7. Bölümden Devam



BİZİ AYIRAN NEDİR?

Rasih Nuri İleri'nin anlatımları o günleri yansıtıyor:

"TİP'ten ihraç edildikten sonra çıkan bir Türk Solu dergisi vardı. Bir cephe dergisiydi. Diğer tarafta ise Yön vardı. Yön bir tarafta belki ordu içindeki bir grupla temastayken Türk Solu daha çok milli birlikçiler ile birlikteydi. O sıralar Demokratik Devrim Derneği (Dev-Güç) vardı.

Bir gün Dev-Güç'ün toplantısına katılmamı söylediler, gittim. Dev-Güç'ün başında milli birlikçi Kadri Kaplan (Tabii Senatör) vardı. Mihri Belli grubundan, Halk Partisinden, Yapı-İş gibi bazı sendikalardan ve derneklerden temsilciler vardı. Ve şüphesiz gençlik hareketi olarak Dev-Genç vardı. Toplantıda Deniz Gezmiş ve başka arkadaşları da vardı. Fakat toplantı başlamadan Deniz toplantıyı terk etti.

Deniz, abi ben gidiyorum dedi. Dur, önemli şeyler konuşulacak katıl dedim. Abi siz katılın, kararları alırsınız, ben uygularım dedi ve gitti. Deniz eylemci olarak yetişmişti.

Burada Kadri Kaplan bana şu ilginç sözü söyledi: ‘Biz Atatürkçüler ile siz sosyalistler bu işi beraber yapacağız, zafere ulaştıktan sonra birbirimizi tasfiye ederiz.’ Ben derhal itiraz ettim. ‘Bir ayrılık varsa önce onu tartışalım, evvelâ mücadele edelim sonra tartışalım diye birşey olmaz. Önce tartışalım sonra mücadele edelim. Derdiniz nedir? yani bizi ayıran nedir ‘diye sordum. Pek tutarlı bir yanıt alamadım..."



İKTİDAR’A MARŞ MARŞ

Orhan Kabibay’ın Örgütü, “Devrim Kurulu” adı verilen bir üst kurul tarafından alınan kararlara göre genişleme yapıyor; bu arada örgüt üyeleriyle düşünsel planda iletişim kuruyordu. Amaç, şöyle özetlenmekteydi:

Türkiye’nin ulusal kurtuluşu için Sömürge düzenini yıkmak,

Türk Ulusu’nu uydulaştıran ve köleleştiren gerici, tutucu ve gayri milli güçleri yok etmek,

Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak,

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ulusal tam bağımsızlık ülküsünü gerçekleştirmek.“

Devrim Kurulu bu görüşlerini “Devrimci Ordu Gücü” adıyla yayımladığı bir ilk bildiriyle kamuoyuna yansıttı. Daha sonra aynı imza ile iki bildiri daha yayımlandı -özellikle ilk bildiri medyadan ilgi gördü, tam metin olarak yayımlandıktan başka bazı yazarlar tarafında köşelerine alındı.

HERŞEY YAZILIP ÇİZİLDİ

1- Örgüt, ulusal varlığın korunması ve süreklilik kazandırılması, günün yarınla birlikte güvenliğe kavuşturulması ve geleceğin gelişimlerine açık tutulması amacıyla; Uluslaşma, çağcılaşma, ulusal gücü yaratma ve ulusal güvenliği sağlama yolunda; ezilmekte olan çoğunluğu ve çoğunluğun koşutunda olan aydınları tutarak, devrimi gerçekleştirecektir.

2- İnançlı, bilinçli bir kadro yaratmak esirgenemezlik ister. Örgüt ayırtlı hareketlere dayandırılmalıdır. Güvenlik vermeyen gösterişli bilgiçlerden kaçınmalıdır.

3- Örgütü devrimci güçlerden 33 üyelik Devrim Genel Kurulu yönetecektir. (Aydın çevre, gençlik ve ordudan 11’er kişi)

4- Devrim; Devrimci bilinçten yoksun, körlemesine zorlamacılık eden, sözde ve ısmarlama başlarla başarıya ulaşamaz. Örgütün ortak düşünüşü ve güvenini yükümlenecek, eylemin sarp ve sakar tırmanmalarında kendisini gösterecek, tanıtacak ve benimsetecek, azimli ve yetenekli gerçek önderler çıkıncaya kadar, önder gereksemesi; Genel Başkanlık, Genel Yönetmenlik ve Özel Yönetmenliklerle karşılanacaktır.

5- Sorunlar, Devrim Genel Kurulu ( D.G.K.)’nda çözümlenecektir. D.G.K.nu toplamaya olanak bulunamayacak ivedi durumlarda, Genel Başkan ya da Genel Yönetmen toplayabilecekleri özel yönetmenler ve bölge başkanlarıyla uygun gördükleri ölçemleri alabilmelidirler. (Genel Başkan ve Genel Yönetmen kendi başlarına, hattâ bunlardan birisinin tek başına karar alacakları sıkışık durumlar da olabilir) Elverir ki, olan biten D.G.K’na hemen ulaştırılsın.

6- Genel Başkan ve Genel Yönetmen D.G.K.’nun ilk 11 üyesinin bağlaşık oylarıyla seçilecektir. 11'lerden sonra D.G.K.’na alınacak üyeler Genel Başkanın onayından geçirilir. Genel Yönetmen Genel Başkanca, özel yönetmenler Genel Yönetmence, bölge başkanları özel yönetmenlerce seçilirler ve D.G.K.nun onayından geçirilirler.

Ulusal Devrim Partisi kurulunca bütün bu seçimler yenilenecek veya sürelenecektir.

7- Örgütün güvenliği, kadrocuların özel kişi, düzen koşullarına bağlanmalarını ve kendilerine kişisel güvenlik tanınmasını gerektirir. Sıkı düzen bölmesi kadronun sıkı düzen koşullarıyla üyelerin ayrıcalıklarını belirleyecek, ayrılıkçı tutkulara kapılanları uyaracak, yola getiremediklerine sert ölçemler uygulanacaktır.

8- Gerçeklerden kaçınmaksızın, eleştirisel açıklık üzerine kurulacak olan Ulusal Devrim Partisi'nin devirmeyi izleyecek 30-40 gün içinde kurulması, örgütlenme bölgesince planlanacaktır.

9- İç, dış politik ve güvenlik ölçemlerinin alınması, ekonomik, sosyal, kültürel gereksemelere uygun amaç plânlamaları, plânlama bölgesince yapılacaktır.

10- Özel Yöntemler, aydın çevre için: Üniversiteler, Akademiler, Fikir kulüpleri, sendikalar, basın ve benzeri üzerinde; gençlik için T.M.G.T., Devrim Ocakları, Talebe Federasyonları, Birlikleri ve Dernekleri, Partilerin Gençlik Kurulları, Komandolar ve benzeri üzerinde, ordu için: Kara, Deniz, Hava ve bunların kümeleri üzerinde gerekli bölme ve kesimleri örgütleyeceklerdir.

11- Devirme sonuca sarkarken, ya da en geç sonuç alınır alınmaz Devrin (Dönemin T.Ç) Hükümetinin yeri Devrim Hükümeti ile; Cumhuriyet Senatosunun yeri, Devrim Kurultayı ile doldurulacaktır. Böylece ulusal sisteme kaynak arama, devrimcilerin kökeni, yöneticilerin eğilimleri üzerinde yürek oynatan söylentilere yer ve olanak bırakmadan, sallantısız ve güvenli bir kararlılıkla eyleme geçilmiş olacaktır. D.G.K. Başbakan ve Başbakan Yardımcılarını kendi içinden, Bakanları ve Devrim Kurultayının D.G.K. dışındaki üyelerini örgütten daha önce seçmiş bulunacaktır.

12- Devrim Hükümeti D.G.K.nun denetiminde çalışır.

13- Devrim Kurultayı D.G.K. ile birlikte 100 üyelik olacaktır. Kurultay, devrimci yasalarını çıkaracaktır.

14- Ulus kurultayı: Köylü, işçi, emekli, öğretmen,emekli idareci, eski muharip ve ekonomistlerden kurulacak 300 üyelik Ulus Kurultayı, Devrim Kurultayına yasa önerisi yapacak ve devlet başkanını seçecektir. Kurultay, devirmeyi izleyecek bir ay içinde açılmış olacaktır. Devrim kısa zamanda ulus kurultayına kavratılmalıdır.

15- D.G.K.nun yapacağı tüzük ve yönetmelikler bu ana yönergenin yönetici düşünü içinde düzenlenmelidir. Örgüt, ulusal varlığın korunması ve süreklilik kazandırılması, günün yarınla birlikte güvenliğe kavuşturulması ve geleceğin gelişimlerine açık tutulması amacıyla; Uluslaşma, çağcılaşma, ulusal gücü yaratma ve ulusal güvenliği sağlama yolunda; ezilmekte olan çoğunluğu ve çoğunluğun koşutunda olan aydınları tutarak, devrimi gerçekleştirecektir. (İddianameden)



RİCAD-SATIŞ

Her şey yazılıp çizilmişti. Ama kim yapacaktı? Kim onlara iktidarı teslim edecekti? Genç subayları örgütleyip liderliğine geçseler, Talat Aydemir-Fethi Gürcan’ın başına gelen onların da başına gelebilirdi. Ona da yürek dayanmazdı. Madanoğlu, 27 Mayıs sonrası üsteğmenlerin kendisini azarlamasını unutmamıştı. Bir kere hiyerşi bozulursa düzeltmek zordu, hareketin nereye gideceği de belli olmuyordu. 27 Mayıs’ın ardından Talat Turhan, üsteğmenin arkasından yürüyen generali görünce ne kadar sarsılmıştı. Mektup yazmak kolaydı ama ihtilal zordu. Devrim ağızda çok güzeldi ama uygulamada altüstlüktü. O nedenle altüstlük olmadan, hiyerşiye uygun “Devrim” yapılacaktı. Kuvvet Komutanları tamamdı. Gürler-Batur- Kayacan baştaydı.

Ne bekliyorlardı o zaman?

Genel Kurmay Başkanı Mehduh Tağmaç’ı ve Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ı da “ Devrim’e kazandırmayı.

Onlar da askerdi. Bunu da onlar adına başlarına geçirdikleri Atıf ERÇIKAN sağlamaya çalışıyordu. Karşılarında sadece asker olmayan, “gariban” şapkası elinde bekleyen Başbakan Demirel ve Emniyet Genel Müdürlüğündeki Polisler vardı. Bütün İhtilal Planı Süleyman Demirel’in tutuklaması ve Emniyet Genel Müdürlüğünün ele geçirilmesi üzerine yapılacaktı. Eldeki güçler yetmediğinden THKP-C’sinin sivil elemanlarından da yardım istenmişti.

Devrim’i yapmaya yürek yetmeyince önce Paşalar onları ortada bırakacaktı. Onlar da altlarındakini. Alttakiler de alttakileri. Devrim yapılmadan bitmişti. Şimdi ricat zamanıydı. Ne de olsa hepsi “asker kültürü” almıştı. Tam siper’e uzandılar. İyi uzanamayanlar harcandı.

1960 dan beri ricadı, tam siperi ve arkadaş satmayı öğrenmişlerdi.



TAM SİPER NASIL ALINIR?

Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Muhsin Batur, tam siperini anlatıyor:

"O dönemde Silahlı Kuvvetler Doğan Avcıoğlu grubu ile siyasete bulaştı ve ikiye bölündü. Bu bölünme hem devlet erkanı tarafından, hem askerler tarafından biliniyordu. Ben kendi raporumda da onu belirttim.

Peki niye onlara karşı tedbir alınmadı? Alınamadı çünkü Türkiye'yi onlar bu hale getirmemişti. Onlar da hal çaresi arıyordu. Onların hal çaresi çok katı idi. Biz uyum göstermiyorduk. Doğan Avcıoğlu'nun planına göre bütün partiler kapanacak, sendikalar kapanacak, devrim konseyi kurulacak, (...) ithalat-ihracat devletleşecek... Böyle bir düzen. Ama biz hiçbir şey yapmasak alt taraftan bir hareket gelecekti. 27 Mayıs örneği gibi. Biz 12 Mart Muhtırası vererek orta yolu bulmak istedik.

DEŞİFRE

Muhsin Batur, ilişkili olduğu “9 Mart Cuntasını” çoktan deşifre etmiş, kendisiyle ilişkiye geçenlerin isimlerini açıklamıştı.

25 Ocak 1970’de Marmara Köşkünde (Atatürk Orman Çitliğinde MİT’in hizmetine verilen bina) bir MGK toplantısı yapılır. Toplantıya Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay; Başbakan Süleyman Demirel ve MGK’nun diğer asker ve sivil üyeleri katılırlar. Bu üyeler arasında Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur’da bulunmaktadır. MİT Müşteşarı Fuat Doğu ve ekibi ‘Madanoğlu Cuntası’ nın takibine ilişkin ‘Balon Operasyonu’ hakkında bilgiler verirler. Cunta ile ilgili Muhsin Batur’un da ismi geçmektedir.

