıfı ve milli burjuvazi, ortak çıkarlara sahip olacaktır. Burjuva-demokratik devrimi döneminde halk cumhuriyeti, emperyalist ve feodal mülkiyet dışındaki özel mülkiyeti kamulaştırmayacak ve millî burjuvazinin sanayi ve ticaret işletmelerine el koymak şöyle dursun, onların gelişmesini teşvik edecektir. Emperyalistleri ya da Çinli hainleri desteklemeyen bütün millî kapitalistleri koruyacağız. Demokratik devrim aşamasında emek ile sermaye arasındaki mücadelenin bir sının vardır. Halk cumhuriyetinin iş yasaları, işçilerin çıkarlarını koruyacak, ancak millî burjuvazinin kâr etmesini ve sanayi ve ticaret, işletmesini de önlemeyecektir. Çünkü böyle bir gelişme emperyalizmin zararına, Çin halkının ise yararınadır. Böylece açıktır ki, halk cumhuriyeti, emperyalizm ve feodal, güçlere karşı olan bütün tabakaların çıkarlarını temsil edecektir. Halk cumhuriyetinin hükümeti esas olarak işçilere ve köylülere dayanmakla birlikte emperyalizme ve feodal güçlere karşı olan diğer sınıfların temsilcilerine de yer verecektir. Peki ama bu gibi sınıfların temsilcilerinin halk cumhuriyeti hükümetine katılmalarına izin vermek tehlikeli değil midir? Hayır! İşçiler ve köylüler cumhuriyetin temel kitleleridirler. Şehir küçük burjuvazisine, aydınlara ve anti-emperyalist ve anti-feodal programı destekleyen diğer halk kesimlerine halk cumhuriyeti hükümetinde söz ve çalışma hakkını, seçme ve seçilme haklarını tanırken, temel kitleler [sayfa 216] olan işçi ve köylülerin çıkarlarının çiğnenmesine de izin vermemeliyiz. Programımızın esası onların çıkarlarının korunması olmalıdır. Bu hükümette onların (işçi ve köylülerin) temsilcilerinin çoğunlukta olması ve Komünist Partisinin de gerek bu hükümete önderlik etmesi, gerekse onun içinde çalışması, diğer sınıfların bu hükümete katılmasının her hangi bir tehlike doğurmamasını güvence altına alacaktır. Şimdiki aşamada Çin devriminin hâlâ bir proleter-sosyalist devrimi değil de, bir burjuva-demokratik devrimi niteliğini taşıdığı son derece açıktır. Sadece karşı-devrimci Troçkistler[147] Çin'in burjuva-demokratik devrimi aşamasını tamamladığı ve bundan sonraki herhangi bir devrimin ancak sosyalist nitelikte olabileceği gibi saçmalıklardan söz ediyorlar, 1924-1927 devrimi tamamlanamayan ve yenilgiye uğrayan bir burjuva-demokratik devrimiydi. 1927'den bu yana önderlik ettiğimiz toprak devrimi de, kapitalizme değil, emperyalizme ve feodalizme karşı yürütüldüğü için burjuva-demokratik nitelikte bir devrimdir. Devrimimizin bu niteliği oldukça uzun bir süre geçerliğini koruyacaktır.
Devrimin itici gücünü hâlâ esas olarak işçiler, köylüler ve şehir küçük-burjuvazisi meydana getirmektedir; fakat artık millî burjuvazi de bunlara katılabilir.
Devrimin niteliğinin değişmesi daha sonra olacaktır. İlerde demokratik devrim, kaçınılmaz olarak sosyalist devrime dönüşecektir. Bu dönüşümün ne zaman gerçekleşeceği ise gerekli koşulların varlığına bağlı olacaktır ve bu da bir hayli zaman alabilir. Sosyalist devrime geçiş için, gerekli bütün siyasi ve ekonomik koşullar gerçekleşinceye ve bu geçiş halkın çoğunluğunun aleyhine değil lehine oluncaya kadar acele etmemeliyiz. Bazı yoldaşların, demokratik devrim önemli eyaletlerde zafere ulaşır ulaşmaz sosyalist devrime geçişin başlayacağını ileri sürerken yaptıkları gibi bu konuda kuşkuya kapılmak ve geçişin kısa zamanda gerçekleşmesini beklemek hatalıdır. Bu yoldaşlar. Çin'in siyasi ve ekonomik bakımdan nasıl bir ülke olduğunu anlayamadıkları ve Rusya'ya oranla demokratik devrimini siyasî ve ekonomik bakımdan daha güç tamamlayacağını ve çok daha [sayfa 217] uzun bir süreye ve çabaya gerek duyacağını kavrayamadıkları için bu hataya düştüler.
ULUSLARARASI DESTEK
Nihayet, Çin devrimi ile dünya devrimi arasındaki ilişkilere de birkaç sözle değinmek gerekir.
Emperyalizm canavarı ortaya çıkalı beri, dünyadaki ilişkiler öylesine iç içe geçmiştir ki, bunları birbirinden ayırmak olanaksızdır. Biz Çinliler, düşmanla kanımızın son damlasına kadar çarpışacak bir ruha, kaybedilmiş topraklarımızı kendi gücümüzle yeniden ele geçirmek azmine ve milletler topluluğunda kendi ayaklarımız üzerinde durabilecek yeteneğe sahibiz. Fakat bu, uluslararası destekten vazgeçebileceğimiz anlamına gelmez. Hayır! Uluslararası destek bugün her milletin ya da ülkenin devrimci mücadelesi için gereklidir. "Bahar ve Güz Çağlarında haklı savaşlar yoktu"[148] diye eski bir deyiş vardır. Bu, günümüz emperyalizmi için daha da geçerlidir. Çünkü yalnız ezilen milletler ve ezilen sınıflar haklı savaşlar verebilirler. Dünyanın her yerinde, halkların kendilerini ezenlere karşı verdikleri savaşlar, haklı savaşlardır. Rusya'daki Şubat ve Ekim devrimleri, haklı savaşlardı. Birinci Dünya Savaşından sonra çeşitli Avrupa ülkelerindeki halkların devrimleri, haklı savaşlardı, Çin'de Afyon Savaşı[149], Tayping İlahi Krallığı Savaşı[150], Yi Ho Tuan Savaşı[151], 1911 Devrimci Savaşı[152], 1926-1927 Kuzey Seferi, 1927'den bugüne kadarki Toprak Devrimi Savaşı, şimdiki Japonya'ya Karşı Direnme Savaşı ve hainleri cezalandırma hareketi, hep haklı savaşlardır. Japonya'ya karşı ülke çapında bir direniş ve faşizme karşı dünya çapında bir mücadele dalgasının kabarmakta olduğu bugünlerde haklı savaşlar, Çin'de ve bütün dünyada yayılacaktır. Bütün haklı savaşlar birbirlerini destekler; haklı olmayan savaşların ise haklı savaşlara dönüştürülmeleri gerekir; Leninist çizgi budur.[153] Japonya'ya karşı savaşımız bütün dünya [sayfa 218] halklarının ve hepsinin üzerinde, Sovyetler Birliği halkının desteğine muhtaçtır; ve ortak bir davayı paylaştığımız için onların bu desteği bizden esirgemeyeceklerinden hiç kuşkumuz yoktur. Geçmişte Çin'in devrimci güçlerinin dünya devrimci güçleri ile olan ilişkisi Çan Kayşek tarafından geçici olarak kesilmişti ve bu anlamda yalnız bırakılmış durumdaydık. Şimdi ise durum değişmiştir ve bu değişiklik bizim lehimizedir. Bundan böyle de lehimize olmaya devam edecektir. Artık yalnız bırakılmamız mümkün değildir. Bu, Japonya'ya karşı savaşta zafer kazanılması ve Çin devriminin zaferi için gerekli bir koşulu sağlamaktadır. [sayfa 219]
ÇAN KAYŞEKİN AÇIKLAMASI ÜZERİNE
BİR AÇIKLAMA
28 Aralık 1936
Çan Kayşek, Sian'da General Çang Sueliang ve General Yang Huçeng ile Kuzeybatı halkı tarafından öne sürülen Japonya'ya karşı direnme talebini kabul etti ve bir ilk adım olarak iç savaş birliklerine Şensi ve Gansu'dan çekilme emri verdi. Bu, Çan'ın son on yılda izlediği yanlış siyasette bir değişikliğin başlangıcını belirlemektedir[154]. Bu, Japon emperyalistlerinin ve Çinli "cezalandırma" grubunun[155] bir iç savaş tezgâhlamak, bölünmeleri kışkırtmak ve Çan'ın Sian Olayında öldürülmesini sağlamak için çevirdikleri dolaplara indirilmiş bir darbedir. Onlar daha şimdiden hayal kırıklığına uğramışlardır. Çan Kayşek'in uyanmaya başladığını gösteren belirtiler, Guomindang'ın on yıldır izlediği yanlış siyasete son vermeye istekli olduğunu gösteren bir işaret sayılabilir.
26 Aralıkta Çan Kayşek Loyang'da bir açıklama yaptı; "Çang Sueliang ve Yang Huçeng'e Bir Uyarı" adı verilen bu açıklama, Çin siyasî belgeleri arasında ilginç bir örnek olacak kadar bulanık ve kaypaktır. Eğer Çan bu olaydan gerçekten ciddi bir ders çıkarmak ve Guomindang'ı yeniden canlandırmak istiyorsa ve eğer inatla sürdürdüğü, dış ilişkilerinde uzlaşma yurt içinde ise iç savaş ve zulüm şeklindeki yanlış siyasetine, halkın isteğine uygun olarak, son vermek istiyorsa, o zaman iyi niyetinin bir belirtisi olarak daha iyi bir yazı yazmalı, siyasî geçmişinden dolayı pişmanlık duyduğunu belirtmeli ve ilerisi için yeni bir yol [sayfa 326] çizmeliydi. 26 Aralık açıklaması, Çin halk kitlelerinin taleplerini karşılayamaz.
Ne var ki, açıklamada, Çan'ın "verilen sözler tutulmalı ve eylemde kararlı olunmalıdır" dediği övgüye değer bir bölüm de vardır. Bu, Sian'da Çang ve Yang tarafından öne sürülen şartları, imzalamadığı halde, devlete ve millete yar rarlı olacak talepleri kabullenmeye razı olduğu ve imza atmadığı gerekçesiyle sözünde durmazlık etmeyeceği anlamına gelir. Çan'ın, birliklerini geri çektikten sonra, iyi niyetle hareket edip etmeyeceğini ve kabul ettiği koşulları yerine getirip getirmeyeceğini ilerde göreceğiz. Bu koşullar şunlardır:
(1) Guomindang'ı ve Millî Hükümeti yeniden örgütleyerek, Japon yanlısı grubu atmak ve Japon aleyhtarı unsurları kabul etmek;
(2) Şanghay'daki yurtsever önderleri[156] ve diğer bütün siyasî tutukluları sah vermek ve halkın özgürlüklerini ve haklarını güvence altına almak;
(3) "Komünistleri bastırma" siyasetine son vermek ve Japonya'ya karşı direnmek için Kızıl Orduyla ittifak yapmak;
(4) Japonya'ya karşı direnme ve ülkeyi/ kurtarma siyasetini saptamak için, bütün partilerin, grupların, nüfusun bütün kesimlerinin ve orduların temsil edildiği bir millî kurtuluş konferansı düzenlemek;
(5) Çin'in Japonya'ya karşı direnmesine yakınlık duyan ülkelerle işbirliğine girmek; ve
(6) Ülkeyi kurtarmak için diğer özel yöntem ve araçları benimsemek.
Bu koşulların yerine getirilmesi her şeyden önce iyi niyeti ve aynı zamanda biraz da cesareti gerektirir. Çan'ı ilerde ne yapacağına bakarak değerlendireceğiz.
Ama Çan'ın açıklamasında Sian Olayının "gericilerin" baskısı altında ortaya çıktığını belirten bir yer var. Ne yazık ki "gericiler" derken kimlerden söz ettiğini açıklamamış. Üstelik "gerici" kelimesinin Çan'ın sözlüğünde hangi [sayfa 327] anlama geldiği de açık değildir. Ne ki kesin olan bir şey varsa, o da, Sian Olayının aşağıda belirtilen güçlerin etkisiyle meydana geldiğidir:
(1) General Çang ve General Yang'ın birliklerinin ve Kuzeybatının devrimci halkının Japonya'ya karşı giderek artan nefreti;
(2) bütün ülke halkının Japonya'ya karşı giderek büyüyen öfkesi;
(3) Guomindang içindeki sol güçlerin gelişmesi;
(4) çeşitli eyaletlerde iktidarda bulunan grupların Japonya'ya karşı direnme ve milleti kurtarma talebi;
(5) Komünist Partisinin Japonya'ya karşı bir mil-lî birleşik cephe konusunda aldığı tavır; ve
(6) dünya barış cephesinin gelişmesi.
Bütün bunlar tartışılmaz gerçeklerdir. İşte Çan'ın "gerici" dediği, tam da bu güçlerdir: Çan'ın "gerici" dediklerine başkaları devrimci diyor. Sorun bundan ibarettir. Sian' da Japonya'ya karşı gerçekten savaşacağını ilan ettiğine göre, büyük bir olasılıkla Sian'ı terkeder etmez devrimci güçlere karşı yeniden şiddetli saldırılara girişmeyecektir. Kendisinin ve grubunun siyasî hayatı onun iyi niyetine bağlı olduğu gibi, üstelik şimdi karşılarına dikilerek siyasî yollarını kesen ve kendilerine zarar verecek şekilde genişleyen bir güç vardır. Bu güç, onu Sian Olayı sırasında öldürtmeye çalışan "cezalandırma" grubudur. Bu nedenle Çan Kayşek'e, siyasî sözlüğünü yeniden gözden geçirerek "gerici" yerine "devrimci" kelimesini kullanmasını öğütleriz, çünkü gerçeklere uyan tanımlar kullanmak daha iyidir.
Çan, Sian'dan sağ salim ayrılmasını, Sian Olayının önderleri olan General Çang ve General Yang'ın çabalarına olduğu kadar Komünist Partisinin arabuluculuğuna da borçlu olduğunu unutmamalıdır. Olay boyunca Komünist Partisi sadece millî kurtuluşun çıkarları doğrultusunda hareket ederek barışçı bir çözümden yana oldu ve bunun için her türlü çabayı gösterdi. İç savaş yayılsa ve Çang ile Yang; [sayfa 328] Çan Kayşek'i uzun süre hapsetselerdi bu, sadece Japon emperyalistlerinin ve Çinli "cezalandırma" grubunun ekmeğine yağ sürerdi. İşte bu koşullar altında Komünist Partisi, Japon emperyalistlerinin ve Vang Cingvey'in[157], Ho Yingçin' in[158] ve Çinli "cezalandırma" grubunun diğer üyelerinin çevirdiği dolapları gözler önüne serdi ve General Çang Sueliang ve General Yang Huçeng ile Guomindang'ın T.V. Sung[159] gibi üyelerinin de paylaştığı barışçı bir çözümü kararlılıkla savundu. Bu, bütün ülke halkının talebidir; halk bugünkü iç savaştan nefret ediyor.
Çan, Sian'daki koşulları kabul etmesi üzerine serbest bırakıldı. Şu andan itibaren sorun, Çan'ın "verilen sözün tutulması ve eylemde kararlı olunması gerektiği" yolundaki sözünü tutup tutmayacağı ve milletin kurtarılması için öne sürülen koşulları eksiksiz bir şekilde uygulayıp uygulamayacağıdır. Millet, ne onun daha fazla kararsızlık göstermesine izin verecek ne de koşulları tam olarak yerine getirmemesine göz yumacaktır. Japonya'ya karşı direnme konusunda yalpalar ya da sözünü tutmakta gecikirse, o zaman ülke çapındaki devrim dalgası onu süpürüp atacaktır. Çan ve grubu şu eski sözü akıllarından çıkarmamalıdırlar: "Sözünde durmayan bir adam beş para etmez."
Eğer Çan, son on yıldır Guomindang'ın gerici siyasetinin yarattığı pisliği temizleyebilirse, dış işlerde uzlaşma ve yurt içinde iç savaş ve zulüm şeklindeki temel hatalarını tamamen düzeltebilirse, derhal bütün partileri ve grupları birleştiren Japonya'ya karşı cepheye katılırsa ve milleti kurtaracak askerî ve siyasî önlemleri gerçekten alabilirse, o zaman Komünist Partisi onu elbette destekleyecektir. Daha 25 Ağustosta Komünist Partisi, Guomindang'a yazdığı mektupta[160] Çan Kayşek'e ve Guomindang'a böyle bir destek vadetmişti. Bütün ülke halkı Komünist Partisinin on beş yıldır, "verilen sözün tutulması ve eylemde kararlı olunması gerekir" sözüne uyduğunu gayet iyi bilir. Halk hiç kuşkusuz Komünist Partisinin sözlerine ve eylemlerine, Çin'deki başka herhangi bir Parti ya da grubunkinden daha fazla güven duymaktadır. [sayfa 329]
JAPONYA'YA KARŞI DİRENME DÖNEMİNDE
ÇİN KOMÜNİST PARTİSİNİN GÖREVLERİ[19*]
3 Mayıs 1937
ÇİN'İN DIŞ VE İÇ ÇELİŞMELERİNİN BUGÜNKÜ GELİŞME AŞAMASI
1. Çin ile Japonya, arasındaki çelişmenin baş çelişme haline gelmesiyle ve Çin'in iç çelişmelerinin ikincil ve bağımlı duruma düşmesiyle, Çin'in uluslararası ilişkilerinde ve ülke içindeki sınıf ilişkilerinde değişiklikler meydana geldi; bu, bugünkü durumda yeni bir gelişme aşamasının başlamasına yol açtı.
2. Çin, uzun zamandır iki şiddetli ve temel çelişmenin pençesi altındaydı: Çin ile emperyalizm arasındaki çelişme ve feodalizm ile halk kitleleri arasındaki çelişme. 1927'de, Guomindang'ın temsil ettiği burjuvazi devrime ihanet etti ve Çin'in millî çıkarlarını emperyalizme sattı. Böylece, işçilerin ve köylülerin iktidarının, Guomindang'ın iktidarı ile uzlaşmaz bir şekilde karşı karşıya olduğu bir durum yarattı ve millî ve demokratik devrim görevini Çin Komünist Partisi tek başına üstlenmek zorunda kaldı.
3. 18 Eylül 1931 Olayından ve özellikle 1935'teki Kuzey Çin Olayından[161] bu yana bu çelişmelerde şu değişiklikler meydana geldi:
(1) Çin ile genel olarak emperyalizm arasındaki çelişme, [sayfa 336] yerini, özellikle belirgin ve keskin olan Çin ile Japon emperyalizmi arasındaki çelişmeye bıraktı. Japon emperyalizmi, Çin'i tamamen işgal etme siyasetini uygulamaktadır. Bu yüzden, Çin ile diğer bazı emperyalist ülkeler arasındaki çelişmeler ikincil bir duruma düşmüş, öte yandan bu ülkeler ile Japonya arasındaki ayrılık daha da artmış durumdadır. Gene bu yüzden, Çin Komünist Partisi ve Çin halkı, Çin'in Japonya'ya karşı millî birleşik cephesini dünya barış cephesiyle birleştirmek göreviyle karşı karşıyadır. Bu nedenle Çin, sadece Çin halkının daima iyi bir dostu olan Sovyetler Birliği ile birleşmekle kalmamalı, mümkün olduğu kadar, bugün için barışı korumak isteyen ye yeni saldırı savaşlarına karşı olan emperyalist ülkelerle birleşerek Japon emperyalizmine birlikte karşı koymak için çalışmalıdır. Birleşik cephemizin amacı, bütün emperyalist ülkelere aynı zamanda karşı koymak değil, Japonya'ya karşı direnmek olmalıdır.
(2) Çin ile Japonya arasındaki çelişme, Çin içindeki sınıf ilişkilerini değiştirdi ve burjuvaziyi ve hatta savaş-ağalarını, varlıklarını sürdürüp sürdürememe sorunuyla karşı karşıya bıraktı. Bu yüzden, onlar ve onların siyasî partileri, siyasî tavırları bakımından yavaş yavaş bir değişiklik geçirmektedirler. Bu, Çin Komünist Partisinin ve Çin halkının önüne, Japonya'ya karşı bir millî birleşik cephe kurma görevini getiriyor. Birleşik cephemiz, burjuvaziyi ve anavatanın savunulmasını kabul eden herkesi kapsamalıdır; bu cephe, yabancı düşmana karşı millî dayanışmayı temsil etmelidir. Bu görev sadece yerine getirilmesi gereken bir görev değil, aynı zamanda, yerine getirilmesi mümkün olan bir görevdir.
(3) Çin ile Japonya arasındaki çelişme, bütün ülkedeki kitlelerin (proletarya, köylülük ve şehir küçük burjuvazisi) ve Komünist Partisinin önündeki sorunları ve Partinin siyasetini değiştirmiştir. Gittikçe daha fazla kimse, millî kurtuluş için savaşmak üzere ayağa kalkmış durumdadır. Komünist Partisinin, 18 Eylül Olayından sonra açıkladığı siyaset, Guomindang'ın direnmede bizimle işbirliği [sayfa 337]yapmak isteyen kesimleriyle, ileri sürdüğümüz üç koşula bağlı olarak (devrimci üs bölgelerine saldırıyı durdurmak, halkın özgürlüklerini ve haklarını tanımak ve halkı silahlandırmak) anlaşmalar yapmak şeklindeydi. Ve bu siyaset bütün milletin Japonya'ya karşı birleşik cephesini kurmak siyasetine dönüştü. Bu nedenle Partimiz şu önlemleri almıştır: 1935'te, Ağustos bildirisi[162] ve Aralık kararı[163], 1936 Mayısında "Çan Kayşek aleyhtarı" sloganın terk edilmesi[164], Ağustosta Guomindang'a yazılan mektup[165], Eylülde demokratik cumhuriyet hakkındaki karar[166], Aralıkta Şiarı Olayının barışçı bir şekilde çözülmesinde ısrar etmemiz ve 1937'de Guomindang'ın Merkez Yürütme Komitesi 3. Genel Toplantısına çekilen Şubat telgrafı[167].
(4) Çin ile Japonya arasındaki çelişmeden dolayı emperyalist etki alanları siyasetinin ve Çin'in yarı-sömürge nitelikteki ekonomisinin ürünü olan Çin'deki savaşağası rejimlerinde ve bunlar arasında hüküm süren iç savaşlarda da bir değişiklik olmuştur. Japon emperyalizmi, Çin'e tek başına Japonya'nın hâkim olmasını kolaylaştırmak amacıyla böyle ayrı rejimleri ve iç savaşları besler. Diğer bazı emperyalist ülkeler kendi çıkarları açısından, geçici olarak, Çin'de birlik ve barıştan yanadırlar. Çin Komünist Partisi ve Çin halkı ise iç savaşlara ve bölünmelere karşıdır ve barış ve birlik için elinden geleni yapmaktadır.
(5) Çin ile Japonya arasındaki millî çelişmenin gelişmesi, sınıflar arasındaki ve siyasî gruplaşmalar arasındaki iç çelişmeleri, göreli siyasî önemleri bakımından ikincil ve bağımlı bir duruma düşürmüştür. Fakat bu çelişmeler de hâlâ varlıklarını korumaktadırlar ve hiç bir şekilde zayıflamamış ya da ortadan kalkmamışlardır. Aynı şey, Japonya dışındaki diğer emperyalist ülkeler ile Çin arasındaki çelişmeler için de geçerlidir. Bu yüzden, Çin Komünist Partisi ve Çin halkı, şu görevle karşı karşıyadır; Japonya'ya karşı birlik genel görevine uygun olarak iç ve dış çelişmelerle ilgili gerekli ayarlamaları yapmak. Çin Komünist Partisinin barış ve birlik, demokrasi, halkın yaşama koşullarını iyileştirmek ve Japonya'ya karşı olan yabancı ülkelerle [sayfa 338] görüşmelerde bulunmak siyasetlerinin nedeni budur.
4. Çin devriminin yeni döneminin birinci aşaması, 9 Aralık 1935'te başladı ve Guomindang Merkez Yürütme Komitesinin 3. Genel Toplantısının yapıldığı Şubat 1937'de sona erdi. Bu aşamadaki belli başlı olaylar, öğrenciler arasında ve kültür ve basın çevrelerinde millî kurtuluş için yürütülen hareketler; Kızıl Ordunun Kuzeybatıya girişi; Komünist Partisinin, Japonya'ya karşı millî birleşik cephe siyaseti için yürüttüğü propaganda ve örgütlenme çalışmaları; Şanghay ve Çingdao'daki Japon aleyhtarı grevler[168]; Japonya'ya karşı İngiltere'nin siyasetinin görece sertleşmesi[169]; Guangdung-Guangsi Olayı[170]; Suyguan'daki direniş ve bu direnişe destek olarak yapılan hareket[171]; Çin-Japon görüşmelerine karşı Nancing'in biraz daha kararlı bir tavır takınması[172]; Sian Olayı; ve son olarak Nancing'de toplanan Guomindang Merkez Yürütme Komitesi 3. Genel Toplantısı[173]. Bu olayların hepsi, temel çelişme olan Çin ile Japonya arasındaki uzlaşmaz karşıtlık etrafında odaklaşıyordu; olayların hepsi doğrudan doğruya Japonya'ya karşı millî birleşik cephe tarihî ihtiyacı etrafında toplanıyordu. Bu aşamada devrimin temel görevi, Japonya'ya karşı birlik kurulabilmesi için iç barış uğruna mücadele ve ülke içindeki silahlı çatışmalara son vermekti. Bu aşamada Komünist Partisi "İç savaşa son verelim ve Japonya'ya karşı birleşelim" çağrısını yaptı. Bu çağrı esas olarak uygulamaya kondu ve böylece Japonya'ya karşı millî birleşik cephenin fiilen kurulmasında en başta gerekli olan önkoşulları yarattı.
5. Guomindang, içindeki Japon yanlısı grubun varlığı yüzünden, Merkez Yürütme Komitesinin 3. Genel Toplantısında siyasetinde hiç bir belirgin ya da temel değişiklik yapmadı ve hiç bir sorunu somut olarak çözmedi. Gene de, Guomindang, halkın baskısı ve kendi saflarındaki gelişmeler sonucunda, geçmiş on yıl boyunca izlediği yanlış siyaseti değiştirmeye başlamak, yani iç savaşı, diktatörlük ve Japonya'ya karşı direnmeme siyasetini bırakıp, barış, demokrasi ve Japonya'ya karşı direnme yönünde ilerlemek [sayfa 339] ve Japonya'ya karşı bir millî birleşik cephe siyasetini kabul etmeye başlamak zorunda kaldı. Bu ilk değişiklik, Merkez Yürütme Komitesinin 3. Genel Toplantısında da kendini gösterdi. Bundan sonra Guomindang'ın siyasetinde köklü bir değişiklik talep edilmelidir. Bu amaca varmak için, Partimiz ve bütün ülke halkı, Japonya'ya karşı direnme ve demokrasi hareketini daha da geliştirmeli, Guomindang'ı eleştirmede bir adım daha ileri gitmeli, onu harekete geçmeye teşvik etmeli ve bu baskıyı sürdürerek Guomindang içinde barıştan, demokrasiden ve Japonya'ya karşı direnmeden yana olan herkesle birleşmeli, kararsızlık içinde bocalayanların ilerlemesine ve Japon yanlısı unsurların temizlenmesine yardımcı olmalıdır.
6. İçinde bulunduğumuz aşama, yeni dönemin ikinci aşamasıdır. Hem geçtiğimiz, hem de içinde bulunduğumuz dönem, Japonya'ya karşı ülke çapında silahlı direnişe geçiş dönemleridir. Geçtiğimiz dönemde esas görev banş için, mücadele idiyse, bugünkü aşamadaki esas görev de demokrasi için mücadeledir. Japonya'ya karşı gerçek ve sağlam bir millî birleşik cephenin, iç banş olmadan kurulamayacağı gibi, iç demokrasi olmadan da kurulamayacağı mutlaka kavranmalıdır. Dolayısıyla, şimdiki gelişme aşamasında, demokrasi için mücadele, devrimci görevler zincirinin merkezî halkasıdır. Eğer demokrasinin önemini açıkça göremez ve bu yoldaki mücadeleyi gevşetirsek Japonya'ya karşı gerçek ve sağlam bir millî birleşik cephe kuramayız.
DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ
7. Japon emperyalizmi şimdi Çin Seddinin güneyinde kalan Çin topraklarını işgal etmek için yaptığı hazırlıkları yoğunlaştırmaktadır. Japonya, Batıda yağmacı bir savaş başlatma hazırlıklannı yoğunlaştıran Hitler ve Mussolini ile uyum içinde Doğuda, belirli bir plan gereğince, Çin'i tek bir hamlede ele geçirmenin zeminini hazırlamak için var [sayfa 340] gücüyle çalışıyor. Kendi ülkesi içinde askerî, siyasî, iktisadî ve ideolojik koşulları ve uluslararası alanda diplomatik koşullan yaratıyor ve Çin'de Japon yanlısı güçleri besliyor. Japonya'nın "Çin-Japon işbirliği" hakkındaki propagandası ve diplomatik önlemlerindeki belli ölçüde gevşeme, savaş arifesinde, saldırı siyasetinin taktik gereklerinden kaynaklanıyor. Çin şimdi, var olma ya da yok olma karannı vereceği can alıcı ânâ yaklaşırken Japonya'ya karşı direnme ve milleti kurtarma hazırlıklannı hızlandırmak zorundadır. Biz elbetteki hazırlık yapmanın karşısında değiliz; bizim karşısında olduğumuz, sonu gelmeyen hazırlıklar teorisi ve sivil ve askerî bürokrasinin ülkeyi tehlikeye atan boş, dağınık ve yiyici hayat tarzıdır. Gerçek düşmana hizmet eden böyle şeylerden vakit geçirmeden arınmalıyız.
8. Millî savunma için siyasî, askerî, iktisadî alanlardaki ve eğitim alanındaki hazırlıklann hepsi, milleti kurtarmak için silahlı direnme açısından zorunludur ve hiç biri bir an bile geciktirilmemelidir. Ancak, silahlı direnişimizin zafere ulaşmasını sağlayacak anahtar, siyasi demokrasi ve özgürlüğün kazanılmasıdır. Silahlı direniş, iç barış ve birliği gerektirir. Fakat demokrasi ve özgürlük olmadan barış sağlamlaştırılamaz ve ülke içindeki birlik güçlendirilemez. Silahlı direniş halkın seferber edilmesini gerektirir ama halkı seferber etmek için demokrasi ve özgürlükten başka bir yol yoktur. Barış ve birlik sağlamlaştırılmazsa ve halk seferber edilmezse, silahlı direnişimiz, Habeşistan'ın akıbetine uğrayacaktır. Habeşistan'ın yenilgisinin nedeni, esas olarak, feodal rejimin ülkede sağlam bir birlik sağlayamaması ve halkın insiyatifini harekete geçirmemesiydi. Demokrasi olmadan Çin'de, Japonya'ya karşı gerçek ve sağlam bir millî birleşik cephe kurulamaz ve amaçlanna ulaşamaz.
9. Çin bir an önce şu iki noktada demokratik reformlar yapmaya başlamalıdır: Birinci olarak, siyasî sistem açısından, Guomindang'ın gerici tek parti ve tek sınıf diktatörlüğü değiştirilmeli ve bütün partilerin ve bütün sınıfların işbirliği temeline dayanan demokratik bir hükümet kurulmalıdır. [sayfa 341] Bu yönde atılacak ilk adım, millî meclis için, yapılan seçimlerdeki ve meclisin toplanmasındaki demokratik olmayan yöntemlerin değiştirilmesi olmalıdır. Meclis için demokratik seçimler yapıldıktan ve meclis toplantılarının özgür bir şekilde sürdürülmesi sağlandıktan sonra gerçekten demokratik bir anayasanın hazırlanmasına ve kabul edilmesine, gerçekten demokratik bir meclisin toplanmasına ve gerçekten demokratik siyasetler izleyecek olan gerçekten demokratik bir hükümetin seçilmesine geçmek gerekecektir. Ancak bu şekilde iç barış gerçekten sağlamlaştırılabilir, ülke içindeki silahlı çatışmalara son verilebilir ve birlik güçlendirilebilir. Bu, bütün milletin birleşip, yabancı düşmana karşı direnmesini mümkün kılar. Japon emperyalizminin, değişiklikler daha tamamlanmadan saldırması mümkündür. İşte bu yüzden, Japon saldırısı geldiği zaman direnebilmek ve saldırıyı tamamen yerle bir edebilmek için reformları uygulamaya hemen başlamalı ve silahlı direnişimiz sırasında bunları tamamlamalıyız. Bütün ülke halkı ve bütün partilerdeki yurtseverler, bir millî meclis ve bir anayasa sorununa karşı eski kayıtsızlıklarını bırakmalı, bir millî meclis ve bir anayasa hareketi üzerinde yoğunlaşmalıdırlar; bu hareket, millî savunma açısından önemlidir. İktidardaki parti olan Guomindang'ı şiddetle eleştirmeli, onu, tek parti, tek sınıf diktatörlüğünü bırakması ve halkın istekleri doğrultusunda hareket etmesi için zorlamalı, buna mecbur etmelidirler. Bu yıl, önümüzdeki birkaç ay içinde, bütün ülke çapında geniş bir demokratik hareket başlatılmalı ve bunun acil hedefi, millî meclisi ve anayasayı tamamen demokratikleştirmek olmalıdır. İkinci nokta, halkın, söz, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü ile ilgilidir. Böyle bir özgürlük olmadan, siyasî sistemin, demokratik bir şekilde yeniden inşası, halkın direnme savaşı için seferber edilmesi ve anayurdun başarıyla savunularak kaybedilen toprakların geri alınması olanaksızdır. Önümüzdeki birkaç ay içinde ülke çapındaki demokratik hareket, en azından bu özgürlüklerin asgarî ölçüde kazanılmasını amaçlamalıdır. Bu özgürlükler, siyasî tutukluların serbest [sayfa 342] bırakılmasını, siyasî partiler üzerindeki yasağın kaldırılmasını vb. de kapsamalıdır. Siyasî sistemin demokratik bir şekilde yeniden inşası ve halka sağlanacak özgürlükler ve haklar, Japonya'ya karşı millî birleşik cephe programının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır; aynı zamanda bunlar, Japonya'ya karşı gerçek ve sağlam bir millî birleşik cephenin kurulması için gerekli önkoşullardır.
10. Düşmanlarımız, yani Japon emperyalistleri, Çinli hainler, Japon yanlısı unsurlar ve Troçkistler, Çin'de barış ve birlik, demokrasi ve özgürlük ve Japonya'ya karşı silahlı direniş yolunda atılan her adımı baltalamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Geçmişte biz, barış ve birlik için bütün gayretimizle mücadele ederken, onlar, iç savaşı ve bölünmeleri tahrik etmek için mümkün olan her şeyi yapıyorlardı. Şimdi ve yakın gelecekte, biz bütün gayretimizle demokrasi ve özgürlük için mücadele ederken, onlar, hiç kuşkusuz, yıkıcılıklarına devam edeceklerdir. Genel amaçları, anayurdun savunulması için üstlendiğimiz silahlı direniş görevimizi baltalamak ve Çin'i düşmana teslim etme saldırgan planını uygulamaktır. Bundan böyle, demokrasi ve özgürlük mücadelesinde, sadece, Guomindang içinde iflah olmazlara ve halkın geri kesimlerine yönelttiğimiz propaganda, ajitasyon ve eleştiri ile yetinmemeli, aynı zamanda, Japon emperyalistlerinin ve Çin'in işgal edilmesinde onlara uşaklık eden Japon yanlısı unsurların ve Troçkistlerin tertiplerini de tamamen açığa çıkarmalı ve onlara karşı şiddetle mücadele etmeliyiz.
11. Çin Komünist Partisi, iç barış, demokrasi, silahlı direniş ve Japonya'ya karşı millî birleşik cephenin kurulması uğruna Guomindang Merkez Yürütme Komitesi 3. Genel Toplantısına gönderdiği telgrafta şu taahhütlerde bulunmuştur:
(1) Şensi-Gansu-Ningsia devrimci üs bölgesindeki komünistlerin önderliğindeki hükümetin adı, Çin Cumhuriyeti Özel Bölge Hükümeti olarak değiştirilecek, Kızıl Ordunun da adı değiştirilerek, Millî Devrimci [sayfa 343] Ordunun bir parçası haline getirilecektir. Bunlar, sırasıyla, Nancing'deki Merkezi Hükümetin ve onun Askerî Konseyinin emrine gireceklerdir;
(2) Özel Bölge Hükümetine bağlı olan bölgelerde tamamen demokratik bir sistem uygulanacaktır;
(3) Guomindang'ın silahlı kuvvetle devrilmesi siyaseti terk edilecektir; ve
(4) Toprakağalarının topraklarına el konmasından vazgeçilecektir.
Bu taahhütler, yanlış olmadığı gibi gereklidir de. Çünkü ülke içinde iki farklı rejim arasındaki düşmanlık durumunu ancak bu şekilde değiştirebilir ve Çin'in dış ve iç çelişmelerinin göreli siyasi önemindeki değişikliklere uygun olarak düşmana karşı eylem birliğini ancak böyle sağlayabiliriz. Bunlar, karşılığında, bütün milletin ihtiyacı olan şeyleri, yani barışı, demokrasiyi ve silahlı direnişi elde etmek için verilen ilkeli ve koşula bağlı ödünlerdir. Üstelik bunlar sınırlı ödünlerdir. Komünist Partisinin Özel Bölgede ve Kızıl Orduda önderliğinin korunması, Komünist Partisinin Guomindang ile ilişkilerinde bağımsızlığının ve eleştiri özgürlüğünün korunması, ötesine geçilmesi doğru olmayan sınırlardır. Ödün demek, her iki tarafın da ödün vermesi demektir; Guomindang, iç savaş, diktatörlük ve yabancı düşmana karşı direnmeme siyasetini terk ediyor. Komünist Partisi de iki rejim arasındaki düşmanlığı sürdürmek siyasetini terkediyor. Biz ikincisi ile birincisini değiş tokuş ediyoruz ve millî kurtuluş mücadelesi uğruna Guomindang ile işbirliğine başlıyoruz. Bunu, Komünist Partisinin teslim, olması diye nitelendirmek, Ah Ku'culuk[174] yapmaktan ya da çirkin bir iftiradan başka bir şey değildir.
12. Komünist Partisi, Üç Halk İlkesini onaylıyor mu? Cevabımız şudur: Evet, onaylıyoruz.[175] Üç Halk İlkesi, tarihi boyunca değişiklikler geçirmiştir. Dr. Sun Yatsen'in devrimci Üç Halk İlkesi, halkın güvenini kazanmış ve 1924-1927'deki muzaffer devrimin bayrağı olmuştur. Çünkü Sun Yatsen'in Komünist Partisi ile işbirliğinin sonucu olarak bunlar [sayfa 344] kararlılıkla uygulanmıştı. Fakat 1927'de Guomindang Komünist Partisine sırt çevirdi (parti içindeki temizlik hareketi[176] ve komünistlere karşı savaş) ve tam tersi bir siyaset izleyerek devrimi yenilgiye sürükledi ve ülkeyi tehlikeye soktu. Bundan dolayı da halk, Üç Halk İlkesine olan güvenini kaybetti. Son derece ciddi bir milli buhranın var olduğu ve Guomindang'ın eskisi gibi yönetmeye devam edemediği şu günlerde, bütün ülke halkı ve Guomindang içindeki yurtseverler, iki parti arasında acilen işbirliğinin sağlanmasını talep ediyorlar. Dolayısıyla, Üç Halk İlkesinin özünün yeniden canlandırılması ve eski haline getirilmesi ve iki partinin Milliyetçilik İlkesine, yani millî bağımsızlık ve kurtuluş için mücadeleye, Demokrasi İlkesine, yani ülke içinde demokrasi ve özgürlüklerin sağlanmasına, Halkın Refahı İlkesine, yani halkın yaşama koşullarının düzeltilmesine uygun olarak işbirliğine girişmesi ve bu ilkelerin kararlılıkla uygulanması için halka önderlik etmesi, Çin devriminin tarihî ihtiyaçlarıyla tamamen uyum içindedir. Bu, Komünist Partisinin bütün üyeleri tarafından iyice kavranmahdır. Komünistler, burjuva-demokratik devrimi aşamasından geçerek ulaşacakları sosyalizm ve komünizm ülkülerini hiç bir zaman terketmeyeceklerdir. Çin Komünist Partisinin kendi siyasî ve iktisadî programı vardır. Azamî programı, Üç Halk İlkesinden farklı olan sosyalizm ve komünizmdir. Demokratik devrim dönemi programı bile Çin'deki diğer herhangi bir partinin programından daha kapsamlıdır. Fakat Komünist Partisinin demokratik devrim programı ile Guomindang'ın 1. Millî Kongresi tarafından ilan edilen Üç Halk İlkesi programı esas olarak çelişmez. Bu yüzden, biz, Üç Halk İlkesini reddetmek bir yana, bu ilkeleri bağlılıkla uygulamaya hazırız. Üstelik Guomindang'ın bu ilkeleri bizimle beraber uygulamasını istiyoruz ve bütün halkı, bunları yürürlüğe koymaya çağırıyoruz. Komünist Partisi, Guomindang ve bütün ülke halkı birleşmeli ve bu üç büyük amaç uğruna, yani millî bağımsızlık, demokrasi ve özgürlük ve halkın refahı uğruna mücadele etmelidir. [sayfa 345]
13. Geçmişteki, işçi ve köylülerin demokratik cumhuriyeti sloganımız yanlış mıydı? Hayır değildi. Burjuvazi ve özellikle büyük burjuvazi, devrimden çekilip emperyalizmin ve feodal güçlerin destekçisi olduktan ve halk düşmanı haline geldikten sonra, devrimin itici güçleri olarak sadece proletarya, köylülük ve şehir küçük burjuvazisi kaldı. Geride kalan tek devrimci parti ise, devrimi örgütlemek sorumluluğunu kaçınılmaz olarak üstlenmek zorunda kalan Komünist Partisiydi. Sadece Komünist Partisi devrim bayrağını yüksekte tutmaya devam etti, devrimci geleneği sürdürdü, işçi ve köylülerin demokratik cumhuriyeti sloganını ortaya attı ve bunun için uzun yıllar azimle mücadele etti. Bu slogan, demokratik devrim göreviyle çelişmiyor, tam tersine bu görevi kararlılıkla yerine getirdiğimizi gösteriyordu. Mücadelemizde benimsediğimiz siyasetin tek bir noktası bile bu göreve aykırı değildi. Toprakağalarının topraklarına el konması ve sekiz saatlik işgünü için mücadelemiz de dahil olmak üzere siyasetimiz, hiç bir zaman kapitalist özel mülkiyet sınırlarının dışına çıkmadı. Siyasetimiz, o sırada sosyalizm uygulamasına geçmek değildi. Bugünkü demokratik cumhuriyetin bileşimi nasıl olacaktır? Proletarya, köylülük, şehir küçük burjuvazisini ve millî ve demokratik devrimi onaylayan herkesi kapsayacak; demokratik cumhuriyet, bu sınıfların millî ve demokratik devrimdeki ittifakı olacaktır. Buradaki belirgin özellik, bu ittifaka burjuvazinin de dâhil edilmesidir. Bunun nedeni de, günümüz koşullarında burjuvazinin tekrar bizimle işbirliği yapma ve Japonya'ya karşı direnişe katılma olasılığının bulunmasıdır. Dolayısıyla proletarya partisi onları itmemeli, tam tersine çağirmalı ve Çin devrimini ilerletmek için ortak mücadelede onlarla ittifakı canlandırmalıdır. Ülke içindeki silahlı çatışmaya son vermek için Komünist Partisi toprakağalannın toprağına zorla el koymak siyasetini terketmeye isteklidir ve toprak sorununu, yeni demokratik cumhuriyetin inşası sırasında yasal yoldan ve diğer uygun yollardan çözmeye hazırdır. Çözülmesi gereken ilk sorun, Çin toprağına Japonların mı, yoksa Çinlilerin mi sahip olacağı [sayfa 346] sorunudur. Köylülerin toprak sorununun çözümü, Çin' in savunulmasına bağlı olduğuna göre, toprağa zorla el koyma yöntemini bırakıp başka uygun yollara başvurmamız mutlaka gereklidir.
Geçmişte işçi ve köylülerin demokratik cumhuriyeti sloganını ortaya atmamız doğruydu, bugün bundan vazgeçmemiz de gene doğrudur.
14. Düşmana karşı ortak direniş amacıyla, millî birleşik cepheyi kurmak için bazı iç çelişmeleri doğru bir şekilde çözmek gereklidir. Buradaki ilke, çözümün Japonya'ya karşı millî birleşik cephenin zayıflamasına ve daralmasına değil, güçlenmesine ve genişlemesine hizmet etmesidir. Demokratik devrim aşamasında sınıflar, partiler ve siyasî gruplar arasındaki çelişme ve mücadelelerin önüne geçmek mümkün değildir, fakat birliğe ve Japonya'ya karşı direnişe zararlı olan (iç savaş, siyasi partiler arasındaki düşmanca çatışmalar, yerel ayrılıkçılık, bir yandan feodal, siyasî ve iktisadî baskı, öte yandan direniş için zararlı olan isyan ve aşırı iktisadî talep siyaseti vb.) mücadelelere son vermek ve birliğe ve Japonya'ya karşı direnişe yararlı olan mücadelelere devam etmek (eleştiri özgürlüğü ve siyasî partilerin bağımsızlığı, halkın iktisadî ve siyasî koşullarının düzeltilmesi için verilen mücadeleler vb.) hem mümkün hem de zorunludur.
