Kızılderililer Nasıl                 Yok edildi
         -II-


Hâlâ kalanları
öldürüyorlar ve öldürmeye de devam edecekler.
Bazı köylere veya eyaletlere savaşa gittiğinde, bu kaptanın önceden boyun eğmiş yerlileri,
diğerleriyle savaşsınlar diye beraberinde götürme alışkanlığı vardı. Götürdüğü 10-20 bin adama
yemek vermediğinden yakaladıkları yerlileri yemelerine izin veriyordu. Ordugâhında, akıl almaz
bir insan eti kasaplığı vardı. Onun önünde, çocuklar öldürülüyor, kızartılıyordu. Sadece ellerini
ve ayaklarını -en iyi parçalar sayılıyordu- almak için adam öldürülüyordu. Bu insanlık dışı
davranışları duyan, diğer bölgelerdeki halk öylesine korkuyordu ki nereye saklanacağını
bilemiyordu.
Zorba kaptan, yerlilere gemi inşa ettirerek birçoğunu öldürdü. Onlara Kuzey Denizinden, Güney
Denizine, 130 mil boyunca, 3-4 kental m ağırlığında çapalar taşıtıyordu. Çapalar sırtlarına,
böbreklerine giriyordu. Bu şekilde, zavallı çıplak adamların omuzlarında birçok top parçası
taşıttı. Böyle yüklenmiş birçoklarını dar patikalarda gördüm. Çiftleri ayırıyor, denizcilere ve
askerlere vermek üzere erkeklerden kanlarını ve kızlarını çalıyordu. Amacı askerlerini memnun
etmek ve donanması için onları
(*) 100 kg ağırlığında bir tartı birimi. (Çev.)
silah altına almaktı. Gemileri yerlilerle dolduruyordu. Hepsi susuzluktan ve açlıktan ölüyordu.
Aslında, bu zulümleri dolaylı olarak anlatsaydım, dünyayı dehşete düşürecek kalın bir kitap
yazardım.
Her biri birçok gemiden oluşan iki filo meydana getirdi. Onlarla göğün ateşiymiş gibi bütün bu
toprakları yaktı. Geride ne kadar çok yetim bıraktı! Ne kadar çok ana-babadan çocuklarını çaldı!
Ne kadar çok adamı karısından mahrum bıraktı! Ne kadar çok kadını kocasız bıraktı! Ne kadar
çok zinaya, ahlâksızlığa, şiddete sebep oldu! Kaç kişi özgürlüğünü kaybetti! Bu insanlar onun
yüzünden ne kadar çok korku, felaket çekti! Ne kadar gözyaşı akıttı! Onun yüzünden, bu
yaşamda ne çok iç çekiş, inilti ve yalnızlık; öbür dünyada da ebedî cehennem azabı! Sadece
yerlilerin değil -ki bunlar sayısızdı- zavallı Hıristiyanların da bu denli büyük haksızlıklara,
günahlara ve korkunç iğrençliklere katılımını sağladı. İnşaallah Tanrı ona acır da verdiği hazin
sonla yetinir.
YENİ İSPANYA'DAN, PÂNUCO VE JALİSCO'DAN
Yeni İspanya ve Pânuco'da meydana gelen, daha önce anlattığım veya hiç bahsetmediğim büyük
zulümler ve katliamlardan sonra, 1525'te Pânuco'ya başka bir zorba geldi. Duyarsız ve caniydi.
Birçok zulüm yaptı. Çok sayıda köleyi, yukarıda anlatıldığı gibi demirle dağladı. Oysa hepsi
özgür insanlardı. Onları birçok gemiye yükledi ve en iyi satış yapabileceği Küba ve İspanya
adasına yolladı. Böylece tüm eyaletin yokedilişini tamamladı. Bir kısrak için 24 yerlinin -akıl
sahibi kişiler- verildiği görülüyordu. Daha sonra, bu zorba başkanlık ettiği diğer büyük zorba
yöneticilerin görevlileri ile birlikte Meksika şehri ve yeni İspanya yönetimine atandı. Beraberce
öyle çok cinayet ve günah işlediler, öyle çok zulüm, hırsızlık, iğrençlik yaptılar ki inanamazsınız.
Bu yollarla, bu toprak parçasını öyle boşalttılar ki eğer Tanrı onları durdurmasaydı iki yıl içinde
Yeni İspanya'yı İspanyol adasının bugünkü haline getireceklerdi. Saint François tarikatından din
adamlarının direnişi ve adil faziletin dostu olan yeni bir kurum, kraliyet mahkemesi, bu gidişi
engelledi. Zorbanın çevresindeki adamlardan bazıları, büyük meyveliğin etrafına duvar
ördürmek için 8.000 yerli getirttiler. Bunlar ücretsiz, yemeksiz çalışıyorlardı. Aniden açlıktan
ölüyorlar, zorba hükümdar ise hiç ilgilenmiyordu. Pânuco'yu yokeden bu meşhur zorba
hükümdar, adil kraliyet mahkemesinin gelişini öğrendiğinde, diktatörlüğünü uygulayacağı bir
yer keşfetmeyi düşündü. Topraklara girecekti. Kendisine ve beraberindeki İspanyollara hamallık
yapması için Meksika eyaletinden zorla 15-20 bin adam kaçırdı. Bu yerlilerin hemen hepsi öldü.
200 kişi bile geri dönmedi. Meksika'ya 40 mil uzakta, Meksika kadar mutlu ve kalabalık
Michoacân eyaletine geldi. Bu eyaletin kralı ile beyi büyük bir kalabalıkla onu karşılamaya
geldiler. Ona günlerce hizmet ettiler, hediyeler sundular. Zorba hükümdar, altınları ve
gümüşleriyle ünlü kralı ele geçirdi; hazinelerini kendisine vermesi için ona işkence yapmaya
başladı.
Ayaklarına köstek vurdu. Kollarım gerdi ve onu, ellerinden kalın bir kalasa bağladı. Ayaklarının
altına yanan bir odun yığını yerleştirdi. Elinde gazyağına batırılmış bir çamaşır tutan genç bir
delikanlı, deri daha iyi kızarsın diye zaman zaman ayaklarım ıslatıyordu. Bir yandan cani bir
adam, oklarla donatılmış bir orduyla kralın kalbine nişan almıştı. Diğer yandan başka bir adam,
kralın üzerine atlamaya ve onu göz açıp kapayıncaya kadar parçalara ayırmaya hazır korkunç
vahşi bir köpeği tutuyordu. Zorba hükümdarın aradığı hazinelerin yerini söylemesi için, ona bu
şekilde işkence ettiler. Ta ki durumdan haberdar edilen Saint François tarikatından bir din adamı,
onu ellerinden kurtarana dek. Bu işkenceler sonunda kral öldü. İspanyollar aynı şekilde altın ve
gümüş vermeye mecbur etmek için, bu eyaletlerin birçok beyine, başkanına işkence ettiler, onları
öldürdüler.
O devirde, kişilerden çok, çalmayı düşündüğü keselerini ve varlıklarını ziyaret eden bir zorba,
bazı yerlilerin putlarını sakladıklarını keşfetti. İspanyollar onlara daha iyi bir Tanrı'nın varlığını
hiçbir zaman öğretmemişlerdi. Putlarını verene kadar onları hapis tuttu; çünkü putların altın ya
da gümüşten olduğunu sanıyordu. Ardından onlara acımasızca işkence etti. Çalma amacından
vazgeçmemek için beyleri, putlarını kendisinden geri satın almaya zorladı. Onlar da
geleneklerine göre, Tanrıları olarak tapınmak için, bulabildikleri altın ve gümüşle putlarını geri
satın aldılar. İşte uğursuz İspanyolların Amerika kıtasında, yaptıkları ve örnekleri, işte Tanrı'yı
nasıl yücelttikleri!.. Michoacân eyaletinin yöneticisi bu büyük zorba, Jalisco eyaletine gitti.
Burası insan doluydu. Bir kovan gibi, kalabalık ve mutluydular. Çünkü kıtanın en verimli, en
hayranlık verici eyaletlerinden biriydi burası. Nüfusu 7 millik bir alana yayılmış köyleri vardı.
İspanyollar oraya girdiklerinde, beyler ve bölge sakinleri, her zaman yerlilerin yaptığı gibi,
hediyeler ve sevinç gösterileriyle onları karşılamaya geldiler. Bu zorba yönetici her zamanki
zulümlere ve cinayetlere başladı. Bunlar, İspanyolların yerlilere yaptıkları, alışkanlık haline
gelmiş işkencelerdi. Amaçları Tanrıları saydıkları şeyi elde etmekti. O da altındı. Köyleri
yakıyor, beyleri yakalayıp işkence ediyor, yakalayabildiği herkesi köle yapıyordu. Zincirlere
vurarak bir yığın yerliyi götürüyordu. Yeni doğum yapmış kadınlar, kötü Hıristiyanların
yüklerini taşıyorlardı. Ağır işten veya açlığın yol açtığı güçsüzlükten dolayı bebeklerini
taşımayacak duruma geldiklerinde onları yollarda bırakıyorlardı. Çok sayıda bebek böyle
yollarda öldü.
Kötü bir Hıristiyan, günah işlemek için genç bir kızı yakalayarak kaçırmak amacıyla annesine
saldırdı. Bir hançer ya da kılıç alıp annenin elini kesti. Genç kızı ise, rıza göstermediğinden,
hançer darbeleriyle öldürdü. Anlatılmayan onca cinayetin arasında, zorba yönetici 4500 erkek ve
kadını, daha süt emen bir yaşındaki çocukları, iki, üç, dört ve beş yaşlarındakileri, köle gibi,
haksızca -çünkü hepsi de diğer yerliler gibi özgür insanlardı- demirle dağladı. Oysa onlar
barışseverlikle İspanyolları karşılamaya gelmişlerdi. Haksız ve korkunç, sayısız savaş ve
katliamın sonunda zorba yönetici, bütün bu toprağı baskıcı köleliğin olağan vebasına düşürdü.
Genellikle adadaki tüm Hıristiyan yöneticiler köleliği uyguluyor ve halka kabul ettirdiklerini ileri
sürüyorlardı. Vekilleri aracılığı ile cani eylemler ve duyulmamış işkenceler yaptırdı. Amaç altın
ve keselerini almaktı. Vekillerinden biri, barışçı oldukları halde asarak, diri diri yakarak, vahşi
köpeklere atarak, ayaklarını ve ellerini, başını ve dilini keserek birçok yerliyi öldürdü. Altın ve
keselerini vermeleri için onları korkutmaktan başka bir şey bildiği yoktu. Cani kırbaç ve sopa
darbeleri, tokatlar her gün, her saat uygulanan her. türlü zulümden başka, bu ünlü zorba, vekilini
görüyor, yaptıklarını biliyordu. Zorba yöneticinin Jalisco krallığında 800 köyü yakıp yokettiği
anlatılır.
Öyle ki diğerlerinin canice öldürülüşünü görüp umutsuzluğa kapılan yerliler ayaklandılar ve
ormanlara sığındılar. Haklı olarak onurluca birkaç İspanyol’u öldürdüler. Ardından, diğer
eyaletleri yoketmek -onların keşfetmek diye adlandırdığı- için oradan geçen yeni, başka zorba
yöneticilerin haksızlıkları ve hakaretleri karşısında bazı kayalıklar üzerinde güçlendiler. Şimdi
İspanyollar, onlara yeniden öyle çok zulüm yapıyorlardı ki, bir yığın insan öldürerek bu büyük
toprağı hemen hemen tamamen insansız bıraktılar, kırıp geçirdiler. Tanrı’nın cehennemlikler
arasına terkettiği bu zavallı körler, yerlilerin sebebinin son derece adil olduğunu görmüyorlar.
Gerekli güçleri ve silahları olsaydı, doğal, kutsal ve insani kanunlara göre yerlilerin, onları
(İspanyolları) parçalara ayırmaya ve topraklarından kovmaya hakları olurdu. Kendi sebeplerinin
ise çok adaletsiz ve haksız olduğunu, tüm kanunlar tarafından yasaklandığı görmüyorlar.
Masum yerlilere karşı, onları yokederek kazandıkları zaferlerin kendilerine Tanrı tarafından
verildiğini, çünkü bu haksız savaşların adil olduğunu düşünüyor, söylüyor ve yazıyorlardı.
Yerlilere yaptıkları onca hakaret, zorbalık, ağır ve açıklanamaz günahların ardından, tekrar
savaşabilmek için bunu söylüyorlardı. Baskıcı eylemleriyle neşeleniyor, gurur duyuyor ve
Tanrı'ya minnettar oluyorlardı. Tıpkı Zekeriya peygamberin sözettiği hırsız zorbaların yaptığı
gibi (Bölüm 2): Pasce pecora ocissionis quoe qui occidebant non dolebant sed dicebant:
benedictus Deüs quid divites facti sumus! (*)
YUCATAN KRALLIĞI'NDAN
1526 yılında bir başka sefil adam, krala söylediği yalanlar, aldatmacalar ve yaptığı teklifler
sayesinde Yucatan Krallığı valiliğine atandı. (O zamana kadar diğer zorba yöneticiler de,
hırsızlık yapmalarına imkân tanıyan görev ve makamları elde etmek için böyle yapmışlardı).
Yucatan Krallığı bir yığın insanla doluydu çünkü burası çok verimli bir topraktı. Elde edilen
besin ve meyveler bakımından Meksika'dan da iyi bir yerdi burası. Özellikle bal ve balmumu
bolluğu ile Amerika'nın şimdiye dek tanınmış her yerini geçerdi. Bu krallığın çevresi aşağı
yukarı 300 mil idi. Sakinleri, uysallıkları ve kibarlıkları ile tüm yerliler içinde dikkat çekerlerdi.
Kötülükler ve günahlar onlardan uzaktı. Bu insanlar Tanrı'yı tanımaya kadir ve lâyıktı.
(*) Bu koyunları otlat. Onları öldürenlerin hiç merhameti yoktu, şöyle söylüyorlardı:
Tanrı'ya hamdolsun, işte zenginiz.
İspanyollar bu krallıkta büyük şehirler kurabilirler ve orada yeryüzü cennetindeymiş gibi
yaşayabilirlerdi (eğer buna layık olsalardı). Ancak açgözlülükleri, duyarsızlıkları ve büyük
günahları yüzünden buna lâyık olamadılar. Tıpkı Tanrı'nın onlara Amerika'da gösterdiği diğer
pek çok bölgeye lâyık olamadıkları gibi.. Bu zorba, beraberindeki 300 adamla birlikte, kimseye
zarar vermeden evlerinde duran iyi ve masum halka karşı savaşa girişti. Bir yığın insanı öldürdü
ve yoketti.
