EMPERYALİST KÜLTÜR SANAYİİ ve W. Disney
VAKVAK AMCA NASIL OKUNMALI?
VAKVAK AMCA NASIL OKUNMALI?
-II-
Eğer burjuvazi şimdi sermayeyi ve tüketim yollarını denetim altında tutuyorsa bu birini sömürdüklerinden veya haksız yere servet topladıklarından değildir.
Disney, çizgi-hikâyeleri boyunca, kapitalist zenginliğin kendi açıkladığı koşullar altında meydana geldiğini belirtiyor. Kapitalistlere karşı yarışında üstünlük sağlayan şey, fikirlerinden başka bir şey değildir.Ve bu fikirler onları korumak için ayaklanacaklardır.
Fikir Makinesi
«Bütün gün hiç bir şey yapmadan oturabileceğin bir iş. Arada bir müzede bir şey olup olmadığına bakmak için bir tur atıverirsin o kadar» Vakvak. «Şans çizgilerimi daima yönetebildiğim için zenginim»
Varyemez Amca
Okur belki bu noktada, Disney dünyasının işsiz ve işçisiz bir dünya olduğu görüşümüze ilk bakışta ters düştüğü kanısı uyandıran Vakvak tipini ileri sürecektir. Herkesin bildiği gibi bu tip, yaşamını iş aramakla ve taşımak zorunda olduğu kahredici yükten acı acı yakınmakla geçiriyor. Neden iş arar Vakvak? Yaz tatiline para bulmak, televizyonunun son taksidini ödemek (anlaşılan bunu 1000 kez yapması gerek, çünkü her serüvende bir «son taksit» öder) ya da (genellikle Disney veya Varyemez'e) bir hediye almak için. Bu arada, Vakvak'ın kendi ihtiyaçlarına ilişkin hiç bir sorunu yoktur.
Kira, elektrik (Faturası, yiyecek veya giyecek konusunda asla bir sorunla karşılaşmaz. Aksine, tek bir doları olmamasına karşın, sürekli bir şeyler satın alır. Ördekler sihirli bir bolluk içinde yüzen bir dünyada yaşarlar, buna karşın kötü adamların, bir fincan kahve için bile metelikleri yoktur. Ama ikinci resimde, ördekler birdenbire yoktan bir roket var etmişlerdir, kötü adamlarsa Varyemez'i soymak için, ondan çalacaklarından daha fazla para harcamışlardır.
Bu müsrif ve lüks toplumda geçim yolları konusunda büyük bir sorun yoktur. Mazide kalmış bir hastalık gibi, açlık, fethedilmiştir. Gençler Miki'ye acıktıklarını söyledikleri zaman Miki şu cevabı verir: «Açlığın ne olduğundan siz çocukların haberi yok! Oturun da anlatayım». Hemen yeğenler onunla alay etmeye başlarlar. «Ne kadar sürer bu açlık meselesi, bu saçmalık ne kadar sürecek». Fakat endişelenecek bir şey yok, çocuklar. Miki'nin anlatmak istediği, açlığın bugün dünyada milyonlarca kişiyi nasıl öldürdüğü ve öteki milyonlarda yarattığı, onarımı olanaksız aklî zararlar değildir. Miki'nin açlık sorunuyla ilgili anlattığı, Gufi ve kendisinin başından geçen, tipik bir Ördek-kent serüveni. Açıkça, Miki için artık açlık gibi sorunlar yoktur. İnsanlar mükemmel bir dünya düşüyle yaşamaktadır.
Bu nedenle gerçekte Vakvak'ın çalışmaya ihtiyacı yoktur, bulabildiği paranın tümünü gereksiz şeyler satın almaya harcaması da bunun kanıtıdır. Böylece, Varyemez Amca onu kandırıp, servetini ona vasiyet edeceğine söz verince, Vakvak'ın aklına ilk gelen şey şudur: «Nihayet, istediğim kadar harcayabileceğim». Ve, hemen, son model bir araba, 8 yataklı bir yat, 15 kanallı ve uzaktan kumandalı renkli bir televizyon ısmarlar. Başka bir serüvende de, «şu hediyeye para bulmak için bir yerlerde geçici bir iş bulmalıyım» veya pahalı bir seyahate çıkmak ister ama «bütün param topu topu yarım dolarak» der.
ihtiyaçlar gibi, iş de gereksizdir. İşler, (gördüğümüz gibi) tüketiciye hizmet, koruma veya ulaşım sağlayan türdendir. Var-yemez'in bile işçisi yoktur, personelinin listesini önüne aldığı zaman onlara «müstahdem» der.
Tüm istihdam, üretimden çok tüketime yol açar. Çalışmaya ihtiyacı olmadığı halde Vakvak sürekli iş aramaktadır. Bu nedenle de yeğlediği işlerin, kolay, bedensel ve ussal hiç bir gayret gerektirmemesi şaşırtıcı değildir. Onun için iş, şansının yüzüne gülmesini (veya bir harita parçasını) beklerken bir vakitgeçirme aracıdır. Kısacası ter dökmeden ücret ister. Ustollk, işler «bol» olduğu için, iş bulmak da kolaydır. «Bu iş bayağı eğlenceliye benziyor» «Hamur işi ahçısı aranıyor, iyi ücret, bedava hamur işleri, kısa çalışma saatleri». «Tam bana göre!». Gerçek dram, Vakvak işe girip onu kaybetmekten ödü patlamaya başladığı zaman ortaya çıkar. Çalışmanın Vakvak için hiç de zorunlu olmadığı göz önüne alınırsa, bu sokakta kalma korkusunun izahı yoktur.
Vakvak da sakar ve dikkatsiz olduğu için, her zaman tekmeyi yer kıçına. «Dünyada sürüyle iş var, ama anlaşılan Vakvak yapabileceği bir iş bulamıyor». «Kovuldun, Vakvak. Üçüncü defadır hamur karıştırıcısının içinde uyuyakalıyorsun!» «Kovuldun Vakvak. Hep saçma sapan işlerle uğraşıyorsun!» «Kovuldun, Vakvak. Berberliği kimden öğrendin sen? Koyun kırpıcısından mı?» Böylece, Vakvak için iş, işi kaybetmeme ve nereye gitse peşini bırakmayan felâketlerden kurtulma saplantısı haline gelir. İşlerin bol olduğu bir dünyada, ehliyetsizliği yüzünden işsiz duruma düşer. Disney'de, tüketimin üretimden fazla oluşu gibi, iş sunumu da talepten fazla olduğu için, iş bulmak büyük bir sorun değildir. Vakvak'ın, Büyük Hain Kurt Koca Haydut ve ötekiler gibi, müzmin bir tembel olduğu gerçeği, işsizliklerinin nedeninin kendi istekleriyle ve yeteneksizlikleri yüzünden olduğunu kanıtlar. Vakvak, okurun gözünde, işsizi temsil eder; kapitalizmin yapısal çelişkileri yüzünden tarihteki gerçek işsizi değil de, çalışanın kişiliğinde yatan Disney tipi işsizi. İşsizliğin sosyo-ekonomik temeli, kişisel psikolojik açıklamalar uğruna bir kenara itilir ve herhangi bir toplumsal olgunun nedenleri ve sonuçlarının kişinin davranışındaki anormalliklerden kaynaklandığı varsayılır. Ekonomik baskının tüketim baskısına dönüştüğü an ve her yerde iş bulunduğu zaman, Vakvak'ın dünyası «gerçek» özgürlüğün; çalışmama özgürlüğünün hüküm sürdüğü bir dünya olur.
Günümüzde sınai girişimciler, «iş özgürlüğü» sloganını körüklüyorlar: herkes işgücünü satmakta, istediğine satmakta ve işine gelmiyorsa işi bırakmakta özgürdür. Bu sahte «iş özgürlüğü» (Disney'in fantezi dünyasında) artık bir efsane olmaktan çıkıp bir gerçek haline gelir ve işsiz olma «özgürlüğü» şekline dönüşür.
Fakat Vakvak'ın tüm iyi niyetine karşın, iş bulma şansı elinden kayıp gidiyor. Daha işyerinden içeri adımını atmadan,
çılgınca bir hengamenin kurbanı oluyor. Bu saçma kargaşalık bunalımları, genellikle kahramanımızın dinlenmesi ve ödüllen-dirilmesiyle sonuçlanır. Bununla birlikte kahramanımız genellikle hesap verme gününün çilelerinden kaçamaz. Çünkü, ilahlar onu sonsuz ıstıraplarından kurtarmak istemezler. Bu da demek oluyor ki, ödüllendirilme ve cezalandırılma Vakvak'a bağlı değildir ve tüm bu faaliyetin sonucu da önceden kestirilemez. Böylece okuyucunun dramatik gerilimi artırılıyor. Vakvak'ın çabalarının kısırlığı ve pasifliği, birikmiş anıları dışında ondaki erdem eksikliğine işaret eder. Kaderinin efendisi olma yönündeki tüm gayretleri sürekli olarak başarısızlığa uğrar. Kader, Vakvak'ı sevilen bir oyuncağı haline getirirken, bir yandan felâketler getiren bir yandan da sevinçler Veren tek dinamik etmen haline gelir. Talih, içinde suyun durmadan çalkalandığı dipsiz bir kova gibidir. Bu kovayı doldurmak Vakvak'ın görevidir. İyiliksever bir kişi gelip de kovanın dibini yerine koymadığı sürece Vakvak başarısızlığa uğrayacak ve sonsuza dek eğilip doğrulup su dökmeye mahkûm olacaktır.
Kentte yer alan bu tip işler, kent dışında, yabancı serüven-lerdeki öteki tür asabi serüvenlere benzer. Evlerinden ayrıldıkları anda ördekkentlilerin başlarına her tür kaza gelir: gemi batmaları, çarpışmalar ve tehlikeli bir sürü engeller ve şanssızlıklar. Ördekkentlileri aradıkları hazineden ayıran, kaderin elindeki bu işkencedir. Emekleri boşa harcanıyormuş gibi görünür, çünkü sonuç, bir şanssızlıklar zincirinden ibarettir. Zaten «emekleri» bunalımlara verilen bir karşılıktır. Kötü talih önce yollarına tehlike ve ıstırap saçar, sonunda da iyi talih onları altınla ödüllendirir. Ancak altını ele geçirmek kolay değildir. Önce serüven biçiminde soyut emek harcanmalıdır. Aynı mantıkla, ilk İspanyol serüven romanlarına «emekler» (*) denirdi. Bu tür romanda, kahramanla servet arasındaki aracı, biriken şanssızlıklardır. Bu süreç gerçekte çalışma değilse de çalışmayı sembolize eder. Aktif bir şekilde yapıcı ve üretici olmaktan çok, pasif bir şekilde tüketilen bir tür zahmettir. Para soyut bir nesne olduğu gibi, Serüven de bir tür soyut emektir. Servet, üretim yerine serüven yoluyla elde edilir. Bu da servetin kökenini gizlemek için başka bir araçtır -sanki daha fazlası gerekliymiş gibi- Fakat serüvenin temeli, ahlâkî sonuçlarla yüklüdür. Kendi tarafından değil de kader tarafından yönetilen kahraman, böylelikle kaderin çizdiği yola uymanın gerekliliğini öğrenir.
Yine böylece, kötü talihin oyunlarını kabul ederek, kaderi borçlandırıp sonunda ondan birkaç dolar koparır. Dünyanın şeytani işleyişi -tehdit eden sadizmi, çılgın ve tehlikeli iniş çıkışları, sıkıntıları, bozuklukları- inkâr edilemez, çünkü her şey ilahi takdire bir karşılıktır. Her an çökmeyle karşı karşıya olan bir dehşet evreni söz konusu olduğundan bu durumda hayatta kalmak için bir teslimiyetçilik felsefesi gereklidir. Bu evrende insanoğlu hiç bir şeyi hak etmemektedir ve eline bir şey geçmesi, acizliğine ve iktidarsızlığını kabullenmesine bağlıdır.
