LATİN AMERİKA
Küba Devrim Tarihi
1492'de Kristof Kolomb Küba adasını İspanyol sömürgesine kazandırdıktan sonra,
16.yüzyılın başlarında adada 7 koloni kentinden birisi olarak kurulmuş olan Küba,1898'e dek
Latin Amerika'daki en güçlü ve en zengin İspanyol kenti olarak kalmış. Bu süre içerisinde
yerli halkın ve İspanya'ya karşı çıkan İspanyol kökenli Kübalıların sömürge yönetimlerine
karşı sürekli direnişlerine tanık olmuş 19.yy'ın son iki yılı ile 20.yy.ilk iki yılını (1898-1902)
ABD egemenliği altında geçirmiş. 1902'de yine ABD'ye bağımlı bir diktatörlük dönemini
yaşamış özellikle 1930'lardan 1959'a dek (Batsita döneminde) ABD'li milyarderlerin eğlence
ve fuhuş merkezi haline gelmiş bir ülke.
Küba'nın sömürgeciliğe karşı mücadele tarihi adadaki yerlilerin 1492'de ansızın karşılarında
gördükleri Kristof Kolomb'a karşı oklarıyla ve mızraklarıyla direnmeleriyle başlar. Yerli
Kızılderililerin katledilmesiyle başlayan İspanyol sömürgeciliği ve direniş (60 yıl kadar da
ABD destekli diktatörlük) Küba devrim sürecine kadar devam eder (200 bin olan Kızılderili
yerli nüfus 50 yılda katliamlarla 5 bine düşer).
Küba, geçen yüzyıllarda köleciliğin en yüksek düzeylerde uygulandığı bir ülke, örneğin
1760'larda tüm nüfus ancak 150 bin kadarken adaya getirilen Afrikalı kölelerle bu rakam
100 yıl içinde 1,3 milyona tırmanmıştır.
1850'lerden itibaren ABD'nin Küba'yı ele geçirme faaliyetleri başlar. Yatırım boyutlarıyla
ekonomik-siyasal yoğunluk içinde 1898'de ABD işgaline kadar sürer. Bu dönem aynı
zamanda Jose Marti'nin efsaneleşen direnişiyle ulusal önderlik geleneğinin güçlendiği yıllar
(1860-1890). 1890'larda Jose Marti önderliğinde başlayan direnişi İspanyollar önleyemez. O
dönem Küba nüfusunun yüzde 5'i olan 100 bin kişi bu direnişler sırasında öldürülür. Jose
Marti de 1895'te savaş alanında öldürülür.
Jose Marti, 19. yy Latin Amerikasında sömürgeciliğe karşı çıkışın ve dünyanın ilk antiemperyalist
savaşçılarından biridir. Marti 1892'de Patria/Vatan gazetesini çıkarmaya başlar.
Aynı yıl kurulan Küba Devrim Parti'sine Genel Başkan olur. Mayıs 1895'te öldürülene kadar
Küba'nın bağımsızlık mücadelesinin önderi olur. 1959 devrimi Marti'nin düşünün başka bir
aşamada gerçekleşmesidir.
1898'de ABD'nin devreye girerek, İspanya'ya savaş açmasıyla Ada (Küba) ABD denetimine
geçer (Küba'da ABD işgali başlıyor). ABD "Paris Antlaşması" olarak geçen, bu işgal
antlaşmasıyla, Guantanamo'da bir üs kurup (halen varlığı devam eden ve cezaevine
dönüştürülen) işbirlikçisi Palma yönetimine adayı devredip 1902'de adadan çekilir. 1933'de
yine ABD desteğiyle iktidara gelen Batista döneminde Küba ekonomisi turizm adı altında
fuhuş, kumarhane işletmeciliği ve her tür kaçakçılığın "kara para merkezi" oluyor. Bu
dönemde tarım alanlarının yüzde 75'i, hizmet sektörünün yüzde 90'ı ve şeker üretiminin
yarıya yakını ABD'li ve diğer yabancı sermayeli şirketlerin elindedir.
Küba Devrimi'nin Fidel'le başlayan süreci ise, 1953 Moncado Kışlası baskınıyla başlar. Bu
baskınla ilk silahlı mücadele çıkışını yapan Castro, önce hapsedilir. Sonra Meksikaya sürülür.
2 Aralık 1956'da Fidel ve Che'nin de aralarında bulunduğu 82 devrimcinin Küba'nın doğu
sahillerine çıkmasıyla başlayan mücadelenin ikinci dönemi 1959 Ocak başlarında zafere
ulaşır.
Küba Halkının Sahip Çıktığı Devrim
Küba halkının 47 yıldır sahip çıktığı bir devrimin, halka ilişkin yarattığı değerlere
baktığımızda 47 yıl abluka altında yaşayan bir toplumun devrimine-onuruna her şeye
rağmen neden sarılmakta olduğunu anlıyoruz. ABD'nin bütün çabalarına ve 70 milyar
dolarlık bir maliyet yaratan ablukaya rağmen, Küba halkı kendi imkanlarıyla, hayatı ve
devrimini korumaya devam ediyor.
Küba, devrimden önce zenginler için kumarhane, eğlence ve fuhuş merkezi olan bir
ülkeyken, bugün ise insani değerlerin, kolektif yaşamın, enternasyonalist dayanışmanın ve
sosyalizmin örnek değerlerinin her gün çoğalarak ve kıtaya enerji yayarak yoluna devam
ettiği bir ülkedir. Devrimin sağladığı başarılardan bazılarına baktığımızda bu gerçekliği
görmekteyiz.
Devrimden Sonra;
• *60 yeni üniversite açılmıştır (Dünya ve bölgede sağlık alanında oldukça başarılı Tıp
Fakültesi ağırlıklı).
