ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
DİYALEKTİK MATERYALİZM
VE TOPLUMUN MANEVİ YAŞAMI
İkinci bölümde gördüğümüz gibi, ancak diyalektik materyalizm bilinç sorununa bilimsel bir yanıt getirebilmektedir. Gene, ancak diyalektik materyalizm, fikirlerin, toplumsal teorilerin, siyasal görüşlerin ve aynı zamanda, toplumun yapıcı birer unsuru olan siyasal kurumların kökenlerinin ve etkilerinin anlaşılmasına olanak sağlar.
Stalin, Diyalektik Materyalizm ve Tarihsel Materyalizm adlı yapıtında, başlıca sayfaları bu soruna ayırmaktadır.
Sorunun birbirinden dikkatle ayrılması gereken iki yönü vardır:
1° Toplumsal yaşamda değişik bilinç biçimlerinin ortaya çıkması.
2° Bunların önemi ve toplumsal yaşamda oynadıkları rol.
Onikinci ders, sorunun birinci yönünü, onüçüncü ders de ikinci yönünü ele almaktadır.
Ondördüncü ders ise, bilimsel sosyalizmin kökenini ve önemini incelemektedir. (sayfa 242)
-
ONİKİNCİ DERS
TOPLUMUN MANEVİ YAŞAMI
MADDİ YAŞAMININ YANSISIDIR
I . Bir örnek.
II . İdealist "açıklamalar".
III . Materyalist diyalektik tez.
a) Toplumun maddi yaşamı, yalnız tek tek bireylerin bilincinden değil, genel olarak, insan bilincinden ve iradesinden bağımsız olarak varolan nesnel bir gerçektir.
b) Toplumun manevi yaşamı, toplumun nesnel gerçeğinin bir yansısıdır.
c) Yeni toplumsal ve siyasal fikirler ve teoriler nasıl ortaya çıkar?
d) Kalıntılar sorunu.
IV . Vargı.
I. BİR ÖRNEK
UNESCO'nun bazı broşürlerinde, barışın ancak "barış zihniyetinin kafalarda yeralması" ile sağlanabileceği, onun için de savaştan kurtulmak isteniyorsa, onu, insanların kafalarında öldürmek gerektiğini okuyoruz. Kısaca, savaşların nedeni özneldir. Ya da, psikanalistlerin diyeceği gibi, her insanın bilincinde saklı bulunan "saldırganlık içgüdüsüdür." Ya da "soydan geçme kin"dir.
Savaşın nedenlerini böyle düşünen bir anlayış, idealist bir anlayıştır.
Marksist materyalizmin durumu bambaşkadır: savaşların (sayfa 243) nedeni, toplumların nesnel gerçeklerindedir. Emperyalizm çağında, savaşların kökeninde, zor yoluyla yeni pazarlar elde etmeye çalışmasına neden olan iktisadi bunalımlar yatar. Nesnel bir yasa olan azami kâr yasası, savaşları böyle açıklar. Öznel sürece (savaş fikrine, kine, saldırganlık içgüdüsüne) gelince, bunun kökeninde, nesnel bir savaş durumu yaratan maddi çelişkiler vardır. Öznel sürecin ortaya çıkışını açıklayan nesnel gerçektir, nesnel gerçeği açıklayan öznel süreç değildir.
Pekala başka örnekler de alabiliriz. İçinde bulunduğumuz zamanlar, genel olarak, cançekişmekte olan kapitalizmin ideolojisiyle, yani ulusal ve ırksal kinler ideolojisiyle, vurgun ve savaş ideolojisi[1] ile sosyalizm ideolojisi, uluslar ve insanlar arasında karşılıklı yardımlaşma ve kardeşlik ideolojisi, barış ideolojisi arasında nasıl büyük bir karşıtlık olduğunu ortaya koyuyor.
Bu durumda ve öteki durumda, fikirlerin savaşımını anlaşılır kılan, toplumların nesnel gerçeğidir - burada kapitalizm, kozmopolit büyük burjuvazi, ötede sosyalizm ve uluslararası işçi hareketi. Toplumun manevi yaşamı, maddi yaşamının yansısıdır.
Toplumun manevi yaşamının çok çeşitli yönleri vardır. Sanat, hukuk, din, toplumun manevi yaşamına girerler. Bunları bütün ayrıntılarıyla incelemeliyiz. Diyalektik Materyalizm ve Tarihsel Materyalizm'e başvuran okurlar, Stalin'in, büyük pratik önemlerinden dolayı, toplumsal fikirler, toplumsal teoriler, siyasal inanışlar, siyasal kurumlar üzerinde özellikle durduğunu göreceklerdir.
Toplumsal fikirler: yani, bireyin belli bir toplumda, varlık içindeki kendi yeri hakkında edindiği fikirler (şu sanatçı kendini "bağımsız" sanır); mülkiyet hakkındaki fikirler; aile, aşk, evlenme, çocukların yetiştirilmesi hakkındaki "ahlaki" (sayfa 244) fikirler (Flaubert'in "alınmış" dediği fikirler). Hukuki fikirler de bu bütüne katılırlar: örneğin, mülkiyet hakkının, kendi kendinden başka temeli olmayan "doğal bir hak" olduğu burjuva fikri; bu fikir, özel mülkiyetin burjuva toplumun temeli olduğu maddi olgusunu ifade eder; sahip olan burjuvazinin gözünde üretim araçları mülkiyeti dokunulmaz olduğuna göre, burjuva ahlakınca özel mülkiyet fikrinin bir ilke verisi olması kolaylıkla anlaşılabilir bir şeydir.
Toplumsal teoriler: yani, yukarda belirtilen toplumsal fikirleri soyut bir öğreti bütünü halinde sistemleştiren teoriler: örneğin Platon'da site teorisi, Hobbes'da, J. J. Rousseau'da, Hegel'de devlet teorisi, ütopyacıların (Babeuf, Saint-Simon, vb.) toplumsal teorileri.
Siyasal inançlar: yani, kralcı ya da cumhuriyetçi, tutucu ya da liberal, faşist ya da demokratik vb. kanılar, inanışlar; düşünce, toplantı, gösteri özgürlüğü hakkındaki fikirler, vb..
Siyasal kurumlar: yani, devlet, ve devlet mekanizmasının çeşitli çarkları. Çok önemli marksist bir tez, devleti, toplumun manevi yaşamının bir öğesi olarak kabul eden tezdir: devlet, toplumun maddi yaşamını yansıtır.
II. İDEALİST "AÇIKLAMALAR"
Tekrar, yola çıktığımız noktaya, idealist tutuma dönelim. Çeşitli görünümlerde karşımıza çıkan bu tutum çok yaygındır. İşte bunlardan birkaçı:
a) En eski bilmesinlerci (obscurantiste) tez, dinsel, tanrıbilimsel tezdir. Bu tez, toplumların maddi yaşamında, tanrısal fikrin bir yansısını, tanrıdan gelme bir planın gerçekleşmesini görür. "Toplumsal düzen, tanrı tarafından istenmiştir. Tanrıbilimcilere göre, doğa ve insan ruhu nasıl değişmez iseler, toplumda da her türlü değişiklik, dine aykırıdır ve küfürdür; mademki değişiklik tanrının iradesine bir karşı geliştir, o halde şeytanca bir iştir, her türlü değişiklik fikri günahkardır". Bu görüşün bir sonucu, klerikalizmdir (ruhban sınıfı egemenliğidir): yalnız ruhban sınıfı, yani tanrının (sayfa 245) niyet ve tasarılarının güvenilir kişileri, "toplumsal düzeni" güven altına alabilir. Feodal topluma çok iyi uyan bu tez, devrimci burjuvazi tarafından yenilgiye uğratılmıştır.
b) Bundan sonra, özünde burjuva olan, özellikle 18. yüzyıl Fransız filozofları tarafından geliştirilmiş bulunan idealist bir tez gelir. Bu filozoflar, "doğal hukuk", "doğal din", Akıl adına, "tanrısal hukuk"a karşı savaşıyorlardı. Feodal düzenin düzensizlik olduğunu, çünkü, her insanın kendinde imgesini bulduğu Aklın gereklerine uygun olmadığını öğretiyorlardı. Demek ki, kendileri tarafından başlangıç olarak, evrensel ve sonsuz olarak konan Akıl adına toplumu değiştirmek gerekmektedir: öyleyse toplumsal düzen, usa-uygun düzenin yansısı olacaktır.
Her ne kadar bu tez, gerici feodalitenin karşısında, devrimci burjuvazinin ideolojisini ifade ettiğinden, öncekine göre bir ilerleme demek ise de, tıpkı öteki gibi idealist bir tezdir. Bu tez, fikirlerin kökenini araştırıp sormaz, onları, toplumların maddi gerçeğini yaratıp ortaya çıkaran ilk veriler olarak kabul eder.
Bununla birlikte, 18. yüzyılın materyalist filozoflarının -özellikle Helvétius'un- bir insanın fikirlerinin onun eğitiminin meyvesi olduğunu anlamış olduklarını dikkate almak gerekir. Bu filozoflar, toplumlar içindeki ideolojilerin zaman ve yerle değişiklikler göstermesi üzerinde ısrar ediyorlardı. Ama, Marx'ın kurmuş olduğu toplumlar bilimine sahip olmadıkları için tahlillerini daha ileri götüremiyorlardı.
c) Hegel'e özellikle önemli bir yer ayırmak gerekir. Gerçekten de, Tarih Felsefesi adlı kitabında, toplumun maddi gelişmesi ile manevi gelişmesi arasındaki ilişkilerin incelenmesini ciddi bir şekilde ele almıştır. İdealist olarak, doğayı olduğu kadar, toplumu da yaratan yüce Fikri (Idée) başlangıç noktası diye alır. Tarih, Fikrin bir gelişmesidir. Böylece, Eski Yunan tarihi, Güzel fikrinin açığa vurulmasıdır. Aynı şekilde, Sokrates, İsa, Napolyon, Fikrin "anları"dırlar. ("moments").
Hegel, diyalektikçi olarak, zaman zaman dikkat çekici (sayfa 246) tahliller yapar. Ama onun idealizmi, onu, büyük adamlara abartılmış bir rol atfetmeye götürür; bu büyük adamlar, onda, tarihsel ilerlemenin tek nedenleri haline gelirler. Yığınları hiçe sayan, yalnız yanılmaz "üstün insan"ı insan sayan faşist ideoloji, hegelci felsefenin bu yönünü saygısızca, hayasızca kötüye kullanacaktı. Duçe'nin hayranlarından biri "Faşizm, Mussolini'nin şu anda düşündüğü şeydir." demişti. Hitler, imha birliklerine "Sizin yerinize ben düşüneceğim." diye haykırıyordu.
d) İdealizmin başka biçimi: Durkheim ve öğretililerinin "toplumbilim"i. Birçok kimseler, kendilerine Fransa'da büyük bir ün kazanmış olan durkhaymcı toplumbilimin idealizmden esinlendiği söylendiğinde çok şaşıracaklardır. Toplumbilimciler, tanrıbilimi ve metafiziği mahkum etmiyorlar mıydı? Evrimleri içinde değerlendirilen toplumsal olayların (kurumlar, hukuk, töreler) elverişli ya da elverişsiz önyargılardan uzak, "olumlu" bir şekilde incelenmesini ileri sürmüyorlar mıydı? Ama istemekle yapmak arasında çok yol vardır elbette. Genel olarak burjuva toplumbilimcileri, maddi değişmeleri "kolektif bilinç"in gelişmesi ile açıklarlar, bu kolektif bilincin kendisi de gizemli bir şey olarak kalmaktadır. Bu durumda, toplumlar tarihi, daha antik çağlardan beri insan bilincinin bir yerinde vıyaklayan manevi özlemlerin derece derece gerçekleşmesi şeklinde ortaya çıkıyor. "Kolektif bilinç" neden şu şekilde değil de, bu şekilde evrim gösteriyor, bilinmez... Şu var ki, aslında toplumbilimciler, üretimin, sınıf savaşımının, tarihin devindiricilerinin ne olduğunu bilmezler (bazıları da bilmek istemezler). Yüzeyde kalırlar. Örneğin, toplumsal güvenliğin varoluşu, "fikirlerin gelişmiş olması"ndandır. Bütün bunlar, Leon Brunschvicg'in felsefesinde olduğu gibi. "bilincin ilerlemesi" sonucuna varır.
e) Başka alanlarda olduğu gibi bu alanda da idealizmin en ateşli şampiyonlarından birinin, daha önce de sözünü ettiğimiz Proudhon olduğunu belirtmek uygun olur.[2] Proudhon'a göre, toplumların tarihi, insanlığın başlangıcından (sayfa 247) beri "bilinç"in içinde kendiliğinden varolan "içkin" adalet fikrinin derece derece cisimleşmesidir. Böylece, üretim ilişkileri[3] "insanlığın kişiliksiz aklı" içinde uyumakta olan "iktisadi kategorilerin" gerçekleşmesi oluyor. Bu yaratılmamış bilinç -Proudhon'un deyişiyle, "toplumsal deha"- bütün tarih boyunca vardır, her şey onunla açıklanır, kendisinin açıklanacak bir şeyi yoktur. Ve bilinç bugün neyse her zaman o olmuş olduğuna göre, Proudhon buradan tarihin gerçeğini bile yadsımaya varır:
"Öyleyse ... bir şeyin belirdiğini, bir şeyin üretildiğini söylemek doğru değildir: evrende olduğu gibi uygarlıkta da, her şey ezelden beri vardı, hareket etmekteydi. Bu, toplumsal ekonominin tümü için geçerlidir."[4]
Güneşin altında asla yeni olan hiçbir şey yoktur: tarih bir tek çizgiyle çizilmiştir.
Bu arada şuna da işaret edelim ki, cizvitlere ve ilahiyatçılara karşı her an -vicdan adına- atıp tutmaya o kadar hazır olan Proudhon, (kendi) "devrim sistemini", "tanrı esini sistemine" karşı çıkartan Proudhon, proletaryanın devrimci örgütünün korkuttuğu Proudhon, ve -bugün onun öğretilileri sosyal-demokratların da yaptıkları gibi- eylem karşısında paniğe kapılıp, işçilerin partisini bir "kilise"ye benzeten Proudhon da, savaşım verdiğini sandığı ruhban sınıfı ideolojisinin kurbanıdır. Kendini dünyanın ve tarihin ölçüsü sanan papaz yiyicisi burjuvanın "vicdanı", belli-belirsiz bir şekilde laikleşmiş, antikçağ tanrısından hiç de başka bir şey değildir. Prudonculuk, kökünde idealisttir.
Marx, en etkili yapıtlarından biri Felsefenin Sefaleti'nde, Proudhon'a çok sert bir darbe indirir. Özellikle şunları yazar:
"Bay Proudhon ile birlikte kabullenelim ki, gerçek tarih, yani zaman sırasına göre olan tarih, düşüncelerin, kategorilerin ortaya koymuş bulundukları tarihsel sıralanmadır. (sayfa 248)
"Her ilke, kendisini içinde ortaya koyacağı kendi öz yüzyılına sahip olmuştur." Otorite ilkesi, örneğin, 11. yüzyıla sahipti, tıpkı bireycilik ilkesinin 18. yüzyıla sahip olması gibi. Mantıksal sıralanmaya göre ise, ilke yüzyıla değil, yüzyıl ilkeye aitti. Başka bir deyişle, ilkeyi yapan tarih değil, tarihi yapan ilkeydi. Bunun sonucu, tarihi olduğu kadar ilkeyi de kurtarmak için, kendi kendimize belirli bir ilkenin herhangi bir başkasında değil de, neden 11. ya da 18. yüzyılda ortaya çıktığını sorduğumuzda, zorunlu olarak, insanların 11. yüzyılda nasıl olduklarını, 18. yüzyılda nasıl olduklarını, bu yüzyıllardaki gereksinmelerinin, üretici güçlerinin, üretim biçimlerinin, üretimlerinin, hammaddelerinin neler olduklarını - kısacası, bu varolma koşullarının ortaya çıkardığı insanlararası ilişkilerin neler olduklarını inceden inceye incelemek zorunda kalıyoruz. Bütün bu sorunların altından kalkmak demek, her yüzyıl için insanların gerçek, sıradan tarihini yazmak ve bu insanları kendi dramlarının hem yazarları ve hem de oyuncuları olarak sunmaktan başka nedir? Ama insanları kendi tarihlerinin oyuncuları ve yazarları olarak sunduğunuz anda, -dolambaçlı yoldan- gerçek başlangıç noktasına ulaşırsınız, çünkü daha baştan sözünü etmiş olduğunuz o ölümsüz ilkeleri bırakmış bulunuyorsunuz."[5]
Marx'ın, Proudhon'a karşı yaptığı bu eleştiri, a, b, c, d bölümlerinde belirttiğimiz idealizmin bütün biçimleri için geçerlidir. Bu durumların her birinde, gerçek, tersine çevrilmiştir, o şekilde ki, fikirlerin somut açıklaması anlaşılmaz bir hal alır. Şeyleri yeniden doğru doğrultusuna yerleştirerek, toplumsal fikirlerin tarihin maddi nesnel gelişmesinin yansısı olduğunu gösteren ancak diyalektik materyalizmdir. İdeolojiler bilimini kuran yalnız diyalektik materyalizmdir. İdealizm, fikirleri bildirir, ilan eder, onlara geçit yaptırır, "aşağılık" materyalizmi, onları yadsımakla suçlar (göreceğimiz gibi, bu da yanlıştır); ama gerçekte idealizm, fikirleri ne kadar az anlıyorsa onlardan o kadar çok sözediyor; fikirlerden her şeyi açıklamalarını ister, ama fikirler onun için (sayfa 249) açıklanmaz olarak kalır.
III. MATERYALİST DİIYALEKTİK TEZ
"Doğanın, varlığın, maddi alemin ilk veri, oysa bilincin, düşüncenin ikincil veri, türev olduğu doğru ise, maddi dünyanın, insanların bilincinden bağımsız olarak varolan nesnel gerçeklik olduğu, oysa bilincin bu nesnel gerçekliğin bir yansısı olduğu doğru ise, bundan çıkan sonuca göre, toplumun maddi yaşamı, toplumun varlığı da, aynı şekilde ilk veridir, buna karşılık, toplumun manevi yaşamı, ikincil bir veri, bir türevdir; toplumun maddi yaşamı, insanların iradesinden bağımsız olarak bulunan nesnel bir gerçekliktir, oysa toplumun manevi yaşamı bu nesnel gerçekliğin bir yansısı, varlığın bir yansısıdır."[6]
Toplumun manevi yaşamının, toplumun maddi yaşamını yansıttığı tezi, böylece, bu kitabin ikinci bölümünde (özellikle 10. derste) açıklanan felsefi materyalizmin doğrudan doğruya bir sonucudur.
a) Toplumun maddi yaşamı, yalnız tek tek bireylerin bilincinden değil, genel olarak, insan bilincinden ve iradesinden bağımsız olarak varolan bir nesnel gerçektir.