15. Japonya'ya karşı bir millî birleşik cephe ve bir birleşik demokratik cumhuriyet için mücadele genel görevi içinde Kızıl Ordunun ve Japonya'ya karşı üs bölgesinin görevleri şunlardır:
(1) Japonya'ya karşı savaşın koşullarına uymak için, Kızıl Ordu, derhal, Millî Devrimci Ordu içinde yeniden örgütlenmeli ve kendi askerî, siyasî ve kültürel eğitim düzeyini yükselterek bu savaş içinde örnek bir ordu haline gelmelidir.
(2) Üs bölgemiz, devletin ayrılmaz bir parçası olmalı, yeni koşullar altında kendi demokratik sistemini uygulamalı, barışı koruma müfrezelerini yeniden örgütlemeli, [sayfa 347] hainleri ve yıkıcıları temizlemeli, direniş ve-demokrasi için örnek oluşturacak bir bölge haline gelmelidir.
(3) Bu bölgede gerekli ekonomik inşa faaliyeti yürütülmeli ve halkın yaşama koşulları düzeltilmelidir.
(4) Gerekli kültür çalışması yürütülmelidir.
ÖNDERLİK SORUMLULUĞUMUZ
16. Belli tarihi koşullarda emperyalizme ve feodalizme karşı mücadeleye katılması mümkün olan Çin burjuvazisinin, iktisadî ve siyasî zayıflığından dolayı başka tarihi koşullarda yalpalaması ye ihanet etmes Çin tarihinin doğruladığı bir yasadır. İşte bu yüzden, Çin'in emperyalizme ve feodalizme karşı burjuva-demokratik devriminin burjuvazi önderliğinde değil de ancak proletarya önderliğinde tamamlanabilecek bir görev olduğu, tarihin hükmüdür. Bunun da ötesinde, burjuvazinin tabiatında varolan yalpalamanın ve sebatsızlığın üstesinden gelmek ve devrimin yenilgisini önlemek, ancak, demokratik devrimde proletaryanın azim ve kararlılığını tam olarak ortaya koymasıyla mümkün olabilir. Proletarya mı burjuvazinin ardından gidecek, yoksa burjuvazi mi proletaryanın? Çin devrimindeki bu önderlik etme sorumluluğu konusu, devrimin zaferini ya da yenilgisini belirleyecek olan kilit sorundur. 1924-1927 tecrübesi, devrimin, burjuvazinin proletaryanın siyasî önderliğini izlediği zaman ileri gittiğini, Komünist Partisinin hatası yüzünden proletaryanın burjuvazinin siyasî kuyruğu haline geldiği zaman ise, yenilgiye uğradığını göstermektedir.[177]Tarihin bu kesitinin yeniden yaşamasına izin verilmemelidir. Bugünkü koşullarda proletaryanın ve onun partisinin siyasî önderliği olmadan Japonya'ya karşı bir milli birleşik cepheyi gerçekleştirmek, barış, demokrasi ve silahlı direniş hedeflerine ulaşmak, anayurdu savunmak [sayfa 348] ve birleşik bir demokratik cumhuriyet kurmak olanaksızdır. Bugün, Guomindang'ın temsil etiği burjuvazi hâlâ çok pasif ve tutucudur. Komünist Partisinin başlattığı Japonya' ya karşı birleşik cepheyi kabul etmekte gösterdiği uzun kararsızlık, bunun kanıtıdır. Bu durum, proletaryanın ve onun partisinin siyasî önderlik konusundaki sorumluluğunu artırmaktadır. Japonya'ya karşı direnme ve milleti kurtarmada genelkurmay görevini yapmak, Komünist Partisinin vazgeçemeyeceği bir sorumluluk, üzerinden atamayacağı bir yükümlülüktür.
17. Proletarya, partisi aracılığıyla, ülkedeki bütün devrimci sınıflara siyasî bakımdan nasıl önderlik eder? Birincisi, tarihî gelişme sürecine uygun temel siyasî sloganlar öne sürer ve bu siyasi sloganları gerçekleştirmek amacıyla her gelişme aşaması ve olaylardaki her önemli dönemeç için eylem sloganları ortaya atar. Örneğin, "Japonya'ya karşı birleşik cephe" ve "birleşik demokratik cumhuriyet" temel sloganlarını öne sürdük, ama aynı zamanda "iç savaşa son verelim", "demokrasi için mücadele edelim", "silahlı direnişi sürdürelim" gibi bütün milletin hep birlikte harekete geçmesi için somut hedefler gösteren sloganlar da öne sürdük. Böyle somut hedefler olmazsa, siyasî önderlik söz konusu olamaz. İkincisi, bütün ülke somut hedefler uğruna harekete geçtiği zaman, proletarya ve özellikle onun öncüsü Komünist Partisi, bu hedeflere ulaşmada gösterdiği sınırsız coşkunluk ve bağlılık ile örnek olmalıdır. Japonya' ya karşı millî birleşik cephenin ve demokratik cumhuriyetin bütün görevlerini yerine getirme mücadelesinde komünistler, en uzak görüşlü, en fedakâr, en kararlı, durumu değerlendirmede en az önyargılı olmalı, kitlelerin çoğunluğuna dayanmalı ve onların desteğini kazanmalıdırlar. Üçüncüsü, Komünist Partisi müttefikleriyle doğru ilişkiler kurmalı ve onlarla ittifakını geliştirip sağlamlaştırmalıdır: bir yandan da belirlediği siyasi hedeflerden asla vazgeçmeme ilkesine bağlı kalmalıdır. Dördüncüsü, Komünist Partisinin saflarını genişletmeli ve Partinin ideolojik birliğini ve sıkı disiplinini korumalıdır. Komünist Partisi bütün bunları [sayfa 349] yaparak bütün Çin'deki halk kitlelerine siyasî önderlik görevini yerine getirebilir. Bunlar, siyasî önderliğimizi güvence altına almanın ve devrimin, müttefiklerimizin yalpalamaları yüzünden sekteye uğramadan nihaî zafere ulaşmasını sağlamanın temelidir.
18. İç barış gerçekleştirildiği ve iki parti arasında işbirliği kurulduğu zaman, Guomindang rejimiyle uzlaşmaz bir rejimin sürdürülmesi çizgisine uygun olarak benimsediğimiz mücadele, örgütlenme ve çalışma yöntemlerinin değiştirilmesi gerekecektir. Değişiklikler, esas olarak, askerî biçimlerin barışçı biçimlere ve illegal biçimlerin legal biçimlere dönüşmesi şeklinde olacaktır. Bu değişikliklerin yapılması kolay olmayacaktır ve birçok şeyi yeniden öğrenmek zorunda kalacağız. Böylece, kadrolanmızm yeniden eğitilmesi, temel bir sorun haline gelmektedir.
19. Birçok yoldaş, demokratik cumhuriyetin niteliği ve geleceği konusunda sorular sormaktadır. Cevabımız şudur: Sınıf niteliği açısından cumhuriyet, bütün devrimci sınıfların bir ittifakı olacaktır; geleceği açısından ise cumhuriyet, sosyalizme doğru ilerleyebilir. Bizim demokratik cumhuriyetimiz, proletaryanın önderliğinde sürdürülen silahlı millî direniş içinde ve yeni uluslararası koşullarda (sosyalizmin Sovyetler Birliği'nde zafere ulaştığı ve dünya devriminde yeni bir dönemin yaklaştığı koşullarda) kurulacaktır. Bundan dolayı, toplumsal ve ekonomik bakımdan hâlâ burjuva-demokratik bir devlet olmasına karşın, gene de sıradan burjuva cumhuriyetlerinden farklı olacaktır; çünkü somut olarak siyasî açıdan bu cumhuriyet, işçi sınıfının, köylülüğün, küçük burjuvazinin ve burjuvazinin ittifakına dayanan bir devlet olmak zorundadır. Dolayısıyla, cumhuriyetin geleceği açısından şunu söyleyebiliriz: Bu cumhuriyet, kapitalizm yönünde gelişebileceği gibi, sosyalizm doğrultusunda da gelişebilir ve Çin proletaryasının partisi, bu ikinci olasılığın gerçekleşmesi için büyük bir çaba harcamalıdır.
20. Kapalı-kapıcılık ve maceracılığa karşı ve aynı zamanda kuyrukçuluğa karşı mücadele, Partinin görevlerinin yerine getirilmesi açısından zorunludur. Kitle hareketlerinde [sayfa 350] Partimiz öteden beri kapalı-kapıcılık, kibirli sekterlik ve maceracılık eğilimlerini taşımıştır; bu çirkin eğilim Japonya'ya karşı millî birleşik cepheyi kurmada ve geniş kitleleri kazanmada Partiye ayakbağı olmaktadır. Bu eğilimi, tek tek her çalışma alanından söküp atmak kesinlikle zorunludur. Biz şunu istiyoruz: Çoğunluğa dayanın ve durumu bir bütün olarak ele alın. Burjuva reformculuğunun proletarjra saflarındaki yansıması olan Cen Dusiu türünden kuyrukçuluk, Partide hiç bir şekilde yeniden canlanmamalıdır. Partinin sınıf tutumunu yozlaştırmak, onun belirleyici özelliklerini bulandırmak, işçilerin ve köylülerin çıkarlarını burjuva reformculuğunun ihtiyaçlanna uyacak şekilde feda etmek devrimi kesinlikle yenilgiye götürecektir. Biz sağlam devrimci siyasetlerin uygulanmasını ve burjuva-demokratik devriminin kesin zaferi için çaba harcanmasını istiyoruz. Yukarıda sözünü ettiğimiz eğilimleri yenmek için bütün Partinin Marksist-Leninist teorik düzeyini yükseltmek kesinlikle zorunludur; çünkü Çin devrimine zafer yolunu gösterecek olan tek pusula Marksizm-Leninizmdir. [sayfa 351]
MİLYONLARCA KİTLEYİ JAPONYA'YA KARŞI
MİLLİ BİRLEŞİK CEPHEYE KAZANIN[20*]
7 Mayıs 1937
Yoldaşlar! Son birkaç gün içinde yapılan tartışmalar sırasında "Japonya'ya Karşı Direnme Döneminde Çin Komünist Partisinin Görevleri" adlı raporumu onayladığınızı ifade ettiniz. Sadece birkaç yoldaş değişik görüşler ileri sürdüler. Bu farklı görüşler oldukça önemli olduğundan, kapanış konuşmamda bazı diğer sorunlan ele almadan önce, bunlar üzerinde duracağım.
BARIŞ SORUNU
Partimiz hemen hemen iki yıl boyunca iç barış için mücadele etti. Guomindang Merkez Yürütme Komitesinin 3. Genel Toplantısından sonra, barışın elde edildiğini, "barış için mücadele" döneminin sona erdiğini ve yeni görevin "barışı sağlamlaştırmak" olduğunu açıklamıştık. Aynı zamanda, bu yeni görevin, "demokrasi uğruna mücadele" ile ilgili olduğunu, yani demokrasi için mücadele ederek barışın sağlamlaştırılması olduğunu da belirtmiştik. Ancak bazı yoldaşlar bu görüşümüzün geçersiz olduğunu söylüyorlar. Bundan da, onların ya tamamen karşıt görüşte oldukları [sayfa 363] ya da iki görüş arasında bocaladıkları sonucu çıkar. Çünkü onlar şöyle diyorlar: "Japonya geriliyor[178] ve Nancing: her zamankinden daha fazla yalpalıyor; iki ülke arasındaki çelişme hafifliyor ve ülke içindeki çelişme keskinleşiyor." Elbetteki bu değerlendirmeye göre yeni bir aşama ve yeni bir görev söz konusu değildir ve durum eski şekline dönmüş ya da hatta kötülemiştir. Bence bu görüş yanlıştır.
Barışın elde edildiğini söylerken onun sağlamlaştırıldığını kastetmiyoruz; tam tersine, sağlamlaştırılmadığını söyledik. Barışın sağlanmasıyla sağlamlaştırılması iki ayrı şeydir. Tarih bir süre için akışını değiştirebilir ve Japon emperyalizminin, hainlerin ve Japonya yanlısı grubun varlığı nedeniyle barış bazı engellerle karşılaşabilir. Fakat, Sian Olayından sonra bansın sağlandığı ve bu barışın birçok etkenin bir sonucu olduğu bir gerçektir (Japonya'nın temel siyaseti olan istila siyaseti, Sovyetler Birliği'nin ve aynı zamanda İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa'nın, Çin'de iç barışın kurulması yönündeki olumlu tavırları, Çin halkının baskısı, Komünist Partisinin Sian Olayı sırasında izlediği barış siyaseti ve iki rejim arasındaki düşmanlığa son verme siyaseti, burjuvazi içindeki farklılaşma, Guomindang içindeki farklılaşma vb.). Barış yapmak ve barışı bozmak sadece Çan Kayşek'in elinde olan bir şey değildir. Barışı bozmak için birçok güce karşı savaşmak ve Japon emperyalistlerine ve Japon yanlısı gruba yaklaşmak zorunda kalacaktır. Japon emperyalistlerinin ve Japon yanlısı grubun hâlâ Çin'deki iç savaşı sürdürmek istediklerine hiç kuşku yoktur. Barışın henüz sağlamlaştırılmamış olmasının nedeni de işte budur. Bu durumda "iç savaşa son" ve "barış için mücadele" şeklindeki eski sloganlara dönmek yerine, bir adım daha atarak, "demokrasi için mücadele edelim" şeklindeki yeni sloganı benimsememiz gerektiği sonucuna vardık, çünkü iç barışı sağlamlaştırmanın ve Japonya'ya karşı direnme savaşını gerçekleştirmenin tek yolu budur. "Barışı sağlamlaştıralım", "demokrasi için mücadele edelim" ve "silahlı direnişi yürütelim" şeklindeki, birbiriyle sıkıca ilişkili üç sloganı niçin ileri sürüyoruz? [sayfa 364] Bu sorunun cevabı şudur: Çünkü biz devrimi ilerletmek istiyoruz ve koşullar da buna elveriyor. Yeni aşamayı ve yeni görevi inkâr edenler, Guomindang'ın "değişmeye başladığını" ve gene aynı mantıkla son bir buçuk yıldır barış için mücadele eden bütün güçlerin elde ettiği başarıları da inkâr edenler, bir santim bile ilerleyemeyecek ve daha önce bulundukları noktada kalacaklardır.
Bu yoldaşlar niçin bu kadar yanlış bir değerlendirme yapıyorlar? Çünkü onlar bugünkü durumu değerlendirirken temel olgulardan değil, bazı sınırlı ve geçici olgulardan yola çıkıyorlar (Sato'nun siyaseti, Suçov davası[179], grevlerin bastırılması, Kuzeydoğu Ordusunun doğuya nakledilmesi[180], General Yang Huçeng'in dış seyahati[181] vb.) ve dolayısıyla karamsar bir manzara çiziyorlar. Biz, Guomindang'ın değişmeye başladığını ve aynı zamanda henüz tamamen değişmediğini söylüyoruz. Bizler ve halk yeni çabalar -daha fazla ve daha büyük çabalar- harcamadan Guomindang'ın son on yıldaki gerici siyasetinin tamamen değişmesi beklenemez. Çoğu kez Guomindang'ı ağır bir şekilde mahkûm eden ve Sian Olayı sırasında Çan Kayşek'i öldürmemizi ve "savaşarak Tungguan'dan çıkmamızı"[182] öneren çok sayıda sözde "solcu" kişi, şimdi, barışın elda edilmesinden hemen sonra, Suçov davası gibi olaylar meydana gelince şaşırıyorlar ve "Çan Kayşek niçin hâlâ böyle şeyler yapıyor?" diye soruyorlar. Onlar, komünistlerin ve Çan Kayşek'in birer tanrı ya da çevrelerinden tecrit olmuş bireyler değil de, bir partinin ya da bir sınıfın mensupları olduklarını kavramalıdırlar. Komünist Partisi devrimi adım adım ilerletebilir, fakat ülkedeki bütün kötülükleri bir gecede temizleyemez. Çan Kayşek ve Guomindang değişmeye başlamışlardır, ancak halk büyük bir çaba göstermedikçe son on yılın birikmiş pisliğinin derhal temizlenemeyeceği açıktır. Biz, eğilimin barış, demokrasi ve direnme yönünde olduğunu söylüyoruz; fakat bu, eski kötülüklerin, yani iç savaş, diktatörlük ve direnmemenin hiç bir çaba harcanmaksızın ortadan kalkacağı anlamına gelmez. Biz eski kötülükleri, eski pislikleri ancak mücadeleyle, sıkı bir çalışmayla [sayfa 365] ve uzun bir süre içinde ortadan kaldırabilir, devrimin gerilemesini ve hatta karşılaşacağı yenilgileri önleyebiliriz.
"Bizi kesinlikle yok etmek istiyorlar." Çok doğru, onlar her zaman bizi yok etmeye çalışıyorlar. Bu değerlendirmenin doğruluğunu tamamen kabul ediyorum ve gerçekten de bu noktayı gözden kaçırmak için insanın derin bir uykuda olması gerekir. Ama buradaki sorun, bizi yok etmeye çalışırken kullandıkları yöntemlerde bir değişiklik olup olmadığıdır. Bence olmuştur. Değişiklik, savaş ve katliamdan reform ve aldatmacaya, sertlik siyasetinden yumuşama siyasetine, askerî bir siyasetten siyasî bir siyasete doğrudur. Neden böyle bir değişiklik oldu? Japon emperyalizmi ile karşı karşıya kalan burjuvazi ve Guomindang, proletarya ile bizim burjuvazi ile yapmak istediğimiz gibi bir ittifaka zorlanmaktadır. Sorunu değerlendirirken bu noktadan hareket etmeliyiz. Aynı şekilde uluslararası alanda, Fransız hükümeti Sovyetler Birliği'ne karşı düşmanlık siyasetini değiştirmiş ve onunla ittifak yapmaya başlamıştır[183]. Ülke içindeki görevimiz, askerî bir görev olmaktan çıkarak siyasî bir görev haline gelmiştir. Bizim tertiplere ve entrikalara ihtiyacımız yoktur; bizim amacımız, burjuvazinin ve Guomindang'm direnmeden yana olan bütün üyeleri ile birleşerek ortak bir çabayla Japon, emperyalizmini yenilgiye uğratmaktır.
DEMOKRASİ SORUNU
"Demokrasiye ağırlık vermek yanlıştır; ağırlık sadece Japonya'ya karşı direnmeye verilmelidir. Japonya'ya karşı doğrudan eyleme geçilmedikçe, demokrasi hareketi diye bir şey olamaz. Halkın çoğunluğu demokrasi değil, sadece Japonya'ya karşı direniş istiyor ve ihtiyaç duyulan şey, yeni bir 9 Aralık Hareketidir."[184]
Önce birkaç soru sormama izin verin. Bundan önceki [sayfa 366] aşamada (yani 1935'teki 9 Aralık Hareketinden 1937 Şubatındaki Guomindang Merkez Yürütme Komitesinin 3. Genel Toplantısına kadar) halkın çoğunluğunun istediği şeyin iç barış değil de sadece Japonya'ya karşı direnme olduğu söylenebilir mi? İç barışı vurgulamak o gün için yanlış mıydı? Japonya'ya karşı doğrudan eylem olmadan bir iç barış hareketi olanaksız mıydı? (Sian Olayı ve Guomindang Merkez Yürütme Komitesinin 3. Genel Toplantısı Suyyuan'daki direnişin sona ermesinden sonra yer aldı ve bugün de hâlâ, Suyyuan direnişi ya da 9 Aralık Hareketi gibi bir olaya rastlanmış değildir.) Japonya'ya direnmek için iç banşm varolması gerektiğini, iç barış olmaksızm Japonya'ya karşı direnme olamayacağını, iç barışın direnmenin bir koşulu olduğunu herkes biliyordu. 9 Aralık Hareketiyle başlayan ve Guomindang Merkez Yürütme Komitesinin 3. Genel Toplantısıyla biten bir önceki aşamada Japonya'ya karşı yürütülen bütün faaliyetler, ister dolayı ister dolaysız olsun, Japon aleyhtarı hareketin o gün kavranacak halkası, o gün en önemli şey olan iç barış için verilen mücadelede yoğunlaşıyordu.
Aynı şekilde bugünkü yeni aşamada demokrasi, Japonya'ya karşı direnme için en önemli şeydir ve demokrasi için çalişmak, Japonya'ya karşı direniş için çalışmak demektir. Tıpkı direnme ile iç barışın ve demokrasi ile iç barışın birbirlerine bağlı oldukları gibi, direniş ile demokrasi de birbirlerine öyle bağlıdırlar. Demokrasi, direnişin güvencesidir, diğer taraftan direniş, demokrasi hareketinin geliştirilmesi için elverişli koşulları yaratabilir.
Yeni aşamada Japonya'ya karşı doğrudan ya da dolaylı birçok mücadele verileceğini umuyoruz ve gerçekten de bunlar verilecektir. Bu mücadeleler direnme savaşma güç verecek ve demokrasi hareketini büyük ölçüde destekleyecektir. Ancak, tarihin bize yüklediği devrimci görevin çekirdeği ve özü, demokrasinin kazanılmasıdır. O halde demokrasiye ağırlık vermek yanlış mıdır? Bence değildir.
"Japonya geriliyor, İngiltere ve Japonya neredeyse bir denge durumuna ulaşma durumundalar ve Nancing her [sayfa 367] zamankinden daha fazla yalpalıyor." Bu saçma kuşkuya tarihî gelişmenin yasalarını bilmemek yol açmıştır. Eğer Japonya'da bir devrim olsaydı ve Japonya Çin'den gerçekten çekilseydi, dünya saldırganlık cephesinin çökmeye başladığını gösteren bu olay, Çin devrimine yardım eder ve tam da bizim istediğimiz şey olurdu. O zaman ortada korkulacak bir şey kalacak mıydı? Ne var ki bugün durum böyle değildir. Sato'nun diplomatik manevraları, büyük bir savaşa hazırlık niteliğindedir ve büyük bir savaşla karşı karşıya bulunuyoruz. Sürdürdüğü yalpalama siyaseti İngiltere'nin işine yaramayacaktır. İngiltere'nin Japonya ile olan çıkar çatışması bunu kesinlikte ortaya koymaktadır. Nancing daha uzun süre yalpalamaya devam ederse, bütün milletin düşmanı haline gelecektir ve bizzat Nancing'in çıkarları, onun yalpalamayı sürdürmesine izin vermemektedir. Geçici bir gerileme tarihin genel yasasını değiştiremez. Dolayısıyla yeni aşamanın varlığı ya da demokrasiyi kazanma görevini ortaya koyma gereği reddedilme-melidir. Zaten, Çin halkının çok fazla değil, tersine çok az demokrasiye sahip olduğu herkesçe açıkça bilindiğine göre demokrasi sloganı doğrudur. Olaylar da, yeni aşamanın tanımlanmasının ve demokrasiyi kazanma görevinin saptanmasının direnişe doğru atılan bir adım olduğunu göstermiştir. Olaylar ileriye doğru gelişmektedir; zamanın akışını geriye çevirmeye çalışmayalım!
"Bir millî meclise niçin bu kadar çok önem veriyoruz?" Millî meclise, hayatın bütün alanlarını etkileyebilecek bir şey olduğu için, gerici diktatörlükten demokrasiye giden bir köprü olduğu için, millî savunma ile ilişkili olduğu için ve yasal bir kurum olduğu için önem veriyoruz. Birçok yoldaşın önerdiği gibi Doğu Hebey'i ve Kuzey Cahar'ı geri almak, kaçakçılığa[185] karşı mücadele etmek, "iktisadî işbirliği"ne[186] karşı çıkmak vb. doğru şeylerdir, fakat bunlar demok rasi ve bir millî meclis için verilen mücadeleyle herhangi bir şekilde çatışmak şöyle dursun, onu tamamlayan şeylerdir; esas sorun gene de millî meclis ve halkın özgürlüğüdür. [sayfa 368]
Japonya'ya karşı verilen günlük mücadelenin ve halkın daha iyi bir hayat için verdiği mücadelenin, demokrasi hareketiyle birleştirilmesi gerektiği doğrudur ve bu inkar edilemez. Her şeye karşın demokrasi ve özgürlük, bugünkü aşamada temel ve en önemli şeydir.
DEVRİMİN GELECEĞİ SORUNU
Bazı yoldaşlar bu sorunu ortaya attılar. Ben burada ancak kısa bir cevap verebilirim.
Bir makale yazılırken, makalenin ikinci yarısı, ancak birinci yarısı tamamlandıktan sonra yazılabilir. Demokratik devrimin kararlı bir önderliğe sahip olması, sosyalizmin zaferinin önkoşuludur. Biz sosyalizm için mücadele ediyoruz ve bu noktada, kendilerini sadece devrimci Üç Halk İlkesi ile sınırlandıranlardan ayrılıyoruz. Bugünkü çabalarımız ilerdeki yüce hedefimize yönelmiştir; bu hedefi gözden kaçırırsak komünist olmaktan çıkarız. Ama bugünkü çabalarımızı gevşetirsek, gene aynı şekilde komünist olmaktan çıkarız.
Biz, devrimci geçiş teorisinin[187] savunucularıyız ve demokratik devrimden sosyalizme geçilmesini savunuyoruz. Demokratik devrim, hepsi de demokratik cumhuriyet sloganı altında olmak üzere, birkaç aşamada gelişecektir. Burjuvazinin ağır bastığı durumdan proletaryanın ağır bastığı duruma geçiş, uzun bir mücadele sürecini kapsar. Önderlik için verilen bu mücadelede zafer, Komünist Partisinin, hem proletaryanın, hem de köylülüğün ve şehir küçük burjuvazisinin siyasi bilinç ve örgütlenme düzeyini yükseltmek için yaptığı çalışmaya bağlıdır.
Proletaryanın en sağlam müttefiki köylülüktür, ondan sonra da şehir küçük burjuvazisi gelir. Önderliği ele geçirmek için bizimle yarışacak olan ise burjuvazidir.
Burjuvazinin bocalamasının ve devrimde sebat etmeme^ sinin üstesinden gelmek için kitlelerin gücüne ve siyasetimizin [sayfa 369] doğruluğuna güvenmeliyiz, aksi takdirde burjuvazi üstünlüğü ele geçirir.
Biz, geçişin kansız olmasını istiyoruz ve bunun için çalışmalıyız, ancak ilerde ne olacağı kitlelerin gücüne bağlı olacaktır.
Biz, Troçkist "sürekli devrim" teorisinin değil, devrimci geçiş teorisinin savunucularıyız.[188] Biz, demokratik cumhuriyetin bütün gerekli aşamalarından geçerek sosyalizme ulaşmak istiyoruz. Kuyrukçuluğa karşıyız, ama aynı zamanda maceracılığa ve aceleciliğe de karşıyız.
Burjuvazinin devrime katılmasını, bunun geçici olacağı gerekçesiyle reddetmek ve (yarı-sömürge bir ülkede) burjuvazinin Japonya'ya karşı olan kesimleriyle yapılan ittifakı, teslimiyetçilik olarak nitelemek, bizim kabul edemeyeceğimiz Troçkist bir yaklaşımdır. Aslında bugün böyle bir ittifak, sosyalizm yolundaki zorunlu bir köprüdür.
KADROLAR SORUNU
Büyük bir devrimi yönetmek için büyük bir partiye ve çok sayıda yetenekli kadroya sahip olmak gerekir. 450 milyon nüfusu olan Çin'de, eğer önderlik küçük ve dar bir gruptan meydana geliyorsa ve Partinin önderleri ve kadroları dar kafalı, dar görüşlü ve beceriksiz kimselerse, tarihte eşi bulunmayan büyük devrimimizi gerçekleştirmemiz mümkün olmaz. Çin Komünist Partisi uzun zamandan beri büyük bir Parti olmuştur ve gericilik döneminde uğradığı kayıplara karşın, hâlâ da büyük bir Partidir, birçok iyi öndere ve kadroya sahiptir, fakat bu gene de yeterli değildir. Parti örgütlerimizi bütün ülkeye yaymalı ve bilinçli bir şekilde on binlerce kadro ve yüzlerce yetenekli önder yetiştirmeliyiz. Bunlar, Marksizm-Leninizmi sıkı bir şekilde kavramış, siyasî bakımdan uzak görüşlü, çalışmada yetenekli, fedakârlık ruhuyla dolu, sorunları tek başlarına çözebilen, güçlükler karşısında yılmayan ve millete, sınıfa ve [sayfa 370] Partiye hizmet etmede sadık ve kararlı kadrolar ve önderler olmalıdırlar. Parti, üyelerle ve kitlelerle olan bağlarında işte bu kadrolara ve önderlere güvenir ve Parti ancak onların kitlelere sıkı bir şekilde önderlik etmelerine dayanarak düşmanı altedebilir. Böyle kadrolar ve önderler bencillikten, bireyci kahramanlıktan, gösterişten, tembellikten, pasiflikten ve sekter kendini beğenmişlikten arınmış fedakâr milli kahramanlar ve sınıf kahramanları olmalıdırlar. Partimizin üyelerinde, kadrolarında ve önderlerinde aranan nitelikler ve çalışma tarzı işte budur. Davamız uğruna canlarını veren on binlerce üyenin, binlerce kadronun ve birçok yetenekli önderin bize bıraktığı manevî miras işte budur. Hiç kuşkusuz biz bu niteliklere sahip olmalı, kendimize yeniden şekil vermede daha da iyi sonuçlar elde etmeli ve kendimizi daha yüksek bir devrimci düzeye çıkarmalıyız. Ancak, bu da yeterli değildir; Parti içinde ve ülkede birçok yeni kadro ve önder bulmayı kendimize görev edinmeliyiz. Devrimimizin geleceği kadrolara bağlıdır. Stalin'in dediği gibi, "Her şeyi kadrolar belirler".[189]
PARTİ İÇİNDE DEMOKRASİ SORUNU
Parti içi demokrasi bu amaçlara ulaşmak için zorunludur. Eğer Partiyi güçlendirmek istiyorsak, bütün üyelerin insiyatifini harekete geçirmek için demokratik merkeziyetçiliği uygulamalıyız. Gericilik ve iç savaş döneminde daha fazla merkeziyetçilik vardı. Yeni dönemde, merkeziyetçilik demokrasiyle sıkı bir şekilde birleştirilmelidir. Demokrasiyi uygulayalım ve böylece bütün Partide insiyatife yer verelim. Bütün Parti üyelerinin insiyatifini harekete geçirelim ve böylece çok sayıda yeni kadro yetiştirelim, sekterliğin kalıntılarını yok edelim ve bütün Partide çelikten bir birlik sağlayalım. [sayfa 371]
KONFERANSTA VE BÜTÜN PARTİ İÇİNDE BİRLİK
Bu konferans sırasında siyasi sorunlarla ilgili olarak dile getirilen karşı görüşler, yapılan açıklamalardan sonra yerlerini görüş birliğine bıraktılar ve Merkez Komitesinin çizgisi ile daha önce bazı yoldaşların önderliğinde benimsenen geri çekilme çizgisi arasındaki ayrılık da, şimdi ortadan kaldırılmış bulunmaktadır.[190] Bu, Partimizin çok sağlam bir şekilde birleşmiş olduğunu gösterir. Bu birlik, bugünkü millî ve demokratik devrimin en önemli dayanağını meydana getirmektedir, çünkü bütün sınıfın ve bütün milletin birliği ancak Komünist Partisinin birliği ile sağlanabilir ve ancak bütün sınıfı ve bütün milleti birleştirdiğimiz zaman düşmanı yenebilir ve millî ve demokratik devrimi gerçekleştirebiliriz.
MİLYONLARCA KİTLEYİ JAPONYA'YA KARŞI
MİLLİ BİRLEŞİK CEPHEYE KAZANIN
Doğru siyasetimizin ve sağlam birliğimizin amacı, milyonlarca kitleyi Japonya'ya karşı millî birleşik cepheye kazanmaktır. Proletaryanın, köylülüğün ve şehir küçük burjuvazisinin geniş kitlelerinin, bizim yürüteceğimiz propaganda, ajitasyon ve örgütleme çalışmalarına ihtiyacı vardır. Ayrıca, burjuvazinin Japonya'ya karşı olan kesimleri ile bir ittifak kurabilmek için de çaba göstermemiz gerekmektedir. Partinin siyasetinin kitlelere maledilmesi uzun ve kararlı bir çabayı, yılmaz ve zorlu, sabırlı ve titiz bir çabayı gerektirir. Bu çaba olmadan hiç bir şey elde edemeyiz. Japonya'ya karşı millî birleşik cephenin kurulması ve sağlamlaştırılması, bu cepheye düşen görevin yerine getirilmesi ve Çin'de demokratik bir cumhuriyetin kurulması, tamamen bizim kitleleri kazanma çabalarımıza bağlıdır. Bu çabayı harcayarak milyonlarca ve milyonlarca kitleyi önderliğimiz [sayfa 372] altında toplayabilirsek, devrimci görevlerimizi hızla yerine getirebiliriz. Zorlu bir şekilde çalışarak Japon emperyalizmini mutlaka yıkacak ve millî ve toplumsal kurtuluşa kesin olarak ulaşacağız. [sayfa 373]
Dipnotlar
[9*] Bu yazı, Mao Zedung yoldaş tarafından Hunan-Ciangsi Sınır Bölgesi 2. Parti Kongresi için kaleme alman ve ilk adı "Sınır Bölgesi Parti Örgütünün Siyasi Sorunları ve Görevleri" olan kararın bir bölümüdür.
[10*] Bu yazı, Mao Zedung yoldaş tarafından Çin Komünist Partisi Merkez Komitesine sunulmuş bir rapordur.
[11*] Li, bir Çin uzunluk ölçüsüdür. İki li, yaklaşık olarak bir kilometredir. -Ç.N.
[12*] Bu makale, Mao Zedung yoldaşın Kızıl Ordunun Dördüncü Ordusunun 9. Parti Kongresi için hazırladığı karar tasarısıdır. Çin halkının silahlı kuvvetlerinin inşası çetin bir yol izlemiştir. Çin Kızıl Ordusu (Japonya'ya Karşı Direnme Savaşı sırasında Sekizinci Yol Ordusu ve Yeni Dördüncü Ordu olarak isimlendirilmiştir; şimdi ise Halk Kurtuluş Ordusudur), 1 Ağustos 1927'de Nançang Ayaklanması sırasında kuruldu. Aralık 1929'da kuruluşunun üstünden iki yılı aşkın bir süre geçmişti. Bu süre içinde Kızıl Ordudaki Komünist Partisi örgütü, çeşitli yanlış fikirlere karşı mücadele içinde çok şey öğrendi ve zengin, bir tecrübe kazandı. Karar, bu tecrübeyi özetlemekteydi. [sayfa 136] Kızıl Ordunun tamamen Marksist-Leninist bir temel üzerinde inşasını ve eski tipteki orduların bütün etkilerinin giderilmesini mümkün kıldı. Sadece Dördüncü Orduda değil, giderek Kızıl Ordunun bütün diğer birimlerinde de uygulandı; böylelikle bütün Çin Kızıl Ordusu, her bakımdan gerçek bir halk ordusu haline geldi. Çin halk silahlı kuvvetleri, aşağı yukarı son otuz yıl içinde, Parti faaliyetleri ve siyasî çalışma bakımından muazzam gelişme ve yenilikler gerçekleştirmiştir. Çin halk silahlı kuvvetlerinin bugünkü görünümü çok daha değişiktir; ancak bu kararda ortaya konan çizgi, izlenen temel çizgi olmaya devam etmektedir.
[13*] Bu makale, Mao Zedung yoldaşın o zaman Parti içinde var olan bazı karamsar görüşleri eleştirmek için yazdığı bir mektuptu.
[14*] Bu konuşma, 1933 Ağustosunda on yedi ilin katılmasıyla Güney Ciangsi'de toplanan ekonomik inşa konferansında yapılmıştır.
[15*] Mao Zedung yoldaş, bu belgeyi Ekim 1933'te, toprak devrimi çalışmasında ortaya çıkan sapmaları düzeltmek ve toprak sorununa doğru bir çözüm getirmek için yazdı. O zamanki İşçi ve Köylü Demokratik Merkezi Hükümeti bunu, köylük bölgelerdeki insanların sınıfsal durumunun belirlenmesindeki ölçütleri saptayan bir belge olarak kabul etti.
[16*] Bu rapor, Mao Zedung yoldaş tarafından Ocak 1934'te Ciangsi Eyaletinde Ruycin'de toplanan İşçi ve Köylü Temsilcileri 2. Milli Kongresine sunulmuştur.
[17*] Bu yazı, Ocak 1934'te Ciangsi Eyaletinde Ruycin'de toplanan İşçi ve Köylü Temsilcileri 2. Milli Kongresinde Mao Zedung yoldaş tarafından yapılan kapanış konuşmasının bir bölümüdür.
[18*] Bu rapor, Mao Zedung yoldaş tarafından Kuzey Şensi'de bulunan Vayaobao'da, Merkez Komitesi Siyasi Bürosunun 1935 Aralığındaki toplantısından sonra yapılan Parti eylemcileri konferansında okunmuştur. Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi tarafından düzenlenen toplantıların en önemlilerinden biri olan bu toplantıda, Çin milli burjuvazisinin Japonya'ya karşı ortak mücadelede işçi ve köylülerin bir müttefiki olamayacağı konusundaki Parti içindeki hatalı görüş eleştirildi ve milli birleşik cephenin taktikleri saptandı. Siyasi Büronun kararları temelinde Mao Zedung yoldaş, Japonya'ya karşı direnilmesi koşuluyla milli burjuvazi ile yemden bir milli birleşik cephe kurulmasının mümkün ve önemli olduğunu ayrıntılı bir şekilde açıkladı. Bu birleşik cephede Komünist Partisinin ve Kızıl Ordunun oynayacağı önder rolün belirleyici önemi üzerinde durdu. Çin devriminin uzun süreli niteliğine işaret etti ve Parti içinde öteden beri var olan ve Parti ile Kızıl. Ordunun İkinci Devrimci İç Savaş sırasında uğradığı ciddi yenilgilerin temel nedeni olan, devrime karşı dar görüşlü, kapalı-kapıcı ve aceleci bir tutum takınmak eğilimini eleştirdi. Aynı zamanda Cen Dusiu'nun sağ oportünizminin sonucu olarak devrimin 1927'de yenilgiye uğramasından çıkan tarihi derse Partinin dikkatini çekti ve Çan Kayşek'in kaçınılmaz olarak devrimci güçleri baltalamaya çalışacağını gösterdi. Böylece Partinin yeni durumda sorunları berrak bir şekilde görmesini ve Çan Kayşek'in sayısız entrikalarına ve pek çok silahlı saldırısına karşın devrimin güçlerinin kayıp vermemesini sağladı. Merkez Komitesi Siyasî Bürosunun 1935 Ocağında Guycov Eyaletindeki Zunyi'de yapılan genişletilmiş bir oturumunda, önceki "sol" oportünist önderliğin yerine başında Mao Zedung yoldaşın bulunduğu yeni bir Merkez Komitesi önderliği getirildi. Bununla birlikte bu toplantı, Kızıl Ordunun Uzun Yürüyüşü sırasında yapıldığından sadece en acil askerî sorunlar ve Merkez Komitesinin Sekreterliği ile Devrimci Askeri Komisyonunun örgütlenmesi konularında karar vermekle sınırlı kaldı. Ancak Uzun Yürüyüşün sona erip Kızıl Ordunun Kuzey Şensi'ye ulaşması üzerinedir ki Parti Merkez Komitesi, siyasî alandaki taktiklerle ilgili çeşitli sorunları düzenli bir şekilde ele almak olanağını bulabildi. Mao Zedung yoldaş bu raporda, bu sorunların son derece kapsamlı bir tahlilini yapmıştır.
[19*] Mao Zedung yoldaş, bu raporu, 1937 Mayısında Yenan'da toplanan Çin Komünist Partisi Millî Kongresine sunmuştu.
[20*] Bu makale, Mao Zedung yoldaşın, Çin Komünist Partisinin 1937 Mayısındaki Millî Konferansında yaptığı kapanış konuşmasıdır.
Açıklayıcı Notlar
[54] Mao Zedung yoldaş, "burjuvazi" terimiyle millî burjuvaziyi kastetmektedir. Bu sınıfla büyük komprador burjuvazi arasındaki farkı, "Japon Emperyalizmine Karşı Taktikler Üzerine" (Aralık 1935) ve "Çin Devrimi ve Çin Komünist Partisi" (Aralık 1939) adlı makalelerinde ayrıntılarıyla açıklamıştır. (Bkz. bu ciltte s. 196-229 ve Mao Zedung, Seçme Eserler, Cilt II, birinci baskı, Şubat 1975, Aydınlı Yayınları, s. 304-334)
[55] Bu dört savaşağası kliği hep birlikte Çang Zolin'e karşı savaştılar ve 1928 Haziranında Pekin ve Tiancin'i işgal ettiler.
[56] Fengtien savaşağası kliğinin başında bulunan Çang Zolin 1924 yılında ikinci Çili Fengtien Savaşında Vu Peyfu'yu yendikten sonra, Kuzey Çin'in en güçlü savaşağası haline geldi. 1926 yılında Vu Peyfu ile ittifak yaparak, Pekin üzerine yürüdü ve burayı ele geçirdi. 1928 Haziranın ise burayı terketmek zorunda kaldı ve trenle kuzeydoğuya doğru geri çekilirken, uşaklık ettiği Japon emperyalistlerinin demiryoluna yerleştirdiği bir bombayla öldürüldü.
[57] Bu reform hareketi, Japon işgalcilerinin 3 Mayıs 1928'da Cinan'ı ele geçirmelerinden ve Çan Kayşek'in Japonya ile açıkça ve alçakça uzlaşmasından sonra ortaya çıktı. 1927'deki karşı-devrimci hükümet darbesini benimsemiş olan millî burjuvazi içindeki bir kesim, kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederek yavaş yavaş Çan Kayşek rejimine karşı bir muhalefet oluşturmaya başladı. Bu harekette etkin olarak yer alan Vang Çingvey, Çen Gungbo ve öbürlerinin meydana getirdiği mevki düşkünü karşı-devrimci grup, Guomindang içinde "Yeniden Örgütlenme Kliği" adıyla anılan kliği oluşturdu.
[58] İngiliz ve Amerikan emperyalizmi tarafından desteklenen Çan Kayşek, 1928 yılında Çang Zolin'e saldırmak için kuzeye doğru yürüdü. Bunun üzerine Japon emperyalistleri Şandung'un eyalet merkezi olan Cinan'ı işgal ettiler ve İngiliz-Amerikan nüfuzunun kuzeye doğru yayılmasını önlemek için Tiancin-Pukov demiryolu hattını kestiler. İşgalci Japon birlikleri 3 Mayısta Cinan'da çok sayıda Çinli'yi katletti. Bu olay Cinan Katliamı adıyla anılır.
[59] Çin'deki Kızıl siyasî iktidar, örgütlenme biçimi bakımından Sovyet siyasî iktidarına benzemekteydi. Sovyet, bir temsilciler meclisidir. 1905 Devrimi sırasında Rusya işçi sınıfının yarattığı siyasi bir kurumdur. Lenin ve Stalin, Marksist teoriye dayanarak, Sovyet cumhuriyetinin kapitalizmden sosyalizme geçiş dönemi için en uygun toplumsal ve siyasî örgütlenme biçimi olduğu sonucuna vardılar. 1917'deki Rus Ekim Sosyalist Devrimi, Lenin ve Stalin'in Bolşevik Partisinin önderliği altında, dünya tarihinde ilk kez böyle bir sosyalist Sovyet Cumhuriyetini, bir proletarya diktatörlüğünü kurmayı başardı. Çin'de 1927 devriminin yenilgisinden sonra temsilciler meclisi çeşitli yerlerde, Çin Komünist Partisinin ve en başta da Mao Zedung yoldaşın önderlik ettiği devrimci kitle ayaklanmalarında, halkın siyasî iktidar biçimi olarak benimsendi. Fakat Çin devriminin o aşamasında siyasi iktidarın özelliği, proletarya önderliğindeki anti-emperyalist, anti-feodal yeni-demokratik devrim sürecinde ortaya çıkan demokratik halk diktatörlüğü olmasıydı; bu, Sovyetler Birliği'ndeki proletarya diktatörlüğünden farklıydı.
[60] İkinci Dünya Savaşı sırasında, eskiden İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa ve Hollanda'nın emperyalist hâkimiyeti altında bulunan Doğu'daki birçok sömürge ülke Japon emperyalistleri tarafından işgal edildi. Bu ülkelerde, işçi, köylü kitleleri ve şehirli küçük burjuva kuleleriyle millî burjuvazinin bir kesimi, Komünist Partilerinin önderliğinde, İngiliz, Amerikan, Fransız ve Hollanda emperyalistleriyle Japon emperyalistleri arasındaki çelişmelerden yararlanarak faşist saldırıya karşı geniş bir birleşik cephe örgütlediler, Japonya'ya karşı üs bölgeleri kurdular ve Japonlara karşı amansız bir gerilla savaşına giriştiler. Bunun sonucunda İkinci Dünya Savaşından önceki siyasî durum değişmeye başladı. İkinci Dünya Savaşı sonunda Japon emperyalistleri bu ülkelerden kovulunca, Amerikan, İngiliz, Fransız ve Hollanda emperyalistleri buralarda eski hâkimiyetlerini yeniden kurmaya çalıştılar. Ama Japonya'ya karşı savaş sırasında oldukça güçlü silahlı kuvvetler inşa etmiş olan sömürge halkları eski yaşayışlarına dönmeyi reddettiler. Ayrıca Sovyetler Birliği güçlenmiş, savaşta Birleşik Amerika dışındaki bütün emperyalist devletler ya yıkılmış ya da zayıflamış ve son olarak da Çin devriminin zaferi emperyalist cephede bjr gedik açmış olduğu için, emperyalist sistem bütün dünyada derinden sarsılmıştı. Böylelikle Doğudaki bütün sömürge ülkelerin ya da en azından bazı sömürge ülkelerin halkları için, Çin'dekine benzer biçimde irili ufaklı devrimci üs bölgelerini ve devrimci rejimleri uzun bir süre yaşatmak, uzun süreli devrimci savaşlar vererek köylük bölgelerden şehirleri kuşatmak ve giderek şehirleri de ele geçirip ülke çapında zafer kazanmak mümkün duruma gelmiştir. Durumdaki bu değişikliklerin sonucunda Mao Zedung yoldaşın, emperyalizmin doğrudan hâkimiyeti altındaki sömürgelerde bağımsız rejimlerin kurulması konusunda 1928 yılında sahip olduğu görüşler de değişmiştir.