Batur söz ister ve şunları söyler:

MİT Başkanının açıkladığı ‘Balon Projesi’ meselesinin tamamen yabancısı değilim. Orhan KABİBAY, Ekrem Acuner ve Mucip Ataklı ve bazı kimseler, bir buçuk-iki yıl evvel benimle temas etmişler. Kendilerini, ‘İhtilal’ için ortamın müsait olmadığı ve esaslı bir sebep bulunmadığı, Türkiye’yi dış dünya ile desteksiz bırakacağı ekonomik bir felakete yol açacağı ve eninde sonunda yine demokratik Rejime dönüleceği gerekçeleriyle reddettim!..”

BALON

Muhsin Batur’un “arkadaşları” ele vermesinden sonra Milli Birlik Komitesi üyesi Ekrem Acuner hakkında dosya hazırlanıyor, “İhtilal Hazırlığı” nedeniyle dokunulmazlığı kaldırılıyordu. (20 Temmuz 1970). Ama nedense ‘Balon’ herkesçe bilinmesine rağmen ‘patlatılmıyor’ tam tersine habire şişiriliyordu.

Orhan KABİBAY ise hala elini kolunu sallaya sallaya, bir eli gençlikte, diğer eli silahlı kuvvetlerde, ‘balonu şişirmeye’ devam ediyordu.



İSO’NUN DAMADI

Gazeteci :”Bu askeri gruplar içinde çok ilginç kişiler olduğu söyleniyor; bunlar kimlerdir ?

Denizci Binbaşı Erol Bilbilik (Cumhuriyet Gazetesi 10.Mart.1996-Pazar Konuğu):

Bence en ilginci 14’lerden CHP İstanbul Milletvekili, Emekli Kurmay Yarbay Orhan KABİBAY’dır.

Orhan KABİBAY 1960 İhtilali’nden sonra, İstanbul Sanayi Odası Başkanı Osman Nuri Köni’nin kızıyla evlendi; Milli Birlik Komitesi içindeki bazı çok gizli bilgileri, çok yüksek derecede Mason olan Köni’nin İSO’ya (İstanbul Sanayi Odasına) verdiği kuvvetle söylenir…

KABİBAY: “Numan Esin-İrfan Solmazer-Talat Turhan Grubu” içinde “Baş” kabul edilen kişidir. “ 13 Kasım 1960 Cuntası” ndan olup yurt dışına sürülüp geldikten sonra dönünce İsmet İnönü’nün CHP’sinde milletvekilliği yaparak CHP içinde Cuntalar kurmuştur. Bu cuntalara Turhan Feyzioğlu, Emin Paksüt, Sezai Orkunt’u da katmıştır. İrfan Solmazer’i müthiş kullanmıştır. Fakat Solmazer’de en az KABİBAY kadar bilmecedir!..

1973 Haziranında bizler Erenköy’deki “Ziverbey Köşkü”nde Kontrgerilla tarafımdan alınmamızda, KABİBAY’ın fevkalade bilgilere sahip olmasına rağmen KABİBAY, ifadesi alınmadan salıverilmiştir!.



İKTİDAR ÇANTADA KEKLİK

Herkes yapılacak ihtilali değil, ihtilal sonrası ne yapılacağını planlıyordu. Hava ve Kara Kuvvetleri'nde örgütlenen bu kurmay subaylar yapılacak bir askeri müdahalede devletin alacağı biçimi ve yeni Bakanlar Kurulu listesini bile hazırlamışlardı. Hazırlanan plana göre, "Selim Bey" kod adlı Orgeneral Faruk Gürler devlet başkanı, "Yavuz Bey" kod adlı Muhsin Batur ise başbakan olacaktı. Bahri Savcı Adalet Bakanı, Osman Olcay Dışişleri Bakanı, Nusret Fişek Sağlık Bakanı, Altan Öymen de Basın Yayın Bakanı olacaktı.

Muhsin Batur, 1971 yılının Ocak ayı başlarında (9-16 Ocak) program dışı bir ABD gezisine çıktı. ABD’ye gelişi dolayısıyla Washington Büyükelçiliğimizde onuruna verilen bir kokteylde, “Paşam Türkiye’nin hâli ne olacak?” türünden sorulara, “Merak etmeyin, yakında Türkiye’de önemli şeyler olacak” yanıtını verdi .

İlgililere raporunu verip, gereken talimatını alarak Türkiye’ye döndü. Bundan sonrasını 12 Mart belgeselinden (M.Ali Birand, C.Dündar Çaplı) izleyelim.



NİŞAN HAZIRLIĞI

Uluç Gürkan (Gazeteci):

"Herşey hazır. Harekete geçirilecek birlikler, ele geçirilecek yerler... bir klasik darbe tekniği içinde, işte radyonun alınması, bakanlıkların önüne tankların çekilmesi, silah ve insan yerleştirilmesi, bunların hepsinin planları hazır. O gece Hasan Cemal’le birlikte bürodan eve gitmedik. Tankların çıkacağını, orduevini alacağını tahmin ediyorduk. O konuda bilgilerimiz vardı. Ben kendimi bir şeye şartlamıştım. Şimdiki eşime haber vermeden nişan yüzüklerimizi almıştım. Karşıma çıkan ilk tanktaki tank komutanına taktırmayı düşünüyordum."

ALARGADA KALMA

Celil Gürkan (Kara Kuvvetleri Plan Prensipler Başkanı):

"Batur ev sahibi sıfatıyla ilk konuşmayı yaptı. Ve Gürler'e söyle dedi: 'Paşam, hazırlıklar tamam. Bir müdahale halinde zat-ı aliniz Devlet Başkanı olacaksınız. Ben de Başbakanlık görevini üstleneceğim. Biz hazırlıklarımızı size arzedelim, siz nihai kararı verin'. Faruk Paşa bu ciddi tablo karşısında gerçekten çok sıkıntılı bir duruma girmişti..

Bu arada Gürler, görev alacak sivil kişiler hakkında bilgi istedi. Onun üzerine Batur, General Çokgör'e 'Ömer Paşa, oku dosyadan' dedi. General Çokgör bazı isimler okudu. 'Ahmet Bey şu bakanlık, Mehmet Bey şu bakanlık' gibilerden... Gürler, okunan her isim üzerinde duruyor, kimisi hakkında lehte, kimisi hakkında aleyhte görüş bildiriyordu. Bir ara Batur'a dedi ki, 'Muhsin Paşa, Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Eyicioglu'na haber verdiniz mi? Niye gelmedi?' diye sordu. Batur'un bu soruya verdiği yanıt bugün hâlâ belleğimde bütün inceliğiyle mevcuttur: 'Paşam, Allahınızı severseniz, o adam daima alargada kalmayı tercih eden bir adam. Onun için haber vermedim'. O toplantıda Gürler her davranışıyla, her konuşmasıyla gösterdi ki, ciddi ve somut bir karar alınmasına hazırlıklı ve istekli değildir.



DEV-GENÇ’E KARŞI DEV-KUR

Emin Değer (MSB Hukuk Müşaviri):

"Saat 11 sıralarında 28. tümenden bir muhabere binbaşısı telefon etti. 'Sizi mutlaka görmem lazım komutanım' dedi. 'Buyur gel' dedim. Geldi heyecanla, 'Bize' dedi, 'biraz evvel alarm verildi. DEV-KUR (Devleti Kurtarma Planı) diye bir plan var. Bu, NATO planıdır. Bütün NATO ülkelerinde devlet içten veya dıştan herhangi bir tehlikeyle karşılaştığı zaman, özellikle sosyal planda içten sol içerikli bir darbe hareketi veya bir girişimle karşılaşıldığında o plan yürürlüğe girer. DEV-KUR planını yürürlüğe soktular. Alarm verdiler. Haberiniz olsun".



TELAŞA KAPILMA- SOL BİR DARBE GELECEKTİ

Emin Değer, bu haber üzerine hemen diğer ihtilalcileri aradı. Arabayla Ankara'daki birlikleri gözlemeye çıktılar. Gerçekten de olağanüstü bir hava vardı. Hâlâ bunun Gürler'e karşı bir plan olduğunu düşünüyorlardı. Heyecanla Gürler'in emir subayının evine gittiler:

Emin Değer (MSB Hukuk Müşaviri):

"Saat 2:00 gibi uyandırdık. Anlattık. Dedik ki, 'Böyle bir alarm verilmiş. Bize haber geldi. Faruk Gürler'i tutuklayacaklarmış'. 'Bunu mutlaka komutanla konuşmalıyım' dedi. Çok önemli bir konu olduğu için hemen telefon etti. Komutanların lojmanları o zaman Cumhurbaşkanlığı Köşkü içindeydi. Aradı. Gürler telefona gelmiş ve 'Telaşa kapılma' demiş, 'alarmı ben verdim. Sol bir darbe gelecekti onun için verdim' demiş".



ZOR GÜNLERİN ADAMI KOÇAŞ

CHP ise sessizdi. 12 Mart'a hâlâ teşhis koyamamışlardı. Oysa herkes İnönü'nün ne diyeceğini merak ediyordu. Paşa, beklenen çıkışı 12 Mart'tan tam 3 gün sonra, Meclis grubunda yaptı:

Ali İhsan Göğüs (CHP Milletvekili):

"Fevkalade şiddetli bir çıkış yaptı. Dedi ki; 'Bir Meclis'e askeri kıta gibi "şunu söyle, bunu böyle yapacaksın" demeye imkan yoktur, icranın emri altında bulunan kumandanların takdir edeceği veya tenkit edeceği ölçüye göre hükümetler kalacak veya kalmayacak. Böyle bir düzen demokratik düzen değildir. Biz demokratik rejim dışında bir rejim kabul etmeyeceğiz".

Bu çıkış, Ankara'yı sarstı. Paşa, generallere rest çekiyor ve bir seçim hükümeti kurulup, acilen seçime gidilmesini istiyordu.

Genelkurmay Başkanı Tağmaç bu konuşmayı duyunca sinirlendi, İnönü de karşılarına geçerse iş zorlaşırdı. Hemen eski bir asker olan CHP milletvekili Sadi KOÇAŞ'ı çağırıp, İsmet Paşa'ya bir mesaj iletti: "Biz 12 Mart'ta muhtıra vermesek, 9 Mart'ta bazı radikal subaylar yönetime el koyacaklardı. Şimdi tam onları tasfiye aşamasındayız. Aman Paşa bize destek versin" dedi. KOÇAŞ bu mesajı hemen Pembe Köşk'e uçurdu.

Sadi KOÇAŞ (CHP Milletvekili):

"Gittim ve Genelkurmay'daki görüşmeleri anlattım. Bir yanlış anlaşılma olduğunu, kendisinin çıkışının muhtırayı verenleri güç duruma düşürebileceğini söyledim".

İnönü, anlatılanlardan sonra ikna oldu ve "Meclis'i kapatmazlar ve güvenilir bir Başbakan bulurlarsa desteklerim" dedi. (12 Mart Belgeseli)

EL Mİ YAMAN BEY Mİ YAMAN

İnönü krizini böylece aşan Genelkurmay Başkanı Tağmaç hemen bir kararname hazırlattı: 9 Mart'ta ihtilal hazırlığı yapan reformcu subaylar derhal tasfiye edileceklerdi. Henüz hükümet kurulmadığından, kararnameyi, vekaleten Başbakanlığı sürdüren Demirel imzalayacaktı. Kendisini devirme hazırlığı yapanların emeklilik kararına imza atmak ona kısmet oluyordu:

Süleyman Demirel (Başbakan):

"Bir Albay geldi. Dedi ki; 'Efendim, bir takım üniformalı kişiler var, emekli edilecek, imzalar mısınız?' 'Getir imzalayayım' dedim. Ben hâlâ Başbakanım. Fakat artık Güniz Sokak'ta oturuyorum. Getirdi adam. Tuğgeneral Mehmet Tuğcu; Genelkurmay Başkanı'nm Özel Kalem Müdürü. Yok bilmem Kemal Tunusluoğlu Hava Kuvvetleri Komutanı'nın Özel Kalem Müdürü. Celil Gürkan, Plan ve Prensipler Dairesi'nin komutanı. Çok parlak bir general. Meğer devlete el konursa, bundan sonra neler yapılacağının planlarını bunlara yaptırmışlar. Tabii mesele oraya gelince, o plan uygulanamayınca bunlar tasfiye oldu iyi mi?.."

5 general, l amiral ve 35 albay o gün apar topar emekliye sevkedildiler. Gürler ve Batur'un bilgisi dahilinde, onlann karargâhlarında Demirel'i devirme hesaplan yapanlar, yine Gürler ve Batur'un bilgileri dahilinde hem de devrik Demirel'in imzasıyla tasfiye edildiler.

BEN BAŞBAKAN OLDUM

12 Mart'ın üzerinden bir hafta geçmişti ve ülke hâlâ başbakansızdı. Herkes, generallerin bulacağı "tarafsız ve partiler üstü" başbakanı bekliyordu. Oysa muhtırayı veren generaller de aynı beklenti içindeydiler. Bekledikleri haber, bir cenaze merasiminde yanlarına geldi. Hem de hiç beklemedikleri bir şekilde:

Muhsin Batur (Hava Kuvvetleri Komutanı):

"Nihat Bey yanımıza geldi ve 'Ben Başbakan oldum' dedi. Biz üçümüz şaşırdık. Memduh Paşa hiç şaşırmadı. Çünkü biliyormuş. Çankaya'da konuşulmuş. Yani biz 12 Mart'tan birkaç gün sonra devre dışı kaldık. Üçümüz de..."