• *Onbinlerce spor kompleksi, Kültür Merkezi ve Enstitüler açılmıştır (sağlıklı bir kuşak
ve sosyalizmin kültürel anlamda yerleşmesini sağlamak amaçlı).
• *ABD'de binde 12, Türkiye'de binde 80 olan çocuk ölüm oranlarını binde 6'ya kadar
düşürmüş bir ülke.
• *Koruyucu hekimlik dalında çok ileri bir noktada olan Küba'da, ortalama yaşam
süresi erkeklerde 75 kadınlarda 77'ye kadar yükselmiştir.
• *Küba'da okuma yazma oranı %100 ve dokuzuncu sınıfa kadar zorunludur.
• *Oy verme yaşı 16, sendikalaşma oranı yüzde 95'tir.
• *Küba"da yaşayan herkes sağlık ve eğitim hizmetlerinden ücretsiz yararlanır.
• *Küba enternasyonalist dayanışma anlamında Latin Amerika ve 3. Dünya ülkelerine
binlerce doktor gönderen ve bu ülkelerden 17.000 Tıp öğrencisine ülkesinde ücretsiz
eğitim veren tek ülkedir.
• *İşsizliğin olmadığı Küba'da, her 100-120 aileye bir doktor düşüyor.
• *Bütün yöneticiler yılda bir ay tarlalarda ya da üretimde çalışıyor.
• *Nüfusu 11 milyon olan Küba'nın (yüzde 66'sı beyaz, yüzde 12'si zenci, yüzde 20
kadarı melez) tüm vatandaşları ırk ayrımı olmaksızın Halk Parlamentosunda eşit
temsil ediliyor.
• *Her ailenin gıda karnesi ve sağlıklı beslenme hakkı anayasal güvence altındadır.
11 Eylül 1973
Mine G. Kırıkkanat
Santiago'da sabah.
Saat 07.55. Salvador Allende, Radio Corporacion mikrofonlarından Şili halkına
sesleniyor:
"
Valparaiso'yu kuşattığı kesinleşti. Meşru hükümete, yurttaş iradesiyle kurulmuş yasal
hükümete karşı bir ayaklanma söz konusudur. Tüm emekçilere sesleniyorum.
Fabrikalarınıza, işinizin başına gidin, görevinize sahip çıkın ve sükûnetinizi muhafaza edin.
Santiago'da durum normaldir.
Ben buradayım ve halkın iradesiyle temsil ettiğim hükümeti savunarak burada kalacağım.
Provokasyonlara kapılmayınız. İlk aşamada, isyana karşı tepkinin olumlu ve yurttaş
iradesiyle kurulan rejimi korumak yemini eden vatan askerlerinin, silahlı kuvvetlere ve
Şili'nin onuruna yaraşır biçimde davranacağını umuyorum. Ordunun üzerine düşen görevi
sorumluluk bilinci içinde gerçekleştireceğine eminim. Halk ve emekçiler, işlerinin başında
sakin ama dikkatli, cumhurbaşkanı yoldaşları olarak onlara ileriki saatlerde yapabileceğim
çağrıyı beklemelidirler."
Saat 08.15. Radio Corporacion, Salvador Allende'nin ikinci mesajı:
"Orduya bağlı bölüklere, Valparaiso eyaletindeki darbe girişimini bastırmak üzere isyancıların
üstüne yürümek emri verdim. Sizler, cumhurbaşkanlığından alacağınız talimatı bekleyin.
Cumhurbaşkanı'nın
inanın. Ulusun bana 4 Kasım 1976'ya kadar verdiği görevi bırakmayacağıma ve halkın
iradesine saygıyı sağlayacağıma inanınız. Talimatımı bekleyiniz. Devlet otoritesine bağlılık
yemini eden meşru askeri güçler, örgütlü emekçilerle omuz omuza, vatanı tehdit eden faşist
darbeyi bastıracaklardır."
Saat 08.45. Salvador Allende'nin Radio Corporacion'dan üçüncü mesajı:
"Beni dinleyen yoldaşlar: Durum vahim. Silahlı kuvvetlerin çoğunluğunun katıldığı bir
darbeyle karşı karşıyayız. Size 1971 yılında söylediğim sözleri anımsayın: Ben ne mesih, ne
de azizim. Halkın bana verdiği görevi yerine getirmek için yola çıkmış bir toplum
savaşçısıyım. Ama Şili'yi tarihin karanlığına gömmek isteyenler, halkın büyük çoğunluğunun
iradesine ihanet ettiler. Kahraman değilim, ama geriye adım atmayacağım. Bilsinler,
duysunlar ve hiç unutmasınlar:
bitince terk edeceğim, Şili devrimini ve halkın iradesiyle kurulan Şili hükümetini sonuna
kadar savunacağım. Başka çarem yok. Beni ancak kurşunlarla delik deşik ederek
durdurabilirler. Ben ölürsem, halkım yürür yoluna, daha güç, daha zorlu, acılı olur yol.
Çünkü halkın karşısına çıkanların şiddet sınırları yok. Onlara bu olanağı ne sunacak, ne de
kolaylaştıracağım. Toplumsal devinim, bir yönetici yok edilince yok olmaz. Yavaşlatılır,
uzatılır ama durdurulamaz. Yoldaşlar, sükûnetinizi muhafaza edin. Cumhurbaşkanı
yoldaşınız, ne halkını ne de görev yerini terk edecek. Hayatım pahasına
Sarayı'ndayım ve çıkmayacağım."