[61] Bunlar, Çan Kayşek ve Vang Çingvey'in 1927 yılında birbiri ardı sıra devrime ihanet etmelerinden sonra, halkın, Komünistlerin önderliğinde karşı-devrimci kuvvetlere karşı çeşitli yerlerde giriştiği ilk karşı-saldırılardı. Kantonlu işçiler ve devrimci askerler, 11 Aralık 1927'de birleşerek ayaklandılar ve halk iktidarını kurdular. Emperyalizmin doğrudan desteğine sahip olan karşı-devrimci kuvvetlere karşı çetin bir şekilde savaştılar, ama kuvvetler arasındaki fark çok büyük olduğu için yenik düştüler. Guangdung Eyaletinin doğu kıyısındaki Hayfeng ve Lufeng'deki(sayfa 92) köylüler, Komünist Partisi üyesi olan Peng Pay yoldaşın önderliğinde 1923-1925 yıllarında güçlü bir devrimci hareket başlatmışlardı; Millî Devrimci Ordunun, başında Çen Ciungming'in bulunduğu karşı-devrimci kliğe karşı Kanton'dan başlattığı iki doğu seferinin zafere ulaşmasında bu hareketin büyük katkısı oldu. Çan Kayşek'in 12 Nisan 1927'de devrime ihanet etmesinden sonra bu köylüler, Nisan, Eylül ve Ekim aylarında üç ayaklanma düzenlediler ve varlığını 1928 Nisanına kadar sürdüren devrimci bir rejim kurdular. Hunan Eyaletinin doğusunda ayaklanan köylüler, 1927 Eylülünde Liuyang, Pingciang, Liling ve Çuçov'u kapsayan bir bölgeyi ele geçirdiler. Aynı sıralarda, Hubey Eyaletinin kuzeydoğusundaki Siaogan, Maçeng ve Huangan'da on binlerce köylü silahlı bir ayaklanma düzenledi ve Huangan'ın il merkezini otuz günü aşkın bir süre işgal etti. Güney Hunan'da, Yiçang, Çençov, Leyyang, Yungsing ve Zesing illerindeki köylüler, silahlı ayaklanmaya giriştiler ve 1928 Ocağında üç ay yaşayan devrimci bir rejim kurdular.
[62] Kızıl Muhafızlar, devrimci üs bölgelerindeki kitlelerin meydana getirdiği silahlı birliklerdi. Bunlar, normal üretim faaliyetlerine de devam etmekteydiler.
[63] Losiao Sıradağları, Ciangsi ve Hunan Eyaletlerinin sınırı boyunca uzanan büyük sıradağlardır. Cingang Dağları, bu sıradağların orta kesiminde yer almaktadır.
[64] Mao Zedung yoldaş, burada, "küçük burjuva" terimiyle köylülerin dışındaki unsurları, yani zanaatkârları, küçük tüccarları, çeşitli meslek sahiplerini ve küçük burjuva aydınlarını kastetmektedir. Çin'de bu unsurlar, çoğunlukla şehirlerde yaşarlar; ama köylük bölgelerde de sayıları oldukça fazladır.
[65] Beş Kuyular, Cingang Dağlarındaki, Batı Ciangsi'de bulunan Yungsin, Ningang ve Suyçuan ile Doğu Hunan'da bulunan Lingsien ili arasında yer alan Büyük Kuyu, Küçük Kuyu, Yukarı Kuyu, Orta Kuyu ve Aşağı Kuyu köylerine verilen adlardır.
[66] Bu savaş, Ekim 1927'de olmuştur.
[67] Bu savaş, 1927 Kasım ve Aralığında olmuştur.
[68] Kızıl Ordudaki asker temsilcileri toplantıları ve asker komiteleri sistemi daha sonra kaldırıldı. Halk Kurtuluş Ordusu, 1947'de her ikisi de kadroların önderliği altında olmak üzere, asker toplantıları ve asker komiteleri sistemini resmen kabul etti.
[69] Başlangıçta Ye Ting ve Ho Lung yoldaşların komutası altındaki bu birlikler, 1 Ağustos 1927 Nançang Ayaklanmasını düzenlediler. Guangdung Eyaletindeki Çaoçov ve Svatov üzerine yürüyüşleri sırasında yenilgiye uğradılar. Cu De, Lin Biao ve Cen Yi yoldaşlar tarafından yönetilen bazı birimler, gerilla harekâtına devam etmek için, Ciangsi yoluyla Güney Hunan'a geri çekildiler. 1928 Nisanında Cingang Dağlarında Mao Zedung yoldaşın kuvvetlerine katıldılar.
[70] 1927 devrimi sırasında, Vuçang'daki Millî Hükümetin Muhafız Alayındaki kadroların çoğunluğu Komünist Partisi üyesiydi. 1927 Temmuzunun sonlarında, Vang Çingvey ve taraftarlarının devrime ihanet etmelerinden sonra, alay, Nançang'daki ayaklanmaya katılmak üzere Vuçang'ı terk etti. Alay, yolda devrimci kuvvetlerin Nançang'dan ayrılıp güneye gitmiş olduğunu öğrenince yolunu değiştirerek Pingciang ve Liuyang'daki silahlı köylü kuvvetlerine katılmak üzere, Batı Ciangsi'dekı Siuşuy'a yöneldi.
[71] 1927 ilkbaharında, Hunan Eyaletindeki Pingciang ve Li-uyang bölgesinde oldukça güçlü silahlı köylü kuvvetleri kuruldu. 21 Mayısta, Su Kesiang, Cangşa'da karşı-devrimci bir darbe düzenledi ve devrimci kitleleri katletti. Bunun üzerine silahlı köylü kuvvetleri, 31 Mayısta, karşı-devrimcilere gereken cevabı vermek için Cangşa'ya doğru yürüyüşe geçti; ama oportünist Cen Dusiu tarafından durdurularak geri çevrildiler. Bunun üzerine bu kuvvetlerin bir kısmı gerilla savaşı vermek için bağımsız bir alay halinde yeniden örgütlendiler. 1 Ağustostaki Nançang Ayaklanmasından sonra bu silahlı köylüler, Ciangsi Eyaletindeki Siuşuy ve Tunggu ile Hunan Eyaletindeki Pingciang ve Iiu-yang'da, Vuçang Millî Hükümetinin eski Muhafız Alayıyla birleştiler ve Ciangsi'de bulunan Pingsiang'daki silahlı kömür madeni, işçileriyle işbirliği halinde Güz Hasadı Ayaklanmasını düzenlediler. Ekim ayında, Mao Zedung yoldaş bu kuvvetleri Cingang Dağlarına götürdü.
[72] 1928 başlarında, Cu De yoldaş Güney Hunan'da devrimci gerilla savaşını yönetirken, köylü hareketinin derin kökler salmış olduğu Yiçang, Çençov, Leyyang Yungsing ve Zising illerinde köylü orduları kuruldu. Daha sonra Cu De yoldaş bu kuvvetleri, Mao Zedung yoldaş komutasındaki kuvvetlere katılmak üzere, Cingang Dağlarına götürdü.
[73] Hunan Eyaletindeki Çanning'de bulunan Şuykuşan, kurşun madenleriyle tanınmıştır. 1922'de buradaki maden işçileri, Komünist Partisinin önderliğinde bir sendika kurdular ve kar-şı-devrîme karşı yıllarca mücadele ettiler. 1927'deki Güz Hasadı Ayaklanmasından sonra birçok maden işçisi Kızıl Orduya katıldı.
[74] Ciangsi Eyaletinin Pingsiang ilinde bulunan ve 12 bin işçi çalıştıran Anyuan Kömür Madenleri, Han Yepin Demir-Çelik Şirketine aitti. 1921'den itibaren burada Komünist Partisi Hunan Eyalet Komitesinin yolladığı örgütleyiciler tarafından, Parti örgütleri ve bir maden işçileri sendikası kuruldu.
[75] 1929 yılında, Kızıl Ordudaki Parti temsilcilerine siyasî komiser adı verildi. 1931 yılında ise, bölük siyasî komiserlerinin adı siyasî eğitmen olarak değiştirildi.
[76] Yerel zorbaların mallarına el konması, ordunun harcamalarının bir kısmını karşılamak için başvurulan geçici bir(sayfa 133) önlemdi. Üs bölgelerinin genişlemesi ve ordunun büyümesi, ordu harcamalarının vergilendirme, yoluyla karşılanmasını hem mümkün hem de gerekli kıldı.
[77] O zamanki koşullarda gerekli olan eşit ücret uygulaması, Kızıl Orduda uzun zaman yürürlükte kaldı. Fakat daha sonraları, subaylar ve askerler, rütbelerine göre çok küçük bir farklılık gösteren ücretler almaya başladılar.
[78] Burada Mao Zedung yoldaş, devrimci ordu içinde belirli bir demokrasi ölçüsüne duyulan ihtiyaca özel bir önem veriyor; çünkü Kızıl Ordunun ilk zamanlarında demokrasiye özel bir önem verilmeksizin, ne orduya yeni katılan köylülerin ve esir alman Beyaz birliklerden saflarımıza katılan askerlerin devrimci coşkusunu harekete geçirmek mümkün olurdu, ne de kadrolarımıza da bulaşmış olan, gerici ordularda görülen savaşağalarına özgü tutumlar saflarımızdan temizlenebilirdi. Elbette ki, ordudaki demokrasi, askerî disiplinin sınırlarını aşmamalı, disiplini zayıflatmaya değil güçlendirmeye hizmet etmelidir. Bu yüzden, bir yandan gerekli ölçüde bir demokrasi geliştirilirken, öte yandan disiplinsizlik demek olan aşırı demokrasi talebiyle de mücadele edilmelidir. Bu şekilde ortaya çıkan disiplinsizlik, Kızıl Ordunun ilk zamanlarında bir ara ciddî bir sorun haline gelmişti. Mao Zedung yoldaşın ordu içindeki aşırı demokrasiye karşı mücadelesiyle ilgili olarak bkz. bu ciltte "Parti İçindeki Yanlış Düşüncelerin Düzeltilmesi Üzerine", s. 136-151.
[79] Ye Ting yoldaş, 1926'daki Kuzey Seferi sırasında bağımsız bir alaya komuta etmekteydi. Çekirdeğini komünistlerin oluşturduğu bu alay vurucu güç olarak ün kazandı. Vuçang'm devrimci ordunun eline geçmesinden sonra 24. Tümen, Nançang Ayaklanmasından sonra da Onbirinci Ordu haline getirilerek genişletildi.
[80] Kızıl Ordunun daha sonraki tecrübeleri, Kızıl Orduda bir Parti üyesine karşı Partili olmayan iki asker şeklindeki oranın uygun olduğunu gösterdi. Bu oran, Kızıl Orduda ve daha sonra da Halk Kurtuluş Ordusunda genellikle korundu.
[81] Çan Kayşek ve Vang Çingvey'in kışkırtmasıyla, aralarında Su Kesiang ve Hu Oien'in de bulunduğu Guomindang'm Hunan'daki karşı-devrimci ordu komutanları, 21 Mayıs 1927'de, Cangsa'daki sendikalar, köylü birlikleri ve diğer devrimci örgütlerin eyalet merkezlerine bir baskın düzenledi. Komünistlerle devrimci işçi ve köylüler, kitle halinde tutuklandılar ve katledildiler. Bu olay, iki karşı-devrimci Guomindang kliği -başında Varig Çingvey'in bulunduğu Vuhan kliğiyle, başında Çan Kayşek'in bulunduğu Nancing kliği- arasındaki açık işbirliğini ortaya koymaktaydı.
[82] Bütün topraklara el konulup bunların yeniden dağıtılması, Hunan-Ciangsi sınır bölgesinde 1928'de çıkartılan Toprak Yasasının bir maddesiydi. Mao Zedung yoldaş daha sonra, sadece toprakağalarının toprakları yerine, bütün topraklara el konmasının, toprak mücadelesindeki tecrübesizlikten kaynaklanan bir hata olduğuna işaret etti. Ciangsi'deki Singguo ilinin 1929 Nisanında kabul edilen Toprak Yasasında, "bütün topraklara el konulması" maddesi, "hazine topraklarıyla toprakağaları sınıfının topraklarına el konulması" şeklinde değiştirildi.
[83] Mao Zedung yoldaş, köylük bölgelerdeki ara sınıfın kazanılmasının önemini gözönünde bulundurarak, ara sınıfa karşı fazla sert davranma şeklindeki hatalı siyaseti kısa zamanda düzeltti. Mao Zedung yoldaşın bu sınıfa karşı izlenecek siyaset konusundaki görüşleri, bu makaleden başka, aralarında "Gelişigüzel Ev Yakma ve Adam Öldürmenin Yasaklanması" ve "Orta ve Küçük Tüccarların Çıkarlarının Korunması" önerilerinin de yer aldığı Kızıl Ordunun 6. Parti Kongresine (Kasım 1928) sunulan önerilerde; Dördüncü Kızıl Ordunun "zamanla biraz mülk edinmiş kasaba tüccarlarına, yetkili makamlara itaat ettikleri sürece dokunulmamasını" isteyen Ocak 1929 tarihli bildirisinde; Singguo ilinin Nisan 1929'da kabul edilen Toprak Yasasında (bkz. Not 17) vb. ortaya konmaktadır.
[84] Devrimci savaşın yayılması, devrimci üs bölgelerinin genişletilmesi ve sanayi ve ticaretin devrimci hükümet tarafından korunması siyasetinin benimsenmesiyle, bu durumu değiştirmek mümkün oldu ve bir süre sonra da gerçekten böyle bir değişme sağlandı. Burada belirleyici olan, millî burjuvazinin sanayi ve ticaretini kararlılıkla korumak ve bu konudaki aşırı sol siyasetlere karşı çıkmaktı.
[85] İşgücü, toprak dağıtımı için uygun bir ölçüt değildir: Zaten Kızıl Bölgelerde de toprak, adam başına eşit toprak düşecek şekilde yeniden dağıtılmıştı.
[86] Güvenlik Muhafızları, bir çeşit karşı-devrimci yerel silahlı kuvvetlerdi.
[87] 1927'de devrimin yenilgiye uğramasından sonra, kısa bir süre için, Komünist Partisi içinde «sol» darbeci bir eğilim ortaya çıktı. Çin devrimini «sürekli devrim» olarak gören ve Çin'deki devrimci durumun «sürekli bir yükseliş» halinde olduğunu düşünen darbeci yoldaşlar, düzenli bir geri çekilme örgütlemeyi reddettiler. Buyrukçu yöntemler uygulayarak ve sadece az sayıda Parti üyesine ve kitlelerin küçük bir bölümüne dayanarak, hatalı bir şekilde, hiç bir basan ümidi' olmayan, ülke çapında bir dizi yerel ayaklanmalar düzenlemeye kalkıştılar. Bu gibi darbeci eylemler, 1927 sonlarında çok yaygındı, 1928 başlarında giderek azaldılar. Ancak darbeci duygular bazı yoldaşlar arasında hâlâ yaşamaya devam etmekteydi.
[88] Gerilla örgütlenme sisteminde, düzenli ordulardaki tümen karşılığı olarak kurulan bu birlikler, düzenli tümenlere oranla çok daha esnek ve genellikle çok daha küçüktü.
[89] Bu iki Çin deyimiyle, Çin tarihinde bazı asilerin kuvvetlerini(sayfa 149) genişletmek için başvurdukları yöntemlere değinilmektedir. Bu yöntemlerin uygulanmasında nitelikten çok niceliğe dikkat edilmekte ve safları genişletmek için ayrım yapılmaksızın her çeşit insan orduya alınmaktaydı.
[90] Huang Çao, Tang Hanedanının son zamanlarında çıkan köylü ayaklanmalarının önderiydi. Huang, İS 875 yılında, kendi doğduğu yer olan Çaoçov (bugün Şandung'daki Hoze ili) bölgesinden başlayarak, silahlı köylüleri imparatorluk kuvvetlerine karşı çeşitli muharebelerde zaferden zafere koşturdu ve kendine "Göğe Hücum Eden General" lakabını taktı. On yıl boyunca, Sarı Irmak, Yangze, Huay ve İnci nehirlerinin vadilerindeki eyaletlerin çoğunu kasıp kavurdu; Guangsi kapılarına kadar dayandı. Nihayet Tungguan geçidinden geçmeyi başardı ve imparatorluğun başkenti olan Çangan'ı (bugün Şensi Eyaletindeki Sian şehri) aldı ve Çi İmparatoru olarak taç giydi. İç anlaşmazlıklar ve Tang Hanedanına bağlı kuvvetlerin müttefiki olan Han kabileleri dışında kalan kabilelerin saldırılan sonucunda Huang, Çangan'ı terk etmek ve memleketine geri çekilmek zorunda kaldı. Burada intihar etti. Huang'ın on yıl boyunca yürüttüğü bu savaş, Çin tarihindeki en ünlü köylü savaşlarından biridir. Hanedan tarihçileri, Huang için, "Ağır vergiler altında ezilen herkes onun etrafında toplandı" diye yazıyorlar. Ama görece sağlamlaştırılmış üs bölgeleri kurmaksızın, sadece gezginci savaş yürüttüğü için kuvvetlerine "gezginci asi çeteler" adı verilmekteydi.
[91] Kuzey Şensi'deki Miçih'de doğmuş olan Li Çuang -bu, Kral Çuang Li Zuçeng (Gözüpek Kral) adının kısaltılmış şekliydi- Ming Hanedanının devrilmesiyle sonuçlanan bir köylü ayaklanmasının önderiydi. Ayaklanma 1628'de Kuzey Şensi'de başladı. Li, Gao Yingsiang yönetimindeki kuvvetlere katıldı; bunlarla birlikte Henan ve Anhuy'dan geçerek tekrar Şensi'ye geri döndü. Gao'nun 1636'da ölümünden sonra, Li onun yerine geçti ve Kral Çuang ismini aldı. Durmadan Şensi, Sicuan, Henan ve Hubey Eyaletlerine seferler düzenledi. Sonunda 1644'te imparatorluk başkenti Pekin'i ele geçirdi. Bunun üzerine son Ming imparatoru intihar etti. Kitleler arasında yaydığı baş slogan "Kral Çuang'ı destekleyin ve tahıl vergisini ödemeyin"di. Adamları arasında disiplini sağlamak için kullandığı diğer bir slogan da şöyleydi: "Herhangi birini öldüren kimseyi babamı öldürmüş, herhangi birinin ırzına geçen kimseyi de anamın ırzına geçmiş sayacağım." Böylelikle kitlelerin desteğini kazandı ve yönettiği(sayfa 150) hareket bütün ülkeyi saran köylü ayaklanmalarının esas akımı haline geldi. Ancak o da görece sağlamlaştırılmış us bölgeleri kurmadan dolaştığı için sonunda, Ming Hanedanının bir generali olan ve kendisinin üzerine Çing istilacılanyla ortaklama bir saldın düzenleyen hain Vu Sanguy tarafından yenilgiye uğratıldı.
[92] Ciangsi Eyaletindeki Yiyang'da doğmuş olan ve Çin Komünist Partisi Altıncı Merkez Komitesinin bir üyesi bulunan Fang Çimin yoldaş, Kuzeydoğu Çiangsi'deki Kızıl bölgenin ve Onuncu Kızıl Ordunun kurucusuydu. 1934'te Japon istilacılarına karşı direnmek için, kuzeye yürüyen Kızıl ordunun öncü müfrezelerini yönetti. 1935 Ocağında karşı-devrimci Guomindang birliklerine karşı savaşırken esir düştü ve Temmuz ayında Ciangsi' deki Nançang'da şehit edildi.
[93] Devrimin öznel güçleriyle, devrimin örgütlü güçleri kastedilmektedir.
[94] Bir Guomindang savaşağası olan Lu Diping, 1928'de Guomindang'ın Hunan Eyaleti Valisiydi.
[95] Guomindang'ın Nancing'deki savaşağası Çan Kayşek'le Guangsi Eyaletindeki Guomindang savaşağaları Li Zungcen ve Bay Cungsi arasındaki 1929 Mart-Nisan savaşı.
[96] Kızıl Ordunun Cingang Dağlarındaki üs bölgesinin, Hunan ve Çiangsi'deki Guomindang savaşağaları tarafından 1928 sonları ile 1929 başları arasında üçüncü defa istila edilmesi.
[97] Bu deyiş, halkını iyiliksever bir yönetici aramaya sevkeden bir despotu, "balıkları derin sulara süren" su samuruna benzeten Mençius'a aittir.
[98] Çin Komünist Partisinin 6. Millî Kongresi, 1928 Temmuzunda toplandı. Kongre, 1927 yenilgisinden sonra da, Çin devriminin burjuva-demokratik, yani anti-emperyalist ve anti-feodai karakterinin değişmediğine ve devrim dalgasının kaçınılmaz olarak yeniden yükseleceğine, ancak bu yükseliş çok yakında beklenmediği için, devrimin genel çizgisinin kitleleri kazanmak olması gerektiğine işaret etti. 6. Kongre, 1927'de ortaya çıkan Cen Dusiu'nun sağ teslimiyetçiliğini tasfiye etti ve aynı zamanda 1927 sonlarıyla 1928 başlarında Parti içinde görülen "sol" darbeciliği de reddetti.
[99] Köşeli parantez içindeki sözler yazar tarafından eklenmiştir.
[100] Batı Fucien'de kurulan rejim, 1929'da Cingang Dağlarındaki Kızıl Ordunun yeni bir devrimci üs bölgesi inşa etmek için doğuya doğru yürüdüğü ve Fucien'in batı kesiminde bulunan Lungyen, Yungding ve Şanghan illerinde halkın devrimci siyasî iktidarını kurduğu zaman doğdu.
[101] İstikrarlı üs bölgeleri, İşçi ve Köylü Kızıl Ordusu tarafından kurulan görece istikrarlı devrimci üs bölgeleriydi.
[102] Cang Boceng, o zaman Guomindang'm Çeciang Eyaletindeki barışı koruma birliklerinin komutanıydı.
[103] Çen Guohuy ve Lu Singpang kuvvetleri Guomindang ordusuna katılmış olan Fucienli iki zorba eşkıyaydı.
[104] Çang Çen, Guomindang ordusunda tümen komutanıydı.
[105] Bir Guomindang savaşağası olan, Çu Peyde, o zaman Guomindang'ın Ciangsi Eyaleti Valisiydi.
[106] Siyung Şihuy, o zaman Ciangsi Eyaletindeki Guomindang ordusunda tümen komutanıydı.
[107] 1930-1934 yılları arasında Çan Kayşek, Merkezî Ciangsi'deki Cuycin'de Kızıl bölgeye karşı büyük çapta beş saldırıya girişti. Bunlara "kuşatma ve bastırma" harekâtları deniliyordu. Bu harekâtların beşincisi 1933 Ekiminde başladı, ancak Çan Kayşek bunun hazırlığını yazdan beri sürdürmekteydi.
[108] Kızıl bölgelerde, toprak devriminde toprağın gerektiği gibi dağıtılıp dağıtılmadığını denetlemek amacıyla bir kampanya açıldı.
[109] Teşhir kampanyaları, halkın, demokratik hükümetin görevlilerinin hatalarını ortaya serdikleri demokratik kampanyalardı.
[110] Çin'in köylük bölgelerinde çeşitli biçimde kamu toprakları vardı: Kasaba ya da ilçe hükümetine, bir klanın soy sop tapınağına, bir Budist ya da Taoist tapınağına, bir Katolik kilisesine ya da camiye ait topraklar; ya da geliri kamu hizmetlerine, örneğin kıtlık yardımına, köprü ve yol yapım ve bakımına ya da eğitime ayrılan topraklar. Uygulamada, bu gibi toprakların çoğu toprakağalarının ve zengin köylülerin denetimindeydi ve köylülerin pek azı bunların yönetiminde söz sahibiydi.
[111] Bir Kızıl bölge kurulduktan sonra ilk bir-iki yıl içinde tarım üretiminde genellikle bir düşüş olmaktaydı. Bunun başlıca nedeni, toprak mülkiyeti sorununun henüz çözülmemiş ve toprağın yeniden dağıtımı sırasında yeni ekonomik düzenin tamamen kurulmamış olması ve bunun sonucunda köylülerin dikkatlerini henüz tamamen üretime verememeleriydi.
[112] Bireysel tarıma dayanan karşılıklı yardım grupları ve çift sürme ekipleri, Kızıl bölgelerdeki köylüler tarafından, işgücünü daha iyi örgütleyerek üretimi kolaylaştırmak için kurulmaktaydı. Bu grupların üyeleri, gönüllü katılma ve karşılıklı yarar ilkesi temelinde, birbirleri için eşit ölçüde çalışmaktaydılar ya da bir kimse başkasından gördüğü yardıma çalışmasıyla aynı oranda karşılık veremiyorsa, aradaki farkı para olarak ödemekteydi. Bu karşılıklı yardım dışında, ekipler, Kızıl Ordu askerlerinin ailelerine yardım etmeye öncelik tanımakta ve kimsesiz ihtiyarlar için iş sırasında yenen yemek dışında herhangi bir ücret almadan çalışmaktaydılar. Bu yardımlaşma önlemleri, üretime büyük ölçüde yardımcı oldukları ve makul bir temel üzerinde yürütüldükleri için kitlelerin sıcak desteğini kazandı.
[113] Çangang kasabası, Ciangsi Eyaletinde Singguo ilindedir.
[114] Caysi kasabası, Fucien Eyaletinde Şanhang ilindedir.
[115] Gonglue ili o zaman Ciangsi'deki Kızıl bölgede bulunmaktaydı ve Cian ilinin güneydoğusundaki Dunggu kasabası ilin merkeziydi. Bu ile, Kızıl Ordunun 3. Kolordu Komutanı olan ve 1931 Ekinlinde burada hayatını feda eden Huang Gonglue yoldaşın ismi verilmişti.
[116] Kızıl bölgelerin çevresinde koruganların inşa edilmesi, 1933 Temmuzunda Ciangsi Eyaletinde Luşan'da toplanan askeri konferansta, Çan Kayşek tarafından beşinci "kuşatma ve bastırma" harekâtı için yeni bir askeri taktik olarak saptanmıştı. 1934 Ocak ayı sonuna kadar Ciangsi Eyaletinde toplam olarak aşağı yukarı 2900 korugan inşa edildi. Daha sonra Japon saldırganları da, Sekizinci Yol Ordusuna ve Yeni Dördüncü Orduya karşı aynı taktiği uyguladılar. Tecrübeler, koruganlardan yararlanma şeklindeki karşı-devrimci taktiğin, Mao Zedung yoldaşın halk savaşı stratejisine bağlı kalınarak tamamen boşa çıkartılıp yenilgiye uğratılabileceğini ortaya koymuştur.
[117] Yuan Şikay, Çing Hanedanının son yıllarında, kuzeyli savaşağalarının başı durumundaydı. Çing Hanedanı 1911 Devrimiyle yıkıldıktan sonra Cumhuriyetin başkanlığını gasbederek büyük toprakağası ve büyük komprador sınıflarını temsil eden kuzeyli savaşağalarının ilk hükümetinin kurulmasını sağladı. Bunu, karşı-devrimci silahlı kuvvetine ve emperyalistlerin desteğine dayanarak ve o sırada devrime önderlik eden burjuvazinin uzlaşmacı niteliğinden yararlanarak başardı. 1915'te kendini imparator ilan etmek istedi ve Japonların desteğini sağlamak için, Çin'in tek efendisi olmak isteyen Japonya'nın ileri sürdüğü Yirmi Bir Talebi kabul etti. Aynı yılın Aralık ayında tahta çıkmasına karşı Yunnan Eyaletinde bir ayaklanma patlak verdi; ayaklanma derhal ülke çapında bir ilgi ve destek gördü. Yuan Şikay, 1916 yılının Haziran ayında Pekin'de öldü.
[118] Yuan Şikay hükümetinden yerine getirilmesi istenen Yirmi Bir Talep, Japon emperyalistleri tarafından 18 Ocak 1915'te ileri sürülmüştü: 7 Mayısta bir ültimatom göndererek kırk sekiz saat içinde bir cevap verilmesini istediler. Talepler beş bölüme ayrılmıştı. İlk dördü şu noktaları kapsıyordu: Almanya'nın Şandung' da ele geçirdiği ayrıcalıkların Japonya'ya devredilmesi ve Japonlara bu eyalette başka haklar da tanınması; Japonlara Mançurya'nın güneyinde ve Moğolistan'ın doğusunda toprak kiralama ya da satın alma ve bu bölgelerde yerleşme, sanayi ve ticaret(sayfa 219) girişimlerinde bulunma haklarının verilmesi ve buralarda demiryolu yapma ve maden işletme ayrıcalıklarının Japonların tekeline verilmesi; Hanyeping Demir-Çelik Şirketinin bir Çin-Japon ortak girişimi olacak biçimde yeniden örgütlenmesi ve Çin'in kendi kıyılarındaki herhangi bir liman ya da adayı üçüncü bir devlete kiralamamayı ya da bırakmamayı taahhüt etmesi. Beşinci bölüm, Japonya'nın, Çin'in siyasî, malî, askerî ve güvenlik işlerini denetim altına alması ve Hubey, Çiangsi ve Guangdung Eyaletlerini birbirine bağlayacak hayatî önemdeki demiryollarını yapma ayrıcalığına sahip olması taleplerini kapsıyordu. Yuan Şikay bu beşinci bölüm dışında bütün talepleri kabul etti ve son madde için de "yeniden görüşme" ricasında bulundu. Bütün Çin halkının buna karşı çıkması sayesinde Japonya, bu taleplerini uygulatmayı başaramadı.
[119] Washington'daki Dokuz Devlet Konferansı, ABD hükümeti tarafından 1921 Kasımında toplantıya çağrılmış ve konferansa Çin, İngiltere, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda, Portekiz ve Japonya davet edilmişlerdi. Aslında bu, ABD ile Japonya arasında Uzak Doğu'da bir egemenlik mücadelesiydi. 6 Şubat 1922 tarihinde, ABD'nin ortaya attığı "açık kapı" ya da "Çin'de bütün ülkelere eşit fırsat tanınması" ilkesi temelinde dokuz devlet arasında bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmanın amacı, Çin'i emperyalist devletlerin ortak denetimi altına sokacak bir durum yaratmaktı. Gerçekte ise Japonya'nın tek başına hâkim olma planlarını boşa çıkartarak, ABD emperyalistlerinin tek başına hâkim olmasının zeminini hazırladı.
[120] 18 Eylül 1931 günü, Japonya'nın Kuzeydoğu Çin'deki "Guangdung Ordusu" Şenyang'ı ele geçirdi. Çan Kayşek'in "hiç bir şekilde karşı koymama" emri üzerine Şenyang'daki ve kuzeydoğudaki diğer Çin birlikleri (Kuzeydoğu Ordusu) Şanhay-guan'm güneyine çekildiler ve bunun sonucu olarak da Japonlar Liaoning, Çilin ve Heylungciang Eyaletlerini hızla işgal ettiler. Japonların bu saldırı hareketi, "18 Eylül Olayı" olarak bilinir.
[121] "Dört Kuzeydoğu eyaleti" o sıralar Liaoning, Gilin, Heylungciang ve Gehol Eyaletleriydi; bunlar şimdiki Liaoning, Gilin ve Heylungciang Eyaletlerine, Hebey Eyaletinin Çin Şeddinin kuzeyinde kalan kuzeydoğu kısmına ve İç Moğolistan Özerk Bölgesinin doğu bölümüne tekabül eder. 18 Eylül Olayından sonra Japon istilacıları Liaoning'ı Gilin ve Heylungciang'ı işgal ettiler ve daha sonra 1933 yılında Çehol'ü ele geçirdiler.
[122] Japonların önayak olmasıyla 25 Kasım 1935 tarihinde Guomindanglı hain Yin Rugeng tarafından Doğu Hebey'deki yirmi iki ilde "Doğu Hebey Anti-Komünist Özerk Yönetimi" adlı kukla bir rejim kurulmuştu. Bu, Doğu Hebey Olayı diye anılır.
[123] Çan Kayşek hükümeti ile Japon hükümeti arasındaki diplomatik görüşmelerde "Hirota'nın Üç İlkesi", yani Japon Dışişleri Bakanı Hirota tarafından ortaya atılan "Çin'le İlgili Üç İlke" tartışıldı. Bunlar: (1) Çin'in bütün Japon aleyhtarı hareketleri bastırması, (2) Çin, Japonya ve "Mançukuo" arasında ekonomik işbirliği kurulması, (3) Çin ve Japonya'nın komünizme karşı ortak bir savunmaya girişmeleri idi. 21 Ocak 1936'da Hirota, Japon parlamentosuna (Diyet) Çin hükümetinin İmparatorluk tarafından önerilen her üç ilkeyi de kabul ettiğini açıkladı.
[124] 1935 yılı, bütün ülkede yurtsever halk hareketinin yeni bir yükselişine tanık oldu. Pekin'de öğrenciler Çin Komünist Partisi önderliğinde 9 Aralıkta yurtsever bir gösteri düzenleyerek, "İç savaş durdurulsun ve yabancı saldırıya karşı koymak için birleşilsin" ve "Kahrolsun Japon emperyalizmi" gibi sloganlar haykırdılar. Guomindang hükümetinin Japon istilacıları ile işbirliği halinde uzun bir dönem boyunca sürdürdüğü terörü yırtarak pek kısa zamanda ülkenin her yerinde halkın desteğini kazanan bu hareket, "9 Aralık Hareketi" diye bilinir. Bu hareket, ülkedeki çeşitli sınıfların ilişkilerinde yeni değişikliklere yol açtı ve Çin Komünist Partisinin önerdiği Japonya'ya karşı Millî Birleşik Cephe, bütün yurtseverlerin açıkça savundukları bir siyaset oldu. İhanet siyasetini uygulayan Çan Kayşek hükümeti, kesin bir tecride sürüklendi.
[125] Bu rapor verildiği sırada, Kuzeydoğuyu Japonya'ya satmış olan Çan Kayşek, bir yandan Kuzey Çin'i de satmakla, diğer yandan da Kızıl Orduya karşı savaşını etkin bir şekilde sürdürmekle meşguldü. Dolayısıyla o sırada Çin Komünist Partisinin Çan Kayşek'in ihanetini teşhir etmek için elinden geleni yapması gerekiyordu ve doğal olarak, Parti tarafından önerilen Japonya'ya Karşı Millî Birleşik Cepheye dâhil edilmemişti. Ancak, Mao Zedung yoldaş daha bu raporunda bile, Çin'in toprakağaları ve komprador sınıflan saflarının, emperyalist devletlerarasındaki çelişmeler yüzünden uğrayacağı muhtemel çözülmeden söz ediyordu. Nitekim Japonya'nın Kuzey Çin'e saldırması, sonunda Japon ve İngiliz-Amerikan emperyalizmi arasında ciddi çıkar çatışmalarına yol açtı. Çin Komünist Partisi, Çan Kayşek kliğinin, İngiliz-Amerikan emperyalist çıkarları ile olan yakın bağları nedeniyle, efendilerinin buyruğu üzerine Japonya'ya karşı tavrını değiştirebileceğine inanıyordu ve bu nedenle Çan Kayşek'i Japonya'ya karşı direnmeye zorlamak siyasetini benimsedi. 1036 Mayısında Kızıl Ordu, Şansi'den Kuzey Şensi'ye döndüğünde, doğrudan doğruya Nancing Guomindang hükümetine çağrıda bulunarak iç savaşa son verilmesini ve Japonya'ya karşı birlikte direnilmesini istedi. Aynı yılın Ağustos ayında Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi, Guomindang'ın Merkez Yürütme Komitesine bir mektup göndererek Japonya'ya karşı iki partinin birleşik cephesinin kurulması ve her iki partinin temsilcileri arasında bir görüşme yapılması çağrısında bulundu. Fakat Çan Kayşek, bu önerileri reddetti. Ancak 1936 Aralığında, Japonya'ya karşı komünistlerle işbirliği yapmaktan yana olan Guomindang subaylarının kendisini Sian'da tutuklamaları üzerinedir ki Çan Kayşek, Komünist Partisinin aç savaşa son verilmesi ve Japonya'ya karşı direnilmesi talebini kabul etmek zorunda kaldı.
[126] Cay Tingkay Guomindang'ın Ondokuzuncu Yol Ordusunun komutan yardımcısıydı ve bu ordunun kolordularından birine komuta etmekteydi. Bu ordunun diğer iki komutanı da Çen Mingşu ile Cang Guangnay'dı. Ciangsi'de Kızıl Orduyla çarpışan bu ordu, 18 Eylül Olayından sonra Şanghay'da üslendirilmişti. Şanghay'da ve bütün ülkede halkın Japonya'ya karşı gittikçe artan nefreti, Ondokuzuncu Yol Ordusu üzerinde çok büyük bir etki yaptı. Japon deniz piyadeleri 28 Ocak 1932 gecesi Şanghay'da saldırıya geçtikleri zaman ordu ve halk ortak bir direnişe geçtiler. Fakat savaş, Çan Kayşek ve Vang Çingvey'in ihanetleri sonucu kaybedildi. Daha sonra Çan Kayşek'in emri üzerine Ondokuzuncu Yol Ordusu, yeniden Kızıl Orduyla çarpışmak üzere Fucien'e gönderildi. Fakat ordunun yöneticileri giderek böyle bir savaşın anlamsızlığını kavramaya başladılar. 1933 Kasımında Li Cişen ve diğerlerinin komutası altındaki Guomindang kuvvetleriyle ittifak halinde Çan Kayşek'i açıkça mahkûm ettiler. Fucien'de bir "Çin Cumhuriyeti Devrimci Halk Hükümeti" kurdular ve Kızıl Ordu ile Japonya'ya karşı direnmek ve Çan Kayşek'e karşı çıkmak üzere bir anlaşmaya vardılar. Ondokuzuncu Yol Ordusu ve Fucien Halk Hükümeti Çan Kayşek'in birliklerinin saldırısına dayanamayarak dağıldı. O tarihten itibaren Cay Tingkay ve diğerleri giderek Komünist Partisi ile işbirliği yapma durumuna geldiler.
[127] Feng Yusiang, Devrimci Kuzey Sefer Ordusu 1926 Eylülünde Vuhan'a vardığında Suyyuan Eyaletinde emrinde bulunan kuvvetlerle birlikte Kuzeyli savaşağaları kliği ile ilişkisini kestiğini ilan etti ve devrime katıldı. 1927 yılı başlarında birlikleri Şensi'den gelerek Kuzey Sefer Ordusu ile uyumlu bir şekilde Hu-nan Eyaletine karşı saldırıya geçtiler. Feng, Çan Kayşek ve Vang Çingvey'in 1927'de devrime ihanet etmelerinden sonra anti-komünist faaliyetlere katılmış olmakla birlikte, kendisi ile Çan Kayşek kliği arasında daima bir çıkar çatışması olmuştur. 18 Eylül 1931'de Japonya Çin'i istila etmeye başlayınca direnmeden yana oldu ve 1933 yılında Çangciaku'da Japonlara karşı halkın müttefik ordusunun kurulmasında Komünist Partisi ile işbirliği yaptı. Ancak Ağustos ayında, bir yandan Çan Kayşek'in birliklerinin, diğer yandan da Japon istilacıların baskısı altında başarısızlığa uğradı. Hayatının son yıllarında da Feng, Komünist Partisi ile işbirliği yapmaya devam etti.
[128] 1931 Aralığında Ciangsi Eyaletinde bulunan Ningdu'da, Ciangsi'deki Kızıl Orduya saldırmak üzere gönderilen Yirmialtıncı Yol Ordusu içinde bir ayaklanma oldu. Çao Boşeng ve Dung Çentang yoldaşların önderliğindeki 10 binden fazla subay ve er, komünistlerin Japonya'ya karşı direnme çağrısına uyarak Kızıl Orduya katıldı.
[129] Ma Çanşan, Heylungciang'da üslenmiş olan Guomindang Kuzeydoğu Ordusunun bir subayıydı. Kendisi ve komutasındakiler 18 Eylül Olayından sonra Liaoning üzerinden Heylung-ciang'a ilerleyen Japon istilacılarıyla çarpıştılar.
[130] Tanınmış bir Guomindang politikacısı olan Hu Hanmin, Dr. Sun Yatsen'in Çin Komünist Partisi ile işbirliği siyasetinin karşısındaydı ve 12 Nisan 1927'deki karşı-devrimci hükümet darbesinde Çan Kayşek'in suçortaklığını yaptı. Daha sonra iktidar mücadelesi yüzünden Çan Kayşek'le bozuştu ve onun tarafından tutuklandı. 18 Eylül Olayından sonra serbest bırakılması üzerine Nancing'den ayrılarak Kanton'a geldi ve Guangdung ile Guangsi savaşağalarının uzunca bir süre Çan Kayşek'in Nancing hükümetine karşı çıkmalarını sağladı.
[131] Japonya'ya Karşı Direnmek ve Milleti Kurtarmak için Altı Maddelik Program, Çin Komünist Partisi tarafından 1934'te ortaya atılan ve Sung Çingling (Sun Yatsen'in karısı) ve diğerlerinin imzasıyla yayınlanan "Japonya'ya Karşı Savaşta Çin Halkının Temel Programı" idi. Program şu noktaları kapsıyordu; (1) Bütün deniz, kara ve hava kuvvetlerinin Japonya ile savaşmak(sayfa 223) üzere seferber edilmesi, (2) bütün ülkede halkın seferber edilmesi, (3) halkın tümünün silahlandırılması, (4) savaş masraflarını karşılamak için Çin'deki Japon emperyalistlerinin ve hainlerin mallarına el konulması, (5) işçi, köylü, asker, öğrenci ve işadamlarının temsilcileri tarafından seçilecek bir Çin Millî Silahlı Savunma Komitesinin kurulması ve (6) Japon emperyalistlerine karşı olan bütün güçlerle ittifak yapılması ve tarafsızlık siyaseti güden bütün ülkelerle dostça ilişkiler kurulması.
[132] Bu savaşağaları, Guangdunglu Çen Citang ile Guangsil, Li Zungren ve Bay Çungsiy'di.
[133] Çan Kayşek çetesi, devrimci halka "eşkıya" demekte ve devrimci halka karşı giriştikleri silahlı saldırı ve katliamları da "eşkıyalığın bastırılması" diye adlandırmaktaydı.
[134] Ren Bişi yoldaş, Çin Komünist Partisinin tecrübeli bir üyesi ve ilk kurucularından biriydi. 1927 yılındaki 5. Milli Kongresinden itibaren Parti Merkez Komitesinin üyesi bulunuyordu. Altıncı Merkez Komitesinin 1931'deki 4. Genel Toplantısında Siyasî Büroya seçilmişti. 1933 yılında Hunan-Ciangsi Sınır Bölgesi Eyalet Parti Komitesi Sekreterliğinde bulundu ve bu görevinin yanı sıra Kızıl Ordunun Altıncı Ordular Grubunun Siyasî Komiserliğini yaptı. Altıncı ve İkinci Ordular Grupları birleşerek İkinci Cephe Ordusunu meydana getirdiklerinde, bu ordunun siyasî komiserliğine atandı. Japonya'ya Karşı Direnme Savaşının ilk yıllarında Sekizinci Yol Ordusunun Genel Siyasi Bölümünün yöneticiliğini yapıyordu. 1940 yılında, Parti Merkez Komitesinin sekreterliğinde görev yapmaya başladı. Yedinci Merkez Komitesinin 1. Genel Toplantısında yeniden Siyasî Büro ve Merkez Komitesi Sekreterliği üyeliğine seçildi. Ren Bişi yoldaş 27 Ekim 1950'de Pekin'de öldü.
[135] Çin İşçi ve Köylü Kızıl Ordusunun, önceleri Hunan-Ciangsi sınır bölgesinde üslenen Altıncı Ordular Grubu, 1934 Ağustosunda Parti Merkez Komitesinin emriyle düşman kuşatmasını yararak yer değiştirdi. Ekim ayında Guycov'da Ho Lung yoldaşın önderliğindeki İkinci Ordular Grubu ile kuvvetlerini birleştirdi ve ikisi birlikte Kızıl Ordunun İkinci Cephe Ordusunu meydana getirerek Hunan-Hubey-Sicuan-Guycov devrimci üs bölgesini kurdular.