Ertesi gün, Nihat Erim İnönü'den izin alıp, CHP'den istifa etti. Sonra da Çankaya Köşkü'nde düzenlenen bir törenle Hükümeti kurma görevini Sunay'dan aldı.



LÜKS

Sıkıyönetimden sonra sıra askerlerin ikinci isteğine geldi: Anayasa değişikliği...

Genelkurmay Başkanı Tağmaç, sosyal uyanışın, ekonomik kalkınmayı aştığı görüşündeydi. O halde bu uyanış engellenmeliydi. Askerin bastırması üzerine Başbakan Erim ünlü demeçlerinden birini daha patlattı:

"Bu anayasa bize lükstür" dedi.

Birkaç ay içinde 1961 anayasasının tam 40 maddesi budandı ve insan haklarına, kişi özgürlüklerine, toplu sözleşme ve grev hakkına, üniversite ve TRT özerkliğine tam bir darbe vuruldu.

27 Mayıs'ta askerin getirdiği anayasa, 12 Martta yine asker tarafından geri götürülüyordu.(12 Mart Belgeseli)

Şimdi de “ağlanacak hale gülen” Amiral Vedii Bilget’in anlatımlarını izleyelim.



CUNTA BAŞI-ORDU BAŞI

Cunta”ya 1970 Ağustosunda Brüksel’den dönen Korgeneral Atıf Erçıkan da katılmıştı. Brüksel’den dönünce Genelkurmay Plan-Prensipler Başkanlığına atanan Erçıkan “cuntaya” katılmakla kalmamış, “cunta”nın “başı” bile olmuştu.

Cuntanın başı” da “cunta”nın tüm çalışmalarını günü gününe, saati saatine “Ordunun Başına” Genel Kurmay başkanına Memduh Tağmaç’a bildiriyordu.

Artık bu aşamadan sonra, yapılması öngörülen eylemin “düşünsel-ideolojik yanı” bir yana bırakılmıştı, konuşulmuyordu. Sadece darbenin kuvvet komutanlarının koruyucu kanatları altında nasıl yapılacağı tartışılıyordu. Olay “devrimci bir hareketten ” basit bir darbe” ye, daha doğrusu karşı-devrime dönüştürülmüştü.

DEMİREL’İ UYANDIRMA

1970’in Kasım ayında Muhsin Batur’un Başbakan Demirel’e yazdığı uyarı mektubu olayından sonra “devrimci darbe” nin yapılabilmesi olanağı kalmamıştı.

Batur, bu mektubunda ülkedeki durumun giderek kötüleşmekte olduğunu uzun uzun uzun anlatıyor ve sonunda şu yargıya varıyordu: “Silahlı Kuvvetler içinde örgütlenmeler var. Bu gidişe ‘dur’ denmezse Türkiye’nin kaderinde yazılı 10 yıllık devre bitmek üzeredir.” Batur açıkça cuntaları kastediyor ve yaklaşan bir müdahalenin işaretini veriyordu.

Vermemek için sebep yok. Çünkü Ankara içinde birtakım toplantılar yapılıyor. Bu toplantıları askerler yapıyorlar. Bu toplantılarda ne konuşulduğunu biz günü gününe takip ediyoruz. Örgüt gittikçe büyüyor. Biz atıl kalırsak, birtakım önlemler alınmazsa bir askeri müdahale beklenebilir. Bunu gizlemek ayıp ve hata bana göre. Onun için bunları yazma mecburiyeti hissettim.

CUMHURBAŞKANINA ARZ

Şubat 1971 ayı sonlarında Ankara’da düzenlenen bir ihtilal toplantısına (!) bir tuğgeneral başkanlık etmiş, bu toplantıya neredeyse garnizondaki bütün tabur komutanı düzeyindeki subaylar katılmışlardı. Esasen durumun vahametini görerek bu tür toplantılara katılmama kararı alan bir general ve bir amiral, gelişmelerden rahatsız, yakın buldukları inançlı arkadaşlarını uyarmaya başlamış bulunmaktaydılar.

Yukarıda sözü edilen ihtilal toplantısına (!) katılanlardan birkaçı, harekâtı elinde makineli tabanca ile bizzat yöneteceğini bağıra çağıra söyleyen korgeneralin (Atıf Erçıkan) niçin gelmediğini sorunca tartışma çıkmış ve iki subayın (Erol Bilibik-Yılmaz Akkılıç) o generalin evine giderek çağrıda bulunmaları kararlaştırılmıştı. O iki kişi generalin Emek Mahallesi’ndeki evine gittiler. General çağrıya “Merak etmeyin, durumu Genelkurmay Başkanı’na arz ettim, yarın -veya sonraki gün- Çankaya’ya çıkarak Sayın Cumhurbaşkanı’na da bilgi vereceğiz” karşılığını verdi. Yani artık olay, tamamen “devrim” den “komedi”ye dönüşmüştü.

Hemen ertesi günlerde Hava Kuvvetleri binasında 180 dolaylarında general ve amiralin katıldığı bir toplantı yapıldı, herhangi bir kalkışmaya karşı alınacak önlemler görüşüldü. Bu toplantı sırasında bazı gençler heyecanlı dakikalar yaşadılar.



HEİL HİTLER!

Bu günleri Vedii Bilget “Girdap” adlı kitabında şöyle anlatıyor:

Muhsin Batur, Ömer Çokgör'ü çağırmış. Korgeneral Ahmet Dural ile Tümgeneral Hulusi Kaymaklı'nın eylemin içine alınıp alınmadıklarını sormuş. Çokgör, doğal olarak "hayır" yanıtını verince çok kızmış. Her iki generali de Adnan Menderes'i tutuklama anından beri tanıdığını, yazgı birliği ettiğini söylemiş. Hemen ilişkiye geçilip harekâta alınmalarını istemiş.

Çokgör, Albayrak'a gelmiş. Her iki generale de birlikte gitmişler. Konuyu açmışlar. İkisi de çekinmiş, olumsuz tutum almışlar. Ne zaman ki bunun Batur'un istemi olduğunu öğrenmişler, o zaman neredeyse selam durur gibi ayağa fırlayarak harekâta katılacaklarını söylemişler.

Albayrak şaşırmıştı, "Harekâta inançları yok, Batur'a var. Bir 'Heil Hitler' diye bağırmadıkları kaldı" diyordu.

Bense gülüyordum. Artık iş bitmişti. Tüm bunlar açık göstergesiydi durumun.

"Hayır, diye direniyordu Albayrak. Baksanıza Batur nasıl çalışıyor."

Gülmeyi sürdürüyordum. Albayrak'ın şaşkınlığı bu kez bana yöneliyordu.

"Siz, iyi misiniz?"

Kuşkusuz, "iyi" değildim. Ama Tağmaç, "iyi" bir sindirme taktiği uyguluyordu.

3 Mart günü "sinema salonu" toplantısını yaptı ve "biz bu filmi daha önce de görmüştük" dedirtti. Elbet, görenlere...



ERKEN KALKAN HOROZ

Tağmaç çok sinirliydi. Bir açtı ağzını, hiç susmak bilmedi.

"Türkiye'de ihtilâl yapılmasını isteyen sağ ile soldur. Bunu orduya yaptırarak ya padişahlığı ya da komünistliği getirmek amacı güdülüyor... Biz, Silahlı Kuvvetler olarak günlük politikaların dışında kalacağız. Parlamentonun sorunları biz askerleri değil kendilerini ilgilendirir... En üst düzeydeki komutanlarınıza güvenin. Heyecana kapılıp yanlış adımlar atmayın. Erken kalkanın horoz olmasına izin vermeyiz... Anarşik olaylar, bilhassa aşırı sol mihraklar tarafından kasten çıkarılmaktadır... Vaziyet çok vahim değildir. Meselelerin halledilmesi için gereken çareleri bölünmeden bulacağız... Bugünkü siyasal bunalımın kökünde Anayasamızın bünyemize uygun düşmeyecek aşırı özgürlükler getirmiş olması yatıyor. Ülkemizde sosyal gelişmeler ekonomik gelişmeleri aşmıştır... Bize kayıtsız şartsız güvenin. Karar vermekte gecikmeyeceğiz. Ne yapacaksak biz yapacağız!"

Artık iş bitmişti. Ama kimse Tağmaç'ı ciddiye almıyordu. Öyle olunca da işin bittiğine inanmıyordu. Belki de bunca çabadan sonra inanmak istemiyordu.



VAHİM

Bence Tağmaç'ın konuşmasının en ilginç saptaması, "Vaziyet çok vahim değildir" olanıydı. O da mı "olağan" bulmaya başlamıştı durumu? "Çok vahim" olmayan "az olağanüstü" müydü yoksa?

Eğer öyleyse, "az olağanüstü"ye "az müdahale" yeterdi. "Ne yapılacaksa" onlar yapardı, olur biterdi.

İlyas Albayrak salonda olsaydı, Memduh Tağmaç'a da "Heil Hitler" çekmeye hazır onlarca kişi görüp daha da şaşıracaktı belki.

Muhsin Batur, Ömer Çokgör'ü çağırmış ve "Faruk Gürler ile görüşüp mutabık kaldık" demişti. Mesai bitiminden sonra Batur'un odasında o, Faruk Gürler, Atıf Erçıkan, Ahmet Dural, Hulusi Kaymaklı, Celil Gürkan, Şükrü Köseoğlu ve ben toplanacaktık. Batur, bana ivedilikle ulaşılmasını istiyordu. Ama bana gelen bir başka haber, Gürler'in Batur'la görüşmeden önce Atıf Erçıkan'la konuştuğuydu. Erçıkan, 8 Mart gecesi Tağmaç'la uzun bir görüşmede bulunduktan sonra, sabahın erken saatlerinde Gürler'e gitmişti. Bir mesaj ilettiği güçlü olasılıktı. Daha sonra Mehmet Tuğcu da onlara katılmıştı.

TER BASAN –ÜRKEN DEVLET BAŞKANI

Hilmi Fırat hâlâ bana ulaşmaya çalışıyordu. Ama telefonlara çıkmıyordum. Akşam, Numan Esin ve Memduh Eren ile görüştüm. Toplantı haberleri gelmişti. Batur, müdahale sonrasında kendisinin Başbakan, Gürler'in Devlet Başkanı olacağını söylemişti. Gürler'i ter basmıştı o anda. Çok heyecanlanmıştı. Ürkmüş bir havası vardı. Durmadan, Eyiceoğlu'nun da harekete katılmasını, onsuz olmayacağını söyleyip duruyordu. Batur, karşı çıkıyordu. Gürler, toplantının hemen bitmesini ister bir devinim-deydi. Herhangi bir karar çıkmamasını, ertesi gün yapılacak Genişletilmiş Komuta Konseyi toplantısına dek beklenilmesini önermişti.

ARKADA KİMSE YOK

Dışarıda silahlı subaylar bekliyordu. Çokgör, toplantıdan bir müdahale kararı çıkacağına hâlâ inançlıydı ve gereken eylemler için hazırlık yapmıştı. Batur, ona çok kızmıştı. Toplantı uzadıkça dışarıdakiler de sinirleniyordu. Hidayet Ilgar, "Gelin içeri girelim ve kararı çıkarttıralım" demişti. Herkes odaya yönelmişti. Ilgar tam kapıyı açacakken bakmıştı ki, arkasında tek kişi yok. O sırada kapı içeriden açılmış, Batur ve Gürler dışarı çıkmışlardı. Bir süre sonra da arabalarına binip Tağmaç'ın Orduevi'nde verdiği akşam yemeğine gitmişlerdi. Yemekte, ertesi gün yapılacak Genişletilmiş Komuta Konseyi toplantısına katılacak Kor ve Orgeneral ile Amiraller buluşacaklardı.

İPLER

10 Mart sabahı erkenden uyandım. Orduevi'nde kahvaltı ederken gazetelere göz gezdirdim. Neyin ne olacağı belliydi artık. Cüneyt Arcayürek, "Komutanlar mektup ya da muhtıra yoluyla hükümetin çekilmesini isteyecekler" diyordu. İpler, Tağmaç'ın eline geçmişti. Komutanlara dilediğini yaptıracağa benziyordu. Herhangi bir harekât filan olmayacaktı. 27 Ocak'ta ortaya attığı ve tüm Komutanların karşı çıktığı "Yahya Han" yöntemini uygulatacaktı. Hem de o karşı çıkanları zorlaya zorlaya. Ama gelişimin tüm açıklığına karşın, hâlâ harekât umudunda olanlar vardı.

Sabah, Genişletilmiş Komutan Konseyi, Genelkurmayda toplanmıştı. Tağmaç ve Kuvvet Komutanlarının dışında 27 üst rütbeli General ve Amiral de oradaydı: Deniz Kuvvetleri'nden Kemal Kayacan, Bülend Ulusu ve Necmettin Sönmez; Kara Kuvvetleri'nden Zeki İlter, Semih Sancar, Eşref Akıncı, Faik Türün, Kemalettin Eken, Hamza Görgüç, Hamza Günalp, Kemal Tarhan, Doğan Özgöçmen, Kemal Ersun, Fehmi Başer, Hayati Savaşçı, Turgut Sunalp, Zeki Erbay, Fethi Esener, Atıf Erçı-kan ve Kenan Evren; Hava Kuvvetleri'nden Nahit Özgür, Remzi Yelman, Ahmet Dural, Mehmet Eziler ve İrfan Özaydınlı.