Toprakta altın olmadığından (eğer olsaydı madenlerden altın çıkartarak yerlileri öldürürdü)
yerlileri derhal köle yaparak, İsa kimin için ölmüşse, işte altını onların beden ve ruhlarından
çıkardı. Gemilerin yakınında sirkeye, domuz yağına, giyeceklere, atlara, kendisinin ve
yardımcılarının ihtiyacı olan her şeye karşılık, kendi yargı ve değerlendirmesine göre onları
değiş tokuş yapıyordu. Hepsi birbirinden güzel 50-100 genç kızı seçime sunuyordu. Her adam
12-15 kg ağırlığında şarap, yağ veya sirke, ya da domuz yağına karşılık birini seçiyordu.
Seçilmiş 100-200 delikanlı arasında, yakışıklı bir delikanlının da değeri aynıydı. Bir prensin
oğluna benzeyen bir delikanlının bir miktar peynire, 100 kişinin de bir ata karşılık verildiği
görüldü. Bu zorba, 1526'dan 1533'e dek, 7 yıl boyunca böylesine iğrenç bir ticareti sürdürdü. Bu
toprakları yakıp yıktı, halksız bıraktı, yerlileri acımasızca öldürdü. Son olarak, Peru'nun
zenginlikleri duyuldu ve yanındaki İspanyollar oraya gittiler. Cehennem birkaç gün süresince
durdu. Ancak, başka büyük kötülükler, hırsızlıklar, yakalamalar yapmak, Tanrı'ya büyük
günahlar işlemek üzere geri döndüler, hâlâ da işlemeye devam ediyorlar. Söylediğim gibi, son
derece kalabalık olan bu 300 millik alanı hemen hemen tamamen boşalttılar.
Orada yapılan zulümlere kimse inanamaz, kimse bunları anlatamaz. Sadece aklıma gelen iki üç
tanesini anlatacağım. Sefil İspanyollar, vahşi köpekleriyle tehdit ederek kadın, erkek, tüm
yerlileri arıyorlardı. Hasta bir yerli köpeklerden kaçamayıp diğerleri gibi parçalara ayrılacağını
anlayınca bir ip aldı. Ayaklarından birine bir yaşındaki bebeğini bağladı ve kendini bir direğe
astı. Bunu yeterince çabuk yapamadığından, köpekler gelip bebeği parçalara ayırdılar. Ölmeden
önce, bir keşiş onu vaftiz etme imkânı buldu. İspanyollar bu krallıktan ayrılırken, içlerinden biri,
bir köy veya eyalet beyinin oğlundan kendisiyle beraber gelmesini istedi. Çocuk ülkesini
terketmek istemediğini söyledi. İspanyol şöyle cevap verdi: "Benimle gel, yoksa kulaklarını
keseceğim." Çocuk, hayır yanıtını verdi. İspanyol hançerini kınından çıkardı ve çocuğun her iki
kulağını da kesti. Çocuk ülkesini terketmek istemediğini tekrar ettiğinden, sadece saçlarını
çekiyormuş gibi gülerek burnunu kesti. Bu, yoldan çıkmış adam, ulu bir din adamının önünde,
yerli kadınları gebe bırakmak için her şeyi yapmasıyla utanmadan övündü. Böylece, hamileyken
onları köle olarak en iyi fiyattan satıyordu.
Bu krallıkta ya da Yeni İspanya'nın bir eyaletinde köpekleriyle geyik veya tavşan avına giden İspanyolun
biri, bir gün avlanacak hiçbir şey bulamadı. Köpeklerinin aç olduğunu düşündü.
Küçücük bir oğlan çocuğunu annesinden kaçırdı. Bir hançerle kollarını ve bacaklarını kesip
parçalara ayırdı ve her köpeğe kendi payını verdi. Köpekler parçalan yiyince, küçük gövdeyi
yere, bütün sürüye attı. İspanyolların bu bölgelerdeki duyarsızlıklarını, Tanrı'nın onları nasıl "in
reprobus sensus" a götürdüğünü, Tanrı'nın suretiyle yaratılan ve kanıyla kurtarılan yerlilere ne
kadar değer verdiklerini görün. Daha korkunçlarını göreceğiz.
Kendilerine Hıristiyan diyenlerin -mantık onları kavrayamıyor- yaptıkları duyulmamış sayısız
zulümden sözetmeden sadece şu olayla sözlerimi bitirmek istiyorum. Peru'nun zenginlikleri
arzusuyla kör olmuş bütün iğrenç zorbalar gidince, muhterem peder fray Jacobo, halkı
yatıştırmak, dine çağırmak, despot İspanyolların 7 yıl boyunca yaptıkları korkunç
bağbozumlarından ve cinayetlerden geriye kalan küçük salkımları İsa'ya götürmek için Saint
François tarikatından 4 din adamıyla beraber bu krallığa gitmeye karar verdi. Din adamları
sanırım 1534'te geldiler. Bütün dünyanın gerçek Tanrı'sı tek bir Tanrı'yı tanıtmak amacıyla din
adamlarının topraklarına girmelerini kabul edip etmediklerini öğrenmek için, Meksika
eyaletinden bazı yerlileri elçi olarak yolladılar. Yerliler birçok kez toplandılar, bir araya geldiler.
Önce, kendilerine peder, papaz diyen bu adamların ne olduğu, ne istedikleri hakkında bilgi
aldılar. Onlara onca hakaret eden, haksızlık yapan Hıristiyanlardan ne farkları olduğunu
araştırdılar. Sonuçta, başka İspanyollar olmadan, yalnız gelmeleri şartıyla onları kabul etmeye
karar verdiler.
Din adamları söz verdiler çünkü Yeni İspanya'nın genel valisi onlara bu yetkiyi vermişti. Genel
vali, din adamları hariç, İspanyolların artık bu topraklara girmeyeceğine ve Hıristiyanların
yerlileri hiçbir şekilde rahatsız etmeyeceğine dair söz vermişti. Din adamları, her zamanki gibi
İsa'nın İncirini öğrettiler ve İspanya Kralı'nın yerliler hakkındaki kutsal niyetinden söz ettiler.
Yerliler, doktrini ve papazların örneğini öyle çok sevdiler, haz duydular, Castilla krallarından
sözedilmesinden öyle çok zevk aldılar ki... Çünkü yedi yıl boyunca İspanyollar hiçbir zaman dini
öğretmemişler, Tanrı'dan bahsetmemişlerdi. Tek bahsettikleri onlara baskı yapan ve onları
yokedenlerdi. Papazların gelişi ve vaizlerinden 40 gün sonra, bölge beyleri bütün putlarını,
yakılmak üzere getirdiler. Sonra gözbebekleri gibi baktıkları çocuklarını din adamlarına, eğitsin
diye teslim ettiler. Onlar için kiliseler, tapınaklar, evler inşa ettiler. Din adamları, vaiz vermeleri,
Tanrı'dan ve büyük Castilla kralı dedikleri kişiden sözetmeleri için diğer eyaletlere davet
ediliyordu. Papazlar tarafından ikna edilen yerliler, şimdiye dek Amerika'da hiç yapılmamış bir
şey yaptılar. Bu krallıkları ve geniş toprakları yokeden bazı zorba yöneticilerin iddialarının hepsi
uydurma ve yalandan başka bir şey değildir. 12 ila 15 bey ve birçok topraktaki bağımlıları,
halklarıyla toplandılar. Onların fikrini ve onayını aldılar. Sonra da kendi rızalarıyla Castilla
krallarına boyun eğdiler. İspanya kralını, yüce ve evrensel beyleri olarak kabul ettiler. İmza
yerine de birtakım işaretler yaptılar. İmzalar da, din adamlarının şahitliği de elimde.
Bu imana sahip olan din adamları büyük bir sevinçle doluydular. Geçmişteki haksız cinayetler ve
savaşlarda sağ kalabilmiş, diğer krallık sakinlerini de İsa'ya götürebilme umudunu taşıyorlardı.
Birden, krallığın bir kısmına 18'i süvari ve 12'si piyade olmak üzere 30 zorba girdi. Başka
eyaletlerdeki yerlilerden aldıkları putlarla yüklüydüler. Bu otuz İspanyol’un kaptanı girdikleri
bölgeden bir bey çağırttı. Putları almasını ve tüm bölgeye dağıtmasını söyledi. Her putu, köle
yapılacak kadın veya erkek bir yerliyle değiş tokuş ediyor, beyi.de. eğer bu değişimi
uygulamazsa savaş yapmakla tehdit ediyordu. Korkuyla zorlanan bey putları tüm bölgeye dağıttı.
Bağımlılarına tapmaları için putları almalarını ve kadın-erkek yerliler vermelerini emretti. O da
bu yerlileri köle yapacak olan İspanyollara teslim ediyordu. Yerliler, korkudan iki çocuklarından
birini veya üç çocuklarından ikisini veriyorlardı. Bu şekilde bu günah ticarete uyuyorlardı. Bey
ya da yerli başkan sanki Hıristiyan olmuşlar gibi İspanyolları memnun ediyordu.
Bu dinsiz, şeytansı hırsızlardan Juan Garcia adlı birisi hasta ve ölüm döşeğindeydi. Yatağının
altında iki put yükü vardı. Hizmetindeki yerli bir kadına, bu putlara karşılık tavuk kabul
etmemeye özen göstermesini söylüyordu, çünkü bunlar çok iyi putlardı, her biri bir köle
değerindeydi. Sonunda sefil adam bu vasiyet ve saplantıyla öldü. Cehennemlere gömüldüğünden
kim şüphe edebilir ki?
Şimdi incelense ve değerlendirilse; İspanyolların Amerika'ya gelişindeki kâr nedir, hangi din
izleri, hangi Hıristiyanlık örnekleri veriyorlar, Tanrı'yı nasıl yüceltiyorlar, bu halklara O'nu
tanıtmak ve Ona taptırmak için nasıl bir çaba harcıyorlar, bu ruhlara kutsal imanı ekmekten, onu
çoğaltmak ve yaymaktan nasıl kaygı duyuyorlar. Jeroboam'ın (halkın tapması için iki tane altın
buzağı yaptığından İsrail'i günaha sokmuştu) girdiğinden daha küçük bir günah mı oldu
yaptıkları, yoksa Judas'inkine mi benzedi ya da daha fazla skandala mı yol açtı? Burada
yargılansa; işte Amerika'ya giden, altına susamışlıkları ile birçok defa İsa'yı satan ve bugün de
satmaya devam eden, onu tekrar tekrar reddeden İspanyolların eylemleri.
Yerliler din adamlarının verdiği sözün (İspanyolların bu eyaletlere giremeyeceği sözü) doğru
olmadığını, İspanyolların bizzat kendilerinin diğer ülke putlarını onlara satmak için getirdiklerini
gördüler. Oysa onlar bütün putlarını, yakmaları için din adamlarına vermişlerdi; şimdi tek
amaçları gerçek Tanrı'ya tapmaktı. Bunun üzerine tüm ülke, din adamlarına öfkelendi ve
ayaklandı. Yerliler onlara şöyle dediler: "Hıristiyanların bu ülkeye girmeyeceklerine dair söz
vererek bizi kandırmak niye, bize yalan söylemek niye? Mademki Hıristiyanlarınız bize
başkalarını satmak için getireceklerdi o halde tanrılarımızı yakmak niye? Acaba bizim
tanrılarımız diğer milletlerinkinden daha iyi değil miydi1?" Din adamları ellerinden geldiğince
onları yatıştırdılar, çünkü onlara söyleyecek hiçbir şeyleri yoktu. Otuz İspanyol’u görmeye
gittiler ve yaptıkları kötülüğü söyleyerek burayı terketmelerini istediler. İspanyollar bunu
reddetti. Hatta yerlilere, kendilerini din adamlarının getirttiğine inandılar. Bu usta bir kurnazlıktı.
Sonuçta yerliler, din adamlarını öldürmeye karar verdi.
Din adamları, kendilerini haberdar eden yerliler sayesinde bir gece kaçarak canlarını kurtardılar.
Gidişlerinden sonra, yerliler din adamlarının masumiyetini ve erdemini, İspanyolların da
kötülüğünü anladı. Papazlara elçiler yolladılar. Bunlar 50 mil sonra onlara ulaştı. Geri
dönmelerini rica ettiler. Sebep oldukları huzursuzluktan dolayı özür dilediler. Tanrı'nın
hizmetkârı olan din adamları, bu insanlar için kaygı duyuyordu. Onlara inanarak ülkeye geri
döndüler. Melekler gibi karşılandılar. Yerliler onlara günlerce hizmet etti. Orada 4-5 ay daha
kaldılar. Hıristiyanlar bu ülkeyi hiçbir zaman terketmek istemediklerinden genel vali bile, tüm
gayretlerine, onları hain ilân etmesine rağmen, geri döndürmeyi başaramadı. Çünkü Yeni
İspanya'dan uzaktaydı. İspanyollar her zamanki gibi yerlileri yaralamayı, ezmeyi aralıksız
sürdürüyorlardı. Din adamları bunca kötü eylem karşısında yerlilerin er veya geç kızacaklarını ve
yine her şeyin onların üzerine kalacağını düşünüyordu. Gerçekten de huzurla vaaz
veremiyorlardı. İspanyolların kötü hareketleriyle onların da, yerlilerin de sürekli huzuru
bozuluyordu. Sonunda bu krallığı terketmeye karar verdiler. Böylece bu toprak, doktirinin ışığı
ve yardımı olmadan terkedildi. Bu insanlar cahillikleri ve sefaletleriyle kalakaldılar. Din
adamları, en önemli anda yerlileri Tanrı'nın iyi haberinin ve inancının desteğinden mahrum
bırakıyorlardı. Oysa yerliler doymak bilmeden bu bilince varıyorlardı bile. Bu, yeni ekilmiş
bitkilerin suyunu kesmek gibi bir şeydi. Ve bütün bunlar İspanyolların açıklanamaz hatası ve
ustaca kötülükleri yüzündendi...
SANTA MARTA EYALETİNDEN
Santa Marta, yerlilerinin çok altına sahip olduğu bir topraktı. Çünkü toprak zengindi ve yerliler
altını çıkarmakta ustaydılar. Bu nedenle 1498'den 1542'ye kadar sayısız zorba, İspanyol
gemileriyle burayı yağmalamaya, halkı öldürüp mallarını çalmaya, altınlarını almaya geldiler. 40
yılı aşkın bir süre aralıksız devam eden bu yolculuklar sırasında, genellikle sahil şeridinde ve
birkaç mil içeride 1523'e dek büyük zarar verdiler, katliamlar, zulümler yaptılar. 1523'te
İspanyol zorbalar bölgeye yerleşti. Toprak zengin olduğundan, söylediğim gibi, değişik kaptanlar
arka arkaya geldi. Hepsi de birbirinden zalimdi. Her biri diğerinden daha aşırı zulümler ve
cinayetler yapmayı iş edinmişti. Amaç, belirtilen disiplini daha da yukarılarda sağlamlaştırmaktı.