[136] 1934 Ekiminde Çin İşçi ve Köylü Kızıl Ordusunun Merkezi Kızıl Ordu diye de bilinen Birinci Cephe Ordusunu meydana getiren Birinci, Üçüncü ve Beşinci Ordular Grupları, Batı Fucien'deki Çanting ve Ninghua'dan ve Güney Ciangsi'deki Ruycin ve diğer yerlerden hareket ederek büyük bir stratejik harekâta giriştiler. Bu yürüyüşte Kızıl Ordu, on bir eyaletten, yani Fucien, Ciangsi, Guangdung, Hunan, Guangsi, Guycov, Sicuan, Yunnan, Sikang, Gansu ve Şensi'den geçerek, karlı dağlan, uçsuz bucaksız stepleri aşıp akıl almaz güçlüklere göğüs gererek ve düşmanın tekrar tekrar giriştiği kuşatma, kovalama, engelleme ve yol kesme harekâtlarını boşa çıkararak 25 bin liden (
[137] Sicuan-Şensi sınır bölgesindeki Kızıl Ordu, Çin İşçi ve Köylü Kızıl Ordusunun Dördüncü Cephe ordusuydu. 1935 Martında mevzilerini Sicuan-Şensi sınır bölgesindeki üssünden Sicuan ve Sikang Eyaletlerinin sınırlarına kaydırdı. Haziran ayında Batı Sicuan'daki Maogung'da Birinci Cephe Ordusuyla birleşerek sağdan ve soldan olmak üzere iki koldan kuzeye doğru ilerledi. Fakat Eylül ayında Sungpan yakınlarındaki Maoergay bölgesine varıldığında Dördüncü Cephe Ordusunun komutanı olan Çang Guodao, Merkez Komitesinin emirlerini hiçe sayarak sol koldaki birlikleri güneye doğru götürdü ve Kızıl Orduda bir bölünmeye yol açtı. Düşman kuşatmasını yararak Hunan-Hubey-Sicuan-Guycov sınır bölgesini terketmiş bulunan İkinci Cephe Ordusu, Hunan, Guycov ve Yunnan üzerinden, 1936 Haziranında Sikang Eyaletindeki Ganzi'ye vardı ve orada Dördüncü Cephe Ordusuyla birleşti. Çang Guodao'nun isteklerine karşı çıkan Dördüncü Cephe Ordusundaki yoldaşlar İkinci Cephe Ordusu ile birlikte yeniden kuzeye doğru yol almaya başladılar. Ekim ayında İkinci Cephe Ordusunun, tümü ve Dördüncü Cephe Ordusunun bir bölümü Kuzey Şensi'ye ulaşarak Birinci Cephe Ordusuyla birleşmeyi başardı.
[138] Çang Guodao, Çin devrimine ihanet eden bir dönekti. Çin devrimini bir siyasî yatırım aracı olarak görüp gençliğinde Çin Komünist Partisine katıldı. Partide birçok hata yaptı ve sonunda ağır suçlar işledi. Bunların en önemlileri şunlardı: 1935'te Kızıl Ordunun kuzeye doğru yürüyüşüne karşı çıktı ve teslimiyetçi ve tasfiyeci bir tarzda Kızıl Ordunun Sicuan-Sikang sınırındaki azınlık milliyetler bölgelerine çekilmesini savundu. Parti ve Merkez Komitesine karşı açık ihanet eylemlerine girişti, kendi sahte merkez komitesini kurdu, Partinin ve Kızıl Ordunun birliğini bozdu ve emrindeki Dördüncü Cephe Ordusunun ağır kayıplara uğramasına yol açtı. Mao Zedung yoldaş ve Merkez Komitesi tarafından sabırla eğitilen Dördüncü Cephe Ordusu ve bu ordunun pek çok kadrosu kısa sürede yeniden Merkez Komitesinin doğru önderliği altına girdi ve sonraki mücadelelerde onurlu bir rol oynadı. Buna karşılık Çang Guodao ıslah olmadı ve 1938 başlarında Şensi-Gansu-Ningsia sınır bölgesinden tek başına kaçarak Guomindang gizli polisine katıldı.
[139] Merkezî Kızıl Ordu ya da Birinci Cephe Ordusu ile, Çin Komünist Partisi Merkez Komitesinin doğrudan önderliği altında Ciangsi-Fucien bölgesinde kurulan Kızıl Ordu kastedilmektedir.
[140] Çin mitolojisine göre Pan Ku dünyanın yaratıcısı ve insanlığın ilk hükümdarı idi. Üç hükümdar ve beş imparator, eski Çin'in efsanevî yöneticileriydi.
[141] 1935 Temmuzunda Guomindang birlikleri Şensi - Gansu devrimci üs bölgesine karşı üçüncü «kuşatma ve bastırma» harekâtına giriştiler. Kuzey Şensi Kızıl Ordusunun 26. Kolordusu, doğu kesiminde iki düşman tugayını hezimete uğratarak düşmanı Sarı Irmağın doğusuna sürdü. Eylül ayında Kızıl Ordunun Hubey-Henan-Anhuy üs bölgesinde faaliyette bulunan 25. Kolordusu, Güney Şensi ve Doğu Gansu üzerinden Kuzey Şensi'ye ulaştıktan sonra, Kuzey Şensi Kızıl Ordusuyla birleşerek Kızıl Ordunun Onbeşinci Ordular Grubunu oluşturdu. Gançuan-Laoşan harekatı sırasında bu ordular grubu düşmanın 110. Tümeninin çok büyük bir bölümünü tamamen imha etti, tümen komutanını öldürdü ve daha sonraki bir çarpışmada Gançuan ilindeki Yulinçiao'da düşmanın 107. Tümeninin dört taburunu imha etti. Düşman yeni saldırılara girişti ve Dung Yingbin'i (Kuzeydoğu Ordusunun bir kolordu komutanı) beş tümenlik bir kuvvetin başına getirerek iki koldan saldırıya geçirtti. Doğu kolundaki tümen, Loçuan ve Fusien üzerinden kuzeye doğru yürüdü ve batı kolunda bulunan diğer dört tümen ise, Hulu Irmağı boyunca Gansu'daki Çinyanç ve Hoşuy yoluyla Kuzey Şensi'deki Fusien'e doğru ilerledi. Ekim ayında Merkezî Kızıl Ordu Kuzey Şensi'ye ulaştı. Ertesi ay Merkezî Kızıl Ordu ile Onbeşinci Ordular Grubu, Fusien'in güneybatısında bulunan Çiloçen'de düşmanın 109. Tümenini imha ettiler ve kaçan düşmanı takip ederek 106. Tümenin bir alayını da Heyşuyzi'de yok ettiler. Böylelikle, düşmanın Şensi-Gansu sınır bölgesine karşı giriştiği üçüncü "kuşatma ve bastırma" harekâtı da tamamen bozguna uğratıldı.
[142] Güney Çin'deki Kızıl Ordunun esas kuvvetleri, 1934-1935(sayfa 226) yıllarında yer değiştirirken, arkada gerilla faaliyetinde bulunmak üzere bazı birlikler bıraktılar. Bu gerilla birlikleri sekiz eyalette, şu bölgelerde tutundular: Güney Çeciang, Kuzey Fucien, Doğu Fucien, Güney Fucien, Batı Fucien, Kuzeydoğu Ciangsi, Fucien-Ciangsi sınırı, Guangdung-Ciangsi sınırı, Güney Hunan, Hunan-Ciangsi sının, Hunan-Hubey-Ciangsi sınırı, Hubey-Henan-Anhuy sınırı, Güney Henan'daki Tungbay Dağlan ve Guangdung kıyısı açıklanndaki Haynan Adası.
[143] Japon emperyalistlerinin 1931'de Kuzeydoğuyu işgal etmeleri üzerine Çin Komünist Partisi halka silahlı direnişe geçmeleri için çağrıda bulundu. Japonlara karşı gerilla birlikleri ör-gütledi, Kuzeydoğu Halk Devrim Ordusunu kurdu ve düşmanla çarpışan çeşitli gönüllü kuvvetlere destekte bulundu. 1934 yılında Partinin önderliğinde bütün bu kuvvetler, Japonya'ya Karşı Kuzeydoğu Birleşik Ordusu adı altında ve büyük bir komünist önder olan Yang Çingyu'nun komutası altında birleştirildi. Bu ordu Kuzeydoğuda uzun bir süre Japonlara karşı gerilla savaşı sürdürdü. Hebey'in doğusunda Japonlara karşı sürdürülen gerilla savaşıyla, 1935 Mayısında köylülerin orada Japonya'ya karşı ayaklanması kastedilmektedir.
[144] Sovyetler Birliği Komünist Partisinin önderlik ettiği devrimci savaşla, 1918'den 1920'ye kadar süren ve Sovyet halkının İngiltere, ABD, Fransa, Japonya, Polonya vb. tarafından girişilen silahlı müdahaleyi püskürttüğü ve Beyaz ordulann ayaklanmasını bastırdığı savaş kastedilmektedir.
[145] Mao Zedung yoldaşın burada açıkladığı halk cumhuriyetinin siyasî iktidan ve siyasetleri, Direnme Savaşı sırasında Komünist Partisinin önderliğinde Kurtanlmış Bölgelerde gerçekleştirilmişti. Partinin, düşman hatları gerisinde halkın Japon istilacılarına karşı yürüttüğü zafer dolu mücadeleye önderlik edebilmesini sağlayan da buydu. Japonya'nın teslim olması üzerine Üçüncü Devrimci iç Savaş, başladı. Savaş sürdükçe, halk tarafından kurtarılan bölgeler giderek genişleyerek Çin'in tümünü kapsadı. Böylece birleşmiş bir Çin Halk Cumhuriyeti doğdu. Sonunda Mao Zedung yoldaşın ülküsü olan Halk Cumhuriyeti, bu şekilde bütün ülkede gerçekleşmiş oldu.
[146] Çin Komünist Partisinin 1928 yılı Temmuzunda yapılan 6. Millî Kongresi, şu On Maddelik Programı kabul etti: (1) Emperyalist hâkimiyetin yıkılması, (2) yabancı kapitalist işletmelere ve bankalara el konulması, (3) Çin'in birliğinin sağlanması(sayfa 227) ve milliyetlere kendi kaderlerini belirleme hakkının tanınması, (4) Guomindang savaşağaları hükümetinin devrilmesi, (5) bir işçi, köylü ve asker meclisleri hükümeti kurulması, (6) sekiz saatlik işgününün gerçekleştirilmesi, ücretlerin artırılması, işsizlik yardımı ve sosyal sigortanın gerçekleştirilmesi, (7) bütün toprakağalarının topraklarına el konulması ve toprağın köylülere dağıtılması, (8) askerlerin yaşama koşullarının düzeltilmesi, eski askerlere toprak ve iş sağlanması, (9) bütün ağır vergilerin ve çeşitli resimlerin kaldırılması ve yerine, tek bir kademeli vergi konulması, (10) dünya proletaryası ve Sovyetler Birliği ile birleşilmesi.
[147] Başlangıçta Rus işçi sınıfı hareketi içindeki anti-Leninist bir hizip olan Troçkist grup, giderek soysuzlaştı ve sonunda açıkça karşı-devrimci bir çete haline geldi. 1937'de SBKP(B) Merkez Komitesinin genel toplantısına sunduğu raporunda Stalin yoldaş bu dönekler grubunun gelişme sürecini şöyle açıkladı:
Eskiden, yedi-sekiz yıl öncesine kadar Troçkizm, işçi sınıfı içinde görülen siyasî akımlardan biriydi. Gerçi anti-Leninist bir akımdı ve dolayısıyla son derece hatalıydı ama gene de siyasî bir akımdı... Günümüzün Troçkizmi ise artık işçi sınıfı içinde bir siyasî akım değil, yıkıcıların ve bölücülerin, gizli ajanların, casusların ve katillerin oluşturduğu ilkesiz ve fikirsiz bir çete, yabancı devletlerin istihbarat servislerinden maaş alan, işçi sınıfının yeminli düşmanlarının bir çetesidir.
Çin devriminin 1927'de yenilgiye uğraması üzerine Çin'de de az sayıda olmakla birlikte bazı Troçkistler ortaya çıktı. Cen Dusiu ve diğer döneklere yamanarak 1929'da ufak bir karşı-devrimci klik meydana getirdiler; Guomindang'ın burjuva-demokratik devrimini tamamladığı şeklinde karşı-devrimci propagandalara giriştiler ve halka karşı emperyalistlerin ve Guomindang'ın pis bir aleti oldular. Çinli Troçkistler hayâsızca Guomindang gizli servisine katıldılar. 18 Eylül Olayından sonra alçak Troçki döneğinin "Çin'in Japon imparatorluğu tarafından işgal edilmesini engellemeyin" şeklindeki emrini yerine getirerek Japon gizli ajanlarıyla işbirliği yapmaya başladılar. Onlardan para aldılar ve Japon saldırısını kolaylaştıracak her türlü faaliyette bulundular.
[148] Bu deyiş, Mençius'tan alınmadır. Mençius bu sözü, Bahar ve Güz Çağı diye bilinen dönemde (İÖ 722-481), Çin'in feodal beyleri iktidar uğruna birbirleriyle durmadan savaştıkları(sayfa 228) için söylemişti.
[149] İngiltere, yürüttüğü afyon ticaretine Çin halkının karşı çıkması üzerine, 1840-1842 yıllan arasında Çin'e kuvvet göndererek sözde ticareti korumak bahanesiyle Guangdung ve diğer kıyı bölgelerini işgal etti. Guangdung'daki askerler Lin Zesu'nun önderliğinde bir direnme savaşma giriştiler. Kanton halkı da kendiliğinden bir "İngiliz Bastırma Kuvveti" örgütleyerek İngiliz saldırganlarına ağır darbeler indirdi.
[150] Tayping ilahî Krallığı Savaşı, 19. yüzyıl ortalarında köylülerin Çing Hanedanının feodal tahakkümüne ye millî baskısına karşı giriştikleri devrimci bir savaştı. 1851 Ocağında, Huııg Siyüçuan, Yang Siyuçing ve bu devrimin diğer önderleri, Guangsi'deki Guyping ilinin Cintien köyünde bir ayaklanma düzenleyerek Tayping İlahî Krallığının kurulduğunu ilan ettiler. 1852'de Guangsi'den kuzeye hareket eden köylü ordusu, Hunan, Hubey, Ciangsi ve Anhuy'dan geçerek aşağı Yangze Vadisinin en büyük şehri olan Nancing'i 1853'te zaptetti. Bundan sonra kuvvetlerin bir bölümü kuzeye doğru yürüyüşlerini sürdürerek Tiancin yakınlarına kadar sokuldu. Ancak Tayping ordusu işgal ettiği yerlerde sağlam üs bölgeleri kurmayı ihmal etti. Ayrıca Nancing'i başkent yaptıktan sonra ordu içindeki hâkim grup, birçok siyasî ve askerî hata işledi ve bunların sonucunda Çing hükümetinin karşı-devrimci kuvvetleri ile İngiliz, ABD ve Fransız saldırganlarının ortak saldırısına dayanamayarak 1864 yılında yenilgiye uğratıldı.
[151] Yi Ho Tuan Savaşı, 1900 yılında, Kuzey Çin'deki köylülerin ve zanaatkarların kendiliğinden gelişen büyük hareketiydi Gizli dinsel derneklerde örgütlenen bu köylü ve zanaatkarlar, emperyalistlere karşı silahlı mücadele verdiler. Fakat bu hareket görülmemiş bir vahşetle bastırıldı ve Pekin ile Tiancin sekiz emperyalist devletin, ortak kuvvetleri tarafından işgal edildi.
[152] 1911 Devrimi için bkz. bu ciltte "Hunan'daki Köylü Hareketine İlişkin Bir Araştırma Üzerine Rapor" Not 3, s. 74.
[153] Bkz. V.İ. Lenin, "Proletarya Devriminin Savaş Programı", Aydınlık Dergisi, Sayı 57, Kasım 1975. Ayrıca bkz. Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevik) Tarihi, Kısa Ders, Altıncı Bölüm, Üçüncü Kısım, Aydınlık Yayınları.
[154] Çin Kızıl Ordusunun ve halkın Japon aleyhtarı hareketinin etkisiyle, Çang Sueliang'ın başında bulunduğu Guomindang'ın Kuzeydoğu Ordusu ile Yang Huçeng'in başında bulunduğu Guomindang'ın Onyedinci Yol Ordusu, Çin Komünist Partisinin önerdiği Japonya'ya karşı millî birleşik cepheyi kabul ettiler ya Cari Kayşek'in Japonya'ya karşı direnmek için Komünist Partisiyle birleşmesini talep ettiler. Çan bunu reddetti, "Komünistlerin bastırılması" için yaptığı askerî hazırlıkları daha da hızlandırdı ve Sian'da Japonya'ya karşı olan gençleri katletti. Çang Sueliang ve Yang Huçeng ortak bir eylem yaparak Çan Kayşek'i tutukladılar. 12 Aralık 1936'da olan ünlü Sian Olayı iste budur. Çan, Komünist Partisi ile birlik ve Japonya'ya karşı direnme koşullarını kabullenmek zorunda kaldı ve bunun üzerine Nancing'e dönmek üzere serbest bırakıldı.
[155] Çinli "cezalandırma" grubu, Sian Olayı sırasında iktidarı Çan Kayşek'in elinden almaya çalışan, Guomindang hükümeti içindeki Japon yanlısı unsurlardan oluşuyordu. Vang Cingvey ile Ho Yingcin'in başını çektiği bu grup, Çang Sueliang'a ve Yang Huçeng'e karşı bir "cezalandırma seferi" yapılmasını savundu. Olayı fırsat bilerek, Japon istilacılarına yolları açmak ve Çan Kayşek'in elinden iktidarı almak için geniş çapta bir iç savaş başlatmaya hazırlandılar.
[156] Şanghay'daki Japonya'ya karşı yurtsever hareketin yedi önderi 1936 Kasımında Çan Kayşek hükümeti tarafından tutuklanmıştı. Bunlar Şen Günru, Çang Nayçi, Zu Taofen, Li Gungpu, Şa Çienli, Şi Liang ve Vang Zaoşi idi. 1937 Temmuzuna kadar hapiste kaldılar.
[157] Vang Gingvey Guomindang içindeki Japon yanlısı grubun önderiydi. Japon emperyalistlerinin 1931'de Kuzeydoğuyu istilasından itibaren onlarla uzlaşmayı savundu. 1938 Aralığında Nancing'den ayrıldı, Japon istilacılarına açıkça teslim oldu ve Nancing'de bir kukla hükümet kurdu.
[158] Bir Guomindang savaşağası olan Ho Yingçin, Japon yanlısı grubun diğer bir önderiydi. Sian Olayı sırasında, Guomindang birliklerini Lunghay Demiryolu boyunca Şensi'ye saldırmak üzere mevzilendirerek etkin bir şekilde iç savaşı kışkırtmaya çalıştı. Çan Kayşek'in mevkiini ele geçirmek için, Sian'ı bombalayarak onu öldürmeyi planladı.
[159] T.V. Sung, Guomindang'ın Amerikan yanlısı bir üyesiydi. ABD'nin çıkarlarını savunduğu için o da Sian Olayına barışçı bir çözüm bulunmasından yana çıktı; çünkü ABD emperyalizmi, o sırada Uzak Doğuda üstünlüğü ele geçirmek için Japon emperyalizmiyle çatışıyordu.
[160] Bu mektup, Guomindang'ın gerici yönetimini ve Merkez Yürütme Komitesinin 2. Genel Toplantısının kararlarını sert bir şekilde eleştiriyordu. Ayrıca Komünist Partisinin, Japonya'ya karşı bir millî birleşik cephe kurma ve Guomindang ile işbirliğini yenileme siyasetini ortaya koyuyordu. Mektubun büyük bir bölümü aşağıya alınmıştır:
Partinizin Merkez Yürütme Komitesinin 2. Genel Toplantısı "merkezileşme ve birleşme"den söz ederken, aslında sebeple sonucu birbirine karıştırmaktadır. Son on yıldaki iç savaşın ve bölünmenin nedenini tamamen partiniz ve partiniz hükümeti tarafından uygulanan son derece zararlı, emperyalizme bağımlılık siyaseti ve özellikle de 18 Eylül 1931 Olayından bu yana izlemekte ısrar ettiğiniz Japonya' ya karşı direnmeme siyaseti olduğu önemle belirtilmelidir. "Önce yurt içinde huzuru sağlayalım, sonra yabancı istilasına karşı direnelim" sloganı altında partiniz ve partiniz hükümeti, hiç durmaksızın iç savaşı sürdürmekte ve Kızıl Orduya karşı sayısız kuşatma harekâtlarına girişmekte ve bütün ülkede halkın yurtsever ve demokratik hareketlerini bastırmak için elinden geleni yapmaktadır, Japon emperyalizminin Çin'in can düşmanı olduğu gerçeğine gözlerinizi kapayarak son aylarda bile Kuzeydoğu ve Kuzey Çin'i terk etmekte en ufak bir duraksama göstermediniz, bütün gücünüzü Kızıl Orduyla savaşmak ve kendi partiniz içinde hizip mücadelelerine girişmek yönünde harcadınız, Japonlarla savaşmak üzere ilerleyen Kızıl Ordunun yolunu kestiniz ve cephe gerisini taciz ettiniz, ülke çapındaki Japonya'ya karşı direnme talebini görmezlikten geldiniz ve halkı, özgürlüklerinden ve haklarından yoksun bıraktınız. Yurtseverlik cezalandırılmaktadır ve masum insanlar her yerde hapistedir; ihanet ödüllendirilmekte, hainler ise yüksek mevkilere getirilmekte ve baş tacı edilmektedir. Merkezileşme ve birleşmeyi bu yanlış siyasetle sağlamaya çalışmak "balık tutmak için ağaca tırmanmaya" benzer ve tam tersi sonuçlara yol açar. Baylar, sizi uyarmak isteriz; eğer yanlış siyasetinizde köklü bir değişiklik yapmaz ve nefretinizi Japon emperyalistleri yerine kendi vatandaşlarınıza yöneltmeye devam ederseniz, bugünkü durumunuzu bile koruyamadığınızı göreceksiniz ve merkezileşme, birleşme ve "modern devlet" konusundaki sözleriniz boş laftan öteye gitmeyecektir. Bütün millet merkezileşme ve birleşmeyi, yabancılara yaltaklanılması ve kendi halkımıza zulmedilmesi için değil, Japonya'ya karşı savaşılması ve milletin kurtarılması için istiyor. Halk şimdi ülkesini ve kendisini gerçekten kurtarabilecek bir hükümet, gerçekten demokratik bir cumhuriyet talep ediyor. Halk, kendi çıkarlarım savunacak bir demokratik cumhuriyet hükümeti talep ediyor. Böyle bir hükümetin programı esas olarak şunları kapsamalıdır: Birinci, yabancı saldırıya karşı direnme; ikincisi, halk için demokratik haklar; üçüncüsü, millî ekonominin geliştirilmesi ve halkın çektiği acıların ortadan kaldırılması ya da hiç değilse hafifletilmesi. Eğer gerçekten "modern bir devlet" istiyorsanız, günümüzde sömürge ve yarı-sömürge Çin'in bu konudaki ihtiyaçlarını gerçekten karşılayan tek program budur. Halk, coşku ve kararlılıkla bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için mücadele ediyor. Ama partiniz ve partiniz hükümeti, onların umutlarına ters düşen bir siyaset izliyor ve siz onların güvenini hiç bir zaman kazanamayacaksınız. Çin Komünist Partisi ve Çin Kızıl Ordusu şunu açıkça belirtir: Biz bütün ülkede bir birleşik demokratik cumhuriyetin kurulmasından ve genel seçimle işbaşına getirilmiş bir meclisin toplanmasından yanayız; ayrıca bütün halkın ve ülkedeki bütün Japonya'ya karşı silahlı kuvvetlerin temsil edildiği bir Japon aleyhtarı millî kurtuluş kongresini ve bütün ülke için bir birleşik millî savunma hükümetini destekliyoruz. Şunu da belirtiyoruz: Bütün ülke çapında bir birleşik demokratik cumhuriyet kurulur kurulmaz, Kızıl bölgeler onun ayrılmaz bir parçası olacak, Kızıl bölgeler halkının temsilcileri bütün Çin'i temsil eden meclise katılacak ve Çin'in diğer yerlerinde olduğu gibi Kızıl bölgelerde de aynı demokratik sistem kurulacaktır. Biz, partiniz Merkez Yürütme Komitesinin 2. Genel Toplantısının kurmayı kararlaştırdığı millî savunma konseyinin ve partinizin ve partiniz hükümetinin toplamak üzere olduğu millî meclisin, Japonya'ya karşı direnmek ve milleti kurtarmak için Merkezileşme ve birleşmeyi gerçekleştiremeyeceğini savunuyoruz. Partiniz Merkez Yürütme Komitesinin 2. Genel Toplantısının kabul ettiği millî savunma konseyi tüzüğüne göre bu konsey partinizde ve partiniz hükümetinde mevki sahibi olan birkaç yetkiliyle sınırlı kalacaktır ve görevi de sadece, bu hükümete bir danışma kurulu gibi hizmet etmek olacaktır. Böyle bir konseyin herhangi bir şeyi gerçekleştiremeyeceği ve halk arasında hiç güven kazanamayacağı apaçık ortadadır. Aynı şey, toplamayı önerdiğiniz millî meclis için de geçerlidir; partiniz hükümeti tarafından kabul edilen "Çin Cumhuriyeti Anayasası Taslağı" ve "Millî Meclisin Kuruluş ve Seçim Yasası"na göre bu meclis, partinizin ve partiniz hükümetinin birkaç yetkilisi tarafından yönetilen bir organdan ibaret olacak, hükümetin bir uzantısından ya da bir süsten başka bir şey olmayacaktır. Bu türden bir millî savunma konseyinin ve millî meclisin, Partimizin önerdiği, Japonya'ya karşı direnmek ve milleti kurtarmak için Çin millî kongresi -millî savunma konseyi- ve Çin demokratik cumhuriyeti ve onun meclisiyle uzaktan yakından hiç bir ilgisi yoktur. Biz, Japonya'ya karşı direnmek ve milleti kurtarmak için, millî savunma konseyinin bütün siyasî parti ve grupların, bütün mesleklerin ve bütün silahlı kuvvetlerin temsilcilerini içine almasını ve Japonya'ya karşı direnmek ve milleti kurtarmak için başlıca siyasetleri belirleyecek gerçek bir yetkili organ oluşturmasını ve bu konsey içinden birleşik bir millî savunma hükümeti kurulmasını savunuyoruz. Millî meclis, genel seçimle işbaşına getirilen bir parlamento ve Çin demokratik cumhuriyetinin en yüksek yetkili organı olmalıdır. Ancak böyle bir millî savunma konseyi ve böyle bir Çin millî meclisi, bütün ülke halkının onayını, desteğini ve katılmasını sağlayabilir, milleti ve halkı kurtarma büyük davasını sağlam ve sarsılmaz bir temele oturtabilir. Yalnızca güzel sözler hiç bir işe yaramaz ve halkın desteğini kazanamaz. Partinizin ve partiniz hükümetinin çeşitli konferanslarının başarısızlığa uğraması bunun en açık kanıtıdır. Partiniz Merkez Yürütme Komitesinin 2. Genel Toplantısında yapılan açıklamada şöyle deniyordu: "Tehlikelerin ve engellerin olması doğaldır; ama biz, milletin karşı karşıya bulunduğu güçlük ve tehlikeler karşısında, görevimizi yerine getirmede hiç bir zaman gevşek davranmayacağız." Ve gene, "Milletin kurtuluşuna gelince, doğaldır ki partimiz bunun için kararlı bir şekilde canla başla çalışacaktır". Elbette, partiniz Çin'in büyük bölümünde iktidarda olan parti olduğuna göre, geçmişteki bütün eylemlerin siyasî sorumluluğunu üstlenmelidir. Guomindang hükümetinin tek parti diktatörlüğü olduğu göz önünde tutulursa, partiniz bu sorumluluktan hiç bir şekilde kaçamaz. Hele, partinizin 18 Eylül Olayından bu yana, halkın isteklerine ve milletin çıkarlarına aykırı olarak izlediği tamamen yanlış siyaset sonucunda Çin'in nerdeyse yarısının kaybedilmesi sorumluluğunu hiç bir zaman başkalarının sırtına yükleyemezsiniz. Partiniz Çin'in yarısını düşmana terkettiğine göre, bu toprakları yeniden ele geçirmek ve Çin'in egemenliğini yeniden sağlamak görevi de hiç kuşkusuz partinize düşmektedir. Bizim ve bütün Çin halkının görüşü budur. Aynı zamanda, partiniz içersinde bile birçok vicdan sahibi insan millî boyunduruğun getirdiği felaketler ve halkın iradesinin çiğnenemeyeceği konusunda tamamen uyanmıştır; onlar, başlarını yeni bir yöne doğru çevirmekte ve hem partilerine hem de millete felaket getiren kendi içlerindeki insanlara karşı öfke ve hoşnutsuzluk duymaktadırlar. Çin Komünist Partisi bu yönelişi bütünüyle desteklemekte ve yurtsever ve vicdan sahibi Guomindang üyelerinin bu soylu davranışını ve uyanışını, mücadelede fedakârlıklarda bulunmaya hazır olmalarını ve milletin felaketin eşiğinde bulunduğu bir sırada reformlar yapmada gösterdikleri cesareti yürekten kutlar. Biz partinizin merkez ve eyalet karargâhlarında, merkezî ve eyalet hükümetlerinde, eğitim, bilim, sanat, basın ve sanayi çevrelerinde, kadınlar arasında ve din ve tıp çevrelerinde, polis örgütü içinde, her türlü halk örgütleri içinde ve özellikle ordunun geniş saflarında ve hem eski hem yeni Guomindang üyeleri arasında ayrıca çeşitli kademelerdeki Guomindang önderleri arasında uyanık ve yurtsever insanların sayısının her geçen gün arttığını biliyoruz; bu çok yüreklendirici bir durumdur. Çin Komünist Partisi, Guomindang'ın bu üyeleriyle her zaman el ele vermeye ve onlarla milletin can düşmanı olan Japon emperyalizmine karşı savaşmak için sağlam bir millî birleşik cephe kurmaya hazırdır. Biz, onların Guomindang içinde hızla hâkim bir güç haline geleceklerini ve milletin çıkarlarını hiçe sayarak gerçek anlamda Japon alanları ve işbirlikçileri haline gelen o kötü ve hayâsız üyelere, Dr. Sun Yatsen'in anısını kirleten üyelere karşı üstünlük sağlayacaklarını umuyoruz. Böylece Dr. Sun'un devrimci Üç Halk İlkesinin ruhunu yeniden canlandırabileceklerini, onun Rusya ile ittifak, Komünist Partisiyle işbirliği ve işçilere ve köylülere yardım şeklindeki Üç Büyük Siyasetini yeniden uygulayacaklarını ve devrimci Üç Halk İlkesinin, Üç Büyük Siyasetin ve Dr. Sun'un devrimci Vasiyetinin gerçekleştirilmesi için "kararlılıkla ve canla başla çalışacaklarını" umuyoruz. Onların, bütün siyasî partilerin ve grupların yurtsever önderleriyle, her meslekten kişilerle ve bütün yurtsever insanlarla birlikte Dr. Sun'un devrimci davasını sürdürme sorumluluğunu kararlılıkla omuzlayacaklarını; Japon emperyalistlerini sürüp atmak ve Çin milletini boyunduruktan kurtarmak; halkın demokratik haklarını elde etmek; Çin'in millî ekonomisini geliştirmek; halkın büyük çoğunluğunun çektiği acılara son vermek ve demokratik bir meclise ve demokratik bir hükümete sahip olan Çin demokratik cumhuriyetini kurmak üzere mücadeleye atılacaklarını umuyoruz. Çin Komünist Partisi bütün Guomindang üyelerine şunu açıklar: Eğer gerçekten bunları yaparsanız, sizi kararlılıkla destekleyeceğiz ve sizinle, emperyalist ve feodal baskıya karşı 1924-1927 devrimci döneminde olduğu gibi sağlam bir devrimci birleşik cephe kurmaya hazırız. Çünkü bu, bugün milleti boyunduruktan kurtarmanın ve onun varlığını güvence altına almanın tek doğru yoludur.
[161] Kuzey Çin Olayı, 1935 yılında Japonlar Kuzey Çin'e saldırıya geçtikleri ve başında Çan Kayşek'in bulunduğu Guomindang hükümeti egemenliğimize ihanet edip ülkemizi küçük düşürdüğü zaman meydana geldi. O yılın Mayıs ayında, Japonlar' Guomindang hükümetinden, kendilerine Kuzey Çin'de yönetim hakkı verilmesini talep ettiler; Haziranda ise Guomindang hükümetinin oradaki temsilcisi olan Ho Yingçin buna boyun eğerek Kuzey Çin'deki işgal orduları komutanı Yoşijiro Umezu ile "Ho-Umezu Anlaşması" olarak bilinen anlaşmayı imzaladı. Bu anlaşma hükümlerine göre Çin, Hebey ve Câhar Eyaletlerindeki egemenliğinin büyük bir kısmını kaybetti. Ekimde Japon işgalcilerinin kışkırtmasıyla bazı Çinli vatan hainleri Hebey Eyaletindeki Siangho'da bir isyan düzenleyerek il merkezini ele geçirdiler. Kasımda bir kısım Çinli vatan haini, Japon işgalcileri tarafından Kuzey(sayfa 351) Çin'in beş eyaletinde kendi başlarına bir özerklik hareketi başlatmak üzere görevlendirildi ve Doğu Hebey'de bir kukla "Anti-Komünist Özerk Yönetim" kuruldu. Japonya'nın "Kuzey Çin için özerk yönetim" taleplerini karşılamak üzere Guomindang hükümeti. Sung Çeyuan ve başkalarına bir "Hebey ve Cahar Siyasi Konseyi" kurma görevini verdi.
[162] Bu bildiri Çin Komünist Partisi tarafından 1 Ağustos 1935'te yayınlandı. Bildirinin ana noktaları şunlardır:
"Ülkemizin ve halkımızın hemen yok edilme tehdidi ile karşı karşıya bırakıldığı şu anda Komünist Partisi bir kere daha bütün yurttaşlara çağrıda bulunmaktadır: Siyasî partiler arasında geçmişteki ve bugünkü siyasî görüş ve çıkar ayrılıkları ne olursa olsun,' çeşitli ordular arasında geçmişteki ve bugünkü düşmanlıklar ne olursa olsun, hepimiz 'evde çatışan kardeşler, dışardan gelen saldırıya karşı birleşirler' sözünü kavramaya başlamalı ve ülkenin kaynaklarını (insan gücü, malzeme ve malî kaynaklar ile silahlı kuvvetler) Japonya'ya karşı direnme ve ülkeyi kurtarma kutsal davası için savaşmaya yöneltebilmek üzere her şeyden önce iç savaşı durdurmalıyız. Komünist Partisi bir kere daha, şunu açıkça belirtir: Eğer Guomindang birlikleri Kızıl Orduya saldırılarına son verirse ve birliklerden Japonya'ya karşı direnen olursa, o zaman Kızıl Ordu, eski düşmanlıkları, bugünkü anlaşmazlıkları, iç sorunlardaki farklı görüşleri dikkate almaksızın, bu birliklere karşı düşmanca hareketlerini derhal durdurmakla kalmayacak, yurdu kurtarmak için onlarla gönüllü olarak işbirliği yapacaktır."
"Komünist Partisi bu tür bir millî savunma hükümetine önayak olmaya isteklidir; böyle bir millî savunma hükümetinin ortaklaşa kurulması için Japonya'ya karşı direnme ve milleti kurtarma ortak davasına katılanların tümüyle, yani bütün siyasî partilerle, bütün örgütlerle (sendikalar, köylü birlikleri, öğrenci birlikleri, ticaret odaları, eğitim kuruluşları, basın kuruluşları, öğretmenlerin ve okullarda çalışan diğer kimselerin kuruluşları, şehirlerdeki yerel örgütler, Ci Gung Tang, Millî Silahlı Savunma Örgütü, Japon Aleyhtarı Örgüt, Millî Kurtuluş örgütü vb.), bütün ileri gelen şahsiyetlerle, bilim ve devlet adamlarıyla ve bütün yerel askerî ve idari organlarla derhal görüşmeler yapmaya hazırdır. Bu görüşmelerden doğacak millî savunma hükümeti, ülkeyi(sayfa 352) kölelikten kurtarmak ve varlığını güvence altına almak için gerekli olan geçici bir yönetim organı olmalıdır. Bu hükümet, silahlı direniş ve millî kurtuluşa ilişkin bütün sorunları daha somut olarak tartışmak için bütün yurttaşlarımızı gerçekten temsil eden bir temsili organ toplamaya çalışmalıdır. Bu organda, bütün çeşitli işçi, köylü, asker, hükümet memurları, işadamları ve öğrencilerin Japonya'ya karşı direnmeye ve milleti kurtarmaya istekli olan bütün parti ve örgütlerin, dışarıda yaşayan Çinlilerin ve Çin sınırları içindeki bütün milliyetlerin demokratik yoldan seçtiği delegeler yer almalıdır. Komünist Partisi halkın temsilcilerinden oluşan böyle bir meclisin toplanması ve kararlarının uygulanması için elinden geleni yapacaktır."
"Japonya ile savaşmak isteyen bütün birliklerden Japonya'ya karşı bir birleşik ordu kurulmalıdır. Bu ordunun, milli savunma hükümeti önderliğinde tek bir genel karargâhı olmalıdır. Bu karargâhın Japonya'ya karşı çeşitli ordu birliklerinin subay ve erleri tarafından seçilmiş temsilcilerinden mi yoksa başka bir şekilde mi oluşacağı sorunu bütün çevrelerin temsilcileri ve halk iradesiyle kararlaştırılmalıdır. Kızıl Ordu, bu birleşik orduya kayıtsız şartsız katılanların en önünde olacak ve Japonya'ya karşı direnme ve milleti kurtarma konusunda üstüne düşen görevi yapacaktır. Millî savunma- hükümetinin ve Japonya'ya karşı birleşik ordunun, millî savunma ve Japonya'ya karşı direnmedeki çok büyük sorumluluklarını etkili bir şekilde yerine getirebilmesi için, Komünist Partisi, bütün ülkeye bu bildiriyle şu çağrıyı yapmaktadır: Bütün yurttaşlarımızın seferber olması ve eski olsun yeni olsun bütün silahların milyonlarca halkı silahlandırmada kullanılabilmesi için parası olan para, silahı olan silah> tahılı olan tahıl, işgücü olan işgücünü versin, özel yeteneği olan da özel yeteneği ile katılsın."
[163] Aralık kararı, Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Siyasî Bürosunun 25 Aralık 1935'te Kuzey Şensi'de, Vayaobao'da yapılan toplantısında benimsenen "Bugünkü Siyasî Durum ve Partinin Görevleri" adlı karardır. Bu karar o günkü iç ve dış durumun ve Çin'deki sınıf ilişkilerindeki değişmelerin kapsamlı bir tahlilini yapmış ve Partinin siyasetini saptamıştır. Kararın bir bölümü şöyledir:
Bugünkü durum, Japon emperyalizminin Çin'i ilhak etme(sayfa 353) çabalarının bütün ülkeyi ve bütün dünyayı dehşete düşürdüğünü göstermektedir. Çin siyasî hayatında bütün sınıflar, tabakalar, siyasi partiler ve silahlı kuvvetler arasındaki ilişkilerde değişmeler olmuştur ve olmaktadır. Ülke içindeki devrimci ve karşı-devrimci cephelerde güçler yeniden mevzilenmektedir. Bundan dolayı, Partinin taktik çizgisi, bütün ülkedeki ve bütün milliyetler içindeki devrimci güçleri, baş düşman Japon emperyalizmine ve baş hain Çan Kayşek'e karşı koymak üzere ayağa kaldırmak, birleştirmek ve örgütlemektir. Japon emperyalizmine ve vatan haini Çan Kayşek'.e karşı çıkan herkes, bütün partiler, bütün silahlı kuvvetler ve bütün sınıflar birleşmeli ve kutsal milli devrimci' savaşa girişmeli; Japon emperyalistlerini Çin'den kovmaîı, onların Çin'deki uşaklarının hâkimiyetini yıkmalı, Çin milletinin tamamen kurtuluşunu sağlamalı ve Çin'in bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumalıdır. Japon emperyalizmini ve onun uşağı Çan Kayşek'i, ancak, Japonya'ya karşı alt ve üst tabakaları da kapsayan en geniş millî birleşik cepheyi kurarak yenebiliriz. Elbette ki, farklı kişiler, farklı örgütler, farklı toplumsal sınıflar ve tabakalar ve çeşitli silahlı kuvvetler Japonya'ya karşı millî devrime farklı nedenler ve farklı sınıf görüşleri sonucu katılırlar. Bazıları mevkilerini korumak, bazıları hareketin onların izin verdiği sınırların ötesine geçmemesi için önderliği ele geçirmek, bazıları da gerçekten Çin milletinin tamamen kurtulmasını sağlamak üzere içtenlikle çalışmak amacıyla katılırlar, özellikle amaçları ve görüş açıları farklı olduğundan, bazıları daha mücadelenin başında yalpalayacak ya da ihanet edecek, bazıları yarı yolda ilgilerini kaybedecek ya da mücadeleden çekilecek, bazıları da sonuna kadar kararlı bir mücadele verecektir. Buna karşın görevimiz, sadece muhtemel temel güçleri değil, Japonya'ya karşı direnme olasılığı bulunan bütün müttefikleri de birleştirmek ve bütün ülkede işgücü olanların işgücünü vermesini, parası olanların para vermesini, silahı olanların silah vermesini, bilgisi olanların da bilgileriyle katkıda bulunmasını sağlayarak hiç bir yurtsever Çinliyi Japonya'ya karşı cephe dışında bırakmamaktır. Partinin mümkün olan en geniş millî birleşik cephe taktiğinin genel çizgisi budur. Ortak düşman Japon emperyalizmi ve hain Çan Kayşek'le başedebilmek için, bütün halk güçlerini,(sayfa 354) ancak bu çizgiyi izleyerek seferber edebiliriz. Çin işçi sınıfı ve köylüler, Çin devriminin temel itici güçleridir. Geniş küçük burjuva kitleleri ve devrimci aydınlar, millî devrimde bu temel güçlerin en güvenilir müttefikleridir. İşçilerin, köylülerin ve küçük burjuvazinin sağlam ittifakı, Japon emperyalizmi ile hainleri ve işbirlikçileri yenecek temel güçtür. Millî burjuvazinin ve savaşağalarının bir bölümü manevî destek sağlar, iyi niyetli tarafsızlıklarını korur ya da Japonya'ya ve hainlerle işbirlikçilerine karşı mücadeleye doğrudan doğruya katılırlarsa, köylü devrimine ve Kızıl siyasî iktidara ne kadar karşı olurlarsa olsunlar, bu, Japonya'ya karşı cephenin genişlemesine hizmet eder. Çünkü böylece karşı-devrimin toplam gücü azalacak ve devrimin toplam gücü artacaktır. Bunu sağlamak için -Parti, bu güçleri Japonya'ya karşı cepheye kazanmak amacıyla uygun yöntem ve araçları benimsemelidir. Üstelik toprakağası ve komprador sınıfların safında hiç bir şekilde birlik yoktur. Birçok emperyalist ülkenin Çin üzerindeki rekabeti, onların hizmetindeki ve zaten aralarında çelişmeler ve çatışmalar bulunan çeşitli hain grupları arasında da bir. rekabet yarattığından, Partimiz, bu karşı-devrimci güçlerin bazılarının Japonya'ya karşı cepheye şimdilik etkin bir şekilde karşı çıkmamalarını sağlamak için çeşitli yöntemler kullanmalıdır. Japonya dışındaki diğer emperyalist ülkelere karşı da aynı taktik uygulanmalıdır. Ortak düşmanla savaşmak için- bütün ülkede halkın güçlerini ayaklandırır, birleştirir ve örgütlerken Parti, Japonya'ya karşı birleşik cephe içinde bütün kaypaklık, uzlaşma, teslimiyet ve ihanet eğilimleriyle de kararlı ve amansız bir şekilde mücadele etmelidir. Çin halkının Japonya'ya karşı hareketini yıkmaya çalışanlar, hainler ve işbirlikçilerdir ve hepimiz onlara darbe vurulmasında birleşmeliyiz. Komünist Partisi Japon emperyalistlerine ve hainlerle işbirlikçilere karşı sözlerinde ve hareketlerinde tutarlı ve doğru davranarak Japonya'ya karşı cephenin önderliğini ele geçirmelidir. Japonya'ya karşı hareket, ancak Komünist Partisinin önderliğinde kesin zafer kazanabilir. Japonya'ya karşı savaşta yer alan kitlelere gelince, onların çıkarlarını etkileyen konularda temel taleplerini (köylülerin toprak talebi, işçilerin, askerlerin, şehir yoksullarının ve ay dulların daha iyi yaşama koşulları talebi) karşılamak gereklidir. Kitlelerin(sayfa 355) daha geniş bölümlerini Japonya'ya karşı saflara katılmak üzere seferber etmek, Japonya'ya karşı hareketi sürdürmek ve bu hareketi kesin zafere ulaştırmak ancak onların taleplerin karşılamakla mümkündür. Ve Parti, Japonya'ya karşı savaşta önderliği ancak bu şekilde kazanabilir.
Bkz. bu ciltte "Japon Emperyalizmine Karşı Taktikler Üzerine", s. 196-229.