İşte bazı idealist düşünürlerin, onun yasalarını anlamadıkları için alınyazısı dedikleri, bu bilinçten bağımsız olan nesnel gerçektir. Varoluşçular (existentialistes) aynı şeyi muhafaza ederek, onun sözcüklerini yenilemişlerdir; varoluşçular, "dünyaya-atılmış-adam"dan, "durum içindeki" insandan sözederler. Bu kitabın tarihsel materyalizme ayrılmış olan 4. bölümünde, bu durumun bir giz olmadığını ve bilimsel olarak incelenebileceğini göreceğiz.
Birkaç örnek, bilinçten bağımsız bu nesnel gerçeğin ne olduğunu anlamamıza yardım edecektir.
Feodal düzende, Avrupa'nın genç burjuvazisi, büyük (sayfa 250) manüfaktürlerin yapımına başladığı zaman, o dönemde hayırhahlığını takdir ettiği krallık iktidarına (krallık yeni doğmakta olan manüfaktürleri isteklendiriyordu) karşı, aralarına katılmayı düşlediği soylular sınıfına karşı bir devrimle sonuçlanmak zorunda olan bu "yeniliğin" toplumsal sonuçlarından habersizdi!
Rus kapitalistleri, çarlar Rusyası'nda büyük modern sanayiyi kurdukları zaman sosyalist devrimin gelecekteki zaferi için koşulları hazırladıklarının bilincinde değillerdi.
Stalin'in Anarşizm mi? Sosyalizm mi? adlı kitabında sözünü ettiği kunduracı, Adelhanov'un ayakkabı fabrikasında işe girdiği zaman, geçici olduğunu sandığı bu kararının, uzak gelecekteki sonucunun, kendisinin sosyalist fikirlere bağlanışı olacağından[7] habersizdi.
Amerikan emperyalistleri ve onların peşinden giden (sayfa 251) batılı kapitalistler, 1947'de Marshall planı temeli üzerinde, "SSCB'yi, Çin'i ve Avrupa halk demokrasisi ülkelerini ekonomik bir ablukayla boğabileceklerini sanmışlardır. Gerçekte ise, boğulmak şöyle dursun, yeni dünya pazarı sağlamlaşmış oldu."[8]
İşte binlerce romancının şişirip durdukları "alınyazısı" budur. En ivedi çıkarların karşılanması için savaşım, az ya da çok uzun bir süre sonunda, bu savaşıma girişmiş olanların iradesinden bağımsız olan toplumsal sonuçlara neden olur. Ayrıca bu en yakın çıkarlar, mademki, belli bir anda, şu ya da bu toplumun, şu ya da bu sınıfın nesnel durumuna bir yanıt verirler, hiç de keyfi çıkarlar değillerdir. Burada, Marx tarafından, tarihsel materyalizmin, şu şekilde ifade edilen, temel bir önermesi vardır:
"Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder."[9]
Örneğin, kapitalist üretim ilişkileri, insanlar tarafından seçilmiş değildi. Feodal toplumun bağrında üretici güçlerin gelişmesi, insanlar istesinler istemesinler, zorunlu olarak başka üretim ilişkilerinin değil de kapitalist üretim ilişkilerinin şekillenmesine götürür. Bunun içindir ki, her yeni kuşak, kendisi için yapılmış, hazırlanmış koşullardan hareket (sayfa 252) etmek zorundadır. O zaman bu, "alınyazısı" olmuyor mu? Hayır, çünkü -göreceğimiz gibi- nesnel üretim ilişkilerinin bilimsel olarak incelenmesi, onların niteliğinin anlaşılmasına, evrimlerinin önceden bilinmesine ve bu evrimin hızlandırılmasına olanak sağlar.
Her an, idealistlerin yaptıkları biçimde ruhun "bağımsızlığı"nı neden olarak ileri sürmek, onlar hakkında hiçbir şey bilinmediği zamanda bile, kendilerini öncelikle ruha kabul ettiren nesnel koşulları bilmezlikten gelmek demektir. Başka bir şey değil. Çünkü idealist düşünürün kötü kaderi şudur: idealist düşünür, bilincin varolmasını ve işlenmesini sağlayan nesnel koşullar üstünde hiç durmadan kendi bilincinden hareket ettiği için, bilincin kendi kendine yeterli olduğunu sanır. Bu, materyalizmin savaşım verdiği yanılsamadır.
Bunu söyledikten sonra, şimdi burada önemli bir pratik vargıyı ortaya koyduğumuza ilişkin gözlemler çıkarmamız gerekir. Tarihte çok büyük maddi değişikliklerin, değişmeye katılmış olanlar ya da ona neden olmuş olanlar, bu değişmenin sonuçlarının bilincinde olmadıkları, bu değişmeyi istemedikleri halde oluştuklarını gösterdik. O halde, bir ülkede, ancak bütün emekçiler devrimci teoriye kazanılmış oldukları takdirde, sosyalist devrimin olabileceğini öne sürmek yanlıştır. Ekim 1917'de, devrimi kendi elleriyle yapmış olan milyonlarca insan, Lenin kadar ve devrimin bilimsel öncüleri kadar, geleceği görmüyorlardı. Ama tarih içindeki görevlerini yerine getirirlerken, kendi öz bilinçlerinin değişmesine, Marx'ın bilimsel olarak önceden gördüğü yeni insanın başarısına çalışıyorlardı.
b) Toplumun manevi yaşamı, toplumun nesnel gerçeğinin bir yansısıdır.
Toplumsal ilişkileri keyfi olarak belirleyen, insanların iradesi değildir demiştik. Daha çok, üyeleri oldukları toplumun maddi gerçeği tarafından koşullandırılan, insanların (sayfa 253) bilincidir.
Oysa bu toplum -bu kitabın 4. bölümünde bu konuya daha uzun boylu değineceğiz- bir tansıktan doğmamıştır: toplum, insanlara, doğaya karşı başarılı bir savaşım sağlamak üzere şekillenmiş ilişkilerin tümüdür; bu ilişkiler, zorunlu olarak, insanların emrinde bulunan, yararlandıkları ve kendilerini uydurmak zorunda oldukları üretici güçlerin evrim düzeyiyle koşullandırılmışlardır (onbin yıl önce insanlar arasındaki ilişkiler, büyük sanayinin yarattığı ilişkiler olamazdı).
Toplumsal fikirlerin ne bakımdan toplumun bir yansısı olduğunu anlamak istediğimiz zaman, işte bu çok karmaşık olan tümü (ilişkiler tümünü) dikkate almamız gerekir.
"Tarih gösteriyor ki, eğer insanlar, farklı zamanlarda, farklı düşünceler ve isteklerle doluyorlarsa, bunun nedeni, insanların, gereksinmelerini karşılamak için doğayla, değişik zamanlarda, değişik yollarla savaşmaları ve buna uygun olarak da iktisadi ilişkilerinin farklı biçimlere bürünmesidir. Bir zamanlar, insanlar, doğayla, ilkel komünizm temeli üzerinde, kolektif olarak savaşırlardı; o zamanlar, onların mülkiyeti, komünist mülkiyetti, ve bu yüzden, o zamanlar, 'benim' ile 'senin' arasında hemen hemen hiçbir ayrım gözetilmiyordu, bilinçleri komünist nitelik taşıyordu. Öyle bir zaman geldi ki, 'benim' ile 'senin' arasındaki ayrım, üretim sürecinin içine işledi ve mülkiyet, özel, bireyci bir niteliğe büründü. Bu yüzden de insanın bilinci, özel mülkiyet duygularıyla doldu. Ondan sonra da üretimin tekrar toplumsal bir nitelik kazandığı ve dolayısıyla, mülkiyetin de yakında toplumsal bir nitelik kazanacağı yeni bir dönem, içinde bulunduğumuz dönem geldi - ve işte tam bunun içindir ki, insanların bilinci yavaş yavaş sosyalizm ile doluyor."[10]
Kaba materyalizmin yanılgısı ortaya çıkıyor. Kaba materyalizm, beyinsiz düşünce olmadığını saptayarak, bundan, toplumsal fikirlerin salt organik bir belirlenmesi olduğu sonucunu çıkarır: bir bireyin organizmasını değiştirin, onun (sayfa 254) siyasal fikirlerini de değiştirirsiniz!
Felsefi materyalizm, elbette ki, beynin, düşüncenin organı olduğu gerçeğini saptar. Ama beynin kendisi de, insanların varolmasını hazırlayan nesnel koşullardan ayrılamaz: Bu beyin, toplumsal bir varlığın beynidir. Marx'ın yazdığı gibi, insan kendi gerçeği içinde, "toplumsal ilişkiler bütünü".[11] Demek ki, "toplumsal ilişkilerin tümü", hep birlikte, düşünen beyin içinde yansır (ister birey bundan habersiz olsun, ister şu üniversite filozofu bunu hiçbir zaman düşünmemiş bulunsun, bunlar bu olguyu değiştiremez).
Yansı olarak ideolojinin en belirgin örneklerinden birini, bize din sağlar. Tanrıbilimcilerin örneğine uyarak idealistler bütün insanların tanrı fikrini kendi kendilerine bulduklarını, ve bu fikrin insanlığın başlangıcından beri varolduğunu ve insanlık sürdükçe süreceğini öğretirler. Gerçekten, tanrı fikri insanların eski toplumlardaki nesnel durumunun bir sonucudur.
Engels'in formülüne göre din, insanın sınırlı anlayışlarından doğmuştur. Ne bakımdan sınırlı anlayışlar? Bir yandan, ilkel insanın düşman ve anlaşılmaz bir doğa karşısındaki hemen hemen tüm güçsüzlüğüyle; öte yandan anlamadıkları ve kendilerine üstün bir iradenin ifadesi gibi görünen bir topluma körükörüne bağımlılıklarıyla sınırlı. Böylece açıklanamaz ve her şeye gücü yeten varlıklar, doğanın ve toplumun efendileri olan tanrılar, insanın doğa ve toplum karşısındaki nesnel güçsüzlüğünün öznel yansısı oldular.
Doğa bilimlerindeki ve toplum bilimlerindeki ilerleme, dinsel inançların yanılsamalı niteliğini ortaya koyacaktı (tanrılara inançlar, sonra, soyutlama yoluyla bir tek tanrıya inanç). Bununla birlikte, insanın insan tarafından sömürüsü varoldukça, mutluluk ve mutsuzluk dağıtan insanüstü bir varlığa inancın nesnel koşulları da varoluyorlar. "İnsan öneriyor, tanrı dağıtıyor, veriyor": Eski Rusya'nın yoksulluk altında ezilen ve geleceğinden umutsuz köylüsü, kaderini, (sayfa 255) tanrısallığın ellerine emanet ediyordu. Sosyalist devrim, topluluğa, üretici güçlere egemen olma yeteneğini verirken, aynı zamanda, insanlara da doğa üzerindeki yetilerini giderek daha hızla artırarak, doğayı, bilimsel bir biçimde yönetmek olanağını verdi. O zaman, insanların bilincinden başka nesnel koşulların doğurmuş oldukları ve sürdürdükleri dinsel aldatmacaların yavaş yavaş silinmesi için nesnel koşullar yaratılmış oldu.
Aynı şekilde ahlaki fikirler de nesnel toplumsal ilişkilerin bir yansısı, toplumsal pratiğin bir yansısıdırlar. İdealistler, ahlakta, ortam koşullarından mutlak olarak bağımsız bir sonsuz ilkeler birliği görüyorlar: bu ilkeler bize tanrıdan gelirler, ya da yanılmaz "bilinç", bize, bu ilkeleri yüklemiş, kabul ettirmiştir. Ama, örneğin "asla çalmayacaksın" buyruğunun ancak özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla varlık ve anlam kazandığını dikkate almak yeter. Geleceğin sınıfsız toplumunda hırsızlık kavramı, gerçeğe dayanan tüm temelini yitirecektir, çünkü servetler öylesine bol olacaktır ki, çalmak için bir neden kalmayacaktır. Peki o zaman sonsuz ahlaktan nasıl sözedilebilir? Ahlak toplumla değişir, toplum tarafından değişikliğe uğratılır. Bunun içindir ki, toplum, sınıf savaşımıyla evrim göstermekte olduğuna göre, egemen sınıfın ahlakı ile sömürülen sınıfın ahlakı arasında savaşım vardır; birincisi tutucu ya da gerici zihniyettedir, öteki ise az ya da çok, devrimcidir. Ama egemen sınıfın elinde, uzun yıllar boyunca, kendi fikirlerini kabul ettirmek için güçlü araçlar bulunduğundan, milyonlarca insan, egemen sınıfın ahlakını hiç tartışmadan biricik ahlak olarak kabul eder. Ayrıca zaten, egemen sınıfın üyelerinin kendileri de aldatmacaların kurbanıdırlar.
Bunu bir örnekle açıklayalım. 18. yüzyılın devrimci burjuvazisi, saldırısını, sonsuz Özgürlük, Akıl, Adalet adına, feodaliteye karşı yöneltti. Kendi devrimci sınıf çıkarlarını genellikle insanlığın çıkarlarıyla özdeşleştiriyordu. Bunu içtenlikle yapıyordu. Ama burjuva devrimin zaferi, sözcüklere, gerçek anlamlarını, tarihsel anlamlarını verdi. Devrimin (sayfa 256) zaferi gösterdi ki, bu evrensel ahlaki fikirler, bir sınıfa özgü çıkarların ifadesiydi. Özgürlük mü? Evet, burjuvaziye, kendi sınıf yararları için üretim yapmak ve ticaret yapmak özgürlüğü; siyasal iktidarı kendisi için alıkoymak özgürlüğü, vb.. Ama, devrimi, özgürlük bayrağı altında yapmış olan bu burjuvazi, proletaryaya, sendikalar kurmak, grev yoluyla savaşım vermek vb. özgürlüğü reddediyordu. Burjuvazi, sonsuz ahlak adına Babeuf'ü giyotine gönderdi, çünkü o, gerçekte, burjuva mülkiyetini ortadan kaldırmak istiyordu.
Engels şöyle yazıyordu:
"Bugün, bu us egemenliğinin, burjuvazinin idealize edilmiş egemenliğinden başka bir şey olmadığını; o zaman ilan edilmiş bulunduğu biçimiyle ölümsüz adaletin, ... burjuva adaletinde bulunduğunu... biliyoruz."[12]
Bu, hiçbir zaman evrensel bir ahlak olmayacaktır demek midir? Hiç de değil. Ahlak, böyle bir ahlakı fiilen gerçek kılacak olan toplumsal koşullar nesnel olarak gerçekleşeceği zaman, bütün insanlar için aynı ahlak olacaktır, yani dünya çapında insanlar arasındaki bütün çıkar ayrılıkları geri gelmemek üzere yok edildiği, bütün sınıflar ortadan kalktığı zaman. O halde, evrensel, yani tamamıyla insancıl olan bir ahlakın zaferine nesnel olarak yolaçan, idealistlerin ucuz tekerlemeleri değil, proletaryanın burjuvaziye karşı (ve sözde evrensel ahlakına karşı) devrimci savaşımıdır. Bu evrensel ahlak, bugün bizim için akılalmaz bir şey midir? Hayır, bu ahlakın, kardeşçe dayanışma ilkeleri, kapitalist toplum içinde de, proletaryanın, devrimci sınıfın ahlakında ilk gerçekleşmelerini bulurlar. Ve elbette ki, sosyalist devrimin zafere ulaşmış olduğu ülkelerde, haydi haydi bulurlar. Gerçekten de, burjuvazi, feodaliteyi tasfiye ederek, bir sömürünün yerine başka bir sömürü koyduğu halde, proletarya, kapitalizmi parçalayarak, insanın insan tarafından tüm sömürüsünü ortadan kaldırır.
Uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının ortadan kaldırılışı, (sayfa 257) evrensel sosyalist ahlakın açılıp gelişmesini hazırlar, devrimci proletaryanın sınıf ahlakı bunun ilk biçimini teşkil eder.[13]
Görüyoruz ki, tarih boyunca, ahlaki fikirlerin karşıtlığı, daha genel olarak ideolojilerin karşıtlığı, varolan toplumsal sınıfların çıkarlarının karşıtlığını yansıtır. Toplumsal ve siyasal, ideolojilerin neden evrim gösterdikleri bu şekilde anlaşılabilir. Örneğin, eğer burjuvazi, Fransa'da yüzaltmış yılda, ahlaki evrensellikten ("bütün insanlar kardeştir") faşist ırkçılığa (musevilere karşı nefret, Kuzey Afrikalı emekçilerin kovulması vb.) geçmişse, bu, sınıfın maddi evrimiyle açıklanır. Burjuvazi, devrimciyken, bütün insanlar adına konuşabileceğini sanıyordu. O da kendi egemenliğinde kendini tehdit altında görünce, kendi egemenliğini düzmece bir kan hukuku ile haklı gösteriyor. Eskiden de feodaller böyle yapıyordu!
c) Yeni toplumsal ve siyasal fikirler ve teoriler nasıl ortaya çıkar?
İdealizme göre fikirler, insanların kafasında nedenleri bilinmeksizin ve onların varolma koşullarından bağımsız olarak ortaya çıkarlar. Ama o zaman idealizmin yanıtlayamayacağı bir soru konuyor ortaya: neden şu fikir antikçağda değil de zamanımızda ortaya çıktı!
Fikirleri hiçbir zaman onların nesnel temellerinden ayırmayan diyalektik materyalizm, yeni fikirlerin sihirli bir işlemle ortaya çıktıklarını düşünmez. Yeni fikirler, toplum içinde gelişmiş olan nesnel bir çelişkinin çözülmesi olarak ortaya çıkarlar. Gerçekten, biliyoruz ki, bütün değişikliğin devindiricisi, çelişkidir (beşinci derse bakınız). Belirli bir toplumun bağrında çelişkilerin gelişmesi, bu çelişkiler keskinleştikleri zaman, onları çözmek görevini ortaya koyar. O zaman, yeni fikirler, bu çelişkilerin çözülmesi yolundaki çabalar şeklinde belirirler.
Feodal topluma özgü çelişkilerin gelişmesidir (sayfa 258) ki - eskimiş üretim ilişkileri ile yeni üretici güçlerin birbiriyle anlaşmazlığı-, yükselen sınıfta devrimci fikirleri yaratmıştır; o zaman yüzlerce toplumsal ve siyasal dönüşüm planının ortaya çıkıverdiği görüldü. Buna benzer bir süreç, kapitalist toplumda da oluştu: milyonlarca erkek, kadın ve çocuğun acısını çektiği çelişkileri çözmek üzere sosyalist fikirler doğdu.