Saat 9.03, Radio Magallanes:
"Uçaklar üstümüzden uçuyor. Bizi tarayabilirler. Ama bilsinler ki biz buradayız ve bu ülkede,
sorumluluklarına sonuna kadar sahip çıkan insanlar var. Ben bu sorumluluğu özgür ve
demokratik seçimle işbaşına gelen bir cumhurbaşkanının bilinciyle üstlendim. Büyük tarih,
baskı ve cinayetle yazılmaz. Bizi silebilirler. Ama yarınlar halkın ve emekçilerin olacaktır. Bu
vatanı vatan yapan ilkeleri savunmanın bedelini, hayatımla ödüyorum. Halkım sakin olmalı,
provokasyon ve katliama yol açacak intikam duygularına kapılmadan, daha iyi bir yaşam
kurma hakkını savunmalı."
Saat 9.10. Uçaklar sarayı bombalarken, Salvador Allende'nin Radio Magallanes'ten
duyulan son sözleri:
"Size son kez hitap ediyorum. Uçaklar Magallanes radyosunun vericilerini bombaladı.
Bu tarihsel geçiş anında, halkıma sadakatimi hayatımla ödeyeceğim. Ama yüz binlerce
Şililinin bilincine düşen tohum ergeç yeşerecek. Onların silahları ve güçleri var. Ama
toplumsal ilerleyişi şiddet ve cinayetle durduramazlar. Bu ülkenin geleceğini kuracak
gençlere sesleniyorum: Şili'de faşizmin geçmişi uzun. Tüm terörist suikastlar, havaya
uçurulan köprüler, yıkılan demiryolları, patlatılan petrol kuyuları onların eseriydi.
Hepsi satın alınmıştı. Tarih önünde yargılanacaklar.
Az sonra sesimi artık duymayacaksınız. Ama hep sizinle olacağım. Beni vatana sadık bir
onurlu insan olarak hatırlayın. Halkım kendini savunmalı, ama feda etmemeli. Vatanın
emekçileri, ben Şili'ye ve geleceğine inanıyorum. Başka adamlar, başka insanlar ihanetin
bastırdığı bu acı karanlığı aydınlatacaklar. Er geç özgür insanın geçeceği kapıları açacak ve
daha adil bir toplum kuracaklar. Yaşasın Şili! Yaşasın halk! Yaşasın emekçiler!
Bunlar benim son sözlerim ve fedakârlığım boşuna değil, satılmışlığa, korkaklığa ve ihanete
bir ahlak dersi olacağına eminim."
Salvador Allende, 29 yıl önce bugün,
askerler arasındaki bir CIA ajanının sıktığı tek kurşunla öldürüldü. İntihar etti, denildi. Faşist
darbe, birkaç ay önce kendi eliyle genelkurmay başkanlığına atadığı Augusto Pinochet ve
satılık ordusuna ABD talimatıyla yaptırılmıştı. Allende'nin başkan seçildiği günden öteye Şili
ordusuna 'eğitim' vermeye başlayan ABD ordusunun darbe yapıldığı tarihte Şili'de 500'ü
aşkın resmi 'egitmeni' vardı. Pinochet döneminde 3 bin kişi işkence altında öldürüldü ve
duvar mezarlara, betonlara gömüldü.
ZAPATİSTALAR
“Beş yüz yıllık sömürü, birbirini deviren iktidar heveslileri ile bitmek bilmeyen ekonomik ve
sosyal sorunlar arasında sıkışmış Mayaların bardaklarına sona damla düşmüştü. Taşıdıkarı,
onlara sefalet getiren nedenin en son şekli neoliberalizme ve kendilerini yok sayan yönetime
karşı açılan isyan bayrağıydı.”
1 Ocak 1994’te Meksika’nın Chiapas eyaletinde Zapatista ayaklanması başladı. Ayaklanma
EZLN tarafından hazırlanmıştı. Tarih olarak NAFTA’nın yürürlüğe girdiği gün seçilmişti.
Ayaklananların kendilerine Zapatista demeleri ise Emiliano Zapata’nın yolunda
yürüdüklerinin göstergesiydi. Ağızlarında üç sözcük vardı: “özgürlük, adalet, demokrasi”.
“(...) Biz mücadele ediyoruz; ama dünyayı kendimize benzetmek için değil, bu dünyada
herkesin yeri olması gerektiğine ve insanlığın mutlu olmaya hakkı olduğuna inandığımız için
mücadele ediyoruz.”
Yardımcı Komutan Marcos
Meksika’nın Chiapas eyaletindeki bu mücadele nedenlerini geçmişten getiriyor.
SÖMÜRÜNÜN TARİHİ MEKSİKA
Bugünkü Meksika topraklarında, Maya uygarlığının da aralarında bulunduğu büyük
uygarlıklar M.S. 100-900 yıllarında yaşadı. 1325’te Aztekler diğerlerini de kapsayacak
şekilde bir imparatorluk oluşturdu.. Bu uygarlıkların tümü ileri durumdaydı. 1517’de
başlayan ve 1540’larda Meksika’nın neredeyse tamamının ele geçirilmesiyle sonuçlanan
İspanyol yayılması, yerli uygarlıklara ölümcül bir darbe vurdu. Artık buraya verilen isim
“Nueva Espana / Yeni İspanya” idi. Yeni İspanya topraklarının kuzey sınırı bir belirsizlik
döneminden sonra, 1819 Adams Onís Antlaşması’yla kesin olarak çizildi ve bugünkü Texas,
New Mexico ve California üzerindeki İspanyol egemenliği Amerika Birleşik Devletleri
tarafından resmen tanındı. İspanya Veraset Savaşı sonrasında, hanedanla birlikte Yeni
İspanya’daki politika da değişti; sömürge sistemi kurulması amaçlandı. Bununla beraber
göçle gelen beyaz nüfus, etnik değişime yol açtı. Yerli-İber karışımı “Mestizo”lar nüfusa
katıldı. Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve Fransız İhtilalinin yayılan düşünceleri Meksika’da
1808’de bağımsızlık hareketlerini başlattı. Mücadelenin sonucu 1821’de yapılan Córdoba
Antlaşması idi ve böylece İspanyol sömürge yönetimi yıkıldı; meşruti monarşi ilan edildi.