[164] Kızıl Ordu 5 Mayıs 1936'da bir telgraf göndererek Nancing hükümetinin iç savaşı sona erdirmesini, Japonya'ya karşı birlik için komünistlerle barış görüşmeleri yapmasını talep etti. Telgrafın metni şöyledir:
Nancing Millî Hükümeti Askerî Konseyine; tüm kara, deniz ve hava kuvvetlerine; tüm partilere ve siyasî gruplara; tüm kamu kuruluşlarına ve gazetelere; ve yabancı bir ülkenin kölesi olmayı reddeden tüm yurttaşlara:
Çin Kızıl Ordusu Devrimci Askerî Komisyonu tarafından örgütlenen Çin Kızıl Ordusu Japonya'ya Karşı Öncü Kuvveti, Doğu Seferi sırasında Sarı Irmağı geçtikten sonra her yerde zafer kazandı ve ülkenin dört bir yanındaki halkın desteğini sağladı. Fakat bu ordu Datung-Puçov Demiryolunu işgal edip Japon emperyalistleriyle göğüs göğüse savaşmak için doğuya doğru Hebey'e ilerlemeye hazırlanırken Çan Kayşek Şansi'ye ondan fazla tümen gönderdi ve bu Ordunun Japonya'ya karşı ilerlemesini önlemek için Yen Sişan'la işbirliği yaptı. Bundan başka Çang Sueliang ve Yang Huçeng komutasındaki birliklerle Kuzey Şensi'deki birliklerine Japonya'ya karşı olan geri kuvvetlerimizi yıpratmak için Şensi-Gansu Kızıl bölgesine yürümeleri emrini verdi. Halkın Japonya'ya Karşı Öncü Kuvveti Japonlara ulaşıp onlarla savaşabilmek için bütün gücünü toplayıp Çan Kayşek'in yolu kapayan birliklerini yok etmek zorundaydı. Ancak, uzun tartışmalardan sonra Kızıl Ordunun Devrimci Askerî Komisyonu, bugünkü millî buhran sırasında, iki taraf arasındaki bir ölüm-kalım muharebesinin, hangi taraf kazanırsa kazansın sadece Çin'in millî savunma gücünü azaltacağına ve Japon emperyalistlerini sevindireceğine karar verdi. Bundan başka, gerek Çan Kayşek'in gerekse Yen Sişan'ın ordularında iç savaşı sona erdirmek ve Japonya'ya karşı direnmek için birleşmek isteyen çok sayıda subay ve asker vardır ve Çan ile Yen'in, Japonya ile savaşmaya giden Kızıl Ordunun yolunu(sayfa 356) kesmeleri yolundaki emrine uymak, onların vicdanlarını rahatsız etmektedir. İşte bu yüzden Kızıl Ordu Devrimci Askerî Komisyonu, Şansi'de kazandığı çeşitli zaferlere karşın, halkın Japonya'ya Karşı Öncü Kuvvetini San Irmağın batısına çekti; çünkü Çin'in millî savunmada kullanacağı gücün israf edilmemesi ve böylece Japonya'ya karşı direnme savaşının daha çabuk başlatılmasına yardımcı olmak, iç savaşı sona erdirmek ve Japonya'ya karşı direnmek için birleşmek yolunda millete defalarca yaptığımız çağrıyı kararlılıkla yerine getirmek, Çan Kayşek'in ve onun ordusundaki yurtsever subay ve erlerin nihaî uyanışını hızlandırmak için bunu yapmak gerekiyordu. Nancing hükümetine, ülkenin tüm kara, deniz ve hava kuvvetlerine, bütün ülkeye iyi niyetimizi böylece gösterdikten sonra, iç savaşı sona erdirmek ve Japonya'ya karşı direnmek amacıyla, Japonya'ya karşı Kızıl Orduya saldıran bütün silahlı birliklerle bir ay içinde ateşkes anlaşması yapmaya ve onlarla barış görüşmelerine girmeye hazırız. Kızıl Ordu Devrimci Askeri Komisyonu bu telgrafla, Nancing hükümetine, ülkemizin ve halkımızın yok olma tehdidi ile karşı karşıya bulunduğu bu can alıcı anda, geçmişteki hatalarını düzeltmek için kararlı bir çaba göstererek bütün ülkede iç savaşı sona erdirmesini, evde kavga eden kardeşler anlayışı içinde dışardan gelecek saldırılara karşı güçbirliği yapmasını ve ilk önce Şensi, Gansu ve Şansi'de iç savaşı durdurmasını ve bunun üzerine her iki tarafın, Japonya'ya karşı direnme ve ülkeyi kurtarmak için belli önlemleri görüşmek amacıyla temsilciler atamalarını önemle önerir. Bu, millet, ülke ve kendi çıkarınız açısından çok iyi bir şey olacaktır. Ancak, sağduyu ile davranmamakta ısrar eder, hain ve işbirlikçi olmayı yeğ tutarsanız, iktidarınız eninde sonunda mutlaka çökecek, bütün ülke sizi lanetleyecek ve devirecektir. Eski bir atasözü "Bin kişi suçlarsa, bir adam hasta değilse bile ölür" der. Bir başka atasözü de "Kasap, bıçağını elinden bırakırsa, hemen bir Buda olabilir" der. Bunlar, özümlememiz ve üzerinde düşünmemiz gereken sözlerdir. Kızıl Ordu Devrimci Askerî Komisyonu, yabancı bir ülkenin kölesi olmayı reddeden bütün örgütleri, bütün partileri ve bütün ülke halkını, ateşkes ve barış görüşmeleri ve Japonya'ya karşı birlik önerimizi desteklemeye, iç savaşa hızla son verilmesi için komiteler kurmaya,(sayfa 357) iki tarafın da ateşi kesmesini sağlamak için cepheye temsilciler göndermeye ve bu önerinin tam olarak uygulanıp uygulanmadığını denetlemeye çağırır.
[165] Bkz, bu ciltte "Çan Kayşek'in Açıklaması Üzerine Bir Açıklama" Not 7, s. 331-335.
[166] "Halk Cumhuriyeti" sloganı ilk "olarak Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Siyasî Bürosunun Aralık 1935 toplantısında ve Mao Zedung yoldaşın "Japon Emperyalizmine Karşı Taktikler Üzerine" adlı raporunda ortaya konmuştur. Sonraları koşullar, Partinin, Çan Kayşek'i Japonya'ya karşı direnmeye zorlama siyasetini benimsemesini gerektirdi ve bu slogan Çan Kayşek kliğince kabul edilmeyeceğinden, Partinin Guomindang'a yolladığı Ağustos 1936 mektubunda "Demokratik Cumhuriyet" şeklinde değiştirildi. Daha sonra demokratik cumhuriyet sloganı, Parti Merkez Komitesinin aynı yılın Eylül ayında kabul ettiği "Japonya'ya Karşı Direnme ve Milleti Kurtarma Hareketindeki Yeni Durum ve Demokratik Cumhuriyet Hakkında Karar" da daha somut olarak açıklandı. Biçim bakımından farklı olmakla beraber iki slogan, özünde aynıdır. Demokratik cumhuriyet ile ilgili aşağıdaki iki alıntı Parti Merkez Komitesinin Eylül 1936 kararından alınmıştır:
"Merkez Komitesi, içinde bulunduğumuz durumda 'bir demokratik cumhuriyet kurmak' sloganını ortaya atmayı gerekli görmektedir. Çünkü Çin'in toprak bütünlüğünü korumak için Japonya'ya karşı olan bütün güçleri birleştirmenin ve Çin'in yıkılması ve halkının esir edilmesinden doğacak felâketi önlemenin en iyi yolu budur; ayrıca geniş halk yığınlarının demokratik talepleri temelinde bir birleşik cephenin kurulması için en uygun slogan da budur. 'Demokratik cumhuriyet' ile kastettiğimiz Çin'in bir bölümünde kurulmuş olan işçi ve köylülerin demokratik diktatörlüğünden coğrafi bakımdan daha geniş, Çin'in büyük bir bölümündeki Guomindang'ın tek parti diktatörlüğünden çok daha ileri bir siyasî sistemdir: bundan dolayı bir demokratik cumhuriyet Japonya'ya karşı silahlı direnişin gelişmesi ve kesin zafere ulaşması için daha iyi bir güvence olacaktır. Bundan başka, demokratik cumhuriyet, Çin halkının en geniş bölümlerinin ülkenin siyasî hayatında yer almasını ve siyasî bilincini ve örgütlü gücünü artırmakla kalmayacak, sosyalizmin gelecekteki zaferi için yürütülen(sayfa 358) mücadelede Çin proletaryasına ve onun önderi Komünist Partisine hareket serbestîsi sağlayacaktır. Bu yüzden, Çin Komünist Partisi demokratik cumhuriyet hareketini etkin bir şekilde desteklediğini ilan eder. Ayrıca, demokratik cumhuriyet Çin'in her yanında kurulduktan ve genel seçim yoluyla bir meclis seçildikten sonra, Kızıl bölge derhal cumhuriyetin organik bir parçası olacak, Kızıl bölgelerin halkları bu meclise yollayacağı temsilcilerini seçecek ve aynı demokratik sistem Kızıl bölgelerde de uygulanacaktır."
"Merkez Komitesi, Nancing'deki Guomindang hükümetim Japonya'ya karşı direnmeye zorlayacağımızı ve bir demokratik cumhuriyet için gerekli olan ön koşullan şu yollarla yaratacağımızı önemle belirtir: Çin halkının silahlı direniş ve millî kurtuluş hareketini genişletmek; bütün siyasî partilerin, her meslekten insanın ve bütün orduların Japonya'ya karşı millî birleşik cephesini genişletmek; Çin Komünist Partisinin millî birleşik cephedeki siyasî önderlik rolünü güçlendirmek; Kızıl siyasî iktidar ile Kızıl Orduyu büyük ölçüde sağlamlaştırmak; egemenliğimize ihanet eden ve ülkemizi küçük düşüren ya da milli birleşik cephenin güçlerini zayıflatan bütün söz ve hareketlere karşı kararlı bir mücadele yürütmek. Demokratik cumhuriyetin, acılı ve uzun bir mücadele olmadan, bütün Çin milletini seferber etmeden ve devrim dalgası yükselmeden gerçekleşmesi mümkün değildir. Demokratik cumhuriyet mücadelesi sırasında Çin Komünist Partisi, demokratik cumhuriyetin işe Partimiz tarafından önerilen Japonya'ya Karşı Direnmek ve Milleti Kurtarmak için On Maddelik Programı uygulayarak başlaması ve Çin burjuva-demokratik devriminin temel görevlerini yerine getirinceye kadar bunu sürdürmesi konusunda ısrar etmelidir."
[167] Bu telgraf, 10 Şubat 1937'de gönderildi. Telgrafın tam metni şöyledir:
Guomindang Merkez Yürütme Komitesi 3. Genel Toplantısına
Baylar,
-Sian Olayının barışçı bir şekilde çözülmesi, ülke çapında sevinç yaratmıştır. Bundan böyle iç barış ve yabancı saldırıya karşı birlik ve dayanışma siyasetini uygulamak mümkün olacaktır; bu, milletimiz ve ülkemiz açısından iyi bir şeydir. Japon istilacılarının oraya buraya saldırdığı ve Çin milletinin(sayfa 359) varlığının pamuk ipliğine bağlı olduğu şu anda Partimiz, bu siyasete uygun olarak, Partinin Merkez Yürütme Komitesinin 3. Genel Toplantısının aşağıdaki millî siyasete uygun kararlar benimseyeceğini içtenlikle diler:
(1) Bütün iç savaşları sona erdirmek ve ülkenin gücünü yabancı saldırıyı göğüslemek üzere ortak bir çabada yoğunlaştırmak;
(2) Söz, toplanma ve örgütlenme özgürlüğünü güvence altına almak ve bütün siyasî tutukluları serbest bırakmak;
(3) Bütün siyasî partilerin, her meslekten insanın ve bütün orduların temsilcilerini bir toplantıya çağırmak ve ülkenin olanaklarını, ülkenin savunulması ortak çabası üzerinde yoğunlaştırmak;
(4) Japonya'ya karşı direnme için bütün hazırlıkları hızla tamamlamak; ve
(5) Halkın yaşama koşullarını iyileştirmek.
Eğer Merkez Yürütme Komitenizin 3. Genel Toplantısında, bu noktalar, kararlılıkla ve kesin bir şekilde millî siyaset olarak benimsenirse, Partimiz yabancı saldırıya karşı dayanışmada iyi niyetimizin bir ifadesi olarak şu taahhütlerde bulunacaktır:
(1) Millî Hükümeti devirmek için silahlı ayaklanma siyaseti ülke çapında terkedilecektir;
(2) İşçi ve Köylülerin Demokratik Hükümetinin adı Çin Cumhuriyeti Özel Bölge Hükümeti olarak değiştirilecek ve Kızıl Ordu, Millî Devrimci Ordunun bir parçası olarak yeniden tanımlanacak ve bunlar sırasıyla Nancing'deki Merkezî Hükümetin ve onun Askerî Konseyinin emri altına gireceklerdir;
(3) Özel Bölge Hükümetine bağlı olan bölgelerde genel oya dayanan tamamen, demokratik bir sistem uygulanacaktır; ve
(4) Toprakağalarının topraklarına el konması siyasetinden vazgeçilecek ve Japonya'ya karşı millî birleşik cephe ortak programı kararlılıkla uygulanacaktır.
[168] Kasım ve Aralık 1936'da Şanghay'da Japonlara ve Çinlilere ait yirmi altı tekstil fabrikasında, 45 bin işçi arasında büyük grevler başgösterdi. Aralık ayında Çingdao'daki Japonlara ait tekstil fabrikalarının bütün işçileri de destekleme grevine(sayfa 360) gitti. Şanghay işçilerinin grevi başarılı oldu; işçilerin ücretleri Kasım ayından başlamak üzere yüzde 5 oranında artırıldı ve işverenler işçileri keyfî olarak işten çıkarmamayı, dayak ve hakarete son vermeyi taahhüt ettiler. Fakat Çingdao'daki grev Japon deniz piyadeleri, tarafından bastırıldı.
[169] Japon emperyalizmi 1933'te Şanhayguan'ı işgal edip Kuzey Çin'e sızınca, özellikle onların Kuzey ve Orta Çin'deki emperyalist çıkarlarını doğrudan doğruya tehlikeye düşüren 1935'teki Ho-Umezu Anlaşmasından sonra İngiltere ile Birleşik Amerika, Japonya'ya karşı tavırlarını değiştirmeye başladılar ve Çan Kayşek hükümetinin Japonya'ya karşı siyasetinde bir ölçüde etkili olmaya başladılar. 1936'daki Sian Olayı sırasında İngiltere, Çin'deki çıkarlarını zedeleyen Japon taleplerinin reddedilmesini önerdi; hatta Çan Kayşek hükümetinin iktidarda kalması koşuluyla Guomindang'ın, Japonya'nın saldın siyasetine darbe indirmek amacıyla "Komünist Partisi ile bir çeşit ittifaka bile girişmesinin", pek de fena bir şey olmayacağını ima etti.
[170] Haziran 1936'da Guangsili savaşağaları Li Zungren ve Bay Çungsi ile Guangdunglu savaşağası Çen Çitang, "Japonya'ya karşı direnme ve milleti kurtarma" perdesi altında, ortaklaşa olarak, Çan Kayşek'e karşı olduklarını açıkladılar. Bunların muhalefeti Ağustosta Çan Kayşek'in rüşvet ve böl ve yönet taktikleri karşısında dağıldı.
[171] Japon kuvvetleri ve kukla birlikleri Ağustos 1938'da Suyyuan'ı istila etmeye başladı. Kasımda, oradaki Çin birlikleri karşı-saldırıya geçti ve ülkenin her yanında halk bu mücadeleyi destekleyen bir hareket başlattı.
[172] 1935'teki "Ho-Umezu Anlaşması"ndan sonra, halkın yükselen Japon aleyhtarı duygularının baskısı ve İngiliz ve Amerikan emperyalistlerinin Japonya'ya karşı sertleşen siyaseti karşısında Nancing'deki Guomindang hükümeti Japonya'ya karşı daha sert bir tutum takındı. Guomindang hükümeti Eylül 1936'dan Aralık 1936'ya kadar Japonlarla görüşmelerde oyalayıcı taktikler kullandı ve görüşmeler hiç bir sonuç vermedi.
[173] Bu, Sian Olayının barışçı yoldan çözülmesi üzerine Guomindang Merkez Yürütme Komitesinin 15 Şubat 1937'de yaptığı toplantıdır.
[174] Ah Ku, büyük Çin yazarı Lu Sun'un Ah Ku'nun Gerçek Hikâyesi adlı ünlü romanının kahramanıdır. Ah Ku, gerçek hayattaki(sayfa 361) yenilgilerini ve başarısızlıklarını ahlakî ya da manevî zaferler olarak değerlendirerek kendilerini teselli edenlerin tipik örneğidir.
[175] Çin'in burjuva-demokratik devrimi aşamasında komünistler, Sun Yatsen'in programının temel noktalarını benimsediler ve onunla işbirliği yaptılar. Bu, komünistlerin burjuva ve küçük burjuva dünya görüşünü ya da Sun Yatsen'in temsil ettiği ideolojik sistemi benimsedikleri anlamına gelmez. Çin proletaryasının öncüsü olarak Çin komünistleri, Sun Yatsen'inkinden tamamen farklı bir dünya görüşüne, farklı bir ideolojik sisteme ve millî ve diğer sorunlara farklı bir teorik yaklaşıma sahiptiler.
[176] Sun Yatsen'in 1924'te yeniden örgütlemesi üzerine Guomindang, çeşitli sınıfların devrimci bir ittifakı haline geldi ve Komünist Partisi üyeleri bireysel olarak Guomindang'a katıldılar. 1927'de devrime ihaneti üzerine Guomindang, ülke çapında "parti içi temizlik" adını verdiği bir harekete girişerek Komünistleri ve Dr. Sun Yatsen'in Üç Büyük Siyasetini samimiyetle destekleyen kendi sol kanat üyelerinin pek çoğunu katletti. O zamandan sonra, Guomindang, büyük toprakağalarının ve büyük burjuvazinin karşı-devrimci siyasî partisi oldu.
[177] Burada, 1927'nin ilk yarısında Parti Merkez Komitesinin oportünist önderliği tarafından yaratılan durum kastedilmektedir.
[178] Japon emperyalistleri Sian Olayından sonra Guomindang yetkililerini yeniden kurulmakta olan iç barışı bozmaya ve şekillenmekte olan Japonya'ya karşı millî birleşik cepheyi dağıtmaya zorlamak için bazı geçici uzlaşma girişimlerinde bulundular. Denetimleri altında bulunan iç Moğolistan sahte özerk hükümetinin, biri 1936 Aralığında diğeri de 1937 Martında olmak üzere iki mesaj yayınlayarak Nancing'deki Guomindang hükümetine bağlılığını belirtmesini sağladılar. Bizzat Japon Dışişleri Bakanı Sato, açıkça Çan Kayşek'i överek sahtekârca Japonya'nın Çin'le olan ilişkilerini düzelteceğini ve Çin'in siyasî birliğe kavuşmasına ve ekonomik bakımdan kalkınmasına yardım edeceğini ilan etti. Ayrıca Japonya, Japonya'daki büyük parababalarından biri olan Kenji Kodama'nın başkanlığındaki bir sözümona Ekonomik Araştırma Grubunu, Çin'in "modern bir devlet örgütü kurmasına" yardımcı olmak üzere Çin'e gönderdi. Bu çabalar saldırının yolunu hazırlıyordu ve "Sato diplomasisi" diye adlandırılıyordu. Japon emperyalistlerinin aldatmacalarına kananlar ise bunları, "Japonya açısından bir geri çekilme" olarak nitelendiriyorlardı.
[179] 1937 Nisanında Suçov'daki Guomindang Yüksek Mahkemesi, 1936 Kasımında Şanghay'da tutuklanan Şen Cünru'yu ve Japonya'ya Karşı Direnme ve Milleti Kurtarma Hareketinin diğer altı önderini yargıladı. Bunlar, gerici Guomindang yetkililerinin eskiden beri bütün yurtsever hareketlere kara çalmak için kullanageldikleri "Cumhuriyeti tehlikeye atmak" iddiasıyla suçlandılar.
[180] Kuzeydoğu Ordusu, Sian Olayından önce Şensi ve Gansu Eyaletlerinin sınırında bulunuyordu ve Kuzey Şensi'deki Kızıl Orduyla doğrudan doğruya ilişki halindeydi. Kızıl Ordunun büyük ölçüde etkisinde kalarak daha sonraları Sian'daki(sayfa 373) darbeyi gerçekleştirdi. 1937 Martında, Kuzeydoğu Ordusu doğuya, Henan ve Anhuy Eyaletlerine gitmek zorunda bırakıldı. Bu, Kuzeydoğu Ordusunun Kızıl Orduyla ilişkisini kesmek ve saflarında ayrılık çıkarmak için Guomindang gericileri tarafından alman bir önlemdi.
[181] General Yang Huçeng, Çang Sueliang'la birlikte Sian Olayını gerçekleştiren, Çin'in kuzeybatısındaki bir askerî önderdi. Böylece bu olayın önderleri, isimleri birleştirilerek halk tarafından "Çang-Yang" diye anılırlardı. Çan Kayşek salıverildiği zaman Çang onunla beraber Nancing'e gitti, fakat derhal tutuklandı. 1937 Nisanında, Yang da Guomindang gericileri tarafından, görevinden alındı ve yurt dışına gitmek zorunda bırakıldı. Direnme Savaşı başladığı zaman Yang, Çin'e dönerek görev istedi, ancak Çan Kayşek tarafından tutuklanarak hayatının geri kalan kısmını hapiste geçirdi. 1949 Eylülünde Halk Kurtuluş Ordusu Çungking yakınlarına doğru ilerlerken, Guomindang onu bir toplama kampında katlettirdi.
[182] Şensi, Honan ve Şansi sınırındaki Tungguan stratejik öneme sahip bir geçittir. Sian Olayı meydana geldiğinde Guomindang askerleri esas olarak Tungguan'ın doğusunda bulunuyordu. Partideki, Çang Guotao gibi bazı "solcu"lar, o sırada Kızıl Ordunun "savaşa savaşa Tungguan'ı yarıp geçmesini" istiyorlardı. Bu Kızıl Ordunun Guomindang askerlerine karşı taarruza geçmesi gerektiği anlamına geliyordu. Bu öneri, Merkez Komitesinin, Sian Olayının barışçı bir çözüme ulaştırılması yolundaki siyasetine aykırıydı.
[183] Ekim Devriminden sonra uzun bir süre Fransız emperyalistleri, Sovyetler Birliği'ne karşı düşmanca bir siyaset izlediler. Fransız hükümeti 1918 yılından 1920 yılına kadar on dört devletin Sovyetler Birliği'ne karşı giriştiği silahlı müdahaleye etkin bir şekilde katıldı ve bu müdahalenin yenilgiye uğramasından sonra, bile, Sovyetler Birliği'ni tecrit etme gerici siyasetini sürdürdü. Fransa, ancak 1935 Mayısında, Sovyetler Birliği' nin yürüttüğü barış siyasetinin Fransız halkı arasındaki etkisiyle ve Nazi Almanyasının saldırı tehdidi karşısında, Sovyetler Birliği'yle bir karşılıklı yardımlaşma antlaşması yaptı, ancak Fransa'daki gerici hükümet bu antlaşmanın koşullarına uymadı.
[184] Aralık 1935'te Pekin'deki öğrencilerin Çin Komünist Partisinin önderlik ettiği yurtsever gösterisi. İç savaşın sona ermesini ve Japonya'ya karşı silahlı direnişe geçilmesini talep(sayfa 374) eden bu hareket ülke çapında destek sağladı.
[185] Japon mallarının kaçakçılık yoluyla Çin'e sokulması.
[186] Burada, sözümona Çin-Japon ekonomik işbirliği kastedilmektedir.
[187] Bkz. Karl Marks ve Friedrich Engels, Komünist Partisi Manifestosu, Dördüncü Bölüm; V.İ. Lenin, Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği, Onikinci ve Onüçüncü Bölümler; Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevik) Tarihi, Kısa Ders, Üçüncü Bölüm, Üçüncü Kısım.
[188] Bkz. J.V. Stalin, Leninizmin İlkeleri, Üçüncü Bölüm, Sol Yayınları; "Ekim Devrimi ve Rus Komünistlerinin Taktikleri", İkinci Bölüm; "Leninizmin Sorunları Üzerine", Üçüncü Bölüm.
[189] Bkz. J.V. Stalin, "Kremlin Sarayında Kızıl Ordu Akademileri Mezunlarına Söylev", Mayıs 1935. Bu söylevinde Stalin şöyle diyordu: "...Dünyadaki bütün sermayeler içinde en değerlisi ve en belirleyici olanı insandır, kadrolardır. Şunu kavramalıyız ki, içinde bulunduğumuz koşullarda, 'her şeyi kadrolar belirler'."
[190] Sözü geçen görüş ayrılığı, Partinin Merkez Komitesinin çizgisi ile Çang Guotao'nun 1935-38 yıllarındaki geri çekilme çizgisi arasındaydı. Bkz. bu ciltte "Japon Emperyalizmine Karşı Taktikler Üzerine" Not 22, s. 225-226, Mao Zedung yoldaş, "daha önceki ayrılık... şimdi ortadan kaldırılmış bulunmaktadır" derken, Kızıl Ordunun Dördüncü Cephe Ordusunun, Merkezi Kızıl Orduya katılmasına değiniyordu. Çang Guotao'nun bundan sonra Partiye açıkça ihanet etmesi ve daha da yozlaşarak bir karşı-devrimci haline gelmesi, artık Parti çizgisi ile ilgili bir ayrılık olmaktan çıkmış ve tek bir hainin faaliyeti haline gelmişti.
Pratik Üzerine [1*]
Bilgi İle Pratik Arasındaki Bilme İle Yapma Arasındaki İlişki Üzerine
Temmuz 1937
Marks'tan önce materyalizm, bilgi sorununu, insanın toplumsal yaratılışından ve tarihsel gelişiminden ayrı (sayfa: 7) olarak incelediği için, bilginin toplumsal pratiğe bağımlılığı, yani bilginin üretime ve sınıf savaşımına bağımlılığını anlayamamıştır.
Her şeyden önce, marksistler, insanın üretim faaliyetini, onun bütün öteki faaliyetlerinin belirleyicisi olarak görür. İnsan bilgisi, aslında, onun maddi üretim faaliyetine bağımlıdır; bu maddi üretim faaliyeti içinde insan, doğa olaylarını, doğanın özelliklerini ve yasalarını, kendisi ile doğa arasındaki ilişkileri yavaş yavaş anlamaya başlar; gene bu üretim faaliyeti sırasında, insan ile insan arasındaki belli ilişkileri de, değişik derecelerde kavramaya başlar. Üretim faaliyeti olmaksızın, bu bilgilerin hiç biri elde edilemez. Sınıfsız bir toplumda, herkes, toplumun öbür üyeleri ile birlikte ortak çabaya katılır, onlarla belirli üretim ilişkilerine girer ve insanın maddi gereksinmelerini karşılamak için üretime katılır. Bütün sınıflı toplumlarda çeşitli toplumsal sınıfların üyeleri de, çeşitli yollardan belirli üretim ilişkilerine girerler ve kendi maddi gereksinmelerini karşılamak için üretime katılırlar. İşte bu, insan bilgisinin geliştiği asıl kaynaktır.
İnsanın toplumsal pratiği, yalnızca üretim faaliyeti değildir. Başka pek çok çeşit faaliyet vardır: sınıf savaşımı, siyasal yaşam, bilim ve sanat faaliyetleri gibi. Kısacası, toplumsal bir varlık olarak insan, toplumdaki pratik yaşamın bütün alanlarına katılır. Böylece insan, insanlar arasındaki çeşitli ilişkileri, yalnızca kendi maddi yaşamı aracılığı ile değil, (her ikisi de sıkı sıkıya maddi yaşamla bağlı bulunan) siyasal ve kültürel yaşam yoluyla da derece derece öğrenir. Bunlar arasında, çeşitli biçimlerdeki sınıf savaşımı, insan bilgisinin gelişmesi üzerinde özellikle derin etkiler yapar. Sınıflı toplumda, herkes, belli bir sınıfın üyesi olarak yaşar ve her düşünce biçimi, istisnasız, bir sınıfın (sayfa: 8) damgasını taşır.
Marksistler, toplumdaki üretim faaliyetinin basamak basamak yükselerek geliştiği; doğa üzerine olsun, toplum üzerine olsun, insan bilgisinin de buna uygun olarak gitgide yükseldiği; yüzeyden derine, tek yanlılıktan çok yanlılığa eriştiği düşüncesindedir. Tarihte uzun bir dönem, insan, bir yandan sömürücü sınıfların kasıtlı taraf tutmaları ve toplum tarihini yalan-yanlış yorumlamaları, öte yandan küçük ölçüdeki üretimin, insanın görüşünü daraltması nedeniyle, toplum tarihini, tek yanlı anlamaya mahkum edilmiştir. Büyük üretim güçleriyle (büyük sanayi ile) birlikte, modern proletaryanın ortaya çıkması sonucu, insan, toplumun gelişmesini geniş olarak, ve tarihsel akışı içinde kavrayabilmiş, ve bu bilgisini bir bilim haline, yani marksist bilim haline getirebilmiştir.
Marksistler, insanın toplumsal pratiğinin, dış dünya üzerine olan bilgisinin doğruluğunun tek ölçütü olduğu düşüncesindedir. Gerçekte de insan bilgisinin doğruluğu, toplumsal pratikte (maddi üretim sürecinde, sınıf savaşımında, bilimsel deneylerde) beklenilen sonuca ulaşırsa anlaşılır. İnsan, işinde başarıya ulaşmak, yani beklenilen sonuca varmak istiyorsa, düşüncesinin, kendisini çevreleyen nesnel dünyanın yasalarına aynen uymasını sağlaması gerekir. Bunlar birbirine uymazsa, pratikte başarıya ulaşamayacaktır. Başarıya ulaşamayınca, bundan ders alacak, nesnel dünyanın yasalarına uyacak biçimde düşüncelerini değiştirecek ve böylece başarısızlığı başarı haline getirecektir. "Başarısızlık başarının anasıdır", ya da "bir musibet bin nasihatten iyidir" derken, işte bunu demek isteriz. Diyalektik materyalizmin bilgi teorisi, pratiğe ilk yeri verir ve insan bilgisinin pratikten hiç ayrılamayacağına inanır. Pratiğin önemini yadsıyan ya da bilgiyi pratikten ayırmak isteyen bütün yanlış teorileri reddeder. Bu konuda Lenin şöyle der: "Pratik, teorik bilgiden daha üstündür; çünkü (sayfa: 9) yalnız evrensel olmakla kalmaz, aynı zamanda gerçeklik ile içiçedir."[2*] Marksist felsefenin, diyalektik materyalizmin, iki belirli özelliği vardır: biri, sınıfsal oluşu, diyalektik materyalizmin proletaryanın hizmetinde bulunduğunu açıkça ilân etmesi; öteki uygulanabilir oluşu, teorinin pratiğe bağlılığı üzerinde durması, dönüp dolaşıp pratiğe hizmet edecek teoriye temel olarak, pratik üzerinde durması. Bir bilginin ya da teorinin doğruluğunu araştırırken, insan, kendi öznel duygularına değil, bilgi ya da teorinin toplumsal pratikteki nesnel sonuçlarına dayanabilir. Doğrunun tek ölçütü, yalnız toplumsal pratik olabilir. Pratik, diyalektik materyalizmin bilgi teorisinde baş ve temel görüş noktasıdır.[3*]
Nasıl oluyor da pratikten gelen insan bilgisi, dönüp dolaşıp pratiğe hizmet ediyor? Bilginin gelişme sürecine gözatmak, bunu aydınlatır.
Gerçekten de insan, pratik sürecin başlangıcında, çeşitli olguları, bunların tek tek aşamalarını ve dış ilişkilerini görür. Örneğin, Yenan'ı gezmeye gelen ziyaretçiler, ilk bir-iki gün kentin sokaklarını, evlerini görür, bazı kimselerle tanışırlar, ziyaretlere, partilere, toplantılara giderler, çeşitli konuşmalar dinler, çeşitli belgeleri okurlar. Bütün bunlar, birtakım olgular, şeylerin tek tek aşamaları ve bu şeyler arasındaki dış ilişkilerdir. Biz, buna, bilginin algı aşaması, yani algılar ve izlenimler aşaması diyoruz. Yenan'daki çeşitli şeyler, ziyaretçilerin duşu organları üzerinde etkide bulunur, bazı algılamalara neden olur ve bu izlenimler arasındaki genel dış ilişkiler üzerine bir fikirle birlikte, (sayfa: 10) zihinlerinde birçok izlenimler bırakır. İşte bu, bilginin ilk aşamasıdır. Bu aşamada insan, daha derin kavramlar oluşturamaz ya da mantığa uygun sonuçlara varamaz. Toplumsal pratik sürüp gittikçe, pratiğin seyrinde insanda algılar ve izlenimler uyandıran şeyler, birçok kez yinelenir ve insan zihnindeki bilgi sürecinde, sonucu kavram kurulmasına varan, ani bir değişme, bir sıçrama olur. Bu haliyle kavram, artık, şeylerin olgusunu, bunların birleşimden kopuk aşamalarını ya da dış ilişkilerini değil, bunların özlerini, bütünlüklerini, iç ilişkilerini kapsar. Kavram ve algı, yalnızca nicelik yönünden değil, nitelik yönünden de birbirinden farklıdır. Daha ileri giderek, yargılama ve usavurma yöntemlerini kullanarak, mantığa uygun sonuçlar çıkartabiliriz. Üç Krallığın Öyküsü'ndeki[4*] "kaşlarını çat, aklına bir savaş hilesi gelsin" sözü, ya da her gün kullandığımız, "dur, bir düşüneyim" sözleri, insanın, yargılama ve çıkarsama yapmak için, kavramları kafasının içinde evirip-çevirmesinden başka bir şey değildir. Bu, bilginin ikinci aşamasıdır. Yukarda sözünü ettiğimiz ziyaretçi gözlemci grubun üyeleri, çeşitli bilgiler topladıktan ve "düşünüp taşındıktan" sonra, şu yargılara varabilirler: "Komünist Partisinin Japonlara karşı güttüğü Ulusal Birlik Cephesi siyaseti, tutarlı ve içtendir." Bu yargılamayı yaptıktan sonra, eğer ulusal kurtuluş için bir birlik kurulmasını içtenlikle istiyorlarsa, bir adım daha atarak şu sonuca ulaşırlar: "Japonlara karşı kurulan bu Ulusal Birlik Cephesi, başarıya ulaşabilir.". Bir şey üzerine insanın bilgi edinme sürecinde kavram, yargı ve çıkarsama, daha önemli bir aşamayı, akla-uygun bilgi aşamasını oluşturur. Bilginin gerçek amacı, algılama yoluyla düşünceye ulaşma; nesnel şeylerin iç çelişkilerini, yasalarını, çeşitli süreçlerin iç ilişkilerini yavaş yavaş anlayarak mantıklı bilgiye varmaktır. (sayfa: 11) Mantıklı bilgi ile algılarımızla elde edilen bilgi arasındaki fark, algısal bilginin tek tek olaylarla, şeylerin dış ilişkileriyle ilgilenmesine karşılık, mantıksal bilginin büyük bir adım atarak bütüne varması, şeylerin özünü, iç ilişkilerini kavraması ve bizi çevreleyen alemin iç çelişkilerini açıklamasıdır. Böylece o, çevremizdeki alemin gelişmesini, bütün aşamalar arasındaki iç ilişkileri içinde kavrayabilir.
İşte bu, pratiğe dayanan ve yüzeyden derine doğru inen bilginin gelişme sürecinin diyalektik materyalist teorisi, marksizmin doğuşundan önce hiç kimse tarafından ortaya atılmamıştır. İlk olarak marksist materyalizm, bilginin gelişme süreci sorununu doğru olarak çözmüş, bilginin derinleşmesi sürecini hem materyalist, hem de diyalektik olarak göstermiş, algısal bilginin, toplum içindeki insanın karmaşık ve düzenli üretme pratiği ve sınıf savaşımı yoluyla mantıksal bilgi haline gelişini açıklamıştır. Lenin "Maddenin soyutlanması, bir doğa yasasının, bir değerin vb. soyutlanması, kısacası bütün bilimsel (doğru, ciddi, saçma olmayan) soyutlamalar, doğayı, daha derinden, daha doğru ve daha tam yansıtır."[5*] diyor. Marksizm-leninizm, bilgi sürecinin iki aşamasının ayırdedici niteliklerinin, alt aşamada bilginin algısal biçimde, üst aşamada ise mantıklı biçimde ortaya çıktığını, ama her iki aşamanın da bilginin tek bir sürecine ait olduğunu kabul eder. Algısal ile akla-uygun, nitelikçe birbirinden farklıdır, ama birbirinden ayrı değildir. Bunlar, pratiğin temelinde birleşmişlerdir.
Denemelerimiz, algıladığımız şeylerin kolayca anlaşılmadığını, yalnızca, anlaşılan şeylerin daha derinden algılanabildiğini göstermiştir. Algılama, yalnız olgu (phenomen) sorununu çözer; öz sorununu ancak teori çözebilir. Her iki sorunun çözümlenmesi de pratikten en ufak bir ölçüde (sayfa: 12) ayrılmaz. Bir şeyi bilmek isteyen insan, onunla temasa gelmeksizin, onun çevresinde yaşamaksızın, onu uygulamaksızın bu işi başaramaz. Feodal toplumda, kapitalist toplum yasalarını önceden bilmeye, kapitalizm henüz sahneye çıkmadan pratiği de bulunamayacağı için, olanak yoktu. Marksizm, ancak kapitalist toplumun ürünü olabilirdi. Serbest rekabetçi kapitalizm çağında Marx, emperyalizm döneminin bazı özel yasalarını, önceden, somut olarak bilemezdi; çünkü —kapitalizmin son aşaması— emperyalizm henüz ortaya çıkmamıştı ve buna ilişkin pratik yoktu. Bu görevi ancak Lenin ve Stalin üstlenebildi.
Dahi olmaları bir yana, Marx'ın, Engels'in, Lenin'in ve Stalin'in teorilerini kurabilmelerinin ana nedeni, kendilerinin, çağdaş sınıf savaşımlarına ve bilimsel denemelere bizzat katılmalarıdır. Bu denemeler olmaksızın, dehaları ne kadar büyük olsa da, başarıya ulaşamazlardı. "Bilge kişi, kapısından dışarı adımını atmaksızın, güneşin altındaki bütün olup bitenleri bilir" sözü, teknolojinin gelişmediği eski zamanların boş sözüdür. Gerçi bu söz günümüzün gelişmiş teknoloji çağında gerçekleşebilirse de, ilk elden bilgisi olanlar, gene de pratiğe katılanlardır ve ancak bunların pratik ile elde ettiği bilgiler, yazı ya da teknolojik araçlarla, "bilgilere" ulaşabilir ve böylece bilgeler de "güneşin altında olup bitenleri" dolaylı olarak bilebilirler. Eğer insan, belirli bir şeyi ya da belirli bir sınıftan olan şeyleri bilmek isterse, gerçeği, o şeyi ya da o çeşit şeyleri değiştirmek için savaşıma girerse, o şeyin ya da o çeşit şeylerin olgularıyla temasa gelebilir ve, ancak, gerçeği değiştirmek için katıldığı bu savaş sırasında, o şeyin ya da o çeşit şeylerin özüne varabilir ve onları anlayabilir. Herkesin fiilen yürüdüğü, ama bazılarının bile bile tahrif ederek, tersini iddia ettikleri bilgi yolu budur. Dünyanın en gülünç insanları, kulaktan dolma bazı ham bilgilerle kendisini "allâme-i cihan" sanan, "çokbilmiş"lerdir. Bu, bu (sayfa: 13) insanların boylarının ölçüsünü pek iyi bilmediklerini gösterir. Bilgi sorunu bilimsel bir sorundur, bu konuda ne içtensizliğe, ne de böbürlenmeye yer vardır. Asıl gerekli olan, tersine, içtenlik ve alçakgönüllülüktür. Bilgi edinmek isteyen, dünyayı, yani gerçeği değiştirme pratiğine bizzat katılmalıdır. Armudun tadını bilmek isteyen, armudu yiyerek, değiştirmek zorundadır. Atomun yapısını ve özelliklerini bilmek isteyenin, atomun durumunu değiştirmek için, fizik ve kimya deneyleri yapması gerekir. Devrimin teorisini, yöntemlerini bilmek isteyen, devrime katılmak zorundadır. Bütün gerçek bilgi, doğrudan denemelerden doğar. Ama insan, her şeyi doğrudan doğruya deneyemez. Gerçekten de, bilgilerimizin çoğunu, dolaylı denemelerden elde ederiz. Eski çağlar ya da yabancı ülkeler üzerine olan bilgiler gibi. O çağda yaşayanlara ya da yabancılara, bu bilgi, doğrudan doğruya temastan gelmiştir. Eğer bunların doğrudan doğruya denemeleri, Lenin'in söylediği "bilimsel soyutlama" koşullarına uygunsa ve nesnel şeyleri bilimsel olarak yansıtıyorsa, bunlara güvenilebilir, yoksa güvenilemez. Demek ki, insan bilgisi, doğrudan doğruya ve dolaylı denemelerden oluşuyor. Ve benim için dolaylı olan, başkaları için dolaysız deneme olabiliyor. Sonuç olarak, bilgiyi bütünü ile ele alırsak, ne çeşit bilgi olursa olsun, doğrudan denemeden ayrılamaz. Bütün bilginin kaynağı, kendisini çevreleyen nesnel dünyayı, insanın, duyu organları ile algılamasında yatar. Bu gibi algıları yadsıyan insan, doğrudan doğruya denemeyi, gerçeği değiştirmeye katılmayı yadsımaktadır, ve o insan, materyalist değildir. İşte bu nedenle, "çokbilmiş" atasözü, "kaplan inine girmeden, kaplan yavrusu tutulmaz" der. Bu söz, insanın pratiği için olduğu kadar, bilgi teorisi için de doğrudur. Pratikten ayrı bilgi olamaz.
Gerçeği değiştirme pratiğinden doğan diyalektik materyalist bilgi sürecini ve bilginin yavaş yavaş derinleşmesi (sayfa: 14) sürecini aydınlatmak için, birkaç somut örnek verebiliriz.
Kapitalist toplum üzerine, kendi pratiğinin ilk döneminde —makineleri parçalama ve ani kavgalar döneminde— bilgi edinen proleterler, henüz algılama aşamasında idiler ve yalnızca kapitalizmin çeşitli olgularını, ayrı ayrı yönlerini ve dış ilişkilerini bilebiliyorlardı. Bu sırada proletarya, "kendiliğinde bir sınıf" idi. Bu sınıf, pratiğinin ikinci dönemine —bilinçli, örgütlü, ekonomik ve siyasal savaşım dönemine— ulaşınca, uzun süreli savaşımlarda kazandığı denemelere ve pratiğe dayanarak, Marx ve Engels'in bu denemeleri bilimsel yönteme göre derleyip toparlamaları, özetlemeleri olan marksist teori içinde eğitilmeleri yoluyla, kapitalist toplumun aslını, toplum sınıfları arasındaki sömürü ilişkilerini ve kendi tarihsel görevini anlamaya başladı ve böylece "kendisi için bir sınıf " haline geldi.
Çin halkının emperyalizm üzerine olan bilgisi için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. İlk aşama, Taiping hareketi,.[6*] Yi Ho Tuan hareketi[7*] gibi, yabancılara karşı, iyiyi kötüden ayırdetmeksizin girişilmiş hareketlerde görülen, algısal bilgi aşamasıdır. Ancak ikinci döneminde, Çin halkı akla-uygun bilgiye ulaştı. Bu aşamaya, Çin halkı, emperyalizmin iç ve diş çelişkilerini gördüğü, Çin'deki geniş halk kitlelerini (sayfa: 15) emperyalizm ve onunla elele veren kompradorlar ve feodal sınıflar tarafından nasıl ezildiğini ve sömürüldüğünü anladığı anda ulaştı. Bu bilgi aşaması, aşağı yukarı 4 Mayıs 1919 hareketi[8*] sırasında başlar.
Şimdi bir de savaşa gözatalım. Savaşı, savaş üzerine denemesi az olanlar yönetirse, ilk aşamada, (bizim son on yıldır verdiğimiz Tarımsal Devrim Savaşı gibi) özel bir savaşın yönetimi için gerekli yasaları anlamayacaklardır. İlk aşamada epeyce bir savaş denemesinden geçecekler ve birçok yenilgilere uğrayacaklardır. Ama bu gibi görgü ve deneyimlerden (kazanılan savaşlardan ve özellikle yitirilen savaşlardan elde ettikleri görgü ve deneyimlerden) sonra bütün savaşın gizli düğüm noktalarını, o özel savaşın yasalarını, strateji ve taktiğini anlayabilecekler ve bunun sonucu olarak, bir savaşı güvenle yönetebileceklerdir. Böyle bir anda yeterli deneyimi olmayan biri komutayı alırsa, birçok yenilgiye uğramadan (deneyim kazanmadan) savaşın doğru yasalarını anlayamayacaktır.
Bu görevi kabul etmeye cesareti olmayan bir yoldaşın "kendime güvenemiyorum" dediğini sık sık duyarız. Niçin güveni yoktur? Çünkü işin niteliği ve koşulları üzerine sistemli bir anlayışı yoktur; ya da, bu çeşit işle teması ya pek az olmuştur, ya hiç olmamıştır. Yani o işi yöneten yasaları bilmemektedir. İşin niteliği ve koşullarını inceden inceye (sayfa: 16) tahlil edince, kendisine daha fazla güvenecek ve görevi gönüllü olarak alacaktır. Bu işi bir zaman yaptıktan sonra da bazı deneyimler kazanacak, ve hele bir de olaylara geniş bir görüşle bakar, sonuçları öznel, tek yanlı ve üstünkörü görmezse, işini nasıl yürütmesi gerektiği konusunda sonuçlar çıkartacak, kendine güveni sağlamlaşacaktır. Buna karşılık, sorunlara, öznel, tek yanlı, üstünkörü bakanlar tökezleyecekler, sırası gelince de koşulları incelemeden, her şeyi bütünü ile (tarihini ve o günkü durumunu bütünü ile) gözönüne almadan, şeylerin özü ile (nitelikleri, bir şey ile öteki arasındaki iç ilişkileri ile) temasa gelmeden, kendini beğenmiş bir tavırla emirler, buyruklar vereceklerdir.
Yani, bilgi sürecinin ilk adımı, dış dünyanın şeyleri ile temasa gelmektir ve bu, algılama aşamasıdır. İkinci adım, yeniden düzenleme ya da kurma (inşa) yaparak algı verilerinin sentezine ulaşmaktır. Bu ise, kavram kurma, yargılama ve çıkarsama aşamasıdır. Algılarla elde edilen veriler zenginse (bölük-pörçük değilse) ve gerçekle uygunluk halindeyse (hayali değilse), ancak o zaman bu gibi verilere dayanarak geçerli kavramlar ve teoriler kurabiliriz.