1529'da ne Tanrı korkusu, ne de insan soyu için merhamet duyan kararlı büyük bir zorba,
kalabalık bir grupla geldi. Beraberindekilerle birlikte öyle çok zarar verdi, katliam ve dinsizlik
yaptı ki kendinden öncekileri geçti. Bu eyalette yaşadığı 6-7 yıl boyunca birçok hazine çaldı.
Kaldığı yerden kaçarken günah çıkaramadan öldü. Onu diğer katil ve hırsız zorbalar izledi.
Bunlar önceki zorbaların ellerinden ve cani bıçağından kaçan sakinleri yoketme işini
tamamladılar. Birçok büyük eyaleti mahvedip, kırıp geçirerek, halkı daha önce anlatıldığı gibi
yakalayıp öldürerek toprakların içlerine yayıldılar.
Başka yerlerde, altın bulmak ve kimin altın sahibi olduğunu öğrenmek için beylere ve
bağımlılarına canice işkence ediyorlardı. Söylediğim gibi, bu zorbalar, cinayetlerinin sayısı ve
ağırlığı bakımından öncekileri geçtiler. O kadar ki 1529'dan bugüne, bu bölgede diğerleri kadar
kalabalık olan 400 mili aşkın toprağı boşalttılar.
İspanyolların, Santa Marta krallıklarından Tanrı'ya, krala ve bu masum milletlere karşı yaptığı
kötülükleri, katliamları, topraklan halksız bırakışları, yaptığı haksızlıkları, şiddeti, zararı ve
büyük günahları detaylı olarak anlatmam gerekseydi gerçekten çok uzun bir hikâye yazacak
olurdum. Ama eğer Tanrı bana ömür verirse, bunu da zamanı gelince yaparım. Burada sadece
eyalet piskoposunun krala, efendimize yazdığı sözlerden birkaçını göstermek istiyorum.
Mektubun tarihi 20 Mayıs 1541. Başka şeyler arasında piskopos şunları yazıyor: "Kutsal kral,
ben derim ki bu toprağı kurtarmanın yolu, majestelerinin onu hayırsız pederlerin iktidarından
alıp, kendisine mantıklı ve hakettiği gibi davranacak bir kişiye vermesidir. Üstelik bunu mümkün
olduğunca çabuk yapmalıdır, yoksa ondan sorumlu zorba yöneticilerin acı çektirişlerine, tüketişlerine
dayanarak eminim ki pek yakında yok olacak." Piskopos biraz ileride ise şöyle söylüyor:
"Majesteleri açık olarak görecek ki bu devletlerin kötülüklerden kurtulması için burayı
yönetenler bütün yetkilerinin ellerinden alınmasını hak ediyorlar. Kanımca eğer bu yapılmazsa,
topraklar çaresiz kalır. Majesteleri yine anlayacak ki bölgelerimizde Hıristiyan değil şeytanlar
var. Tanrı ve kral hizmetkârları değil kanun ve kral hainleri var. Gerçekte, savaşçı yerlileri
barışa, barışçı yerlileri dinimizi tanımaya götürmedeki en büyük engelin, Hıristiyanların barışçı
yerlilere yaptığı kaba ve cani muamele olduğunu düşünüyorum. Yerliler bundan dolayı öyle
hırçın, öyle huzursuz oluyorlar ki onlar için hiçbir şey Hıristiyan isminden daha iğrenç daha
nefret verici olamaz. Burada her yerde onlara (Hıristiyanlara) şeytan anlamına gelen 'yares'
diyorlar. Hiç şüphesiz haklılar, çünkü burada yapılan eylemler ne Hıristiyanların ne de mantık
sahibi insanların değil düpedüz şeytanların işi. Bundan şu sonuç çıkmaktadır ki, yerliler bu
acımasız kötülüğü Hıristiyanları az alanda olduğu kadar kafalarında da görünce, bunun
Hıristiyanların kanunu olduğunu, kaynağının da Tanrıları ve kralları olduğunu düşündüler.
Onları aksine ikna etmeye çalışmak denizi tüketmeyi istemektir, onlara İsa ve kanunuyla alay
etme, gülme fırsatı vermektir. Savaşçı yerliler, barışçı yerlilere yapılan muameleyi görünce, bir
İspanyol’un ellerinden birçok vuruş ile ölmek yerine, tek vuruşta ölmeyi tercih etti. Yenilmez
kralımız, bunu tecrübelerimden biliyorum." vs. vs.
Daha sonra şöyle diyor :
"Burada majestelerinin düşündüğünden daha fazla hizmetkâr var; çünkü burada bulunanlar
içinde hiçbir asker yoktur ki herkesin içinde, eğer altın elde etmek için majestelerinin
bağımlılarını yağmalar, çalar, yokeder, öldürür veya yakarsa bu majestelerinin hizmetindedir
dememeye cesaret etsin. Altının bir kısmının majestelerine gittiğini iddia eder. İşte bu yüzden
pek Hıristiyan kralımız, majestelerinin, Tanrıya hizmet edilmediği zaman kendisine de hizmet
edilmediğini, birkaç ağır ceza ile anlatması uygun olur."
Yukarıdaki her şey Santa Marta piskoposu tarafından açıkça söylenmiştir ve bugün bu zavallı
bölgelerde masum halka yapılanı açıkça göstermektedir. Piskopos, sefil İspanyolların
katliamlarından kaçıp ormanlara sığınabilenlere savaşçı yerli, sayısız cinayette sağ kalıp, daha
önce anlatılan baskıcı, korkunç köleliğe mahkum edilmişlere barışçı yerli diyor. Barışçı yerlilerin
çektiklerini oldukça az açıklasa da, piskoposun sözlerinden onların da sonuçta öldürüldükleri
anlaşılıyor.
İspanyollar dağlarda yük taşıtarak bölge yerlilerini bitkin düşürdü. Yerliler zayıflıktan ve
yorgunluktan düşüp bayıldığında, ayağa kalkıp dinlenmeden yürümeye devam etsinler diye,
İspanyollar tekmelerle, sopalarla onlara vurdu, kılıçlarının topuzuyla dişlerini kırdı. O zaman
yerliler genellikle şöyle söylerdi: "Hadi, kötüsünüz; daha fazla yapamıyorum, beni hemen
öldürün, burada ölmek istiyorum." Bunu, derin iç çekişleriyle, elleri kalplerinin üstünde, korku
ve acı içinde söylerdiler. Ah! Bu masum yaratıkların, sefil İspanyollar yüzünden çektikleri
felaketlerin, belaların yüzde biri anlatılabilseydi! Tanrı onları kurtarabilecek ve kurtarması
gerekenlere anlatsın!
CARTHAGENE EYALETİNDEN
Carthagene eyaleti, Santa Marta'nın 50 mil batısındadır. Carthagene ve Cenu eyaletleri, Uraba
körfezine dek 100 mil sahile ve güneye doğru içeride çok toprağa sahiptir. Bu eyaletler 1498 ya
da 1499'dan bugüne kadar Santa Marta eyaletleri gibi muamele gördü: Acı çektirildi, yerle bir
edildi, halk-sız bırakıldı, yokedildi. İspanyollar buraya da yine, zulüm, cinayet ve hırsızlıktan
başka bir şey getirmedi. Detaylı anlatmak istemiyorum, diğer eyaletlerde yapılan kötülükleri
anlatmak için bu kısa özeti çabucak bitiriyorum.
PERLES, PARİA SAHİLİ VE TRİNİDAD ADASI'NDAN
İspanyollar, Paria sahilinden Venezuela körfezine dek -körfez hariç- aşağı yukarı 200 millik bir
alanda, yaşayan halka büyük ve acımasız kıyımlara giriştiler. Yağmacılık yaptılar, köle olarak
satmak amacıyla canlı ele geçirmek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Antlaşmalar nedeniyle
yerlilerin İspanyollara duyduğu güven ve dostluğu istismar ederek onlara sık sık ihanette
bulunarak esir ettiler. Yerliler onları akrabaları ya da çocukları gibi evlerinde ağırlıyor,
verebildikleri her şeyi veriyor, mümkün olan en iyi şekilde onlara hizmet ediyordu. Gerçek şu ki
bu sahil sakinlerinin 1510'dan beri İspanyollar yüzünden uğradığı haksızlıklar, küfürler,
hakaretler ve sömürüler ne kolayca ne de detaylı olarak anlatılabilir. Sadece iki-üç tanesini
anlatmak istiyorum. İspanyolların, cehennem azabına benzeyen zulümlerini de bir parça olsun
anlatma imkânımız olacak böylece.
Trinidad adası Sicilya'dan çok daha büyük ve şirin, mutlu bir yerdir. Paris bölgesinde ana karayla
birleşir. Halkı, bütün Amerika'nın en iyilerinden, en erdemlilerindendir. 1516'da, bir yağmacı 60
deneyimli hırsızla beraber oraya gitti. Yerlilere, bu adada onlarla beraber oturmaya, yaşamaya
geldiklerini ilân ettiler. Yerliler onları kendi kanlarından çocuklarıymış gibi karşıladılar. Beyler
ve diğer kimseler büyük bir sevgi ve sevinçle onlara hizmet etti. Her gün onlara o kadar çok
yiyecek getiriyorlardı ki artanlar bir o kadar daha İspanyol’u beslemeye yeterdi. Gerçekten sahip
olduğu ve İspanyolların ihtiyacı olan her şeyi bol bol vermek Yeni Dünya'nın tüm yerlilerinde
ortak bir tutum ve cömertlikti. Hepsinin beraber yaşaması için tahtadan büyük bir ev yaptılar.
Öne sürdükleri şeyi yapmak için İspanyollar tek bir ev istiyordu. Yerliler kirişlerin üzerine
saman koyup, içerinin görünmemesi için duvarları çift katlı yapmaya çalışırken, İspanyollar,
evin bitimini hızlandırma bahanesiyle içeriye bir sürü yerli soktular. Bazıları dışarıya, evin
etrafına, silahlı ve çıkanları yakalamaya hazır; bazıları da içeriye dağıldı. İçeri-dekiler kılıçlarını
çekip, çıplak yerlileri kımıldamaları halinde öldürmekle tehdit etti. Onları bağladılar. Kaçmak
için zıplayan yerliler kılıçla parçalara ayrıldı. Sağ salim veya yaralı kurtulan birkaçı ve eve
girmemiş olan köylüler yaylarını ve oklarını alarak, kendilerini savunmak üzere köyün başka bir
evine sığındı. 100 ya da 200 kişiydiler.
İspanyollar çıkış yolunu kapatarak evi ateşe verdi ve hepsini diri diri yaktı. Ele geçirdiklerine
gelince, bağlayabildikleri 180-200 adamı gemilere götürdüler, yelken açtılar ve San Juan'a
gittiler. Orada yansını köle olarak sattılar. Sonra İspanyol Adası'na gidip diğer yansını sattılar.
Kaptanı San Juan adasında büyük ihanetinden ve kötülüğünden dolayı kınadığım sırada bana
şöyle cevap verdi: "Haydi canım sen de! Beni yollayanlar savaşla yakalayamadığım yerlileri
barışla yakalamam için emir verdiler." Aslında, hayatı boyunca Trinidad adasından başka bir
yerde anne ve baba bulamadığını söyledi bana. Yerliler ona karşı o kadar iyilerdi... Bunu kendi
ifadesiyle dile getiriyor, böylece günahlarını daha da ağırlaştın-yordu. İspanyollar kendilerine
güvenen yerlileri yakalayarak ana kara üzerinde bu tip sayısız kötü eylemde bulundular. Bu
şekilde yakalanan yerlilerin adil olarak köle yapılıp yapılamayacağını anlamak için bu eylemler
dikkatli bir şekilde incelenmelidir.
Başka bir seferinde, bizim tarikatımız olan Saint Dominique'in papazları, doktirinin ışığı ve
tecellisinden mahrum olan bu halkların -tıpkı bugünkü Amerika halkı gibi- ruhlarını kurtarmak
için din değiştirmeyi öğretmeye karar verdiler. Erdemli, ermiş, seçkin bir ilahiyatçıyı tarikattan
olmayan bir rahiple birlikte yolladılar. Rahibin ülkeyi tanıması, ülke sakinleriyle tanışması ve
manastırlar inşa etmek için uygun yerler araması öngörülmüştü. Din adamları geldiğinde, yerliler
onları gökten inmiş melekler gibi karşıladılar. Din adamlarının o sırada konuşmadan ziyade
işaretle anlatabildikleri -çünkü dili bilmiyorlardı- sözleri sevgiyle, dikkatle ve sevinçle dinlediler.
Din adamlarını getiren geminin hareketinden sonra bir diğeri geldi. Bu gemideki İspanyollar her
zaman yaptıkları gibi, din adamlarından gizli, bu ülkenin beyini kurnazca kendilerine çektiler.
Beyin adı don Alonso idi. Daha doğrusu papazlar veya diğer İspanyollar ona bu adı vermişlerdi;
çünkü yerliler bir Hıristiyan ismine sahip olmaya bayılıyorlardı. Hatta ne olduğunu bilmeden
vaftiz edilmek için isim istiyorlardı. İspanyollar don Alonso'yu, karısı ve diğer kişilerle birlikte
gemiye bindirmek için kendilerine çekti. Bahaneleri onları kutsamaktı. Sonuçta bey, karısı ve 17
kişi İspanyolların hiçbir kötülük yapmayacaklarından emin bir şekilde gemiye bindi. Çünkü din
adamları ülkelerindeydi. Aksi halde İspanyollara güvenmezlerdi. Yerliler biner binmez, hainler
yelkenleri kaldırdı. İspanyol adasına götürüp onları köle olarak sattılar. Beyleri ve onun karısının
götürüldüğünü öğrenen tüm bölge sakinleri din adamlarının evine geldi ve onları öldürmek
istedi. İspanyolların böylesine büyük kötülüğü karşısında, papazlar üzüntüden kahroldu. Böyle
bir haksızlığın yapılmaması için şüphesiz hayatlarını verirlerdi. Üstelik bu, ruhların hiçbir zaman
Tanrı sözü duyup inanmayacakları şekilde bir engel koymaktı. Ellerinden geldiğince yerlileri
yatıştırdılar. Beylerinin ve beraberindekilerin kendilerine geri verilmesi için ilk geçen gemiyle
İspanyol adasına yazı yazacaklarını söylediler. Sonra, yöneticilerin cehennem azabını daha da
haklı çıkarmak için Tanrı oraya bir gemi yolladı. Papazlar da İspanyol adasındaki din adamlarına
yazdılar. Birçok kez ısrarla istediler ve protesto ettiler.