Büyük yenilikçileri ayıran, çağdaşlarının bilincinde az ya da çok bulanık bir şekilde yeralan, toplumun nesnel çelişkilerinin yansısı olan sorunları çözmekteki yetenekleridir:
"... insanlık, kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar, çünkü yakından bakıldığında, her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar."[14]
Diyalektik materyalizme katılmamış bir kimse için anlaşılmaz olan bu tümce şöyle açıklanır: "Sorun" diyen, çözülecek "çelişki" der. Ama çelişki, eski ile yeni arasında bir savaşım değil de nedir? O halde eğer bir çelişki beliriyorsa, bu demektir ki, yeni, daha önceden orada vardır, tohum halinde de, kısmen de olsa, yeni, daha önceden oradadır. Örnek: feodal toplum, ancak kendi bağrında, daha sonra kendisini yıkacak olan karşıt güçlerin (sanayi, burjuvazi) işlemeye başladıkları gün suçlanabildi. Sorunun çözümü, yolunu aramakta olan bu yeninin zaferi oldu.
d) Kalıntılar sorunu.
Bu derste açıkladığımız anlayış, fikirler tarihinin önemli bir özelliğini aydınlatmaya olanak sağlar: kalıntılar sorunu.
Bir fikir, onun varlığını oluşturan nesnel koşullar kaybolduğu halde varlığını sürdürdüğü zaman kalıntı vardır.
Felsefi materyalizmin temel tezlerinden biri, bilincin, maddi gerçekten (doğa ve toplum) sonra geldiğidir. Bilinç, nesnel duruma göre, daha geri kalmıştır. Bunun içindir ki, (sayfa 259) Stalin'in sözünü ettiği eski kunduracı, nesnel olarak bir proleter yaşamı sürdürür, ama bir zaman için, bir küçük-burjuva bilincini korur.
Aynı şekilde, maddi temelin değişmekte olduğu bir toplumda, insanlar, ancak belli bir gecikmeyle bu değişikliklerin bilincine erişirler. Bu değişiklikler ortaya çıktıklarında, o zaman, geçmişten saklamış oldukları eski fikir cephaneliğinde çözümler ararlar. Kalıntılar (eski nesnel koşullarda doğmuş olan fikirler) yeni nesnel koşullara uyan yeni fikirlere engel olurlar. Örnek: kapitalizmin, en başta sanayi burjuvazisinin sömürdüğü proleterler, zanaatçılığa ütopik şekilde bir dönüşle, yoksulluklarına bir çözüm arıyorlardı: onun için de makineleri tahrip ediyorlardı.
Ama kalıntılar, nesnel çelişkiler geliştiği ölçüde, önüne geçilmez bir şekilde gerilemek zorundadırlar: o zaman, geçmişe dönüş gittikçe daha olanaksız görülürken, yeni fikirler, yalnız yükselmekte olan nesnel güçlere uyabilen yeni fikirler kuvvetlenir. Geçmiş, bilinçlerde uzanır gider, ta ki içinde bulunulan durum yeninin bulunmasını gerektirecek ölçüde dayanılmaz bir durum alıncaya kadar; işte o zaman üstün gelen, kazanan, gelecektir.
IV. VARGI
Bu dersin başlığının doğruluğu anlaşılıyor. Toplumların manevi yaşamını anlamak için onların maddi yaşamından yola çıkmak gerekir.
Buradan büyük pratik kapsamı olan birkaç sonuç çıkaracağız.
1. Belli bir dönemde çözülebilir sorunlar, yalnız toplumun gerçek gereksinmelerinin koyduğu sorunlardır. Onun için marksistler, eylemlerini, belli bir dönemde nesnel koşulların derinlemesine incelenmesi üzerine kurarlar; onun içindir ki, bu eylem verimlidir. Böylece marksistler, toplumsal olayların, özellikle iktisadi olayların maddi niteliğini (sayfa 260) yadsıyarak sosyalizmi mistik bir hale getiren Blum'un idealizmine karşı çıkarlar; olayların maddi niteliği yadsındığı andan itibaren, her eylem, başarısızlığa mahkum edilmiş demektir.
2. Emekçilerle ilişkilerinde, devrimci militan, hiçbir zaman onların düşündükleri ile yetinmemelidir. Fikirler başka bir şeydir, maddi koşullar başka bir şey. Şu ya da bu proleter, haberi olmaksızın, burjuvazinin ideolojik baskısına uğrayarak tutucu fikirlere sahip olabilir. Bu şaşılacak bir şey midir? Hayır, çünkü, egemen sınıf, bir yandan emekçileri sömürürken, aynı zamanda, emekçileri en iyinin böyle olduğuna inandırmak için her çareyi kullanır. (Okulda öğretilen resmi ahlak, sınıf savaşımını değil, varolan durumun sessiz sedasız kabulünü över). O halde, bu proleteri suçlamamak gerekir: onun yanlış fikirleri burjuvazinin hüküm sürdüğü bir toplumun nesnel gerçeğini ifade eder. Dahası var! Emekçilerin paylaştıkları görüşlerin çeşitliliğinin de ötesinde, nesnel koşulların materyalistçe tahlili yolunu tutan devrimci, çıkar ortaklığını ortaya koyacak, aydınlatacaktır. Eylem birliği böylece kurulmuş olur: eylem birliği olanaklıdır, çünkü, son tahlilde, sınıf savaşımının koşullarını belirleyen fikirler değildir, sınıf savaşımının koşulları, fikirleri belirler. İşte bunun içindir ki, 1936'da, Maurice Thorez, katolik emekçilere hitabederken, onlara: Siz de biz komünistler gibi emekçisiniz. "Halkımızın ve ülkemizin iyiliği için ortak savaşımda birleşelim." diyordu.[15]
3. Fikirlerin değişmesinin, maddi bir temeli olduğunu bu derste gösterdik. Bu, emekçilerin devrimci eğitimleri bakımından büyük bir önem taşır: devrimci fikirlerin nüfuz etmesi, ancak yaşamın somut görevleriyle bağlantı halinde, şantiyedeki atölyedeki, bürodaki savaşım içinde ve savaşım yoluyla olabilir. Emekçilerin bilincinde (nesnel yansı) kesin değişiklikleri olanaklı kılan, toplumsal savaşımdır (nesnel koşuldur). Böylece, henüz devrimci olmayan emekçiler, toplumun nesnel çelişkilerini çözmek için birleşik savaşımda deneyim kazanırlar. Onlar da sıraları gelince devrimci olurlar. (sayfa 261)
YOKLAMA SORULARI
1. Kesin birkaç örnekle toplumsal fikirlerin, nasıl toplumların nesnel maddi gelişmelerinin yansısı olduklarını gösteriniz.
2. Burjuvazinin, toplumsal fikirlerin, toplumsal teorilerin, siyasal görüşlerin, siyasal kurumların gerçek kökenini gizlemekte neden çıkarı vardır?
3. Marx'ın 254. sayfada geçen şu sözünü nasıl anlamak gerekir: "Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar."
4. Stalin'in Anarşizm mi? Sosyalizm mi? adlı kitabında sözünü ettiği kunduracınınkine benzer bir deneyiminiz var mı?
5. Bir ya da birkaç örnekle, emekçilerin bilinçlerinin savaşım içinde nasıl değiştiğini gösteriniz.
Dipnotlar
[1] Eisenhower'in ve Harvard Üniversitesi rektörünün himayesinde yayınlanan bir broşürde şu satırları okumaktayız: "Savaş, insana, ortak bir çabaya katılan kimsenin duyduğu yüksek bir duyguyu kazandırır; o duygu ki, korku küçüklüğü ile ve bir toplumsal güvenliğe sahip olma yolunda küçük tutkuyla mutlak çelişki halindedir.
[2] Bkz: yedinci ders: "Genel Sonuçlar".
[3] Onbeşinci derste, bu terimin tanımına bakınız.
[4] Proudhon, Philosophie de la misère, c. II, s. 102, aktaran: Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, Sol Yayınları, Ankara 1992, s. 106.
[5] Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, s. 105.
[6] Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 664. [Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm, Bilim ve Sosyalizm Yay.]
[7] İşte Stalin'in bu kunduracıya ayırdığı pasaj: "Ufak bir işliğe (atölyeye) sahip olan bir ayakkabıcıyı ele alalım. Ama bu adam büyük ayakkabı fabrikatörlerinin rekabetine dayanamayarak işliğini kapamış ve örneğin Tiflis'te Adelhanov'un ayakkabı fabrikasında bir işe girmiş olsun. Adelhanov'un fabrikasına sürekli bir biçimde ücretli işçi olmak düşüncesiyle değil, biraz para artırmak, işliğini tekrar açmasını sağlayacak küçük bir sermaye biriktirmek amacıyla girmiştir. Gördüğünüz gibi bu ayakkabıcı, toplumsal durumu ile, şimdiden proleterdir, ama bilinci ile hâlâ proleter değildir, tümüyle küçük-burjuvadır. Bir başka deyişle, bu ayakkabıcı, daha şimdiden küçük-burjuvalık durumunu yitirmiştir, [bu durum] yokolup gitmiştir; ama onun küçük-burjuva bilinci daha yok olmamış, gerçek durumunun gerisinde kalmıştır.
"Açıktır ki, burada, [yani] toplumsal yaşamda da, önce dış koşullar değişir, önce insanların koşulları değişir ve sonra da buna uygun olarak bilinçleri değişir.
"Ama, biz, ayakkabıcımıza dönelim. Bildiğimiz gibi, biraz para artırmaya ve işliğini yeniden açmaya niyetlenmektedir. Bu proleterleşmiş ayakkabıcı, çalışmaya devam eder, ama para artırmanın çok güç bir iş olduğunu görür, çünkü kazandığı, geçimine ancak yetmektedir. Üstelik, özel bir işlik açmanın öyle pek çekici olmadığını da görür: bina ve eklentileri için ödemek zorunda olduğu kira, alıcıların kaprisleri, para darlığı, büyük ayakkabı fabrikatörlerinin rekabeti ve benzer dertler - özel zanaatçının kafasını kurcalayan sıkıntılar işte bunlardır. Öte yandan, proletarya, böyle endişelerden nispeten kurtulmuştur; alıcılarla veya bina ve eklentilerinin kirasını ödeme zorunluğuyla kendini sıkıntıya sokmamaktadır. Her sabah fabrikaya gider, akşamleyin de "sakin kafayla" evine döner ve cumartesi günleri aynı sükunetle "ücretini" cebine atar. Burada, ilk kez ayakkabıcımızın küçük-burjuva hayalleri dağılır; burada, ilk kez, onun ruhunda proleter özlemler uyanır.
"Zaman geçer, ve ayakkabıcımız görür ki, parası en. temel gereksin-melerini bile karşılamaya yetmemektedir, ve ücretlerdeki bir artışa müthiş ihtiyacı vardır. Aynı zamanda, işçi arkadaşlarının sendikalar ve grevlerden söz ettiğini duyar. Ayakkabıcımız, bu noktada, koşullarını iyileştirmek için, kendine bir işlik açmanın değil, patronlarla savaşmanın gerekli olduğunu anlar. Sendikaya katılır, grev hareketine girer ve kısa sürede sosyalist düşüncelerle dolar. ...
"Böylece, uzun vadede, ayakkabıcının maddi koşullarındaki bir değişikliği, bilincindeki bir değişiklik izlemiştir: önce maddi koşulları değişmiş ve bir süre sonra da, buna uygun olarak, bilinci değişmiştir.
"Sınıflar hakkında ve bir bütün olarak toplum hakkında da aynı şey söylenebilir." (J. Stalin, Anarşizm mi? Sosyalizm mi?, s. 30-31).
[8] Bkz: J. Stalin, "SSCB'de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları", Son Yazılar, 1950-1953, s. 89.
[9] Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, "Önsöz", s. 23. (italikler bizim, -G.B.-M. C.)
[10] J. Stalin, Anarşizm mi? Sosyalizm mi?, s. 29-30.
[11] Marx, "Feuerbach Üzerine Tezler", Felsefe İncelemeleri, s. 69; Ludwig Feuerbach.... s. 63; Din Üzerine, s. 63.
[12] Friedrich Engels, "Anti-Dühring İçin Elyazmaları", Anti-Dühring, s. 480.
[13] Bkz: V. İ. Lenin, "Gençlik Birliklerinin Görevleri", Gençlik Üzerine, Sol Yayınları, Ankara 1993, s. 216 ve devamı.
[14] Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, "Önsöz", s. 24.
[15] Maurice Thorez, Fils du Peuple, s. 101-102-103.
ONÜÇÜNCÜ DERS
TOPLUMSAL YAŞAMDA
FİKİRLERİN ROLÜ VE ÖNEMİ
I . Bir örnek.
II . Kaba materyalizmin yanılgısı.
III . Diyalektik materyalist tez.
a) Fikirlerin maddi kökeni, onların gücünü oluşturur.
b) Eski fikirler ve yeni fikirler.
c) Yeni fikirlerin örgütlendirici, harekete getirici ve değiştirici bir etkisi vardır.
IV . Vargı.
I. BİR ÖRNEK
Çok yaygın bir önyargı vardır ki, marksist materyalizmin fikirlere kayıtsız olduğunu, fikirlere hiçbir önem ve rol tanımadığını sanır.
Bu ders, hiç de böyle olmadığını, tersine, marksistlerin, fikirleri ve teorileri tamamıyla ciddiye aldıklarını gösterecektir. Bunun kanıtı, bizzat Marx tarafından verilmiştir: eğer o, fikirlerin bütün gücünü reddetmiş olsaydı, yaşamını, yalnız devrimci teorinin hazırlanmasına ve yayılmasına adar mıydı? Bunun kanıtı, en çetin anlarda savaşımın ilk örneklerini kendileri veren, gerektiğinde, sosyalizmin büyük ülkülerinin zaferi için yaşamlarını kahramanca feda eden Marx'ın öğretilileri tarafından verilmiştir.
Geçen dersimizde girişini yaptığımız örneği ele alalım: (sayfa 263) savaşların "insanların bilincinde" doğdukları ve onun için de savaşı ortadan kaldırmak için kafaların barışçı bir düşünceyle değiştirilmesinin yeterli olduğu yolunda UNESCO tarafından yayılan fikir. Savaşın -ve bunun sonucu olarak savaş fikirlerinin- kökeni, toplumların maddi gerçeğinde olduğu için, UNESCO'nun bu tezinin materyalist bir sınava dayanamadığını gördük.
Oysa UNESCO'nun tezi yanlış olmakla birlikte, büyük bir önem taşır. Pratik olarak rolü çok açık-seçiktir: savaşla savaşmak görünüşü altında, bu idealist tez, savaşın gerçek nedenlerinin araştırılması çabalarını yolundan saptırıyor. Genel anlamıyla "insanların bilincini" (savaşın kaynağı olarak) işin içine sokan bu kurnaz idealizm, gerçek suçluların sorumluluklarını, emperyalistlerin gerçek sorumluluklarını gizliyor. Bu idealizm iyi laf ediyor , ama savaş güçlerine yardım ederek barış güçlerine kötülük ediyor. Gerçekten "kafaları barışçıllaştıranlar", savaşın nesnel nedenlerini bir idealizm örtüsü altında insanların gözlerinden saklayanlar değil, bu nedenleri tahlil eden, emperyalist saldırganları ele veren materyalistlerdir.
Onun içindir ki, marksizm, fikirlerin gücüne önem vermemekten tamamen uzaktır.
"... toplumun manevi yaşamı, onun maddi yaşamının koşullarının bir yansısıdır dedik. Ama bu toplumsal fikir ve teorilerin, bu siyasal görüş ve kurumların önemine, bunların tarihteki rollerine gelince, tarihsel materyalizm, onları yadsımak şöyle dursun, tam tersine, onların toplumsal yaşamdaki, toplumun tarihindeki rollerini ve büyük önemlerini özellikle belirtir."[17]
Marksist felsefe materyalist olarak toplumsal fikirlerin kökenini, toplumların maddi yaşamında bulur. Diyalektik olarak onların nesnel önemini gösterir ve doğru rollerini belirler: onüçüncü dersimizin konusu budur. (sayfa 264)
II. KABA MATERYALİZMİN YANILGISI
Marksizmi, fikirleri önemsememekle eleştirenler, bilerek ya da bilmeyerek, onu, kendisinin hiç ilişiği olmadığı bir suçla suçluyorlar. Aslında kaba materyalizmin suçu olan bir şeyi, ona yüklüyorlar. Fikirlerin önemini reddetmek; bu, diyalektik materyalizmin her zaman savaştığı, bilime-karşı bir tutumdur.
"Bir sarayda başka türlü düşünülür, bir kulübede başka türlü." Feuerbach'ın bu formülü, dar düşünceli, açıklıktan uzak bir formüldür. Gerçekten de, o, bireyin bilincini belirleyen koşullar arasında varolan ideolojilerin de kesin olarak yeraldığını unutuyor. Öyle ki, kulübede oturan bir kimse, pekala bir prensin kendini beğenmişliğine sahip olabilir! İşçi, küçük-burjuvaların kendini beğenmişliklerine sahip olabilir. Eğer sosyalist fikirlerin daha önceden toplum içinde bir varlıkları ve bir rolleri olmasaydı, Stalin'in sözünü ettiği Gürcistanlı kunduracı[18], bu sosyalist fikirlere gelmiş olmayacaktı.
Jean Brecot'nun Torbası adlı kitabında, Gaston Monmousseau, canlı bir örnekle, -"Soylu Bir İnek"i okuyunuz, s. 84- şu ya da bu kişilerin varlıklarının maddi koşulları ile çelişki halinde olan bir ideolojiyi uzun zaman koruyabildiklerini gösteriyor.
Anti-diyalektik materyalizmin mekanikçi anlayışları -biz bunu, bilimsel materyalizme karşılık olarak "kaba" materyalizm olarak nitelendiriyoruz- çok tehlikelidir. Neden? Çünkü, bu anlayışlar, idealizme yardım ediyorlar. Kaba materyalizm, fikirlerin rolünü yadsıyarak, idealist filozoflara, böylece, boş bırakılmış alanı işgal etmek olanağını veriyor. Öyleyse, bir yanda gerçeği yoksullaştıran dargörüşlü bir materyalizm var -öte yanda ise yetersizliklerinin "yerini doldurmak" için idealizmin cömertçe getirip sunduğu "ruh tamamlayıcı"sı var. İdealizm, mekanikçiliği düzeltiyor. Yanılgı, yanılgıyı düzeltiyor.
Öyleyse diyalektik materyalizmin durumu nedir? (sayfa 265)
Mekanik materyalizme göre, toplumsal bilinç, maddi varlığın ancak edilgin bir yansısı ("gölge görüngü" ("epiphenomene") de denir) olduğu halde, diyalektik materyalizme göre toplumsal bilinç, pekala yansıdır, ama etkin bir yansıdır.
Gerçeğin hareket olduğunu (diyalektiğin ikinci yasası, üçüncü derse bakınız), gerçeğin her yönünün hareket olduğunu biliyoruz. Oysa, fikir ve teoriler, her ne kadar maddeden sonra geliyorlarsa da, onlar da, bütün gerçeğin görünüşleri olmaktan geri kalmazlar. O halde varolan her şeyin sahip bulunduğu bir özelliği onlara da tanımayı neden reddetmeli? Fikirlerin ve teorilerin hareketini ve eylemini neden reddetmeli? Diyalektik evrenseldir; o halde, şeylerde olduğu kadar fikirlerde, üretimde olduğu kadar toplumsal bilinçte de kendini gösterir.