Tüm maskelere karşın, Vakvak çağdaş işçinin gerçek temsilcisi olarak gösterilir. Fakat çağdaş işçi için gerekli olan ücret Vakvak için gereksizdir. Gerçek hayattaki işçinin umutsuzca aradığı şeyi Vakvak hiç bir sorunla karşılaşmadan bulur. İşçi, yaşamın maddî koşulları ve uğradığı sömürülerin ıstırabını çe: kerken, Vakvak yalnızca, çalışma hayalinin pasif ve soyut ağırlığını taşır.
(") Örneğin Cervantes, Trabajos de Persilles y Segismunda.
Vakvak, bir üstyapı dünyasında yaşar ve altyapı onun gelişim aşamaları bu üst yapıya tam bir benzerlik gösterirler. Gerçek hayatın somut temelinde yaşıyor izlenimini verir, ama havada yüzen bir taklitçiden başka bir şey değildir. Serüven, bataklıklar dünyasında, kendilerini yukarı doğru emen bir bulut olduğuna inanılan bir iş gibidir. Kritik bir gün olan maaş günü gelince, büyük bir esrar perdesi ortaya çıkar. Gerçek dünyanın işçileri kandırılmışlar ve ürettiklerinin yalnız ufak bir parçasını temsil eden parayı evlerine götürmektedirler; geri kalanına patron el koyar. Öte taraftan Vakvak'a, işe yaramazlığı gösterildikten sonra bile fazla ücret ödenir. Disney'de, servete katkısı olmayan işçinin pay talep etmeye hakkı yoktur. Bu «asalağa» verilecek herhangi bir şey fazladan lütuftur, minnettar kalıp başka da bir şey istememelidir. Yalnız ilahi takdir hayatta kalma lüt-funu, onu hak etmemiş birine verebilir. Eğer her şey ilahi takdire bırakılıp çalışma koşullarını yöneten ölçütler yoksa, kişi nasıl grev yapabilir, ücretinin artırılmasını nasıl isteyebilir?
Vakvak tüm işçilerin sahte bir temsilcisidir. Dolayısıyla maddî dünyanın yapımına katkıları, Vakvak kadar az olduğu için işçilerin de onun kadar itaatkâr olmaları gereklidir. Ördekkent bir düş değil Marx'ın sözünü ettiği fantasmagoria'dır. (*) Vakvak'ın «çalışması» patronların emek efsanesindeki çelişkilerini perdelemek ve işgücünün kendi değeri ile, yarattığı değer arasındaki farkı (yani artık-değeri) gizlemek üzere ayarlanmıştır. Üretime yönelik emek diye bir şey yoktur. Istırap ve ödülün hayalî, fan-tasmagorik işleyişinde, Vakvak tahakküm edileni (anlaşılamayan) temsil eder, aynı zamanda da çelişkili bir şekilde, tahakküm eden (şaşırtan) yaşamı sürdürür.
Disney çağdaş toplumsal çatışmaları serüven şekline sokup fantezileştirir. Ancak, bu ıstırapları masumca açıklarken bile, her şeyin daha iyi bir gelecek için olduğunu ima edip acıları dengelemiş olur. Her şey ödüllendirilecek ve insanoğlunun durumunu ilerleterek dinlenme ve boş zaman cennetini geliştirecektir. Çocukluğun düşler ülkesini Disney öyle planlıyor ki, gerçek yaşamın öğelerini ve çağdaş insanın ıstıraplarını kendine mal etmiş oluyor ama bu arada da bunları reddedebilme, çelişkilerini açığa vurabilme ve yenebilme gücünü insanların ellerinden almış oluyor.
(•) Gerçekle hiç bir ilgisi olmayan, göz boyayan, olağanüstü, hayalî anlamında (ç.n.).
Ördekkent'te masumane ıstırap şeklini alan çalışma, her zaman onun karşıtı olan dinlenme amacı açısından tanımlanıyor. Tipik bir örnek: kahramanların içine gömüldükleri can sıkıntısı ve sessizlik durumunu vurgulayarak başlayan bir serüvende yeğenler esniyorlar: «Can sıkıntısından öleceğiz... televizyon bile sıkıyor artık».
Bu durum olağan karşılanır, «zıplayan bir top kadar basit bir şey, nasıl oluyor da arkadaşlarımızı Aztek Ülkesi'nde hazine aramaya götürüyor?» «Kişinin parası üzerine uzanarak, saatin yumuşak tik-taklarını dinlemesi kadar dinlendirici bir şey var mı? İnsan kendini öyle emniyette hissediyor ki». «Basit bir aile toplantısının böyle sonuçlanacağı kimin aklına gelirdi?» diye soruyor kendine Vakvak, «her şeyin bir sabah, gayet masumane başladığı» bir serüvenden sonra. «Genellikle çok sakin bir kasaba olan Ördekkent'te şafak vaktidir». «Her zaman yatakta, divanda, bahçede veya bir hamakta dinlenilir». «Miki, Sihirli Ormanda Yedi Cücelerin konuğu olarak, fazlasıyla hak ettiği bir tatil geçiriyor». Bu cümlelerin tekrarı ve dinlendirici havası, Ördekkent'deki yaşamın özelliğini belirtiyor. Kahramanımızın yaşantısı, sürdürdüğü yaşamın özelliklerinden biri (örneğin zıplayan bir top) tarafından kesiliyor ve dinlenme olan, alışılmış günlük yaşantısını bırakıp serüven, ıstırap ve altına sürükleniyor. Okurlar, çizgi hikâyeyi okurken, zaten dinlenmekte oldukları için, kendilerini kahramanımızla özdeşleştirmeye itiyorlar ve yarışın sınırlı heyecanı içinde bu tuzağa kolayca yakalanıyorlar.
Serüven genellikle, bu denli soyut emekten sonra hak edilen bir dinlenme için bir tatil ödülüyle sona erer. Aslında ilk ve son resimlerde, dengeli güçlerin simetrisi ve hareketsizliği kolaylıkla fark edilebilir. Serüvenden önce ve sonra okuyucuyu rahat ettirmek için resim yoluyla rönesans klasisizmi kullanılır. Öte taraftan, serüven süresinceyse, karakterler sürekli hareket halindedirler. Kural olarak acele içinde sağa sola koşuşturarak, okuyucunun gözünü, kahramanın havada uçuşan bacaklarını takibe zorunlu kılarlar. Sükûnet sağlanıp çember tamamlanana dek. ileri uzatılan parmaklar yön gösterir. «Oh! Serüvenimiz tropiklerde bir tatille sona eriyor» Varyemez için çalıştıktan sonra, Vakvak, amcası tarafından «Atlantic City'de gerçek bir tatille» ödüllendiriliyor. «Ha! Ha! Uzun zamandır yazı Acapulco'da geçirmeyi düşlüyordum. Kaza sigortam sayesinde, bu harikulade yere nihayet gidebileceğim.» Bu serüven ıstırap çekmenin iyi talih getireceğini kanıtlar bize: «Yaşasın! Yaşasın! Bacağımı kırdım». Amcasının mal ve mülkünü bir aylığına ödünç alınca Vakvak, «önce, artık çalışmayacağım. Tüm dertlerimi unutup kendimi dinlenmeye vereceğim» diye bir karara varır. Neydi o dertler? «Bu hayat pahalılığında ayın sonunu getirmenin ne denli güç olduğunu tahmin edemezsiniz. Tam bir kâbustur!» Büyük sorun nedir? «İnsanın ertesi gün TV taksidini ödemesi gerektiğini ve buna karşılık tek kuruşu olmadığını bildiğinden doğru dürüst uyuyamaması» tabii ki.
Çalışma ve aylaklık arasındaki açık karşıtlık, ikincisi lehine öne sürülen bir bahaneden başka bir şey değildir. Aylaklık, çalışma ülkesini ele geçirip kendi kurallarını kabul ettirir.
En aşırı örneği alalım: Büyük Hain Kurt ve bitmez tükenmez üç küçük domuzcuğun avı. Onları yemek ister gibi gözüküyor. Ancak gerçek güdü açlık değildir; asıl ihtiyacı, hayatını çalışmayı taklit eden bazı uğraşlarla süsleme isteğidir. Domuzcukları kovala, bir numarayla kaçmalarına göz yum ki tekrar dönsünler vb... Tüketerek tüketim serüvenini tüketen tüketici toplum gibi. Nesneyi yok etmek için onu yakala ki, yerine aynı nesne başka bir kılıkta geçsin. Bu durum bir başka hikâyede şöyle özetleniyor. Akıllı Domuz, Büyük Hain Kurt'u onları bırakması için ikna ediyor. «Bizi eline geçirdiğine göre, şimdi neyle eğleneceksin? Boş boş oturup vaktinden önce yaşlanmaktan başka işin kalmadı». Onları yerse, karakter olarak ona verilen tanımı aşmış olur ki bunun gerisinde de yok olmak yatmaktadır. Doğasının değişmez öğeleri tehdit edildiği zaman, bu karakter, kendi kendini ıslah edici nitelik alır. Domuz kıtlığının veya kovalanacak başka bir şeyin ortaya çıkmasını ne ister ne de bunu yapabilir. Çalışma tarzına uygun olarak da «boş zamanla» beslendiği için boyun eğer: «Bu dediğin doğru ve kovalama hepsinden daha zevkli». Akıllı Domuz, Büyük Hain Kurt'u Madison Avenue (*) tipi ikna kabiliyetiyle kandırmıştır: «ÇALIŞMAYI SÜRDÜREBİLMEK İÇİN SATIN AL; GELECEĞİNİ GÜVENLİK ALTINA ALMAK İÇİN SATIN AL; YARIN BAŞKASINI İŞSİZ BIRAKMAMAK İÇİN SATIN AL; BU KİŞİ SEN OLABİLİRSİN» (**) kurgusal başlamanoktası, daha sonra yapaylaşan ve unutulan ihtiyaçtır. Kurt için domuzcuklar çantada kekliktir. «Üretimi» (gereksiz olanı) sürdürmek için istek tahrik edilmelidir.
(*) Madison Avenue New York'ta belli başlı reklam ajanslarının bulunduğu
caddedir (ç.n.). (") Vance Packard, The Hidden Pessuaders, New York, 1957.
General Motors'un buna yönelik bir çeşitlemesi için şu ilânına bakın :
Gerekliliği bu biçimde ifade edilen çalışma, tarihe «tekrarlanan anormallik» olarak geçer. Çalışmaya ender ve garip bir olay gözüyle bakılır ve böylece gerçek anlamını yitirir.
Üretim süreci içinde, her zaman tanımlama için seçilen aşama, emek bağlarını gevşetecek olanıdır. Günlük çalışma, sınırsız bir fantezi, bir kaza ve bir karışıklığa dönüştürülür. Bugünkü cebri karakterine rağmen emek insanları sefaletten uzaklaştıran bir nitelik alır ve günlük ezici, sıkıcı görünümünü yitirir. Vakvak, Gufi Miki ve sincaplar için, garip ve ender olanlar alışılagelmiş şeylerdir. Örneğin bir hikâyede berber olarak çalışan Vakvak işinde birden bir sanatçı-bilim adamı olur. «Epicromal aponevrosis'e 17 santim splenius capitis'e 23 santim, proboscis noktasına 17 santim». «Alışılagelmiş» özel olarak «icadedilmis aletlerle» harikalar yaratan bir olay haline getirilir..
OTOMOBİLLER, İŞ SAHALARI VE İLERLEME
Ekonomik ilerleme bir tekerlek gibidir. Hızı azalınca titremeye başlar, bütünüyle durunca da alçalır ve puf.
Ekonomiyi hareket halinde tutmak için istediklerini ve ihtiyaç duyduklarını satın almakta tereddüt etmemelidir Amerikalılar. Talep üretim demektir: daha fazla üretim ise daha fazla iş sahası, güçlü iş hayatı ve kasabalarımız, kentlerimiz, devlet ve ulusumuz için daha fazla kazanç demektir. Refah artar ve bundan herkes kârlı çıkar.