O’NA GÖRE-BU’NA GÖRE

Tağmaç, komut verir gibi sert bir sesle "Bugüne nasıl gelindiği ve siyaset üzerinde durmayacağız. Ortam nedir ve ne yapılması gerekir sorularına cevaplarınızı istiyorum" demişti.

Kemal Kayacan'a göre, "Silahlı Kuvvetler'de birlik ve beraberlik ve Komuta zincirinden ayrılmamak temin edilmeli, subay ve astsubaylar biliçlendirilmeli, en kısa zamanda seçime gidilmeli, milli bir koalisyon ya da kuvvetli bir hükümet kurulmalı, Anayasa'nın öngördüğü sosyo-ekonomik reformların ele alınması" gerekiyordu.

Bülend Ulusu, "Bugün toplum bir bölünme içindedir, birkaç yıl sonra durum daha da kötü olacaktır. Bölünmenin Silahlı Kuvvetlere sıçramayacağını söylemek güçtür. Kuvvetli Parlamento ve hükümet teşkili emir komuta zinciri içinde sağlanmalıdır" görüşündeydi.

Necmettin Sönmez, "Tedbirlerle meseleler halledilir. Ancak bu sistemle Türkiye'nin problemlerine çare bulunamaz. Atatürk'ün ilkeleri bugün yokolmuştur. Yönetimde bir fikir ve doktrin yoktur. Seçim ve başka bir hükümetle çare aramak gaflet olur. Ufak tefek tedbirlerle durum düzeltilemez. Zaman, Silahlı Kuvvetler aleyhine çalışmaktadır. Zamanın takdiri size aittir. Ancak hazırlıklı bulunmak ve Silahlı Kuvvetleri bir fikrin etrafında toplamak gayreti gösterilmesi gerekir" kanısındaydı.

Semih Sancar,"Ordu, cereyanların tesiri altındadır. Fakat orduda bir örgüt olduğunu sanmıyorum. Başka fikirler besleyenler dışarı atılmalıdır. Hiyerarşik düzende dahi bir hareket yapılsa bile biraz sonra ekipler birbirini yemeğe başlar. Emir Genelkurmay Başkanından gelmeli, Kuvvet Komutanları fazla ses vermemelidir" düşüncesindeydi.



EL ATMA

Eşref Akıncı, "Bu Anayasa ve demokrasi ile mesele hallolmaz. Ordu el atsın deniyor, önümüz-de 1960 misali var. Sonra ne olacak? Bu işten nasıl sıyrılacak?" diye soruyordu.

Faik Türün, "Anayasa bize uygun değildir. Etnik grupların ve mezheplerin faaliyetleri gelişmiştir. Aşırı ideolojiler gelişme zemini bulmuştur. Öğretmen kadrosu aşırı sola kaymıştır. Yargı organı aşırı sola hizmet etmektedir. Gençlik sol eylemlerin mihrakı olmuştur. Sendikalar sola kaymıştır. Bölücülük ve sol beraberdir. Basın ve TRT memleketin parçalanmasında rol almaktadırlar. Büyüklere bazı tarihi vazifeler düşmektedir. Fazla zaman kaybedilmemelidir. Ordunun bu işe müdahale etmesi lazımdır. Yeni bir Kurucu Meclis kurulmalıdır. Ordu aktif vazife alıp yıpranma-malıdır. Aşırı solun beli kırılmalıdır. Öğretmen kadrosu tasfiyeye tabi tutulmalıdır" yanıtını vermişti.

Hamza Günalp, "Sosyal ve ekonomik reformlar yapılmalı, Gençliği ve milleti Kemalizm etrafında toplamalıdır. İktidarın çekilmesini temin edip itibarlı bir kişi etrafında yeni hükümet kurmak gerekir" demişti.

Doğan Özgöçmen, "Bugünkü ortam, 1960'a benzememektedir. Hükümet fiilen memleket çocuklarını ikiye bölmüştür. Yüksek komuta hiyerarşik durumunda bir değişiklik yapılmadan iktidarın değiştirilmesi gereklidir" savındaydı.

Hayati Savaşçı, "Basın, yayın, TRT nizama konulmalıdır. Gerekirse Anayasa tadil edilmelidir. Silahlı Kuvvetlerin tedavisi şarttır. Kurala uygun kararı Komuta katı vermelidir" biçiminde konuştu.

Turgut Sunalp, "Memleketin iç güvenliği kritik hale gelmiştir. Hükümet başkanının ve muhalefet liderinin durum ve tutumları malumdur. Ordu içinde ve dışında tertip ve hazırlıklar vardır. Geçen zaman, sağ ve solun lehine, ordunun aleyhinedir. Alttan gelecek bir hareket memleketi batırır. Dur demenin zamanı gelmiştir. Komuta zinciri içinde verilecek emre amadeyim" diye kestirip atmıştı.



EL KOYMA

Atıf Erçıkan, "Hep demokrasiyi zedelemeyelim diye işe karışmama yolu tuttuk. Ama maalesef el koyma zamanı gelip geçti" savındaydı.

Nahit Özgür, "Silahlı Kuvvetler mensupları durumdan memnun değiller. Bir karışıklık var. Birçok nedenlerle bugüne gelinmiştir. Ordudaki genç kuşaklar bu mesele ile meşguldürler. Bu ortam-da gittikçe aktif rol alma eğilimi artmaktadır. Bir karar safhasına gelinmiştir. Bu kararı komuta katı vermelidir" görüşünü savundu.

SİZ BÜYÜKLER

İrfan Özaydınlı, "Halk efkârı Silahlı Kuvvetler'den bir karar beklemektedir. Esas konu, bu kararın nasıl tecelli edeceğidir. Silahlı Kuvvetler idareye el koysun mu koymasın mı? Bu mecburiyet er geç doğacaktır" düşüncesini öne çıkardı.

Ahmet Dural, "Fertler ne bugünden memnun ne yarından emindirler. İktisadi istikrarsızlık ve emniyet olmayınca durum tabii olarak bu hale gelmiştir. Durumu siz büyükler düzeltirsiniz" diyerek susmuştu.

TUZAK

9 Mart son tahlilde bir tuzak, dikkatli tasarlanmış bir aldatmaca idi. Gerçi o gün Hava Kuvvetleri’nde en üst düzey bir toplantı düzenlenmiş, müdahale gerekliliği ve müdahale yöntemlerinin belirlenmesine ilişkin görüşmeler yapılmıştır. Tabii bu arada harekât hazırlık emri de verilmiştir. O toplantıda neler görüşüldüğü, başta Kara Kuvvetleri Komutanı olmak üzere kimlerin nasıl görüş açıkladıkları ve sergiledikleri tavır, Emekli General Celil Gürkan’ın “12 Mart’a Beş Kala” adlı yapıtında ayrıntılı biçimde verilmiştir. Yani her şey komuta katlarının bilgisi altında yapılmıştır ve böylece eylem yapmaları olası kadrolar açığa çıkarılmıştır. Tümü de tasfiye edildiler.

KORUMAK-KOLLAMAK

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu'nun imzasını taşıyan muhtıra verildi.

12 Mart günü TRT radyolarından okunan muhtıra metni şöyleydi:

1. "1. Parlamento ve hükümet süregelen tutum, görüş ve icraatı ile yurdumuzu, anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk'ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve Anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.

2. Türk milletinin ve sinesinden çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliği giderecek çarelerin partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek ve Anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkilap kanunlarını uygulayacak, kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruridir.

3. Bu husus süratle tahakkuk ettirilmediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri, kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır."

ORDU TESKERESİ

Bu muhtıra 12 Mart günü saat 15'te açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde oturumu yöneten Meclis Başkan Vekili Fikret Turhangil tarafından da okutuldu. Tek itiraz sesi Demokratik Parti Milletvekili Hasan Korkmazcan'dan geldi. Korkmazcan yerinden kalkarak, "Meclis'te ya Cumhurbaşkanlığı tezkeresi ya da Başbakanlık tezkeresi okunur, ordu tezkeresi okunmaz." dedi. Türkiye'nin çift Meclis'le yönetildiği bu donemde Cumhuriyet Senatosu Başkanı AP'li Tekin Arıburun, muhtıra metnini kendisine getiren subayı geri çevirdi; ancak bu metin üç gün sonra Senato'da da okundu. Arıburun, Senato Genel Kurulu'nda yüksek sesle şu eleştiriyi yaptı: "Bir Meclis'e askeri kıta gibi 'şunu şöyle, bunu böyle yapacaksın' demeye imkan yoktur. İcranın emri altında bulunan kumandanların takdir edeceği ve tenkit edeceği ölçüye göre hükümetler kalacak veya kalmayacak. Böyle bir düzen demokratik düzen değildir. Biz demokratik rejim dışında bir rejim kabul etmeyeceğiz."

DEMOKRATİK İSTİFA

Bu gelişmelerden birkaç saat sonra da Muhtırayı, anayasa ve hukuk devleti anlayışıyla bağdaştırmanın mümkün olamayacağını belirten Başbakan Demirel hemen istifa ederken, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ordunun görevini yaptığını, ana muhalefet partisi CHP lideri İsmet İnönü ise başbakanın istifasının demokratik bir istifa olduğunu söyledi.

16 Mart 1971'de 9 Martçı olduğu bilinen 13 subay Başbakan Demirel’in imzasıyla tasfiye edildi. Tümgeneral Celil Gürkan'ın yanısıra Tümgeneral Şükrü Köseoğlu, Hv. Tuğgeneral Ömer Çokgör, Tuğgeneral M. Ali Akar, Tuğamiral Vedii Bilget, Kurmay Albay Nedim Arat, Kurmay Albay Bahattin Taner, Piyade Albay Kadir Tandoğan, Piyade Albay Ömer Şamlı, Kara Pilot Albay Hidayet Ilgar, Muhabere Albay Mehmet Namlı, Tank Albay Kadir Ok ve Tank Albay Cavit Bayer tasfiye edilen subaylar arasında yer aldı.

PROFESÖR DOKTOR NİHAT ERİM

Cumhurbaşkanı Sunay, parti liderlerine bir mektup yazdı ve "Yeni Bakanlar Kurulu'nun, Anayasa'nın 103'ncü maddesine göre siyasi partilerimizin iştiraki ile teşkili için, Kocaeli Milletvekili (Bağımsız) Profesör Doktor Nihat Erim tarafından teşkiline bir şart ileri sürmeden partinizin iştirakini ve güvenoyuna mazhar kılınmak suretiyle Anayasa gerçekleri çerçevesinde yapılacak yürütme görevlerinin de partinizce desteklenmesini rica ederim" dedi.

İNCE DARBE

Nihat Erim, CHP'den istifa etmiş ve bağımsızlaşarak Başbakan olmuştu. Ecevit'in egemenliğindeki CHP Merkez Yönetim Kurulu ise, duruma karşı çıkmış ve dörde karşı on oyla Erim'e bakan vermemeyi kararlaştırmıştı. Ama İnönü, bu kararı olumlu karşılamadı.

20 Mart'ta Bülent Ecevit, CHP'nin hükümette yer alması durumunda görevinden çekileceğini açıkladı. Aynı zamanda muhtıraya ilişkin ilk yorumunu da yaptı: "Türkiye'deki müdahale, hiç değilse vermeye başladığı sonuçlar bakımından Yunanistan'daki müdahale modeline uymaktadır. Onun daha incesidir, daha ustacasıdır. Çünkü demokrasinin kurumları işler gibi görülüyor."

İNCE KEK (Koçaş-Erim-Kabibay)

Erim, çalışmalarında kendine yardımcı olarak Sadi KOÇAŞ'ı seçmişti. Tüm iletişimi o sağlıyordu. Ekip, Hariciye Köşkü'ne yerleşmişti.

Muhtıranın üzerinden bir hafta geçmişti. İlk anda koşulsuz destek verenler şimdi olaydan kuşku duymaya başlamışlardı. Hele Erim'in adı ortaya çıkınca, kuşkular büyük ölçüde tedirginliğe dönüşmüştü. Bu tedirginliği gidermek, ilerici kuruluşlarının sessizliğini sağlamak ve Milli Birlik Grubu ile Tabii Senatörleri kazanmak için biri sürekli toplantılar düzenlemeye başlamıştı. O biri de, Orhan KABİBAY'dı!

KABİBAY'ın evi bir karargâh olmuştu. CHP'nin -Ecevit'çi kanat dışında kalan- tüm ileri gelenleri orada toplanıyordu. Durmadan telefonlar ediliyor, kurulacak hükümetin desteklenmesi yolunda bildiriler hazırlanıyordu. KABİBAY, KOÇAŞ'a kabine için isimler salık veriyordu. KOÇAŞ bunları Erim'e iletiyor, Erim ise Kemal Satır'la birlikte yeni isimler bulmaya çalışıyordu.

KEK’İ YİYENLER

Orhan KABİBAY’ın yönlendirmesiyle kendilerini "devrimci" olarak niteleyen kuruluşlar da muhtırayı destek bildirileri yayınlıyorlardı. Türkiye Öğretmenler Sendikası, Devrimci Avukatlar Derneği, Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı, Teknik Personel Sendikası, Üniversite Asistanları Derneği, Mimarlar Odası, Türk Hukuk Kurumu, Elektrik Mühendisleri Odası, İnşaat Mühendisleri Odası, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mezunları Derneği, Maden Mühendisleri Odası, Orman Mühendisleri Odası ve Dev-Genç bildiriye imza koymuşlardı.