Fikirlerin bütün gücünü reddeden tez, bir ikinci anlamda da diyalektiğe aykırıdır: Biliyoruz ki, gerçek, karşılıklı bağımlılıktır, gerçeğin çeşitli yönleri aralarında bağıntılıdır, biri diğeri üzerinde etki yapar. Buradan şu sonuç çıkıyor: toplumun maddi yaşamından türeyen manevi yaşamı bu maddi yaşamdan ayrılamaz; o halde, karşılığında, kendisi de toplumların maddi yaşamları üzerinde etki yapar.
Böylece, diyalektiğin yasalarının uygulanması, toplumsal fikirlere ve teorilere bütün önemlerini vermekle kalmaz, bunların etkisinin nasıl oluştuğunun anlaşılması olanağını da sağlar.
Engels, toplumda fikirler arasındaki bu karşılıklı ilişkiyi, karşılıklı etkiyi şöyle ifade ediyor:
"Ekonomik durum temeldir, ama, çeşitli üstyapı öğeleri -sınıf savaşımının siyasal biçimleri ve sonuçları, -savaş bir kez kazanıldıktan sonra, kazanan sınıf tarafından hazırlanan anayasalar vb., - hukuksal biçimler ; hatta bütün bu gerçek savaşımların, savaşıma katılanların beynindeki yansıları, siyasal, hukuksal, felsefi teoriler, din anlayışları ve bunların daha sonraki dogmatik sistemler halindeki gelişmeleri, hepsi de tarihsel savaşımların gidişi üzerinde etki yaparlar ve birçok durumda ağır basarak onun biçimini (sayfa 266) belirlerler. Bütün bu etkenlerin etkisi ve tepkisi vardır... ."[19]
Engels eleştiriyor:
"Buna, bir de ideologların şu ahmakça düşünceleri eklenir: tarihte bir rol oynayan çeşitli ideolojik alanların bağımsız tarihsel bir gelişmeleri olduğunu reddettiğimiz gibi, onların her türlü tarihsel etkinliklerini de reddediyoruz. Bu, bayağı, diyalektik olmayan, iki kutup gibi birbirine kaskatı karşı bir neden ve sonuç anlayışından, karşılıklı etki konusunda kopkoyu bir bilgisizlikten yola çıkmak demektir."[20]
Ve gene:
"Anlaşılmadığı sürece ideolojik bir görüş açısı dediğimiz şeyi oluşturan bu tepetaklak duruşun, kendisinin de ekonomik temel üzerinde etki yapması ve bazı ölçüler içinde onu değiştirebilmesi olgusu bana göre apaçık bir şeydir...
"... Barth, ekonomik hareketin siyasal yansılarının vb., bizzat bu hareket üzerindeki bütün tepkisini neredeyse yadsıdığımızı öne sürerken, yal değirmenlerine karşı savaşmaktan başka bir şey yapmıyor... .
"Bütün bu baylarda eksik olan diyalektiktir. Her zaman burada yalnız neden, şurada da yalnız sonuç görüyorlar. Bunun boş bir soyutlama olduğunu, gerçek dünyada buna benzer metafizik kutupsal karşıtlıkların ancak bunalımlarda varolduğunu; ama şeylerin ileriye doğru bütün büyük akışının, güçlerin, kuşkusuz hiç de eşit olmayan güçlerin, etki ve tepkisi biçiminde oluştuğunu - bu güçler içinde ekonomik hareketin de oranlanmayacak ölçüde en güçlü, en başta gelen, en kesin güç olduğunu, burada mutlak diye bir şey olmadığını, her şeyin göreli olduğunu; bütün bunları, ne yapalım ki, bu baylar görmüyorlar... ."[21]
Haklı olarak, iktisadi yasaların tarihsel gelişmenin (sayfa 267) temeli olduğu olgusundan hareket eden materyalizmi en kaba şekliyle sunan bazı kimseler, bundan yanlış bir sonuç çıkarıyorlar: kollarını kavuşturup bekleyerek, bu yasaları kendi kendilerine işlemeye bırakmak yeter sanıyorlar. Böylece insanı güçsüzlüğe mahkum ediyorlar. Oysa deneyim gösteriyor ki, insanlar, toplumun nesnel yasalarını ne kadar iyi tanırlarsa, kendi sınıf çıkarlarına zarar verdikleri için bu yasaların uygulanmasını köstekleyen toplumun geri kalmış güçlerine karşı savaşımları da o kadar etkili olur. Peki iş buraya varınca, bu yasaları bilen bilincin rolü nasıl yokumsanır? Böyle sonuçları olduğu halde, onun gücü nasıl yokumsanır?
Toplumsal gelişmenin yasalarının insanlar tarafından bilinip bilinmemesine göre insanlar, ya bu yasaları kendilerine yardımcı yaparlar, ya da bu yasaların kurbanı olurlar. Böylece, emperyalist savaşların nedenlerinin bilimsel olarak bilinmesi, savaşa karşı etkili bir şekilde savaşım verilmesini sağlar. Marksistler, kapitalist ülkeler arasında savaşların "kaçınılmaz" olduğunu söyledikleri zaman kaba materyalizm, bundan, savaşların alınyazısı oldukları sonucunu çıkarıyor, bu bakımdan, savaşı tanrısal bir ceza olarak anlayan tanrıbilimcilerin idealizmi ile birleşiyor. Kapitalizmin savaşları kaçınılmaz kıldığını söylemek,[22] kapitalizm, doğası gereği, emperyalist savaşlar doğurur demektir. Ama, kapitalizm savaşların zorunlu nedeniyse de, onun varlığı, savaşları başlatmaya yetmez; niçin? Çünkü birde halkların bu savaşı yapmayı kabul etmeleri gerekir. Kapitalistlerin askere gereksinmesi vardır. Onların, halkları, savaş yapmak gerektiğine kandırmaya yönelen savaş siyasetleri, savaş ideolojileri buradan geliyor: Bu araçlarla, kapitalizmin yasasının -onu savaşa sürükleyen yasanın- serbestçe, kendi çıkarlarına olarak gerçekleşmesini sağlayacak bir şekilde hareket etmeye çalışıyorlar. Ama halklar , savaş siyasetine, savaş ideolojisine karşı, zaman yitirmeksizin, adım adım savaşım vererek kapitalistlerin savaş için elverişli koşulları gerçekleştirmelerine (sayfa 268) engel olurlar. Fikirlerin önemi görülüyor. Bu tarihsel aşamada barışın olanaklı olduğu fikri, Sovyetler'e karşı bir haçlı seferi için kesin bir engel olma yolundadır. Niçin? Çünkü yığınlar, bu fikri, gittikçe daha kuvvetle kendilerine maletmektedirler. Oysa savaşa gereksinmesi olan kapitalizm (bu anlamda savaş, kapitalizm için gereklidir), eğer halk yığınları "hayır!" derse, bu gereksinmesini yerine getiremeyecektir! (bu anlamda savaş, alınyazısı değildir).
III. DİYALEKTİK MATERYALİST TEZ
a) Fikirlerin maddi kökeni, onların gücünü oluşturur.
Diyalektik materyalizm, toplum yasalarının -en başta iktisadi yasaların- nesnel özelliğini ortaya koyarken, aynı zamanda, fikirlerin nesnel rolünü de ortaya koymuş oluyor (bu da insanlara, toplumun yasalarının işleyişini çabuklaştırmak ya da geciktirmek, kolaylaştırmak ya da güçleştirmek olanağını sağlar). Kaba materyalizmin esiri olan bazı kimseler: "Tutarsızlık!" diyeceklerdir buna. "Ya biri, ya da ötekidir! Ya 'nesnel etken'in gücünü kabul ediyorsunuz, ya 'öznel etken'in gücünü kabul ediyorsunuz. Seçmek gerek." İşte metafizik bir durum.
Diyalektik materyalizm, madde ile düşünceyi, birbirinden ayrılmış, bağsız iki ilke haline getirmez. Madde ve düşünce, biri de öteki kadar gerçek olan "... aynı doğanın ya da aynı toplumun" iki yönüdürler: "Biri olmadan ötekini kavrayamazsınız; bunlar birlikte vardır, birlikte gelişirler , ve dolayısıyla birbirlerini yadsıdıklarını düşünmemiz için bir neden yoktur".
Ve Stalin devam ediyor: "Maddi ve düşüncel -iki farklı biçimde ifade edilen tek ve bölünmez bir doğa; maddi ve düşüncel- iki farklı biçimde ifade edilen tek ve bölünmez bir toplumsal yaşam: işte, doğanın ve toplumsal yaşamın gelişmesine böyle bakmalıyız."[23] (sayfa 269)
Elbette ki, maddi yön, manevi yönden önce gelir.
O halde, diyalektik materyalizm, fikirlerin dünya üzerindeki gücünü kabul etmekle kalmaz, bu gücü anlaşılır bir şey haline getirir. Tersine, idealizm, fikirleri, gerçeğin tümünden ayırarak, onlardan gizemli varlıklar oluşturur: insanın kendi kendisine sorması gerekir: bu fikirler, hiçbir ortak yanları olmadıkları bir dünya (doğa ve toplum) üzerinde nasıl etki yapabilir? Fikirlerin yalıtılmaları onları felce uğratır.
Diyalektik materyalizmin değeri şudur: Toplumsal fikirlerin maddi kökenini bulmuş olduğundan onların çıkmış oldukları bu dünya üstündeki etkililiklerini de anlayabilecek durumdadır. Toplumsal fikirlerin ve teorilerin maddi kökeni, onların ne öneminden ne de rollerinden bir şey kaybettirmediği gibi, onlara bütün etkililiklerini verir.
Fikirleri küçümseyen, horgören, diyalektik materyalizm değildir. Onları boş sözcükler haline getiren, onlardan güçsüz birer korkuluk yapan idealizmdir. Diyalektik materyalizm, fikirlerin sonuçlarında, doğa güçleri kadar maddi olan somut bir güç bulur.
Bu güç -her ne kadar onu bir yanda tek başına, geri kalanla ilişkisiz olarak ele almak istediğimizde, anlaşılmaz olursa da- bununla birlikte ve belli bir dereceye kadar kendi öz hareketiyle gelişebilir. Örnek: din, toplumun maddi, tarihsel koşullarının temeli üstünde doğmuştur. Ama din denen bu fikirler kümesi, edilgin bir şey değildir. Onun insanların beyninde gelişen kendine özgü bir yaşamı vardır. Ve bu o kadar gelişir ki, dinin nesnel nedenlerini bilmeyen insanlar, her şeyi tanrının yürüttüğünü sanırlar. Şu halde, kendilerini oluşturan nesnel koşullar değişmiş olduğu halde, fikirler kuşaklara aktarılabilirler ve tutunabilirler. Ama zamanla, gerçeğin tümü, gerçeğin, bu dinsel ideoloji olan yönü üzerinde etki yapar. Fikrin bir dereceye kadar bağımsız bir gelişmesi vardır; ama fikir ile nesnel dünya arasındaki çelişki çok keskin bir durum aldığı zaman, çelişki, nesnel dünyadan yana, bu nesnel dünyayı yansıtan fikirlerin lehinde çözülür. Demek ki, kısacası kendilerine yolaçanlar ve, (sayfa 270) kandırmacalara, yalanlara karşı, yığınlara kendilerini kabul ettirenler gerçek teorilerdir.
b) Eski fikirler ve yeni fikirler.
Fikirlerin kökenini incelerken, fikirlerdeki, ve teorilerdeki çelişkinin toplumdaki nesnel bir çelişkiyi yansıttığını gördük.
Örneğin, kapitalizmin yarattığı iktisadi bunalımları ele alalım. Onların nesnel nedeni, üretim araçları mülkiyetinin özel niteliği ile üretim sürecinin toplumsal niteliği arasındaki çelişkidir.[24] Bu çelişkiyi nasıl çözmeli?
Devrimci proletarya bunu yanıtlıyor: üretim araçlarının toplumsallaştırılması ile, sosyalizmle; o zaman artık bunalım olmayacaktır, üretici güçler, herkesin mutluluğu için, yeniden hız kazanacaklardır. Üretim araçlarını elinde bulunduran ve onlardan en büyük kârı elde eden burjuvazi yanıt veriyor: madem ki, düzenimizi tehlikeye sokuyorlar, üretici güçleri sınırlandıralım; böylece, bizim ayrıcalıklarımızı güvence altına alan kapitalist üretim ilişkilerini koruruz. Eskiden bilime övgüler düzen aynı sınıf, eğer bir "üretim fazlası" varsa, bunu -kendi deyimiyle- bilimin suçu sayarak, bugün bilimi lanetliyor. Tersine, proletarya, bilimi över. Bunalımların suçunun bilimin ilerlemesine değil, toplumsal düzene, kapitalizme yüklenebileceğini kabul eder.
Görülüyor ki, nesnel bir çelişki temeli üzerinde, bunalım halindeki kapitalizmin çelişkisi temeli üzerinde fikir savaşımı vardır.
Bir yanda burjuvazinin ideologlarının ve gazetecilerinin bol bol yaydıkları fikir: bilim kötüdür; onu gözönünde bulundurmak gerekir, onun ilerlemeleri bir afettir, onu dine tabi kılmanın zamanıdır. Ve magazinlerde ve hafif dergilerde, anti-komünizm ve çıplak kadın resimleriyle birlikte bağıcılık, büyücülük, falcılık gibi "gizli bilgiler"e büyük bir yer (sayfa 271) verilmesi boşuna değildir. Gene resmi bir belgede,[25] milli eğitim bakanının görgücülüğe, yani bilimin uzun zamandan beri aşmış olduğu araştırma yöntemlerine dönüşü, göklere çıkarması boşuna değildir. Bu ortaçağ gizemciliğine dönüşle, bilime karşı şatafatlı ve sinsi propagandanın birlikte olması bir raslantı mıdır? Eğer bugünün burjuvazisi, nesnel yasalar olmadığını, onun için de "anlamaya çalışmak" gerekmediğini sekseniki yoldan anlatıyorsa bu raslantı mıdır? Bütün bunlar, gerçekte toplumların gelişiminin mahkum ettiği ve tarih tekerleğinin geriye işlemesini isteyen bir sınıfın çıkarlarının ideolojik ifadesidir.
"Günü geçmiş olan ve toplumun cançekişen güçlerinin çıkarlarına hizmet eden eski düşünce ve teoriler vardır. Bunların önemi, toplumun gelişmesini, ilerlemesini frenlemelerindedir. "[26]
Açıktır ki, bilimlere karşı kin ve küçümseme, burjuvazinin işine yaramaktadır. Çünkü bilimlerin barışçı atılımı, burjuva düzeni tehlikeye düşürebilir.[27]
Ama karşı uçta, bilimlerin ilerlemesini yüreklendirmek gerektiği fikri, proletarya tarafından, devrimci sınıf tarafından yayılmaktadır. Bu, gerçekte, üretici güçlerin gelişmesiyle tam bir uyuşma halindedir; bundan böyle artık yalnız proletaryanın devrimci savaşımı bu atılımı sağlayabilir.
"Bir de, toplumun öncü güçlerinin çıkarlarına hizmet eden, yeni öncü fikirler ve teoriler vardır. Bunların önemi, toplumun gelişmesine, ilerlemesine yardım etmelerindedir; ayrıca, toplumun maddi yaşamdaki gelişmesinin gereksinmelerini ne kadar iyi, ne kadar aslına uygun yansıtırlarsa, o kadar daha önem kazanırlar. "[28]
İşte bunun içindir ki, işçi sınıfı iktidarı, bilimin açılıp gelişmesi için en elverişli maddi koşulları yaratır. Bütün (sayfa 272) olanaklarıyla, bilimin insanların mutluluğu için zorunlu olduğu fikrini destekler.
Demek ki, fikirler de birer güçtürler. Eski fikirler gericilerin güçleridir ve onun için gerici sınıflar bu fikirleri işlerler. Öncü fikirler, toplumların ilerlemesine katkıda bulunan fikirlerdir, bunun için de yükselen sınıflar, bu fikirleri bütün güçleriyle desteklerler.
Aşırı bir basitleştirmeyle, bunlardan, mevcut sınıfların, sınıf olarak, kendi gereksinmelerine uygun düşen ideolojileri kendiliklerinden yarattıkları sonucunu çıkarmamalıdır. Filer, bilgi sürecinin ürünleridir: işbölümünün hüküm sürdüğü bir toplumda (bu, toplumların sınıflara bölünmüş olduğu durumdur), fikirler, özellikle bu görev için ayrılmış bireyler: rahipler, filozoflar, bilginler, teknisyenler, eğitimciler, sanatçılar, yazarlar vb. tarafından hazırlanırlar, ama sınıf tarafından bütünüyle kullanılırlar.
Öte yandan yeni fikirlerden sözettiğimiz zaman, bunu şematik bir tarzda anlamamalıdır. Gerçekten de öyle olur ki, bir sınıf tarafından bırakılan bir fikir, daha sonra, başka biçimlerde, başka bir sınıf tarafından yeniden kabul edilir. Bunun gibi, bilimin yararlı olduğu fikri, devrimci burjuvazi tarafından işlendi (Diderot, Condorcet). Devrimci proletarya aynı fikri yeniden aldı ve yeniledi, proletarya (sosyalizmin kuruluşunda) ondan bütün pratik sonuçları çıkartabilir, oysa burjuvazi, bu fikri, sonuna kadar götüremiyordu. Böylece sınıflar, daha önce kullanılmış olan fikirlerden yararlanabilirler. Bunda şaşılacak bir şey yoktur: insanlar , kendi deneyimleriyle fikirlerin gücünü öğrenmiş oldukları için, bir sınıf daha önce ortaya konmuş olan fikirler arasında kendi egemenliğini ya da kendi yükselişini (bütünüyle ya da kısmen) kolaylaştıran fikirleri ihmal etmez. Tersine, bir sınıf, kendisine artık uygun gelmeyen şu ya da bu fikri, ideolojisinden kovar; faşist burjuvazi, bugün, evvelce feodaliteye karşı ezilen yığınların ittifakını kendisine kazandıran "burjuva demokratik özgürlükler bayrağını", artık ayaklar altında (sayfa 273) çiğniyor.
Ayrıca, burjuvazi, kendisine hizmet eden ve yeni kılığa bürünmüş eski fikirlerden başka bir şey olmayan fikirleri "yeni" olarak yutturmaya çalışır: örneğin, Hitler, eski bilmesinlerci ve ortaçağ ırk ve "kanın" teorisini, bilimin son sözü gibi geçirmek istiyordu. Mussolini, proletarya sosyalizmini bir "eski mit", faşizmi ise bir "yeni mit" olarak ilan ediyordu! "Yenilik" tarihle ölçülmez, belli bir anda konan sorunları çözme yeteneğine göre ölçülür. Marx'ın Kapital'i, ekonomi politik olarak burjuva fakültelerde en yakın zamanlarda okutulanların hepsinden daha yenidir.