Keyfi uygulamalar, iç çekişmeler ve sömürge kurumlarının ortadan kaldırılamaması, meşruti
monarşinin ve daha sonra ilan edilen cumhuriyetin etkili olmasına imkân vermedi. Kötüleşen
ekonomi ile birlikte bu ortamı fırsat bilen ABD, sınıra ilişkin dayatmalarına hız kazandırdı.
Texas, 1836’da Meksika’dan koptu, 1845’te ABD’ye katıldı. Nisan 1846’da ise Meksika
Savaşı çıktı. ABD’nin üstün geldiği savaş sonunda 1848 Guadalupe Hidalgo Antlaşması
imzalandı; bugünkü New Mexico, Nevada, Arizona, California, Colorado, Utah ve Wyoming
ABD’ye bırakıldı.
Meksika Savaşı sonrasında liberal görüşler yayıldı ve reform dönemine girildi. Askerlerin ve
din adamlarının ayrıcalıklarının kaldırılması, kilise topraklarının satışa çıkarılması sonrasında,
reformlara yasal dayanak kazandıran ve özgürlükleri genişleten bir anayasanın yapılması,
tutucuların büyük tepkisini çekti. 1858’de İspanya, İngiltere ve Fransa’nın desteklediği
tutucular ile Amerika Birleşik Devletleri’nin desteklediği iç savaş patladı. Reform yanlılarınca
kazanılan iç savaş sonrası Juárez 1861’de başkanlığa seçildi.
Juárez’in mali sorunları çözmek için dış borçları iki yıllığına ertelemesini fırsat bilen Fransa,
ABD’nin iç savaşta olmasından yararlanarak 1864’te İngiltere ve İspanya ile yönetimi
“cezalandırmak” niyetiyle Meksika’yı kontrol altına aldı; fakat işgalci güçlere karşı zorlamalar
üç yıl sonra Meksika’ya tekrar cumhuriyeti kavuşturdu.
1872’de Juárez’in ölmesinden sonra, Porfirio Díaz, askeri darbeyle başkanlığa geldi. Díaz,
1877’den 1880’e, 1884’ten 1910’a kadar ülkeyi yönetti. Dönemleri arasındaki dört senede
ise görevde Díaz’ın gölge bir adamı başkanlık yaptı. Büyük toprak sahiplerinin ve kilisenin
desteğini alan Díaz, bürokrasiyi de denetimi altına almasıyla ve özgürlükleri rafa
kaldırmasıyla acımasız bir diktatör oldu. Geniş topraklı malikânelerin büyümesi, küçük
çiftçilerin ve köylülerin topraklarını kaybetmesi karşılığında oluyordu. Bu ortamda
borçlarından olayı çalışmak zorunda kalan “borç köleleri” ortaya çıktı.
Öte yandan Díaz, yabancı sermayeyi ülkeye çekerek bütçeyi dengeledi. Ülkenin üst
sınıflarına refah getirirken, bunu nüfusun çoğunluğunu oluşturan köylülerin sırtından yaptı.
Gelir dağılımndaki dengesizlik adeta bir uçuruma dönüştü. Diktatörlüğe karşı gelen tepkilere
de baskıların artmasıyla cevap verildi.
1910’da Meksika’da kırsal yaşam sürdüren ailelerin %96’sının toprağı yoktu ve binden az
sayıda olan güçlü toprak sahipleri, on iki milyonluk ülkede tarımsal kaynakları denetim
alında bulunduruyordu. Ayrıca Díaz yönetiminin son zamanlarında Meksika nüfusunun %60’ı
“borç kölesi”ydi. Yolsuzluk ve rüşvetin yaygın olduğu bu dönem, yoksulluk ve adaletsizlik
içinde patlamayı bekleyen bir toplum oluşturdu. Meksika Devrimi’ne giden yol böyle açıldı.
MEKSİKA DEVRİMİ
Meksika’nın 19. yüzyılı genel hatlarıyla toprak reformu sorununa odaklanıyordu. İçerde
sürekli mücadelelerin olması, adeta Meksika’nın bir türlü gelişme yoluna girememesine
neden olmuştu. Kapitalistleşme süreci, Meksikalılarca değil, yabancı kredi ve yatırımlarla
yürütülüyordu. Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Fransa, bu süreçte rol oynayan ve
İspanya’nın misyonunu üstlenen yeni devletlerdi. Demiryolu yapımı, bankacılık, özellikle
petrolü de içeren yeraltı kaynaklarına bu ülkelerin büyük yatırımları vardı. Para, Meksika’nın
geleneksel tarım ürünleri olan mısır ve şeker kamışının yerine tümüyle pamuk, kenevir,
kahve gibi sanayi ürünlerine eğilimi zorladı ve bunu başardı. Elbette bu dış etkenin içerde bir
destekçisi vardı: Porfirio Díaz yönetimi. Díaz dönemi, baskının son derece yüksek olduğu
yıllar olmuştur.
Kanlı biçimde bastırılan grevler, yönetimi zor duruma düşürdü. Díaz, 1910’da demokratik
başkanlık seçimine izin vereceğini açıkladı. Bu seçime aday olanlardan biri Francisco Madero,
halk arasında geniş bir destek buldu. Göz ardı edilemeyecek bu destek karşısında Diáz
yönetimi yeniden sertleşti; Madero tutuklandı. Ekim 1910’da Temsilciler Meclisi Díaz’ı tekrar
başkan seçti. Madero hapisten kaçıp 20 Kasım’da halkı silahlı ayaklanmaya çağırdı. Coahuila
eyaleti valisi Venustiano Carranza da ona katıldı. Bu ortamda kuzeyde Pancho Villa, güneyde
Emiliano Zapata gibi önderler de bu hareketle birleşti ve orduyla çatıştı. Devrimcilerin ortak
düşmanı Díaz’dı. Kazanılan başarılarla Díaz yönetimi çözüldü. Madero 6 Kasım 1911’de
başkan seçildi. Fakat Madero, hem devrimcilerin hem de eski rejim yandaşlarının tepkisini
çekti. Demokrasiyi getirmek isterken alt yapının da yenilenmesi gerekliliğini unutmuştu.