Aynı saatlerde DİSK de muhtırayı desteklediğini açıkladı.

CİDDİ BUHRAN

TİP ise, muhtıraya kesinlikle karşı olduğunu ve olayın "Anayasal düzen ve demokratik hakların zedelenmesinden doğan ciddi bir buhran" biçimi alacağını bildirdi.

Kendisine yeni hükümeti kurma görevi verilen CHP Kocaeli Milletvekili Nihat Erim, partisinden istifa ettikten sonra, 26 Mart'ya yeni hükümeti açıkladı. 25 kişilik kabinede 5 AP'li, 3 CHP'li ve 1 de MGP'li üye yer alırken, kalan 14 bakan TBMM dışından seçildi.

DEVRİM HER TARAFTAN GELİR
Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan, Şarkışla'da yakalanmışlardı. İstifa etmiş hükümetin İçişleri Bakanı Haldun Menteşoğlu, basını toplamış Gezmiş'i gösteriyordu.
"İşte bu pejmürde adam THKO'nun kumandanıymış. İyi bakın kılığına, kıyafetine, suratına..."
"Ben THKO kumandanı değil, neferiyim."
"Sen kahraman mısın?"
"Siz de kahraman olduğunuz için istifa ettiniz değil mi? Siz, Demirel'in neferisiniz; ben THKO'nun."
Gazeteciler gülüyordu. Bozulan Menteşoğlu sertleşiyordu.
"Nereye gidiyordunuz?"
"Devrime."
Menteşoğlu, eliyle duvardaki haritada Sivas'ı işaret ediyordu.
"Devrim o tarafta mı?"
Gezmiş başını dikleştirip yanıtlıyordu.
"Devrimin o tarafı, bu tarafı yoktur. Her taraftan gelir."
Bakan, basın toplantısını yarıda kesti.

ELVERDİ MAHKEMESİ

Sarp Kuray, Ruhi Koç ile birlikte 'Erçıkan davası' adı verilen davada yargılandı. Bu sıkıyönetimin ilk davasıdır. Bizi yargılayan mahkeme Ali Elverdi'nin başkanlık yaptığı, sonradan Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan,Yusuf Aslan'a idam cezası veren mahkemedir. Sarp Kuray ve Ruhi Koç’u mahkum ettiği gerekçeli kararında “sanıklar bu suçu örgütlü olarak işlemişlerse, eylem 146/1 kapsamına girer” hükmünü vermiş ve 12 Mart terörünün hukuk dışı çerçevesi böylelikle çizilmiştir. Mahkeme başkanı 21 Mayıs gecesinin sahte kahramanı ve tutuklu olarak getirildiği Harbiye’de Talat Aydemir Albayın ayaklarına kapanan Ali Elverdi’dir.

YURTSEVER HAKİMLER

Sarp Kuray, Ruhi Koç’un, Atilla Sarp’ın, Mustafa Gürkan’ın, N.Kemal Boya’nın, Metin Eşrefoğlu’nun da içinde bulunduğu büyük kısmı Deniz Subayları, Askeri Tıbbiyeliler ve Harbiyelilerin oluşturduğu “83 sanıklı” dava açılmıştır. Dr. Hikmet Kıvılcımlı davanın bir numaralı sanığıdır.

Dr. Hikmet Kıvılcımlı bir ön savunmada yargılandığı mahkemeye göndermiştir

Bu dilekçesinde ''Varna kıyılarından kedi miyavlamalarıyla, yurt hasreti gösterilerine kalkışacak anlayışta ve mizaçta değilim, geliyorum, saygılarımla'' demiştir. (Yugoslavya’da bir askeri hastanede 11.11.1971 tarihinde hayata gözlerini kapamıştır. Cenazesi Türkiye'ye getirilmiştir.)

İstanbul 1 No.lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nin yurtsever hakimleri, Albay Remzi Şirin ve binbaşı Refik Kara, davanın 146.madde kapsamına girmediğini, gücümüzün iktidarı ele geçirebilecek bir düzeyde olmadığını belirterek eylemleri tek tek cezalandırma yolunu seçmişlerdir. Bu mahkeme Cihan Alptekin ve arkadaşlarının yargılandıkları “THKO İstanbul davası'”nda da benzer bir karar vererek, Ankara’da Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına idam kararı vermiş, Ali Elverdi mahkemesinin yolunu kesmeye çalışmıştır, ama bu hukuk dışı anlayışın ve uygulamanın karşısında yenik düşmüş, Deniz Gezmiş'in avukatlarının İstanbul kararlarını emsal göstererek yaptıkları itirazlar dikkate alınmadan idam cezaları infaz edilmiştir.

Mahkeme Faik Türün'ün emirlerine uyarak, idam cezası vermediğinden ve 146.maddeyi, onların istediği gibi yorumlamadığından ve bu yolla Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını durdurma girişimi içinde bulunduğundan dolayı lağvedilmiştir.

DAYANIŞMA SİMGESİ -KIZILDERE
Kızıldere
Böyle akışın nere
Bizde hal mı bıraktın
Sana can vere vere
Dere bizim deremiz
Suyu alın terimiz
Söyle nedendir dere
Vurulur gençlerimiz



Kızıldere. Tokat'ın Niksar ilçesine bağlı küçük bir köydü 30 Mart 1972 tarihine kadar. Ama o gün büyük olaylara sahne oluyor; destansı bir direnişe, kanlı bir yargısız infaza, bir katliama tanıklık ediyordu.

Kızıldere aynı zamanda, bugün her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olan Devrimci Dayanışmanın simgesi olarak tarihe iz bırakıyordu.

Anadolu, bir kez daha, zulme ve zalime karşı, haksızlıklara ve sömürüye karşı isyan eden; halktan ve haklıdan yana yiğit insanlarını bağrına basıyordu.

"Toprakta, tohumda hakça" diyerek, isyan eden ve isyanlarıyla Selçuklu Devleti'nin sonunu getiren Baba İshak'ları, Baba İlyas'ları; "Ferman padişahın dağlar bizimdir", diyerek, zalime başkaldıran, dağları dost bilen, boyun eğmeyi değil, isyanı seçen Dadaloğlu'nu bağrına bastığı gibi.

Kızıldere’ye türküler yakıyordu, Anadolu halkı; İnancı için ölümü kucaklayan ve "Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan" diyen Pir Sultan Abdal'ların yaktığı türküler gibi.



HER ŞEY ARKADAŞ İÇİN

Çünkü ;yollarından dönmeyen; bu nedenle idamlarına karar verilen üç yiğit arkadaşlarını Deniz, Yusuf ve Hüseyin’i kurtarmak için, ölümü göze alıyorlardı ve gözlerini kırpmadan ölümün üstüne yürüyorlardı. Aralarındaki örgüt ayrılıklarına bakmadan, birlikte cezaevinden kaçıyorlar, birlikte eylem planlıyorlar ve birlikte direniyorlar ve ölüme birlikte koşuyorlardı.

Aceleleri vardı. 9 Ekim 1972 tarihinde Denizler hakkında idam kararı verilmişti. Karar avukatlar tarafından temyiz edildiğinden Yargıtay aşamasındaydı. Her an Yargıtay’ca karar onaylanabilir ve Meclis’te oylanarak idam gerçekleşebilirdi. İdamın önlenmesi gerekliydi.

İstanbul, Kartal-Maltepe Askeri Cezaevi’nde; başta THKO’nun liderlerinden Cihan Alptekin ve diğer devrimciler hummalı bir faaliyet içerisindeydiler. Denizleri kurtarmak için dışarıda olmaları, bunun içinde cezaevinden kaçmaları gerekiyordu. Gece gündüz kaçacakları tüneli kazıyor, çıkan toprakları yastıklara dolduruyorlardı. Tünel bitmişti, ancak Cihan; tünelin ortaya çıkması riskini dahi göze alarak, Mahir’in Selimiye Kışlasından, Maltepe Cezaevine getirilmesini bekliyordu.

Beklenen gün geldi, iki örgüt, THKO ve THKP-C, tarihe geçenek büyük bir dayanışma içerisinde ; 29 Kasım 1971 tarihinde kazdıkları tüneli kullanarak; Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ulaş Bardakçı, Ömer Ayna ve Ziya Yılmaz, birlikte cezaevinden kaçtılar.

10 Ocak 1972 tarihinde idam kararı Askeri Yargıtay’ca onaylandı. Mahir ve Cihan Ankara’da buluşarak arkadaşlarını kurtarmanın çarelerini aradılar. Artık onlardaki tek düşünce, ne pahasına olursa olsun arkadaşlarını kurtarmaktır. 3 Şubat 1972’de Askeri Yargıtay idamlarla ilgili karar düzeltmesi istemini reddeder, karar kesinleşir ve 9 Şubat 1972’de Millet Meclisi Adalet komisyonunda görüşülmesine başlanır. Bu arada cezaevinden kaçan devrimcilerden Ziya Yılmaz, 19 Şubat günü yaralı olarak yakalanır, Ulaş Bardakçı ise aynı gün İstanbul’da öldürülür. Ankara’da da Denizleri kurtarmaya çalışan THKP ile THKO arasındaki iletişimi sağlayan Koray Doğan 8 Mart 1972’de öldürülür.

Zaman hızla akmakta. Denizlerin idamlarıyla sonuçlanacak süreç hızlanmaktadır.

10 Mart 1972’de Millet Meclisi; 16 Mart 1972 günü de Cumhuriyet Senatosu idam kararını onaylar ve karar 25 Mart 1972 günü Resmi Gazetede yayınlanır. CHP’nin Anayasa Mahkemesine iptal başvurusu nedeniyle infaz ertelenir.



İDAM’I DURDURMAK

15-16 Mart 1972 günlerinde Mahir, Cihan, Ömer ile Ertuğrul Kürkçü ve Ertan Saruhan, Karadeniz bölgesine geçerler. Fatsa’ya yerleşirler. Ankara’dan giden Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Saffet Alp ve Sabahattin Kurt da Fatsa’ya ulaşarak başka bir eve yerleşirler.

26 Mart 1972 günü Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü ve Hüdai Arıkan, Ünye radar üssünde görevli, ikisi İngiliz biri Kanadalı üç teknisyeni, evlerini basarak rehin alırlar ve birlikte 28 Mart 1972 günü Kızıldere’ye gelirler. Aynı yere Sinan Kazım Özüdoğru, Ömer Ayna, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Ahmet Atasoy, Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz da gelir ve burada buluşurlar.

Kaçırdıkları İngilizlere karşılık Denizlerin idamlarının durdurulmasını istemektedirler:

1. İnfazlar derhal duracak.

2. Hiçbir yurtsever ve devrimci asılmayacak

3. En çok 48 saat içerisinde bu konuda Türkiye radyolarından infazların durdurulduğu hakkında yayın yapılması şarttır.



ÖLEN KİM? YAŞAYAN KİM?

30 Mart sabahı saklandıkları köy muhtarına ait ev kuşatılır, bölgeye resmi, sivil olağanüstü güçler yığılır “Teslim olun ve rehin aldığınız teknisyenleri serbest bırakın” çağrıları reddedilir. Çünkü onlar, kendilerini değil; idama giden arkadaşlarını kurtarmak için oradadırlar. Ağır silahlarla donanmış, MİT’iyle CIA’sı ile, özel güvenlik güçleriyle binlerce kişi tarafından kuşatılmış, köy evi, yargısız infazda kararlı bu güçlerin 30 Mart 1972 saat 17:00’deki bombalarıyla yerle bir, kurşunlarıyla delik deşik edilir.

Resmi tarihe göre Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Hüdai Arıkan, Sinan Kazım Özüdoğru, Ömer Ayna, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Ahmet Atasoy, Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz katledilir. Ertuğrul Kürkçü ertesi gün samanlıkta sağ olarak bulunur.

Ne var ki, dönemin başbakanı Nihat Erim ölümünden sonra yayınlanan anılarında Kızıldere’de kuşatılan devrimcilerin bazılarının yaralı olarak, sağ yakalandıklarını ve daha sonra öldürüldüklerini belirtir. Bu konunun basına yansıması üzerine, bilgisine müracaat edilen Ertuğrul Kürkçü, bu bilgiyi onaylar “Sanırım yakalandıktan sonra verdiğim sorguda bu hususu ifade etmiştim” der.

Şairin dediği gibi "Ölen kim gerçekte, yaşayan kim?"

YAŞANANLARDAN DERS ALMAMAK

Emekli Yarbay Osman Deniz 21 Mayıs 1963 ihtilal girişimi hazırlıklarında İstanbul bölgesi temsilcisiydi. Girişim başarısız olunca ihtilali hazırlayanlardan dört kişi (Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Osman Deniz ve Erol Dinçer) idama mahkum oldu. TBMM’ce cezası müabbede çevrildi. İdam edilen Talat Aydemir ve Fethi Gürcan’la Mamak Askeri Cezaevi’nde 13 ayı birlikte geçirdi. Arkadaşlarının idama götürülüşüne tanık oldu. En sakıncalıların gönderildiği Sinop Cezaevi’nde 3 yıl, İstanbul Toptaşı Cezaevi’nde de 8 ay yatıp, çıkan afla serbest kaldı.