Müşavirler hiçbir zaman haksızlığı gidermek istemediler çünkü zorbalar tarafından haksızca,
canice yakalanan yerliler özellikle onların arasına dağıtılmıştı. Bölge yerlilerine beyleri don
Alonso'nun 4 ay sonunda diğerleriyle beraber geleceğine söz veren iki din adamı ne 4 ay, ne de 8
ay sonra kimsenin gelmediğini görünce ölmeye ha-. zırlandılar. Amerika'ya gelmeden önce
hayatlarını O'na sunmuşlardı; şimdi onu vermeye hazırlardı. Böylece hak yerini buldu. Yerliler
masum olmalarına rağmen onları öldürerek intikam aldı. Çünkü bu ihanetin nedeninin din
adamları olduğunu düşündüler. 4 ay sonunda din adamlarının temin ettiği, söz verdiği şeyin
gerçekleşmediğini görmüşlerdi. Din adamları ile bütün bölgedeki zorba, hırsız, yağmacı
İspanyollar arasında fark olduğunu bilmiyorlardı (hâlâ da bilmiyorlar). Ermiş papazlar, bu cani
haksızlık yüzünden, haksızca acı çektiler. Fakat bu papazlar, kutsal dinimize göre, şüphesiz
bugün Tanrı ile beraber, mutlu bir şekilde göklerde bulunan gerçek birer şehittir. Niyetleri kutsal
dini öğretip yaymak, kendilerine sunulacak her türlü acıya ve ölüme çarmıha gerilmiş İsa adına
katlanmak ve bütün ruhları kurtarmaktı. Başka bir seferinde büyük zulümler ve kötü
Hıristiyanların zararlı eylemleri yüzünden, yerliler "dominicains" tarikatından iki kişi,
"franciscains" tarikatından da bir kişiyi öldürdüler. Olaya şahit oldum çünkü aynı ölümden
mucize eseri kurtuldum. Bu konuda insanları korkutacak çok şey anlatılabilir çünkü durum gayet
ciddi ve korkunçtur. Ama bu, uzun bir hikâye olduğundan zamanı gelmeden anlatmak
istemiyorum. Tanrı, Hıristiyan adını taşıyanların Amerika'da işledikleri böylesine korkunç,
böylesine iğrenç baskıların intikamını aldığında kıyamet günü daha kolay anlaşılacak.
Aynı eyaletlerde, Codera burnunda, beyleri Higoroto isimli bir halk yaşıyordu. Bu, hem halkı
hem de halkın beylerini temsil eden ortak bir isimdi. Bey öyle iyi, halkı da öyle erdemliydi ki
gemileriyle oradan geçen bütün İspanyollar konukseverlik, yiyecek, dinlenme, güç, serinlik
bulurlardı. Higoroto, başka eyaletlerden kaçan -oralarda yağmacılık ve pek çok kötü, baskıcı
eylem yapmışlardı- birçok İspanyol’u ölümden kurtardı. Açlıktan ölü bir hale gelenleri tedavi
ediyor, Hıristiyanların bulunduğu Perles adasına sağ salim yolluyordu. Kimse hiçbir şey
farketmeden onları öldürebilirdi ama yapmadı. Sonuç olarak, bütün Hıristiyanlar Higoroto'nun
ülkesine herkesin hanı ve evi diyorlardı. Uğursuz bir zorba, yaşayanların kendilerini güvenlikte
hissettiği bu bölgeye saldırmaya karar verdi. Bir gemiyle oraya gitti. Diğer gemilere güvenle
bindikleri için, pek çok yerliyi gemiye davet etti. Birçok kadın, erkek, çoluk çocuk gemiye
binince yelken açtı ve San Juan adasına gitti. Orada hepsini köle olarak sattı. Adaya o sırada
geldim. Zorbayı gördüm ve yaptığı her şeyi öğrendim. Bütün halkı yoketti. Bu sahilde hırsızlık
ve yağmacılık yapan bütün İspanyol zorbalar üzüldüler. Bu korkunç hareketi lanetlediler. Çünkü
evlerindeymiş gibi hissettikleri sığınağı ve hanı kaybetmişlerdi. Tekrar ediyorum, bu topraklarda
işlenen ve hâlâ da işlenmeye devam eden sonsuz cinayetlerin, korkunç olayların hepsini
anlatmıyorum.
Zorbalar, son derece kalabalık bu sahilde soyulan ve yakalanan 2 milyondan fazla insanı
İspanyol ve San Juan adalarına götürdü. Hepsini madenlerde veya başka yerlerde çalıştırarak
öldürdüler. Yukarıda söylendiği gibi adalarda yaşayan kalabalık halk bu sayıya dahil değildi. Bu
mutlu sahili bomboş, halksız görmek insanın içini sızlatıyor, kalbini kırıyor.
Hiçbir gemi, anlattığım gibi, çalınan ve soyulan yerlilerin üçte birini denize atmadan (yani
gemiye bindirilip orada ölen, ya da yakalanırken ölen yerliler) gitmezdi. Bu kanıtlanmış bir
gerçektir, sebebi de şudur: İspanyollara, köle olarak sattıklarında mümkün olduğunca fazla para
getiren pek çok yerli gerekir. Ne yiyecek, ne de su taşırlar, ya da çok az götürürler. Çünkü
kendilerine armatör diyen zorbalar para harcamak istemezler. Gemide, yağma seferinde bulunan
İspanyollara ancak yetecek kadarı vardı. Öyle ki yerliler hiçbir şey yiyemezler, açlıktan ve
susuzluktan ölürler. Çözüm onları denize atmaktır. Aslında, bu adamlardan biri bana, bir
geminin bu tip kıyımların yapıldığı Lucayes adalarından, İspanyol adasına dek, 60-70 mil,
pusulasız ve haritasız, sadece gemilerden atılan ve denizin üzerinde kalan ölü yerli sırasını
izleyerek gittiğini söyledi. Sonra, yerliler gemiden, satılacakları adalara indirildiğinde, bu
manzarayı gören ve biraz merhameti olan kim varsa içinin sızlamaması mümkün değildir.
Çocuk, yaşlı, erkek, kadın, hepsi çıplak ve açtır. Açlıktan bayılırlar. Sonra, koyunlar gibi, annebabalar
çocuklarından, karılar kocalarından ayrılır.
10 ila 20 kişilik gruplar yapılır. Sefil armatörlerle (bunlar iki ya da üç gemiyi silahlandırmak için
kendilerine düşen parayı verirler) yerlilere saldırıp, onları evlerinde yakalayan yağmacı zorbalar
arasında bölüştürülmek için kura çekilir. İçinde bir yaşlı veya hasta bulunan bir grup kurada bir
zorbaya çıktığında, zorba şöyle der: "Bu yaşlı cehenneme gitsin! Niçin onu bana veriyorsunuz?
Gömmem için mi? Bu hastayı niçin almalıyım? İyileştirmek için mi?" Böylece İspanyolların
yerlilere nasıl değer verdiği, yüce dinimizin, insan sevgisi buyruğuna ne şekilde itaat ettikleri
görülür.
İspanyolların, yerlilere, inci avında yaptıkları baskı, dünyada olabilecek en zalim, en ayıp
şeylerden biridir. Madenlerden altın çıkarmak kendi türünde çok zor ve dayanılmaz olsa bile,
hiçbir iğrenç, umutsuz yaşam bununla karşılaştırılamaz. Sabahtan gün batınıma dek, İspanyollar
yerlileri denize 3-4 veya 5 kulaç derinliğe daldırırlar. Hep suyun altındadırlar. Nefes almadan
yüzer, içinde incilerin yaşadığı istiridyeleri koparırlar. Nefes almak için istiridyelerle dolu küçük
ağlarla su yüzüne çıkarlar. Bir kanoda veya sandalda İspanyol bir cellat bulunmaktadır.
Balıkçılar çok uzun zaman dinlenirse onlara yumrukla vurur ve avlanmaya dönsünler diye
saçlarından tutup tekrar suya atar. Yerliler balık, inci balıkları, ekmek, manyak galetası, mısır yer
(bunlar ülkenin ekmekleridir). Bazıları çok az besleyicidir, diğerlerinin de yapımı çok güçtür.
Ama yerliler bundan hiç yorulmazlar. Gece yatma konusuna gelince, İspanyollar, gitmesin diye
onları yere bağlarlar. Oldukça sık, balık avlamak veya inci aramak için denize dalarlar ve bir
daha hiç çıkmazlar. Çünkü çok yırtıcı iki deniz hayvanı türü, bütün bir insanı yutabilen köpek
balıkları ve marrajolar onları yiyip öldürürler. İnci ticaretine girişen İspanyollar, dinin Tanrı ve
insan sevgisi buyruklarına uyuyor mu, yoksa uymuyor mu, yargıya varılsın! Madem ki yerliler
dinsiz, dini ayinlerden uzak ölüyorlar, İspanyollar da kendi insanlarını maddi, manevi ölüm
tehlikesine atıyor. Diğer taraftan yerlilere öyle korkunç bir hayat yaşatıyorlar ki onları birkaç
günde yokediyor, öldürüyorlar. Çünkü insanların suyun altında nefes almadan uzun süre
yaşaması imkânsızdır. Suyun soğuğu aralıksız içlerine işler; hepsi genelde kan tükürerek ölür.
Onca zaman ve sürekli nefessiz kalmaktan göğüsleri güçlükle solur. Soğuğun sebep olduğu
ishalden de ölürler. Genelde siyah olan saçları bakımsızlıktan yanık bir hal alır, sırtlarında
güherçile (bir çeşit potasyum nitrat) çıkar.
İnsan soyundan ya da başka bir cinsten canavarlara benzerler. İspanyollar, bu ticarete
başladıkları sırada, Lucayes adalarında bulunan tüm yerlileri bu dayanılmaz işle, daha doğrusu
bu iğrenç çalışmayla yoketti. Her yerli 50 ila 100 castillan değerindeydi. Adaletin yasaklamasına
rağmen açıkça satılıyorlardı. İşte İspanyolların adaleti buydu (!) Çünkü Lucayes adalarının
yerlileri iyi yüzücüydüler. Diğer eyaletlerden ve bölgelerden gelen pek çok yerli de yine bu
avlanmalarda aynı şekilde öldü.
YUYA PARI NEHRİNDEN
Paria eyaletinde, Yuya Pari isimli bir nehir vardır. Bu nehir, toprakların içinde 200 milden fazla
akar. 1529'da uğursuz bir zorba, 400 ya da daha fazla adamla birlikte, nehirden millerce yukarıya
çıktı. Büyük katliamlar yaptı. Kendi topraklarında kimseye kötülük etmeden, güvenle yaşayan
sayısız masum insanı diri diri yaktı, kılıçtan geçirdi. Çok geniş bir bölgenin sakinlerini korkuttu
ve kaçırdı. Bölgeyi harap bıraktı. Sonunda acınacak bir şekilde öldü de seferi bozguna uğradı.
Ardından, bu kötülükler ve baskılarla diğer zorbalar onu izledi. Orada Tanrı'nın oğlunun kanıyla
kurtardığı insanları yoketmeye, kötü muamele ederek cehenneme yollamaya hâlâ devam
ediyorlar.
VENEZUELA KRALLIĞI'NDAN
1526'da Almanyalı tacirler, efendimiz kraldan kurnazlıklar, kandırmalarla İspanya kadar büyük
bir krallık olan Venezuela krallığını aldılar. Amerika'da Tanrı'nın ve devletinden insanların
uğradığı zarar ve kayıplar hakkındaki gerçeği daima sakladılar. Tüm yönetim ve yargı yetkisi,
aralarında yapılan bir kontrat ya da antlaşmayla onlara verildi. Bu tacirler 300 ya da daha fazla
adamla krallığa girdi. Halkı buldular. Bunlar, İspanyolların kötülüklerden önce Amerika'nın
diğer bölümlerinde yaşayanlardan daha barışçıydı. Uysal koyunlar gibiydiler. Bu seferkiler
bahsettiğim diğer bütün zorbalardan daha zalimce, yırtıcı kaplanlardan, kudurmuş kartlar ve aslanlardan
daha aptalca, öfkeyle bu topluluklara saldırdılar.
Çünkü açgözlülükleri, öfkeci körlükleri kendilerinden önce gelenlerinkinden daha büyüktü.
Kendilerine gümüş ve altın bulup çalmak için daha usta, daha kurnaz yollar buldular. Her türlü
Tanrı ve kral korkusundan, haysiyet duygusundan yoksundular. Ölümlü insanlar olduklarını
unutuyor, tüm ülkede yargı yetkisine sahip olduklarından kendilerini daha özgür hissediyorlardı.
Şeytanın ta kendisi bu adamlar, hayranlık verici geniş eyaletleri, 40 millik vadileri, ılık bölgeleri,
insan ve altınca zengin büyük alanları ile son derece mutlu 400 mili aşkın toprağı harap etti,
ortadan kaldırdı, ıssız bıraktı. Çeşitli birçok büyük milleti öldürüp tamamen ortadan kaldırdılar.
Böylesine garip, mide bulandırıcı bir saldırıdan kaçmak için mağaralara, yerin derinliklerine
saklanabilenler hariç, konuşacak kimseyi bırakmadılar. Böylece dilleri yokettiler. Bana öyle
geliyor ki, tuhaf, değişik, yeni zulüm, günah ve dinsizlik yöntemleriyle 4-5 milyon masum insanı
öldürerek yokedip cehenneme yolladılar. Bugün bile insanları cehenneme yollamayı
bırakmadılar. Yaptıkları ve yapmaya devam ettikleri sayısız büyük haksızlık, baskı ve zarar
arasından yalnızca 3-4 tanesini anlatacağım. Bunlar yukarıda belirttiğimiz büyük kıyımları,
yıkımları gerçekleştirebilmek için yaptıklarını anlama olanağı verecek.
Bu eyaletin büyük beyini yakaladılar. İşkence ederek altın koparmaktan başka bir şey
düşündükleri yoktu. Bey kaçıp ormana gitti. Bütün bölge sakinleri korkudan deliye dönerek
ormanlara, çalılıklara saklandı. İspanyollar onları aramak için sürek avları düzenledi. Buldukları
zaman, yerlileri zalimce katlettiler. Canlı yakaladıklarını açık arttırmalarda köle olarak sattılar.
İspanyollar, gittikleri her eyalette şarkılarla, danslarla, pek çok altın hediyeyle karşılanıyordu.
Sonra en büyük beyi yakalıyorlardı. Bütün bölgeye dehşet salmak için yerlileri kılıçtan geçirip
parçalara ayırarak teşekkür ediyorlardı. Yerlilerin yine bu şekilde yabancıları karşıladıkları bir
gün, Alman kaptan -bir zorba- pek çok yerliyi samandan bir eve sokarak parçalara ayırttı. Evin
kirişleri vardı. Pek çok insan bu adamların, daha doğrusu bu acımasız hayvanların kanlı
ellerinden ve kılıçlarından kaçmak için kirişlere tırmanıyordu. O zaman bu iğrenç adam, evin
ateşe verilmesini emretti. Orada bulunanların hepsi diri diri yandı. Birçok köy bu şekilde halksız
kaldı. Zira tüm sakinler kurtulmayı ümit ettikleri dağlara kaçıyorlardı.