Başka bir gözlem: fikirlerin her zaman herhangi bir sınıfın, ya da tarihsel bakımdan belirli herhangi bir toplumun hizmetinde oluşlarından, bütün fikirlerin değeri olduğu sonucunu çıkarmamalıdır. Bilimin kötülükçü olduğu fikri yanlış bir fikirdir, insan toplumlarının bilimsiz ilerlemesi olanaklı olmadığına göre, gerçeğe aykırıdır. Bilimin yararlı olduğu fikri doğru bir fikirdir, olayların gerçeğine uygundur. Yükselen sınıfın, yani proletaryanın gerçeğe gereksinmesi vardır, tıpkı iflas halindeki sınıfın, yani burjuvazinin yalana gereksinmesi olduğu gibi.[29] Ama yanlış fikirlerin de gerçek fikirlerden daha az olmamak üzere etkin bir güçleri vardır. Toplumsal gelişmenin gereksinmelerini en sadık bir şekilde yansıttıkları için son ve kesin zafer kendilerinin olan ve vazgeçilmez hale gelecek ölçüde her gün daha bir önem kazanan öncü fikirlerin, doğru fikirlerin yardımıyla yanlış fikirlere karşı savaşmak gerekir: bu, doğru fikirlerin ışıltılarının genişleyip yayılmasını açıklar. (sayfa 274)
c) Y eni fikirlerin örgütlendirici, harekete getirici ve değiştirici bir etkisi vardır.
"Toplumsal yeni fikirler ve teoriler, ancak, toplumun maddi yaşamındaki gelişme, toplumun önüne yeni görevler koyduğu zaman ortaya çıkarlar. Ama bir kez ortaya çıktıktan sonra, toplumun maddi yaşamındaki gelişmenin koyduğu yeni görevlerin yerine getirilmesini kolaylaştıran çok önemli bir güç haline gelirler; toplumun ilerlemesine yardım ederler. İşte, yeni düşünce ve teorilerin, yeni siyasal görüş ve kurumların örgütleyici, devindirici, değiştirici rollerinin bütün önemi o zaman kendini gösterir. Açıkçası, yeni toplumsal düşünceler ve teoriler ortaya çıkıyorsa, bu doğrudan doğruya, topluma gerekli oldukları içindir, çünkü onların örgütleyici, devindirici ve değiştirici etkileri olmadan, toplumun maddi yaşamındaki gelişmesinin getirdiği, geciktirilemez, zorlu sorunların çözülmesi olanaksızdır. Toplumun maddi yaşamındaki gelişmenin koyduğu yeni görevlerin ortaya çıkardığı yeni toplumsal düşünce ve teoriler , kendilerine bir yolaçarlar, harekete geçirdikleri ve toplumun can çekişen kuvvetlerine karşı örgütledikleri halk yığınlarının öz malı haline gelirler, böylece, toplumun maddi yaşamının gelişmesini engelleyen bu kuvvetlerin devrilmesine yardımcı olurlar."[30]
Bu metnin çok büyük bir önemi vardır, çünkü, yeni fikirlerin nasıl etki yaptıklarını aydınlığa kavuşturur; yeni fikirler:
-devindirirler, yani enerjileri ortaya çıkarırlar, istek yaratırlar, yığınları harekete geçirirler;[31]
-Örgütlendirirler, yani bu harekete bir birlik ve sürekli bir bağlılık verirler;
-değiştirirler , yani yalnız bilinçler üzerinde etki (sayfa 275) yapmak, bilinçleri yükseltmekle kalmazlar, ama toplumun önündeki sorunların gerçekten çözülmesini sağlarlar.
"Teori, yığınların arasına girdiği andan başlayarak, maddi bir güç haline gelir."[32]
Tarih, yeni fikirlerin bu üçlü rolünü bol bol ortaya koyar. 1789'da öncü fikir: ulus egemendir, ulus bütün Fransızları yasa önünde eşit kılacak ve ayrıcalıkları ortadan kaldıracak bir anayasaya sahip olmalıdır - bu fikir , en geniş halk yığınlarını harekete geçiriyordu, çünkü, çağın tarihsel sorunlarına yanıt veriyordu. Halkta eski düzene, feodal düzene karşı örgütlü ve değiştirici atılımı doğurdu.
1917'de öncü fikir: savaştan kurtulmak için, toprağı ele geçirmek için, ezilen milliyetlerin kurtuluşunu sağlamak için vb., Kerenski'nin burjuva hükümetini tasfiye etmek, bütün iktidarı sovyetlere vermek - bu fikir, yığınların örgütlenmesini ve seferber olmasını ve bununla da toplumun değişmesini sağladı.
Bu türden örnekler çoğaltılabilir. Fransız Komünist Partisi Merkez Komitesinde durumu tahlil ederek Maurice Thorez açıklıyordu ki:
"Zamanımızın en kesin olayı, halk yığınlarında birlik fikrindeki ilerlemedir." Ne için birlik? "Yurdumuzda bir barış ve ulusal bağımsızlık siyasetini, bir özgürlük ve toplumsal ilerleme siyasetini zafere ulaştırmak için." Emekçiler, gittikçe daha çok sayıda olmak üzere bu fikre nasıl vardılar? "Marshall planından ve Atlantik Paktından doğan siyasetin", yıkıcı bir savaş ve kölelik siyasetinin, gözboyama ve toplumsal gericilik siyasetinin bütün çelişkileri patlak verdiği için. Emekçiler, bunu değiştirmek için "birlikten ve birlik halinde eylemden başka çare olmadığını" anlıyorlar. Demek ki, birlik fikri, gittikçe daha kuvvetle yığınları sarıyor. Bu fikir onları harekete getiriyor, onları örgütlendiriyor, ister grev komiteleri, ister barış komiteleri, ister özgürlükleri savunma komiteleri halinde olsun. Böylece, -gittikçe daha geniş kalabalıklar halinde seferber olan, gittikçe daha iyi (sayfa 276) örgütlenmiş yığınların gittikçe daha bilinçli olan eylemiyle- kaçınılmaz kıldığı maddi değişmeler , dönüşmeler hazırlanıyor.
Böylece, tarihin koyduğu görevlerin ortaya çıkarttığı yeni fikirler, tarihi yapan yığınlar bu fikirleri benimsedikleri zaman, bütün ağırlıklarını kazanıyorlar. O zaman maddi güçler kadar büyük bir kuvvetle etki yapıyorlar. İlerlemeye düşman olanların, yiğit kişilerin elinde pek korkunç bir hale gelen bu fikirlerde hile yapmak zorunda oldukları o kadar doğrudur ki. Burjuvazinin ve onun uşakları olan sosyalist (sosyal-demokrat -Eriş Yay.) liderlerin durumu böyledir: yukarda aktardığımız metinde Maurice Thorez, şu gözlemde bulunuyor: bunlar, "birlikçi akımın genişliğinden o kadar korkuya kapılmış haldeler ki, birliğe karşı savaşım vermek için, birlik sloganına kendileri sahip çıkmaya çalışıyorlar", "Kötülüğün erdeme saygısı! Ama, polis baskıları, demagojik kurnazlıklar, artık bilinçli olan, nereye gittiklerini, ne istediklerini ve neyin gerektiğini bilen yığınların büyük gücüne karşı duramazlar."[33] (sayfa 277)
IV.VARGI
Toplumsal fikirlerin ve teorilerin önemi ve rolü çok büyüktür. Biz bundan birkaç sonuç çıkartacağız:
1. Fikirler etkin güçlerdir. O halde, emekçiler arasında yayılmış yanlış görüşlerle savaşımı önemsemeyen, ihmal eden devrimci, hareketin bütününe zarar verir. O kaba materyalizmin uğursuz alanı üzerindedir; bilimsel sosyalizmin teorik temeli olan diyalektik materyalizmin sağlam toprağı üzerinde değildir. Örnek: burjuva basının (Franc-Tireur dahil) emekçiler arasında etki yapmasına karşı çıkmamak, bu emekçileri, toplumsal ilerleme için o kadar büyük bir engel teşkil eden eski fikirlerin eline kurbanlık gibi teslim etmek demektir. 1900 yıllarında, Lenin'in hazırladığı Iskra gazetesi, işçilerin bilincine yeni fikirlerin tohumunu attı: bu tohum filiz verdi. Devrimciler tarafından ele alınan Iskra'nın fikirlerinden, 1903'te daha sonra sosyalist devrimi yönetecek olan parti çıktı. Fikir savaşımı, sınıf savaşımının zorunlu bir yönüdür. Burjuvazinin egemenliği için yararlı olan fikirlerle savaşmamak, proletaryanın ellerini bağlamak demektir.
2. Toplumsal varlık, toplumsal bilinci belirler. Ama toplumsal bilinç de karşılık olarak toplum üzerinde etki yapar. Bu geri dönen etki, maddi değişikliklerin gerçekleşmesi için yalnız zorunlu değildir , belli bir anda belirleyici rolü oynayan fikirdir. O zaman sloganların doğruluğu, belirleyici öğe (sayfa 278) olur.
Örnek: Şu anda, aynı bir düşman, gerici büyük burjuvazi, işçilerin, köylülerin, memurların vb. çıkarlarına zarar vermektedir. O halde işbirliği maddi olarak olanaklıdır. Bir de ilgililerin bunu anlaması gerekiyor! Bunu anladıkları anda, belirleyici öğe, birliğin olanaklı olduğu fikridir. Belirleyici öğe bu olduğu içindir ki, bir yandan hareketin bölücüleri sosyalist (sosyal-demokrat -Eriş Yay.) liderler, sosyalist (sosyal-demokrat -Eriş Yay.) emekçilere: komünistlerle birlik olmayınız! diye yineliyorlar - öte yandan, komünist militanlar, birliğin savunucuları, sosyalist (sosyal-demokrat -Eriş Yay.) emekçileri ortak eyleme yöneltmek için çabalarını artırıyorlar. Ortak eylemin başarısı, bu emekçilerde birliğin olanaklı ve yararlı olduğu fikrini yaratıyor; bu fikir, yeni ortak eylemleri kolaylaştırıyor, ve böylece ortak zafere kadar gidiyor.
Başka bir örnek: Barışın maddi güçlerinin (Sovyetler Birliği, halk demokrasileri, dünya barış hareketi) kuvvetlenmesi, savaşın maddi güçlerinin (emperyalizm) zayıflaması, uluslar arası görüşmelerin zaferi için gitgide daha elverişli olan nesnel koşulları yaratıyor. İşte tam o zaman, milyonlarca ve milyonlarca basit insanın barış isteği, belirleyici etken haline geliyor. Çünkü, madem ki, onun başarısının nesnel koşulları biraraya gelmiştir; eğer bu istek tam olarak uygulanabilirse mutlaka bir sonuca varması gerekir.
Bu örnek, çok açık bir şekilde gösteriyor ki, bir fikir, anın nesnel durumunu ne kadar iyi yansıtırsa, anın nesnel olanaklarına ne kadar eksiksizce uyarlanmışsa, o kadar güçlü olur.
Öznel öğe, nesnel öğeyi ne kadar iyi yansıtırsa, o kadar kesindir. Nitekim diyalektik materyalizm yalnız bilinci ortadan kaldırmamakla kalmaz, tersine, ona tüm değerini verir. "İdeolojik yansı"yı, hareketsiz, etkisiz, yararsız bir ürün gibi anlayarak, "Nesnel koşullar iyidir. Mükemmel! Bırakalım onlar bizi sürüklesinler, her şey yolunda gidecek!" diyecek olan dargörüşlü materyalistin tersine, gerçek materyalist hiçbir zaman kendisini oluruna bırakmaz, olayların kendisini sürüklemesine izin vermez. (sayfa 279)
Stalin, iyi nesnel koşulların biraraya gelmesi halinde fikrin bu kesin gücünü çok ünlü bir tümceyle belirtmiştir.
"Halklar barışın sürdürülmesi davasını kendi ellerine alırlarsa ve onu sonuna kadar savunurlarsa, barış sürdürülür ve pekleşir. Savaş suçluları, halk yığınlarını yalanlarla sarmalayabilir, ve onları yeni bir dünya savaşına razı edebilir ve sürükleyebilirse, savaş kaçınılmaz olabilir. "[34]
3. Toplumsal fikirlerin ve teorilerin kesin, belirleyici rolü, toplumun maddi gereksinmelerine tamamıyla uyan, tarihi yapan ve sömürücü burjuvazinin dirençlerini kırabilecek gücün tek sahibi olan emekçi yığınlarının gereksinmelerine tamamıyla uyan bir teori edinmemizi bir ödev, bir yüküm haline getirir. Oportünistlerin yaptıkları gibi -Rus menşeviklerinden tutun, Léon Blum'a ve Jules Moch'a kadar- teoriyi küçümsemek, işçi sınıfını, devrimci harekete yön veren pusuladan yoksun bırakmak demektir.
"Devrimci teori olmadan, devrimci hareket olamaz."[35]
Bilimsel sosyalizmin değerlerinden biri, ki bundan önümüzdeki derste sözedeceğiz, diyalektik materyalizme dayanarak, fikirlerin önemini ve rolünü doğru olarak değerlendirmesidir. Onun için bilimsel sosyalizm, teoriyi "layık olduğu bir yüksekliğe koyar ve bu teorinin harekete geçirici, örgütleyici ve değiştirici gücünden tamamıyla yararlanmayı ödev bilir."[36]
YOKLAMA SORULARI
1. Kaba materyalizm ne bakımdan yanılgıya düşer? Bunu bir örnekle açıklayabilir misiniz?
2. Fikirlerin üstünlüğünü ilan eden idealizm, gerçekte onların gücünü eksik değerlendirirken, diyalektik materyalizmin fikirlere nasıl bütün güçlerini verdiğini gösteriniz. (sayfa 280)
3. Yeni fikirler deyince ne anlamak gerekir?
4. Gerici burjuvazinin, çok eski fikirleri nasıl "yeni" fikirlermiş gibi yutturmaya çalıştığını birkaç örnekle gösteriniz.
5. Güncel bir örnek üzerinde yeni fikirlerin örgütleyici, devindirici, değiştirici rollerini tahlil ediniz. (sayfa 281)
Dipnotlar
[17] Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 665.
[18] Bkz. s. 251, dipnot 7.
[19] "Engels'ten Joseph Bloch'a" (21 Eylül 1890), Felsefe İncelemeleri, s. 184. (Ondokuzuncu dersi, temel ile üstyapı arasındaki ilişkilere ayıracağız.) (Biçimini'den başka bütün italikler bize aittir. -G. B.-M.C.)
[20] "Engels'ten Franz Mehring"e (14 Temmuz 1893), aynı yapıt, s. 198-199.
[21] "Engels'ten Conrad Schmidt'e" (27 Ekim 1890), Felsefe İncelemeleri, s. 190-193, (İdeolojik bir görüş açısı dışındaki italikler bize ait. -G. B.- M.C.)
[22] Bkz: J. Stalin, "SSCB'de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları", Son Yazılar 1950-1953, s. 90-95.
[23] J. Stalin, Anarşizm mi? Sosyalizm mi? s. 28.
[24] Bu konuyu, Dördüncü Bölümde (onsekizinci ders, II. kesim, b) özellikle inceleyeceğiz.
[25] l'Education nationale tarafından 2 Ekim 1952'de yayınlanmış olan 29 Eylül 1952 tarihli sirküler.
[26] J. Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 665.
[27] Bu durum, burjuvaziyi, bilimleri ve teknikleri, barış çabaları zararına kendi savaş sanayileri yararına kullanmaktan alıkoymaz. Ama işte böylece de burjuvazi, bilimin iyi hiçbir şey veremeyeceği yolundaki fıkri pekiştirir.
[28] Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 665-666.
[29] Gerici sınıflar, baskı ile fikirleri öldürmek isterler; tarihin öğrettiği işte budur.
"Suçsuzlar kovalandı
Hayvanlar gibi
Karanlıklarda iyi gören
Gözleri aradılar
Oymak için."
(Paul ELUARD)
[30] Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 666.
[31] Bu idealist bir iddia mıdır? Çünkü bir fikir ancak maddi koşulları yansıtıyorsa, ancak nesnel durumun doğru değerlendirilmesinden hareket ediyorsa, yığınları harekete geçirebilir.
[32] Marx, Critique de la Philosophie du droit de Hegel.
[33] Lenin'in Œuvres choisies'inin (Seçme Yapıtlar'ının) II. cildinin 178. sayfasında yeni fikirlerinin yığınları sardığı zaman oynayabilecekleri örgütlendirici ve devrimci rolü gösteren bir örnek sunulmaktadır. Lenin, Ekim 1917'deki, büyük toprak mülkiyetini ortadan kaldıran ve toprağı köy emekçilerine veren kararnamenin yorumunu yapıyor. Kararnamede, köylerde (henüz köylü üzerinde büyük etkisi bulunan) sosyalist-devrimciler tarafından kaleme alınan emredici nitelikteki görev belgesine atıfta bulunulmaktadır. Bu görev belgesi bolşeviklerinkine bir çok noktalarda benzememektedir. Bolşeviklerin yönetimindeki devrimci hükümet adına Lenin şunu bildiriyor:
"Burada, kararname ile emredici nitelikteki görev belgesini sosyalist-devrimcilerin kaleme aldığı söylentileri dolaşmaktadır. Varsın öyle olsun! Kimin kaleme aldığı önemli değildir; ama demokratik bir hükümet olarak, aynı görüşte olmasak bile, halk yığınlarının kararını dikkate almamazlık edemeyiz. Yaşamın ateşi içinde pratik uygulamada, belgeyi, yöresinde işler duruma getirirken, köylüler, gerçeğin nerede olduğunu kendiliklerinden göreceklerdir. Ve eğer köylüler, sosyalist-devrimcileri izlemeye devam ederlerse, hatta bu partiye Kurucu Mecliste çoğunluk sağlarlarsa, biz gene de, varsın öyle olsun diyeceğiz. Yaşam en iyi öğretmendir. O, kimin haklı olduğunu gösterecektir. Varsın köylüler bu sorunu bir ucundan, biz de öbür ucundan çözeduralım. Yaşam, yaratıcı devrimci eylemin herkesi sürükleyen selinde, yeni devlet biçimlerinin geliştirilmesinde, bizleri birbirimize yaklaşmaya zorlayacaktır. Yaşamı izlemeliyiz; halk yığınlarının yaratıcı dehasına tam bir özgürlük tanımalıyız. Silahlı ayaklanmanın devirdiği eski hükümet, toprak sorununu, görev başından uzaklaştırmadığı çarlık bürokrasisiyle çözmeyi düşünüyordu. Ama bürokrasi, sorunu çözüme bağlayacağına, ancak köylülerle savaştı. Devrimimizin şu sekiz ayında köylüler çok şey öğrendiler; onlar, toprakla ilgili tüm sorunları bizzat çözmeye niyetlidirler. İşte bu yüzden, bu yasa taslağı üzerinde yapılacak her türlü değişikliğe karşıyız. Ayrıntılara girmek istemiyoruz, çünkü kaleme aldığımız bir kararnamedir, bir hareket programı değil. Rusya büyüktür, yerel koşulları çok değişiktir; hiç kuşku yok ki, bizzat köylüler soruna en iyi ve en doğru çözümü bizden daha iyi getirebileceklerdir. Köylü, bunu, bizim programımızın ruhu içinde mi, yoksa sosya1ist-devrimcilerin programının ruhuna göre mi yapacaktır, sorunun esası bu değildir.