Bu döneme ilişkin anılarını, Parola: Harbiyeli Aldanmaz “ adlı kitapta yayınladı. Bu kitap 12 Mart 1971 hareketinin baş aktörlerinden Faruk Gürler ile Muhsin Batur’u en iyi tanıtan, başvurulabilecek temel kitaptır.

3 sene Sinop Cezaevi’nde yattıktan sonra getirildiği İstanbul Toptaşı Cezaevinde kendisini sık sık ziyaret edenlerden biri de Talat Turhan‘dır. Onunla olaylar konusunda baştan hemfikirdiler.

Ne yazık ki Osman Deniz en güvendiği arkadaşı Talat Turhan’ın yaşananlardan ders almadığını, yine dönemin generallerinin peşine takıldığını görecek, gençlerin onun gibilerin ihanetleri yüzünden kıyıma uğrayışlarını çaresizlikle seyredecek ve kendiside bir ilgisi olmadığı halde ülke gerçeklerini bilen önemli görülen bir şahsiyet olarak Talat Turhan’ın yüzünden tutuklanacak, 7 ay Selimiye Cezaevi’nin soğuk taş zeminlerinde yatacaktır.

Aşağıda Osman Deniz’in ağzından o döneme ilişkin yaşanmış bazı anılara yer verilmektedir.

MEKTUPÇU

Fethi Gürcan, Talat Turhan’a “mektupçu” derdi. Biz ihtilal hazırlıklarıyla uğraşırken o genç subaylara bildiri dağıttırırdı. Onun için adı “mektupçu” kaldı. Başka bir lakabı daha vardı; “Kürt Talat” diye. Fakat bu lakap 12 Mart döneminde takılmıştı. Kendisi ile cezaevindeyken bu lakap üzerine bir söyleşim oldu. “Kendinden büyük bedene sahip olunamaz” demiştim. “Mektupçu” lakabıyla anıldığı dönemde bir bildiri yüzünden tutuklanmış ve bir müddet bizlerle beraber Mamak Askeri Cezaevi’nde yatmıştı.

Toptaşı Cezaevi’ndeyken de sık sık ziyaretime gelirdi. Ziyaretlerinde durum değerlendirmesi yapardık. Birlikte hareket etmeye karar vermiştik. Ne acıdır ki kendisinin Orhan KABİBAY ve o dönemin generallerinin başını çektiği örgütlenme içinde üst düzeylerde görev aldığını sonradan öğrenecektim. Bu ikili oynayışı beni çok üzdü.

Hapisten çıktıktan sonra ilişkilerimiz devam etti. Aldığımız karar doğrultusunda ben ikimiz beraberiz zannediyordum. O ise beni Orhan KABİBAY grubuna bağlamak için hazırlık yapıyormuş.



KARAKTERSİZ- HAYIR, FARUK GÜRLER

Talat o zamanlar Ankara’ya devamlı gider gelirdi. Bir gün Orhan KABİBAY’ın beni görmek istediğini söyledi. Orhan KABİBAY’ın kendisi o dönem CHP milletvekili idi. Bir ara Orhan KABİBAY’la Fakih Özfakih’in yazıhanesinde buluştuk. Özfakih’in kullandığı arabaya binerek Atlı Spor Tesislerine gittik.

Araba içinde konuşmaya başladık. Avukat ve CHP milletvekili olan Fakih Özfakih’le böyle tanıştım. Orhan KABİBAY beni överek sözlerine girdi, oradan Türkiye’nin meselelerine getirdi sözü. Bir şeyler yapmak gerektiğini belirterek, beni de aralarında görmek istediklerini söyleyerek konuşmasını bitirdi.

Ben de kendisine “Bu teşkilatlanmanın lideri sen misin?” diye sordum. Cevaben “Hayır, Faruk Gürler” dedi. Şaşırmıştım. Geçmişte yaşanan o kadar acı deneylerden sonra böyle bir adama nasıl güvenebilirlerdi. “Ben onu çok iyi tanırım. 22 Şubat’ta İstanbul’da yanındaydım. Talat Aydemir’i nasıl sattığını, ne kadar karaktersiz bir adam olduğunu“ söyledim. KABİBAY’da bana cevaben “Çok değişti. Geçmiş olayların altından çok sular geçti“ dedi. Tekliflerini kabul etmedim.

AKILLI” KURMAYLARIMIZ

Talat Turhan’la karşılaşınca ağzıma geleni söyledim. Beni ikna etmek için çok uğraştı. İkna edemedi. İkna olamazdım.

İlişkilerimiz ondan sonra arkadaşlık düzeyinde devam etti. İşyerini ziyaretlerimde değişik kişiler geliyor ben de sohbetlere katılıyordum.

Nihayet 12 Mart hadiseleri oldu. Olayın başını çeken Muhsin Batur ve Faruk Gürler ikilisi 22 Şubat’ta yaptıkları gibi yaptılar. Bizim akıllı geçinen kurmaylarımızı ve genç subaylarımızı birden ortada bırakıverdiler.

Bir müddet sonra bunları içeri aldılar. Beni de göz altına alıp sorguya götürdüler. Talat Turhan’ı ziyaret edenlerden bazıları benim hakkımda ifade vermişler. Bu ifadelerde, beni orada gördüklerini, hükümet ve meclisi eleştirdiğimi söylemişler. Ben de söylenenleri doğruladım. Olan – bitenlerle hiçbir ilişkim olmadığını anlattım.

Talat Turhan‘la cezaevinde karşılaştığımda bu olaylara adımın neden karıştırıldığını sorarak tepkimi koydum. Talat Turhan ve diğerleri sorguda verdikleri ifadeleri savcılık karşısında reddetmişler, birçok sorumluluk içeren olaylarda gençleri içine attıkları tuzaklara karşın kendilerini kurtarma telaşına düşmüşlerdi.



SORUMLULUĞU SIRTLANMA

Tepkilerim karşısında Talat Turhan “Karşı planlamacılar var. Onların zorlamalarıyla ifadeler alındı. Sen de mahkemede savcıya karşı söylediklerini reddet “ dedi.

Bunu yapamam . Hayatım boyunca ne söyledim ve ne yaptımsa hep arkasında oldum. İlgim olmayan bir olayda böyle davranmamı neden istiyorsun. Bu kadar olayın sorumluluğunu başta olanların sırtlaması gerekmez mi? Gerçekleri gizlemenin kimseye yarar sağlamayacağını, böyle bir davranışta bulunanların sorumluları gizleme anlayışını kendine bir görev biçenlerin anlayışı olacağını, kendisine böyle bir görev biçip biçmediğini “ sorduğumda Talat Turhan’ın verdiği yanıt ilginç oldu.

Evet, generalleri kurtarma görevini üzerime aldım. Yakında Faruk Gürler Cumhurbaşkanı olacak ve bizleri kurtaracak“ dedi. Ben de ona sorguda başımdan geçenleri anlattım.

YUKARILARI KORUMAK

Sorgulayıcıların T.Turhan’ı kastederek “ Senin kaz kafa, içerde Faruk Gürler’in Cumhurbaşkanı olunca kendilerini kurtaracağını söylüyormuş. Faruk Gürler’in Genel Kurmay Başkanı iken yapamadıklarını, Cumhurbaşkanı olarak mı yapacak“ diye alay konusu yapıldığını söyledim. İnanmadı.

Talat’ın taktiği 22 Şubat mektup davasındaki taktiğin aynısıydı. Yukarıları korumak, içeride kalanların ezilmesine kayıtsız kalmak.

İHTİLALLERLE OYNAMAK

Senin bu taktiğine ben bir şey diyemem, bu senin tassarufun ama ifademden de vazgeçmem. Ben bu ülkenin hasbelkader ihtilalcilerinden biriyim.

İhtilallerle oynamak çocuk oyuncağı değil, ağır sorumluluklar gerektirir. Hasbelkader bir ihtilalci olarak verdiğim ifade doğrudur.” diye konuşunca o da bana “Ya Osmancığım biz birbirimizi severiz. En kötü durumda sen en fazla 10 sene alırsın, fakat ben her şeyi söylediğimde idamı alırım. Benim için 10 sene alsan ne olur.

Ben 10 sene yatarım ama senin için değil, bildiklerimi savunmak uğruna yatarım, bunu bilmiş ol. Sende şayet ihtilalciysen, çık konuş o zaman. En azından beni Orhan’ın yanına gönderdiğini söyle. O zamanlar bu işin yürüyemeyeceğin, bu işlerden çekil dediğimi söyle “ dediğimde bana karşılığı “Tamam ama o şekilde söylemem“ oldu.

ÜSTÜNE PERDE

Duruşmalara çıktığımız bir gün mahkeme reisi “gereği düşünüldü” deyince ben de dahil herkes şaşırdı. Mahkeme reisi devamla “Osman Deniz’in tahliyesine” dedi ve beni duruşmalardan vareste tutan ek kararı da açıkladı.

Herkes suskun bir vaziyette taş kesilmişti. Sanırım orada bulunanlar o an için meseleyi “dışardan bir etki” vb. yorumlar yaptılar içlerinden. Ben ise “her şeyin üstüne perde çekiyorlar” diye düşündüm.

Öğlen duruşmaya ara verildiğinde Talat Turhan ve Numan Esin “geçmiş olsun” dilekleriyle yanıma geldiler. Talat’a son lafım “bu tahliyenin arkasında kimse bir şey aramasın, ben ifademle dışarı çıkıyorum. Sen de artık rahat edebilirsin” dedim.

70 TANE TIR

Sonra bir ara Numan Esin bana birşeyler söylemek istedi.

Böyle şeyler olur. Talat’tan ben de tedirginim. Sana özel bir şeyler söyleyeceğim. Ordu komutanını tanıyorsun. Kendisi eski Silahlı Kuvvetler Birliği Örgütü’nün üyesiydi. Onu ziyaret eder misin? Onlar seni sever.

70 tane TIR’ım yurtdışında kaldı. İşler karımın sırtında. Benim mutlaka dışarı çıkmam gerekiyor. Seni tanırlar, bilirler. Rica edersen beni dışarı alırlar.” dedi.

Ben de “ Hayır, onlar her şeye, bizlere, gençlere ihanet ettiler. Numan sen 27 Mayıs’ta yönetim kadrosundaydın teşkilatın. Siz başarılı olmasaydınız tutumunuz böyle mi olacaktı? Nasıl böyle bir şeyi bana teklif edebilirsin? Şimdi söylediğin yere gitsem sen bunu kabul edecek misin? Nasıl ihtilalcilersiniz siz?“ dememe rağmen, benden bu isteği yerine getirmemi defalarca söyledi…”

YALAN KILIFLARI

Deniz Gezmiş-Yusuf Aslan-Hüseyin İnan’ın idamlarında İsmet İnönü’nün ve bazı kişiliksizlerin tavrı bilinmelidir.

Denizlerin idamlarında Süleyman Demirel ve Alpaslan TÜRKEŞ açıkça tavırlarını göstermişlerdir. Asıl önemlisi onlarla birlikte hareket ederken tavırlarını saklayan, devrimci kesimlerce hala bizim saflarımızda düşünülen ve üzerine gidilmeyen partiler ve tiplerdir. Bunları bilmemek ayıp, saklamak ihanettir.

CHP’liler ve 27 Mayısçı geçinen bazı zatlar, Denizlerin idamının suçunu Adalet Partisi’ne ve Süleyman Demirel’e yüklerler.

27 Mayıs’ta asılan üçe karşı üç kişinin asıldığını anlatarak” olayı açıklarlar. Kendileri sözde 27 Mayısçı, diğerleri “27 Mayıs Karşıtları. Asanlar onlar”.

Bu zavallıların ellerinden ne gelebilirdi ki? Buna 27 Mayısçı geçinen basındaki büyük kalemler bilir ve bilerek bu örtbas orkestrasına katılırlar. Yalan kılıfları yapmaktaki bu ustalar,devrimci mücadelemiz için daha tehlikelidirler.

HASTALAR

Bilmezler ki, insan medeniyete yazı ile geçmiştir. Bu gerçek elbet suratlarına çarpılacaktır.

İsmet İnönü’nün ve CHP’ nin Denizlerin İdamındaki Tavrını bir daha, bir daha bakın. 68 Kuşağını "HASTALAR" olarak bakışının altını çizin.

...Arkadaşlarım, bir büyük cemiyetimiz bir büyük hastalık geçiriyor. Bunda gençler anarşiye müptela olmuşlardır. Bunda gençlere, genç yaşlarında içerden ve dışarıdan tahriklere kapılarak genç yaşlarında büyük işler görmüş ve büyük salahiyetlerin peşine düşmüş hastalar olarak görünüyorlar.

Böyle olaylarda cemiyetin iki vazifesi vardır. Birincisi zorla yanlış maksatlarını yürütmek isteyen genç veya yaşlı insanlara zorla sakat fikirlerini tatbik edemeyeceklerini, Devletin onların kafasına dank dedirtecek kadar sokmasıdır...

Hükümet, Sıkıyönetim, Ordu, bütün cemiyet bütün millet bunlara zorla iş yapamayacaklarını öğretmiştir. Şimdi ikinci vazife geliyor... onlara müebbet hapislikleri zamanında rahat bir hayata kavuşmayarak çalışma mecburiyetinde bulundukları ceza usulleri ile göstermektir...