Burada, iki önemli nokta belirtilmelidir. İlki, daha önce söylediğimiz, ama burada yinelenmesinde yarar bulunan, akla-uygun bilginin algısal bilgiye bağlılığı noktasıdır. Akla-uygun bilginin, algısal bilgiden çıkarılmasına gerek olmadığını söyleyen kimse, idealisttir. Felsefe tarihinde yalnızca aklın geçerliğini kabul edip deneyimin geçerliğini kabul etmeyen "akılcı" bir okul vardır. Yalnızca aklı güvenilir diye kabul edip algısal deneyimleri güvenilir saymayan bu okulun yanılgısı, her şeyi tepe-taklak etmesidir. Akla-uygun olan şeye, kaynağı algıda olduğu için güvenilir; yoksa o, kaynağı olmayan suya, köksüz ağaca benzerdi ve, öznel, içten geldiği gibi ve güvenilemez olurdu. Bilgi sürecindeki sıraya gelince, deneyim önce gelir. Bilgi sürecinde toplumsal pratiğin önemi üzerinde (sayfa: 17) durmamızın nedeni, yalnız toplumsal pratiğin insan bilgisini yükseltebilmesinden ve, onu çevreleyen nesnel dünyadan algısal deneyimleri kazanabilmesindendir. Gözlerini kapayan, kulaklarını tıkayan ve kendisini nesnel dünyadan bütünü ile ayıran insanın, sözkonusu edilecek bir bilgisi olamaz. Bilgi deneyim ile başlar. İşte bilgi teorisinin materyalizmi budur.
İkinci nokta, bilginin derinleştirilmesi, bilginin algısal aşamasının akla-uygun aşamaya kadar geliştirilmesidir. Bu da bilgi teorisinin diyalektiğidir.[9*] Bilginin algı alt basamağında durabileceğini, yalnız algısal bilginin güvenilir olup akla-uygun bilginin olmadığını söylemek, tarihte "ampiristlerin" düştükleri yanılgıyı yinelemek olur. Bu teori, algılarla elde edilen bilgilerin, nesnel dünyanın bazı gerçek şeylerini yansıtmakla birlikte (ben, burada, denemeyi, yalnızca iç gözleme dayandıran idealist ampiristlerden sözetmiyorum) bunların bölük-pörçük ve üstünkörü olduklarını, şeylerin özünü tam temsil etmeyip, eksik olarak yansıttıklarını anlayamadığı için yanlıştır. Bir şeyi bütünü içinde tam olarak yansıtmak, özünü ve iç yasalarını göstermek için, düşünce yoluyla, bol algı verilerini yeniden biçimlendirme ve kurma işlemine tabi tutarak, kabaları, yanlışları bir yana ayırıp, inceleri, doğruları seçerek, bir noktadan ötekine adım adım ilerleyerek, dıştan içe doğru yürüyerek, bir kavramlar ve teoriler sistemi kurmak, algısal bilgiden akla-uygun bilgiye atlamak gereklidir. Böylece kurulan bilgi daha boş ve güvensiz değildir; tersine bilgi sürecinde pratiğe dayanarak bilimsel olarak kurulan her şey Lenin'in dediği gibi, nesnel gerçekliği daha derinden, daha doğru, daha tam yansıtır. Buna karşılık, bayağı "pratik kimseler" (sayfa: 18) deneyime değer verir, ama teoriyi horgörürler, ve bu yüzden, onların, tam bir nesnel süreç üstüne kapsamlı bir görüşleri olamaz; aydınlık bir yönleri, geniş perspektifleri yoktur, ve onlar, rasgele başarıları ve kısa görüşleri ile kendilerini beğenmişlerdir. Bu gibiler, devrimi yönetmeye kalkışınca, hemen bir çıkmaza sokarlar.
Diyalektik materyalist bilgi teorisine göre, akla-uygun bilgi, algısal bilgiye dayanır ve algısal bilgi, akla-uygun bilgi olacak biçimde geliştirilebilir — diyalektik materyalist bilgi teorisi budur. Felsefede, akılcılık olsun, ampirizm olsun, bilginin tarihsel ya da diyalektik niteliğini anlamamaktadır. Her iki okul da, doğrunun bir yanını içermekle birlikte (ben, burada, idealist değil, materyalist akılcılığa ve ampiristliğe işaret ediyorum) bilgi teorisinde, her ikisi de, bütün olarak yanlıştır. Bilginin, algısaldan akla-uyguna doğru diyalektik materyalist hareketi, tek bir şeyi ya da tek bir işi bilmek gibi küçük bir bilgi süreci için olduğu kadar, bütün bir toplumu ya da devrimi bilmek gibi büyük bir bilgi süreci için de geçerlidir.
Ne var ki, bilginin hareketi burada bitmez. Bilginin diyalektik materyalist hareketinin akla-uygun bilgide durduğunu söylemek, bilgi sorununun yarısını kavramak demektir. Üstelik marksist felsefe yönünden bu yorum, pek de önemli değildir. Marksist felsefe için asıl önemli olan, nesnel dünyanın yasalarının anlaşılması ve böylece dünyayı açıklayabilecek gücün kazanılması değil, nesnel yasalar üzerine elde edilen bilgileri uygulayarak dünyayı fiilen değiştirmektir. Marksist görüş açısından teori önemlidir, ve bu önem, Lenin'in şu sözlerinde tam olarak görülür: "Devrimci teori olmadan, devrimci hareket olamaz."[10*] Ama marksizm, teorinin önemini, tamamen ve yalnızca, eyleme kılavuzluk edeceği için belirtir. Elimizdeki doğru bir teori (sayfa: 19) üzerine yalnızca gevezelik eder, evirir çevirir, oyuncak gibi oynar, pratiğe koymazsak, bu teori, ne kadar iyi olursa olsun, önemsizdir. Bilgi, pratik ile başlar. Pratik yoluyla teori düzeyine ulaşır ve ardından gene pratiğe dönmek zorundadır. Bilginin etkin görevi, yalnız algısal bilgiden akla-uygun bilgiye sıçramasında görülmez, aynı zamanda —ve bu, daha önemlidir— akla-uygun bilgiden devrimci pratiğe sıçramasında görülür. Dünyanın yasalarını kavramamıza yarayan bilginin yönü, dünyanın değiştirilmesi pratiğine doğru çevrilmeli, yani o, tekrar, üretime, sınıf savaşımına, devrimci ulusal savaşa ve, elbette bunların yanısıra, bilimsel deneyimlere uygulanmalıdır. Teoriyi sınama ve geliştirme süreci — bütün bilgi sürecinin devamı budur. Teorinin nesnel gerçeğe uygunluğu sorunu, daha önce belirtildiği gibi, bilginin algısaldan akla-uyguna doğru hareketi içinde tamamen çözülemediği gibi, bu yolla da büsbütün çözülemez. Bunu tam olarak çözmenin tek yolu, akla-uygun bilgiyi toplum içinde pratiğe yeniden yöneltmek, teoriyi pratiğe koymak ve beklenen sonucu verip vermediğini görmektir. Birçok doğabilim teorisi, bunları ortaya atan bilim adamlarının sözlerine dayanılarak değil, daha sonraki bilimsel uygulamalarda doğrulukları ortaya çıktığı için kabul edilmiştir. Aynı biçimde, marksizm-leninizm, yalnızca, Marx, Engels, Lenin ve Stalin onu bilimsel olarak formüle ederken doğru diye kabul ettikleri için değil, daha sonraki devrimci sınıf savaşımı ve devrimci ulusal savaşımlardaki pratik uygulamalarla sistemin doğruluğu kesinleştiği için de doğrudur. Diyalektik materyalizm, pratikte, hiç kimse kendisini ondan kurtaramayacağı için, evrensel olarak doğrudur. İnsan bilgisinin tarihi, birçok teorilerin doğruluğunun tam olmadığını, bu eksikliğin pratiğin denemesine tabi tutularak giderildiğini anlatmaktadır. Birçok teorinin yanlışlığı, pratiğin verdiği sonuç ile ortaya çıkarılmıştır. İşte bu nedenle, pratiğe, gerçeğin ölçütü denilmiştir ve "yaşamın ve (sayfa: 20) pratiğin görüş açısı, bilgi teorisinin ilk ve temel görüşü"dür[11*] sözü bir gerçeğin ifadesidir. Stalin bunu çok güzel belirtmiştir: "Kuşkusuz ki, teori, devrimci pratiğe bağlanmadıkça amaçsız kalır; tıpkı yolu devrimci teori ile aydınlatılmayan pratiğin, karanlıkta, elyordamıyla yürümesi gibi."[12*]
Bu noktaya geldiğimiz zaman, bilginin hareketi tamamlanmış olur mu? Yanıtımız hem evet, hem hayırdır. Toplum içinde yaşayan bir kimse, gelişmesinin belirli bir dönemindeki belirli bir nesnel süreci değiştirmek isterse (bu, doğal ya da toplumsal bir süreç olabilir), kafasındaki nesnel süreçler üzerinde durup düşünerek, kendi öznel faaliyetlerini harekete geçirerek, bilgisini algısaldan akla-uyguna doğru geliştirir ve hepsi de o nesnel oluşumun yasalarına bütünüyle uygun düşen fikirler, teoriler, planlar ya da programlar ortaya çıkarır. Bunun ardından, bu fikirleri, teorileri, planları ya da programları o aynı nesnel süreçte pratiğe koyar ve eğer önceden beklediği sonuç gerçekleşirse, yani tasarı halindeki fikirleri, teorileri, planları ya da programları eylem haline, iş haline getirebilmişse, kendi bilgi süreci, bu somut süreç bakımından, tam sayılabilir. Örneğin, bir mühendislik planının gerçekleştirilmesi, bilimsel bir varsayımın doğrulanması, alet ya da eşya üretimi, bir ürünün devşirilmesi gibi doğayı değiştirme sürecinde; ya da bir grevin başarıya ulaşması, bir savaşın kazanılması, bir eğitim planının yürütülmesi gibi toplumu değiştirme sürecinde, bütün bunlar, önceden düşünülen amaçların gerçekleştirilmesi demektir. Ama genel olarak söylemek gerekirse, doğayı olsun, toplumu olsun, değiştirme pratiğinde, ilk fikirler, teoriler, planlar ya da programlar, değişikliğe uğramaksızın pek az gerçekleştirilirler. Bunun nedeni, gerçeği değiştirme işine girişen insanın, çoğu (sayfa: 21) zaman sayısız eksiklikler ve sınırlamalar ile karşılaşmasıdır. İnsan yalnızca, bilimsel ve teknolojik koşulların yarattığı sınırlamalarla değil, bir de, nesnel sürecin her yanının ve özünün tamamen bilinememiş olması nedeniyle, nesnel oluşumun kendisinin gelişme ve anlaşılma derecesinin de ortaya çıkardığı sınırlamalarla karşılaşır. Bu gibi durumlarda fikirler, teoriler, planlar ya da programlar, uygulama sırasında ortaya çıkan umulmadık koşullar yüzünden kısmen, hatta bazan tamamen değiştirilir. Öyle zamanlar olur ki, ilk fikirler, teoriler, planlar ya da programlar gerçeğe kısmen veya tamamen uymaz ya da kısmen veya tamamen yanlıştır. Çoğu durumda yanlış bilgi düzeltilinceye, nesnel sürecin yasalarına uygun düşünceye kadar, yani böylece öznel şeyler nesnel şeylere dönüştürülünceye ve pratikten beklenen sonuçlar alınıncaya kadar, başarısızlıkların yinelenmesi gerekir. Ama gene de, bu noktada, belirli bir gelişme aşamasındaki belirli bir nesnel süreç, hakkındaki insan bilgisi tamamlanmış kabul edilir.
Bununla birlikte, sürecin ilerlemesi yönünden, insan bilgisinin hareketi tamamlanmamıştır. Doğada olsun, toplumda olsun, her süreç, kendi iç çelişkileri ve savaşımları yoluyla ilerler ve gelişir. insan bilgisinin hareketi de, aynı biçimde, ilerlemek ve gelişmek durumundadır. Toplumsal bir harekette gerçek bir devrimci lider, yalnızca, gördüğümüz gibi, hatalı bulduğu fikirleri, teorileri, planları ya da programları düzeltmekle kalmaz; bir nesnel sürecin, bir aşamadan ötekine ilerlediğini farkeder etmez, hem kendi fikirlerini, hem devrimci yoldaşlarının fikirlerini buna göre geliştirir ve düzeltir; yani değişen yeni durumlara uygun, yeni devrimci görevler ve çalışma programları önerir. Bir devrim döneminde durum hızla değişir, eğer devrimcilerin bilgileri aynı hızla değişmezse, bu liderler, devrimi zafere ulaştıramaz.
Gene de fikirlerin gerçeğin gerisinde kaldığı sık sık (sayfa: 22) görülür. Bunun nedeni, insan bilgisinin pek çok toplumsal koşullarda sınırlı olmasıdır. Değişen nesnel durumlara uygun olarak fikirleri gelişmeyen, ve bu yüzden kendilerini sağ oportünizme kaptıran sekter devrimcilere karşı çıkmaktayız. Bunlar, çelişkilerin savaşımının, nesnel sürecin önceden ileri gittiğini; bilgilerinin eski aşamada kaldığını farketmemektedirler. Bu, bütün sekterlerin özelliğidir. Bunlar, toplumsal pratikten kopmuş fikirleriyle, topluma yön vermeye hizmet edemezler, ancak toplumun hızla geliştiğinden yakınır ve onu geri çekmeye ya da ters yöne götürmeye çalışırlar.
Biz, aynı zamanda, lafebesi "sol"a da karşıyız. Bunların fikirleri, nesnel sürecin belli bir gelişme aşamasının önündedir. Bunların bazıları, kurdukları düşlere gerçek diye bakarlar. Diğerleri ise, ancak gelecekte gerçekleştirilebilecek bir fikri, hemen gerçekleştirme çabasına düşerek, o anda çoğunluğun katıldığı pratikten, o günün gereklerinden ayrı düşerler ve serüvenci eylemleriyle açığa çıkarlar.
İdealizm ve mekanik materyalizm, oportünizm ve serüvencilik, hepsi de, öznel ile nesnel arasındaki kopuklukla ve bilginin pratikten ayrılmasıyla ayırdedilir. Doğrunun ölçütü olarak bilimsel toplumsal pratik üzerinde önemle duran marksist bilgi teorisi, bu yanlış ideolojilere tamamen karşıdır. Marksistler, evrenin mutlak ve genel gelişme sürecinde her tikel sürecin gelişmesini bağıntılı olarak kabul eder. Böyle olunca, mutlak doğrunun büyük akışında, gelişmenin her aşamasındaki tikel bir süreç üzerine olan insan bilgisi, yalnızca bağıntılı (göreli) olarak doğrudur. Sayısız bağıntılı doğruların toplamı mutlak doğrudur.[13*] Bir nesnel sürecin gelişmesi, çelişkiler ve çatışmalarla doludur. İnsan bilgisinin hareketinin gelişmesi de öyledir. Nesnel dünyanın bütün diyalektik hareketleri eninde sonunda, insan bilgisinde (sayfa: 23) yansıyacaktır. Toplumsal pratikte meydana gelme, gelişme ve yokolup gitme sonsuz olduğuna göre, insan bilgisinde de meydana gelme, gelişme ve yokolup gitme sonsuzdur. Belli fikirler, teoriler, planlar ya da programlara dayanarak, nesnel gerçeği değiştirmeye yönelmiş pratik, her sefer daha fazla geliştiğine göre, insanın nesnel gerçek üzerine olan bilgisi de her sefer daha fazla derinleşecektir. Ne nesnel dünyadaki değişme süreci sona erer, ne de insanın pratik yoluyla kazandığı doğru bilgi. Marksizm-leninizm hiç bir zaman, bütün doğrular üzerine olan bilgiyi özet halinde vermemiştir. O, yalnızca, pratik yoluyla doğru bilgiye çıkan yolları açmıştır. Vardığımız sonuç, öznel ve nesnelin, teori ve pratiğin, bilme ve yapmanın somut tarihsel birliğidir ve biz, "sağ" ya da "sol" olsun, somut tarihten ayrılan bütün yanlış ideolojilere karşıyız.
Bugünkü aşamaya ulaşmış toplumda doğru bir anlayışa ulaşma ve dünyayı değiştirme sorumluluğu, tarihsel bir gerek olarak, proletaryanın ve onun partisinin omuzlarına yüklenmiştir. Bilimsel bilgiye dayanarak bu dünyayı değiştirme süreci, dünyada ve Çin'de tarihsel bir döneme erişmiştir. İnsanlık tarihi böyle bir döneme daha önce hiç tanık olmamıştır. Dünyada ve Çin'de karanlıklar tamamen dağıtılmış ve dünyanın görmediği bir aydınlık doğmuştur. Proletaryanın ve devrimci halkın dünyayı değiştirme savaşımı, şu görevlerin yerine getirilmesinden ibarettir: nesnel dünyayı ve aynı zamanda kendi öznel dünyalarını değiştirmek; hem bilgi yetilerini , hem nesnel ve öznel dünyaları arasındaki ilişkileri değiştirmek. Böyle bir değiştirme işi, yeryüzünün bir kısmında, Sovyetler Birliği'nde bugün yapılmış bulunmaktadır. Orada, halk, bu değiştirme sürecini ilerletmektedir Çin halkı ile dünyanın geri kalan kısmı, böyle bir süreçten ya geçmektedirler ya da yakında geçeceklerdir. Ve değiştirilecek olan nesnel dünya, değişikliğin bütün düşmanlarını da içermektedir. Gönüllü, bilinçli olarak (sayfa: 24) bu işleme katılma aşamasına ulaşmadan önce, bunların, bir zorlama aşamasından geçmeleri gerekmektedir. Bütün insanlık, kendisini bilinçli ve gönüllü olarak yeni bir kalıba döktüğü ve dünyayı değiştirdiği an, Dünya Komünizmi çağına ulaşılacaktır.
Pratik yoluyla doğruyu bulmak ve pratik yoluyla doğruyu tanıtlamak ve geliştirmek. Algısal bilgiden başlayarak, onu fiilen akla-uygun bilgi haline getirmek ve sonra akla-uygun bilgiden başlayarak öznel ve nesnel dünyayı yeni bir kalıba dökmek için devrimci pratiğe geçmek, pratik, bilgi, daha fazla pratik, daha fazla bilgi ve bu örneğin sonsuza kadar yinelenmesi ve her devirde pratik ve bilginin kapsamını daha yüksek bir düzeye ulaştırmak. Diyalektik materyalist bilgi teorisi ve, bilmenin ve yapmanın diyalektik materyalist birliği teorisi, işte budur. (sayfa: 25)
Açıklayıcı Notlar
[1*] Çin Komünist Partisinde, Çin devriminden kazanılan deneyim ve görgüyü umursamayan, "Marksizmin bir dogma olmayıp, eylem için bir kılavuz" olduğu gerçeğini yadsıyan dogmacı yoldaşlar vardı. Bunlar, uzun süre, halkı, marksist yapıtların özünden kopartılıp ayrılmış sözler ve tümcelerle şaşkına çevirmişlerdir. Bir de görgücüler (ampiristler) grubu vardı. Kırık-dökük deneyimlerine sıkı sıkıya sarılmış olan bu grup da, uzun süre, ne devrimci pratik için gerekli teorinin önemini kavramışlar, ne de devrimci durumu bütünüyle görebilmişlerdir; körü-körüne çırpınıp durmuşlardır. 1931-1934 Çin devrimi, başta marksist kılığına bürünmüş dogmacılar olmak üzere, bu iki grup yoldaşın yanlış fikirleri yüzünden epey zarar görmüştür. Bunlar, birçok yoldaşı yanlış yollara saptırmışlardır. Bu yazı, dogmacılık başta olmak üzere, dogmacılık ve görgücülük (ampirizm) gibi parti-içi öznel (sübjektif) yanılgıları, marksist bilgi teorisi açısından gözler önüne sermek için yazılmıştır. Pratiği küçümseyen dogmacı öznelcilik üzerinde özellikle durulduğu için, yazıya "Pratik Üzerine" başlığı konulmuştur. Bu denemedeki fikirleri, Mao Çe-tung, Yenan'daki Anti-Japon Askeri ve Siyasal Kolejinde yaptığı bir konuşmada ortaya atmıştır.
[2*] Hegel'in Mantık Bilimi, Kitap III, Bölüm 3'te, Lenin'in "İdea" üzerine notlarından. Bkz: V. İ. Lenin, "Hegel'in Mantık Bilimi'nin Taslağı" (Eylül-Aralık 1914), Collected Works, Moscow 1958, vol. XXXVII, s. 205.
[3*] Karl Marx, "Feuerbach Üzerine Tezler", Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 69-72; ve V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 145-152'ye bakınız.
[4*] 14. yüzyılın sonunda yaşamış olan Lo Kuan-çung'un yazdığı tanınmış bir tarihsel öykü.
[5*] Hegel'in Mantık Bilimi, Kitap III, Bölüm 3'te, Lenin'in "Öznel Mantık ya da Tasım Öğretisi" notlarından. Bkz: V. İ. Lenin, "Hegel'in Mantık Bilim'nin Taslağı", Collected Works, Moscow 1958, vol. XXXVII, s. 161.
[6*] Taiping Hareketi, 19. yüzyılın ortasında Çing hanedanının feodal yönetimine ve halkı ezmesine karşı girişilen devrimci bir köylü savaşıdır. Ocak 1851'de birkaç halk lideri biraraya gelerek, Kvangsi eyaletinin bir köyünde isyan bayrağını açtılar ve Taiping hükümdarlığının kurulduğunu ilân ettiler. Kuzeye doğru harekete geçen köylü ordusu, 1852'de, Hunan ve Hupeh'i ele geçirdi ve yürüyüşüne devam ederek 1853'te Nankin'i işgal etti. Ne var ki, Taiping ordusu, işgal ettiği bölgelerde, kararlı bir yönetim kurmayı ihmal ediyordu. Nankin'i başkent yapan köylü ordusu liderleri, ayrıca birçok siyasal ve askeri yanılgılara düştüler ve bu yüzden de, İngiliz, Amerikan ve Fransiz işgal kuvvetleri ile işbirliği yapan Çing hükümetinin saldırısına dayanamayarak, 1864'te yenildiler.
[7*] Yi Ho Tuan hareketi, 1900 yılında, Kuzey Çin'de meydana gelen anti-emperyalist silahlı bir savaşımdır. Büyük köylü kitleleri ile zanaatçılar ve halk bu harekete katıldı. Bazı tarikatlar biraraya gelerek geniş bir gizli örgüt kurdular ve sekiz emperyalist devletin (Amerika, İngiltere, Japonya, Almanya, Rusya, Fransa, İtalya ve Avusturya) kuvvetlerine karşı kahramanca bir savaşım verdiler. Hareket, biraraya gelen emperyalist güçlerin Tiensin ve Nankin'i işgal etmelerinden sonra görülmemiş bir vahşet ve kırımla bastırıldı.
[8*] 4 Mayıs 1919 hareketi, emperyalizme ve feodalizme karşı girişilmiş devrimci bir harekettir. Birinci Dünya Savaşının galip devletleri, Fransa, İngiltere, Amerika, Japonya, İtalya ve öteki emperyalist ülkeler, ganimeti paylaşmak için Paris'te toplandılar ve bu arada Şantung eyaletini, Japonlara peşkeş çektiler. Buna karşı ilk tepki Pekin'deki öğrencilerden geldi ve 4 Mayısta büyük yürüyüşler ve gösteriler düzenlediler. Savaşta keselerini doldurmuş olan kuzeydeki Çin askeri hükümeti, hareketi bastırmak için 30'dan fazla öğrenciyi tutukladı. Buna karşılık Pekinli öğrenciler boykota gittiler ve bu boykot başka kentlerdeki öğrencilere de yayıldı. 3 Haziranda, hükümet, bu sefer binlerce öğrenciyi tutukladı ise de bu, ülkedeki öfkeyi büsbütün kamçıladı. Şanghay işçileri grev yaptılar ve birçok kentlerde dükkanlar kapandı. Böylece bir aydın hareketi olarak başlayan ayaklanma, proletaryayı, küçük-burjuvaziyi ve burjuvaziyi içine alan geniş bir hareket halini aldı.
[9*] Hegel'in Mantık Bilimi, Kitap III, Bölüm 3'te, "İdea" üzerine notlarında, Lenin, "Anlamak için, ampirik olarak anlamaya girişmek, incelemek ve ampirizmden evrensele ulaşmak gereklidir." diyor. Bkz: V. İ. Lenin, "Hegel'in Mantık Bilimi'nin Taslağı", Collected Works, Moscow 1953, vol XXXIII, s. 197.
[10*] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı?, Sol Yayınlari, Ankara 1977, s. 34.
[11*] V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 151.
[12*] J. Stalin, Leninizmin İlkeleri, Sol Yayınları, Ankara 1978, s. 25.
[13*] V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 139-145.
ÇELİŞKİ ÜZERİNE [1*]
Ağustos 1937
Şeyler içindeki çelişkinin yasası, yani karşıtların birliği yasası, materyalist diyalektiğin temel yasasıdır. Lenin: "Doğru anlamda diyalektik, eşyanın özündeki çelişkilerin incelenmesidir." diyor.[2*] Lenin bu yasadan, sık sık, diyalektiğin aslı diye sözeder ve buna, diyalektiğin özü de (sayfa: 26) der.[3*] Bu nedenle, bu yasayı incelerken epeyce yaygın konulara, felsefenin birçok sorununa değinmeden edemeyeceğiz. Bütün bu sorunları aydınlığa kavuşturabilirsek, materyalist diyalektik üzerinde temel bir anlayışa ulaşabileceğiz. Bu sorunlar şunlardır: iki dünya görüşü; çelişkinin evrenselliği, çelişkinin özgüllüğü; baş çelişki ve çelişkinin ana yönü; bir çelişkinin yönlerinin özdeşliği ve savaşımı, çelişkide uzlaşmaz karşıtlığın rolü.
Ayrıca "Hegel'in Mantık Bilimi'nin Taslağı"nda Lenin şöyle diyor:
"Kısacası diyalektik, karşıtların birliğinin öğretisi olarak tanımlanabilir. Bir diyalektiğin özünü anlatırsa da, bunun açıklanması ve geliştirilmesi gereklidir." (Aynı yapıt, s. 215.)
Yakın yıllarda, Sovyet felsefe çevrelerinde, Deborin okulunun[4*] idealizmine yöneltilen eleştiriler, aramızda büyük ilgi uyandırmıştır. Deborin'in idealizminin Çin Komünist Partisi üzerinde çok kötü etkileri olmuştur ve şurası itiraf edilmelidir ki, bizdeki dogmacı fikirlerin bu okulun düşünce tarzı ile bazı ilgileri vardır. Bu felsefi incelememizin başlıca amacı, dogmacı düşünce biçimlerinin temizlenmesi olmalıdır.
I. İKİ DÜNYA GÖRÜŞÜ
İnsan bilgisinin tarihinde, evrenin gelişme yasaları ile ilgili olarak, daima iki görüş bulunmuştur: l° metafizik görüş; 2° diyalektik görüş. Bu iki görüş birbirine tamamen karşıt, iki dünya görüşüdür. Lenin söyle der: "Gelişmenin (evrimin) iki temel (ya da iki olası? ya da tarihsel olarak (sayfa: 27) gözlemlenebilen iki?) kavramı şunlardır: azalış ve artış olarak, yineleniş olarak gelişme ve karşıtların birliği olarak gelişme (bir birliğin karşılıklı olarak birbirlerini dıştalayan karşıtlara bölünmesi ve onların karşılıklı ilişkileri)."[5*] İşte Lenin, burada, bu iki dünya görüşüne işaret ediyordu.
Çin'de olsun, Avrupa'da olsun, tarihin uzun bir döneminde, metafizik, idealist dünya görüşünün bir kısmını oluşturmuş ve insan düşüncesinde egemen bir yer işgal etmiştir. Avrupa'da burjuvazinin ilk zamanlarında materyalizm bile metafizikti. Marksist materyalist dünya görüşü, birçok Avrupa ülkelerinde toplumsal ekonominin yüksek derecede gelişmiş kapitalizm aşamasına girmesi, üretici güçlerin, sınıf savaşımlarının ve bilimlerin, tarihte görülmemiş bir düzeye yükselmesi ve sanayi proletaryasının tarihsel gelişimde en büyük güç halini alması ile ortaya çıkmıştır. Burjuvazi arasında, apaçık bir gerici (reaksiyoner) idealizmin yanısıra, materyalist diyalektiğe karşıt olarak bir de kaba bir evrimcilik ortaya çıkmıştır. Bu metafizik ya da kaba evrimci dünya görüşü, dünyaya, tecrit edilmiş, durgun ve tek yanlı bir bakıştı. Dünyadaki her şeyi, dünyadaki bütün türleri, birbirinden daima ayrıymış ve hiç değişmezmiş gibi görüyordu. Değişme, ancak nicelikte bir artma, eksilme ya da yer değiştirme olabilir. Üstelik bu gibi artmalar, azalmalar ya da yer değiştirmeler, şeylerin içinde değil dışındadır, yani dış güçlerin etkisiyle olur. Metafizikçilere göre, evrendeki her şey, bunların özellikleri, oluşlarından beri, değişmeden öylece kalmıştır. Sonraki her değişme, düpedüz nicelikte bir artma ya da azalmadır. Bunlara göre, bir şey, ancak aynı şey olarak kendini yineler durur, ve farklı hiç bir şeye dönüşmez. Bunların gözünde kapitalist sömürü, kapitalist rekabet, kapitalist toplumdaki bireyci ideoloji... eskinin köleci toplumunda ve hatta ilkel toplumunda her (sayfa: 28) zaman bulunmuştur ve hiç değişmeden, gelecekte de her zaman bulunacaktır. Bunlar, toplumsal gelişimin nedenlerini, coğrafya, iklim gibi toplumun dışındaki koşullara bağlamaktadırlar. Gelişmenin nedeni olarak, şeylerin dışında güçler arıyorlar, ve materyalist diyalektiğin, şeylerin gelişmesinin nedeninin kendi içindeki çelişkiler olduğunu öne süren teorisini reddediyorlardı. Böyle olunca da, şeylerin nitelik bakımından çokluğunu ve bir niteliğin diğerine nasıl olup da dönüştüğünü açıklayamıyorlardı. Avrupa'da bu düşünce biçimi, 17. ve 18. yüzyıllarda mekanik materyalizm olarak, 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başında kaba evrimcilik olarak sürdü gitti. Çin'de, "cennet değişmez, yolu da değişmez"[6*] sözleriyle özetlenebilecek metafizik düşünce, uzun süre, kokuşmuş feodal yönetici sınıflar tarafından desteklendi. Son yüzyılda Avrupa'dan ithal edilen mekanik materyalizm ile kaba evrimcilik, burjuvazi tarafından desteklendi.
Materyalist diyalektik dünya görüşü, metafizik dünya görüşünün tersine, bir şeyin gelişimini anlamak için, onun içten ve öbür şeylerle ilişkileri içinde incelenmesi gerektiğini savunur. Bir başka deyişle, şeylerin gelişimi ve kendi iç ve zorunlu hareketi, bir şeyin kendi hareketi içinde ve çevresindekilerle birlikte, birbirine bağlı olarak ve birbirleri üzerinde yaptıkları etkide görülmelidir. Şeylerin gelişiminin ana nedeni, dışta değil, içte, yani şeylerin iç çelişkilerindedir. Şeylerin hareketleri ve gelişimleri, içlerinde bu gibi çelişkilerin varlığı nedeniyle olur. Bir şeyin içindeki bu çelişki, gelişmenin ilk nedeni olup, bir şeyin öteki şeylerle ilişkileri —bunların iç bağları ve birbirleri üzerine etkileri— ikinci derecede bir nedendir. Böylece, materyalist diyalektik, metafizik mekanik materyalizm ve kaba evrimcilik (sayfa: 29) tarafından öne sürülen teorilerle, dış nedenler ya da dış etkenler teorisiyle zorlu bir savaşıma girişir. Şurası açıktır ki, tamamen dış nedenler, şeylerin yalnız mekanik hareketine yolaçabilir, yani onların büyüklük ve miktarını değiştirir, ama şeylerin nitelik bakımından binlerce çeşit sürecini ve birbirlerine dönüşümünü açıklayamaz. Gerçekten de, bir dış güç tarafından meydana getirilen mekanik bir hareket bile, şeylerin iç çelişkileri yoluyla meydana gelir. Bitkilerin, hayvanların büyümeleri, nicelik bakımından gelişmeleri bile, iç çelişkileri nedeniyle olur. Aynı şekilde, toplumsal gelişme, başlıca, dış nedenlerin değil, iç nedenlerin sonucudur. Birçok ülkeler, aynı coğrafya ve iklim koşulları altında oldukları halde, gelişmeleri birbirinden çok farklıdır. Coğrafyasında, ikliminde hiç bir değişme olmadığı halde, aynı ülkede büyük toplumsal değişmeler olabilir. Her iki ülkenin de coğrafyasında, ikliminde herhangi bir değişme olmadığı halde, emperyalist Rusya, sosyalist Sovyetler Birliği; feodal ve tecrit edilmiş Japonya, emperyalist Japonya haline gelmiştir. Uzun süre feodalizmin hüküm sürdüğü Çin, son yüzyıl içinde büyük değişmeler geçirmiş ve şimdi bağımsız ve özgür yeni bir Çin olma yolunu tutmuştur. Oysa Çin'in ne coğrafyasında, ne de ikliminde bir değişme olmamıştır. Dünyanın coğrafyasında, ikliminde bütünüyle bazı değişmeler olmakla birlikte, toplumdaki değişmelerle karşılaştırılınca, bunlar pek az önemlidir. Doğal koşullardaki değişmeler, kendisini, binlerce, milyonlarca yılda gösterdiği halde, toplumdaki değişmeler bin yılda, yüz yılda, on yılda, hatta birkaç yılda, ya da ayda (devrim zamanlarında olduğu gibi) meydana gelir. Materyalist diyalektik görüşe göre, doğadaki başlıca değişmeler, doğadaki iç çelişkilerin gelişmesiyle olur. Toplumdaki başlıca değişmeler de, toplumdaki iç çelişkilerin, yani üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişkilerin, sınıflar arasındaki çelişkilerin, yeni ile eski arasındaki çelişkilerin gelişmesiyle olur. (sayfa: 30) Bu çelişkilerin gelişmesi, toplumu ileri iter ve eski toplumun yerine, yeni toplumun geçmesi süreci başlar. Materyalist diyalektik, dış nedenleri hiç hesaba katmaz mı? Elbette katar. Materyalist diyalektik, dış nedenleri değişmenin koşulu, iç nedenleri ise değişmenin temeli olarak görür. Dış nedenler, iç nedenlerin aracılığı ile etkili hale gelir. Uygun bir sıcaklıkta yumurta civcive dönüşür. Ama bir taşı civciv yapabilecek bir sıcaklık yoktur, çünkü bu iki şey, aslında farklıdır. Çeşitli ülkelerin halkları arasında sürekli bir karşılıklı-etki vardır. Kapitalizm, özellikle emperyalizm ve proleter devrimi döneminde, çeşitli ülkeler arasındaki siyasal, ekonomik ve kültürel etki ve karşılıklı uyarma pek büyük olmuştur. Ekim Sosyalist Devrimi, yalnız Rus tarihinde değil, dünya tarihinde de yeni bir devir açmış, dünyanın bütün ülkelerindeki iç değişiklikleri etkilemiş, benzer ama daha derin bir biçimde de Çin'deki iç değişmeler üzerinde etkili olmuştur. Bu gibi değişiklikler, gene de, Çin'de de öteki ülkelerde de bir iç gereklilikten doğmuştur. İki ordu savaşa tutuşurlar; birisi kazanır, öteki yitirir. Zaferi de, yenilgiyi de iç nedenler belirler. Kazanan, ya güçlü ya da doğru komuta altında olduğu için kazanmıştır; yitiren ya zayıflığından ya da yeteneksiz komuta altında olmasından yitirmiştir; işte bu iç nedenler yoluyla, dış nedenler işler duruma gelmiştir. 1927'de Çin'de, proletaryanın büyük burjuvazi tarafından yenilmesi, o sıralarda, Çin proletaryası (yani Çin Komünist Partisi) içinde bulunan oportünizmden ileri gelmiştir. Biz, bu oportünizmi yokedince, Çin devrimi yeniden ilerlemeye koyulmuştur. Daha sonra, partide serüvenciliğin türemesi üzerine, Çin devrimi düşmandan tekrar ağır darbeler yemiştir. Bu serüvenciliği yokedince, amacımıza doğru yeniden ilerlemeye başladık. Siyasal bir parti, devrimi başarıya ulaştırmak için kendi siyasal çizgisinin doğruluğuna ve kendi örgütünün birliğine güvenmelidir. (sayfa: 31)
Diyalektik dünya görüşü, eski zamanlarda, hem Çin'de, hem de Avrupa'da ortaya çıkmıştı. Ama bu eski diyalektikte, kendiliğinden ve bön bir yan vardı. O zamanların toplumsal ve tarihsel koşullarına dayandığı için, teorik bir sistem geliştiremiyordu ve bu yüzden dünyayı bütünüyle açıklayamıyordu; yerini metafiziğe kaptırdı. 18. yüzyılın sonu ile 19. yüzyılın başında yaşamış ünlü Alman filozofu Hegel, diyalektiğe önemli katkılarda bulunmakla birlikte, onun diyalektiği, idealist bir diyalektikti. Proletarya hareketinin büyük adamları Marx ve Engels, insanın bilgi tarihindeki olumlu başarılarının bir sentezini yapmışlar ve özellikle Hegel diyalektiğinin akla-uygun öğelerini seçip benimseyerek diyalektik materyalizm ve tarihsel materyalizm teorilerini yaratmışlar ve böylece bilim tarihinde eşi görülmemiş bir devrim meydana gelmiştir. Daha sonraları, Lenin ve Stalin, bu büyük teoriyi daha da geliştirmişlerdir. Çin'e giren bu teori, Çin düşünce dünyasına büyük değişiklikler getirmiştir.
Bu diyalektik dünya görüşü, bize, çeşitli şeylerdeki karşıtların hareketini gözlemleme ve başarıyla tahlil etme ve bu tahlillere dayanarak çelişkileri çözme yöntemlerini bulmayı öğretir. Kısacası, şeyler içindeki çelişkilerin yasalarını somut olarak bilmek, bizim için büyük önem taşır.
II. ÇELİŞKİNİN EVRENSELLİĞİ
Bir kolaylık olsun diye, burada, önce çelişkinin evrenselliğini, sonra da özgüllüğünü ele alacağım. Bunlardan ilkini açıklamak için kısa bir-iki söz yetecektir; çünkü, marksizmin büyük yaratıcıları ve devam ettiricileri —Marx, Engels, Lenin ve Stalin— materyalist dünya görüşünü kurdukları ve materyalist diyalektiği insan ve doğa tarihinin tahlilinin birçok yönlerine ve toplumdaki ve doğadaki pek çok değişikliğe büyük bir başarı ile uyguladıkları için, çok kimse, çelişkinin evrenselliğini kabul etmiştir. Oysa birçok (sayfa: 32) yoldaş, özellikle dogmacılar, çelişkinin özgüllüğü sorunu üzerine aydınlık bir görüşe varamamışlardır. Bunlar çelişkinin evrenselliğinin, çelişkinin özgüllüğünün hemen içinde bulunduğunu anlayamamışlardır. Bunlar, ayrıca, karşılaştığımız somut şeylerdeki çelişkilerin incelenmesinin, devrimci pratikteki öncülüğünün önemini de anlayamamışlardır. Bu nedenle, çelişkinin özgüllüğü sorunu, özel bir özenle incelenmeli ve gerektiği ölçüde açıklanmalıdır. Şeyler içindeki çelişkilerin yasasını incelerken, ilkin çelişkinin evrenselliği, sonra da, daha büyük bir özenle çelişkinin özgüllüğü ele alınmalı ve sonunda yeniden çelişkinin evrenselliğine dönülmelidir.
Çelişkinin evrenselliğinin ya da mutlak olmasının iki anlamı vardır. Bunlardan ilki, çelişkinin, bütün şeylerin gelişme sürecinde bulunduğu; ikincisi, her şeyin gelişme sürecinde baştan sona kadar bir karşıtlar hareketinin var olduğudur.
Engels, "Hareketin kendisi bir çelişkidir."[7*] der. Lenin, karşıtların birliği yasasını "... doğanın (zihin ve toplum da dahil) tüm görüngülerindeki ve süreçlerindeki çelişen, birbirlerini karşılıklı dıştalayan, karşıt eğilimlerin tanınması (keşfedilmesi)"[8*] olarak tanımlar. Bu görüşler doğru mudur? Evet doğrudur. Şeylerdeki çelişik yanların birbirlerine bağımlılığı ve bunlar arasındaki çatışma, o şeylerin yaşamını belirler ve gelişmelerini sağlar. İçinde çelişki taşımayan şey yoktur; çelişki olmasaydı hiç bir şey olmazdı.
Çelişki, basit hareketin (mekanik hareket gibi) esası olduğu gibi, ayrıca karmaşık hareketin de esasıdır. Engels, çelişkinin evrenselliğini şu sözlerle anlatmaktadır:
"Eğer daha basit mekanik yer değiştirme, kendinde bir (sayfa: 33) çelişki içeriyorsa, maddenin daha yüksek hareket biçimleri ile organik yaşam ve organik yaşamın gelişmesi, haydi haydi içerir. ... Yaşamın, en başta bir varlığın, her an, hem kendisi hem de bir başkası olmasına dayandığını görmüştük. Öyleyse yaşam da şeylerin ve süreçlerin kendinde varolan, ara vermeden ortaya çıkan ve çözülen bir çelişkidir. Ve çelişki biter bitmez, yaşam da biter, ölüm başgösterir. Aynı biçimde, düşünce alanında da çelişkilerden kurtulamayacağımızı, ve örneğin içerden sınırsız insanı bilme yeteneği ile, bu yeteneğin dışardan hepsi de sınırlı, ve bilgileri de sınırlı olan insanlardaki gerçek varlığı arasındaki çelişkinin, bizim için, pratik bakımdan, hiç olmazsa sonsuz gelişme içinde, sonu olmayan kuşaklar dizisi içinde çözüleceğini, görmüştük.
"Yüksek matematiğin başlıca temellerinden birinin, bazı koşullarda, doğru ile eğrinin aynı şey olacakları olgusu olduğu gerçeğine daha önce değinmiştik. Yüksek matematik, ayrıca, gözlerimiz önünde kesişen çizgilerin, kesişme noktalarından yalnızca beş-altı santimetre ötede, paralel olarak, yani sonsuza kadar uzatılsalar bile, birbirleriyle kesişemeyecek çizgiler olarak görünecekleri çelişkisini de gerçekleştirir. Ve gene de, bu ve çok daha keskin başka çelişkiler ile birlikte, yalnızca doğru olmakla kalmayan, ama bayağı matematiğin hiç bir zaman elde edemeyeceği sonuçları elde eder."[9*]
Lenin de çelişkinin evrenselliğini şöyle açıklamıştır:
Matematikte : + ve -. Diferansiyel ve integral.
Mekanikte : etki ve tepki.
Fizikte : artı ve eksi elektrik.
Kimyada : atomların bileşimi ve çözülmesi.
Toplumbilimde : sınıf savaşımı."[10*] (sayfa: 34)
Savaşta saldırı ve savunma, ilerleme ve çekilme, yengi ve yenilgi, hepsi birer çelişik olgudur. Biri olmadan, öbürü olamaz. Bu iki yön birbirlerine karşı savaşım verdiği gibi birbirleriyle birlik halindedir ve savaşın bütünlüğünü meydana getirirler, gelişmesini sağlar ve savaş sorununu çözüme ulaştırırlar.
İnsan kavramlarındaki her farklılığa, nesnel bir çelişkiyi yansıtıyor gözüyle bakılmalıdır. Nesnel çelişkiler, öznel düşüncede yansır ve kavramların karşıtlığı hareketini meydana getirerek, düşüncenin gelişmesine yolaçar, ve insan düşüncesinden doğan sorunların çözülmesini sağlar.
Parti içinde, durmadan, çeşitli fikirler arasında karşıtlık ve çatışma olur. Bunlar, parti içindeki sınıf çelişkilerini toplumdaki yeni ve eski şeyler arasındaki çelişkileri yansıtır. Partide çelişki ya da çözülecek ideolojik savaşım yoksa, partinin yaşamı sona erer.
Bu açıklamalarla belirtmek istediğimiz nokta aydınlanmış oluyor. Basit ya da karmaşık hareketlerde olsun, nesnel ya da ideolojik olgularda olsun, çelişki, evrensel olarak bütün süreçlerde vardır. Peki, çelişki her sürecin başlangıç aşamasında da var mıdır? Her ayrı şeyin gelişme sürecinde baştan sona kadar bu karşıtlar hareketi var mıdır?