Üstelik Madero, Díaz’ın ordusu ve bürokrasisi üzerinde herhangi bir değişiklik yapmamış,
yönetime bu şekilde devam etmiştir. Gönülsüzlüğü ise, Zapata ve diğer devrimcilerle
anlaşmaya yanaşmamasıyla göze çarpar. Zapata, ellerinden alınmış toprakların yerlilere
hemen geri verilmesi isteğinin reddedilmesiyle Madero’ya karşı tavır aldı. Kuzeyde de Orozco
aynı yolu benimsedi. 1913’te General Victoriano Huerta, Madero’yu devirdi ve yönetimi ele
geçirdi. Bu yeni despotik yönetim ise Carranza’nın bir yıl içinde zorla yönetime gelmesiyle
son buldu. Carranza yönetimi, malikâne yönetimine son veren, tarımda kapitalist kalkınmayı
başlatan, topraksız köylere toprak kazandıran ve yabancı müdahalesini kırmayı amaçlayan
adımlar attı. Hazırladığı yasada işçi hakları güvence altına alınıyor, Katolik Kilisesi
ayrıcalıkları sınırlandırılıyordu. Muhaliflerini tasfiye eden Carranza, 1919’da da Zapata’yı
öldürttü. Villa ise mücadeleyi bıraktı. Böylece yerel direnişler son buldu. Yine de
Carranza’nın yönetimi fazla uzun sürmedi. Yandaşlarının desteğini yitirmesinin ardından
1920’de Obregon, yeni başkan oldu.
EMILIANO ZAPATA
Emiliano Zapata, Meksika Devrimi’nde ayaklanan önderlerden biriydi. Yaşadığı eyalet olan
Morelos’taki diğer köyler gibi Zapata’nın köyü de yüzyıllardır tarımla varolmakta ve dışarıyla
çok az bağlantı kurmaktaydı. Babasının ölümünden sonra çiftliğin sorumluluğunu üzerine
alınca Zapata, kendisini köylülerle malikane sahipleri arasındaki çatışmaya girmiş buldu. Köy
Savunma Komitesi’nde görev aldı. 1909’da komitenin başkanlığına seçildi. Toprak sahibiyle
ekim alanı için görüşen köylüler olumsuz yanıt alınca, Zapata önderliğinde bu toprakları işgal
ettiler. Bir süre sonra da Zapata, Díaz yönetimine karşı ayaklanma başlatan Madero’ya
katıldı; fakat Madero, Morelos’ta kanun yoluyla toprak reformu yapacağı sözünü tutmayınca
Zapata, muhalif bir tavır aldı. Zamanla Madero da Zapata’yı isyancı olarak görmeye başladı.
Aslında Madero’nun tutucuların işine gelen davranışlarının nedeni, geldiği yerde yatıyordu:
Meksika’nın en zengin toprak sahibi ailelerinden birinin oğluydu. Bu açıdan Madero’yla
yaptığı ikinci görüşmede de sonuç alamayan Zapata, Ayala Planı’nı açıkladı. Bu plana göre,
Madero, devrimin hedeflerini yerine getiremeyecekti, devrimin yeniden canlandırılması ve
seçimler için elverişli ortam hazırlanıncaya kadar geçici bir başkan atanması, büyük toprak
sahiplerinin çiftliklerinin 1/3’ünün tazminat ödenerek kamulaştırılması, bunu kabul
etmeyenlerin çiftliklerine zorla el konulması öngörülüyordu. Madero’dan sonra 1913’te
yönetimi ele geçiren ve toprak sahiplerine dayanan Huerta hükümeti doğal olarak Zapata’yla
uzlaşamadı. Bu yönetimin askeri müdahalesi de bir etkinlik göstermedi. Amerika Birleşik
Devletleri’nin müdahalesiyle Huerta devrilince liberal Carranza ve Obregon ile köylü
devrimciler Zapata ve Pancho Villa karşı karşıya geldiler. Zapata-Villa cephesi, bir ara
Meksiko’yu denetim altına aldı; fakat Amerika Birleşik Devletleri desteğini arkasına alan
Carranza karşısında fazla direnemediler. Meksiko’daki kısa süreli zaferle, Zapata, toprak
dağıtımı amacıyla toprak komisyonları kurdu. İç savaşın devam ettiği bu dönemde Villa,
Ayala Planı’nı kabul etti. 1919’da ise bir kumpas kurularak Zapata öldürüldü. Yirminci
yüzyılın ilk büyük köylü hareketinin lideri olarak anılan Zapata, böylece tarihte Meksika
Devriminin bir kahramanı olarak yerini aldı.
BELİNİ DOĞRULTAMAYAN MEKSİKA
Meksika Devrimi’nden sonra başa gelen Obregon, anayasanın öngördüğü reformların
uygulanmasını sağladı. Köylüye toprak dağıtımı başladı. İşçi sendikalarına destek verildi,
eğitim yaygınlaştırıldı. Obregon’dan sonra yönetime gelen Calles, aynı çizgiyi sürdürmekle
beraber petrol sanayisini ulusal çıkar çerçevesine sığdırdı, kilisenin gücünü kırmaya çalıştı.