Biz bu fikirlerle idam cezalarının yapılmamasını isteriz. Bunun için, “yapılsın” veya “yapılmasın” diye idam gibi bir meselede arkadaşlarımız arasında bağlayıcı karar almadık.Tamamıyla vicdanı meseledir,aramızda farklı fikirler ve reyler görürseniz bunu bizim zaafımıza vermek yanlış olur,bu bizim siyasi hayatta da davranışımızın örneğidir.”( 24.4.1972 C.H.P Grubu Adına İsmet İnönü)

Evet Hastayız Devrime ve Halkımıza.

İsmet İnönü, Parti Başkanı olduğu CHP den 144 kişiden kaçını idamlar aleyhine oy kullandırmaya ikna etti? Sadece kendi dahil 47 kişi.

CHP’nin siyasi hayatta davranışına örnek olarak 97 kişi oylamalara katılmadılar.Sözde renklerini göstermediler.

Ne büyük oyun: Aleyhte çıkan oy sayısı 48. Bunun içinde 1 tane TİP’li var.

Sadece 47 CHP’li idamlara karşı çıkıyor.

97 CHP’li idamlara karşı çıkmıyor.

İsmet İNÖNÜ, İKİNCİ ADAM, bu kadar güçsüz, sözleri, görüşü dikkate alınmayan biri mi?

Oylamaya katılmayarak tavırlarını saklamaya çalışan bazı isimleri biz yazalım. Bunlar Orhan Birgit, Orhan Eyüpoğlu, Orhan KABİBAY, Rıza Kuas, Sezai Orkunt, Sadi KOÇAŞ.

YARIDA BIRAKILAN DAVA

Denizlerin Avukatı Sayın Halit Çelenk anlatıyor:

İnfaz olayında anımsatılması gereken önemli noktalardan biri de CHP Genel Başkanı İsmet İNÖNÜ'nün tavrıdır. İsmet İNÖNÜ başından beri infazlara karşı çıkmış, Türkiye Büyük Millet Meclisinin infazların yerine getirilmesi kararına karşı, bu kararın usul ve esas yönlerinden iptali için CHP adına Anayasa Mahkemesine dava açmıştır. Anayasa mahkemesi usul bakımından Meclisin kararını iptal etmiş ve kararı esas yönden incelemeye ,usule göre gerek görmemiştir. Çünkü, yüksek mahkemeler inceledikleri bir kararda usul açısından yasaya aykırılık görürlerse kararın bu yönden bozulmasına karar verirler ve kararın esasını incelemezler, bu incelemeyi usul yanlışlığının düzeltilmesinden sonraya bırakırlar.Bu olayda da böyle olmuştur. Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi usul hatasını düzeltmiş ve infazların yerine getirilmesine yeniden karar vermiştir.

Böyle bir durumda, davacı konumunda olan CHP Genel Başkanı İsmet İNÖNÜ'ye bir görev düşmektedir. Bu da Anayasa Mahkemesine kararın esas yönünden incelenmesi için yeniden başvurmaktır. Ancak bu aşamada, her nedense İsmet İNÖNÜ davayı yarıda bırakmış ve esasın incelenmesi için Anayasa Mahkemesine başvurmaktan kaçınmıştır.

NEDEN?

Böyle bir davayı açan kişinin ya da tüzel kişinin görevi davasını sonuna kadar izlemek ve sonuçlandırmaktır. Şu soru ister istemez akla gelmektedir: İsmet İNÖNÜ, kendi kişisel düşüncelerinde bir değişiklik olduğu için mi davayı yarıda bırakmıştır? Eğer böyle ise bu düşünceler nelerdir? Yoksa kimi dış etkenler ve baskılar mı buna neden olmuştur?

Burada dış etkenler ve baskılar rol oynamışsa İsmet İNÖNÜ gibi güçlü bir kişiyi haklı olduğuna inandığı bu davadan vazgeçiren etkenler NE olabilir?

Deniz GEZMİŞ, Yusuf ARSLAN, Hüseyin İNAN ve arkadaşları; yirmi iki yaşlarında, Cumhuriyetin tüm ilkelerine bağlı, ülkenin bağımsızlığına en büyük değeri veren, ikili anlaşmalara ve emperyalizme karşı, 1961 anayasasını savunan tastamam uygulanmasını isteyen, bu anayasanın geriye doğru değiştirilmesini protesto amacı ile Samsun'dan Ankara'ya Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü yapan, her türlü sömürüye karşı, yurtsever insanlardır.

(Deniz-Yusuf-Hüseyin Meclis/Senato 1972 İdam Kararı Tutanakları ,

68’liler Birliği Vakfı Yayınları Birinci Baskı:Ekim 1998 s-9-10)

OYLAR-OYLAMALAR

Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ın ölüm cezalarının yerine getirilmesine dair Kanun tasarısına verilen oyların sonucu: (kabul edilmiştir)

Üye sayısı: 450 Oy verenler:323
Kabul edenler: 275
Reddedenler: 48 Çekimserler:2
Partilerin Milletvekili sayısı:
AP: 260 CHP: 144 GP: 14 BP: 7 MP: 6 YTP:3 TİP:2 MHP:1 MNP:1 BAĞIMSIZ:11 Açık:1
Bir de Cumhuriyet Senatosu oylamasına bakalım.

Üye sayısı: 183
Oy verenler: 145
Kabul edenler: 111
Rededenler: 34
Çekimserler: 0
Oya katılmayanlar: 36
Açık Üyelik: 2
CHP nin 34 üyesi var.
Red eden CHP’li sayısı 18

Buradaki oylamaya katılmıyan ilginç isimler.: Tabii Üyeler: Emanullah ÇELEBİ, Fahri ÖZDİLEK, Mehmet ÖZGÜNEŞ ve Ahmet YILDIZ. Cumhurbaşkanınca seçilen üyeler: Lütfi AKADLI, Selahattin BABÜROĞLU, Özer DERBİL, Nihat ERİM, Fahri KORUTÜRK, Ragip ÜNER ve Suad Hayri ÜRGÜPLÜ.

ÖLÜMLE NİKAH

27 Mayısçı CHP’liler, 27 Mayısçı Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, tabii senatörler ve kontenjan senatörleri, 27 Mayıs’çı Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, diğer ordu mensupları, 27 Mayısçı Yargıtay mensupları, 27 Mayısçı Basın mensuplarının ve isimlerini ve unvanlarını sayamadığımız nice değerli şahsiyetlerin şahitliğinde, üç devrimci arkadaşımızın ölümle nikahı hakim sınıflarca kıyılmıştır.

BİR İNSANI ÖLDÜRMEK

"Ben Amerikalıların başında bekliyordum. Onlara savaşları, Amerika'nın yaptıklarını filan anlatıyorum. Sinan onlarla içli dışlı olmamak için elinden geleni yapıyor. 'Sonunda öldürmek gerekir de belki öldüremem' diyor. Suçsuzlar.

Üstelik silahları da yok. Biz silahlıyız karşılarında. Ben, cellat pozisyonuna girmişim gibi bir duygu içindeyim. Kendimi bir an onların yerine koyuyorum. Anamı babamı düşünüyorum. 'Olmaz' diyorum. Üçüncü gün filandı Larry'nin gizlice karısına mektup yazdığını gördüm. Aldım mektubu; vasiyetiydi.

'Artık görüşemeyeceğiz' filan diyordu. Dayanamadım. 'Göreceksin ulan karını' dedim. Ve öldüremedik. Kolay değil, bir insanı öldürmek..." (Deniz Gezmiş'in Erdal Öz'e Anlattıklarından)

ÖNEMLİ OLAN

Baba,

Mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben ne kadar üzülmeyin desem de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum. insanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler.

Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı, süre içinde fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben, erken gitmeyi normal karşılıyorum: Oğlun bu yola bilerek girdi ve sonun da bu olduğunu biliyordu. Cenazem için avukatlarıma gererli talimattarı verdim. Taylan Özgür'ün yanına gömülmek istiyorum. Annemi teselli etmek sana düşüyor. Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et. Onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir. Son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir, seni, annemi, abimi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklarım.

Oğlun Deniz Gezmiş

GİTTİLER

Ve Deniz GEZMİŞ;
Ardından Yusuf ASLAN;
Ardından Hüseyin İNAN .
6 Mayıs 1972
Ve Üçü de,
Yaşasın Marksizmin, Leninizmin yüce ideolojisi;
Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi;
Kahrolsun emperyalizm, Kahrolsun faşizm…”
Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir kere ölüyorum. Sizler, bizleri asanlar şerefsizliğinizce hergün öleceksiniz, Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerikanın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler kahrolsun faşizm.

Ben şahsen hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler , köylüler ve devrimciler.

diye haykırarak ….
Üniversitelerde;
Fabrikalarda;
Köy meydanlarında;
Mitinglerde;
Yürüdükleri gibi
Aynı cesaretle;
Gönül gönüle;

Elele;
Omuz omuza;
Halay çekerek sonsuzluğa yürüdüler.
Halkların yüreklerinde, gençlerin bilincinde
Son sözleri yankılanarak yürümeye devam ediyorlar.
Ölen ve öldürülen tüm devrimcilerle birlikte,
Günün gençleriyle , buluşuyorlar.
Meydanlarda, emekçilerle birlikte yürüyorlar.

Bir türkü dillerinde:


Gün doğdu
Hep uyandık
Siperlere dayandık
Bağımsızlık uğruna
Al kanlara boyandık
Yolumuz Devrim Yolu
Gelin Kardeşler gelin
Yurdumuza yanki doldu
Vurun kardeşler vurun
TÜRKÜMÜZ YARIM KALMAMALI!


Tertemiz beyaz bir karanfil sadeliğinde ki 68’li asker ve sivil gençliğin Amerikan Emperyalizmi ve bu siyasetin pusulasında; başta CHP ve AP’li siyasetçiler ve 27 Mayıs İhtilaline ihanet eden eski Milli Birlik Komitesi üyeleri, TSK mensupları olmak üzere, yargı, basın mensupları ve bürokratlarca nasıl hoyratça ezildiğini sergilemeye çalıştık.

TÜRKÜMÜZÜ YARIM BIRAKANLARLA,
BAĞIMSIZLIK VE SOSYALİZM BAYRAĞINI
ŞEREFLE TAŞIYAN DEVRİMCİLERİ KATLEDEN, KATLETTİREN;
GÜNÜMÜZDE DE BENZER GÖREVLERİNİ SÜRDÜREN
EMPERYALİZMİN HİZMETİNDEKİ ŞEREFSİZLERLE
TARİH ÖNÜNDE HESAPLAŞIYORUZ.

Son nefeslerine kadar, Hiçbir çıkar gözetmeden halkının mutluluğu ve bağımsızlığı için savaşan, bunun için şerefleriyle ölüme giden, arkadaşlarımız gibi haykırıyoruz.

TÜRKİYE'NİN BAĞIMSIZLIĞINDAN VE HALKIMIZIN ÖZGÜRLÜĞÜNDEN BAŞKA BİR ŞEY İSTEMEDİK VE İSTEMİYORUZ. BU NEDENLE EMPERYALİZME VE İŞBİRLİKÇİLERİNE KARŞI MÜCADELE VERDİK. VERİYORUZ.

GENÇLER!.


DENİZLER’İN SON NEFESİNE KADAR ŞEREFLE TAŞIDIĞI 68’LİLERİN ONURLU VE LEKESİZ BAYRAĞINI SİZLERİN ENERJİNİZE TESLİM EDİYORUZ.


TÜRKÜMÜZ YARIM KALMAMALI.