"Esas olan, köylünün tarım bölgelerinde, artık hiç büyük toprak sahiplerinin olmadığına, tüm sorunlarını kendilerinin çözebileceklerine, yaşamlarını kendilerinin örgütleyebileceklerine kesin olarak inanmış bulunmalarıdır." (Lenin, "İşçi ve Asker Vekilleri Sovyetinin Bütün Rusya 2. Kongresi - Toprak Sorunu Üzerine Rapor", İşçi Sınıfı ve Köylülük, Sol Yayınları, Ankara 1990, s. 227-228.)
[34] J. Stalin, "Barış Sorunları Konusunda Demeç", Son Yazılar, 1950-1953, s. 161.
[35] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı?, Sol Yayınları, Ankara 1992, s. 29.
[36] Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 667.
ONDORDÜNCÜ DERS
BİLİMSEL SOSYALİZMİN ŞEKİLLENMESİ
ÖNEMİ VE ROLÜ
I . Marksizmin üç kaynağı.
a) Alman felsefesi.
b) İngiliz ekonomi politiği.
c) Fransız sosyalizmi.
II . Ütopik sosyalizm.
III . Bilimsel sosyalizm.
a) Biçimlenmesi.
b) Nitelikleri.
IV . Bilimsel sosyalizmin rolü.
a) Sosyalizmle işçi hareketinin kaynaşması.
b) Devrimci partinin gerekliliği -"Kendiliğindenlik"in eleştirisi.
IV . Vargı.
İDEALİZM, toplumsal fikir ve teorilerin kökenini ve rollerini anlamak yeteneğinde olmadığı halde, diyalektik materyalizm, bu yeteneğe sahiptir. Ama, diyalektik materyalizmin kendisi de fikirlerin ortaya çıkışını ve onların etkisini düzenleyen yasalardan kurtulamaz. Bunun içindir ki, idealizm, kendi kendini anlamadığı halde (çünkü bunu ancak idealist olmayı bırakıp materyalist. olarak yapabilirdi), marksist teori, kendi öz tarihini nesnel olarak inceleyebilecek, ve nesnel olarak önemini değerlendirebilecek durumdadır.
Bu ondördüncü ders, marksist teorinin en an anlamıyla toplumsal, siyasal yönü olan bilimsel sosyalizme ayrılmıştır. Burada onun şekillenmesini ve rolünü inceleyeceğiz. (sayfa 282)
I. MARKSİZMİN ÜÇ KAYNAĞI
Marksizm, bütünüyle (diyalektik materyalizm, tarihsel materyalizm, bilimsel sosyalizm olarak) ele alındığında, insan kafasının kendiliğinden bir ürünü değildir. Bir yandan, kapitalist toplumun nesnel çelişkileri tabanı üzerinde doğmuştur, onları yenileştirici bir tarzda çözer. Öte yandan, ayrılmaz bir şekilde, daha eski nesnel koşullar içinde biçimlenmiş fikirlerin hareketinden, toplumların gelişmesiyle ortaya çıkan sorunlara yanıt arayan hareketten ileri gelir.
"Dahası var. Felsefe tarihi ve toplumsal bilim tarihi bize tam bir açıklıkla gösteriyor ki, marksizmde, dünya uygarlığının gelişim çizgisi dışında doğmuş, dargörüşlü, taşlaşmış bir öğretisi olan 'sektarizm'e benzer hiç bir şey yoktur,
"Tam tersine, Marx'ın dehası, tamamen, insanlığın en önde gelen beyinlerinin getirdiği sorulara yanıtlar sağlamış olmasındadır. Onun öğretisi, felsefenin, ekonomi politiğin ve sosyalizmin en büyük temsilcilerinin öğretilerinin, dolaysız ve doğrudan bir devamı olarak doğmuştur."[37]
Bu metin, bütünü içinde ele alınan marksizmin, üç teorik kaynağını gösteriyor; bunların önemini kısaca belirtmek gerekir.
a) Alman felsefesi.
19. yüzyıl başlarının Alman felsefesi, marksizmin bir kaynağıdır; daha önce de bu konuyu incelemek fırsatını bulmuştuk ("Giriş" bölümüne ve birinci derse bakınız).
Biliyoruz ki, 1789 Devriminin hayranı Hegel, Fransız Devriminin olaylar üzerinde yaptığı devrime benzer bir devrimi, fikirler planında yerine getirmek istemişti. Diyalektik buradan geliyor: nasıl devrim, sonsuz sanılan feodal düzene son verdiyse, diyalektik de aynı şekilde sonsuzluğuna inanılan gerçekleri tahtından indiriyor: tarihte karşıt fikirlerin hareket verdiği bir süreç görüyor. Alman burjuvazisinin (sayfa 283) 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başındaki eğilimleri, ideolojik olarak bu şekilde ifadesini buluyordu. Bölünmüş durumdaki Almanya, henüz feodal düzen altında bulunuyordu ve genç Alman burjuvazisi, Fransız burjuvazisinin, Rhen'in öte yanında büyük bir ustalıkla yaptığı şeyi kendisi için de yerine getirmenin düşünü görüyordu. Ama henüz çok zayıf olduğu için, bu tarihsel görevi yerine getirecek durumda değildi; işte Hegel'in köklü yetersizliğini, yani onun idealizmini açıklayan da budur. İdealizm, her zaman, nesnel bir güçsüzlüğün yansısıdır. Feodaliteyi yere çalmaya can atan ama buna yeteneği olmayan bir burjuvazinin teorik ifadesi olan Hegel'in felsefesi, Engels'in deyimiyle bir "büyük başarısızlık" oldu.[38] Diyalektik gelişme, böylece, salt düşüncel (ideal) kalıyor. Üstelik, feodal Prusya devletinin[39] safına geçerek, bu devletin, Fikrin (Idee) zorunlu tarihsel ifadesi olduğu sonucuna varıyor. Diyalektik, böylece varolanın ülküleştirilmesi batağına batıyor. Onun hareketi, ancak zihinlerde devrim yapabilen bir sınıfın güçsüzlüğüyle durdurulmuştur. Bununla birlikte, 1831'de ölen Hegel'in hemen arkasından gelen kuşağın burjuva filozoflarının, feodal ruhban zümresine karşı savaşımları, onları 18 yüzyıl tanrıtanımaz Fransız materyalizminde sınıf düşmanlarına karşı silahlar bulmaya götürecekti. Bu dönem, Ludwig Feuerbach'ta kişileşir Onun Hıristiyanlığın Özü (1841) adlı kitabı, "Materyalizmi tahtına" yeniden oturttu. O, her ikisi de liberal Alman burjuvazisinden gelme olan Marx (doğumu 1818) ve Engels (doğumu 1820) üzerinde kuvvetli bir etki yapmıştır. Ama Feuerbach'ın materyalizmi mekanist bir materyalizm olarak kalıyordu (dokuzuncu derse bakınız). Feuerbach, haklı olarak, insanda bir doğa ürünü görüyor. Ama insanını aynı zamanda, doğayı değiştiren bir üretici olduğunu ve toplumun kökeninin burada olduğunu görmüyor. Bilimsel bir tarih anlayışından yoksun olduğu (sayfa 284) için Feuerbach, onun yerini, ne olduğu belli olmayan bir sevgi diniyle, yani bir idealizme dönüşle dolduruyor. Alman burjuvazisinin güçsüzlüğünü ifade eden güçsüzlük, 1848'de, feodallere karşı kendi devrimini zaferle yürütemezdi.
Marx'ın, diyalektik materyalizmin hazırlanışıyla, tamamen bilimsel olan ve aynı zamanda hem Hegel'in idealist diyalektiğini, hem de Feuerbach'ın mekanist materyalizmini aşan bir felsefe ortaya koyduğunu biliyoruz.[40] Diyalektik materyalizmin ilk açıklaması, Marx'ın 1845 ilkyazında kaleme aldığı Feuerbach Üzerine Tezler ile verildi. Onbirinci tez, klasik Alman felsefesinden marksizme geçişi ifade eder:
"Filozoflar yalnızca dünyayı değişik biçimlerde yorumladılar, oysa sorun onu değiştirmektir."[41]
b) İngiliz ekonomi politiği.
19. yüzyılın başlangıcında İngiltere, ekonomik bakımdan en ileri ülkeydi. 18. yüzyılın sonunda, İngiliz burjuvazisi, manüfaktürden fabrikaya, yani makinelerin kullanılmasına, geçen ilk burjuvazi olmuştu; böylece büyük sınai üretim, kapitalist toplumun teknik temeli doğuyordu.
"İnsan toplumunda maddi yaşama araçlarının üretim ve değişimini yöneten yasaların bilimi"[42] ekonomi politiğin açılıp gelişmesine nesnel olarak elverişli koşul.
Büyük İngiliz iktisatçıları Adam Smith ve David Ricardo, emek-değer teorisinin kurulmasında ilk adımları attılar. Ama, metaların değişiminin ötesinde, insanlar arasındaki nesnel ilişkileri yakalayamadılar. Onun için de, her metaın değerinin, o metaın üretimi için toplumsal bakımdan gerekli emek zamanı ile belirlendiğini göremediler. Marx'ın büyük değeri, kesin olarak, değişim-değerinin gerçek niteliğini, (sayfa 285) toplumsal emeğin billurlaşması ile tanımlaması oldu. Böyle yapmakla, Marx, kuvvetli sınıf çıkarları buna karşı çıktığı için kapitalizmin tahlilini sonuna kadar götürmeye gücü yetmeyen İngiliz ekonomi politiğinin sınırlarını aşıyordu. İktisatçılar, kapitalizmin sonsuz olduğunu sanıyorlardı.
Marx, artı-değer'i buluşuyla, ekonomi politiğe kesin bir sıçrama yaptırdı.
"Ödenmemiş emeğe elkoymanın, kapitalist üretim tarzının ve bu üretim tarzında ortaya çıkan işçi sömürüsünün temeli olduğu; ve kapitalistin, işçisinin emek-gücünü pazardaki bir meta gibi tam değerini ödeyerek satın alsa bile, ondan, ona ödediğinden daha çok değer çıkardığı (sağladığı); ve son çözümlemede, bu artı-değerin, varlıklı sınıfların ellerinde sürekli olarak artan sermaye birikimlerinin çıktığı değerler tutarını oluşturduğu gösterildi. Kapitalist üretimin ve sermaye üretiminin doğumu, ikisi de, açıklandı."[43]
Kapital (Birinci Cilt, 1867 tarihini taşımaktadır ve Marx, ölümüne, yani 1883'e kadar Kapital üzerinde çalışmıştır) marksist ekonomi politiğin başyapıtıdır.
c) Fransız Sosyalizmi
Modern sosyalizmin tohumunu 18. yüzyıl Fransız filozoflarının materyalizminde aramak gerekir, bilimsel sosyalizm bu modern sosyalizmin açılıp gelişmesidir. Helvetiuslar, d'Holbachlar vb., hiç de sosyalist değillerdi. Ama onların -insanın doğal iyiliği, deneyimin, alışkanlığın, eğitimin büyük gücü, fizik ve toplumsal ortamın karakter ve töreler üzerindeki belirleyici etkisi vb. gibi- bellibaşlı tezleri, onların materyalizmini, "... zorunlu olarak komünizme ve sosyalizme bağlar... Eğer koşullar insanı biçimlendiriyorsa, bu koşulları insanca biçimlendirmek gerekir."[44]
Komünizm için yaşamını veren Gracchus Babeuf (sayfa 286) (1797'de Termidor burjuvazisi tarafından giyotinle idam edilmiştir), 18. yüzyıl filozoflarının öğretilisiydi.[45] Marx'ın öncelleri, üç büyük ütopyacıya, Fransız Saint-Simon, Fourier ve İngiliz Owen'a gelince, bunlar, 18. yüzyıl materyalizmini yürekten benimsemişlerdi. Modern sosyalizm hakkında, Engels'in "Her yeni teori gibi, modern sosyalizm de, kökleri maddi ekonomik olguların derinliklerinde bulunmakla birlikte, önce, eldeki hazır zihinsel birikime bağlanmak zorundaydı."[46] şeklinde değerlendirmesi böylece doğrulanmış oluyor.
Ama Marx'tan önceki sosyalizm, henüz bilimsel değildi. Ütopik bir sosyalizmdi. Fransız sosyalizmi bunun büyük bir bölümünü oluşturur; ama aynı zamanda, bazı Alman düşünürlerini ve büyük İngiliz teorisyeni Owen'ı da kapsar.
II. ÜTOPİK SOSYALİZM
Ütopik sosyalizm, kapitalist toplum tarafından yaratılmış olan koşullar içinde doğmuştur. Burjuvazi, feodal düzene karşı, özgürlük ve kardeşlik adına savaşım vermişti. Oysa onun egemenliği Fransa'da ve 1ngiltere'de toplumdan bir orman yarattı. Kapitalizm çerçevesi içinde sanayinin gelişmesi, işçilerin sömürülmesi koşuluna dayandığı için, zenginlikleri elinde bulunduran burjuvaziye bolluk ve iktidar sağlayan yeni feodallikler, para feodallikleri oluşurken, toplumun öteki kutbunda emekçi sınıfların yoksulluğunun korkunç oranlarda arttığı görüldü.
Ütopik sosyalistlerin hareket noktası, bu durumu, sanayinin gelişmesini sağladığı için burjuva iktisatçıların "doğal" olarak gösterdikleri bu durumu, mertçe, korkusuzca ortaya koymak oldu. Ütopyacılar, düzeni kıyasıya eleştirdiler. Fourier'nin deyişine göre, bu düzende "yoksulluk, aşırı bolluğun kendisinden doğmuştu". (sayfa 287)
Saint-Simon (1760-1825), kapitalizmin bağrında, üretimin anarşik bir biçimde sanayiciler arasındaki acımasız bir savaşım içinde geliştiğini, yığınlar için en büyük acıları bunun doğurduğunu belirtiyor. Sanayinin gelişmesinin insanlara mutluluk getireceğine inanmış olan Saint-Simon, usa uygun bir üretim örgütünün, doğayı ortaklaşa işletmek için birleşmiş insanların elinde sağlayacağı yararları anlatıyor. Böylece insanın insan tarafından sömürüsü ortadan kaldırılacak; "insanları yönetmekten, şeylerin yönetimine"[47] geçilecektir.
Charles Fourier (1772-1837), kapitalizmin bunalımlarını inceliyor; rekabetin yıkıcı etkilerini suçluyor. Özellikle spekülasyon ve ticaretin kötülüklerini ortaya koyuyor. Erkeklerle kadınların eşitliğinden yana olan Fourier, kadınların burjuvazi tarafından sömürülmelerine karşı keskin bir eleştiri yürütüyor. Devleti, egemen sınıfın çıkarlarının savunucusu olarak nitelendiriyor, ve daha önce savaşım vermiş olduğu hıristiyan dinine dönen burjuvazinin, artık kendi işine gelen tevekkül gibi "ahlaki" fikirleri nasıl yaydığını gösteriyor. Bu kötülüklere karşı çare olarak Ortaklaşma'yı ileri sürüyor. Mülk sahipleri, servetlerini, emeklerini, yeteneklerini birleştirerek, küçük üretim toplulukları (phalansteres) halinde örgütleneceklerdir, falansterler yetkinleşme, ilerleme yetisi sonsuz olan insanlığa uyumlu bir açılıp gelişme olanağı sağlayacaktır. Ücret sistemi ortadan kaldırılacak; eğitim politeknik olacak; çekici nitelik taşıyan çalışmadaki şevkli yarışma, kamunun yararına yönelecek; gezegenin zenginliklerini değerlendirecek olan büyük şantiyeler kurulacak.[48]
18. yüzyıl materyalistlerinin öğretilisi olarak insanın özelliklerinin (erdem ya da kusurlarının) ortam koşullarının bir ürünü olduğuna derin bir şekilde inanan genç fabrikatör Robert Owen (1771-1858), İngiltere'de yapılan sanayi devriminin herkesin mutluluğu için elverişli koşulları yarattığını (sayfa 288) kabul eder. Önceleri insansever bir patron olan Owen, New-Lamarck iplik yapımevini "... sarhoşluk, polis, yargıç, dava, yoksulları koruma yasaları, sadaka nedir bilmeyen örnek bir göçmen topluluğuna dönüştürdü."[49]
Daha sonra komünizme vardı: yani büyük sanayi ile gelişmiş olan üretici güçler, kolektif mülkiyet olmalıdır ve topluluğun bütün üyeleri bu mülkiyetten eşit olarak yararlanmalıdırlar. Owen, üretim ve tüketim kooperatifleriyle toplumun komünist örgütlenmesini hazırlayabileceğini düşündü (kapitalist okyanus için birer ada olan bunlar, ortadan kaybolmaya mahkumdular).
Büyük ütopyacıların, Marx ve Engels'in belirtmekten hoşlandıkları, yüksek değerleri olmuştur. Onlar, tam gelişme halindeki kapitalizmin eksikliklerini gördüler, tanımladılar ve haber verdiler ve kapitalizmin, kendisini sonsuz sandığı bir zamanda, onun sonunu görebildiler. İnsanın insan tarafından sömürüsünü ortadan kaldırmak istediler. İlerici bir eğitimin savunucuları olan ütopyacılar, insanlığın mutluluğunun bu dünyada olanaklı olduğu inancı ile insanlığa inandılar, güvendiler. Bu bakımdan sosyalizm tarihinde birinci sırada önemi olan bir yer tutarlar.
Bununla birlikte toplumu değiştiremediler. Neden?
Büyük ütopyacılar kapitalizmin birinci döneminde yeraldılar: bu dönemde kapitalizmin çelişkileri, üretimde anarşi yaratarak ve yığınların yoksulluğuna neden olarak gelişmeye başlıyorlar. Ama, kapitalizm, nesnel olarak, kapitalizme karşı savaşım verme, onu yenme ve sosyalist toplumu kurma yeteneğinde bir gücün düzenin bağrında kendisini ortaya koyabilmesi için henüz çok gençtir. Bu güç, kapitalist burjuvazinin gelişmesinin zorunlu olarak yarattığı proletaryadır, çünkü burjuvazinin bütün gücü, bütün iktidarı, proletaryayı sömürmesine dayanır.