Fatihler, Santa Marta eyalet ve krallığının sınırında bulunan başka bir büyük eyalete geldi.
Yerlileri evlerinde, köylerinde ve çiftliklerinde barış içinde çalışır buldular. Uzun süre onlarla
kaldılar, yemeklerini yediler. Yerliler, onlardan yaşam ve selamet bekliyormuşçasına hizmet
ediyorlardı. Ardı arkası kesilmeyen dayanılmaz baskılarına, tedirgin edişlerine maruz
kalıyorlardı. Bir İspanyol oburu, 10 kişilik yerli bir aileye bir ay yetecek kadar yiyecekten
fazlasını bir günde yiyordu. Bu devirde, yerliler fatihlere yaptıkları sayısız hizmetin dışında,
kendi arzularıyla yüklü miktarda altın verdiler. Sonunda zorbalar oradan ayrılmak istediğinde,
tatillerinin karşılığını şu şekilde ödemeye karar verdiler:
Alman zorba vali (düşüncemize göre aynı zamanda sapkın mezhepliydi, zira katolik ayinine
gitmiyor, diğerlerinin gitmesine de izin vermiyordu. Diğer işaretler de Lutherci olduğunu
gösteriyordu) mümkün olduğunca, yerlilerin karıları ve çocuklarıyla beraber yakalanmasını
emretti. Onları çitle çevrili büyük bir alana koydurttu. Burası özellikle bu iş için yapılmış
direklerle çevrili bir yerdi. Çıkıp özgür olmak istiyorlarsa bu ahlâksız valinin yanında isteyerek
kendilerini geri satın almak zorundaydılar. Bunun için, kendileri, karıları ve her bir çocuk için
aynı miktarda altın vereceklerdi. Onları daha da acele ettirmek için fidyeleri olarak istediği altını
getirtene kadar yiyecek hiçbir şey verilmemesini emretti. Birçoğu evine altın aramaya yolladı ve
elinden geldiğince fidyesini ödedi. Serbest bırakılmışlardı. İşlerine, yemeklerini hazırlamaya
evlerine dönüyorlardı. Zorba, fidyesini ödeyen zavallı yerlilere, hırsız ve yağmacı İspanyollar
yolluyordu. Onları çitle çevrili yere getiriyorlardı. Yeni bir fidye ödeyene dek, açlıkla,
susuzlukla işkence ediyorlardı. Pek çok yerli iki üç kez yakalandı ve her seferinde fidyesini
ödemek zorunda kaldı. Ödeyemeyen veya o kadar altını olmayan -çünkü sahip oldukları tüm
altını vermişlerdi- yerlileri açlıktan ölene dek kapalı yerde bıraktı. Bu davranışla, nüfus ve
altınca zengin, 40 millik bir vadiye sahip bir eyaleti talan etti, ortadan kaldırdı, halksız bıraktı.
Bin evlik bir kasabayı yakarak yoketti.
Açgözlülük ve Peru krallığını keşfetme arzusuyla yüreklenen bu iğrenç zorba, toprakların içine
girmeye karar verdi. O ve diğerleri, bu uğursuz yolculuk için pek çok yerli götürdü. Yerliler 3-4
arrobelik(*) yüklerle yüklüydüler. Zincire vurulmuşlardı. Bir yerli yorulduğunda ya da açlıktan,
yorgunluktan veya güçlükten bayıldığında zincirli başı kesiliyordu. Böylece, zincirlerle birbirine
bağlı olan diğerlerini çözerek vakit kaybetmemiş oluyorlardı. Baş bir yana gövde bir yana
düşüyordu. Yıkıp geçtiği şehirler, yaktığı köyler, (çünkü evler hep samandandır) öldürdüğü
insanlar, yolda giderken yaptığı katliam ve zulümler inanılmaz ve korkunç görünüyor ama
gerçek. Ardından başka zorbalar Venezuela veya Santa Marta eyaletinden gelerek aynı yolu
izledi. Hep Peru'daki altının kutsal yerini keşfetme niyetiyle... 200 milden büyük bir bölgenin
tamamını öyle yanmış, halksız, ıssız -oysa söylediğim gibi kalabalık ve mutluydular- buldular ki
kendileri de zalim zorbalar oldukları halde, acınacak bir biçimde yoldan çıkmış bu adamın
bıraktığı izler karşısında şaşırıp ürktüler.
Bütün bu olaylar, Amerika konsey vekili tarafından birçok tanığın ifadeleri yardımıyla
kanıtlanmıştır. Kanıtlar konseyin kendisinde bulunmaktadır. Bu uğursuz zorbalardan hiçbiri diri
diri yanmadı. Yapılan kötülükler, yıkımlarla karşılaştırıldığında kanıtlananlar hiçbir şey kalır.
Çünkü şimdiye kadar Amerika'daki hiçbir adalet bakanı zorba yöneticilerin işlediği ve işlemeye
de devam ettiği suçları, yıkımları, cinayetleri inceleme kaygısını duymadı. Ölümcül engin bir
körlük içindeydiler. Untel'in yerlilere yaptığı zulümler yüzünden kral, gelirinden binlerce
castillan kaybetti.
(*) 1 arrobe = 12-15 kg.
Bunu göstermek için oldukça genel ve karmaşık pek az kanıtla yetindiler. O zaman bile gerektiği
gibi kanıtlamayı, gerektiği gibi hareket edip ısrar etmeyi bilemediler. Çünkü, Tanrı'ya ve krala
karşı sorumluluklarım yapsalardı, Alman zorbaların kraldan 3 milyon altın castillan çaldığını
anlayacaklardı. Gerçekten de Venezuela eyaletleri zorbaların en çok kırıp geçirdiği, yakıp yıktığı
yerlerdi (söylediğim gibi 400 milden fazla). Burası en çok altının olduğu topraktı. Dünyanın en
kalabalık nüfuslu yeriydi. Tanrı ve kral düşmanı zorbalar, bu eyaletleri yoketmeye başladığından
beri 16 yıldır İspanya krallarına bu krallıktan giden 2 milyondan fazla parayı alıp boşa
harcadılar. Tanrı, mucizeyle milyonlarca ölüyü diriltmedikçe bu kötülüklerin kıyamete kadar
telafi edilmesi umudu yok. Bunlar krala verilen maddi zararlar. Ama Tanrı'ya ve onun kanununa
karşı gelmelerin, yapılan ayıpların, küfür ve alçaklığın miktarı ve önemi düşünülse iyi olurdu. Bu
Alman zorbaların açgözlülüğü, insanlık dışı davranışı, hayvanlığı yüzünden cehennemde yanan
sayısız insana verilen cezanın nasıl telafi edileceği düşünülseydi...
Bu alçaklık ve kan dökücülükle ilgili sözlerimi bitirirken şunu söyleyeceğim. Zorbalar, bu
krallığa girdikleri günden bugüne dek, yani 16 yılda, yerliyle dolu birçok gemiyi Santa Marta'dan
İspanyol adasına, Jamayka'ya, San Juan adasına yolladılar. Satılmak üzere, bir milyonu aşkın
yerliyi gönderdiler. Bugün bile -1542 yılında- devam ediyorlar. İspanyol adasının kraliyet
mahkemesi de hiçbir şey görmüyormuş gibi davranarak bu ticareti destekliyor. Tıpkı engel
olabileceği diğer baskıcı, kokuşmuş eylemler gibi. Ana karanın, onun yargı yetkisi altında
bulunan bu kıyısında (Venezuela ve Santa Marta'yı içine alan 400 milden fazla alan) yapılan her
şey gibi. Yerlileri köle yapmalarının tek nedeni, bu zorbaların sapkın, kör, saplantı halindeki
arzularıydı. Doyurulmaz bir açgözlülüğü gidermek için sabırsızlanıyorlardı. Amerika'nın her
tarafında bulunan diğer zorbalar gibi, bu melekleri, bu koyunları evlerinden kaçırdılar, karılarını,
çocuklarını, daha önce anlattığım zalim ve iğrenç yollarla yakaladılar. Köle olarak satmak için
kralın demiriyle dağladılar.
ANA KARANIN FLORİDA TARAFINDAKİ EYALETLERİNDEN
1510 ya da 1511'den itibaren değişik dönemlerde üç zorba geldi. Bu eyaletlere diğerleri gibi
(aralarından ikisi Amerika'nın başka bölgelerine) aynı şeyleri yapmaya gittiler. Amaçları, insan
kanı ve yıkımı sayesinde, hak etmedikleri mevkilere gelmekti. Üçü de korkunç şekilde öldü.
İnsan kanıyla inşa ettikleri evler de yıkıldı. Bu üç adamı tanıdım. Hatıraları, hiç yaşamamışlar
gibi yeryüzünden silinip gitti bile. Yaptıkları katliamlar nedeniyle tüm bölgeyi yaralı, isimlerinin
tiksintisi ve dehşetine gömülü bir şekilde bıraktılar. Fakat bu katliamlar çok fazla olmadı. Çünkü
daha fazlasını yapamadan Tanrı onların canını aldı. Bildiğim, etkilerini diğer bölgelerde de
gördüğüm cinayetlerin cezasını bu yere saklamış-, ti. 1538'de 4 zorba, niyetinde son derece
kararlı, büyük şatafatla geldi. Üç yıldır onlardan hiçbir haber alınamadı. Ortalıkta
görünmüyorlar. Eminiz ki gelir gelmez zulümlere girişti, sonra da kayboldular. Eğer
yaşıyorlarsa, o ve yanındakiler geçtikleri yerlerde ne kadar yerli buldularsa üç yıl boyunca
mutlaka hepsini öldürmüşlerdir. Gerçekten de en tanınmış, en deneyimli zorbalardan biri bu.
Beraberindekilerle, birçok eyalet ve krallığı yokederek en fazla kötülük yapanlardan biri...
İnanıyoruz ki Tanrı diğerlerine hazırladığı sonu ona da hazırladı. Yukarıda anlattıklarından üç
dört yıl sonra geri kalan zorbalar Florida'yı terketti. Eşlik ettikleri büyük zorba yönetici ölmüştü.
Hayattayken yaptığı kötülükleri, duyulmamış zulümleri ve insanlıktan uzak adamlarının kimseye
hiçbir kötülüğü dokunmayan masum yerlilere çektirdiklerini öğrendik. Tahminlerim yanlış
değildi. Öyle çok zulüm yapıldı ki daha önce söylediğim kural doğrulandı: Fatihler ne kadar çok
keşif yapar, halka kötülük edip, topraklarını yıkarsa, Tanrı'ya ve insanlığa karşı o kadar çok
zulüm yapar, günah işlerler. İnsan değil, vahşi hayvanların yaptığı bunca iğrenç, korkunç, kanlı
eylemi anlatmaktan yorgun düştük. Bu yüzden aşağıda anlatacaklarımı geciktirmek istemedim.
İspanyollar, keyfi yerinde, uysal, düzene saygılı ve iyi yönetilen kalabalık topluluklar buldular.
Bu insanların kalbine korkuyu yerleştirmek için büyük katliamlar yapıyorlardı (her zamanki
gibi). Hayvan gibi yükleyerek acı çektiriyor, onları öldürüyorlardı. Bir yerli yorulduğunda veya
bayıldığında önündekileri zincirden koparmak zorunda kalmamak için başı kesiliyordu. Daha
önce anlattığımız gibi gövde bir yana, baş bir yana düşüyordu.
İspanyollar, yerlilerin kendilerini sevinçle karşıladığı bir köye girmişti. Yerliler onlara doyasıya
yiyecek vermiş, 600'den fazla adamı, yüklerini taşısın, atlarıyla ilgilensin diye hizmetlerine
vermişlerdi. Zorbalar arasından çıkmış bir kaptan -büyük zorba yöneticinin akrabası- bir köyü
yağmalamaya karar verdi. Köy sakinleri kendilerini güvenlikte sanıyorlardı. Ülkenin beyi ve
kralını mızrakla öldürdü ve başka zulümler yaptı. Başka büyük bir köyde, küçük, büyük, çoluk
çocuk, yaşlı, hasta, bey demeden herkesi kılıçla ve mızrakla öldürdüler. Kimsenin canını
bağışlamadılar. Çünkü İspanyolların rezil ve korkunç hareketlerini duyan köy sakinleri onlara
biraz fazla ihtiyatlı görünmüştü. Büyük zorba, bir köyden, söylendiğine göre nereden bakarsanız
bakın 200'ü aşan kalabalık bir yerli grubu çağırttı. Ya da kendi istekleriyle geldiler. Burunlarını,
dudaklarını, çenelerini kestirerek onları kan revan içinde bıraktı. Yerliler bu yürekler acısı halde,
bu ıstırap ve acıyla, kan kaybederek, kutsal katolik dinin vaizlerinin -vaftiz edilmiş adamlargüzel
hareketlerini ve mucizelerini haber vermeye gitmek zorunda kaldılar. Yerlilerin ne
durumda olduğuna, Hıristiyanlara karşı nasıl bir sevgi duyduğuna; Hıristiyanların dayandığı,
tutunduğu Tanrı, öğrettiği ve saflığıyla övündüğü kanun ve din hakkında ne düşündüklerine
varın siz karar verin. Tanrı yolundan çıkmışlığın soyundan gelen bu sefil adamların bölgede
işlediği cinayetler çok büyük ve garipti. Öyle ki en sapkın kaptan bir zavallı gibi günah
çıkarmadan öldü. Tanrı, kutsal merhametiyle onu gizlece ve -böylesine iğrenç cinayetlere
rağmen- haketmediği şekilde kurtarmadıkça cehennemlere gömüldüğünden hiç şüphemiz yok.
PLATO RİOSU'NDAN
1522-1523'ün başından itibaren, kaptanlar üç-dört kez Plato Riosu'na gitti. Orada büyük
krallıklar ve eyaletler, son derece akıllı, mutlu halklar bulunuyordu. Bu kaptanların, genelde
zarar ziyan ve katliamlara sebep olduklarını biliyoruz. Özellikle, söz konusu olan yer,
Amerika'dan çok uzak bir bölge olduğundan anlatılacak dikkate değer bir şey yok. Bununla
birlikte aynı cinayetleri işlediklerinden ve işlemeye devam ettiklerinden hiç şüphemiz yok; öyle
ya bunlar aynı İspanyollar, hatta bazen değişik yerlere giden aynı adamlar. Diğerleri gibi zengin
ve büyük beyler olmak istiyorlar. Oysa Tanrı yolundan çıkmadan, katliamlar, hırsızlıklar
yapmadan, yerlileri yoketmeden (diğerleri gibi izledikleri sapkın kural ve yola göre) bunu
gerçekleştirmek imkânsızdır.