TUNCAY ÇELEN-ÖMER GÜRCAN 2006-Ankara

KAYNAKÇA

1. 68'liler Birliği Vakfı 68 Yargılıyor, 68'liler Birliği Vakfı Yayınları 1997
2. 68'liler Birliği Vakfı İdam Kararı Tutanakları, 68'liler Birliği Vakfı Yayınları 1998
3. 68'liler Birliği Vakfı Altmışsekizin 30 Yılı, Dünya'da Gençlik ve Türkiye Sempozyumu 68'liler Birliği Vakfı, İstanbul ,1999
4. Atatürk M.Kemal NUTUK Türk Devrim Tarihi Enstitüsü 1981
5. Agee Philip CIA Günlüğü Çev: M.Üner, E Yayınları İstanbuş, 1975
6. Akar Atila Derin Dünya Devleti TimaşYayınları 2.Baskı 2003
7. Akyaz Doğan Askeri Müdahalelerin Orduya Etkisi İletişim Yayınları 2002
8. Alatlı Ertuğul Belgeleriyle 09 Mart 1971 "antiparlamentarist-baasçı" darbe girişimi Alfa Yayınları Ekim 2002
9. Alptekin(Kepenek) Nuran Oy Cihan Bizum Cihan Ümit Yayıncılık 2004
10. Altuğ Kurtul 27 Mayıs'tan12 Mart'a, Koza Yayınları İstanbul 1975
11. Arcayürek Cüneyt Darbeler ve Gizli Servisler, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1989
12. Aren Sadun Türkiye İşçi Partisi Olayı 1961-1971, Cem yayınevi, İstanbul 1991
13. Atay Falih Rıfkı ÇANKAYA Doğan Kardeş 1968
14. Avcıoğlu Doğan Türkiye'nin Düzeni, C-1-2, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1976
15. Aybar M. Ali Türkiye İşçi Partisi Tarihi, C-1-3, BDS Yayınları, İstanbul, 1976
16. Aydemir Ş. Süreyya Menderes'in Dramı Remzi Kitapevi 3. Baskı 1984
17. Aydemir Ş. Süreyya 2. Adam, C-1-3, Remzi Kitabevi, 1988
18. Aydemir Talat Ve Talat Aydemir konuşuyor May, 1966
19. Aytekin M.Emin İhtilal Çıkmazı, Dünya Matbası, İstanbul,1967
20. Babuş Fikret 68 Hareketinin Köy Eylemleri, Devrim Havarileri, FKF, Dev-Genç, Ozan yayıncılık İstanbul 2003
21. Başgil Ali Fuat 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, Çeltüt Matbaası, İstanbul, 1966
22. Batur Muhsin Anılar ve Görüşler Milliyet Yayınları, İstanbul 1985
23. Baykam Bedri 68'li Yıllar, İmge Kitabevi yayınları, İstanbul 1998
24. Behram Nihat Darağacında Üç Fidan, Gendaş A.Ş. Yayınları, İstanbul 1999
25. Behramoğlu Namık Türkiye Amerikan İlişkileri, yar yayınları 1973
26. Belge Murat Sosyalizm , Türkiye ve Gelecek, Birikim Yayınları, İstanbul, 1990
27. Belli Mihri Mihri Bell'nin anıları Doğan Kitap 2. Baskı mayıs 1999
28. Beyaz Kitap Türkiye Gerçekleri ve Terörizm, TC Başbakanlığı, Ankara 1973
29. Bilget Vedii Girdap I-II, Kastaş Yayınevi ,2002
30. Bilibik Erol Amerikan Kuşatması Otopsi 2. Basım 2003
31. Birand M. Ali- Dündar Can-Çaplı Bülent Demirkırat Doğan Kitapçılık 8.Baskı Şubat 1999
32. Birand M. Ali- Dündar Can-Çaplı Bülent 12 Mart İmge Kitapevi 5. Baskı Mart 2000
33. Boran Behice Türkiye ve Sosyalizmin Sorunları, Gün Yayınları, İstanbul 1968
34. Bozdemir Dr. Mevlüt Türk Ordusunun Tarihsel Kaynakları
35. Burçak Prof. Rıfkı Salim İdamların İçyüsü Demokrat Kulubü Yayınları 1997
36. Cem İsmail Türkiye'de Geri Kalmışlığın Tarihi Cem Yayınevi 1970
37. Cem İsmail Tarih Açısından 12 Mart C-1-2 Cem Yayınevi, İstanbul 1973
38. Cevizoğlu Hulki Dünü Bugünü İle 68'liler, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 1997
39. Cılızoğlu Tanju Kırık Politika Anılar Kamil Kırıkoğlu Güneş Yayınları 1987
40. Çalışkan Nurettin ODTÜ Tarihçe,Arayış Yayınları Nisan 2002
41. Çelenk Av.Halit İdam Gecesi Anıları, Tekin Yayınevi İstanbul, 1988
42. Çetiner Zihnı Ölümü Paylaştılar Ama Büke Yayıncılık Mart 2003
43. Çetinkaya Hikmet 68'den 78'e Sancılı Yıllar, Kuşatılmış Sokaklar Günizi Yayıncılık, İstanbul 2002
44. Çubukçu Aydın Bizim 68 Evrensel Basın Yayın, İstanbul 1993
45. Değer M.Emin Oltadaki Balık Türkiye, Otopsi Yayınları 2004
46. Değer M.Emin CIA/Kontrgerilla ve Türkiye, Çağ Matbası 5.baskı 1979
47. Demir Halim 12 Mart'tan 12 Eylül'e, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 2003
48. Deniz Osman Parola: Harbiyeli Aldanmaz YKY Eylül 2002
49. Dilligil Turhan İmralı'da Üç Mezar Dem Yayınları 1988
50. Doğan Yalçın IMF Kıskacında Türkiye, 1946-1980,
51. Er Ahmet 27 Mayıs'tan 12 Eylül'e Hatıralarım, Alternatif yayınları, Ankara , 2003
52. Erdost Muzaffer Faşizm ve Türkiye 1977-1980 Onur Yayınları, Ankara 1995
53. Erer Tekin On yılın Mücadelesi Ticaret Postası 1962
54. Erkanlı Orhan Anılar,Sorunlar, Sorumlular Baha Matbası 1972
55. Erkekoğlu Yılmaz Nurhak Ey Nurhak Tekin Yayınevi, İstanbul 1988
56. Esin Numan Devrim ve Demokrasi Bir 27 Mayısçının Anıları Doğan Kitap 2005
57. Feyizoğlu Turhan FKF Ozan Yayıncılık, 2002
58. Feyizoğlu Turhan İBO Ozan Yayıncılık, Nisan 2000
59. Feyizoğlu Turhan MAHİR Gökkuşağı Haziran 1996
60. Feyizoğlu Turhan SİNAN Ozan Yayıncılık Temmuz 2000
61. Galula David Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri, Teorisi ve Pratiği, Genelkurmay Basımevi, İstanbul, 1965
62. Ganser Danıele Natonun Gizli Orduları Güncel Yayıncılık 2005
63. Genç Süleyman 12 Mart'a Nasıl Gelindi ? İleri Yayınları 1971
64. GRAHAM E. FULLER/Ian O.lesse Kuşatılanlar, Çeviren Özden Arıkan, SabahKitapları Aralık 1996
65. Gürcan Öner Ben İhtilalciyim! -Süvari Yayıncılık 2005
66. Gürkan celil 12 Mart'a Beş Kala Tekin Yayıncılık Ocak 1986
67. gürses fulya, gürses hasan basri Dünya'da ve Türkiye'de Gençlik Toplumsal Dönüşüm yayınları 2. Baskı Mart 1997
68. Hale William Türkiye'de Ordu ve Siyaset Hil Yayın Ocak 1996
69. Hava Harpokulu Yıllığı Göksenin 1968
70. Hekimoğlu Müşerref 27 Mayıs'ın Romanı Çağdaş Yayınları 1967
71. Hitay İbrahim - Çetin Erdal İhtilallerin Tankçısı Ümit Yayıncılık 2003
72. Ilıcak Nazlı 27 Mayıs Yargılanıyor Kervan Yayınları 1977
73. Ilıcak Nazlı 12 MartCuntaları Timaş Yayınları 2. Baskı 2001
74. Işıklı Alpaslan Gün Doğmadan, İmge Kitabevi Yayınları, İstanbul 2002
75. İlhan Atila Hangi Sol Kültür Yayınları Ekim 2003
76. İmre Halil Bir Ömür Üç Kitap 1976
77. İpekçi apti-Ömer Sami Coşar İhtilalin içyüzü Milliyet Gazetesi, 1965
78. Kabacalı Alpay Türkiye'de Gençlik Hareketleri, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul 1992
79. Karadeniz Harun Olaylı Yıllar ve Gençlik, May Yayınları, İstanbul, 1979
80. Karaniş Fikri Demokrasi ve 27 Mayıs Darbesi Ajans Medya Ocak 1994
81. Kayalı Kurtuluş Ordu ve Siyaset 27 Mayıs-12 Mart İletişim yayınları İstanbul, 1994
82. Keskin Attila Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler Gendaş Kültür Ekim 1999
83. Kırcı Haluk Zamanı Süzerken Burak Yayınevi Mayıs 1998
84. Kırcı Haluk Donmuş Zaman Manzaraları Burak Yayınevi Ekim 1999
85. Kırcı Haluk Bırak Eşkıya Bellesinler Burak Yayınları 2. Baskı Temmuz 2000
86. Kısakürek Necip Fazıl Benim Gözümde Menderes Ötüken Yayınevi
87. Kıvılcımlı Dr.Hikmet 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi Ant Yayınları, 1970
88. Kıvılcımlı Dr.Hikmet Sosyalist Yazıları Öner Gürcan Kütüphanesi İnternet
89. Kıvılcımlı Dr.Hikmet Türkiye'de Kapitalizmin Gelişimi Tarih ve Devrim Yayınevi 1974
90. Koçaş Sadi Atatürk'ten 12 Mart'a, May Yayınları 1977
91. Koçaş Sadi 12 Mart Anıları May,Yayınları 1978
92. Koray Sarp www.yeniyol.org
93. Kuru Serdar Top Secret Yazılar,Q-Matris Yayınları 2003
94. Magdoff Harry Emperyalizm Çağı Odak Yayınları 1974
95. Manisalı Erol Dünyada ve Türkiye'de Büyük Sermaye Derin Yayınları 2002
96. Mumcu Uğur Bir Pulsuz Dilekçe Tekin Yayınevi 3. Basım 1999 Temmuz
97. Mumcu Uğur Çıkmaz Sokak Tekin Yayınları 10.baskı 1984
98. Mumcu Uğur Büyüklerimiz Tekin Yayınevi 13. Basım Ağustos 1986
99. Mumcu Uğur İnkilap Mektupları Tekin Yayınevi Şubat 1987
100. Mumcu Uğur 40'ların Cadı Kazanı 16. basım Tekin Yayınevi 1995
101. Öymen Altan Bir Dönem Bir Çocuk Doğan Kitap 7. Baskı Aralık 2002
102. Öymen Örsan Bir İhtilal Daha Var Milliyet Yayınları Üçüncü baskı Ekim 1986
103. Özkan Tuncay Mit'in Gizli Tarihi Alfa Basım 2003
104. Özkaya Şükran Adım Adım 27 Mayıs İleri Yayınları 2005
105. Öznur Hakkı Derin Sol Alternatif Yayınları Birinci Cilt Ekim 2004
106. Öztürk Sırrı 12 Mart 197'den Portreler Sorun Yayınları Mayıs 1994
107. Perinçek Doğu Doğru Eylem Nedir ?Aydınlık Yayınları, İstanbul, 1978
108. Samlı Güner İşkence Tan Yayınları 1974
109. Sarp Atilla Tam Demokrat Mavralar Doruk 1996
110. Seyhan Dündar Gölgedeki Adam İstanbul 1966
111. Stiglitz Joseph E. Küreselleşme Plan B İletişim 2.Baskı Kasım 2002
112. Taşyapan Ali Kaypakkaya İle Birlikte Belge Yayınları Ekim 1997
113. Tepedenlioğlu Nizamettin Nazif Ordu ve Politika Bedir Yayınevi 1967
114. Tunçkanat Haydar İkili Anlaşmaların İçyüzü, Tekin yayınevi 3.baskı Ağustos 1975
115. Turan İlhan İsmet İnönü, Konuşma, Demeç, Mesaj ve Söyleşileri 2005
116. Turhan Talat Kontrgerilla Cumhuriyeti Tümzamanlar Yayıncılık 1993
117. Turhan Talat Genç Kemalistler Ordusu İleri Yayınları Eylül 2004
118. Turhan Talat Savunma 1-2 Bomba Davası Talat Turhan Ocak 1986
119. Turhan Talat Çeteleşme akyüz yayıncılık Haziran 1999
120. Turhan Talat 27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Sorun Yayınları Haziran 2001
121. Tuşalp Erbil Bozkurtlar Donkişot Yayınları 2001
122. Türkali Vedat Güven1-2 Gendaş Kültür Kasım 1999
123. Türkeli Güngör Harbiye'den Babıali'ye İleri Yayınları 2004
124. Urgan Mine Bir Dinazorun Anıları, yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1997
125. Ünsal Niyazı Devlet Terörü Ürün Yayınları 1998
126. Velidedeoğlu Hıfzı Veldet 12 Mart Faşizmi Felsefesi, Evrim Yayınlar, İstanbul, 1990
127. Yalçın Soner, Yurdakul Doğan Bay Pipo, Doğan Kitap 1999
128. Yalçın Soner, Yurdakul Doğan Reis Su Yayınevi 2000
129. Yamak Kemal Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler Doğan Kitap 2006
130. Yavi Ersal İhtilalci Subaylar1-2-3 Yazıcı Yayınevi Temmuz 2003 Ekim 2003 Şubat 2005
131. Yazıcı Erdinç Türk İşçi Hareketi Aktif Yayınları İkinci Basım Kasım 1996
132. Yerasimos Stefanos Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, Türkçesi Babür Kuzucu Gözlem Yayınları 2.baskı Kasım 1977
133. Yetkin Çetin , Karşı Devrim 1945-1950 OtopsiAralık 2002
134. Yıldırım Ali Belgelerle FKF/DEV_GENÇ Cilt 1, Yurt Yayınları 1988
135. Yıldırım Ali Belgelerle FKF/DEV_GENÇ Cilt 2, Yurt Yayınları 1990
136. Yıldırım Mustafa Sivil Örümceğin Ağında, Toplumsal Dönüşüm Yayınları 5.basım Şubat 2005
137. Yıldız Ahmet İhtilalin İçinden Alan Yayıncılık Ekim_2001
138. YKY Cumhuriyet Ansiklopedisi YKY Üçüncü Basım Mayıs 2002
139. Yılmaz Abdullah Nihat Şapkasız Teğmen Bilgi Yayınevi Mayıs 2002
140. Zileli Gün Yarılma Ozan Yayıncılık Kasım 2000






Bu Blogda Ara