19. yüzyılın başında proletarya sayıca az, zayıf, rekabet yüzünden, dağınık ve ufalanmış durumdaydı. Burjuvaziye karşı proletaryanın bir sınıf savaşımı vardır, ama henüz (sayfa 289) başlangıç halinde, yani örgütlenmemiş bir durumdadır; proletaryanın, bu evrede, hemen önündeki en yakın istemlerden, özellikle işgününün kısaltılmasından başka bir amacı olamaz. Geleceğe ait perspektiflere sahip olmak için çok acı çeker. Siyasal planda ise proletarya, henüz burjuvazinin (özellikle Fransa'da proletaryayı feodal artıklara karşı savaşımında kullanan burjuvazinin, böylelikle 1830'da proleterlerin Bourbonlar'ı kovup onun yerine bir burjuva kral Louis- Philippe'i koymak üzere yardım ettikleri burjuvazinin) vesayeti altındadır.
Burjuvazinin içinden çıkmış olan büyük ütopyacılar, sömürülen proletaryanın ıstıraplarını acıyla kaydediyorlar. Ama bizzat bu durum, onların,. proletaryanın içinde sakladığı, ve burjuvazinin kendisini sonsuz sandığı sırada, proletaryayı, geleceğin sınıfı yapan büyük gücü görmelerine engel oluyor.[50]
Sonuç olarak: zamanlarının toplumunda onu ortadan kaldırmak için nesnel çareler bulamadıklarından, ütopyacıların, düşüncel bir plan kurmaktan başka çıkar yolları yoktur.
Acıklı gerçeğin karşısına koydukları kusursuz, yetkin bir toplumun tamamlanmış tanımlamasını, kendi kafalarından çıkarıyorlar. Ama kapitalist toplumun gelişme yasalarını bilmedikleri için, eleştirdikleri toplumla düşledikleri toplum arasındaki nesnel bağı bulup ortaya koyamıyorlar. Onların sosyalizmlerinin "ütopik" olarak nitelendirilmesi bundan ileri gelir. Böylece, "aklın" adil bir toplum yaratma yeteneğinde olduğunu düşünen 18 yüzyıl filozoflarının öğretilileri idealistçe davranıyorlar Adalete ve ahlaka başvuruyorlar.
Peki, yeni toplumu gerçekleştirmek üzere hangi çareleri (sayfa 290) ileri sürüyorlar? Sınıf savaşımının yaratıcı gücünü akıllarından geçirmedikleri için -zaten anarşiyle bir saydıkları yığınların siyasal eyleminden korkuyorlar- başvuracakları tek kaynakları var: öğüt. Onun için, yazılarıyla, örnek-topluklarla, insanları, sistemlerinin yetkinliğine inandırmaya çalışıyorlar.
Saint-Simon, emekçilerin partisinin,[51] bu partinin "manifestosunun ilanından kırksekiz saat sonra yaratılmış olacağını" ve gene "dini reddetmemek gerektiğini, çünkü sosyalizmin de bir din olduğunu" ifade ediyor. Kendi fikirlerinin gerçekleşmesine razı olacağı umuduyla, iktidara sahip olan burjuvaziyi, bütün güçleriyle kendi fikirlerine döndürmeye çalışıyorlar. Bu bir ütopyadır, çünkü burjuvazinin sınıf çıkarları sosyalizmle mutlak bir çelişki halindedir.
İşte bunun içindir ki, Saint-Simon, Fourier, Owen, başarıya ulaşamadılar. Marx'ı büyük ütopyacılardan ayıran şey, düşüncel bir toplum planı tasarlamak yerine, sosyalizmi, bilimsel temeller üzerine kurmuş olmasıdır. Her ne kadar kapitalizm konusundaki eleştirileri, genellikle çok keskin olduysa da, büyük ütopyacılar, Marx'a kesin bir üstünlük sağlayacak olan tarihsel materyalizme, toplumlar bilimine sahip değillerdi henüz. O zaman, kapitalist sömürünün sonuçlarını ortaya çıkarmakla birlikte, bunların ancak mekanizmasını yakalayabildiler. Bir karşı-tepki ile, proletaryanın, kapitalizmin yıkılmasında zorunlu olarak oynayacağı rolü bulup ortaya koyamadılar. Onların teorik güçsüzlüğü, pratik bir güçsüzlükte ifadesini bulur.[52] (sayfa 291)
Marx'ın sayesinde bilim, ütopyanın yerini alır. Marx'ın sayesinde, ütopyacıların düşü, sosyalizm, gerçek olur.
III. BİLİMSEL SOSYALİZM
a) Biçimlenmesi.
Büyük ütopyacılardan daha genç olan Marx ve Engels'in yararlandıkları nesnel koşullar daha iyi idi; onların düşüncesi bir olgunluk derecesine vardığı zaman kapitalizmin çelişkileri daha açık, daha bellidir, özel1ikle proletaryanın devrimci savaşımı hızla gelişmektedir.
1825'te kapitalizmin ilk büyük iktisadi bunalımı patlak vermişti, bundan sonra bunalımlar devirli bir şekilde ortaya çıkıyorlar: düzenin geliştirdiği üretici güçler, düzenin kendisine karşı dönüyor.
Bu temel üzerinde gittikçe daha kalabalık olmak üzere büyük sanayide toplaşmış olan proletarya, daha yoğun ve daha iyi örgütlenmiş bir savaşım koyuyor ortaya. 1831'de, Lyon'da ilk işçi ayaklanması, 1838-1842, İngiltere'de, çartizm, ilk ulusal işçi hareketi en yüksek, en ateşli noktasına varıyor.
"Proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıf savaşımı, Avrupa'daki en ilerlemiş ülkelerin tarihinde, bir yandan modern sanayinin, öte yandan da, burjuvazinin yeni elegeçirdiği politik üstünlüğünün gelişmesiyle orantılı olarak, ön plana geçti."[53]
1848 Haziranı, Fransa'da, işçi sınıfının, silah elde, yaşama hakkını savunduğu barikatların, burjuvaziye karşı yükseldiğini görecektir.
Marx ve Engels, bu savaşımın yalnızca tanıkları olmadılar. Ütopyacılardan farklı olarak, aynı zamanda, devrimci militanlar oldukları için bu savaşıma kendileri de katıldılar.
Almanya'da, Fransa'da ve İngiltere'de. Marx ve Engels (sayfa 292) işçi hareketinin örgütlenmesine çalışıyorlar, 1864'te Uluslararası Emekçiler Derneğini kuruyorlar.
Onların dehasının, en büyük olanı yaratabildiği koşullar bunlardır.
b) Nitelikleri.
Marksizmin kalpazanları, marksizmi, esinlenmiş bir yalvaçın ateşli imgeleminde tasarlanmış bir mit gibi sunarlar. Aynı zamanda, burjuvazinin büyük yararına olarak, marksizmi, kendi modalarına uydurma hakkını kendilerine verebileceklerini sanırlar.
Öyleyse, marksist sosyalizmin en belirgin niteliğini, uzlaşma kabul etmez bir şekilde, kesinlikle ifade etmek gerekir; marksist sosyalizm ne bir mit, ne de bir iman işidir - ne öteki sistemler arasında bir "sistem"dir ve onlardan ne daha yeğ ya da ne daha kötüdür. Marksist sosyalizm, bir bilimdir.
Bilim, gerçeğin nesnel bilgisidir, gerçeği değiştirme araçlarını verir. Bilimsel sosyalizm için de böyledir.
Bilimsel sosyalizm, iki büyük buluşa dayanır.
"Bu iki büyük buluşu, materyalist tarih anlayışını ve artı-değer yoluyla kapitalist üretimin sırrının çözümünü, Marx'a borçluyuz. Sosyalizm, bu buluşlarla bir bilim oldu."[54]
Biliyoruz ki, Marx, felsefenin ve doğal bilimlerin incelenmesinde bir dünya anlayışı bulmuştur, bu, diyalektik materyalizmdir - diyalektik materyalizmin toplumlara uygulanması tarihsel materyalizmi verir .
"Darwin, organik doğanın gelişme yasasını bulmuştu. Marx ise insan toplumunun gelişme yasasını buldu."[55]
İnsanların bilincinin ve iradesinin dışında ve ondan önce varolan nesnel yasa. Bu, üretimdir -yani insanların geçim araçlarını sağladıkları eylemdir-; üretim, toplumların temel olgusunu oluşturur ve onların tarihini koşullandırır. (sayfa 293) Toplumsal ilişkiler, siyasal kurumlar, ideolojiler, son tahlilde, maddi malların üretimi tarafından belirlenir.
Gücünü toplumların bilimsel kavrayışından alan Marx, zamanının toplumunun, yani kapitalizmin tahliline girişti. Kapital'in önsözünde şöyle yazmıştır; "bu yapıtın son amacı da, zaten modern toplumun ekonomik hareket yasasını ortaya çıkarmaktır."[56]
Şu halde, kapitalizmin içinde filizlenen ve bir bunalım halinde patlak verinceye kadar gelişen ve kaçınılmaz bir şekilde kapitalizmin yıkımını hazırlayan çelişkinin: kapitalizmde gelişen üretici güçlerin toplumsal niteliği (büyük sanayi) ile mülk edinmenin özel niteliği (kapitalist kâr) arasındaki çelişkinin bulunup ortaya konmasına götüren yol, nesnel tahlildir -yersiz bir önyargı değildir. Proletaryayı burjuvazinin yerini alacak bir sınıf olarak görmeye sevkeden şey, elverişli bir önyargı ya da bir "duygu" değildir, kapitalizmin nesnel tahlilidir; Marx, kapitalizmin ancak artı-değer sayesinde, yani proletaryanın sömürülmesi sayesinde mevcut olabileceğini buldu. Öyleyse, burjuvazi ile proletaryanın çıkarları arasındaki çelişki, kapitalizmin içindedir, ondan ayrılmaz ve burjuvazi ile proletaryanın savaşımı kapitalizmin zorunlu bir sonucudur. Görülüyor ki, Marx'ı, "sınıf savaşımını icat etmekle"[57] kınamak saçmadır. Marx, yalnızca sınıf savaşımının, ilkel komünün dağılışından beri her zaman varolduğu gibi gene de varolduğunu saptar, doğrular:[58] sınıf (sayfa 294) savaşımı tarihin devindiricisidir, çünkü, üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişki, onunla çözülür. Kapitalizm için de aynı şey olacaktır: proletaryanın, sömürülen sınıfın, sömüren sınıfa, burjuvaziye karşı savaşımı, üretici güçlerle, kapitalist üretim ilişkileri arasındaki çelişkiyi çözecektir. Nasıl? Üretim ilişkilerinin üretici güçlere uygunlaştırılmasıyla, üretim araçlarının toplumsallaştırılmasıyla, tarihsel gelişmenin zorunlu aşaması sosyalizm ile (eskiden kapitalizm ile olduğu gibi).
"Marx, kapitalist toplumun sosyalist topluma dönüşmesinin kaçınılmazlığını, tümüyle ve yalnızca, çağdaş toplumun gelişiminin ekonomik yasasından çıkarmaktadır. "[59]
Marx'ın kendisinin de burjuva kökenli olup da burjuvaziye "kini" olduğunu, "her şeyin bundan ileri geldiğini" söyleyenlere kanmak da saçma olur. Marx, kapitalist burjuvazinin tarihini inceleyerek, burjuvazinin feodaliteye karşı nesnel olarak devrimci bir savaşım yürütmüş olduğunu saptıyor. Büyük üretimin hızla gelişmesini, toplumların ilerlemesinin koşulu olan üretimin gelişmesini sağlayan burjuvazi oldu. Ama, bundan böyle, devrimci sınıf rolü, toplumsal gelişmeyi engelleyen burjuvaziye-karşı sınıf olmak rolü, artık proletaryaya düşüyor. Eğer, Marx, kapitalist burjuvaziyi suçluyorsa, bu suçlama, burjuvazinin kendi sınıf çıkarlarını her şeyin üstünde tutarak bu çıkarlarını korumak için en büyük kötülükleri yapmaya gücü yettiği ölçüdedir.
Proletaryaya gelince, o, artık tek devrimci sınıfsa, bu, Marx'ın duygusal olarak, onun devrimci sınıf olmasına karar vermiş olmasından dolayı değildir. O, kapitalizmin bağrındaki tarihsel durumundan ötürü nesnel olarak öyledir.[60]
Neden devrimcidir?
Çünkü, burjuva toplumun özgül ürünü proletarya (öteki sınıflardan: zanaatçılar, köylüler, küçük-burjuvalardan farklı olarak) yaşamını ancak egemen sınıfa; kapitalist (sayfa 295) burjuvaziye karşı savaşım vererek sağlayabilir. Çünkü kapitalizmin yoğunlaşması, proletaryanın da yoğunlaşmasını önüne geçilmez bir şekilde kuvvetlendirir ve proletaryayı sayıca artırır. Çünkü her şeyden yoksun olan proletaryanın zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yoktur. Çünkü, en ilerlemiş üretici güçlere bağlı olan proletaryanın kurtuluş için tek çaresi vardır, bu da, kesin olarak, bu üretici güçlerin proletaryaya karşı dönmelerine neden olan kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldırmaktır; onun çıkarı, böylece büyük üretim ve değişim araçlarını, her türlü sömürünün ortadan kalkacağı bir toplumda, herkesin mülkiyeti haline getirmek üzere burjuvaziden koparıp almaktır. Başka bir deyişle, proletaryanın zorunlu olarak ancak bir, bir tek perspektifi olabilir: sosyalist devrim.
Marx, incelediği gerçek durumdan, gerekli sonuçlan çıkarır. Şu halde, eğer Marx, proletaryayı sosyalizm için savaşıma çağırıyorsa, bunu, tarihin yasalarına dayanarak yapmaktadır. Bu çağrı, her ne kadar insanları nesnel olarak kurtarmak ve toplumsal adaleti kurmak sosyalizmin göreviyse de, Adalet ya da Özgürlük gibi önceden tasarlanmış bir fikir adına: değildir. Her ne kadar sosyalizm için savaşım ve onun gelişi, yeni bir ahlak ortaya çıkarırsa da, Marx, insanlara, "ahlak dersi vermez". O, toplumların incelenmesinden, kendi ruh haline bağlı olmayan, pratik vargılar çıkartan bir bilgindir.
İşte bilimsel sosyalizmin eşsiz değeri buradadır. O, ütopyalara son verir, çünkü bilimsel sosyalizmle, sosyalizm gökten yere iner.[61]
İşte Marx ve Engels'in bilimsel sosyalizmi ilk kez ortaya koydukları yapıtın, Komünist Parti Manifestosu'nun (1847) dünya çapındaki önemini ve değerini açıklayan budur. (sayfa 296)
IV. BİLİMSEL SOSYALİZMİN ROLÜ
a) Sosyalizmle işçi hareketinin kaynaşması.
Kapitalizmin varlığının ortaya çıkardığı ve Marx'tan bağımsız bir nesnel gerçeklik olan işçi hareketini Marx yaratmamıştır. Ama Marx, bilimsel sosyalizmle, işçi hareketine, yolunu aydınlatan ve onu yenilmez kılan pusulayı vermiştir.
Sosyalizmle işçi hareketinin kaynaşması onunla oluştu. Ezilen, ekmek kavgasının ağırlığı altında belini doğrultamayan proletaryanın, o zamanlarda, toplumsal bilimi, ekonomi politiği kendi hazırlayabilmesi için ne zamanı, ne de olanakları vardı. Bu bilim, ona, dışardan, insan düşüncesinin bilimsel sosyalizmle taçlanan en iyi kazançlarını herkesten önce benimseyip özümleyen Marx sayesinde geldi. Bilimsel sosyalizm, böylece ileri burjuva aydınlarının yapıtı oldu.
Ama bu aydınlar, girişimlerinde, ancak kendi sınıflarıyla bağlarını kopardıkları takdirde başarılı olabilirdi. Niçin? Doğa bilimlerindeki hızlı gelişmeye -yararlandığı teknik yenilikler için gerekli gelişmeye- dayanmış olan burjuvazi, bir kez feodalite yenildikten sonra artık kendi sömürücü sınıf çıkarlarına zarar vermeden toplumlar bilimini isteklendiremezdi, çünkü bu bilim, kapitalizmin mutlaka yıkılacağı, bunun önüne geçilemeyeceği sonucuna varıyordu. Burjuvazi, toplumlar bilimine karşı savaş açtı; öyle kızgın bir savaş ki, burjuvazi, marksizmi, marksizmi kabul etmiş olanların şahsında mahkemelerin huzuruna çıkarıyor - nasıl ki, eskiden de, dünyanın güneşin çevresinde döndüğünü ortaya koyduğu için rahipler feodalitesi Galilei'yi mahkum ettiyse.
"Artık bundan sonra bu ya da şu teoremin doğru olmaması değil, ama sermayeye yararlı mı yoksa zararlı mı, gerekli mi yoksa gereksiz mi, siyasal bakımdan tehlikeli mi tehlikesiz mi olduğu sözkonusuydu. Çıkar gözetmeyen araştırmaların yerini ücretli yumruklaşmalar, gerçek bilimsel araştırmaların yerini kara vicdanlı ve şeytanca mazur göstermeler almıştı."[62] (sayfa 297)
Kendi sınıflarıyla bağlarını koparan Marx ve Engels, proletaryanın görüş açısını benimsediler. Burjuvazinin tersine, proletarya, toplumsal bilime, yalnızca düşman gözle bakmamakla yetinmiyordu, proletaryanın sınıf çıkarı, bilimsel sosyalizmle nesnel olarak birleşiyor, ona uygun düşüyordu. Ezilen sınıf olarak proletarya, bilimsel sosyalizmde, kendi acılarının açıklamasını ve onları yenmenin olanağını buluyordu.
Her teori deneyimle doğrulanmalıdır, ve emekçilere marksizmin eşsiz değerini gösteren de deneyim oldu. Marksist teori, yüzyıldan beri ve gitgide kuvvetlenmek üzere, proletaryanın çıkarlarının tek bilimsel ifadesi olarak doğrulanmıştır.
b) Devrimci partinin gerekliliği - "Kendiliğindenlik"in eleştirisi.
İşçi hareketi ile bilimsel sosyalizm arasındaki kaynaşma, somut olarak nasıl gerçekleşti? Proletaryanın öncülerini biraraya toplayan ve örgütlendiren, ve bilimsel sosyalizmle silahlanmış olarak, bütün işçi sınıfının ve müttefiklerinin devrimci savaşımını yöneten bir partinin kuruluşuyla.
Bu, Marx ve Engels'in Manifesto'da görevini belirledikleri devrimcilerin partisidir. Devrimciler, uluslararası planda ve her ülkede, proletaryaya "proleter hareketin yürüyüş çizgisini, koşullarını ve sonal genel sonuçlarını açıkça anlama üstünlüğü"[63] getirirler.