Sovyet felsefe çevrelerindeki tartışmalara bakılırsa, Deborin okulu, çelişkinin, sürecin başında ortaya çıkmadığı, ancak gelişmenin belirli bir aşamasında ortaya çıktığı görüşündedir. Yani o ana kadar gelişme, iç nedenlerle değil, dış nedenlerle olmaktadır. Böylece Deborin, metafizik dış nedenler ve mekanizm teorisine dönmektedir. Somut sorunların tahlilinde böyle bir görüş uygulayan Deborin okulu, Sovyetler Birliği'nde mevcut koşullar altında "kulaklar" ile genellikle "köylüler" arasında yalnızca fark olup çelişki olmadığı görüşünü benimsemekte ve böylece Buharin'in[11*] (sayfa: 35) görüşleriyle tam bir birlik içinde bulunmaktadır. Fransız devrimini tahlil ederken, devrimden önce, işçilerin, köylülerin ve burjuvazinin oluşturduğu birlikte, çelişkiler olmayıp, yalnız farklar olduğu iddiasındaydılar. Bunlar, anti-marksist görüşlerdir. Deborin okulu, dünyadaki her farkın bir çelişkiyi içerdiğini ve bu farkın çelişkinin tam kendisi olduğunu anlamıyor. Emek ile sermaye, önceleri yoğun olmamakla birlikte, var oldukları günden beri çelişiktirler. Sovyetler Birliği'ndeki toplumsal koşullar altında bile işçiler ile köylüler arasında bir fark vardır ve bu fark, emek ile sermaye arasındaki gibi bir uzlaşmaz karşıtlığa ya da sınıf savaşımına gitmemekle birlikte, bir çelişkidir. Sosyalist kuruluş döneminde, işçiler ile köylüler sağlam bir birlik kurmuşlardır, ve bu çelişkiyi sosyalizmden komünizme ilerleme sürecinde yavaş yavaş çözeceklerdir. Bu, çelişkilerin varlığı-yokluğu sorunu değil, özelliklerindeki ayrılıklar sorunudur. Çelişki evrenseldir, mutlaktır ve şeylerin bütün gelişme sürecinde vardır ve bütün süreçlerde baştan sona devam edip gider.
Yeni bir sürecin ortaya çıkması nedir? Eski birlik ve onu meydana getiren karşıtlar, yeni bir birliğe ve onu meydana getiren karşıtlara yerlerini bırakırlarsa, eskinin yerine yeni bir süreç ortaya çıkar. Yeni süreç de yeni bir çelişkiyi içinde taşıdığından, şimdi de o çelişkinin gelişme tarihi başlar.
Lenin, Marks'ın Kapital'de şeylerin gelişme sürecini baştan (sayfa: 36) sona kadar izleyen, karşıtların hareketinin bir tahlil örneğini verdiğini söyler. Bu, bütün şeylerin gelişme süreçlerini incelemede uygulanması gerekli bir yöntemdir. Lenin de, bunu, bütün yazılarında doğru olarak uygulamış ve bu yönteme bağlı kalmıştır.
"Marks, Kapital'inde, önce, burjuva (meta) toplumunun en basit, en sıradan ve en temel, en yaygın ve günlük ilişkisini, milyonlarca kez karşılaşılan bir ilişkiyi, yani metaların değişimini tahlil eder. Bu çok basit görüngüde (burjuva toplumunun bu "hücre"sinde), tahlil, modern toplumun t ü m çelişkilerini (ya da tüm çelişkilerin tohumlarını) açığa çıkarır. Bundan sonraki sergileme, bize, bu çelişkilerin (hem büyümesini, hem de hareketini) ve bu toplumun başlangıçtan sonuna dek, onun ayrı ayrı parçalarının S'ında (toplamında -ç.) gelişmesini bize gösterir."
Lenin şunu ekler: "Genel olarak diyalektiğin sergilenmesi (ya da incelenmesi) yöntemi de böyle olmalıdır."[12*] Çin komünistleri de, Çin devriminin tarihini ve bugünkü koşullarını doğru olarak tahlil etmeden ve genel görünüşlerini saptamadan önce, bu yöntemin iyice ustası olmalıdırlar.
III. ÇELİŞKİNİN ÖZGÜLLÜĞÜ
Çelişki, bütün şeylerin gelişme sürecinde vardır ve her şeyin gelişme sürecinde baştan sona kadar devam eder. Bu, yukarda tartıştığımız çelişkinin evrenselliği ve mutlaklığıdır. Şimdi ise çelişkinin özgüllüğünden ve nispiliğinden sözedeceğiz.
Bu sorunu birkaç düzeyde incelemek gerekir.
Önce, maddenin her türlü hareketindeki çelişkide, bir tekillik vardır. İnsanın madde üzerine olan bilgisi, maddenin (sayfa: 37) hareket biçimlerinin bir bilgisidir; çünkü dünyada hareket halinde maddenin dışında bir şey yoktur ve maddenin hareketi belli biçimler içinde olur. Maddenin hareketinin her biçimi gözden geçirilirken, hareketin diğer biçimleriyle olan ortak noktaları dikkate alınmalıdır. Ama asıl önemli olan ve şeyler üzerinde bilgimizin temelini oluşturan, maddenin hareketinin özel noktalarını hesaba katmamız gereği, yani hareketin bir biçimi ile öteki biçimleri arasındaki nitelik farkıdır. Ancak bunu hesaba katmakla, şeyler arasındaki ayrılıkları farkedebiliriz. Hareketin herhangi bir biçimi, içinde, kendi özel çelişkisini taşır. Bu özel çelişki, o şeyi, bütün öteki şeylerden ayıran özel niteliği oluşturur. İşte bu, iç nedendir ve buna, şeyleri birbirinden farklı yapan, çeşitliliğinin esasıdır da diyebiliriz. Doğada pek çok hareket biçimi vardır: mekanik hareket, ses, ışık, sıcaklık, elektrik, ayrışma, bileşme vb. Bütün bu biçimler birbirlerine bağlı oldukları gibi, birbirlerinden nitelik bakımından farklıdır da. Her biçimin sahip olduğu özel nitelik, kendisine özgü çelişki ile belirlenir. Bu, yalnız doğa için değil, toplum için de, düşünce için de doğrudur. Her toplum biçiminin, her düşünce tarzının özel bir çelişkisi, özel bir niteliği vardır.
Bilimsel incelemelerin sınıflandırılması, konularına özgü özel çelişkilerine dayanır. Belli bir olgular alanına özgü, belli cinsteki bir çelişki, belli bir bilim kolunun konusunu oluşturur. Örneğin, matematikte artı ve eksi sayılar; mekanikte hareket ve karşı-hareket; fizikte artı ve eksi elektrik; kimyada ayrışma ve bileşme; toplum bilimlerinde üretici güçler ile üretim ilişkileri, sınıflar ve sınıflar arasındaki savaşım; askerlikte saldırı ve savunma; felsefede idealizm ve materyalizm, metafizik ve diyalektik görüş vb. gibi. Bunların herbiri, çeşitli bilimler içinde incelenen özel bir çelişkiye ve özel bir niteliğe sahiptir. Kuşku yok ki, çelişkinin evrenselliğini kabul etmeksizin, şeylerin hareketinin (sayfa: 38) gelişmesinin evrensel nedenini ya da evrensel temelini bulup çıkartamayız. Gene de çelişkinin özgüllüğünü incelemeden, bir şeyi öteki şeylerden ayıran özel niteliği saptayamayız ve şeylerin hareketinin gelişmesinin özel nedenini ya da özel temelini bulamayız, ve bir şeyi ötekinden ayıramayız ya da bir bilimsel inceleme alanını sınırlayamayız.
İnsan bilgisinin hareketindeki sıraya göre, tek bir şeyin bilgisinden genellikle şeylerin bilgisine doğru, daima derece derece bir genişleme vardır. İnsan genellemelere doğru gider ve farklı şeylere özgü nitelikleri öğrendikten sonra, şeylerdeki ortak nitelikleri bilir. Bu gibi ortak nitelikleri öğrenince bilgisini kılavuz olarak kullanır ve henüz incelenmeyen ya da iyice incelenmeyen çeşitli somut şeyleri incelemeye girişir ve böylece bunların özel niteliklerini bularak ortak nitelikler hakkındaki bilgisini genişletir ve bu gibi bilgilerin oldukları yerde donup kalmalarına engel olur. İşte bu, iki bilme sürecidir: birisi özelden genele, öteki genelden özele doğrudur. İnsan bilgisi, daima devri olarak ilerler ve her devresi ile (eğer bilimsel yönteme tam uygun ise) insan bilgisi gelişir ve giderek daha fazla derinleşir. Dogmacılarımız bir yandan çelişkinin evrenselliğini ve çeşitli şeylerin ortak niteliklerini tam olarak öğrenmeden önce, çelişkinin özelliklerini ve tek tek şeylerin özel niteliklerini incelememiz gereğini, öte yandan bazı şeylerin ortak niteliklerini öğrendikten sonra, henüz iyice incelenmeyen ya da yeni ortaya çıkan somut şeyleri incelemeye devam etmemiz zorunluluğunu anlamamaktadırlar. Bizim dogmacılar çok tembel; somut şeylerin sıkıcı çalışmasını yüklenmekten kaçınıyor, genel doğruların boşluktan çıkıp geldiğini sanıyorlar ve bu doğruları halkın kavrayamayacağı boş formüller haline getiriyorlar ve bu durumlarıyla, insanı doğrulara ulaştıracak normal yolu ya büsbütün yadsıyorlar ya da başaşağı çeviriyorlar. Üstelik bunlar, özelden genele, genelden özele doğru iki bilme yolu arasındaki iç bağı da anlamıyorlar. (sayfa: 39) Kısacası, bunlar, marksist, bilgi teorisini hiç anlamıyorlar.
Maddenin hareket biçimlerinin her büyük sistemindeki özel çelişki ile bu sistemin belirlediği niteliği incelemek yetmez; maddenin her hareket biçiminin uzun gelişme yolundaki her aşamasında özel çelişkiyi ve niteliği de incelemek gerekir. Bütün hareket biçimlerindeki gerçek olan (hayali olmayan) her gelişme süreci, nitelik bakımından birbirinden farklıdır. İncelememize bu noktadan başlamalıyız ve bu nokta üzerinde durmalıyız.
Nitelik bakımından farklı çelişkiler, ancak farklı nitelikte yöntemlerle çözümlenebilir. Örneğin, proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişki, sosyalist devrim yöntemi ile; büyük halk kitleleri ile feodal sistem arasındaki çelişki, demokratik devrim yöntemi ile; sömürgeler ile emperyalizm arasındaki çelişki, ulusal devrimci savaş yöntemi ile; sosyalist toplumda isçi sınıfı ile köylüler arasındaki çelişki, tarımın kolektifleştirilmesi ve makineleşme yöntemi ile; sosyalist bir parti içindeki çelişki, eleştiri ve özeleştiri yöntemi ile; toplum ile doğa arasındaki çelişki, üretici güçlerin geliştirilmesi yöntemi ile çözümlenir. Süreçler değişir, eski süreçler ve eski çelişkiler kaybolur, yeni süreçler ve yeni çelişkiler ortaya çıkar ve buna uygun olarak çelişkileri çözümleme yöntemleri değişir. Rusya'daki Şubat Devrimi ile Ekim Devriminin çözümlediği çelişkiler arasında temel bir ayrılık olduğu gibi, bunları çözümleme yöntemleri arasında da ayrılık vardır. Farklı çelişkileri çözümlemek için farklı yöntemler kullanmak; marksistlerin sıkı sıkıya gözetmek zorunda oldukları bir ilkedir. Dogmacılar bu ilkeyi gözetmemektedirler. Onlar çeşitli devrim durumları arasındaki farkı anlamadıklarından, farklı çelişkileri çözümlemek için farklı yöntemler kullanılması gereğini de anlamamakta, tam tersine, her yerde, hiç değişmeden kullanabileceklerini sandıkları tek bir formül kabul etmektedirler. Bu usul, devrime yalnız başarısızlıklar getirir ya da pekâlâ yürütülebilecek (sayfa: 40) işleri karmakarışık eder.
Çelişkilerin özgüllüğünü tam olarak açıklamak, şeylerin gelişme sürecindeki iç bağlarını, yani şeylerin gelişme sürecinin niteliğini ortaya çıkarmak için, süreçteki çelişkinin her aşamasının özelliğini aydınlatmamız gerekir; aksi halde, sürecin niteliğini açıklamak olanaksızlaşır. İncelememizde, bu konuya da çok dikkat etmeliyiz.
Her büyük şeyin gelişme sürecinde, birçok çelişki vardır. Örneğin, Çin'in burjuva demokratik devrimi sürecinde, Çin toplumundaki çeşitli ezilmiş sınıflar ile emperyalizm arasında, büyük halk kitleleri ile feodalizm arasında, proletarya ile burjuvazi arasında, köylüler ve kent küçük-burjuvazisi ile büyük burjuvazi arasında ve çeşitli gerici bölümler arasında çelişkiler vardı ve durum pek karışıktı. Bütün bu çelişkilerin hepsinin bir özelliği ve tek tek ele alınmaları gereği bir yana, her çelişkinin iki yönünün de kendi özellikleri vardı ve toptan ele alınmaları olanaksızdı. Çin devrimi için çalışan bizlerin, yalnızca, çelişkilerin herbirinin özelliğini, bütünlüklerinin aydınlığı altında, yani bu çelişkilerin iç bağlantıları içinde anlamamız yetmiyordu; bir de çelişkilerin tümünü, yönlerini de inceleyerek anlamamız gerekiyordu. Bir çelişkinin her yönünü anlamak demek, her yönünün belirli durumunu, karşıtı ile karşılıklı bağlantı ve çatışma haline geldiği somut durumları ve her ikisi birbirine bağlı, ama çelişki halinde değilken, karşıtı ile hangi yollardan çatıştığını anlamak demektir. Bu sorunların incelenmesinin büyük önemi vardır. Marksizmde en önemli şeyin, marksizmin yasayan ruhunun, somut koşulların somut tahlili olduğunu söylediği zaman, Lenin, bu fikri dile getiriyordu.[13*] Bizim dogmacılarımız, Lenin'in öğretisinin tersine, hiç (sayfa: 41) bir somut şeyi tahlil etmek için kafalarını kullanmıyorlar; yazılarında ve konuşmalarında, partiye bir yararı dokunmayan boş kalıpları[14*] kullanıyorlar.
Bir sorunu incelerken, öznelliğe, tek yanlılığa ve üstünkörülüğe düşmemeliyiz. "Pratik Üzerine" adlı denememde tartıştığım öznellik, bir soruna, nesnel olarak, yani materyalist görüşle bakmamaktır. Tek yanlılık ise, sorunu bütün yanları ile görmemektir. Örneğin, yalnız Çin'i anlayıp Japonya'yı anlamamak, Komünist Partisini anlayıp Kuomintang'ı anlamamak, yalnız proletaryayı anlayıp burjuvaziyi anlamamak, yalnız köylüleri anlayıp toprak ağalarını anlamamak, yalnız uygun koşulları anlayıp uygun olmayan koşulları anlamamak, yalnız geçmişi anlayıp geleceği anlamamak , yalnız parçayı anlayıp bütünü anlamamak, yalnız kusurları anlayıp başarıları anlamamak, yalnız yargıcı anlayıp tutukluyu anlamamak, yalnız gizli devrimci çalışmayı anlayıp açık devrimci çalışmayı anlamamaktır. Tek sözcükle, bir çelişkinin her yönünün özelliklerini anlamamaktır. Buna, bir soruna tek yanlı bakmak denir, ya da bütünü değil yalnız bir kısmı, ormanı değil ağaçları görmek denir. Bunun sonucu, çelişkileri çözümleme yöntemlerini bulmak, devrim görevlerini tamamlamak, verilen işi tam yapmak ya da parti içindeki ideolojik savaşımı doğru olarak geliştirmek mümkün olmaz. Askerlik bilimini tartışırken, Sun Çu der ki: "Düşmanı ve kendini tanırsan, yenilmeden, yüzlerce savaşı yürütebilirsin." Tang hanedanı zamanında yaşayan Vei Çeng,[15*] "İki tarafı dinlemek seni aydınlatır, tek tarafı dinlemek seni yanıltır." der. Yoldaşlarımız çoğu zaman sorunlara tek yanlı bakıyorlar; bu gibiler, başlarını sık sık kayalara çarparlar. "Su Kenarında"[16*] Sun Çi-yang, Çu (sayfa: 42) köyüne üç kez saldırır ve koşullar hakkında açık bir bilgisi olmadığı ve yanlış yöntemler uyguladığı için, iki kez yenilgiye uğrar. Sonra yöntemini değiştirmiş, önce durumu, koşulları incelemiş, yol kavşaklarını saptamıştır. Li, Hu ve Çu köyleri arasındaki birliği bozmuş, üçüncü savaşta askerlerini değişik giysilerle gizlice düşman kampına sokarak —efsanelerdeki Truva atı tekniğini kullanarak— zafere ulaşmıştır. "Su Kenarında" öyküsünde de, materyalist diyalektiğin pek çok örnekleri vardır. Çu köyü üzerine olan, bunların en güzelidir. Lenin diyor ki:
"Bir şeyi bilmek için, bütün yanlarını, bütün bağlantılarını ve ara bağlantılarını iyice kavramamız, incelememiz gerekir. Bunu tam olarak asla başaramayacaksak da, çok yanlılık, yanılgılara ve katılığa karşı en iyi güvencedir."[17*]
Bu sözleri unutmamalıyız. Bir kimse, çelişkilerin özelliklerini bütünüyle, ve her aşamayı ayrı ayrı incelemezse; olaya nüfuz etme ve çelişkinin en ince özelliklerini inceleme gereğini yadsır, yalnızca uzaktan bir gözatmakla çelişkinin bazı görünüşlerini kabataslak görmekle yetinir ve onu çözümlemeye (bir soruyu yanıtlamaya, bir anlaşmazlığı çözmeye, bir görevi yapmaya ya da askeri bir harekâtı yönetmeye) kalkışırsa, işte buna, baştansavma iş yapmak denir. İşler böyle ele alındı mı, belâ hazırdır. Dogmacı ve görgücü (ampirist) yoldaşlarımızın hata yapmalarının nedeni, şeylere bakış yollarının öznel, tek yanlı ve üstünkörü olmasıdır. Tek yanlılık ve üstünkörülük de öznelliktir ve öznel bir yöntem gerektirir. Çünkü, gerçekteki her şey arasında bir bağ ve herbirinin bir iç gerekliliği varken, bazı kimseler, bu koşulları oldukları gibi görmezler; şeye tek yanlı ve üstünkörü bakarak, ne bunların kendi aralarındaki ilişkileri anlarlar, ne de iç gerekliliklerini. (sayfa: 43)
Bir şeyin bütün gelişme sürecindeki karşıtların hareketinde, yalnızca iç bağların özel görünüşlerini ve çeşitli aşamalarındaki koşulları değil, gelişme sürecindeki her aşamanın özelliklerini de özenle gözetlemeliyiz.
Bir şeyin gelişme sürecindeki temel çelişki ile bu temel çelişkinin belirlediği sürecin niteliği, süreç tamamlanmadan ortadan kalkmaz. Yalnız, bir şeyin uzun gelişme sürecindeki her aşamanın koşulları, bir başka aşamadan farklı olur. Bunun nedeni, bir şeyin ya da bir niteliğin gelişmesindeki temel çelişkinin niteliği değişmemekle birlikte, uzun gelişme sürecinin çeşitli aşamalarında, bu temel çelişkinin, artan bir yoğunluk kazanmasıdır. Bundan başka, temel çelişkinin belirlediği ya da etkilediği büyüklü küçüklü çelişkilerden bazıları geçici olarak ya da kısmen çözümlenir, ya da hafifler, bazıları da yenilenir. Bunun sonucu olarak, süreç, sanki çeşitli aşamalar içeriyormuş gibi görünür. Eğer insan bir şeyin gelişme sürecindeki aşamalara dikkat etmezse, ondaki çelişkileri gereği gibi çözümleyemez.
Örneğin, serbest rekabet döneminde kapitalizm emperyalizm haline geliştiği zaman, iki sınıf arasında, yani proletarya ile burjuvazi arasında ya da toplumun kapitalist özündeki temel çelişkide, iki sınıfın sınıf niteliğinde bir değişiklik olmamakla birlikte, bu iki sınıf arasındaki çelişki yoğunlaştı; tekelci sermaye ile tekelci olmayan sermaye arasında yeni bir çelişki doğdu; sömürgeci ülkeler ile sömürgeler arasındaki çelişki şiddetlendi ve kapitalist ülkeler arasındaki çelişki, yani bunların eşit olmayan gelişmelerinin doğurduğu çelişki, kendisini çok sert bir biçimde gösterdi, ve kapitalizmden, özel aşaması olan emperyalizmi meydana getirdi. Emperyalizm ve proletarya devrimi döneminin marksizmine, leninizm denmesinin nedeni, Lenin'in ve Stalin'in bu çelişkileri doğru olarak açıklamaları ve bu çelişkilerin çözümlenmesi için gerekli teori ve taktikleri gene doğru olarak formüle etmeleridir. (sayfa: 44)
Çin'in 1911 Devrimi[18*] ile başlayan burjuva demokratik devrim sürecinin incelenmesi de, birkaç özel aşamayı ortaya koyar. Özellikle, burjuva önderliğindeki devrimci dönem ile proletarya önderliğindeki devrimci dönem birbirinden son derece ayrı iki tarihsel aşamayı temsil eder. Proletarya önderliği, devrimin çehresini temelden değiştirmiş, sınıf ilişkilerine yeni bir düzen getirmiş, köylü devrimini hızlandırmış, emperyalizm ve feodalizme karşı köklü bir devrim hareketi yaratmış ve demokratik devrimden sosyalist devrime geçiş olanağını hazırlamıştır. Devrim, burjuva liderliği altındayken, bütün bunların olması, herhalde mümkün değildi. Bütün sürecin temel çelişkisinin doğasında, yani sürecin anti-feodal, anti-emperyalist demokratik devrimci doğasında (bunun karşıtı, yarı-sömürge, yarı-feodal doğadır) bir değişiklik olmamakla birlikte yirmi yıllık bir dönemde, süreç, birkaç gelişme aşamasından geçmiştir. Bu yirmi yıl içinde, 1911 Devriminin başarısızlığı, kuzeyli savaş ağaları[19*] rejiminin kurulması, ilk ulusal birlik cephesinin kurulması, 1924-1927 Devrimi,[20*] ulusal birlik cephesinin dağılması ve (sayfa: 45) burjuvazinin karşı-devrimin kampına geçişi, yeni savaş ağaları arasındaki savaş, Tarımsal Devrim Savaşı,[21*] ikinci ulusal birlik cephesinin kurulması ve Japonlara karşı direnme savaşı gibi birçok büyük olaylar geçmiştir. Bu aşamalar, şu belirli koşulları taşır: bazı çelişkilerin şiddetlenmesi (Tarımsal Devrim Savaşı ve dört kuzey-doğu eyaletinin Japonlar tarafından işgali gibi), diğer çelişkilerin kısmen ya da geçici olarak çözümlenmesi (kuzeyli savaş ağaları kliğinin temizlenmesi ve toprak ağalarının topraklarının zoralımı gibi); başka çelişkilerin ortaya çıkışı (yeni savaş ağaları arasındaki savaşım ve güneydeki devrimci üslerin kaybından sonra toprak ağalarının topraklarını geri almaları gibi).
Bir şeyin gelişme sürecinin her aşamasındaki çelişkilerin özelliğinin incelenmesi için, bunları, yalnız iç bağları ve bütünlükleri içinde görmemiz yetmez; çelişkilerin her yönünü, kendi gelişmesi içinde de sınamalıyız.
Örneğin, Kuomintangı ve Komünist Partisini alalım. İlk ulusal birlik cephesi döneminde Kuomintang, Sun Yat-sen'in üç temel ilkesini, Rusya ile dostluk, komünistlerle işbirliği, işçi ve köylülere yardım siyasetini yürütmüş, bu nedenle de, devrimci olduğu gibi, demokratik devrimde de çeşitli sınıfların ittifakını temsil etmiştir. 1927'den sonra ise, Kuomintang, tam ters yöne dönmüş ve toprak ağaları ile büyük burjuvazinin gerici birliği halini almıştır. 1936 Aralığındaki Sian Olayından[22*] sonra bir dönüş daha yapmış, iç savaşın (sayfa: 46) sona erdirilmesi ve Japon emperyalizmine karşı koymak üzere Komünist Partisi ile ittifaka doğru yönelmiştir. Kuomintangın üç aşamadaki özellikleri bunlardır. Bu özelliklerin meydana gelmesi, kuşkusuz, çeşitli nedenlere dayanır. Şimdi de Çin Komünist Partisini alalım. İlk ulusal birlik cephesi dönemindeki Çin Komünist Partisi, henüz çocukluk çağındaydı. Parti, 1924-1927 Devrimini cesaretle yönetmekle birlikte, devrimin doğasını, görevlerini ve yöntemlerini anlamak bakımından henüz olgunlaşmadığını gösterdi. Bunun sonucu olarak, bu devrimin sonlarında ortaya çıkan Çuen Tu-siu'izm[23*] etkilerini göstermekte gecikmedi ve bu devrimin yenilgiye uğramasına yolaçtı. 1927'den sonra Komünist Partisi, yeniden Tarımsal Devrim Savaşını cesaretle yönetti ve devrimci ordu ile devrimci üsleri kurdu, ama gene de hem orduya, hem de üslere ciddi zararlar veren serüvenci hatalar yaptı. 1935'ten sonra parti, bu hatalarını düzeltti. Japonlara karşı yeni birleşmiş cepheyi yönetti. Bu büyük savaşım, şimdi gelişmektedir. Bugünkü aşamada Komünist Partisi, iki devrim denemesi geçirmiş, büyük deneyimler kazanmıştır. Bu hareketin üç aşamasındaki özellikler bunlardır. Bu özelliklerin oluşması da çeşitli nedenlere bağlıdır. Bu özellikleri incelemeden, gelişmelerinin çeşitli aşamalarında, bu iki hareketin belli iç çelişkilerini anlayamayız. Bu gelişme aşamaları yukarda belirtildiği gibi, (sayfa: 47) ulusal birlik cephesinin kurulması, cephenin dağılması ve başka bir cephenin kurulmasıdır. Ama iki partinin çeşitli özelliklerini incelemek için —daha önemli bir adım atarak— iki hareketin sınıf dayanaklarını, ve bunun sonucu olarak iki hareket arasındaki çelişkileri ve bir de çeşitli dönemlerdeki öteki güçleri incelememiz gerekir. Örneğin, Komünist Partisi ile ilk ittifak döneminde Kuomintang, bir yandan yabancı emperyalizm ile çelişki halindeydi ve bu nedenle ona karşıydı; öte yandan ise içerde büyük halk kitleleri ile çelişki halindeydi. Geçim sıkıntısı içindeki halka, birçok yararlar sağlayacağını söylediği halde, gerçekte, ya pek az şey veriyordu ya da hiç bir şey vermiyordu. Anti-komünist savaşı yürüttüğü dönemde ise, büyük halk kitlelerine karşı, emperyalizm ve feodalizm ile işbirliği yaptı. Büyük halk kitlelerinin devrimle elde ettikleri hakları bir yana iterek, onlarla olan çelişkisini şiddetlendirdi. Japonlara karşı verilen şimdiki savaş döneminde, Japonlarla çelişki halinde olan Kuomintang, bir yandan Komünist Partisi ile ittifak istiyor, öte yandan da Komünist Partisine ve Çin halkına karşı giriştiği savaşımı ve ezme hareketini gevşetmek istemiyor. Çin devrimci hareketine gelince, hangi dönemde olursa olsun, büyük halk kitlelerinin yanıbaşında, emperyalizme ve feodalizme karşı koyuyor. Bugün Japonlara karşı verilen savaşta Kuomintang, Japonlara karşı direnme isteği gösterdiğinden, Komünist Partisi, Kuomintang'a karşı ve içerdeki feodal güçlere karşı ılımlı bir politika güdüyor. Bu koşullar, bazan iki partiyi birleştiriyor, bazan karşı karşıya getiriyor. İttifak halinde oldukları zaman bile, işler bazan karışıyor ve ittifak ve savaşım aynı anda bile olabiliyor. Eğer çelişkilerin bu yönlerinin özelliklerini incelemezsek, yalnız her iki hareket ile diğer güçler arasındaki ilişkiyi anlamamakla kalmayız, iki parti arasındaki karşılıklı ilişkiyi de kavrayamayız.
Bundan da anlaşılacağı gibi, herhangi bir çelişkinin (sayfa: 48) —maddenin çeşitli hareket biçimlerindeki çelişki, her gelişme sürecindeki çeşitli hareket biçimlerindeki çelişki, her gelişme sürecindeki çelişkinin her aşaması, gelişmenin her sürecinin çeşitli aşamalarındaki çelişki ve gelişmenin çeşitli aşamalarındaki çelişkinin her görünüşü— işte bütün bu çelişkilerin belirli doğasını incelerken, öznellikten kaçınmalı ve bunları, somut olarak incelemeliyiz. Somut tahlil dışında, herhangi bir çelişkinin özgül doğası üzerine bilgi edinme olanağı yoktur. Lenin'in, "somut koşulların tahlili" sözünü aklımızdan çıkarmamalıyız.
Marx ile Engels, ilk kez, bu somut tahlillerin mükemmel birer örneğini vermişlerdir.
Marx ve Engels, şeylerdeki çelişki yasasını toplumsal tarih sürecinin incelenmesine uyguladıkları zaman, üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkiyi görmüşlerdir. Sömürücü sınıf ile sömürülen sınıf arasındaki ve ekonomik altyapı ile onun üstyapısı (siyaset ve ideoloji gibi) arasındaki çelişkiyi farketmişler ve bu çelişkilerin farklı sınıflı toplumlarda, kaçınılmaz olarak, farklı toplumsal devrimlere neden olduğunu anlamışlardır.
Marx, bu yasayı, kapitalist toplumun ekonomik yapısının incelenmesine uyguladığı zaman, bu toplumun temel çelişkisinin, üretimin toplumsal niteliği ile mülkiyetin özel niteliği arasında olduğunu görmüştür. Bu durum, özel işletmelerdeki üretimin örgütlü niteliği ile bütünüyle toplumdaki üretimin anarşik niteliği arasındaki çelişkide kendini göstermiştir. Bu çelişkinin sınıfsal görünüşü, burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişkidir.
Şeyler alanının genişliği ile bunların gelişmelerinin sınırlı olması nedeniyle, bir durumda evrensel (ve genel) olan, diğer bir durumda özgül hale gelebilir. Öte yandan, bir durumda özgül olan, bir başka durumda evrensel olabilir. Kapitalist sistemde, üretimin toplumsallaşması ile üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki çelişki, kapitalizmin (sayfa: 49) varolduğu ve geliştiği her ülkede ortak olan bir şeydir; kapitalizmi ilgilendirdiği kadarıyla bu, çelişkinin evrenselliğini oluşturur. Gene de, kapitalizmdeki bu çelişki, genellikle sınıflı toplumun gelişmesinde belli bir tarihsel aşamaya özgüdür. Sınıflı bir toplumda üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişki yönünden, bu, çelişkinin özgüllüğünü oluşturur. Kapitalist bir toplumda, her çelişkinin özgüllüğünü tahlillerle ortaya çıkarmakla birlikte, Marx, sınıflı toplumda üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin evrenselliği üzerinde daha derinlemesine ve genişlemesine durmuştur.
Özgül evrensele bağlı olduğundan, yalnızca çelişkinin özgüllüğü değil, çelişkinin evrenselliği de her şeyin içinde vardır ve dolayısıyla evrensellik de özgüllüğün içinde vardır. Böylece belli bir nesneyi incelerken, bu iki görünüşü ve iç bağlantılarını bulmaya, nesnedeki evrenselliği ve özgüllüğü, ikisini de, iç bağlantılarıyla ortaya çıkarmaya ve bu nesnenin, diğer nesneler ile bağıntılarını anlamaya çalışmalıyız. Stalin, Leninizmin İlkeleri adlı yapıtında, leninizmin tarihsel köklerini açıklarken, leninizmin doğduğu uluslararası durumu, kapitalizmde, emperyalizm koşulları altında en uç noktaya ulaşmış çeşitli çelişkilerle birlikte tahlil etmiş ve bu çelişkilerin, sosyalist dönüşümü nasıl kaçınılmaz hale getirdiğini, kapitalizmin çökmesi için uygun koşulları nasıl yarattığını incelemiştir. Bütün bunların yanısıra, Rusya'nın, leninizmin anayurdu oluşunun nedenlerini, çarlık Rusyasının emperyalizmin bütün çelişkilerini nasıl temsil ettiğini ve Rus emekçilerinin öncü rolünü de ayrı ayrı tahlil etmiştir. Stalin, bu yolla, emperyalizmde çelişkilerin genelliğini tahlil etmiş, leninizmin, emperyalizm döneminin marksizmi olduğunu göstermiş ve genel emperyalizm çelişkisi içinde çarlık Rusyası emperyalizminin özgüllüğünü tahlil etmiş; Rusya'nın, proleter devriminin teori ve taktiğinin yurdu olmasının nedenini göstermiş, ve böyle bir özgüllükte (sayfa: 50) çelişkinin evrenselliğinin nasıl olup da bulunduğunu açıklamıştır. Stalin'in yaptığı bu çeşit bir tahlil, çelişkinin özgüllüğü ve evrenselliği ile iç bağlarını anlamamıza yardım eder.
Diyalektiğin nesnel olayların incelenmesine uygulanması sorununa gelince, Marx ve Engels, ve gene Lenin ve Stalin, daima öznel yanılgılardan kaçınmayı ve fiili nesnel hareketlerdeki somut koşullardan bu olaylardaki somut çelişkileri bulmayı, çelişkilerin her yönünün somut rolünü ve çelişkiler arasındaki somut iç bağlantıları araştırmayı salık vermişlerdir. Dogmacılarımız, incelemelerinde bu yolu tutmadıkları için tamamen haksızdırlar. Dogmacılarımızın başarısızlığı bizim için bir ders olmalı ve nitelemelerimizde böyle bir tutum takınmalıyız, bunun başka çıkar yolu yoktur.
Çelişkinin evrenselliği ile çelişkinin özgüllüğü arasındaki ilişki, çelişkinin ortak niteliği ile tek ve ayrı niteliği arasındaki ilişkinin aynıdır. İlki ile (çelişkinin evrenselliği ve özgüllüğü), çelişkinin, baştan sona kadar bütün süreçlerde var olduğunu ve devam ettiğini, çelişkilerin hareketler, şeyler, süreçler ve düşünceler olduğunu söylemiş oluyoruz. Bu, her zaman ve her ülke için geçerli olan ve hiç bir istisnası olmayan evrensel bir ilkedir. Yani ortak nitelik, ya da mutlaklıktır. Ama bu ortak nitelik, her tek ve ayrı nitelikte vardır: tek ve ayrı nitelik olmaksızın, ortak nitelik olamaz. Bütün tek ve ayrı nitelikler kaldırılsa, ortada artık nitelik diye bir şey kalmaz. Her çelişki özgül olduğu için tek ve ayrı nitelikler ortaya çıkmıştır. Bütün tek ve ayrı nitelikler koşula bağlı ve geçicidir, yani bağıntılıdır (görelidir).
Bu ortak nitelik, tek ve ayrı nitelik, mutlaklık ve bağıntılılık ilkesi, şeylerdeki çatışma sorununun özüdür. Bunu anlamamak, diyalektiği anlamamak demektir. (sayfa: 51)
IV. BAŞ ÇELİŞKİ VE BİR ÇELİŞKİNİN ANA YÖNÜ
Çelişkinin özgüllüğü sorunuyla ilgili olarak tahlil edilmesi gereken iki nokta daha vardır: baş çelişki ve bir çelişkinin ana yönü.
Karmaşık bir şeyin gelişme sürecinde birçok çelişki vardır; bunlardan birinin varlığı ya da gelişmesi, öteki çelişkilerin varlığını ve gelişmesini belirler ya da bunlar üzerinde etkili olur ki, işte bu, baş çelişkidir.
Örneğin kapitalist bir toplumda çelişkideki iki karşıt güç, proletarya ve burjuvazi, baş çelişkiyi oluşturur. Öteki çelişkiler, örneğin feodal sınıf kalıntıları ile burjuvazi, köy küçük-burjuvazisi ile burjuvazi, proletarya ile köy küçük-burjuvazisi, tekelci olmayan kapitalistler ile tekelci kapitalistler, burjuva demokrasisi ile burjuva faşizmi arasındaki, kapitalist ülkeler arasındaki ve emperyalizm ile sömürgeler arasındaki çelişki, bu baş çelişkiyle belirlenir ya da onun etkisi altındadır.
Çin gibi yarı-sömürge ülkelerde, baş çelişki ile öteki çelişkiler arasındaki ilişki, karmaşık bir durum gösterir.
Emperyalizm böyle bir ülkeye savaş açtığı zaman, bir avuç hain dışındaki bütün sınıflar, emperyalizme karşı ulusal bir savaş vermek için, geçici bir süre birleşirler. Bu gibi zamanlarda emperyalizm ile bu ülke arasındaki çelişki, baş çelişki olur ve ülkedeki çeşitli sınıflar arasındaki çelişkiler (feodal sistem ile büyük halk kitleleri arasındaki baş çelişki de dahil) geçici olarak ikincil duruma düşer. Çin'de, 1840 Afyon Savaşı,[24*] 1894 Çin-Japon Savaşı,[25*] 1900 Yi Ho Tuan (sayfa: 52) Savaşı ve bugün Çin-Japon Savaşında durum budur.
Ama başka bir durumda, çelişkiler konum değiştirir. Emperyalizm, sömürüsünü sürdürmek için, savaş baskısını tam uygulamayıp, işine geldiği ölçüde nispeten yumuşak siyasal, ekonomik ve kültürel önlemleri benimserse, bu yarı-sömürge ülkelerdeki egemen sınıflar, emperyalizm ile anlaşarak, büyük halk kitlelerini birlikte sömürmek üzere bir ittifak kurarlar. Bu gibi zamanlarda, genellikle, halk kitleleri, emperyalizm ile feodal sınıfın kurduğu ittifaka karşı başkaldırarak iç savaşa girişir. Emperyalistler ise doğrudan doğruya harekete geçmeksizin, halkın sömürülmesi ve ezilmesi için, bu ülkelerin gericilerine dolaylı yardım yollarını benimserler. Böylece iç çelişki, iyice şiddetlenir. Çin'deki, 1911 Devrim Savaşı, 1924-1927 Devrim Savaşı ve 1927'den beri süren Tarımsal Devrim Savaşında durum budur. Yarı-sömürge ülkelerdeki çeşitli gerici egemen topluluklar arasındaki iç savaşlar da (Çin'deki savaş ağaları arasındaki savaşlar gibi) aynı kategoriye girer.
Devrimci bir iç savaş, emperyalizm ile ortaklarını —içteki gericileri— tehdit eder bir duruma geldi mi, emperyalizm, egemenliğini sürdürmek için yukarda söylenilenden başka yolları da benimsemekten çekinmez. Ya devrimci cepheyi içerden bölmeye çalışır, ya da içteki gericilere yardım için silahlı kuvvetler gönderir. Böyle zamanlarda, yabancı [olan] emperyalizm ile yerli [olan] gericilik, açıkça, bir kutupta; büyük halk kitlesi öteki kutupta toplanır ve böylece öteki çelişkilerin gelişmesini belirleyen ya da etkileyen baş çelişki meydana gelmiş olur. Ekim Devriminden sonra Rus gericilerine karşı çeşitli kapitalist ülkelerce sağlanan yardım, silahlı müdahalenin bir örneğidir. Çan Kay-şek'in (sayfa: 53) 1927'deki ihaneti ise, devrimci cephenin parçalanmasına örnektir.
Ama ne olursa olsun, kuşkusuz, bir gelişme sürecinin her aşamasında, baş rolü oynayan bir tek baş çelişki vardır.
Bundan dolayı, bir süreçte birkaç çelişki varsa, bunlardan yalnızca bir tanesi baş ve belirleyici rolü oynar, geri kalanı, ikincildir ve ikinci derecede bir yer tutar. Birden fazla çelişkinin bulunduğu bir karmaşık süreç incelenirken, baş çelişkinin meydana çıkartılması için elimizden gelen çabayı esirgememeliyiz. Bu baş çelişki, bir kere kavranıldı mı, sorunlar kolaylıkla çözülebilir. Kapitalist toplumu inceleyen Marx'ın bize öğrettiği yöntem, işte budur. Lenin ile Stalin, emperyalizm ile kapitalizmin genel bunalımını ve Sovyet ekonomisini incelerken de, bu yöntemi kullandılar. Binlerce bilgin ve eylem adamı, bu yöntemi anlamıyorlar ve sonuçta, sanki, sisli bir denizde kaybolmanın şaşkınlığı içinde sorunun candamarını keşfedemiyorlar ve onun çelişkilerini çözümlemenin bir yolunu bulamıyorlar.
Yukarda da denildiği gibi, bir süreçteki çelişkilerin hepsini birbirine eşitmiş gibi ele alamayız; baş ve ikincil çelişkileri birbirinden ayırmamız ve baş çelişkiye özel bir önem vermemiz gerekir. Ne var ki, baş olsun, ikincil olsun, bir çelişkideki iki çelişik yönü eşit olarak ele alabilir miyiz? Hayır, alamayız. Her çelişkide, çelişik yönlerin gelişmesi, aynı değildir. Bazan bir denge varmış gibi gelir ama, bu, daima geçici ve bağıntılı bir duyumdur. Asıl olan kararsızlık, eşitsizliktir. İki çelişik yönden birisi ana, öteki ikincildir. Çelişkide baş rolü oynayan, ana yöndür. Bir şeyin niteliğini, çelişkinin egemen duruma geçen ana yönü belirler.
Ama bu durum da durağan değildir. Bir çelişkinin ana ve ikincil yönleri, birbirine dönüşür ve o şeyin niteliği de buna bağlı olarak değişir. Belirli bir süreçte ya da bir çelişkinin gelişmesindeki belirli bir aşamada, ana yön A ve ikincil yön B iken, gelişmenin başka bir aşamasında ya da (sayfa: 54) gelişmenin başka bir sürecinde bu roller değişebilir. Bu, bir şeyin gelişmesi sırasında, birbirlerine karşı savaşım veren iki yönün güçlerindeki azalmaya ya da artmaya bağlıdır.
Çoğu zaman "eskinin yerini yeninin aldığını" söyleriz. Eskinin yerini yeninin alması, evrenin genel, sürekli ve değişmez bir yasasıdır. Bir şey, kendisini, niteliğine, içinde bulunduğu koşullara uygun olarak ve çeşitli sıçramalarla başka bir şeye dönüştürür. Bu, eskinin yerine yeninin geçmesi sürecidir. Her şey, yeni yönü ile eski yönü arasında bir çelişki içerir. Bu çelişkiler, bir dizi karmaşık savaşım oluştururlar. Bu savaşımlar sonucu olarak yeni yön büyür, yükselir ve egemen duruma gelir. Buna karşılık, eski yön küçülür ve yavaş yavaş yok olmaya yüztutar. Yeni yön, eski yön üzerinde egemen duruma gelince, eski şeyin niteliği yerine, yeni şeyin niteliği geçer. Böylece bir şeyin niteliği, egemen duruma geçen çelişkinin ana yönü tarafından belirlenir. Çelişkinin egemen duruma geçen ana yönü, bir değişikliğe uğrar, o şeyin niteliği de buna bağlı olarak değişir.
Kapitalist toplumda, kapitalizm, eski feodal toplum dönemindeki bağımlı durumunu egemen duruma getirdi ve buna uygun olarak toplum yapısı da feodal tarzdan kapitalist tarza dönüşmüş oldu. Yeni, kapitalist toplum döneminde, başlangıçta egemen olan feodal güçler bağımlı duruma düşerler ve yavaş yavaş kaybolmaya yüztutarlar. Örneğin, İngiltere ile Fransa'da durum böyledir. Üretici güçlerin gelişmesiyle, burjuvazi ilerici bir rol oynayan yeni bir sınıf olmaktan çıktı ve gerici bir rol oynayan eski bir sınıf oldu. Bu durum, burjuvazinin, proletarya tarafından yenilmesine ve özel olarak sahip olduğu üretim araçlarından ve iktidardan yoksun bırakılarak yavaş yavaş sönmeye mahküm olmasına kadar sürecektir. Burjuvaziden sayıca daha fazla olan ve burjuvazi ile aynı zamanda çoğalan, ama onun egemenliği altında olan proletarya, yeni bir güçtür. Yavaş (sayfa: 55) yavaş güçlenerek bağımsız ve tarihte öncü bir rol oynayan bir sınıf olur ve sonunda, burjuvaziye bağımlı durumdan siyasal iktidara sahip çıkan bir sınıf durumuna gelir. Böyle bir zamanda toplumun yapısı, eski kapitalist toplumdan, yeni, sosyalist topluma dönüşmüş olur. Bu, Sovyetler Birliği'nin geçtiği ve bütün toplumların kaçınılmaz olarak geçecekleri bir yoldur.
Örneğin, Çin'i alalım. Çin'i bir yarı-sömürge yapan çelişkide, Çin, bağımsız bir ülkeden yarı-sömürge bir ülke haline gelirken, emperyalizm, başlıca yeri işgal eder ve Çin halkını ezer. Ama bu durum, kaçınılmaz olarak değişecek; iki taraf arasındaki savaşta, proletaryanın önderliği altında gelişen Çin halkının gücü, Çin'i kesenkes yarı-sömürge durumundan bağımsız bir ülke durumuna getirecektir. Emperyalizm ülkeden sökülüp atılacak, eski Çin, kaçınılmaz olarak yeni Çin'e dönüşecektir.
Eski Çin'in yeni Çin'e dönüşmesi, Çin'in eski feodal güçleri ile yeni Çin halkının güçleri arasındaki durumda da bir değişikliği gerektirir. Eski feodal mülk sahipleri yönetici iken, yönetilenler olacaklar; proletaryanın önderliğinde, halk, yönetilen olmaktan çıkıp, yönetici olacaktır. Aynı zamanda, Çin toplumunun yapısı da değişecek, eski yarı-sömürge ve yarı-feodal toplum, yeni ve demokratik bir toplum olacaktır.