Otomobil. Amerikan ekonomisinin temelidir. Millî gelirin altıda birini oluşturur; on üç milyon kişiye —her altı kişiden birine— iş sahası sağlar ve çelik işletmelerinden köşe başlarındaki servis istasyonlarına kadar 800.000 işyeri otomobil üretimine dayanır.
İşte şimdi, yeni bir otomobil almanın tam zamanıdır, kullanılmış araba fiyatları böylesine yüksekken. 1975 model otomobillerimiz daha az masraflıdır ve daha az bakım gerektirmektedir. Yeni bir otomobil almak —bundan iyi bir alış veriş olamaz-- ve satın almak ilerlemenin tekerleklerini döndüren de bu zaten.
R.C. Gerstenberg GENERAL MOTORS CORPORATION Genel Müdürü :
General Motors
Bugün Chevrolet. Pontiac. Oldsmobil. Buick ya da Cadil-lac satıcılarına uğrayınız.
Bu çalışma kavramı, günlük yaşamı ve bu yaşam içinde ayakta kalabilmek için gerekli olan sıkı çalışmayı değişmez bîr gösteri haline sokmak için kullanılan bir stratejidir. Disney karakterleri Ördekkent'in olağan zaman ve uzay sınırları dışında kalan hayalî serüvenler yaşadıkları gibi, ikide bir normal çevrelerini terk etmeleri veya en masum işlerde en saçma olayları yaşamaları gibi çocukların da yaşantılarının somut gerçeklerin üstüne çıkmaları ve bu derginin «sihir» ve «serüven» lerine teslim olmaları ima edilir. Çocuğun dünyasının, günlük yaşamla sihirli yaşam olarak ikiye bölünmesi bu çizgi-hikâyelerde başlar. Ve bu hikâyeler çocuklara, etkilenmeye en yatkın oldukları yaştan itibaren çalışmayı aylaklıktan, yavan günlük gerçekleri düşlerinden kopuk olarak algılamalarını öğretmede ilk adımdır. Demek ki çocukların günlük dünyası, hayalî yanı olmayan günlük işlerle doludur, oysa çizgi-hikâye dünyası fantezilerle dolu bir aylaklık dünyasıdır. Çocuklar böylece madde ve ruh arasında bölünerek çevrelerindeki gerçek dünyaya sırt çevirmeye teşvik edilirler. Çocuklar doğaları itibariyle en yakın çevrelerini reddetme eğiliminde oldukları bilindiği halde bu tür çizgi-hikâyelerin, çocukların «taşkın hayal güçlerini» beslediği için savunulmaları, aslında çocukların kafalarına çağdaş toplumun yarattığı kaçış özlemlerini sokmaktan başka bir şey değildir. Kendi bunaltıcı, çıkmaz dünyasında o denli hapsolmuş bir toplum ki, durmadan ahlâksızca «masum» ütopyalar düşlemeye zorlanıyor. Yetişkinin kaçış düşleri, çocuğu, bir bütün halindeki çocukluk yaşantısını terk etmeye zorluyor. Daha sonra yetişkinler çocukluğun bu «doğal» düş özelliğini kendi gündelik çalışma ürküntülerini ve yabancılaşmalarını azaltmak için kullanacaklardır.
Bu «her şeyi istediğin gibi görme» dünyası, kapitalist toplumda geliştiği biçimiyle, eğlence kavramı üzerine kuruludur. Fantastik, çok renkli, çok hareketli ve çok boyutlu serüvenler haline dönüşen Vakvak'ın aylak yaşayışı, kitle kültürünün ruhî gıdasıyla rahatlayıveren 20. yüzyıl tüketicisinin can sıkıcı yaşayış şekliyle özdeştir. Miki büyülerle ve serüvenlerle eğlenir. Okur ise Miki'nin eğlenmesiyle...
Disney dünyası, hiç bir değişikliğe uğramadan onarılabilir, hatta toptan yok olabilir ama değişmez. Çocuk hikâyelerinin gerisinde insanoğlunun içinde bulunduğu toplumsal korku ve çelişkiden yalnızca eğlence yoluyla kurtulabileceği ilkesi üzerine
kurulu olan çağdaş kitle kültürü yatmaktadır. Burjuva/l, top lumsal sorunları teknolojik sorunların önemsiz uzantıları olarak gördüğü için insanların yabancılaşmaları sorununu da kitle kültürü sanayiini geliştirmekle çözeceğine inanıyor. Bu kültürel teknoloji, kitle haberleşmesi ve ürünlerinden, piyangoya hatta bir seyahat turuna kadar uzanır.
Kapitalist kitle kültürünün algıladığı biçimiyle eğlence, her şeyi uzlaştırmaya çalışır: çalışmayla aylaklığı ruhla maddeyi toplumsalla toplum dışını kentle kırı ve tabii aradaki ilişkiler sonucu ortaya çıkan çelişkileri de örtbas etmeye çalışır. Bu arada gerçek dünyanın tüm çekişmeleri, burjuva toplumunun gerilim merkezleri, eğlence dünyası tarafından yutulması ve ona katılması amacıyla hayal gücünde arıtılır.
Disney için sadece bir yalancı olduğunu söylemek yeterli değildir. Yalanlarını sergilemek son derece kolaydır. Tüm kitle haberleşmesinde olduğu gibi Disney'de de en karmaşık olanı, beyin yıkama işlemini ortaya çıkarmaktır ve tabii ki yapılması gereken de budur. Disney'in toplumsal sınıfı, dünyayı sadece kendi ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yoğurmuştur. Burjuvahayal gücü bu gerçeği görmemezlikten gelmez; aksine onu kapıp, masumiyet cilası sürerek tüketiciye geri verir. Bunu, kendi basit deneyinin sihirli ve harikulade bir örneği olarak yorumladığı andan itibaren de okur, kendi çelişkilerini, aklanmış bir şekilde tüketir. Bu da, onun bu çekişmeleri bir çocuk masumiyeti ve acizliği içinde yaşamasını ve görmesini sağlar. Bugünün sorunlarını çözümlemeden, hatta hiç anlamadan geleceğe girer.
Burjuvazi hayali cennetleri somutlamaya değil soyutlamak yoluyla ihtiyaç ve sorunlara katılmaya davet eder. Buradan kişilerin geleceğe ilişkin düşlerinin önlenmesi gerektiği anlamı çıkarılmasın. Aksine insanların daha iyi bir gelecek elde etme ihtiyaçları, kuşkusuz özgürlük savaşındaki ana dürtüdür. Fakat Disney bu dürtüyü kendine uydurmuş ve gerçekten koparılmış simgelerle sulandırmıştır. Bu Koka-Kola neslinin eğlence dünyasıdır: vızıltı ve kabarcıklardan başka hiç bir şeyi yok...
Çelişkileri uzlaştırarak ortadan kaldırma anlayışı, Disney çizgi-hikâyelerinde doruğuna ulaşır. Ve bunun en büyük örneğini özellikle bir karakterde görürüz: Gladstone Gander'de. (Talihli Gladston). «Kumsaldaki en güzel deniz kabuğunu bulmaya karar verdiğim zaman, aramama bile gerek kalmaz. Şansım o kadar açıktır ki» «Etrafta dolaşır durur ama hiç bir zaman tuzağa düşmez. Her zaman olduğu gibi şanslıdır». Gladstone istediği her şeyi -maddi olduğu sürece- çalışmadan, sıkıntı çekmeden, ve demek ki, hak etmeden elde eder. Her yarışmayı (yarışmalar Ördekkent'deki tüm faaliyetin dinamosudur) önceden, sihirli bir dinlenme halinde kazanır. Serüven ve sıkıntı değirmeninde öğütülmeyen tek tip odur. «Başına asla kötü bir şey gelmez». Vak-vak bunun tersine hiç olmazsa çalışıyor gibi göründüğü için gerçek hem de ödüle layık gözükür. Talihli Gladston tüm tutucu ahlâk ilkeleriyle alay eder. Zaman ve uzay onun lehine işbirliği halindedir şans onu şımartır. Zenginlik ona saf bir doğa gücü gibi akar. özgürlüğü ihtiyaç düşleriyle gizlememiştir. O, acı çekmeyen bir Vakvak'tır. Kişi onun bulunduğu yere gelmek isteyebilir fakat izleyemez, çünkü onu izleyecek yol yoktur. Okur Glads-ton'u hem reddeder hem de onun tarafından büyülenir ve (Vak-vak'da olduğu gibi) aylaklık hakkını sağlayan çalışmanın gerekliliğine saygı duymayı ve çalışmaktan kaçınan ama her şeye sahip olup yine de minnettar bile olmayan bir "hipi"yi hakir görmeyi öğrenir.
Peki ama Disney'in tanrıları deha, zekâ ve parlak fikirle karşılaşınca ne oluyor? «İyi şans iyi bir beyinden daha fazla İşe yarar» der Gladston Mucid'in fark etmediği bir banknotu alırken. «Sadece bir rastlantı. Ben hâlâ inanıyorum ki, zekâ şanstan daha önemlidir» diye yanıtlar Mucid. Yorucu bir çekişme sonucunda zekâ tarafı biraz avantajlı olarak, berabere kalırlar.
Bu tükenmeyen şansa sahip olmayan tüm karakterler bunu sabır, ıstırap veya zekâyla elde etmeye çalışırlar. Daha önce küçüklerin başarıya ulaşmaya hazır nasıl birer zekâ modeli olduklarını görmüştük. Zekâları geniş ve isyanı hemen fark edici ve bastırıcıdır. Ast olmalarına rağmen kandırma ve yetişkin yerine geçme oyunu oynayan erdemli yavrukurtlardır. Ve bu yavrukurt büyüyüp de ona hükmeden kimse kalmayınca altın ara-yıcılığına katılmayan ve kendi için altın bulmayı istemeyen Miki Fare olup çıkar. Miki başkalarının sorunlarına yardımcı olan ve başkalarının ödül almasına yardım eden tek karakterdir. Arada bir birkaç dolar kaldırıyorsa da, eh, etrafta bu kadar çok para varken kimse onu suçlayamaz. Miki'de zekâ bir esrarı çözmeye ve isteyerek çalan kötü adamların bozduğu dünyaya saflığı geri getirmeye hizmet eder. Gerçek yaşamdaki çocuk da aklı ve vücuduyla ayrı ayrı keşfedeceği garip bir dünyayla karşı karşıyadır. Miki'nin dünyaya yaklaşım tarzı, başkalarının yarattığı bilmeceleri çözen ve anahtarlarını bulan dedektifinkine benzer. Ve sonuç her zaman aynıdır: dünyadaki huzursuzluk ahlâkî bozukluklardan doğar. Haydutlar hapsedilip huzur sağlanınca mutluluk (ve tatil) yeniden hüküm sürmeye boşlar. Miki gayri resmi bir uzlaştırmacıdır ve kendi erdeminin farkında olma dışında hiçbir ödül almaz. Bencillik ve rekabet ülkesinin ötesinde, o, elinde iyilikleri ve lütufları bulunan yasa, adalet ve barıştır. Fedakârlığı, huzurun koruyucusu, kamu ve toplum hizmeti görevlisi olarak makamına prestij getirir ve güya tüm bu saydıklarımız ticari dünyanın kaçınılmaz kusurları tarafından lekelenmemişler-dir. Miki'nin getirdiği bu prestij kurtarır onları. İnsan Miki'ye «nefret uyandıran partizan»ların dışında ve üstünde yer alan «tarafsız» yargıç veya polise güvendiği gibi güvenebilir.
Ördekkent'deki üstün güç her zaman dehadır. Güçlü seçkin sınıf güya, kişisel kâr gözetmeyen kamu görevlileriyle zekâsını para kapmaya kullanan ekonomik tabakaya bölünür. Radikal eleştirinin su götürmez hedefi olan bu sonuncu tabakanın baş temsilcisi Varyemez Amca'dır.