Yukarıdakileri yazdıktan sonra, net bir şekilde öğrendik ki bölgenin geniş eyaletlerini,
krallıklarını yerle bir etmişler, halksız bırakmışlar. Bunun için de, bu zavallı halka karşı
katliamlara, zulümlere girişmişler. Diğerleri gibi, hatta onlardan da fazla ün salmışlar. Gerçekten
de İspanya'dan uzak oldukları için, daha rahattılar. Daha fazla düzensiz, adaletsiz yaşadılar.
Bununla birlikte, anlatılanlara göre bütün Amerika'da hiç düzen ve adalet yolu görünmüyor
zaten. Sonsuz zulüm arasından, biraz sonra anlatacaklarım Amerika konseyinde anlatıldı. Zorba
bir vali adamlarından bazılarına köylere gitmelerini, yerliler kendilerine yiyecek vermezse onları
öldürmelerini emretmişti. Adamlar, bu yetkiyle donanmış olarak yola çıktılar. Yerliler,
düşmanlarına hiçbir şey vermek istemediğinden -daha çok, onları görmenin verdiği korkuyla
bağış yapmayarak mallarını kaçırmayı düşündüler- İspanyollar 5000'i aşkın insanı kılıçtan
geçirdi. Başka bir fırsatta, büyük olasılıkla İspanyolların çağırdığı bir grup barışçı yerli teslim
olup hizmet etmeye geldiler. Ya yeterince çabuk gelmediklerinden, ya da İspanyolların kaba
alışkanlığından korktuklarından dolayı kaygılıydılar. Vali bütün yerlilerin, düşmanları olarak
kabul ettikleri başka yerlilere verilmesini emretti. Barışçı yerliler, İspanyolların onları bizzat
kendilerinin öldürmesi ama düşmanlarına teslim etmemesi için yalvararak ağlıyor, bağırıyordu.
Bulundukları evden çıkmak istemeyince kılıçtan geçirildiler. Bir yandan da şöyle bağırıyorlardı:
"Biz size barış içinde hizmet etmeye geldik. Siz de bizi öldürüyorsunuz. Kanımız haksız
ölümümüzün ve zulmünüzün kanıtı olarak bu duvarlarda kalsın." Kuşkusuz bu dikkate değer,
özellikle, insanlıktan zerre kadar nasibini alamamış bu zorbaları tanımak için önemli bir ibrettir.
PERU'NUN BÜYÜK KRALLIK VE EYALETLERİNDEN
1531'de bir başka büyük zorba, bir bölükle beraber Peru krallıklarına gitti. Öncekiler gibi aynı
unvan, aynı niyet ve prensiplerle ülkeye girdi. Ana karada 1510'dan bu yana yapılan zulümler,
tahribat arasında en iyi ve en uzun süreli uygulananlardan biriydi. Ne dini, ne kanunu vardı.
Zulümleri, katliamları ve hırsızlıkları daha da artırdı. Köyleri yıktı, sakinlerini küçük düşürdü,
öldürdü. Bu topraklarda öylesine büyük kötülüklere neden oldu ki, eminiz hiç kimse kıyamet
gününe dek bunları anlatamayacak, açıklayamayacaktır. Ancak o gün, açıkça görecek ve
bileceğiz. Canavarlığını anlatmak istediğim olaylar, bu olayları çirkinleştirip daha da ağırlaştıran
kişiler ve durumlar var. Ama gerçekten üzerinde duramayacağım.
Uğursuz seferi sırasında pek çok insanı yokederek yüklü miktarda altınlarını çaldı. Bu eyaletlerin
yakınındaki, Puna isimli son derece kalabalık ve güzel bir adada, ada beyi ve halkı, bu zorbayla
bölüğünü gökten inmiş melekler gibi karşıladı. 6 ay sonunda İspanyollar tüm yiyeceklerini
yemişlerdi. O zaman yerliler, kuraklık ya da verimsizlik haline karşı kendileri, kanları ve
çocukları için ayırmış oldukları buğday rezervlerini gösterdi. Gözyaşları içinde, istedikleri kadar
sarfedip yiyebileceklerini söyleyerek buğdayları sundular. Sonunda, teşekkür olarak, İspanyollar
çok sayıda yerliyi kılıçla ya da mızrakla öldürdü. Büyük zulümlere giriştiler. Canlı
yakalayabildikleri yerlileri köle yaptılar. Adayı hemen hemen ıssız bıraktılar.
İspanyollar oradan ana karada bulunan Tum-bala eyaletine gitti. Ellerinden geldiğince
öldürdüler, yokettiler. Halk tüyler ürpertici iğrençliklerden kaçtığı için, krala karşı
ayaklandıklarını ve asi olduklarını söylüyorlardı. Bu zorba kurnazdı. Altın,gümüş ve sahip
olduğu her şeyi istediklerini ve bunları getirenlere daha da fazla getirmesini söylüyordu. Nihayet
hiçbir şeyleri kalmayınca ya da artık bir şey getirmeyince, onları İspanya kralının bağımlıları
olarak ağırlayacağını söylüyordu. Onları kucaklıyor, artık hiçbir şeylerinin alınmayacağını ve hiç
kötülük yapılmayacağını duyurarak iki borazan öttürtüyordu. Çaldığı veya yerlilerin, kralın
koruması altına alınmadan evvel, onun hakkında duyduğu iğrençliklerin korkusuyla vermiş
olduğu her şeyi meşru kabul ediyordu. Sanki kralın koruması altına alındıktan sonra zulme
uğramamış, yağmalanmamış, öldürülmemiş, yokedilmemişler gibi. Sanki bu zorba onlara böyle
davranmamış gibi.
Birkaç gün sonra Atahualpa isimli krallıkların imparatoru büyük kral geldi. Emrindekiler,
çırılçıplak ve katliam yaparak eğlenmek için silahla donatılmış insanlardan oluşuyordu.
Kılıçların nasıl doğradığını, mızrakların nasıl yaraladığını, atların nasıl koştuğunu ve
İspanyolların (altınları olsa, çalmak için şeytanlara bile saldırırlardı) kim olduğunu bilmiyorlardı.
İspanyolların bulunduğu yere geldi ve şöyle dedi: "İspanyollar nerede? Ortaya çıksınlar.
Öldürdükleri bağımlılarımı, yıktıkları köylerimi, çaldıkları zenginliklerimi telafi etmedikçe
yerimden kıpırdamayacağım." İspanyollar atıldı, beraberinde-kilerden birçoğunu öldürdü. Onu
da tahtırevanın-dayken yakaladılar. Tutsak olunca, bir fidye istediler. 4 milyon castillan vermeye
söz verdi ve 15 milyon ödedi. İspanyollar da onu serbest bırakmaya söz verdiler. Ancak sonunda
ne sözlerine ne de gerçeğe uydular.
İspanyollar Amerika'da yerlilere karşı bunlara hiçbir zaman uymamıştır. İnsanların onun emrinde
toplandığını söyleyerek karşı çıktılar. Bey, bütün karada bir ağaç yaprağının bile onun isteği
olmadan kımıldamadığını ve eğer insanlar toplanıyorsa emir verenin kendisi olduğuna
inanabileceklerini söyledi. Tutsak olduğunu, yapacakları tek şeyin onu öldürmek olacağını iletti.
Bütün bunlara rağmen İspanyollar onu diri diri yakılmaya mahkum etti. Ama daha sonra bazıları
kaptandan, onun boğulmasını istedi. Önce boğuldu, sonra da yakıldı. İmparator hakkındaki
hükmü öğrendiğinde şöyle demişti: "Niçin beni yakıyorsunuz? Ben size ne yaptım? Altın
verirsem, beni şerbet bırakacağınıza söz vermemiş miydiniz? Madem ki böyle istiyorsunuz beni
İspanyol kralınıza yollayın." İspanyolların büyük adaletsizliğini bozucu ve ondan nefret ettirici
başka birçok şey söyledi. Sonunda onu yaktılar. Bu savaşın adaleti ve haklılığı, beyin yakalanışı,
yargılanması ve cezasının infazı, zorbaların böylesine yüce bir kraldan ve sayısız başka beyden
ve insandan çaldığı büyük hazinelere hangi vicdanla sahip oldukları görülsün.
Kendilerine Hıristiyan diyenlerin bu nüfusun soyunu tüketmek amacıyla yaptığı, çirkinliği ve
acımasızlığıyla dikkat çekici sayısız sömürücüden burada sadece birkaç tanesini anlatacağım.
Bunlara Saint François tarikatından bir papaz şahit olmuş. Yazılarını ismiyle imzaladı.
Nüshalarını Amerika'ya ve Castilla krallıklarına yolladı. Kendi eliyle imzaladığı bir kopyaya
sahibim. Şöyle diyor:
"Ben, Saint François tarikatından papaz Marcos de Niza. Peru eyaletlerinde aynı tarikattan
olan papazların başıyım, ilk Hıristiyanlarla bu eyaletlere giren ilk din adamlarından biriyim. Bu
ülkede kendi gözlerimle gördüğüm bazı şeyler üzerine, özellikle fetihler ile fethedilen yerlerde
yaşayanlara yapılan muamele hakkında gerçek bir kanıt getirdiğimi ilan ederim. Öncelikle
gözlerimle gördüğüm duyduğum ve deneyimlerimle anladığım kadarıyla, Peru yerlileri
Amerika'daki tüm yerliler arasında en iyi yüreklileri, Hıristiyanların müttefiki ve dostu
olanlarıdır. İspanyollara altın, gümüş, değerli taşlar, İspanyolların istediği ve sahip oldukları her
şeyi bol bol verdiklerini, onlara hizmet sunduklarını gördüm. Yerliler hiçbir zaman savaşa hazır
durumda olmadı. Aksine, İspanyollar kötü muameleleri ve zulümleriyle onları kışkırtmadıkça
barışseverdiler. Yerliler ispanyolları köylerde iyi yüreklilikle ve şerefle ağırlıyordu. Onlara
yiyecek veriyor, hizmetlerine istedikleri kadar kadın, erkek köle veriyordu."
Ayrıca tanık olarak aşağıdakileri beyan ediyorum: "İspanyollar bu yerlilerin topraklarına girince,
büyük şef Atahualpa onlara 2 milyon castillandan fazla altın ve sahip olduğu tüm toprağı
direnmeden verdi. O zaman hiç sebepsiz, yerlilerin hiçbir suçu olmadığı halde, İspanyollar tüm
bölgenin beyi Atahualpa'yı yaktı. Sonra, diğer şeflerle beraber barışseverlikle valinin önüne
çıkan genel başkan Cochilmaca'yı diri diri yaktılar.
Aynı şekilde, birkaç gün sonra, İspanyollar Quito eyaletinden bir başka önemli bey Chamba'yı
yaktı. Oysa bu bey, hiçbir şeyin suçlusu değildi, hiçbir şey yapmamıştı. Kanarya adalarının beyi
Chapera'yı da haksız yere yaktılar. Quito'nun büyük beylerinden biri olan Luis'e gelince,
ayaklarını yaktılar ve Atahualpa'nın altınının yerini söyletmek için uzun süre işkence ettiler.
Fakat göründüğü kadarıyla Luis, hazine hakkında hiçbir şey bilmiyordu. İspanyollar, Quito'nun
tüm eyaletlerinin yöneticisi Cozopanga'yı da yaktılar. Cozopanga valinin başkanı Sebastiân de
Benalâzar'ın bazı ihtarlarından sonra barışseverlikle ortaya çıkmıştı. Kendisinden istenen altının
hepsini vermediğinden İspanyollar onu diğer birçok şefle beraber yaktı. Anladığım kadarıyla,
İspanyolların niyeti tüm ülkede tek bir şey bırakmamaktı. Ayrıca, İspanyolların çok sayıda
yerliyi toplayıp, üç büyük eve kapattığını beyan ederim. Evleri tamamen doldurdular sonra da
ateşe verdiler.
Yerliler İspanyollara en ufak birşey yapmadan, hiçbir şeye sebep olmadan yakıldılar. Oraya
gelen Ocana isimli bir papaz adayı, yanan bir erkek çocuğu ateşten çekti. Başka bir İspanyol
gelerek, çocuğu elinden alıp yeniden alevlerin ortasına attı.. Çocuk orada diğerleriyle birlikte kül
oldu. Yerliyi böyle ateşe atan bu İspanyol, aynı gün kampa gelirken aniden yolda öldü. Onu
gömmeme düşüncesin-deydim. İspanyolların, yerlilerin ellerini, burunlarını ve kulaklarını hiç
sebepsiz, sadece canları istediği için kestiklerini gözlerimle gördüğümü aynı şekilde doğrularım.
Bunları o kadar çok yerde ve bölgede yaptılar ki anlatması uzun sürer. İspanyolların, parçalaması
için köpekleri yerlilerin üstüne saldığını gördüm. Bu şekilde birçok yerliyi köpeklere attılar;
gördüm. Ayrıca evin, köyün yakıldığını da gördüm. O kadar çoktu ki sayısını söyleyemem.
İspanyollar süt bebeklerini kollarından tutup, atabildikleri kadar uzağa fırlatıyordu. Sebepsiz
yere pek çok işkence ve zulümler yapıyorlardı. Bunlar beni dehşete düşürüyordu. Sayısız
örneğini gördüm. Anlatması uzun sürer. Barışseverlikle ve güvenle gelen yerli şefleri yaktıklarını
da gördüm. Onlara güvenlik sözü veriyor, gelir gelmez de yakıyorlardı. Benim önümde iki kişiyi
yaktılar. Biri Andon'da, diğeri Tumbala'daydı. Onları yakmalarını engelleyemedim.
Anlayabildiğim kadarıyla, herkesçe de açıkça görünen şu ki, Peru yerlilerinin ayaklanıp isyan
etmesine bu kötü muamelelerden başka neden yok. Bunlar haklı sebepler. Çünkü İspanyollar
hiçbir zaman gerçeği söylemedi, verdikleri sözde durmadı. Aksine, haksız yere ve her türlü
mantığa aykırı olarak, zorbalıkla onları ve topraklarını yok ettiler. Öyle eylemlere maruz
bıraktılar ki, yerliler, bu eziyeti çekmektense ölmeyi tercih etti.
Yerlilerin anlattığına göre, göründüğünden daha fazla saklı altın var. Yerliler İspanyolların
haksızlıkları ve zulümleri yüzünden bu saklı altını ortaya çıkarmak istemedi. Böyle muamele
gördükçe de çıkarmayacaklar. Ataları gibi ölmeyi tercih edecekler. Tanrı'ya karşı günah işlendi.