Fakat 1930’a doğru bu uygulamalar hız kesti. Öte yandan Calles, PRI ’da (Kurumsal
Devrimci Parti) nüfuzlu askeri-siyasal çevrelerle işçi ve köylü önderlerini buluşturdu. 1930’da
göreve gelen Lázaro Cárdenas ise Meksika ekonomisinin bağımsızlaşması yolunda çok
önemli adımlar attı. Toprak dağıtımını hızlandırdı ve köylülerin ortak toprak (ejido)
çerçevesinde örgütlenmesini sağladı. Bir sisteme sahip olmayan işçi örgütlerinin Meksika İşçi
Konfederasyonu (CTM - Confederación de Trabajadores de México) kapsamında
birleşmelerinin adımını attı. Yabancı petrol şirketlerini millileştirdi ve yabancıların
denetimindeki demiryollarına el koydu. Cárdenas, 1911’de 15 yaşındayken Madero’nun
saflarına katılmıştı. 1930’da yönetime geldiğinde Zapata’nın hayalini, toprak reformunu
gerçekleştirdi. Bu, dünyada çok geniş çapta yapılan toprak reformlarından biriydi. Bu
dönemde Meksikalıların hayat standardı yükseldi; fakat Cárdenas’ın halefleri, onun kadar
idealist olmadı. 1940’larda başlayan sağa kayış, II. Dünya Savaşı’ndan sonra sanayileşme
ve kentleşmeyle devam ederken, 1960’larda çok hızlı nüfus artıyla birlikte Meksika,
muazzam ekonomik ve sosyal sorunlarla yüzleşti.
1977’de başlayan José López Portillo dönemi, sermayenin çıkarlarını ön plana alan, işçi
sınıfını sindirmeyi hedefleyen bir programa sahipti. Yeni petrol yataklarının bulunması ve
petrol fiyatlarının artacağı beklentisi, sınırsız borçlanmayı ve ithalat artışını getirdi. Fakat
petrol fiyatlarının düşüşü ve enflasyon, 1982’de bir bunalım doğurdu. 1982’de başkan olan
Miguel de
son derece zayıfladığı bir döneme girildi. Öyle ki, asgari ücret %42 düştü. 1989’da şaibeli
olarak başa gelen Carlos Salinas de Gortari ile neoliberal politikalar sağlam bir temele
oturtuldu. Artık Amerika Birleşik Devletleri desteği vardı. Ülke yabancı sermayeye açıldı,
özelleştirmeler başladı, devlet ekonomiden çekildi. Salinas döneminin önemli bir icraatı ise
1917 Anayasası’nda toprak reformunu öngören 27. maddenin yürürlükten kaldırılmasıdır.
NAFTA VE CHIAPAS
Meksika ekonomisi, NAFTA (North American Free Trade Agreement / Kuzey Amerika Serbest
Ticaret Anlaşması) üyeliği ile esas ve kalıcı darbeyi yedi. Kanada, Amerika Birleşik Devletleri
ve Meksika arasında yapılan anlaşma, üç ülke arasındaki gümrüklerin ve diğer ticaret
engellerinin kaldırılmasını ve böylece ticaret, hizmet ve sermaye akışının hızlandırılmasını
hedefliyordu. Fakat daha önceki neoliberal politikalarla büyüme(!) kaydeden Meksika,
NAFTA bir yılını doldurmadan krizin içine düştü. Aralık 1994’te 1980’lerden bu yana en
büyük çöküntüyü yaşadı. NAFTA’nın ulusal sanayii destekleme imkanını ortadan kaldırması,
Meksika gibi dış ortamda mücadele edemeyecek olan bir devleti bunalıma sürükledi. Oysa
NAFTA’yla gelen vaatler iş imkanlarının doğacağı, Meksika’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne
göç akımının duracağı yönündeydi.
İlkin neoliberal politikalarla görünürde bir iyileşme sağlanmış, daha sonra 1988’de IMF
reçeteleriyle yük daha da artmış ve NAFTA da bu anlamda en öldürücü darbe olmuştur.
Meksika’nın güneydoğusunda yer alan Chiapas eyaleti de, ülkenin içinde bulunduğu
ekonomik durumdan ve süreçten etkilendi. Chiapas, Maya kökenli yerlilerin yaşadığı bir
bölgedir. 74.211km2’lik yüzölçümüne sahip olan eyalet, Meksika’nın temel gıda maddesi
mısırın üretiminde üçüncü, petrolde ikinci ve kahvede birinci sırada yer alıyor. Chiapas,
ihracatının karşılığını ekonomik açıdan kendine yetme olarak bile alamıyor. Bu topraklarda
çalışan köylülerin sadece %18,4’ünün evinde su var, %2 ise, elektriği olanların oranı.
Bununla beraber bölge halkı hükümet baskısı altında ve demokratik süreçten yoksun
yaşıyor. Yerlilerin bu durumu, PRI’nın politikaları ve bu politikalardan istifade eden
Mestizolar’la daha da kötüleşiyor.
ZAPATİSTA AYAKLANMASI
1970’lerde çözülen Maoist FLN (Front for National Liberation / Ulusal Kurtuluş Gücü)
örgütünden on kişi, 1982’de Chiapas’a gitti. Che Guevera tarzı bir devrimci örgüt kurma
amacında olan bu gerillalar yerli dilini bilmediklerinden bölgeye yabancılaştılar ve sonrasında
dağıldılar. Fakat bu gerillalardan bir olan Marcos, Chiapas’ta kaldı. EZLN (Ejercito Zapatista
de Liberacion Nacional / Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu) 1983’te kuruldu. Marcos’un
çabaları sonucu 1990’larda hükümetin habersiz olduğu silahlı bir köylü örgütü vardı.