Açıkça görülen rolüyle kolay bir hedeftir Varyemez. Bu incelememizde sözünü ettiğimiz tüm noktalardan okuru uzaklaştıracak olan akıl çelici bir yemdir. Tahakkümün gerçek mekanizmasının sapasağlam kalabilmesi için kurulmuştur. Varyemez'e hücum etmek, kapıcıyı yere yıkmak demektir. Disney şatosunun geride kalan sakinleriyle karşılaşmayı önleyecek bir simge, ama ikincil bir simgedir o. Bu cafcaflı bir şekilde dramatize edilen ihtiraslı karakter okuyucunun dikkatini çekecek ve yalnız Varyemez'e güvensizlik duymasını saylayacak şekilde tasarlanmıştır. Bu nedenle biz yola cimrilik, altın banyosu ve «Dollar» gemisinden çıkmayacağız, çorba sırasında bekleyen ve yeğeninin omuzu üzerinden onun gazetesini bedava okumaya çalışan milyoner dilenciyle de başlamayacağız. Karakterinin gülünç öğeleri ve saçma sapan kurnazlığı ikinci yemi teşkil ediyorlar. Çünkü Varyemez'in temel karakteristiği yalnızlığıdır. Yeğenleri ve küçük yeğenleriyle olan despotça ilişkisi dışında kimsesi yoktur. Polis çağırdığı zaman bile sorunlarını kendisi çözmek zorundadır. Varyemez Amcanın parası kudret satın alamıyor! Her yerde altını olmasına rağmen bir şeyi yapma veya yapamama gücüne sahip değildir, işe gidemez ve insanları, orduları, ulusları harekete geçiremez. Sadece çılgınca para avında yardımcı olabilecek, tektük alet satın alabilir. Üretici güçler elde edebilme gücünden yoksun bırakılınca para ne kendini koruyabilir ne de herhangi bir sorunu çözebilir. Bu nedenle Varyemez Amca mutsuzdur ve kolaylıkla incinebilir. Bu nedenle kimse ona benzemek istemez, (çeşitli serüvenlerde Vakvak bu fırsattan vebadan kaçar gibi kaçar). Varyemez parasını kaybetme korkusu içindedir ve parasını kendisini korumak
İçin kullanamaz. Her olayla kendi ilgilenmek zorundadır. İşveren yalnızlığını çeker, ama patron olmanın sağladığı nimetlerden yararlanamaz. İncinebilir oluşunu yeğenleri onun diktatörlüğünden bıktıkları zaman onlara şantaj yapabilmek için geliştirir; «Allah kahretsin» der Vakvak «Varyemez Amca gibi yaşlı ve zayıf bir ördeği o feci dağlarda bırakamayız.» İncinebilirliği bir merhamet havası yaratır. İlkel silâhlar (örneğin eski bir alaybozan tüfeği) arkasında korunarak savunmaya çalışır. Servetinin şan ve şöhretinden hiç yararlanamaz aksine ıstırap çekmeye devam eder. (Bu nedenle de ıstırabı hak eder). Sürekli ıstırabı, parasının ahlâkî yasallığına onu inandıran tek şeydir, altınlarını endişeleriyle ödüyor ve yatırım yapmadığı için de aciz oluyor. Ancak Varyemez'i soymak yalnızca hırsızlık değildir bir cinayettir de. Soylu vahşilere geçim araçları ne ise. Varyemez'in yaşam sürecinde de altın aynı şeydir; en gerekli nesnedir. Hiç bir şey harcamayan Varyemez için altın nefes almak kadar vazgeçilmezdir. Bu dünyadaki tek heyecanlı yaratık odur. çünkü hayatını korumaktadır. Okuyucunun Varyemez'e büyük sempatisi vardır. Ötekiler parayı temel ihtiyaçlara harcamak için isterler. Varyemez ise onu kendisi için sever ve böylece onu elde etme işlemi duygusal bir hat alır. Hırsızlar bu doğal ve içler acısı bağı koparıp onu ihtiyar yaşında elinde kalan tek şeyden, parasından yoksun bırakmak isterler. Okurun hayırsever dikkatini isteyen sakat, hastalıklı, yaralı bir hayvandır Varyemez. Dahası Varyemez yoksul bir adamdır. Görünüşünün aksine ne parası ne olanakları ne de mülkü vardır. Hiç harcamaz, yalnızca ona istifçiliğinde yardım edecek ve koruyacak aile bağlarına güvenir. İyi talih onu değiştirmemiştir, her serüvende parasını eskiden nasıl kazandığını belirtir. Zaten halen de aynı şekilde kazanmaktadır. Hikâye bitmez tükenmez bir şekilde tekrarlanır. Cimriliği onu dünyanın geri kalan kısmıyla aynı seviyeye indirmeye yarar, daha önce topladığı serveti harcamaktan yoksun olarak başlar yarışa. Yenilmez olmadığı halde genellikle kazanır fakat ikinci seferde hiç bir şey değişmemiştir. Muazzam para yığınına daha fazla eklemek ve elinde olanı korumak için sürekli olarak yeni çabalar harcamalıdır. Eğer kazanmışsa bu onun ötekilerden daha iyi olduğu içindir. Serveti ona hiç bir imtiyaz sağlamaz çünkü bu serveti hiç bir zaman kullanamaz. Altını, zararsız ve işlevsiz bir yığın halinde bir köşede bekler, sanki hiç yokmuş gibi. Varyemez son kuruşunu ilk kuruşu gibi elde eder, gerçekten de ilk kuruşudur Statüsünü ve dünyadaki yerini değiştirmek isteyenin tam tersidir. Varye-mez'in her serüveni onu yoksulluktan zenginliğe, gecekondudan malikaneye getiren iş hayatını kapsar. Sabırlı dayanıklılığına, kendine güvenine, yalnız dehasına -kurnazlık, zekâ, beyin dalgaları- ve yeğenlerine borçlu olduğu bir meslektir bu.
İşte kapitalist sistemin toplumsal hareketliliğinin temel efsanesi. Kendini yaratan adam. Eşit fırsat. Mutlak demokrasi. Her çocuğun sıfırdan başlayıp hak ettiğini elde etmesi. Vakvak başarı merdiveninde hep bir sonraki basamağı kaçırıyor. Herkes rekabet ve çalışma (ıstırap, macera ve tek aktif yön olarak da deha) sayesinde aynı dikey yükselme sırasında doğmaktadır. Para yönünden Varyemez'in okuyucuya üstünlüğü yoktur. Çünkü, para hiç bir işe yaramamakla kalmaz üstelik kör veya sakat bir çocuk gibi insanın başına da dert olur.
Para bir teşvik aracı, bir amaçtır ama, elde edildiği andan itibaren gelecek serüveni belirlemez. Demek ki, gerçekte bu çizgi hikâyelerde tarih yoktur, çünkü bir serüvenden kalan altın bir sonraki serüvende kullanılmaz. Kullanılabilseydi, geçmişin bugün üzerinde etkisi olduğunu ifade eder ve Varyemez'in servetinin artık değerin birikimi olduğu ortaya çıkardı. Bu koşullarda, okuyucu birinci serüvenden sonra ona hic bir sempati duymaz. Üstelik hepsi de ilk ve son serüvendir. Herhangi bir sıra izlenmeksizin okunabilir; «zaman»la bağları yoktur: 1950'de yazılan bir öykü, 1970 yılında (*) kolaylıkla yayınlanabilir.
Böylece kendini gülünçleştiren Varyemez'in cimriliği onu yoksul göstermek için bir araçtır. Onu durmadan başlangıç noktasına getirir ki, sonsuza dek değerini ilân edip kanıtlayabilsin. Üstelik cimriliği, olumlu bir niteliğin -burjuva girişimcinin iyi tanınan sıfatı olan tutumluluk- yarım olarak tezahüründen başka bir şey değildir. Başarıya ulaştıran önceden çizilmiş yolun bir belirtisi olan tutumluluk, burjuvazinin, yeniden yatırım yaparken para sarfetmemesine yarayan ahlâkî bir araçtır. Hiç para sarfet-memekle ve kendini şatafatlı tüketimle İekelememekle burjuvazi bu orucun kendisine başkalarının emeğine el koyma hakkını verdiği kanısındadır. Zaten tek amacı yeniden yatırım yapmaktır.
(•) Halen yapılmakta olduğu gibi, savaş sonrası çizgi - hikâyeleri yeniden basılmaktadır.
Varyemez bu ahlâkî tutumu görür ama yönelik olduğu yatırımı ve bu yatırıma eşlik eden kudreti göremez.
Üstünlüğünü sağlayan başka bir niteliği ise, her zaman in-siyatifi ele almasıdır. O bir fikir makinesidir ve her fikir de, doğrudan, servet üretir. Kafa işi ile kol işi arasındaki ayırımın doruk noktasını temsil eder. Ağır bir işçi gibi ıstırap çeker ve bir kafa işçisi gibi yaratır. Fakat parasını, (kapitalistin dediği gibi, kölelik durumundan kurtulmak için para biriktirmesi gereken) işçinin yaptığı iddia edildiği gibi çarçur etmez ama kapitalist gibi de yatırım yapmaz. Düzenin çelişkilerini uzlaştırmaya gayret eder - ve başaramaz.
Varyemez Amca en aşağıdan başlayıp kendi kendini yükselttiğini iddia eden yalnızca tekil iş adamı değildir. Bir sınıf olarak burjuvazi de, kapitalist sistemin aynı görüşteki ufak bir grup insanlar tarafından kurulduğu efsanesini yayar. Varyemez'in acınacak, duygusal yalnızlığı ait olduğu sınıfı maskelemek için kullanılan bir perdedir. Milyonerler kendilerini rastgele, bir ortak çıkarları olmayan karışık ve başkalarının mülküne saygısı olduğu sürece yalnızca «doğal» yasaya boyun eğen ve aralarında hiç bir dayanışma kavramı olmayan bir tabaka olarak gösterirler. İşte Varyemez'in hikâyesi, onun bir sınıfın üstelik toplumsal varlığın denetimini eline geçirmiş bir sınıfın üyesi olduğu gerçeğini tahrif eder.
Varyemez'in kendi yaşantısı, yaşamı süresince her faaliyeti, bir sınıfın, kendi toplumsal sınıfının tarihsel yaşantısını üretir.
Ölü Heykeller Çağı
«Tarih mi? O da ne demek? Bu hususta hiç bir fikrim yok.»
Vakvak
«İşte gerçek demokrasi budur. Bir milyarder ve bir dilenci aynı çember içinde dönüyorlar.»
Vakvak ve Varyemez aynı girdapa yakalandıkları sırada.
Vakvak ve Varyemez aynı girdapa yakalandıkları sırada.
Antonio Machado şöyle yazar: Eğer yürümekte olduğun yerde yol yoksa, yürüdükçe kendi yolunu kendin yaparsın. Bunun, Disneyvari yorumu şöyledir: Yürüdüğün yerde yoldan başka bir şey yoksa, olduğun yerde kal. Fakat büyük sihirbaz için, dünya, hayvan şeklindeki robotların çiğnediği, hazır yollar çölüdür.
Bu nasıl oluyor? Bu çizgi hikâyeler sürekli delicesine fo-kurdayıp hep kaynama noktasında değiller midir? O şirin canlılık, o hayat ışığı, o saçma sempatiler, o hareketlerin elektirikli enerjisi, tüm bunlar, Disney'in ruhu değil midir?