Bu gibi karşılıklı dönüşümlere tarihimizde de raslanır. Çin'i üçyüz yıla yakın yöneten Mançu hanedanı 1911 Devrimi ile devrilmiş, Sun Yat-sen'in önderliğindeki Devrimci Birlik bir zaman için başarı kazanmıştır. 1924-1927 Devrim Savaşında, Komünist-Kuomintang güçbirliğini temsil eden ve aslında zayıf olan güneydeki devrimci güçler güçlenmiş, Kuzey Harekâtında zafer kazanmış ve buna karşılık kuzeyde bir zamanların güçlü savaş ağaları devrilmiştir. 1927'de örgütlü devrimci halk güçleri, gerici Kuomintang güçlerinin saldırılarıyla zayıf düşmüşse de, safları arasındaki (sayfa: 56) oportünizmi eleyerek yavaş yavaş yeniden güçlenmiştir. Devrimci önderliği altındaki üslerde eskiden yönetilen köylüler yönetici olmuş, toprak ağaları ise tam ters bir dönüşüme uğramışlardır. Dünyada, daima bu biçimde, eskinin yerine yenisi geçer, eski elenir, yeni onun yerini alır; ya da eski devrilir, yeni yükselir.
Devrimci savaşımda bazı zamanlar, zorluklar elverişli koşullardan baskın çıkar ve bu zorluklar çelişkinin ana yönünü, elverişli koşullar ikincil yönünü oluşturur. Ne var ki, güçlükler, devrimcilerin çabasıyla yavaş yavaş yenilir, elverişli yeni bir durum yaratılır ve zor durum, yerini, elverişli duruma bırakır. Çin'de, 1927 Devriminin başarısızlığa uğramasından sonra ve Çin Kızıl Ordusunun Uzun Yürüyüşü sırasında, durum böyle idi. Şimdiki Çin-Japon Savaşında, Çin, gene zor bir durumdadır; ama biz, bu durumu değiştirebiliriz ve hem Çin'deki ve hem de Japonya'daki durumda köklü bir değişiklik yaratabiliriz. Devrimciler hata yaptıkları takdirde, tersine, elverişli koşullar, güçlüklere dönüşebilir. 1924-1927 Devriminin zaferi bir yenilgiye dönüşmüştür. 1927'den sonra güneyde genişleyen devrimci üslerin hepsi, 1934'te yenilgiye uğramıştır.
Bilgisizlikten bilgiye geçişimiz sırasındaki çalışma ve incelemelerimizdeki çelişkiler de böyledir. Marksizmi incelemeye başladığımız sırada, bilgisizliğimiz ya da marksizm üzerine olan derme-çatma bilgimiz, marksist bilgi ile çelişki halindedir. Yoğun bir çalışma sonunda bilgisizlik bilgililiğe, derme-çatma bilgi tam bilgiye ve marksizmin körükörüne uygulanması, bilerek uygulanmaya dönüştürülebilir.
Bazıları, belli çelişkilerde durumun böyle olmadığını sanmaktadırlar. Örneğin üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkide, üretici güçler, ana yöndür; teori ile pratik arasındaki çelişkide, pratik, ana yöndür; ekonomik altyapı ile bunun üstyapısı arasındaki çelişkide, ekonomik (sayfa: 57) altyapı, ana yöndür ve bunların karşılıklı durumlarında bir değişme yoktur, deniyor. Bu, diyalektik materyalizmin değil, mekanik materyalizmin görüşüdür. Üretici güç1erin, pratiğin, ekonomik altyapının genellikle ana ve belirleyici rolde belirdikleri doğrudur. Bunu yadsıyan, materyalist değildir. Ama belirli koşullar altında, üretim ilişkileri, teori ve üstyapı gibi yönler, kendilerini, baş ve belirleyici rolde ortaya koyabilirler. Bunu da kabul etmek gerekir. Üretim ilişkileri değişmeksizin üretici güçler gelişemiyorsa, üretim ilişiklerindeki değişme, baş ve belirleyici bir rol oynar. Lenin'in, "Devrimci teori olmadan, devrimci hareket olamaz." sözlerini söylediği sırada, devrimci teorinin yaratılması ve savunulması, baş ve belirleyici bir rol oynuyordu. Herhangi bir iş yapılacağı zaman, bu işin yapılması ile ilgili buyruklar, yöntemler, plan ya da ilkeler yoksa, ana ve belirleyici etken, buyruk, yöntem, plan ya da ilkedir. Üstyapının (siyaset, kültür vb.) ekonomik altyapının gelişmesine engel olduğu zamanlarda, siyasal ve kültürel reformlar baş ve belirleyici rol oynarlar. Bunu söylemekle materyalizme tersi mi düşüyoruz? Hayır. Çünkü, bütün olarak tarihin gelişmesinde maddi şeylerin manevi şeyleri, toplumsal varlığın toplumsal bilinci belirlediğini kabul etmekle, aynı zamanda, manevi şeylerin ve toplumsal bilincin toplumsal varlık üzerindeki, üstyapının ekonomik altyapı üzerindeki etkilerini de kabul ediyoruz ve kabul etmek zorundayız. Bu, materyalizme ters düşmek değil, mekanik materyalizmden kaçınmak, diyalektik materyalizme sıkı sıkıya sarılmaktır.
Çelişkinin özgüllüğü sorununu incelerken, bu iki yönü —bir süreçteki baş çelişki ile ikincil çelişkileri ve bir çelişkinin ana ve ikincil yönlerini— incelemeseydik, yani çelişkinin bu iki yönünün ayırıcı özelliğini ayrı ayrı ele almasaydık, soyut bir inceleme içinde sıkışır kalır, bir çelişkinin yönlerini somut olarak anlayamaz ve sonuçta onu (sayfa: 58) çözmek için doğru yöntemi bulamazdık. Çelişkinin bu iki yönünün ayırıcı özelliği ya da özgüllüğü, çelişik güçlerin tekdüze olmadığını gösterir. Dünyada hiç bir şey dümdüz gelişmez. Bu yüzden düz gelişme ya da denge teorisine karşı çıkmamız gerekir. Aynı zamanda, bir çelişkinin somut koşullarıyla, bir çelişik süreci içinde ana ve ikincil yönlerin değişmesi, yeninin eski şeyler yerine geçme gücünü gösterir. Çelişkide tekdüze olmayış koşullarının incelenmesi, baş çelişki ile ikincil çelişkilerin incelenmesi, bir çelişkinin ana ve ikincil yönlerinin incelenmesi, devrimci bir partinin, siyasal, askeri, stratejik ve taktik buyruklarını belirlemede önemli yöntemlerden birini oluşturur.
V. BİR ÇELİŞKİNİN YÖNLERİNİN ÖZDEŞLİĞİ
VE SAVAŞIMI
Çelişkinin evrenselliği ve özgüllüğü sorununu kavradıktan sonra, şimdi de, bir çelişkinin yönlerinin özdeşliği (identity) ve savaşımı sorununun incelenmesine gelmiş bulunuyoruz.
Özdeşlik, birlik, uygunluk, iç uygunluk, içiçe geçme, karşılıklı bağlılık (var olabilme için karşılıklı bağlılık), içten bağlılık ya da işbirliği. Bu çeşitli terimlerin hepsi aynı anlama gelir, ve şu iki noktaya dayanır: önce, bir şeyin gelişme sürecindeki her çelişkinin iki yönünün herbiri, varlığını öteki yönde bulur ve her iki yön aynı varlıkta birlikte bulunur. Sonra, çelişik iki yönün herbiri, belirli koşullar altında birbirlerine dönüşmeye eğilimlidir. Özdeşlik terimi ile, işte bunu demek istiyoruz.
Lenin diyor ki:
"Diyalektik, karşıtların nasıl özdeş olabileceğini; özdeş duruma gelebileceğini (değişip özdeş duruma gelebileceğini); hangi koşullar altında birbirlerine dönüşüp özdeş olabileceğini; insan aklının, bu karşıtlara, niçin ölü, katı şeyler olarak bakmayıp, bunları, yaşayan, koşullara bağlı, değişebilir (sayfa: 59) ve birbirlerine dönüşebilir şeyler olarak görmesi gerektiğini anlatan teoridir."[26*]
Lenin'in bu paragrafının anlamı nedir?
Her süreçteki çelişik yönler, birbirini dıştalar, birbiriyle savaşır ve birbirine karşıdır. Bu çelişik yönler, istisnasız, dünyadaki bütün şeylerin gelişme sürecinde (insan düşüncesi de dahil) bulunur. Yalın bir süreçte yalnız bir çift karşıt vardır: oysa karmaşık bir süreçte bir çiftten çok daha fazladır. Bu karşıt çiftler de ayrıca birbiriyle çelişiktir. Dış dünyadaki her şey ve insan düşüncesi, böylece biçimlenmiş ve harekete geçmiştir.
Böyle ise, özdeşlik ya da birlik diye bir şey yoktur. Olmayan şeylerin sözünü nasıl ederiz?
Bunun nedeni: çelişik bir yön, tek başına bulunamaz. Kendisine karşıt yön almazsa, bir yön, varlık koşulunu yitirir. İnsan aklında çelişik şeylerin ya da kavramların yalnız bir yönü tek başına var olabilir mi? Yaşam olmaksızın ölüm olmaz; ölümsüz de yaşam olmaz. "Üst" olmadan "alt" olmaz, "alt" olmadan "üst" olmaz. Talihsizlik olmazsa, talihlilik olur mu? Talihlilik olmazsa, talihsizlik olur mu? Kolaylık olmaksızın zorluk olmaz; zorluk olmaksızın kolaylık olmaz. Ağa olmazsa yarıcı olmaz; yarıcı olmazsa ağa olmaz. Burjuvazisiz proletarya olmaz; proletaryasız burjuvazi olmaz. Ulusların emperyalistler tarafından sömürülmesi olmasa, sömürge ve yarı-sömürgeler olmaz; sömürgeler ve yarı-sömürgeler olmasa, ulusların emperyalistler tarafından sömürülmesi olmaz. Bütün karşıt öğeler böyledir: belirli koşullar nedeniyle, bunlar, bir yandan birbirlerine karşıt, öte yandan birbirlerine bağlı, içiçe ve içten bağlıdır. İşte buna özdeşlik diyoruz. Bütün çelişik yönler, belirli koşullar nedeniyle, özdeş değil diye nitelendirilir ve bunların çelişik olduğu söylenir. Ama bunlar, aynı zamanda, özdeşlikleriyle de (sayfa: 60) nitelendirilir ve birbirlerine bağlıdırlar. Lenin, diyalektiğin, "karşıtların nasıl olup da özdeş olduğunu ve olabileceğini" incelediğini söylediği zaman, bu duruma işaret ediyor. Nasıl özdeş olabilirler? Birbirlerinin karşılıklı var oluş koşulları oldukları için. Bu, özdeşliğin ilk anlamıdır.
Yalnızca çelişik yönlerin karşılıklı olarak birbirlerinin varlıklarını devam ettirdiklerini, yani aralarında özdeşlik olduğunu ve bu özdeşlik nedeniyle aynı varlıkta yanyana bulunabileceklerini söylemek yeter mi? Hayır, yetmez. İki karşıt yanın varlıklarının devamı için birbirlerine bağlı oluşları ile iş bitmez; asıl önemlisi, bu şeylerin birbirlerine dönüşmeleridir. Yani bir şeydeki iki çelişik yönün herbiri, belirli koşullar nedeniyle, kendi karşıtına dönüşmek eğilimi taşır. Bu, çelişkinin özdeşliğinin ikinci anlamıdır.
Öyleyse burada da, özdeşlik niçin vardır, sorusu sorulabilir. Gördüğümüz gibi, bir zamanların yönetilen proletaryası, devrim yoluyla, yönetilmekten kurtuluyor; daha önce yönetici durumundaki burjuvazi ise bu durumunu yitiriyor ve karşıtların başlangıçtaki yerini alıyor. Şunu sormak isterim: belirli koşullar altında, karşıtlar arasında bir bağ, bir özdeşlik olmasa, böyle bir değişiklik nasıl olabilir?
Yeni Çin tarihinin belirli bir döneminde olumlu bir rol oynayan Kuomintang, sınıfsal niteliği gereği ve emperyalizmin kışkırtmasıyla (koşullar bunlardı) 1927'den sonra karşı-devrimci bir parti olduysa da, Çin ile Japonya arasındaki ulusal çelişkilerin şiddetlenmesiyle ve Komünist Partinin ulusal birlik cephesi siyaseti gütmesiyle (koşullar bunlardı) Japonlara karşı koymak konusunda bizimle anlaşmak zorunda kaldı. Çelişik şeyler birbirlerine dönüşür ve aralarında belirli bir özdeşlik vardır.
Yürüttüğümüz tarımsal devrim ile, toprak ağaları sınıfı topraksız, ve buna karşılık, topraksız köylüler küçük toprak sahibi oluyor. Varlık ve yokluk, kazanç ve kayıp belirli koşullar nedeniyle birbirlerine bir iç bağla bağlıdır, iki (sayfa: 61) yanda bir özdeşlik vardır. Sosyalizm koşullarında, köylünün özel mülkiyet sistemi, sosyalist tarımın kamu mülkiyetine dönüşecektir. Bu, Sovyetler Birliği'nde böyle olduğu gibi, bütün dünyada da böyle olacaktır. Özel mülkiyet ile kamu mülkiyeti arasında, felsefenin özdeşlik, ya da birbirine dönüşüm, ya da içiçe geçme dediği bir köprü vardır.
Proletarya ya da halk diktatörlüğünü sağlamlaştırmak, aslında, bu diktatörlüğü kaldırmak ve bütün sistemlerin giderileceği daha yüksek bir aşamaya ulaşmak için gerekli koşullari hazırlamaktır. Komünist Partisini kurmak ve geliştirmek, Komünist Partisini de, öteki bütün partileri de ortadan kaldırmak için gerekli koşulları hazırlamaktır. Komünist Partisinin liderliği altında devrimci bir ordu kurmak ve devrimci bir savaşı sürdürmek, gene, aslında, savaşın büsbütün ortadan kaldırılması için gerekli koşulları hazırlamaktır. Bu karşıtlar, aynı zamanda birbirlerinin tamamlayıcısıdır.
Herkesin bildiği gibi savaş ve barış, birbirlerine dönüşür. Savaş barışa dönüşür; örneğin Birinci Dünya Savaşı, savaş sonrası barışına dönüşmüştür. Çin'deki iç savaş da sona ermiş, iç barış kurulmuştur. Barış savaşa dönüşür: örneğin 1927 Komünist-Kuomintang güçbirliği savaşa dönüşmüştür, ve dünyadaki bugünkü barış durumu belki de ikinci bir dünya savaşına dönüşecektir. Niçin? Çünkü sınıflı bir toplumda savaş ve barış gibi çelişik şeyler, belirli koşullar altında, özdeşlik halindedir.
Bütün çelişik şeyler birbirlerine içten bağlıdır ve bunlar, belirli koşullar altında, bir varlıkta, yalnızca birarada bulunmazlar, aynı zamanda, belirli koşullar altında birbirlerine dönüşürler. İşte, çelişkilerin özdeşliğinin tam anlamı budur. Lenin'in, "özdeş duruma gelebileceği (değişip özdeş duruma gelebileceği); hangi koşullar altında birbirlerine dönüşüp özdeş olabileceği..." sözleri tam bu anlamda söylenmiştir.
İnsan aklının, "bu karşıtları, niçin ölü, katı şeyler olarak (sayfa: 62) değil, bunları yaşayan, koşullara bağlı, değişebilir ve birbirine dönüşebilir şeyler olarak görmesi gerekir"? Nesnel şeyler böyledir de ondan. Nesnel şeylerdeki çelişik yönlerin birliği ya da özdeşliği ölü ve katı olmayıp, yaşayan, koşullara bağlı, değişebilir, geçici, bağıntılı bir durumdur. Bütün çelişik yönler, belirli koşullar altında karşıtlarına dönüşürler. İnsan düşüncesinde yansıyan bu durum, marksizmin materyalist diyalektik dünya görüşüdür. Yalnızca geçmişteki ve bugünkü gerici egemen sınıflarla bunların hizmetindeki metafizikçiler, karşıtları birbirlerine dönüşebilen, yaşayan, koşullara bağlı, değişebilir şeyler olarak görmeyip, ölü, katı şeyler olarak görürler ve halkı kandırarak egemenliklerini sürdürebilmek için bu yanlış görüşü yaymaya çalışırlar. Bizim ödevimiz, bu gibi yanlış, gerici ve metafizik düşünceleri açıklamak ve şeylerdeki diyalektiği yaymak, dönüşümlerini hızlandırmak ve devrimin amacına ulaşmaktır.
Çelişkilerin belirli koşullar altında özdeş duruma geldiklerini söylerken hem gerçek ve somut çelişkilere, hem de çelişik yönlerin birbirlerine gerçek ve somut olarak dönüşümlerine işaret etmiş oluyoruz. Mitolojideki sayısız dönüşümler; örneğin, Şan Hai Çing'de,[27*] Kua Fu'nun güneşle yarışması; Huai Nan Çu'da,[28*] Yi'nin dokuz güneşi okla vurması; Şi Yu Çi'de[29*] maymun-tanrının yetmişiki kılığa girmesi; Liao Çain'in Garip Serüvenleri'nde,[30*] cin ve perilerin insan oluvermeleri gibi —karşıtların birbirine dönüşümleri— (sayfa: 63) insanlar arasındaki karmaşık ve gerçek karşıtların birbirlerine dönüşümleri örnek alınarak uydurulmuş, çocuksu, hayali, düzmece dönüşümlerdir ve somut karşıtlarda görülen somut dönüşümler değildir. Marx, "Her mitoloji, doğa güçleri üzerinde hayal alanında ve hayal aracılığıyla egemenlik kurar ve o güçlere biçim verir. Onun için doğa güçleri gerçekten egemenlik altına alınınca, mitoloji de ortadan kaybolur."[31*] diyor. İnsanların doğa güçlerini hayali olarak fethettikleri mitoloji ve çocuk masallarındaki sonsuz değişim anlatımları, herkesin hoşuna gittiği gibi, mitolojinin iyisi, Marks'ın dediği gibi, "bitmeyen bir çekiciliğe, sevimliliğe" sahiptir. Böyle de olsa, mitoloji, somut çelişkilere dayanmaz ve bu nedenle de gerçeği bilimsel olarak yansıtmaz. Kısacası, mitoloji ile çocuk masallarındaki çelişkiyi oluşturan yönlerin, somut değil, ancak hayali bir özdeşliği vardır. Marksist diyalektik, gerçeğin dönüşümündeki özdeşliği, bilimsel olarak yansıtır.
Niçin yalnız yumurta civcive dönüşür de taş dönüşmez? Niçin savaş ile barış arasında özdeşlik vardır da savaş ile taş arasında yoktur? Niçin insandan yalnız insan doğar da başka bir şey doğmaz? Karşıtların özdeşliği, yalnız bazı gerekli koşullar altında vardır da ondan. Bu belirli ve gerekli koşullar olmaksızın özdeşlik olmaz.
Niçin Rusya'da 1917 Şubat burjuva-demokratik devrimi aynı yılın Ekim proleter-sosyalist devrimi ile doğrudan ilintilidir de, Fransa'da burjuva devrimi bir sosyalist devrimle doğrudan ilintili değildir ve 1871 Paris Komünü[32*] başarısızlıkla (sayfa: 64) sonuçlanmıştır? Öte yandan Moğolistan ve Orta Asya'daki göçebe yaşam tarzı sosyalizmle doğrudan niçin bağlanabilmiştir? Niçin Çin devrimi kapitalist bir gelecekten kaçınabilir ve batı ülkelerinin geçtikleri eski tarihsel yoldan ve bir burjuva diktatörlüğü döneminden geçmeksizin doğrudan doğruya sosyalizme bağlanabilir? Bunların nedeni, zamanın somut koşullarından başka bir şey değildir. Bazı gerekli koşullar var oldu mu, şeylerin gelişme sürecinde bazı çelişkiler ortaya çıkar ve üstelik onların içerdiği karşıtlar birbirlerine bağlı oldukları gibi, birbirlerine de dönüşürler. Yoksa bunların hiç biri mümkün olmazdı.
Özdeşlik sorunu işte budur. Peki öyleyse savaşım nedir? Özdeşlik ile savaşım arasındaki ilişki nedir?
Lenin:
"Karşıtların birliği (çakışması, özdeşliği, eşit hareketi) koşullara bağlı, geçici, süreksiz, görelidir. Birbirlerini dıştalayan karşıtların savaşımı, tıpkı gelişme ve hareketin mutlak oluşu gibi mutlaktır."[33*]
Lenin'in bu pasajı ne demektir?
Her sürecin bir başlangıcı, bir sonu vardır. Bütün süreçler kendilerini kendi karşıtlarına dönüştürürler. Bütün süreçlerin kararlılığı bağıntılıdır, ama bir sürecin diğerine dönüşümünde kendini gösteren kararsızlık mutlaktır.
Bütün şeylerin hareketi, iki durumda olur: bağıntılı durgunluk durumu ve apaçık değişme durumu. Her iki hareket durumu da, o şeyde bulunan iki çelişik etkenin savaşımı sonucudur. Bir nesne, hareketin ilk durumundaysa, o şey, nitelik bakımından değil, yalnızca nicelik bakımından değişiklik geçirir ve duruyormuş gibi görünür. Nesne, hareketin ikinci durumundaysa, o şey, ilk durumdaki nicelik (sayfa: 65) değişmesinde belirli bir uç noktasına erişmiş, varlığın sona ermesinin nedeni olmuş, bir nitelik değişmesini meydana getirmiş ve bunların sonucu, apaçık bir değişme gibi görünmüştür. Günlük yaşamda gördüğümüz birlik, bağlılık, bileşme, uyum, denge, durgunluk, hareketsizlik, durağanlık, kararlı denge, katılık, çekim vb., hepsi de, nicelik değişmesi durumunda bulunan şeylerin görünüşleridir. Öte yandan, birliğin çözülüşü; yani bu dayanışmanın, bileşimin, uyumun, dengenin, durgunluğun, durağanlığın, kararlı dengenin, katılığın ve çekimin yıkılması ve herbirinin kendi karşıtına dönüşmesi, hepsi de, nitel değişme durumundaki şeylerin görünüşleridir, bir sürecin bir başkasına dönüşmesidir. Şeyler, durmadan, kendilerini, hareketin birinci durumundan ikincisine dönüştürmektedirler. Oysa karşıtların içindeki savaşım, her iki durumda da bulunur, ama ikinci durumda çözüme ulaşır. Bunun için, karşıtların birliğinin koşullara bağlı, geçici ve bağıntılı olduğunu, buna karşılık, karşıtlar arasındaki savaşımın mutlak olduğunu söylüyoruz.
Yukarda, iki karşıt şey arasında özdeşlik olduğu için bu iki şeyin aynı varlıkta birarada varolabileceğini ve bunların birbirlerine dönüşebileceklerini söylediğimiz zaman, koşula bağlı oluşu, yani belirli koşullar altında iki karşıt şeyin birleşebileceğini ve birbirlerine dönüşebileceğini belirtmek istemiştik. Karşıtların özdeşliği yalnızca belirli koşullar altında olduğu için, özdeşlik şartlı ve bağıntılıdır diyoruz. Burada şunu eklemeliyiz: bir çelişkideki savaşım, sürecin başından sonuna kadar devam eder, bir sürecin bir başkasına dönüşümünün nedeni olur ve süreçteki savaşım her yerde var olduğu için, çelişki içindeki savaşımın kayıtsız şartsız ve mutlak olduğunu söyleriz.
Şartlı, bağıntılı özdeşlik, şartsız, mutlak savaşım ile birlikte, her şeydeki karşıtların hareketini oluşturur.
Biz Çinliler, sık sık, "birbirine karşıt şeyler, birbirini tamamlarlar"[34*] deriz. Bu, karşıtların özdeşliği demektir ve (sayfa: 66) metafiziğe karşı olup, diyalektiktir. "Birbirine karşıt" olmak, iki çelişik yönün karşılıklı olarak birbirini dıştalaması ya da savaşımı demektir. "Birbirlerini tamamlamak", belirli koşullar altında iki çelişik yönün birlik olması ve özdeşliğe ulaşması demektir. Savaşım, özdeşliğin içinde bulunur, savaşım olmaksızın özdeşlik olmaz.
Özdeşlikte savaşım, özgüllükte evrensellik, tek ve ayrı nitelikte ortak nitelik vardır. Lenin "göreli içinde bir mutlak vardır"[35*] diyor.
VI. ÇELİŞKİDE UZLAŞMAZ KARŞITLIĞIN YERİ
Karşıtların savaşımı sorunu, uzlaşmaz karşıtlığın ne olduğu sorununu içerir. Bizim yanıtımız: uzlaşmaz karşıtlık, karşıtların bir savaşım biçimidir, ama biricik biçimi değildir.
İnsanlık tarihinde sınıflararası uzlaşmaz karşıtlık, karşıtlar savaşımının özgül bir belirtisi olarak vardır. Sömürücü ve sömürülen sınıflar arasındaki çelişkiyi düşünün. Köleci, feodal ya da kapitalist bir toplum olsun, iki çelişik sınıf, bir toplumda uzun süre birarada bulunur ve birbirlerine karşı savaşım verirler; ama iki sınıf arasındaki çelişki, belirli bir aşamaya kadar gelişince, açık bir uzlaşmaz karşıtlık biçimini alır ve devrime dönüşür. Sınıflı bir toplumda, barışın savaşa dönüşmesi de böyledir.
Bir bomba, patlamadan önce, belirli koşullar nedeniyle, karşıt şeylerin yanyana bulunduğu bir varlıktır. Patlama, yeni bir koşul (ateşleme) ortaya çıkınca olur. Benzer bir durum, eski çelişkileri çözmek ve yeni şeyler meydana getirmek için açık bir çatışma biçimini alan bütün doğa (sayfa: 67) olaylarında vardır.
Bu gerçeği kavramak çok önemlidir. Ancak bu yolla, sınıflı bir toplumda, devrimlerin ve devrimci savaşların kaçınılmazlığını anlayabiliriz. Bunlar olmaksızın, toplumsal gelişmede sıçrama yapmak, gerici egemen sınıfları devirmek, yani siyasal iktidarı ele geçirmek olanaksızdır. Komünistler, gericilerin, toplumsal devrimin gereksizliği ve olanaksızlığı üzerine olan aldatıcı propagandalarını sergilemelidirler. Marksist-leninist toplumsal devrim teorisine sıkı sıkıya sarılmalı, halka, toplumsal devrimin gerekliliğini, tamamen uygulanabilir olmasını ve bütün insanlık tarihinin ve Sovyetler Birliği'nin kazandığı zaferin bu bilimsel gerçeğe tanık olduğunu anlatmalıdır.
Yukarda belirttiğimiz gibi, sınıflar var oldukça, Komünist Partisi içinde, sınıf çelişkileri, doğru ve yanlış fikirler arasında çelişkiler olarak, bu partinin bağrında yansırlar. Başlangıçta ya da bazı konularda böyle çelişkiler kendilerini hemen uzlaşmaz karşıtlık olarak açığa vurmaz. Sınıf çatışmasının gelişmesi ile onlar da gelişir ve uzlaşmaz karşıtlık haline gelir. Sovyetler Birliği'nde Lenin'in ve Stalin'in ideolojisi ile Trotski[36*] ve Buharin'in yanlış ideolojileri arasındaki çelişki, başlangıçta kendisini uzlaşmaz karşıtlık biçiminde ortaya koymamış, sonraları gelişerek uzlaşmaz karşıtlık haline gelmiştir. Çin Komünist Partisinin tarihinde de benzer bir durum olmuştur. Partideki yoldaşlarımızın çoğunun doğru ideolojileri ile Çuen Tu-siu ve Çank Kuo-tao ve başkalarının yanlış ideolojileri arasındaki çelişki, başlangıçta uzlaşmaz karşıtlık biçiminde belirmediği halde, sonradan gelişmiş ve uzlaşmaz karşıtlık haline gelmiştir. Bugün de parti içindeki doğru ve yanlış ideolojiler arasındaki (sayfa: 68) çelişkiler, bir uzlaşmaz karşıtlık biçiminde belirmemiştir, eğer yoldaşlarımız hatalarını düzeltirlerse, bunlar, gelişerek uzlaşmaz karşıtlık haline gelmezler. Bu nedenle, parti, bir yandan yanlış ideolojilerle savaşırken, bir yandan da hata yapanlara bu hatalarını düzeltmek fırsatını vermelidir. Bu gibi koşullar altında, savaşımı fazla ileri götürmek yerinde olmaz. Ne var ki, hata yapanlar bu hatalarında ayak direrlerse, bu çelişkiler uzlaşmaz karşıtlık haline gelirler.
Ekonomik bakımdan burjuvazinin yönetimi altında kentin köyü sömürdüğü kapitalist toplumda ve yabancı emperyalizmle, yerli [olan] büyük komprador burjuvazinin yönetimi altında kentin köyü korkunç biçimde sömürdüğü Kuomintang denetimi altındaki Çin'de, kent ile köy arasındaki çelişki, tam bir karşıtlık içindedir. Sosyalist ülkeler ile devrimci üslerimizde, böylesine çelişkiler, uzlaşmaz olmayan karşıt çelişkiler haline geliyorlar.
Lenin: "Uzlaşmaz karşıtlık ile çelişki tamamen farklıdır." diyor. "Sosyalizmde uzlaşmaz karşıtlıklar yokolur, ama çelişkiler vardır."[37*] Yani uzlaşmaz karşıtlık, karşıtların savaşımının bir biçimidir, ama biricik biçimi değildir. Bu uzlaşmaz karşıtlık formülünü her yerde uygulayamayız.
VII. SONUÇ
Şimdi konuyu özetlemek için birkaç şeye işaret edebiliriz. Şeylerdeki çelişkinin yasası, yani karşıtların birliği yasası, doğanın ve toplumun temel yasası olup, bundan dolayı, düşüncenin de temel yasasıdır. Bu, metafizik dünya görüşünün tam karşıtıdır ve insanın bilgi tarihinde büyük bir devrimdir. Diyalektik materyalizme göre çelişki, nesnel şeyler ile öznel düşüncenin bütün süreçlerinde vardır ve baştan sona bütün süreç boyunca devam eder. Bu, çelişkinin (sayfa: 69) evrenselliği ve mutlaklığıdır. Çelişik şeyler ile bunların her yönünün kendine özgü çizgileri vardır, bu da çelişkinin özgüllüğü ve bağıntılılığıdır. Karşıtlar, belirli koşullara göre özdeşlik niteliğini taşır ve bir varlıkta birarada bulunurlar ve kendilerini birbirlerine dönüştürürler. Bu da, çelişkinin özgüllüğü ve bağıntılılığıdır. Ama karşıtların savaşımı hiç bitmez, karşıtlar birarada varken de, birbirlerine dönüşürken de, savaşım vardır ve özellikle bu son durumda belirgindir, bu da, gene çelişkinin evrenselliği ve mutlaklığıdır. Çelişkinin özgüllüğünü ve evrenselliğini incelerken, hem çelişkilerde hem de çelişik yönlerdeki ana ve ikincil çelişkiler arasındaki farka dikkat etmemiz gerekir. Çelişkinin evrenselliğini ve çelişkideki karşıtların savaşımını incelerken de, çelişkideki savaşımın değişik biçimleri arasındaki farkı dikkate almalıyız. Bunları yapmazsak hataya düşeriz. Eğer yukardaki temel noktaları iyice anlamışsak, marksizmin temel ilkelerine aykırı düşen dogmacı fikirleri yokedebilir ve aynı zamanda deneyimli arkadaşlarımızın, deneyim ve görgülerini sistemleştirmelerine ve ampirizme düşmek suretiyle işledikleri hataları yinelemekten kaçınmalarına yardım etmiş oluruz. Çelişki yasasının incelenmesiyle vardığımız birkaç basit sonuç işte bunlardır. (sayfa: 70)
Açıklayıcı Notlar
[1*] Bu felsefi deneme, o sırada partide mevcut olan ciddi dogmacı hatalar ile savaşmak amacıyla, "Pratik Üzerine" başlıklı parçayı tamamlamak için yazılmıştır. İlk kez, Yenan'daki Anti-Japon Askeri ve Siyasal Kolejinde konferans olarak verilmiş, Seçme Yapıtlar'ına alınırken yazarı tarafından gözden geçirilmiştir.
[2*] Hegel'in Felsefe Tarihi Üzerine Dersler, Cilt I'de, Lenin'in "Elea Okulu" üzerine notlarından. Bkz: V. İ. Lenin, "Hegel'in Felsefe Tarihi Üzerine Dersler'inin Taslağı" (1915), Collected Works, Moscow 1958, Vol. XXXVIII, s. 249.
[3*] V. İ. Lenin, "Diyalektik Sorun Üzerine"de (1915) diyor ki: "Tek bir bütünün parçalanması ve onun çelişkili parçalarının kavranması (bkz: Lassalle'ın Heraklitos üzerine yazdığı kitabın "Kavrama Üzerine", Ill. kesimin başlangıcında Heraklitos konusunda Philo'dan alıntı) diyalektiğin özüdür ("temellerinden" biri, başta gelen değilse, başta gelen özelliklerinden ya da niteliklerinden biridir)," Marx-Engels-Marksizm, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 335.
[4*] Sovyet filozofu Deborin (1881-1963), Sovyet Bilim Akademisi üyesiydi. 1930'da, Sovyetler Birliği'nde, felsefe çevreleri, Deborin okulunu eleştirmeye başladılar ve teoriyi pratikten, felsefeyi siyasetten ayırmakla yanıldığını, felsefesinin idealist nitelikte olduğunu gösterdiler.
[5*] V. İ. Lenin, "Diyalektik Sorun Üzerine", Marx-Engels-Marksizm, s. 336; Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 413-414.
[6*] Han hanedanı (MÖ 208-MS 220) devrinde Konfiçyüs okulunun tanınmış yandaşlarından Tung Çung-şu'nun (MÖ 179-104) imparator Vu'ya sunduğu muhtıralardan birindeki sözü.
[7*] Friedrich Engels, Anti-Dühring, "Diyalektik, Nicelik ve Nitelik", Sol Yayınları, Ankara 1977, s. 212.
[8*] V. İ. Lenin, "Diyalektik Sorun Üzerine", Marx-Engels-Marksizm, s. 366; Materyalizm ve Ampiryokritisizm, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 413.
[9*] Friedrich Engels, Anti-Dühring, Sol Yayınları, Ankara 1977, s. 213.
[10*] V. İ. Lenin, "Diyalektik Sorun Üzerine", Marx-Engels-Marksizm, s. 336; Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 413.
[11*] Buharin (1888-1938), Rus devrimci hareketinde anti-leninist bir hizbin öncülüğünü yapmıştır. Daha sonra devleti yıkmak isteyen bir gruba katılmış ve bu faaliyetleri sonucu, 1937 yılında, partiden atılarak, 1938'de Sovyet Yüksek Mahkemesince ölüme mahküm edilmiştir. Burada, Mao Çe-tung, Buharin'in, sınıf çelişkilerini örtbas ederek, sınıf savaşımı yerine sınıf işbirliğini koymayı savunan hatalı fikirlerini eleştirmektedir. 1928-29 yıllarında, Sovyetler Birliği, tarımın bütünüyle koloktifleştirmeye hazırlanırken, Buharin kendi görüşlerinde direnmiş, zengin köylüler ile yoksul ve orta halli köylüler arasındaki çelişkileri görmezlikten gelerek, zengin köylülere karşı girişilen savaşıma karşı çıkmıştır. Buharin, ayrıca, işçi sınıfının, "sosyalizme barış içinde geçmeleri" olanaklı olan zengin köylüler ile bir ittifak kurabileceği düşüncesinin de savunucusu idi.
[12*] V. İ. Lenin, "Diyalektik Sorun Üzerine ", Marx-Engels-Marksizm, s. 337, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 414
[13*] Macar sosyalisti Bela Kun'u eleştiren V. İ. Lenin, Kun'un "Marksizmin en önemli şeyini, marksizmin yaşayan ruhunu: somut koşulların somut tahlili ilkesini ihmal ettiğini" söylemiştir (Collected Works, Russ. ed., Moscow 1950, Vol. XXXI, s. 143).
[14*] Çin devrimci yazınında önenli bir yer tutan "Sekiz Ayaklı Makale"ye atıf.
[15*] Vei Çeng (MS 580-643), Tang hanedanı zamanında devlet adamı ve tarihçi.
[16*] Köylü savaşları üzerine 13. yüzyılda yazılmış ünlü bir öykü. Sung Çi-yang, öykünün kahramanıdır. Çu köyü, yönetici sınıflara karşı, devrim savaşının verildiği çevredeydi.
[17*] V. İ. Lenin, "Once Again on the Trade Unions, the Present Situation and the Mistakes of Trotsky and Bukharin" (1921), Selected Works, Eng. ed., International Publishers, New York 1943, Vol. IX, s. 66.
[18*] 1911 Devrimi, bir burjuva demokratik devrim idi ve bu devrimle müstebit Çing hanedanı devrilmiştir. Ekim 1911'de, ordunun devrimci etkiler altında kalan kesimi, Hupeh eyaletine bağlı Vuçang ilinde ayaklandı. Mevcut burjuva ve küçük-burjuva devrimci örgütler ile işçilerin, köylülerin ve askerlerin büyük bir kısmı ayaklanmaya katıldı ve Çing hanedanı devrildi. Ocak 1912'de Nankin'de, Sun Yat-sen'in geçici başkanlığı altında, Çin Cumhuriyeti Geçici Hükümeti kuruldu. Böylece, Çin'de ikibin yıl hüküm süren feodal monarşi sistemi sona ermiş oluyordu. Halkın gönlünde demokratik bir cumhuriyet fikri yer ettiği halde, devrime öncülük eden burjuvazi pek gevşek ve uzlaştırıcı tutum içindeydi. Bunlar köylerde feodal toprak ağalığı düzenini ortadan kaldıracak yerde, iktidarı, emperyalist ve feodal baskı altında, kuzeyli savaş ağalarına teslim ettiler ve devrim başarısızlıkla sonuçlanmış oldu.
[19*] Savaş ağaları (Warlords). Savaşı çıkarlan için sürdüren komutanlara Çin'de bu ad veriliyor.
[20*] İlk Devrimci İç Savaş diye de bilinen 1924-27 Devrimi, Çin Komünist Partisi ve Kuomintang'ın işbirliği ile yürüttükleri anti-emperyalist ve anti-feodal devrimci bir savaşım idi. Her iki partinin oluşturduğu devrimci ordu, Kangtung eyaletinde, devrimci üs bölgelerini sağlamlaştırdıktan sonra, Temmuz 1926'da, kuzey illerinde emperyalistlerin desteği ile ayakta duran kukla savaş ağalarına karşı harekete geçti. Yangçe ve Sarıırmak boyunca birçok eyaleti işgal etti. Devrim başarıyla ilerlerken, Kuomintang içinde Çan Kay-şek'in başını çektiği gerici klik, emperyalizmin desteği ile, 1927'de, iki karşı-devrimci hükümet darbesi yaptı. O sırada, Çin Kömünist Partisi içinde, sağcı fikirlerin bazı liderler arasında ağır basması yüzünden Parti, Kuomintang'ın bu saldırılarına gereği gibi karşı koyamadı ve devrim başarısızlıkla sonuçlandı.
[21*] Tarımsal Devrim Savaşı, Çin halkının, Komünist Partisinin liderliği altında, 1927-1937 yılları arasında giriştiği devrimci savaşımdır. Bu devrimin başlıca amacı iklidarı güçlendirmek, tarımsal devrimi yaymak, Kuomintang gericilerini zayıflatmaktır. Bu devrimci savaş, İkinci Devrimci İç Savaş diye de bilinir.
[22*] Çin Kızıl Ordusu ile halkın Japonlara karşı giriştiği hareketin etkisi altında, Kuomintang'ın Kuzey Ordusu komutanları, Komünist Partisinin, Japonlara karşı ulusal ortak cephe kurulması önerisini kabul ettiler. Çan Kay-şek, kendi komutanlarının kabul ettikleri bu öneriye yanaşmadığı gibi, komünistleri tamamen temizlemek için hazırlıklara girişti, öğrencilerin Sian kentinde Japon aleyhtarı gösterilerini ezerek bastırdı. Aralık 1936'da, komutanlar, Sian Olayını düzenlediler ve Çan Kay-şek'i tutukladılar. 25 Aralıkta, Çan Kay-şek, Komünist Partisinin Japonlara karşı ortak cephe fikrini kabul etmesi üzerine serbest bırakıldı ve Kuomintang'ın başına geçmek için Nankin'e gitti.
[23*] Çuen Tu-siu, 4 Mayıs hareketine katılan radikal bir demokrattı. Sonraları, Ekim Sosyalist Devriminin etkisi altında, Çin Komünist Partisinin kurucuları arasında yer aldı. Fikirleri güçlü bir sağcı eğilim gösteriyordu. Çuen'in de aralarında bulunduğu bir grup, "köylü kitlelerinin, kent küçük-burjuvazisini ve silahlı güçlerin parti liderliği altında bulunması ilkesini ihmal ediyorlardı" (Mao Çe-tung, Bugünkü Durum ve Görevlerimiz), 1927 Devriminin yenilgiye uğramasından sonra, bunlar, devrimin geleceğinden umutlarim keserek partiye karşı ufak bir trotskist grup kurdular ve Çuen Tu-siu, Kasım 1929'da, partiden atıldı.
[24*] 18. yüzyılın sonundan beri, İngilizler, Çin'e büyük miktarda afyon gönderiyorlardı. Böylece hem Çin halkı afyonlanıyor, hem de Çin'in gümüş madenleri soyuluyordu. 1840'ta Çin ile olan ticaretini güvenlik altına almak bahanesiyle İngiltere silahlı bir saldırıya girişti. Çin askerleri ve halkı, istilacılara kahramanca karşı koyduğu halde, 1842'de Çing hanedanı, saldırgan İngilizlerle Nankin'de bir sözleşme imzaladı. Bu sözleşme gereğince Hong Kong İngiliz egemenliğine bırakıldığı gibi, bütün büyük kentlerin kapıları İngiliz mallarına açılıyor, gümrük resimleri azaltılıyordu.
[25*] 1894 Çin-Japon Savaşı, Kore ve Çin'i istila amacı ile Japon emperyalistleri çıkartmışlardı. Çin askerleri ile bazı yurtsever generaller kahramanca savaştılarsa da, Çing hanedanının kokuşmuşluğu yüzünden gerekli savaş hazırlıkları yapılamadı ve Çin bu savaştan yenik çıktı. 1895'te, Çing hükümeti, Japonlar ile utanç verici Şimonoseki antlaşmasını imzaladı.
[26*] Hegel'in Mantık Bilimi, Kitap I, Bölüm I'de, Lenin'in "Belirleyiciler (nitelik)" üzerine notlarından. Collected Works, Moscow 1958, Vol. XXXVII, s. 97-98.
[27*] Şan Hai Çing ("Dağlar ve Denizler Kitabı"). Bu kitaptaki masallardan birinde, kahraman Kua Fu, güneşin peşine düşer ve onu yakalar, ama susuzluktan canverir ve yanındaki askerler, Teng ormanındaki ağaçlar haline gelirler.
[28*] Yi, eski Çin'de okçuluğu ile ün yapmiş bir kahraman. MÖ 2. yüzyıldaki bir efsaneye göre, İmparator Yao zamanında gökte on güneş vardı. Bu güneşlerin bitkileri yakıp kavurması üzerine, İmparator Yao, Yi'ye bunları oku ile vurmasını buyurdu. Okçu bu güneşlerden dokuz tanesini vurup indirdi.
[29*] Şi Yu Çi ("Batıya Göç"). 16. yüzyıla ait roman. Romanın kahramanı maymun-tanrı Sun Vu-kung, istediği anda, kuş, ağaç, taş gibi yetmişiki kılığa girebilir.
[30*] Pu Sung-ling'in 17. yüzyılda yazdığı Liao Çain'in Garip Serüvenleri, 431 tane cin ve peri masalını içeriyor.
[31*] Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, "Giriş", Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 280.
[32*] Paris Komünü, dünya tarihinde ilk kez devlet iktidarını temsil eden proleter bir örgüttür. 18 Mart 1871'de Fransiz proletaryası ayaklanarak Paris'te iktidarı ele geçirmiştir. Proletaryanın öncülüğü ile Paris Komünü, 28 Martta seçimle kurulmuştur. Bu, proletaryanın, burjuva devlet çarkını yıkmak için giriştiği ilk devrimci kalkışmadır ve tarihte ilk kez, devrilen burjuva devlet iktidarı yerine proleter bir iktidarın geçmesidir. O sırada henüz yeterli olgunluğa ulaşmamış bulunan Fransız proletaryası, köylü kitleleri ile gerekli ittifaki kuramamış, karşı-devrime fazla yumuşak davranmış ve zamanında askeri bir saldırıya geçmemiştir. Böylece, güç toparlama fırsatını bulan karşı-devrim, saldırıya geçerek, ayaklanmaya katılanlari vahşice kırmıştır. Paris Komünü, 28 Mayısta düşmüştür.
[33*] V. İ. Lenin, "Diyalektik Sorun Üzerine", Marx-Engels-Marksizm, s. 337.
[34*] "Birbirlerine karşıt olan şeyler, aynı zamanda birbirlerini tamamlarlar" sözü, ilkönce, 1. yüzyılda yaşanmış ünlü tarihçi Pan Ku tarafından Han Hanedanının Tarihi'nde kullanılmıştır. Bu söz, o zamandan beri, sık sık kullanılan bir deyim olmutur.
[35*] V. İ. Lenin, "Diyalektik Sorun Üzerine", Marx-Engels-Marksizm, s. 337.
[36*] Trotski (1879-1940), Rus devrim hareketinde, leninizme karşı bir zümrenin öncülüğünü etmiş ve sonraları karşı-devrimcilere katılacak derecede ileri gitmiştir. Sovyet Komünist Partisi Merkez Komitesince 1927'de, partiden atılmış, 1929'da Sovyet hükümetince ülkeden, 1932'de yurttaşlıktan çıkarılmıştır.
[37*] V. İ. Lenin, "N. İ. Buharin'in Geçiş Dönemi Ekonomisi Üzerine Düşünceler", Selected Works, Moscow-Leningrad 1931, Vol. XI, s. 357.