EZLN, sesini 1 Ocak 1994’te duyurdu. Zapatista ayaklanması, Sen Cristobal de Las
Casas’taki askeri tesislere saldırıyla başladı. Aynı gün NAFTA yürürlüğe girmişti. “Ya Basta! /
Yeter Artık!” sloganıyla baş gösteren ayaklanma on iki gün sürdü. Hükümetle ateşkes
yapıldığında yaklaşık on iki bin Zapatista üç şehri; Margarita, Ocausinco ve Sen Cristobal de
Las Casas’ı kontrol altına almıştı. Meksika ordusunun saldırıya karşılık vermesiyle yüz kırk
beş kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı. Daha sonra barış görüşmeleri yapıldı; fakat Zapatista
toplulukları hükümetin önerisini reddetti. Durgunluk on bir ay sürdü ve gerginlik tekrar
tırmandı. Meksika Kongresi diyalog zemini için Uzlaşma ve Derhal Barış Kanunu’nu çıkardı.
Aynı adı alan komisyon da görüşmelere yeniden başlamakla görevlendirildi. San Andres
görüşmeleri sırasında yerli hakları ve kültürü konusunda Ulusal Reform Antlaşması
imzalandı. Bu ilk adım hükümetin sertleşen politikasıyla gelişemedi. Bu arada
“Neoliberalizme Karşı I. Kıtalararası Buluşma” Chiapas’ta kırk iki ülkeden beş bini aşkın
temsilcinin katılımıyla gerçekleşti. Hükümet, Uyum ve Barış Komisyonu ile EZLN arasındaki
süreç olumlu noktalanmadı.
Bununla birlikte egemen siyasi nüfuzun yumuşamayı kabul etmemesi iki suikastle açığa
çıkıyordu. PRI içinde demokratik reformları savunan ve muhalefetle ilişkileri geliştirme
yanlısı olan iki politikacı, Luis Donaldo Colosio Mart 1994, José Francisco Ruiz Massieu ise
aynı yılın eylül ayında öldürüldü. Bu cinayetlerin arkasında PRI olduğundan şüphelenildi.
Salinas’ın altı yıllık başkanlığından sonra Aralık 1994’te yerine Ernesto Zedillo Ponce de León
geçti. Zedillo, çöküşe doğru giden ekonomiye devalüasyonla müdahele etmek istedi. Fakat
ekonomi politikasının zayıflığı, pesonun önce %12, daha sonra %50 değer kaybetmesine yol
açtı. Bununla birlikte Zedillo, Chiapas politikasını da sertleştirdi ve Marcos’u terörist ilan etti.
Dahası, ayaklananları “ne yerli ne Chiapaslı bir avuç gerilla tarafından yoldan çıkarılmış
yoksul köylüler” olarak niteledi. Ardından orduyu üzerlerine gönderdi. Zedillo döneminde
ordu, Chiapas’ta sivilleri hedef alan düşük yoğunluklu savaş stratejisi izledi. Bu yöntem
Salinas tarafından da benimsenmişti. Askeri harekatlarda 1998’de Acteal’da kırk beş,
1999’da San Cristobal’de ise dört kişi öldü. Öte yandan, eski başkan Carlos Salinas’ın
kardeşi Raúl Salinas, Ruiz Massieu cinayetiyle ilişkisinin kanıtlanması sonucu, Ocak 1999’da
elli yıl hapse mahkum edildi.
Göreve geldiğinde reformlardan söz eden Zedillo, bu konuya çok itinalı yaklaştı. Ancak
Kongre’de ve uluslararası alanda oluşan baskı havası PRI’yı bir dizi değişiklik yapmaya itti.
Bu değişikliklerden biri, vatandaşların valiyi ve kent meclisi üyelerini seçmelerine olanak
tanıyordu. 1997’de PRI, yapmak durumunda kaldığı bu değişiklikten darbe yedi, başkentin
valiliğini muhalefetteki PRD’nin (Partido Revolucionario Democratico / Devrimci Demokratik
Parti) adayı kazandı. Diğer yandan Zapatista hareketi, sesini gür bir şekilde duyurmuştu.
Ülke içindeki yardımlar toplanıp Chiapas’a gönderilirken dünyanın çeşitli yerlerinde (Avrupa,
Latin Amerika, ABD, Avustralya) destek gösterileri ve eylemler yapıldı.
1997 seçimlerindeki değişim, Aralık 2000’deki başkanlık yarışında kendini gösterdi. PRI’nın
yetmiş bir yıllık saltanatı sona erdi. Yeni başkan Vicente Fox idi. Göreve gelince ilk olarak
Zapatista topluluklarının yaşadıkları bölgelerden orduyu çekmek ve parlamentoya “yerli
halkları yasa tasarısı”nı sunmak oldu. Bu tasarı onaylandı ve 15 Ağustos 2001’de yürürlüğe
girdi. Fakat yine de ekonomik yönelim anlamında Fox’un, kendinden öncekilerden pek de
farklı olmadığı görülüyor.
EZiLENLER
Direnişin Farklılığı
Zapatista hareketini incelediğimizde, kendisinden önceki sol gerilla oluşumlarından daha
farklı özelliklere sahip olduğunu görüyoruz.
İlk olarak Zapatistaların iktidarı ele geçirme gibi bir hedefleri yok. Yönetimi devirip kendi
sistemini oturtma gibi bir amacı olmayan Chiapas isyancıları, yerli Maya kimliğinin tanınması
ve özerklik isteğiyle yola çıkıyorlar. Amaçlarından biri yeni bir siyasal kültür yaratmak.
EZLN, iktidar isteğinin olmamasıyla birlikte, kendi içinde de geniş katılımlı bir demokratik
düzen uyguluyor. Bünyesindeki tüm topluluklar fikirlerini temsilcileri aracılığıyla iletiyor ve
böylece tüm kararlar bir bütünlük arzediyor. Bu doğrultuda, Zapatistaların özerklik talepleri
ortaya çıkıyor. Çünkü yerli halk, (beş yüzyıl önce elinden alınmış) kendi toprağını istiyor ve
bu toprak üzerinde yaşamayı, kendi geçimini sağlamayı arzuluyor. Bu bağlamda, yerli
haklarının tanınması, toplumsal egemenlik, bu egemenliğin serbest seçimi ve
kararlaştırılması ile eşitlik ve egemenlik önerilerinin hazırlanabilmesi; yani özgürlük, adalet
ve demokrasi, EZLN’nin bir başka sloganı oluyor.