Partinin gerekliliği, bilimsel sosyalizmin temel bir verisidir. Tarihsel ve diyalektik materyalizmin öğretilerine uygundur. Niçin? Çünkü, burjuvazi tarafından sömürülen proletaryanın burjuvaziye karşı savaşıma maddi olarak vardığı doğru ise de, bu, hiç de proletaryanın bilincinin kendiliğinden sosyalist olduğu anlamına gelmez. Kendiliğindenlik tezi marksizme aykırıdır; devrimci teori bir bilimdir ve kendiliğinden bir bilim yoktur.[64] (sayfa 298)
Ne Yapmalı?'da Lenin, kendiliğindenliğin klasik bir eleştirisini yapmıştır. Bunu anımsatmak gerekir, çünkü, kendini marksist sananların çoğu, marksizmin "sınıf içgüdüsü" ile aynı şey olduğunu söylerler. Bu kanı, insanı, eğitilmiş proleter ile, savaşım vermek istediği halde kendi çıkarları hakkında doğru bir bilince sahip olmadığı için vuruşlarının hedefini gerektiği gibi seçemeyen bir proleteri aynı yere koymak demektir.
Niçin sosyalizm, proletaryanın kendiliğinden bir ürünü değildir? Çünkü kapitalist toplumda, proletaryaya kendiliğinden sunulan ideoloji, burjuva ideolojisidir. Bu ideoloji, örneğin erdem, "her zaman ödülünü gördüğü"ne göre, insanları, "sabretmeye" davet eden, din ya da okulda öğretilen ahlaktır. Burjuva ideolojisinin, gelenek kuvvetinden başka iktidardaki burjuvazinin emrinde olan güçlü maddi araçları da vardır.
"İşçi sınıfının kendiliğinden sosyalizme çekildiği sık sık söylenir. Bu, sosyalist teorinin işçi sınıfının sefaletinin nedenlerini, başka herhangi bir teoriden daha derin ve daha doğru bir biçimde ortaya çıkarması anlamında tamamen doğrudur, ve bu nedenden ötürü, işçiler bunu çok kolaylıkla özümlerler, ama yeter ki bu teori kendiliğindenliğe varmasın, yeter ki bu teori kendini kendiliğindenliğe bağlı kılmasın... İşçi sınıfı kendiliğinden sosyalizme doğru çekilir; ne var ki, en yaygın (ve sürekli olarak ve çeşitli biçimler altında canlandırılan) burjuva ideolojisi, kendisini, işçi sınıfı üzerinde kendiliğinden daha da büyük ölçüde kabul ettirir."[65]
Lenin, proletaryanın kendiliğinden hareketinin onu, sendikalizmden, yani her çeşit siyasal inançtaki emekçileri biraraya toplayan ve işçilerin yaşam düzeyleri ve ücretleri için savaşım amacındaki sendikaların kurulmasından daha öteye götüremeyeceğini belirtir. Ama böyle bir sendika, marksist siyasal partinin özgünlüğünü, devrimci perspektifi ve devrim bilimini işçilere veremez. Kapitalist sömürünün kökleri (sayfa 299) ancak bu şekilde günışığına çıkartılabilir. Şu halde, her yanda yaygın olan burjuva ideolojisine karşı inatçı bir savaşımladır ki, bilimsel sosyalizm, işçi sınıfının yolunu bulabilir. Bu görev, devrimci bilimle oluşmuş ve emekçi yığınlarına (kendi üyelerinin de aralarından toplandığı emekçi yığınlarına) bağlı, onlara sosyalist bilinci götüren bir parti olmadan gerçekleşmesi olanaklı olmayan bir iştir. Proletaryanın devrimci çıkarı, böylece, kendi zaferi için varlığı zorunlu olan kendi öz partisini her türlü saldırıya karşı korumayı ve güçlendirmeyi emreder. Kendiliğindenlik teorisine gelince, o, proletaryayı burjuvazinin denetimi altına koyar.
"Kendiliğindenlik teorisi ... tüm oportünizmin mantıksal temelidir."[66]
Devrimci partinin bilimsel rolü, elli yıl önce Lenin tarafından belirlenen partinin niteliklerini açıklar. Bu niteliklerin zorunluluğu, burjuva ideolojisinin etkisi altında olan emekçilerin gözünden kaçar. İşte bunlardan birkaçı:
a) Yanılgının binbir biçimi vardır, ama belli bir konu için bilim birdir. İşte, militan devrimcileri karakterize eden ilke birliği bundan ileri gelir. Bu bir "koyun" zihniyeti değildir. Bütün fizikçiler, doğa yasalarını tanımada birleşirler. Bir kimse çıkıp da, kendine özgü ufak bir fiziğe sahip olmakla böbürlenseydi, pek tuhaf kaçardı. Aynı şekilde, toplumsal bilimler de şunun bunun keyfine, ruh haline tabi değildir.[67] Toplumlar biliminin deneyimden çıkartılan vargıları, herkes için geçerli olan nesnel gerçeklerdir. Marksist partinin (sayfa 300) "yekpare birliğini" açıklayan budur.
b) Devrimci militanların durmadan eylemlerine uyguladıkları eleştiri ve özeleştiri, bilimin ilerlemesinin mutlak koşuludur. Her bilim -ötekiler gibi toplumlar bilimi de- yöntemlerini ve elde ettiği sonuçları denetlemelidir. Bu, devrimci savaşımın başarısı için, yani emekçilerin çıkarı için çok önemlidir. Populaire'in yazarları özeleştiriyle ağır bir şekilde alay ettikleri zaman, özeleştiri yapanları, "şerefsiz"likle suçladıkları zaman, emekçilerin çıkarlarına karşı horgörülerini ortaya koymaktan başka bir şey yapmamaktadırlar.
c) Ortaklaşa yönetim, aynı şekilde devrimci partinin bütün kademeleri için bilimsel bir zorunluluktur. Bir karar, bir slogan, hareketin gereksinmelerini, ancak, her biri yığınlarla temasından elde ettiği deneyimi getirmek üzere bütün militanların katıldıkları ortak bir tartışma havası içinde hazırlandığı takdirde, doğru olarak yansıtabilir. Parti, bütünlüğü içinde, bütün bu toplanan deneyimleri genelleştirir: "Teori, bütün ülkelerin işçi hareketlerinin genel biçimi ile ele alınan deneyimidir."[68]
Belli bir dönem için hareketin çeşitli yönlerini yansıtan bu genellemenin her militan için bir yasa değerini taşıması normal değil midir?
V. VARGI
Yüz yıldan beri, işçi sınıfı, sosyalizmin görüş keskinliğini ve öngörü yeteneğini ölçebilmiştir. Karşılık olarak da, emekçiler, bu bilimi gittikçe daha derinlemesine özümleyerek deneyimlerini artırmışlardır. Bu, teori ile pratik arasındaki aralıksız değişim, alışveriş, bilimsel sosyalizmi her çeşit eskimeye karşı güven altına alır: gene burada da sosyalizmin bilimsel niteliği kendisini ortaya koyar, çünkü gerçek bilim daima ilerler.
Bilimsel sosyalizmin teoride ve pratikte ilerleme tablosu, Manifesto'dan bir yüzyıl sonra gerçekten olağanüstü bir (sayfa 301) durumdadır. Böylece Marx'ın şu sözü gerçekleşiyor: "Teori, yığınların içine girdiği andan başlayarak, maddi bir güç haline gelir."[69]
Marx ve Engels'in yapıtını sürdürenler, bilimsel sosyalizmi yeni genellemelerle silahlandırmayı ve artık tarihsel duruma uygun olmayan tezleri atmayı bildiler.
Örnek: Kapitalizm, 20. yüzyılın başında emperyalist evresine girdiğinde, Lenin, sosyalizmin ilkelerine dayanarak, emperyalizmin işçi hareketinde yarattığı koşulları tahlil etti. Emperyalist ülkelerin eşit olmayan gelişmeleri yasasını buldu. Böylece, devrim bakımından şu yeni sonuca, kapitalizmin dünya ölçüsündeki cephesini en zayıf olduğu noktada yenmenin, böylece sosyalizmin önce bir ya da birkaç ülkede zafere ulaşmasının olanaklı olduğu sonucuna vardı.[70] Rusya için 1917'de böyle oldu, daha sonra da öteki ülkelerde sosyalizm başarıya ulaştı.
SSCB'de sosyalizmin kuruluşu ve komünizme doğru yürüyüş ve diğer ülkelerde halk demokrasilerinin başarıları, proletarya diktatörlüğünün yeni biçimi - bütün bunlar, bilimsel sosyalizm ışığında gerçekleştiler.
Bu dersimizde, ütopyacı sosyalizmden yola çıktık: Marx'ın, sosyalist esinleri devşirmek üzere karmakarışık ütopyalar yığınını reddettiğini gösterdik. Nasıl? Sınıf savaşımını, sosyalizme geçişin devindirici gücünü ön plana alarak.
Oysa, Proudhon'dan Blum'a kadar marksizmin bütün düşmanları tam tersini yaptılar. Bunlar, burjuvazinin uşakları oldukları için, proletaryaya, onu uyutmak amacıyla ütopya uyuşturucusunu önerirken, onu sınıf işbirliğine çağırmadılar. Böylece, emperyalizmin başında, kendilerini bilimsel sosyalizmin düzelticileri (reviseur) olarak takdim eden İkinci Entemasyonalin liderleri ("revizyonistler" sözü buradan gelmektedir), emekçileri, kapitalizm kendiliğinden sosyalizme dönüşeceğine göre, sınıf savaşımının durdurulabileceğine inandırmak istediler. Daha sonra, Blum, Amerikan (sayfa 302) emperyalizmine bağımlılığ1nı, sosyalizmin birinci aşaması olarak takdim edecekti!
Gerçekte, bilimsel sosyalizm kurulduğu gün, her türlü ütopya, gerici duruma düşüyordu. Böyle bir ideolojinin rolü, proletaryayı sınıf savaşımından ayırmaya çalışan bir saptırma rolünden başka bir şey olamazdı. Tek devrimci yol, bilimsel sosyalizmin yoludur. Ütopyacı hülyalara gelince, onlar artık bundan böyle karşı-devrimci zehirlerden başka bir şey olamazlar.
Bundan, büyük bir gerçek ortaya çıkıyor: bilimsel sosyalizm sayesinde kazanılmış zaferler, işçi hareketindeki bilimsel sosyalizm düşmanlarına karşı zaferlerdir aynı zamanda. Anti-marksist ideolojilere karşı uzlaşmaz savaşım, demek ki, proletaryanın bütün dünya çapındaki savaşımının ikincil, araya katılmış bir yönü değildir. Zorunlu bir yöndür. Emekçileri, prudonculuğun, anarşizmin, revizyonizmin, blumculuğun yıkıcı, korkunç etkisinden koparmak için savaşım vermemek, geleceği mezara gömmek demektir. Zaten Marx ve Engels, bu savaşımın örneğini vermişlerdir: onlar, bütün ömürleri boyunca, kapitalizmin en iyi müttefikleri olan sahte sosyalistlere karşı dinmek bilmez bir savaş yürütmüşlerdir. (sayfa 303)
YOKLAMA SORULARI
1. Marksizmin üç kaynağı nelerdir?
2. Saint-Simon'un, Fourier'nin, Owen'ın sosyalizmleri neden "ütopik sosyalizm" diye adlandırılmıştır?
3. Marx'ın sosyalizmi neden bilimseldir?
4. Kendiliğindenlik nedir? Neden bilimsel sosyalizm proletaryanın bilincinin kendiliğinden gelme bir ürünü değildir?
5. Birkaç belirli örnekle, bilimsel sosyalizmin nasıl zenginleştiğini gösteriniz.
Dipnotlar
[37] V. İ. Lenin, "Marksizmin Üç Kaynağı ve Üç Öğesi", Marx-Engels-Marksizm, Ankara 1990, s. 79.
[38] Hegelciliğin tarihsel anlamı konusunda bkz: Engels, "Hegel'den Feuerbach'a", Ludwig Feuerbach.., s. 10-19; Felsefe İncelemeleri, s. 9-2l; Din Üzerine, s. 213-224.
[39] Onun şefi Friedrich-Wilhelm Il., devletin feodal niteliğini değiştirmeyecek olan bir "temsili krallığı" gerçekten vaadetmiştir.
[40] Birinci derse bakınız. Bu derste, biz, Marx'ın, nesnel, doğa bilimlerinin kesin ilerlemesine dayandığı için, diyalektiğe bir materyalist içerik verebildiğini göstermiştik.
[41] Karl Marx, "Feuerbach Üzerine Tezler", Felsefe İncelemeleri, s. 70; Ludwig Feuerbach..., s. 64; Din Üzerine, s. 64.
[42] Friedrich Engels, Anti-Dühring, s. 227.
[43] Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, s. 78.
[44] KarlMarx, "Fransız Materyalizminin Tarihine Katkı", Felsefe İncelemeleri, s. 171-172.
[45] Bkz. Babeuf, Textes choisis ("Halk Klasikleri"), Editions Sociales, Paris 1950.
[46] Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, s. 56.
[47] Bkz: Saint-Simon, Textes choisis ("Halk Klasikleri"), Editions Sociales, Paris 1951.
[48] Bkz: Fourier, Textes choisis, Editions Sociales, Paris 1953.
[49] Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, s. 67.
[50] Geçerken, Çelişki'yi incelemek için çok güzel bir örnek verelim. Her çelişkinin bir baş, bir de ikincil bir yönü olduğunu biliyoruz (yedinci ders). Proletaryanın durumu, daha baştan beri bir iç çelişki gösteriyordu: Bir yandan burjuvazinin boyunduruğu altında aşırı sefalet, öte yandan bir gün bu boyunduruğu kıracak güç. Çelişkinin birincil yönü, çağlarında ana yön olduğundan, ütopyacılar öbür yönü görmediler. Ama çelişkinin ikincil yönü (proletaryanın devrimci gücü) de ana yön durumuna geliyordu. Marx'ın kavramasını bildiği şey, işte budur.
[51] O bununla devrimci bir kuruluşu değil, ama aynı zamanda hem kapitalistleri hem de işçileri toplayan iktisadi ve toplumsal bir birliği anlar.
[52] Büyük Fransız devrimcisi August Blanqui (1805-1881), ütopyacılardan farklı olarak, siyasal eylemin önemini anladı. Ama onlar gibi, o da kapitalist toplumun bilimsel bir incelemesini yapamadı. Gerçekten, Blanqui, proletaryanın burjuvazi tarafından sömürülmesinden sözetmekle birlikte, bunun gerçek kökenini ortaya çıkaramadı. Ona göre, sömürünün ana biçimi, vergi ile faiz karşılığı ödünç vermedir (bu konuda Proudhon'a yaklaşır). Marx, kapitalist sömürünün dayanağının ödenmeyen emek (artı-değer) olduğunu göstermiştir. Bu ciddi teorik yetersizlikler, Blanqui'nin devrimci savaşım üzerine, doğru bir görüş sahibi olmasına izin vermediler. Bir yığın savaşımı, tüm proleter sınıfın savaşımını görecek yerde, küçük-burjuva anarşistlerin çok sevdiği, bilimsel sosyalizmle bağdaşmaz (Babeuf'den kalma) bir tez olan "hareketli bir azınlık" tezi ile yetindi.
[53] Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, s. 77.
[54] Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, s. 78-79.
[55] Engels, "Extrait du discours prononce sur la tombe de Marx", (17 Mart 1883), Marx et le Marxisme, Editions Sociales, Paris 1953, s. 52.
[56] Karl Marx, Kapital, Birinci Cilt, s. 18.
[57] Sınıf savaşımı (sınıflar değil, "sınıf"), burjuvaziye karşı proletaryanın savaşımı anlamına gelir.
[58] Zaten, Marx sınıf savaşımının varlığını saptayan ilk düşünür değildir. O, bunu, Weydemeyer'e yazdığı mektubunda şöyle ifade ediyor (1852):
"... Ve bana gelince, modern toplumdaki sınıfların ya da bunlar arasındaki savaşımın varlığını keşfetmiş olma onuru bana ait değildir. Burjuva tarihçiler bu sınıf savaşımının tarihsel gelişimini, burjuva iktisatçılar da sınıfların ekonomik anatomisini benden çok önce açıklamışlardır. Benim yeni olarak yaptığım: 1) Sınıfların varlığının ancak üretimin gelişimindeki belirli tarihsel evrelere bağlı olduğunu; 2) sınıf savaşımının zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne vardığını; 3) bu diktatörlüğün kendisinin bütün sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız bir topluma geçişten başka bir şey olmadığını tanıtlamak olmuştur..." (Marx, Engels, Seçme Yapıtlar, 1, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 637; K Marx, F. Engels, Felsefe İncelemeleri, s. 181-182.)
[59] V. İ. Lenin, "Karl Marx", Marx-Engels-Marksizm,, Ankara 1990, s. 38.
[60] Bu, proletaryanın bilincinin de öyle olduğu anlamına gelmez. Proletaryanın da kendi tarihsel rolünün bilincine erişmesi için, marksist bilimin ona yardımı gerekir. Bu dersin IV. kesimine bakınız.
[61] Bilimsel sosyalizmin oluşumu ve Komünist Manifesto'nun tarihçesi için Jean Freville'in şu güzel kitabını salık veririz: Les Briseurs de Chaines, Editions Sociales, Paris 1984 [Ayrıca bkz. Dirk J. Straik, "Komünist Manifesto'nun Doğuşu ve Tarihsel Önemi", Marx-Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, Sol Yayınları, Ankara 1993. -Ed.]
[62] Karl Marx, "Almanca İkinci Baskıya Sonsöz", Kapital, Birinci Cilt, s. 23.
[63] Marx-Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, s. 124.
[64] Bilimsel niteliği nedeniyle, marksizm evrensel bir değere sahiptir, marksist teori yalnızca proletere ait değildir. o, toplumların tarihini anlamak için ciddi çaba göstermek isteyen herkese açıktır. Bundan ötürü, marksist parti işçi militanlar yanında, öbür toplumsal sınıf ve kategoriler içinde bulunan emekçileri de içinde toplar.
[65] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı?, Sol Yayınları, Ankara 1992, s. 47 (dipnot).
[66] J. Stalin, Leninizmin İlkeleri, s 21.
Bazı sendikalist yöneticilerin bütün anti-komünist akıl yürütmelerinin temelinde, bu uğursuz teori yatar. Emekçilere, "bağımsızlık"larını kurtarma bahanesiyle, "siyaset yapma"mayı salık vererek, sendikalizmin her şeye yettiğini ileri sürerek, bu yöneticiler emekçileri sömürünün (ve onun siyasal aleti olan burjuva devletin) nedenlerini aramak ve bunlarla savaşmaktan alıkoyarlar. Böylelikle de burjuvazinin saltanatını uzatırlar. Bu, (özellikle Franc-Tireur'de) "sol havalar" takınmaktan elbette geri kalmayan oportünizmin özelliğidir.
[67] Toplum yasalarının nesnelliği üzerine, Stalin'in şu yazısına bakınız: "SSCB'de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları", Son Yazılar, 1950-1953, s.59- 141.
[68] J. Stalin, Leninizmin İlkeleri, s. 21.
[69] Marx, Critique de Ia philosophie du droit de Hegel.
[70] Marksistler, o zamana kadar, sosyalizmin, bütün kapitalist ülkelerde aynı zamanda zafere ulaşacağını düşünüyorlardı.