Doğru, bu ritm hiç bozulmaz. Şekiller sürekli olarak yer değiştirir. Karakterlerin soluk kesen hareketleri renklerde bile yansıtılmaktadır. Örneğin, bir hikâyede aynı mutfak resimler ilerledikçe maviden yeşile, sonra sarıdan kırmızıya dönüşür. Hatta, yeğenlerin yatak odası, daha göz kamaştırıcı renklerde resim-lenmiştir: açık mavi, sarı, pembe, menekşe, kırmızı ve mavi. Aynı şekilde, bir başka hikâyede polis şefinin odası birbiri arkasına açık mavi, yeşil, sarı, pembe ve kırmızı renklere bürünür. Bu renkli yüzeylerin ani olarak bir renkten ötekine geçişi yeğenlerin başlıklarında doruk noktasına ulaşır. Parmaklığın üzerinden atlayan yeğenin başında açık mavi bir başlık vardır; parmaklığın öbür tarafına geçtiği zaman bu başlık kırmızıya dönüşür ve nihayet yakalandığı zaman başlık yeşil olmuştur. Sanki onun kurtarılma ihtiyacının içler acısı bir hatırlayıcısı olarak, öykünün bitimine kadar hep böyle kalır, ta ki üç yeğen birleşirler ve renk değişimi yeni baştan başlar. Bir resimden ötekine yeni bir kat boya sürerek geçilmesi, bu dış görünümün katı ve değişmez içeriğe karşın değişmesi, teknolojik «ilerlemenin» bir sonucudur. Her şey hareket halindedir ama aslında hiç bir şey değişmez.
Giysiler gibi, Ördekkent'in gerek içinde, gerek dışındaki ulaşım da çeşitlemelere tabidir. Ordekkentliler onlara hareket sağlayan her şeyi kullanırlar: bir paten veya jet uçağı, uzay roketi, veya cehennemi bir bisiklet. Nesnelerin hiç durmadan yenilenmesi her şeye yenilik pırıltısı verir. Her karakter istediğini elde etmek için, film makinesinden tutun en pahalı ve akla hayale gelmez fenni icatlara kadar her şeyi kullanır. Herkesin yüzyılın başındaki çocuklar gibi veya ufak bir sınır kasabası modasına uygun bir şekilde giyinip dolaştığı bir dünyada, yenilik, değişiklik ve acayipliğe karşı duyulan susama daha da çarpıcı olmaktadır. Bu mekanik araçların bu kadar kolay ortaya çıkışları ve kayboluşları şaşırtıcıdır. Disney çizgi-hikâyelerinde yeniliklerin ve mekanik araçların sunuluş şekli, okurlara daha çocukluk deneylerinde ilerideki yıllarda kitle kültür sanayii tarafından gerçeğin bir ilkesi olarak güçlendirilecek olan bir modeli geliştirmektedir.
Bugün yeni olan bir şey yarın eski sayılmaktadır. Bilimin ürünleri, Alim Mucid'in icatları ve piyasadaki en son şirin fikirler anında tüketilecek nesnelerdir, yoksa çabuk bozulabilirler,modası geçebilir ve yerlerini başka şeyler alabilir.
Bilim, bir tür hayret ve şaşkınlık yaratan bir teknolojik reklam aracı haline gelir. Bilim akıl hastanesinde açılmış olan patent bürosunun bir dalıdır ve güz kamaştırıcı, çok süratle değişen oyunlar sahneler. Aynı zamanda yenilik arayan yabancı turistler ve yenilik arayan çizgi-hikâye yazarları için de bir araçtır. Hiç bir ilerleme yoktur: bu araçlar yalnızca ulaşım veya biçimsel çeşitlemeler için kullanılır ve bir sonraki sayıda çoktan unutulmuşlardır bile. Çünkü, ilerleme olması için, bellek, yani intikal eden bilgiler zinciri olması gerekir. Disney'de nesneler, o ana, yalnız o ana hizmet eder. Nesnenin bu şekilde tecrit edilmesi, sonunda onu kısır ve manasız kılan yapımı üzerindeki denetim gücüdür. Bu durum «Yararsız Makine» de doruk noktasına ulaşır. Öyle bir makinedir ki bu Disney çizgi hikâyesinin bir taklidini yapar gibi, eğlendirmekten başka bir amacı yoktur. «Yararsız, pahalı ve gürültülü şeylere kim dayanabilir? Transistorlu radyoların, motosikletlerin, televizyonların başarısına bir bak!» Yapay bolluğun tüketimini teşvik demek olan bu durum tamamlayıcı ve başka yararsız malların satışını canlandırır. Sekreter mal sahibi Varyemez'e şöyle der: «Yararsız Makine'nin benzin tüketiminin yüksekliği, işletilmesini jet uçaklarından daha pahalı kılmaktadır.» «Bütün gün çalışıp, benzin »istasyonlarında uzun kuyruklara neden oluyorlar, üstelik istasyonların tümü de benim», diyerek gevrek gevrek güler, bencil ve pervasız milyoner. Ortaya çıkan, ve derhal terk edilerek yerine yenisi konan mekanik araçlar, genellikle iletişim alanındadır. Ya turist ulaşım araçları (uçak. denizaltı, gemi, mavna ve Mucit tarafından derlenen şahane saçmalıklar serisi) ya da kültürel araçlar (televizyonlar, radyolar veya plaklar). Disney sanayiinin ikili taktiği, kitle iletişimini ve turist ticaretini tanıtan dergilerde, kendi reklamını yapan tüketim aracıyla, pekiştirilir. Şili'de Santiago'da 13. (*) kanaldaki Disney Diyarı programını seyredin. A.B.D.'deki çocuk dünyasının başkentleri olan Disney Diyarı ve Walt Disney Dünyası'nı ziyaret edin. Teknoloji, el emeğinin müdahalesi olmadan, mucidin kafasından, doğrudan doğruya imal edilmiş duruma geçerek üretim işleminden bir kez daha kopardır ve gerçek değişimin yokluğunu gidermek için bir tür gizleme veya kaçamak olarak kullanılır. Bir tür moda gibi algılandığından, sahte bir değişim izlenimini verir. Tam o sırada birinci çember sona erer.
(*) Hıristiyan Demokratik Partinin denetlediği ve 1971'de tüm muhaliflerini, demokratik bir şekilde uzaklaştıran Katolik Üniversitesine ait olan televizyon kanalı. Pazar öğleden sonraları Disney programının izleyici oranı % 87'dir.
Nesnelerin işlevleri değiştirilmeden yeni bir renge boyanmaları gibi, kahramanlarımız da faaliyetlerinin doğası ve dürtüsü değiştlrilmeksizin teknoloji ile yeniden donatılırlar. Teknoloji süslenip püslenip manken gibi giydirilmiş bir hizmetçiye benzer.
Teknolojinin bir «oyuncu» olarak yazgısı, insan rolü oynayan hayvanın yazgısından hiç de farklı değildir. Fantezi dünya-yasına ne kadar su katarsanız katın tat daima aynıdır. Bilim oyuncak dolabından çekilip çıkarılır, bir süre oynandıktan sonra yerine konur. Aynı şekilde, çizgi hikâye kahramanı, günlük yaşamından çekip alınır ve günlük yaşantının en saçma dra-matizasyonu içinde, sağa sola çarpar, çatapat gibi patlar ve sonra da hak ettiği dinlenmeye (yani normal durumuna ve bir sonraki sıkıcı serüvene) döner. Böylece, başlangıç ve son aynıdır ve hareket döngüsel hale gelir. Okur bir çizgi hikâyeden ötekine geçer ve ulaşılan pasif dinlenme başarısı başka bir serüvene atlama tahtası olur. Hatta, serüvenin kendisi bile, aynı eski malzemenin abartılmış yinelenmesinden başka bir şey değildir.
Her bir serüvendeki faaliyetler, bir önceki serüvenle esasta aynıdır ve halef seleftir, düm-tek-düm-tek, koro ve tekrar. Küçük ayrıntılar bile ana merkezdeki serüvenin temel çerçevesini ortaya koymaya yeterlidir. Hedef tahtasındaki iç içe ve değişik renkteki çemberlerdir bunlar: aynı şekiller, fakat değişik renkler. Kahramanımız serüven içinde, serüvende o hikâyenin birbirinden farksız olan başlangıç ile sonu arasında döner, o hikâyede bir bütün olarak birbirinin taklidi olan çizgi hikâyeler içinde döner, çizgi hikâyelere gelince, bunlar da okuma ekseninin içinde dönerler ve bu da bir gün bıkkınlık uyandırır, bıkkınlıksa başka bir çizgi hikâye satın alınmasına yol açar, bıkkınlık ise yeniden hikâye- bıkkınlık-hikâye düm-tek-düm-tek: Böylece, fantezi taşkınlığı veya ilgi çekici gibi görünen ve bu katı zinciri kıracak nitelikteki hareketler, kuyruğunu ısıran bir yılandan farksızdır, aynı düzenin kapalı çerçevesi içinde Vakvak yerinde saymaktadır. Disney dünyasının biçimsel olarak parçalara ayrılması (genel olarak kapitalist yaşama özgü bir mekanizma) değişik çizgi hikâyelere ayrılması, okuru aldatmaya yardım eder. Okur da tüketimin büyük değirmenindeki bir küçük tekerlekten başka bir şey değildir zaten.
Bıkkınlık ve değişiklik korkusu, karakterlerin fiziki hareketlilikleriyle bastırılır. Bu salt onların sara krizini andıran günlük hareketleriyle, sürekli seyahat etmeleriyle ve sürekli evden ayrılmalarıyla sınırlı değildir. Kendilerine önceden ayrılmış bölümden, Disney dünyasının öteki üyeleriyle, örneğin, Califomia' daki Disney Diyarı sokaklarında nöbet tutan, Disney karakterleri gibi giyinmiş tiplerle tanışmak üzere ayrılmalarına izin verilir ki böylece ziyaretçiler kalabalığıyla uyum sağlanabilsin. Ma-dame Mim ve Gufi, Varyemez'i ziyaret ederler. Büyük Hain Kurt, ördekçilerle konuşur. Miki Vakvak Nine'ye yardım eder. Herkesin kurulmuş olan baskı düzeninin dilini konuştuğu bu yapma Babil kulesinde, malzemeler, daima aynı eski ussal iksiri hazırlamak, merak uyandırmak üzere bir araya konmuşlardır. Kar Beyazı Miki'ye karşı nasıl davranacak? Samimiyet, geleneksel karakter özelliklerinin korunması ile muhafaza edilir. Serüvenin çekiciliğine kapılan okur, serüvendeki karşılaşmanın yeniliği karşısında, karakterlerin kendi kendilerini tekrarlayıp durduklarını fark etmez.
Karakterler aşırı derecede hareketli ve esnek görünüşlüdürler. Sihirli değnek etrafa birçok kıvılcımlar gönderir fakat tüm bu sihire rağmen, hâlâ düz ve katıdırlar. Değişikliğe karşı âdeta kutsal bir korku vardır. Kendi için çizilen kişiliğin sert sınırları içinde hapsolmuş bir karakter ne zaman değişik bir şekilde ortaya çıksa, akıl almaz başarısızlığa mahkûm olur. Vakvak unutkanlığı nedeniyle sürekli eleştirilir, fakat Mucid onun beynine bir fil hafızası ektiği anda da bu kez dünya başına yıkılmaya başlar. Hemen herkes -ve özellikle kendisi- eski haline dön-dürülmesini ister, yani hepimizin sevdiği o iyi, eski unutkan Vak-vak'a. Varyemez Amca yeğenini, bir borcunu ödemeye zorlamak için utandırmak amacıyla sihirli bir mürekkep kullandığı zaman da aynı şey olur. Bu yalnızca Vakvak'ı değil, aynı şekilde Varyemez'i de etkiler, öyleki kendisinden utanır ve Vakvak'ı pahalı armağanlara boğar. İnsanların psikolojik alışkanlıklarını değiştirmemek daha iyidir, oldukları gibi kalmak daha çok tatmin eder onları. Ani değişmelerin arkasında büyük tehlikeler yatar. Genellikle bir mikrop veya sihirli bir araç tarafından teşvik edilse de değişimler tıpkı devrimler gibi, kişinin geçmişinden ve bugünkü şeklinden kaçması tehlikesini doğurabilecek bir tehdit oluşturur.