Öte yandan Zapatista hareketinin kendini ifade ederken kullandığı yöntem de değişik ve
ilginç. Öyle ki, Chiapas’ın isyancıları farklı bir dil kullanıyor. Getirdikleri, politik dil yerine şiir,
felsefe ağırlıklı geniş sınırlı bir dil. Söylemlerindeki romantizmi büyük oranda Marcos’a
borçlular. “Yardımcı komutan”, ironik-mizahi anlatımıyla dikkat çekiyor. Söylemek
istediklerini farklı araçlar kullanarak ortaya koyabiliyorlar.
Bu dili kullanırken, EZLN görsel olarak da bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Tüm üyeler kar
maskeli. Dışardan bakıldığında sadece gözleri görünen insanlar olarak duruyorlar.
Tanınmıyorlar ve ayırt edici özellikleri olmuyor.
Bu tarz her zaman (fotoğrafta, hükümet yetkilileriyle görüşürken v.s.) devam ediyor. Bunu
belki de en iyi Marcos dile getiriyor:
“Mücadele ve savaş bizi kahramanlaştırdı. İsimlerimizle, eylemlerimizle yerliler arasında
kahramanlaştık. Biz EZLN’nin ve kendimizin yüceltilmesini, isimlerimizin, yüzlerimizin
tanınmasını istemiyoruz. Çünkü barış ve demokrasi sağlandığında, bizler maskelerimizi
çıkarıp halkın arasına karıştığımızda onlarla eşit sivil yurttaş olarak beraber olmak istiyoruz.
Kahramanlığımız, isimlerimiz ve yüzümüz bir ayrıcalık oluşturmasın diye maske takıyoruz.”
Yine Marcos’un bir diğer kar maskesi çıkarımı şöyle:
“Evet, kar maskeleri var; çünkü bunlar Zapatistalar’ın sembolü. Kar maskeleri, kendi
yüzlerini gösterdiklerinde hükümetin onları görmediğine işaret ediyor. Ne kar maskesine ne
silaha gerek kalmaması için Zapatistalar’ın diğer yurttaşlar gibi siyaset yapmasına olanak
sağlansın. (…)”
Öte yandan, EZLN, geçmişte uyuşturucu kaçakçılığının çok yoğun olarak yapıldığı bir
bölgede üslenmesine karşın bir kez bile uyuşturucu ticaretiyle birlikte anılmadı. Üstelik
ticaretin yapılmasına engel bile oldu.
EZLN’nin farklı oluşu iletişiminde ve dünyayla irtibatında da kendini gösteriyor. Zapatistalar
interneti çok iyi kullanıyorlar ve bu ağ üzerinde oldukça etkililer. İletişimin önemini bilen
Marcos, bunun baskıcı rejimler için endişe verici olduğunu biliyor. EZLN bildirileri tüm
dünyaya ulaştırılıyor. Zapatistalar, dünyanın birçok yerindeki oluşumlarla bağlantı kurdular.
Bu ise, Zapatista hareketinin küresel bir özelliğinin olmasıyla, yani neoliberalizme karşı
duruşuyla ortaya çıktı.
Neoliberalizm Karşıtlığı
EZLN’nin neoliberalizm karşıtlığı, Chiapas’ın mahvolma sebebinin bu tür politikalar olduğu
görüşünden doğuyor. Neoliberalizm “Yeni Dünya Düzeni”yle birlikte gelen kavramlardan biri.
Bu yolla gümrük vergisi gibi korumacı önlemler uygulama alanlarını yitiriyor ve çok hızlı olan
sermaye hareketleri sınır tanımıyor. Sermayenin aniden yer değiştirmesi, bıraktığı yerin
ekonomik anlamda alt üst olmasına neden oluyor. Bu durum gelişmesini tamamlayamamış
ekonomiler içinse tam bir felaket demek. Zapatistaların neoliberalizm karşıtlığı da bu sürecin
işlemesine başkaldırılarında kendisini buluyor. Bu açıdan, yerel özelliklere sahip olan
ayaklanma, nedeni küresel oluğu için kendi bölgesini aşıyor. Ayaklanmanın NAFTA’nın
yürürlüğe girdiği tarih olan 1 Ocak 1994’te başlamasını ve ayaklananların “Ya Basta! / Artık
Yeter!” sloganıyla ortaya çıkmalarını dikkate almak, Zapatistaların neyin karşısında
olduklarını kavramada kolaylık sağlar. Nitekim NAFTA, Meksika ekonomisini olduğundan
daha kötü bir duruma getirdi. Ülke, NAFTA’ya girişinden bir yıl sonra elli milyar dolar yardım
almasına rağmen bununla borçlarının faizini bile ödeyemedi. Meksika’da 1995’in ilk altı
ayında sekiz yüz bin kişi işinden oldu. Marcos da üçüncü dünya savaşını kapitalizmsosyalizm
arasındaki mücadele olarak niteledikten sonra, dördüncü dünya savaşının büyük
finans şirketleri arasında yaşandığını belirtiyor.
Neoliberal politikaların Meksika’daki uygulamalarına isyan bayrağı açan Zapatistalar,
1996’da Chiapas’ta ve 1997’de İspanya’da “Neoliberalizme Karşı İnsanlık İçin Buluşma”ları
düzenlediler. Davet ettikleri uluslararası sivil toplum yöneticileri konferanslar sonucu kendi
hareketlerini dünya dayanışma ağıyla birleştirmeye başladılar.
Tüm bunlar bize bir şeyi hatırlatıyor; tarih halen yazılıyor.