Majestelerine kötü hizmet edildi. Tüm Castilla'ya bol bol yiyecek sağlayabilecek bu toprağın
kaybıyla majestelerine ihanet edilmiş oldu. Bana sorulacak olursa bu kaybı telafi etmek oldukça
güç ve pahalı. Meksika piskoposu tarafından da imzalanan -bu, fray Marcos'un anlattıklarının
kanıtıdır- din adamının açık sözleri işte böyle. Burada, papazın gördüğünü söylediği şeyi dikkate
almak gerekir. Çünkü bu, 50-100 millik bir toprakta, keşiften 9-10 yıl sonra, başlangıçta,
İspanyolların sayısı pek azken olmuştur. Altının sevdasıyla, 4-5 bin İspanyol Amerika'ya gitti ve
birçok büyük krallık ve eyalete, 500-700 millik bir alana yayıldı. Daha önce anlatılan
cinayetlerle, daha da vahşi ve zalim başka eylemlerle bu yerleri tamamen kırıp geçirdiler.
Gerçekte, o devirlerden bugüne dek, söylediğimin belki de bin katı insan öldürüldü. İnsan
soyunun büyük bir kısmı, daha az Tanrı ve kul korkusu ve daha az merhametle yokedildi.
İspanyollar bu krallıklarda 10 yılda 4 milyonu aşkın insanı öldürdü ve öldürmeye devam ediyor.
Birkaç gün önce sivriltilmiş kamışlarla büyük bir kraliçeyi işkence ederek öldürdüler. Bu,
krallıkların kralı olan Elingue'in eşiydi. Hıristiyanlar Elingue'i ele geçirmek istedi. Baskıyla,
kışkırtarak onu ayaklandırdılar ve sonra da adı asi oldu. Karısı olan kraliçeyi yakaladılar. Her
türlü adalete ve mantığa aykırı olarak, sadece kocasına acı çektirmek için onu öldürdüler (hamile
olduğu bile söyleniyor). Hıristiyanların Peru krallıklarında yaptığı ve her gün yapmaya devam
ettiği zulümleri, katliamları detaylı anlatmak gerekseydi, şüphesiz dehşet verici olurdu. Diğer
bölgelerde anlattığımız her şey gölgede kalır ve pek az şeymiş gibi görünürdü. O kadar çok ve
korkunçtu."
YENİ GRENADE KRALLIĞI'NDAN
1539'da birçok zorba Venezuela'dan, Santa Marta'dan ve Carthagene'den yola çıkarak Peru'ya
ulaşmak için sabırsızlandılar. Diğerleri de Peru'dan, bu topraklara dalmak için iniyorlardı. Santa
Marta ve Carthagene'in gerisinde, içeride, 300 millik bir alanda, çok mutlu, hayranlık uyandıran
eyaletler buldular. Buraların da diğer bölgelerdeki gibi uysal, iyi, kalabalık bir halkı vardı. Altın
ve zümrüt denen değerli taşlardan da bol bol bulunuyordu. Bu eyaletler Yeni Grenade Krallığı
ismini aldı. Çünkü ülkeye ilk gelen zorba, İspanya'daki Grenade Krallığı'ndandı. Her taraftan
gelen birçok haksız, zalim adam, insan kanı döken ünlü kasaplardı. Daha önce söz ettiğim gibi
Amerika'nın birçok bölgesindeki büyük günahları işlemeye alışkın olup, bu konuda uzmandılar.
Bu yüzden şeytanî eylemleri öyle çoğaldı, onları daha da çirkinleştiren durumlar ve özelliklerle
öyle ağırlaştı ki pek çok zulümü, başkalarının ve hatta kendilerinin diğer eyaletlerde yaptığı
zulümleri geçti. Son üç yılda işlenen ve hâlâ da işlenmeye devam eden sayısız cinayet arasından
sadece birkaçını kısaca anlatacağım:
Bizzat kendisi çalabilmek ve öldürülebilmek için, çalan ve öldüren bir adamı kabul etmek
istemeyen bir vali, yaptığı (ve yapmaya devam ettiği) yıkımlar, yolsuzluklar ve işlediği
cinayetler hakkında birçok kişiyi aleyhinde tanıklık ettirdi. Bu ifade, içinde bulunduğu Amerika
Konseyi'nde okundu.
Bu ifadede tanıklar şunları beyan etti: Bütün krallık, barış içinde İspanyollara hizmet ediyordu.
Yerliler onlara yiyecek vermek için aralıksız çalışıyor, topraklarını işliyor, evleriyle uğraşıyordu.
Onlara birçok altın, değerli taş -zümrüt- ve ellerinde olup verebilecekleri her şeyi götürüyorlardı.
İspanyollar köyün beylerini ve halkını bölüşmüşlerdi. (Bu en son amaçlarına -yani altınaulaşmak
için başvurdukları yoldu). Hepsini her zamanki baskı ve köleliğe boyun eğdirmişlerdi.
İşte bu sırada zorba -bütün ülkede egemen olan baş kaptan- bütün krallığın beyi ve kralını
yakaladı. Altın ve zümrüt istemek için 6-7 ay onu hapsetti. Başka hiçbir nedeni yoktu. Bogota
isimli bu kral korktu. Kendisine bu şekilde acı veren kişinin elinden kaçacağını ümit ederek,
istenen altın evi vereceğini söyledi. Yerlileri altın aramaya yolladı. Bunlar, birçok defalar büyük
miktarda altın ve değerli taşlar getirdi. Ancak altın evi vermediğinden İspanyollar onu
öldürmeleri gerektiğini, çünkü sözünde durmadığını söylüyordu. Zorba, kendi önünde
yargılanması gerektiğini söyledi. O zaman, İspanyollar kralın aleyhine dava açtı. Zorba, altın evi
vermediği takdirde kralı işkence edilmeye mahkum etti. Bir taraftan idam ederken diğer taraftan
da karnına kızgın içyağı atıyorlardı. Sonra her ayağına, kazığa tutturulmuş bir demir bağladılar.
Boynunu da başka bir kazığa bağladılar. İki adam ellerini tutuyordu. Kralın ayaklarını ateşe
verdiler. Zaman zaman zorba giriyor, altını vermezse böyle yavaş yavaş işkence ederek
öldürüleceğini söylüyordu. Zorba sözünde durdu. Krala öldürene dek işkence etti. İşkence
sırasında, Tanrı bu zulümlerden nefret ettiğini göstermek için bir işaret yolladı. Bütün bunların
yapıldığı köy tamamen yandı. Diğer İspanyollar kaptanlarını taklit ederek -ve yerlileri parçalara
ayırmaktan başka bir şey bilmediklerinden- aynı şeyi yaptılar. Her biri değişik ve vahşi bir
şekilde kendilerine verilen köy ya da köylerin şefine ve beyine işkence etti. Oysa yerliler onlara,
ellerindeki bütün altın ve zümrütlerini veriyorlardı. İspanyollar sadece yerlilerin verdiğinden
daha fazla altın ve değerli taş almak için onlara işkence ediyordu. Bu şekilde ülkenin bütün
beylerini yakıp katlettiler.
Bu zorbalardan birinin yerlilere yaptığı olağanüstü zulümlerin korkusuyla, Daitama isimli yüce
bir bey ile halkının büyük bir kısmı ormanlara gittiler. Böylesine insanlık dışı eylemlerden
kaçmak istiyorlardı. Gerçekten de, kaçış, yerlilerin tek çaresi ve sığınağıydı. Oysa İspanyollar
buna ayaklanma ve isyan diyorlardı. Baş zorba olan bu kaptan, yerlilerin kaçtığını öğrendiğinde -
ki onları zorlayan da kendisidir- oraya bir bölük yolladı. Zalim adam yerlileri aramayı gitti.
Sadece yerin derinliklerine saklanmak yetmediğinden, İspanyollar çok sayıda insanı buldu.
500*den fazla kişiyi erkek, kadın, çocuk demeden öldürdüler, parçalara ayırdılar. Kimsenin
canını bağışlamıyorlardı. Şahitlerin söylediğine göre bizzat bey, Daitama, öldürülmeden önce bu
zalim adamı görmeye gelmişti. Ona 4000-5000 castillan getirmişti. Buna rağmen söz ettiğim
katliam gerçekleşti. Başka bir seferinde, çok sayıda yerli alışılagelen alçakgönüllülük ve
sadelikleriyle İspanyollara hizmet etmeye gelmişti. Kendilerini güvenlikte sanıyorlardı. Bir gece
yerlilerin, hizmet ettiği şehre bir kaptan geldi. Hepsinin uyurken, akşam yemeğini yerken, ya da
dinlenirken kılıçtan geçirilmesini emretti. Bunu yaptı, çünkü ülkenin bütün insanlarını dehşete
salmak için bu katliamı yapmak iğrenç bir zevk veriyordu.
Başka bir seferinde kaptan, İspanyollara evlerinde hizmet eden kaç reis, şef ve sade yerli
olduğunu and içerek ilan etmelerini ve onları meydana getirtmelerini emretti. Orada bütün
yerlilerin başının kesilmesini emretti. 400-500 kişi öldü. Tanıkların söylediğine göre, İspanyollar
bu şekilde ülkeyi yola getirmeyi düşünüyordu. Tanıklar zorbanın biri hakkında anlatıyorlar:
Kadınlara ve erkeklere büyük zulümler yaptı. Birçoğunun elini, burnunu kesti, çok insanı vahşice
öldürdü. Başka bir seferinde, kaptan aynı zalim adamı İspanyollarla beraber Bogota eyaletine
yolladı. Amacı, işkence ederek öldürdüğü en büyük beyin yerine kimin geçtiğini öğrenmek için
soruşturma yapmaktı. Bu adam yakalayabildiğince yerli yakalayarak uzun bir yol katetti. Yerliler
yeni beylerin kim olduğunu söylemediklerinden, kadın, erkek demeden, bazılarının ellerini
kesiyor, bazılarını vahşi köpeklere atıp parçalara ayırtıyordu. Bu şekilde pek çok kadın ve erkek
yerliyi öldürdü, yoketti. Bir gün, şafakta başkan ya da askeri şeflerine ve korumasız kalabalık bir
barışçı yerli topluluğuna saldırdı. Kendilerine hiçbir kötülük yapılmayacağını temin etmiş, bunun
için söz vermişti. Bu teminat yerlileri, saklandıkları ormanları terkedip, köylerinin bulunduğu
keşfedilmiş bir toprağa yerleşmeye itti. Yerliler hiçbir şeyden endişe etmeyip kendilerine verilen
söze güvenirken bu adam çok sayıda insanı yakaladı. Onları yere yatırıyor ve bizzat kendisi bir
palayla ellerini kesiyordu. Bu krallıkta diğerinin yerine geçen yeni beyin nerede olduğunu
söylemedikleri için onları cezalandırdığını söylüyordu. Bu zalim kaptan, başka bir seferinde,
istediği altınla dolu sandığı vermedikleri için bir bölüğü yerlilerle
savaşa yolladı. İspanyollar pek çok yerliyi öldürdü. Sayısız kadın ve erkeğin ellerini, burnunu
kesti. Diğerlerini vahşi köpeklere attı. Köpekler parça parça edip onları yedi. Başka bir seferinde
bu krallığın bir eyaletinin yerlileri, 3 veya 4 büyük beyin yakıldığını görünce korkuya kapıldı.
Böylesine insan yüreğinden mahrum düşmanlara karşı kendilerini savunmak için güvendikleri
bir kayalığa sığındılar. Tanıklara göre bu kayalıkta 4-5 bin yerli vardı. Daha önce söz edilen
kaptan, böyle büyük bir vebadan ve kasaplıktan kaçan, sözüm ona ayaklanan, yerlileri sanki bir
haksızlık yapmışlar gibi cezalandırmak için büyük ve ünlü bir zorbayı İspanyollarla birlikte
yolladı. Sanki cezalandırma ve intikam alma hakkı İspanyollara aitti! Oysa -bu masum insanlara
merhametsizce çektirdiklerine benzer- en zalim işkencelere asıl kendileri layıktır. Merhametten,
acımadan işte böylesine habersizdiler. İspanyollar kayalığa gelince zorla tırmandılar. Çünkü
yerliler çıplak ve silahsızdı. Yerlileri barışa çağırdılar. Kendilerine hiçbir kötülük
yapılmayacağına teminat vererek savaşmamalarını istediler. O zaman yerliler savaşı bıraktı.
Zalim adam, İspanyollara kayalığın bütün savunmalarını ele geçirmelerini, sonra da yerlilere
saldırmalarını emretti. Kaplanlar ve aslanlar uysal koyunların üstüne atladı. Öyle çok insanın
karnını deşip, kılıçtan geçirdiler ki dinlenmek için durmak zorunda kaldılar.
Böylelikle pek çok kişiyi katlettiler. Kısa bir dinlenmeden sonra, kaptan, sağ kalanların
öldürülüp çok yüksek olan kayalıktan aşağıya atılmasını emretti. Öyle yapıldı. Tanıklar kayalığın
tepesinden atılan 700 kişilik yerli gruplarının ezildiğini gördüklerini söylüyorlar.
Ve İspanyollar, büyük zulümlerini tamamlamak için otların arasına saklanmış yerlileri aradı.
Kaptan, onların kılıçlarla öldürülmesini emretti. Ölünce de kayalıkların üstünden attılar. Ancak
bu zorba, yapılan zulümlerle yetinmek istemedi. Daha çok ün yapmak ve günahlarının dehşetini
artırmak istedi. İspanyolların, şahsi olarak canlı yakaladığı (Bu katliamlarda her İspanyol kendi
hizmeti için birkaç kadın, erkek ve genç yerli seçer.) bütün kadın ve erkek yerlilerin samandan
bir eve sokulmasını emretti. (Elbette kendisi, hizmetine en uygun görünenleri seçip ayırdıktan
sonra.) İspanyollar evi ateşe verdi ve 40-50 yerliyi diri diri yaktı. Diğerleri, onları parçalayıp
yiyen vahşi köpeklere atıldı. Başka bir seferinde, aynı zorba Cota isimli bir köye gitti. Birçok
yerli yakaladı. 15-20 bey ve şefi köpeklere parçalattı. Çok sayıda kadın ve erkeğin ellerini kesti.
Diğer yerlilerin, bunlara yaptıklarını görmesi için, iplere bağlayarak bir sırık boyunca astı. 70 çift
el vardı. Birçok kadın ve çocuğun da burnunu kesti. Bu Tanrı düşmanı adamın marifetleri ve
zulümlerini kimse açıklayamaz. Çünkü bunlar sayısız, duyulmamış, görülmemiş şeylerdi.
Bunları bu bölgede, Guatemala eyaletinde ve gittiği her yerde yaptı. Gerçekten de senelerdir bu
şekilde hareket ederek, halkı ve toprakları yakarak, yokederek bu ülkelerde yolculuk ediyor.
Tanıkların ifadelerine eklediğine göre Yeni Grenade Krallığı'nda işlenmiş ve işlenmeye devam
eden zulüm ve cinayetler öyle çok ve ağır ki bütün toprak yerle bir olup, kayboldu.