Disney, karakterlerini acımasız bir zayıflama rejimine tabi tutar. Yere çakılı bağlı bisikletlerde pedal çevirirler, 1 kilo veirlerr. 1 Kilo alırlar, fakat yeni görünümün altındaki iskelet gene aynı iskelettır. Bütün bunlar, bu tür sporlarla ilgilenebilen ayrıcalıklı sınıflara yönelik görünürse de, iyi ya da kötü tüm vahşi-loı için de zorunludur. Herhangi bir kahramanda, sözünü etti-gımiz bu bunalımları uyandıran şey rekabetin kollarıdır. Verdiğimiz örneklerin yüzde 90'ında, ana tema, bir yere veya nesneye en kısa zamanda (bu nedenle de en çılgın olan) ulaşabilme yarışıdır. Daima halka açık olarak yapılan bu engelli yarışlar ve atletik sınamalardaki hedef genellikle paradır (bir hikâyenin başlığının ortaya koyduğu gibi: «Vakit nakittir»)'. Fakat her zaman değil: hedef bazen de prestij tutkusu ve topluluğun içinde göze çarpmak arzusu olabilir. Bunun nedeni yalnızca başarıların otomatik olarak dolar demek oluşu veya kadınların her zaman birinciye hayranlık duyup onun peşinde koşmaları değil, aynı zamanda acı çekenlerin mutlu sona ulaşmalarını temsil etmesi ve onu ünlüler galerisine dahil edişidir de.
Ün aylaklık halinde bile, üretici çalışmanın tüm sonuçlarından yararlanmak için yeterli. Ünlü olmanın yarattığı imge geçimini sağlıyor, kendini sonsuza dek satabilir. Kişiliğin altın olanını bulmak gibi bir şey. Ünü bir gelir kaynağı haline sokmak kendi süper kişiliğini satmaktan başka bir şey değildir.
Ancak tüm bunlar için bir ön koşul olarak haber unsuru olabilmek, kitle haberleşmesi tarafından sözü edilmek ve «kamuoyunca» tanınmak gerekir. Disney kahramanı için bizzat serüvenin kendisi ya da içeriği yeterli ödül değildir. Seyircisiz bir gösterinin hiç bir anlamı yoktur. Sömürünün önemi ötekilerin onun kendilerini ne derece geçtiğini bilmeleriyle ölçülür. Böylelikle, televizyon, radyo ve basın yoluyla başkalarına önemini kabul ettirip onlara hükmeder. Ne de olsa güçlü bir kişilik bizzat onların ünlü olmalarını da sağlayabilir. Bir olayda, Vakvak «sıradan biri olmak üzere doğan» kişilere benzediğinden dertlidir ve bu durumu değiştirmek ister. Bir aktöre nasıl ün sahibi olduğunu sorar. Cevap şöyledir: «Golf oynuyordum ve topu bir atışta deliğe soktum... bunu varlıklı bir yapımcı görüp öyle etkilendi ki beni bir yıldız yaptı». Vakvak da aynı şeyi dener fakat başaramaz çünkü o sırada TV kameraları başkasına yöneliktir. «Herkes Brigitte Van Doren'e bakarken, ben bir atışta topu deliğe soktum, ama...» Politik bir kişi, Vakvak'a başkalarının dikkatini nasıl çektiğini anlatır. Ve Vakvak iki kez bayrak direğine tırmanır ama ikisinde de daha fotoğrafı çekmemeden düşer. En sonunda, kazara başarır «Başarıya ulaşmak kolay olmadı, ama sonunda başardım» der ördekçilere, «bu başlangıçtı Vakvak Amca, bir sinema yıldızı veya senatör............ hatta devlet başkanı bile olabilirsin!» Fakat gazete fotoğrafın altındaki ismi yanlış yazar: Bay Taktak. Kesin ve açık bir yenilgi.
Önemli olan gerçek değil, dış görünümdür. Kahramanın ünü tamamıyle dedikodu sütununa bağlıdır. Yine aynı hikâyede verdiği parti bir fiyasko olunca Vakvak «tek umudum hiç bir gazetecinin bu olayı duymaması. Bu parti hakkında tek bir yazı benim sonum demektir.» der. Fakat, tabii ki orada bir gazeteci, üstelik en önemli gazetenin sahibi ve toplumsal faaliyetler editörü de oradadır. Kendi imgesinin başarılı propagandası tutkusuyla bir serüvenin kanıtlanması için fotoğraf albümü oyununun kullanılması hiç de şaşırtıcı değildir. Ortada kanıt yoksa, serüven de olmamıştır. Her serüven bir tür kendi kendine turizm gibi, başoyuncu tarafından bir albümdeki fotoğrafa bakarak yaşanır, seyredilir. Fotoğraf makinesi geçmişi koruyan bir araçtır. Ya fotoğraf çıkmazsa? İşte o zaman bir felâket olmuştur çünkü, (kamuoyu gözünde) kendinin yeniden yansıması güvencesi yok olmuştur, bellek köprüsü yıkılmıştır. Ölümsüzlük yitirilmiş ve hatta tarih kaybedilmiştir.
Fakat fotoğraftan da daha iyi bir şey vardır: heykel. Bir karakter eğer heykelini yaptırabilirse ölümsüzlük onundur. Heykel, statü ve değişmezliktir. Sürekli olarak, birisi, heykeli bir müze veya nalka açık bir yere konularak ödüllendirilir. «Vakvak'ın gizli ihtirası: yerel kahraman olup, parkta bir heykeli haketmektir». Bu arzusuna Marslıları yenerek ulaşır: «Kent parkındaki öteki büyükler arasına koyacağımız heykelin için ünlü bir heykeltraş-la anlaşmayı düşünüyoruz!» Her köşede geçmiş kişisel tarihlerin simgelerini görüyoruz. Zaman, bir dert olmaktan uzak, durdurulmuş, taşa dönüşmüş ve ölümsüzleşmiştir. Fakat aile fotoğrafı ve heykel geçmişte yapılan bir «gezi»den getirilen «hatıra eşyası» değildir yalnızca. Aynı zamanda kişinin atalarının geçmişteki ve bugünkü önemlerini geçerli kılar ve gelecekteki önemlerini de güvence altına alırlar.
Bu nasıl oluyor? Bu çizgi hikâyeler sürekli delicesine fo-kurdayıp hep kaynama noktasında değiller midir? O şirin canlılık, o hayat ışığı, o saçma sempatiler, o hareketlerin elektirikli enerjisi, tüm bunlar, Disney'in ruhu değil midir?
Doğru, bu ritm hiç bozulmaz. Şekiller sürekli olarak yer değiştirir. Karakterlerin soluk kesen hareketleri renklerde bile yansıtılmaktadır. Örneğin, bir hikâyede aynı mutfak resimler ilerledikçe maviden yeşile, sonra sarıdan kırmızıya dönüşür. Hatta, yeğenlerin yatak odası, daha göz kamaştırıcı renklerde resim-lenmiştir: açık mavi, sarı, pembe, menekşe, kırmızı ve mavi. Aynı şekilde, bir başka hikâyede polis şefinin odası birbiri arkasına açık mavi, yeşil, sarı, pembe ve kırmızı renklere bürünür. Bu renkli yüzeylerin ani olarak bir renkten ötekine geçişi yeğenlerin başlıklarında doruk noktasına ulaşır. Parmaklığın üzerinden atlayan yeğenin başında açık mavi bir başlık vardır; parmaklığın öbür tarafına geçtiği zaman bu başlık kırmızıya dönüşür ve nihayet yakalandığı zaman başlık yeşil olmuştur. Sanki onun kurtarılma ihtiyacının içler acısı bir hatırlayıcısı olarak, öykünün bitimine kadar hep böyle kalır, ta ki üç yeğen birleşirler ve renk değişimi yeni baştan başlar. Bir resimden ötekine yeni bir kat boya sürerek geçilmesi, bu dış görünümün katı ve değişmez içeriğe karşın değişmesi, teknolojik «ilerlemenin» bir sonucudur. Her şey hareket halindedir ama aslında hiç bir şey değişmez.
Giysiler gibi, Ördekkent'in gerek içinde, gerek dışındaki ulaşım da çeşitlemelere tabidir. Ordekkentliler onlara hareket sağlayan her şeyi kullanırlar: bir paten veya jet uçağı, uzay roketi, veya cehennemi bir bisiklet. Nesnelerin hiç durmadan yenilenmesi her şeye yenilik pırıltısı verir. Her karakter istediğini elde etmek için, film makinesinden tutun en pahalı ve akla hayale gelmez fenni icatlara kadar her şeyi kullanır. Herkesin yüzyılın başındaki çocuklar gibi veya ufak bir sınır kasabası modasına uygun bir şekilde giyinip dolaştığı bir dünyada, yenilik, değişiklik ve acayipliğe karşı duyulan susama daha da çarpıcı olmaktadır. Bu mekanik araçların bu kadar kolay ortaya çıkışları ve kayboluşları şaşırtıcıdır. Disney çizgi-hikâyelerinde yeniliklerin ve mekanik araçların sunuluş şekli, okurlara daha çocukluk deneylerinde ilerideki yıllarda kitle kültür sanayii tarafından gerçeğin bir ilkesi olarak güçlendirilecek olan bir modeli geliştirmektedir.
Bugün yeni olan bir şey yarın eski sayılmaktadır. Bilimin ürünleri, Alim Mucid'in icatları ve piyasadaki en son şirin fikirler anında tüketilecek nesnelerdir, yoksa çabuk bozulabilirler,modası geçebilir ve yerlerini başka şeyler alabilir.
Bilim, bir tür hayret ve şaşkınlık yaratan bir teknolojik reklam aracı haline gelir. Bilim akıl hastanesinde açılmış olan patent bürosunun bir dalıdır ve güz kamaştırıcı, çok süratle değişen oyunlar sahneler. Aynı zamanda yenilik arayan yabancı turistler ve yenilik arayan çizgi-hikâye yazarları için de bir araçtır. Hiç bir ilerleme yoktur: bu araçlar yalnızca ulaşım veya biçimsel çeşitlemeler için kullanılır ve bir sonraki sayıda çoktan unutulmuşlardır bile. Çünkü, ilerleme olması için, bellek, yani intikal eden bilgiler zinciri olması gerekir. Disney'de nesneler, o ana, yalnız o ana hizmet eder. Nesnenin bu şekilde tecrit edilmesi, sonunda onu kısır ve manasız kılan yapımı üzerindeki denetim gücüdür. Bu durum «Yararsız Makine» de doruk noktasına ulaşır. Öyle bir makinedir ki bu Disney çizgi hikâyesinin bir taklidini yapar gibi, eğlendirmekten başka bir amacı yoktur. «Yararsız, pahalı ve gürültülü şeylere kim dayanabilir? Transistorlu radyoların, motosikletlerin, televizyonların başarısına bir bak!» Yapay bolluğun tüketimini teşvik demek olan bu durum tamamlayıcı ve başka yararsız malların satışını canlandırır. Sekreter mal sahibi Varyemez'e şöyle der: «Yararsız Makine'nin benzin tüketiminin yüksekliği, işletilmesini jet uçaklarından daha pahalı kılmaktadır.» «Bütün gün çalışıp, benzin »istasyonlarında uzun kuyruklara neden oluyorlar, üstelik istasyonların tümü de benim», diyerek gevrek gevrek güler, bencil ve pervasız milyoner. Ortaya çıkan, ve derhal terk edilerek yerine yenisi konan mekanik araçlar, genellikle iletişim alanındadır. Ya turist ulaşım araçları (uçak. denizaltı, gemi, mavna ve Mucit tarafından derlenen şahane saçmalıklar serisi) ya da kültürel araçlar (televizyonlar, radyolar veya plaklar). Disney sanayiinin ikili taktiği, kitle iletişimini ve turist ticaretini tanıtan dergilerde, kendi reklamını yapan tüketim aracıyla, pekiştirilir. Şili'de Santiago'da 13. (*) kanaldaki Disney Diyarı programını seyredin. A.B.D.'deki çocuk dünyasının başkentleri olan Disney Diyarı ve Walt Disney Dünyası'nı ziyaret edin. Teknoloji, el emeğinin müdahalesi olmadan, mucidin kafasından, doğrudan doğruya imal edilmiş duruma geçerek üretim işleminden bir kez daha kopardır ve gerçek değişimin yokluğunu gidermek için bir tür gizleme veya kaçamak olarak kullanılır. Bir tür moda gibi algılandığından, sahte bir değişim izlenimini verir. Tam o sırada birinci çember sona erer.
(*) Hıristiyan Demokratik Partinin denetlediği ve 1971'de tüm muhaliflerini, demokratik bir şekilde uzaklaştıran Katolik Üniversitesine ait olan televizyon kanalı. Pazar öğleden sonraları Disney programının izleyici oranı % 87'dir.
Nesnelerin işlevleri değiştirilmeden yeni bir renge boyanmaları gibi, kahramanlarımız da faaliyetlerinin doğası ve dürtüsü değiştlrilmeksizin teknoloji ile yeniden donatılırlar. Teknoloji süslenip püslenip manken gibi giydirilmiş bir hizmetçiye benzer.
Teknolojinin bir «oyuncu» olarak yazgısı, insan rolü oynayan hayvanın yazgısından hiç de farklı değildir. Fantezi dünya-yasına ne kadar su katarsanız katın tat daima aynıdır. Bilim oyuncak dolabından çekilip çıkarılır, bir süre oynandıktan sonra yerine konur. Aynı şekilde, çizgi hikâye kahramanı, günlük yaşamından çekip alınır ve günlük yaşantının en saçma dra-matizasyonu içinde, sağa sola çarpar, çatapat gibi patlar ve sonra da hak ettiği dinlenmeye (yani normal durumuna ve bir sonraki sıkıcı serüvene) döner. Böylece, başlangıç ve son aynıdır ve hareket döngüsel hale gelir. Okur bir çizgi hikâyeden ötekine geçer ve ulaşılan pasif dinlenme başarısı başka bir serüvene atlama tahtası olur. Hatta, serüvenin kendisi bile, aynı eski malzemenin abartılmış yinelenmesinden başka bir şey değildir.
Her bir serüvendeki faaliyetler, bir önceki serüvenle esasta aynıdır ve halef seleftir, düm-tek-düm-tek, koro ve tekrar. Küçük ayrıntılar bile ana merkezdeki serüvenin temel çerçevesini ortaya koymaya yeterlidir. Hedef tahtasındaki iç içe ve değişik renkteki çemberlerdir bunlar: aynı şekiller, fakat değişik renkler. Kahramanımız serüven içinde, serüvende o hikâyenin birbirinden farksız olan başlangıç ile sonu arasında döner, o hikâyede bir bütün olarak birbirinin taklidi olan çizgi hikâyeler içinde döner, çizgi hikâyelere gelince, bunlar da okuma ekseninin içinde dönerler ve bu da bir gün bıkkınlık uyandırır, bıkkınlıksa başka bir çizgi hikâye satın alınmasına yol açar, bıkkınlık ise yeniden hikâye- bıkkınlık-hikâye düm-tek-düm-tek: Böylece, fantezi taşkınlığı veya ilgi çekici gibi görünen ve bu katı zinciri kıracak nitelikteki hareketler, kuyruğunu ısıran bir yılandan farksızdır, aynı düzenin kapalı çerçevesi içinde Vakvak yerinde saymaktadır. Disney dünyasının biçimsel olarak parçalara ayrılması (genel olarak kapitalist yaşama özgü bir mekanizma) değişik çizgi hikâyelere ayrılması, okuru aldatmaya yardım eder. Okur da tüketimin büyük değirmenindeki bir küçük tekerlekten başka bir şey değildir zaten.
Bıkkınlık ve değişiklik korkusu, karakterlerin fiziki hareketlilikleriyle bastırılır. Bu salt onların sara krizini andıran günlük hareketleriyle, sürekli seyahat etmeleriyle ve sürekli evden ayrılmalarıyla sınırlı değildir. Kendilerine önceden ayrılmış bölümden, Disney dünyasının öteki üyeleriyle, örneğin, Califomia' daki Disney Diyarı sokaklarında nöbet tutan, Disney karakterleri gibi giyinmiş tiplerle tanışmak üzere ayrılmalarına izin verilir ki böylece ziyaretçiler kalabalığıyla uyum sağlanabilsin. Ma-dame Mim ve Gufi, Varyemez'i ziyaret ederler. Büyük Hain Kurt, ördekçilerle konuşur. Miki Vakvak Nine'ye yardım eder. Herkesin kurulmuş olan baskı düzeninin dilini konuştuğu bu yapma Babil kulesinde, malzemeler, daima aynı eski ussal iksiri hazırlamak, merak uyandırmak üzere bir araya konmuşlardır. Kar Beyazı Miki'ye karşı nasıl davranacak? Samimiyet, geleneksel karakter özelliklerinin korunması ile muhafaza edilir. Serüvenin çekiciliğine kapılan okur, serüvendeki karşılaşmanın yeniliği karşısında, karakterlerin kendi kendilerini tekrarlayıp durduklarını fark etmez.
Karakterler aşırı derecede hareketli ve esnek görünüşlüdürler. Sihirli değnek etrafa birçok kıvılcımlar gönderir fakat tüm bu sihire rağmen, hâlâ düz ve katıdırlar. Değişikliğe karşı âdeta kutsal bir korku vardır. Kendi için çizilen kişiliğin sert sınırları içinde hapsolmuş bir karakter ne zaman değişik bir şekilde ortaya çıksa, akıl almaz başarısızlığa mahkûm olur. Vakvak unutkanlığı nedeniyle sürekli eleştirilir, fakat Mucid onun beynine bir fil hafızası ektiği anda da bu kez dünya başına yıkılmaya başlar. Hemen herkes -ve özellikle kendisi- eski haline dön-dürülmesini ister, yani hepimizin sevdiği o iyi, eski unutkan Vak-vak'a. Varyemez Amca yeğenini, bir borcunu ödemeye zorlamak için utandırmak amacıyla sihirli bir mürekkep kullandığı zaman da aynı şey olur. Bu yalnızca Vakvak'ı değil, aynı şekilde Varyemez'i de etkiler, öyleki kendisinden utanır ve Vakvak'ı pahalı armağanlara boğar. İnsanların psikolojik alışkanlıklarını değiştirmemek daha iyidir, oldukları gibi kalmak daha çok tatmin eder onları. Ani değişmelerin arkasında büyük tehlikeler yatar. Genellikle bir mikrop veya sihirli bir araç tarafından teşvik edilse de değişimler tıpkı devrimler gibi, kişinin geçmişinden ve bugünkü şeklinden kaçması tehlikesini doğurabilecek bir tehdit oluşturur.
Disney, karakterlerini acımasız bir zayıflama rejimine tabi tutar. Yere çakılı bağlı bisikletlerde pedal çevirirler, 1 kilo veirlerr. 1 Kilo alırlar, fakat yeni görünümün altındaki iskelet gene aynı iskelettır. Bütün bunlar, bu tür sporlarla ilgilenebilen ayrıcalıklı sınıflara yönelik görünürse de, iyi ya da kötü tüm vahşi-loı için de zorunludur. Herhangi bir kahramanda, sözünü etti-gımiz bu bunalımları uyandıran şey rekabetin kollarıdır. Verdiğimiz örneklerin yüzde 90'ında, ana tema, bir yere veya nesneye en kısa zamanda (bu nedenle de en çılgın olan) ulaşabilme yarışıdır. Daima halka açık olarak yapılan bu engelli yarışlar ve atletik sınamalardaki hedef genellikle paradır (bir hikâyenin başlığının ortaya koyduğu gibi: «Vakit nakittir»)'. Fakat her zaman değil: hedef bazen de prestij tutkusu ve topluluğun içinde göze çarpmak arzusu olabilir. Bunun nedeni yalnızca başarıların otomatik olarak dolar demek oluşu veya kadınların her zaman birinciye hayranlık duyup onun peşinde koşmaları değil, aynı zamanda acı çekenlerin mutlu sona ulaşmalarını temsil etmesi ve onu ünlüler galerisine dahil edişidir de.
Ün aylaklık halinde bile, üretici çalışmanın tüm sonuçlarından yararlanmak için yeterli. Ünlü olmanın yarattığı imge geçimini sağlıyor, kendini sonsuza dek satabilir. Kişiliğin altın olanını bulmak gibi bir şey. Ünü bir gelir kaynağı haline sokmak kendi süper kişiliğini satmaktan başka bir şey değildir.
Ancak tüm bunlar için bir ön koşul olarak haber unsuru olabilmek, kitle haberleşmesi tarafından sözü edilmek ve «kamuoyunca» tanınmak gerekir. Disney kahramanı için bizzat serüvenin kendisi ya da içeriği yeterli ödül değildir. Seyircisiz bir gösterinin hiç bir anlamı yoktur. Sömürünün önemi ötekilerin onun kendilerini ne derece geçtiğini bilmeleriyle ölçülür. Böylelikle, televizyon, radyo ve basın yoluyla başkalarına önemini kabul ettirip onlara hükmeder. Ne de olsa güçlü bir kişilik bizzat onların ünlü olmalarını da sağlayabilir. Bir olayda, Vakvak «sıradan biri olmak üzere doğan» kişilere benzediğinden dertlidir ve bu durumu değiştirmek ister. Bir aktöre nasıl ün sahibi olduğunu sorar. Cevap şöyledir: «Golf oynuyordum ve topu bir atışta deliğe soktum... bunu varlıklı bir yapımcı görüp öyle etkilendi ki beni bir yıldız yaptı». Vakvak da aynı şeyi dener fakat başaramaz çünkü o sırada TV kameraları başkasına yöneliktir. «Herkes Brigitte Van Doren'e bakarken, ben bir atışta topu deliğe soktum, ama...» Politik bir kişi, Vakvak'a başkalarının dikkatini nasıl çektiğini anlatır. Ve Vakvak iki kez bayrak direğine tırmanır ama ikisinde de daha fotoğrafı çekmemeden düşer. En sonunda, kazara başarır «Başarıya ulaşmak kolay olmadı, ama sonunda başardım» der ördekçilere, «bu başlangıçtı Vakvak Amca, bir sinema yıldızı veya senatör............ hatta devlet başkanı bile olabilirsin!» Fakat gazete fotoğrafın altındaki ismi yanlış yazar: Bay Taktak. Kesin ve açık bir yenilgi.
Önemli olan gerçek değil, dış görünümdür. Kahramanın ünü tamamıyle dedikodu sütununa bağlıdır. Yine aynı hikâyede verdiği parti bir fiyasko olunca Vakvak «tek umudum hiç bir gazetecinin bu olayı duymaması. Bu parti hakkında tek bir yazı benim sonum demektir.» der. Fakat, tabii ki orada bir gazeteci, üstelik en önemli gazetenin sahibi ve toplumsal faaliyetler editörü de oradadır. Kendi imgesinin başarılı propagandası tutkusuyla bir serüvenin kanıtlanması için fotoğraf albümü oyununun kullanılması hiç de şaşırtıcı değildir. Ortada kanıt yoksa, serüven de olmamıştır. Her serüven bir tür kendi kendine turizm gibi, başoyuncu tarafından bir albümdeki fotoğrafa bakarak yaşanır, seyredilir. Fotoğraf makinesi geçmişi koruyan bir araçtır. Ya fotoğraf çıkmazsa? İşte o zaman bir felâket olmuştur çünkü, (kamuoyu gözünde) kendinin yeniden yansıması güvencesi yok olmuştur, bellek köprüsü yıkılmıştır. Ölümsüzlük yitirilmiş ve hatta tarih kaybedilmiştir.