Kaptanların şahsi suçu olsun, ya da insan soyunu yok eden bütün zorbaların suçu olsun, bu zalim
adam ile beraberindekiler bunların yapılmasına izin verdi. Eğer majesteleri bütün bunlara bir
çare bulunması için zamanında emir vermezse, karada tek bir Amerikan yerlisi kalmayacak;
burası verimsiz ve ıssız olacak. (Yerliler sadece altınlarını almak için katlediliyor. Ellerindekinin
hepsini verdiklerinden artık altınları da yok.) Bu sefillerin zalim ve iç bulandırıcı diktatörlüğüne
dikkat çekmek gerekir. Rejim öyle katı, öyle korkunç ve öyle şeytansıydı ki bu krallığı
keşfettiklerinden bu yana, 2-3 yılda ne Tanrı ne de kral korkusu olmadan acımasızca yokettiler,
halksız bıraktılar. Orada bulunanlara ve yukarıdaki tanıkların ifadesine göre, bu krallık dünyada
olabilecek en kalabalık yerdi. Eğer majesteleri bu cehennemi eylemleri durdurmazsa, tanıklar tek
bir canlı insan kalmayacağını söylüyor. Ben de böyle düşünüyorum. Çünkü Amerika'nın birçok
büyük bölgesinin birkaç gün içinde yokedilip halksız bırakıldığını kendi gözlerimle gördüm.
Yeni Grenade Krallığı'nda başka büyük eyaletler de var. İsimleri Popayân ve Cali. Bu eyaletlerle
beraber başka dört eyalet daha 500 mili aşar. Onlar da diğerleriyle aynı şekilde yakılıp yıkıldı,
yokedildi. Toprak gayet verimliydi. Buradaki halk, malları çalınarak öldürüldü. İşkence gördü ve
aynı kötülüklere maruz kaldı. Şimdilerde bu ülkelerden gelenler, onca büyük köyü yanmış,
yıkılmış görmenin, çok üzüntü verici, acıklı bir durum olduğunu söylüyorlar. Oradan geçerken
bir-iki bin nüfuslu bir köyde 50 kişi bile kalmadığını görüyorlarmış. Diğer köyler
tamamen yanmış ve ıssızmış. Birçok yerde 100-200 ya da 300 milin tamamen halksız, yanmış ve
yıkılmış olduğunu görüyorlarmış.
Son olarak, büyük zalim zorbalar Quito eyaleti tarafından Peru krallıklarından başlayarak Yeni
Grenade Krallığı ve Popayân'a, Carthagene ve Uraba tarafında Cali'ye doğru girdi. Başka
uğursuz zorbalar da Carthagene'den Quito'ya geldi. Sonra diğerleri güney kıyısındaki San Juan
ırmağı tarafından geldi. Bütün bu zorbalar 200 mili aşkın toprağı yerle bir etmek, halksız
bırakmak için toplandı. Sonsuz sayıda insanı cehenneme yolladılar. Şu anda geride kalan zavallı,
masum insanlara da aynısını yapıyorlar. Başta açıkladığım kural -İspanyolların bu uysal
koyunlara karşı uyguladığı baskı rejimi, şiddet ve haksızlıklar, sertlikte, insan dışılıkta ve
kötülükte çoğalmayı aralıksız sürdürdü- bugün bu eyaletlerde yapılanlarla, ateşlere ve
işkencelere layık diğer şeylerle ve aşağıda anlatılanlarla kanıtlanmış oluyor: Savaş
cinayetlerinden ve yıkımlarından sonra söylediğim gibi ispanyollar, insanları daha önce tasvir
ettiğim korkunç köleliğe mahkum ederler. Onları, birine 200, diğerine 300 olmak üzere
şeytanlara teslim ederler. Denir ki bir şeytan 100 yerliyi huzuruna çağırır. Onlar da koyunlar gibi
gelirler. Toplandıklarında, aralarından 30-40'ının başını kestirir ve diğerlerine: "Bana iyi hizmet
etmezseniz ya da iznim olmadan giderseniz size de aynı şeyi yapacağım" der. Bunu okuyanlar,
Allah aşkına bu harekete dikkat etsin. Zulüm ve haksızlık olarak hayal edilebilecek her şeyi
aşmıyor mu? Böyle Hıristiyanlara şeytan denmez de, ne denir? Yerlileri Amerika
Hıristiyanlarına emanet etmektense cehennem zebanilerine vermek daha iyi olmaz mı? Başka bir
olay anlatacağım. Anlattığımdan daha zalim ve korkunç mu, yırtıcı hayvanlardan daha fazla
vahşetle mi dolu bilmiyorum. Amerika'daki İspanyolların yerlileri öldürüp, parçalamak için
eğitilmiş, yetiştirilmiş son derece vahşi ve yırtıcı köpekleri olduğunu söylemiştik. Bütün gerçek
köpekler, hatta köpek olmayanlar anlatacaklarımı öğrensin. Böyle bir şey hiç duyulmamış olsa
bile... İspanyollar, bu köpekleri beslemek için domuz sürüleri gibi yürüyen zincirlere vurulmuş
birçok yerliyi yollara çıkarırlar. Onlar öldürür ve insan eti bulunan halka açık kasap dükkanları
işletirler. Birbirlerine: "Bu rezil heriflerden dörtte birini ödünç ver de bir diğerini öldürene kadar
köpeklerine yiyecek vereyim." derler. Sanki domuz ya da koyunun dörtte birini değişiyorlardı.
Diğerleri sabah köpekleriyle ava giderdi. Yemek için geri döndüklerinde onlara avın nasıl geçtiği
sorulurdu. O zaman şöyle cevap verirlerdi: "Çok iyi. Köpeklerimle 15-20 rezil herifi öldürdüm."
Bütün bu şeytanî eylemler ve diğerleri, zorbaların birbirlerine açtığı dava sırasında kanıtlandı.
Daha çirkin, daha yırtıcı, daha insanlık dışı ne olabilir ?
Daha dikkat çekici zulüm haberlerini bekleyerek burada duruyorum (dahası olabilirse). 42 yıldır
aralıksız olarak kendi gözlerimizle gördüğümüze göre eski olaylara tekrar dönene kadar
susacağım. Tanrı'nın ve vicdanımın önünde ilân ediyorum; inandığım, gerçek saydığım şeylere
göre, Amerika toprakları ve halkına geçmişte ve bugün hâlâ yapılan kayıpların, tahribatın,
yıkımların, halksız bırakmaların, kırıp geçirmelerin, cinayetlerin, büyük, özellikle de çirkin ve
korkunç zulümlerin, şiddetin, haksızlıkların, hırsızlıkların ve öldürmelerin ağırlığı ve miktarının
yalnızca on binde birini söyledim ve ortaya çıkardım. Bütün Hıristiyanların bu masum milletlere
daha çok merhamet etmeleri, yıkımlarına ve cehennem azaplarına daha fazla üzülmeleri,
İspanyolların açgözlülüğü, hırsı ve zalimliğinden daha çok nefret etmeleri için, daha önce
anlattıklarımın haricinde aşağıdaki gerçeği doğru olarak görmelerini istiyorum: Amerika'nın
keşfinden bugüne dek, yerliler, Hıristiyanların haksızlıkları, hırsızlıkları ve ihanetlerine
uğramadan önce hiçbir zaman, hiçbir yerde, tek bir Hıristiyanla kötülük etmedi. Aksine yerliler,
İspanyollara gökten gelen melekler gibi muamele ettiler. Hıristiyanların eylemlerini, kim
olduklarını ve ne yapmaya niyetlendiklerini öğrenene dek öyle iyi ağırladılar ki...
Şunu da eklemek gerekir ki, başlangıçtan bu yana İspanyollar, yerlilere İsa'nın dinini yaymak
için fazla endişelenmediler. Sözkonusu köpekler ya da başka hayvanlar olsaydı ancak o kadar
endişelenirlerdi. Aksine, din adamlarına acı çektirerek, zulmederek, onların dini öğretmemesi
için her şeyi yaptılar. Çünkü bu açgözlülükle, bekledikleri altın ve zenginliklerin ele
geçirilmesine bir engel olarak görünüyordu. Bugün bütün Amerika sakinlerinin Tanrı bilgisi, 100
yıl öncesinden daha fazla değil. Yerliler Tanrı'nın tahtadan olup olmadığını, gökte mi, yerde mi
olduğunu bilmiyor. Sadece, din adamlarının dolaştığı küçük bir köşe olan Yeni İspanya hariç,
yerlilerin hepsi dinsiz ve dinî ayinsiz öldü.
Ben, Sait Dominique tarikatından papaz Bartolome de Las Casas, burada, İspanya sarayında,
Tanrı'nın merhametiyle Amerika'dan cehennemi kovmak için bulunuyorum. İsa'nın kanıyla
kurtarılan bu sonsuz insan yığını hiçbir zaman yardımsız ölmesin. Yaratıcılarını tanısın ve
kurtulsunlar. Ben vatanım Castilla'ya duyduğum merhametle dine, erdeme ve insanlığa karşı
işlenen bunca büyük günah yüzünden Tanrı burayı yoketmesin diye buradayım. Başkalarının
üzüntü ve felaketlerine acıyan, ilâhi ahlâka sımsıkı sarılmış ve bu sarayda bulunan bazı önemli
kişilere merhamet ediyorum. Aralıksız işlerim yüzünden bu kararımı uygulamaya
koyamamıştım. Çalışmamı 8 Aralık 1542'de Valence'de bitirdim. O sırada, daha önce anlattığım
şiddet, baskı, diktatörlük, katliam, hırsızlık, yıkım, kırıp geçirme, yoketme, dehşet ve felaket
Amerika'da Hıristiyanların bulunduğu her yerde gücünün doruğundaydı. Hıristiyanlar bazı
bölgelerde diğerlerinden daha vahşi ve iğrenç davrandı.
Meksika ve dolaylarının sağlığı biraz daha iyi. Orada en azından herkesin önünde, alenen
öldürmeye cesaret edilmiyor, çünkü burası bir parça adalet olan tek yer. Yerlilerin şeytanî
haraçlarla öldürüldüğü düşünülürse adalet oldukça zayıf. İspanya Kralı ve İmparatoru, efendimiz
don Carlos'un (V. Carlos) Tanrı'nın ve kendisinin isteklerine aykırı olarak geçmişte ve bugün, bu
topraklara ve halkına yapılan kötülükleri, ihanetleri anlayarak (çünkü bugüne kadar gerçekler
hep ustaca ondan saklandı) bütün bu kötülüklerin kökünü kazıyacağını umuyorum. Tanrı'nın ona
verdiği bu yeni dünyayı rahatlatmalı, çünkü O, adaleti sever ve hakim kılmaya çalışır. Kudret
sahibi Tanrı, evrensel kilisesinin ve kraliyet ruhunun selameti adına muzaffer ve mutlu yaşamını
ve imparatorluğunu uzun süre korusun. Amin.
Majestelerinin resmen ilân ettiği bazı kanun ve emirler, Barcelona'da 1542'de ve Madrid'te ertesi
yıl yayımlandığında yukarıdakiler yazılmıştı. O zaman majesteleri uygun görüp, Tanrı'ya ve
insanlığa karşı yapılan, dünyayı yok olup tamamen kaybolmaya götüren bunca kötülük ve günahı
durdurma emri verdi. Aydın, bilinçli üst düzey yetkilileriyle yapılan birçok toplantı,
Vallodolid'de gerçekleşen çok sayıda tartışma ve görüşmeden sonra, majesteleri bu kanunları
resmen ilân etti. Bu, son olarak tavsiyelerini yazılı olarak verip İsa kanunlarına yaklaşanların
fikir ve anlaşmalarının ışığında gerçekleşti. Bunlar, Amerika'da çalınan zenginliklerin
lekesinden, kokuşmuşluğundan uzak, gerçek Hıristiyanlardı. Bu hazineler, Amerika'yı
yönetenlerin ellerini ve daha çok ruhlarını kirletti. Hiç tereddütsüz Amerika'yı yönetenlerin
ellerini ve daha çok ruhlarını kirletti. Hiç tereddütsüz Amerika'yı yok edecek kadar gözleri kör
olmuştu. Bu kanun, yayımlanmasından sonra zorbaları destekleyen ve hâlâ sarayda bulunanlar
tarafından birçok kopya çıkarılıp Amerika'nın çeşitli yerlerine yollandı. Gerçekten de bu
kanunlar onları rahatsız ediyordu. Çünkü hırsızlığa ve baskı rejimine katılımın kapılarını onlara
kapatıyordu. Amerika'da baskıcı eylemleriyle yağmalamak, yıkmak, yoketmekle
görevlendirilmiş olanlar hiçbir zaman emirlere uymamış, aksine Lucifer'in yaratabileceği
düzensizliği izlemişlerdi.
Kanunları uygulamak zorunda olan hakimlerinden gelmesinden önce kopyaları görünce deliye
döndüler. Göründüğü kadarıyla günahlarını ve şiddet eylemlerini destekleyenler tarafından
haberdar edilmiş, bu desteğin geçici olduğunu görmüşlerdi. O kadar ki iyi hakimler kanunları
uygulamaya koyduğunda, krallarına saygı ve itaatten vazgeçmeye karar verdiler. (Her türlü Tanrı
sevgisi ve korkusunu kaybettiklerinden olsa gerek.) Çok zalim ve kudurmuş bu adamlar, ünlü
hainler olmaya karar verdi. Özellikle bugün, 1546'da, Peru krallıklarında öyle korkunç, dehşet
verici, uğursuz eylemler yapıyorlar ki ne Amerika'da ne de dünyada benzeri yoktur. Zorbaların
bu korkunç eylemleri sadece yerlilere! Hepsini ya da hemen hemen hepsini öldürdüler ve ıssız
bıraktıkları topraklara karşı değil, birbirlerine de yapıyorlar. Gerçekten de kraliyet adaleti onları
cezalandırmadığından Tanrı'nın doğru adaleti gökyüzünden gelerek birilerini diğerlerinin celladı
yaptı. Bu ayaklanma sayesinde yeni dünyanın hiçbir yerinde zorbalar kanunlara uymak istemedi.
Kışkırtma bahanesiyle ayaklandılar. Devletleri ve gaspettikleri varlıkları terketmek, sürekli köle
tuttukları yerlileri serbest bırakmak istemiyorlar. Kılıçla öldürmeyi bıraktıkları yerlerde şimdi,
zorla yaptırdıkları kişisel hizmetlerle, haksız ve affedilmez diğer baskılarla yavaş yavaş
öldürüyorlar. Bu zamana kadar kral, bunları engellemekte aciz kaldı. Çünkü küçük, büyük, hepsi
az ya da çok, açıkça ya da gizlice hırsızlık yapıyor ve krala hizmet ediyormuş gibi görünerek
Tanrı'ya karşı günah işliyor, kraldan çalıyor, ona karar veriyorlar.
---------
bu e-kitap tamamen ücretsiz olup ….birilerine bir şekilde faydalı olması temennisiyle….
…………………….

Bu Blogda Ara