Fakat fotoğraftan da daha iyi bir şey vardır: heykel. Bir karakter eğer heykelini yaptırabilirse ölümsüzlük onundur. Heykel, statü ve değişmezliktir. Sürekli olarak, birisi, heykeli bir müze veya nalka açık bir yere konularak ödüllendirilir. «Vakvak'ın gizli ihtirası: yerel kahraman olup, parkta bir heykeli haketmektir». Bu arzusuna Marslıları yenerek ulaşır: «Kent parkındaki öteki büyükler arasına koyacağımız heykelin için ünlü bir heykeltraş-la anlaşmayı düşünüyoruz!» Her köşede geçmiş kişisel tarihlerin simgelerini görüyoruz. Zaman, bir dert olmaktan uzak, durdurulmuş, taşa dönüşmüş ve ölümsüzleşmiştir. Fakat aile fotoğrafı ve heykel geçmişte yapılan bir «gezi»den getirilen «hatıra eşyası» değildir yalnızca. Aynı zamanda kişinin atalarının geçmişteki ve bugünkü önemlerini geçerli kılar ve gelecekteki önemlerini de güvence altına alırlar.
Kral 1. Michael «bıyığı dışında» tıpkı Miki'ye benzer. Bir sürü ördek amcaların ünü ancak geride bıraktıkları imgeyle kanıtlanabilir. Zaman ve rekabet korkusu, bir kişinin ünü hakkında genel bir kanı uyandığı zaman sona erer: «Hakkımdaki fikirlerini değiştirmeden ben buradan gidiyorum» der Gufi.
Ün ve ödül kazanma kişiyi bir ürün haline dönüştürür - yani etnolojik anlamda, nesnenin son şekli, üretici evreden ayrılmış, tüketilmeye veya kullanılmaya hazır hali.
Bir kez daha değişiklik, hareketsizliğe yol açar.
Birinci bölümde, yetişkinlerle çocuklar arasındaki sözde çatışmada aynı durağan ilişkinin olduğunu gördük. Burada kutuplar açıkça birbirine karşı, bölünmüş ve hareketliydiler. Ancak gerçekte aynı merkezin çevresinde aynı yüze iki değişik maske takıp sürekli rol değiştirerek dönüyorlardı. Baba ile oğu-lu, aynı ideallerin peşinden koşturarak ve onları bu yolda kaynaştırarak yetişkin, yavrusunun kendi değerlerini devam ettirmesini ve böylece âsâyı elinde tutmasını sağlıyor. İki kişinin veya tabakanın karşılaşmasından doğan hareket totolojiktir ve aldatıcıdır. Birini ast ötekini üst kılan koşullarda anlaşmaya vardıkları anda karşıtlık yok olur. Hepsi hem kendisidir hem de dublörü.
Aslında egemen sınırın monologu ve banda alınmış fon müziği olan bu sahte diyalog, toplumsal tabakalara bölünmüş olan karakterlerin her düzeyinde yinelenir. Burada işe, eski ikiz kavramı giriyor. Seçkin edebiyatında da göze çarpan (örneğin Poe, Dostoıevsky, Cortazar'ın yapıtlarında olduğu gibi) bu folklor motifi genellikle kişilerin, kendi kişilikleri içinde yaşadıkları çelişkiyi anlatmak için, yani kurulu düzeni tehdit eden yapılarının başkaldırıcı ve şeytani kesimine karşı, ruhların; koruyan ama yaşamlarını mahveden kişiliklerini, sergilemek için kullanılır
Kültür tekelleri, kişiye hem salık verilen hem de bu yüzden la-netlendiği bu ikiliği dümdüz etmişler, sömürmüşler ve herkese toplu bir görüş olarak basitleştirip sunmuşlardır.
Disney'de bu ikilik iki düzeyde görülür hükmedenler ki bunlar Ördekkent'in küçük sakinlerinin çoğudur; ve hükmedilenler ki bunlar da soylu-vahşiler ve suçlulardır. Fakat bu ikilik son derece sembolik bir şekilde verilmektedir, Bildiğimiz gibi folklor-de, ikizlerden biri iyi ötekisi kötüdür, bunun arasında da başka bir şey yoktur. Bunun gibi Disney'de hükmedilenler arasında, bu masum ve hükmedilme durumunu hoşnutlukla kabullenenler var (iyi adamlar), ve patronlarının malına mülküne göz dikenler vardır (kötü adamlar). Bölünmenin kesinliği ve bir kesimden ötekine geçmenin olanaksızlığı mutlaktır. Kötü adamlar, iyi adamların safına geçmeleri için hiç bir olanak bulunmadan kişiliklerinin parmaklıkları arasında çılgınca koşuşup dururlar. O kadar ki, bir serüvende, yerli (tarafsız ve pasif) kılığına girmiş olan kötü adamlar, yine de Varyemez Amca'nın parasını onun adına toplamaktan ötürü cezalandırılırlar. Soylu vahşilerse, sessizce yerlerinde kalmalıdırlar yoksa kentte aldatılma tehlikesine düşerler. Hükmedilenler iyi veya kötü kesim içinde dondurulmuşlardır ve iki kesim arasında iletişim aracı yoktur. Hem iyi olup hem de mal mülke tecavüz' etmek olanaksızdır. Zaten kurallara uyuyorsan kötü olmana olanak yoktur. Eski bir burjuva deyişiyle «Ne isen öyle kal». Bu kesimlerde değişiklik yasaktır. Soylu vahşi bir cani, bir cani de masum olamaz. Böylece ister aktif bir kötü ister pasif bir erdemli de olsalar, hükmedilenlerin rolü sabittir ve anlaşılan tarih de başka bir yerde yaratılmaktadır. Bütün bunlar her şeyin olanaklı olduğu ve hareketin hüküm sürdüğü egemen sınıfların dinamizmi ile karşıttır. Aynı ailede zengin ve fakir vardır. Arkadaşlar arasında biri şanslı ötekisi şanssız olabilir. Zenginler arasında, iyiler ve kötüler, akıllılar ve aptallar vardır. Hükmedenlerin sarp ve çekici ülkesi düzensizlik ve çıkmazları hoşgörür. Bütünüyle kutuplaşmış tipler yoktur. Vakvak kaybetmeye eğilimlidir ama yüzde 20 oranında da kazanır. Varyemez çoğu kez yenilir ama kazandığı da olur. Hatta yürekli Miki bile bazen korkak gibi davranır. Bir hikâyede çocuklar onu korkutup ayağını kaydırırlar. Minnie onlara şöyle der: «Bazen çocuklardan beter oluyorsun. Seninle ne yapacağımı bilemiyorum. Çocukların hakkı var.» Miki şöyle cevaplar: «Bu Allanın belası çocuklar hep dört ayak üstüne konarlar». Glads-tone de her zaman kazanmaz ve yavrukurt ördekçiler de bazen hata yaparlar. Yalnız şaşılası küçük Kurt bu kuralın dışındadır, fakat bu kadar kötü, aptalcasına kötü kalpli bir babası olduğu için böyle olması gereklidir. Hükmeden Ördekkentlilerin ülkesi ufak tefek çelişkileri olan ince ayrıntılarla doludur. Toplu determinizmin içine gömülen topluluktan (bu iş böyledir, isteseniz de istemeseniz de belanızı bulursunuz) yaşamını «özgürce» seçen ve kararlaştırılan kişilik doğar. Ve özgürlüğü kişiliği oluşunda, tarihin sesini tekelinde bulundurmasında ve heykellerini artırmasında yatar.
Önceden safdışı bırakılan düşman, yer bile alamayacağı yarışta yenilir. Tarih, egemen sınıfların ona uygun gördüğü görünümü alır.
Disney dünyasının gerçekte ne kadar kapalı ve boğucu olduğunu daha fazla belirtmemize gerek yok, sanırım.
Egemenlik altındaki sınıfların seslerini çıkarma ve hapishane kapısını açma olanağından (dikkat ederseniz üretim sihir yoluyla gerçekleştirildiği zaman onlara ihtiyaç olmadığı için onları tasfiye etmek ne denli kolaydır) yoksun bırakıldıkları gibi, geçmiş de gerçek kişiliğinden yoksun bırakılarak, şimdiki zamanla aynıymış gibi gösterilir. Bir bütün halinde geçmiş tarih şimdiki zamanın endişeleri ve değerleri tarafından istila edilir. Tarihi deney, aynı eski egemenlik tezini savunan aynı eski ölçütler ve doktrinlerin tanımları ve kutsanmış ahlâkî etiketleriyle dolu kocaman bir sandıktır.
Vakvak, Varyemez Amca'nın sürekli parayla ilgilenmesinden kuşku duymaktadır ama bu cimri ona, aniden yok olabileceği ve muhtemel felaketlere açık olduğu için servetinin adil bir şekilde elde edildiğini her zaman kanıtlayabilir. Eski Yunan'dan bir kanıt getirir buna: Kral Dionisus da hizmetkârı Damocles'i aynı şekilde ikna etmektedir.
Bu benzetme Disney'de tarihin kendi kendini yineleyen niteliğini gösterir. Tarihte herhangi bir eski devir, bugünkü ahlakın öncüsü olarak nitelenir. Dünyayı Disney'in sürekli bir prototipi olarak görmek için geriye bir bakmak yeterlidir. Doğru olsa da olmasa da, hiç olmazsa tarih sırası korunmuştur.
Gerçekte, geçmiş şimdiki zaman yoluyla (ve onun içinde olarak) bilinmektedir ve bu şekliyle de şimdiki zamana bağlı olarak ve hüküm sürmekte olan fikirleri desteklemek üzere vardır.
Bir kez daha değişiklik, hareketsizliğe yol açar.
Birinci bölümde, yetişkinlerle çocuklar arasındaki sözde çatışmada aynı durağan ilişkinin olduğunu gördük. Burada kutuplar açıkça birbirine karşı, bölünmüş ve hareketliydiler. Ancak gerçekte aynı merkezin çevresinde aynı yüze iki değişik maske takıp sürekli rol değiştirerek dönüyorlardı. Baba ile oğu-lu, aynı ideallerin peşinden koşturarak ve onları bu yolda kaynaştırarak yetişkin, yavrusunun kendi değerlerini devam ettirmesini ve böylece âsâyı elinde tutmasını sağlıyor. İki kişinin veya tabakanın karşılaşmasından doğan hareket totolojiktir ve aldatıcıdır. Birini ast ötekini üst kılan koşullarda anlaşmaya vardıkları anda karşıtlık yok olur. Hepsi hem kendisidir hem de dublörü.
Aslında egemen sınırın monologu ve banda alınmış fon müziği olan bu sahte diyalog, toplumsal tabakalara bölünmüş olan karakterlerin her düzeyinde yinelenir. Burada işe, eski ikiz kavramı giriyor. Seçkin edebiyatında da göze çarpan (örneğin Poe, Dostoıevsky, Cortazar'ın yapıtlarında olduğu gibi) bu folklor motifi genellikle kişilerin, kendi kişilikleri içinde yaşadıkları çelişkiyi anlatmak için, yani kurulu düzeni tehdit eden yapılarının başkaldırıcı ve şeytani kesimine karşı, ruhların; koruyan ama yaşamlarını mahveden kişiliklerini, sergilemek için kullanılır
Kültür tekelleri, kişiye hem salık verilen hem de bu yüzden la-netlendiği bu ikiliği dümdüz etmişler, sömürmüşler ve herkese toplu bir görüş olarak basitleştirip sunmuşlardır.
Disney'de bu ikilik iki düzeyde görülür hükmedenler ki bunlar Ördekkent'in küçük sakinlerinin çoğudur; ve hükmedilenler ki bunlar da soylu-vahşiler ve suçlulardır. Fakat bu ikilik son derece sembolik bir şekilde verilmektedir, Bildiğimiz gibi folklor-de, ikizlerden biri iyi ötekisi kötüdür, bunun arasında da başka bir şey yoktur. Bunun gibi Disney'de hükmedilenler arasında, bu masum ve hükmedilme durumunu hoşnutlukla kabullenenler var (iyi adamlar), ve patronlarının malına mülküne göz dikenler vardır (kötü adamlar). Bölünmenin kesinliği ve bir kesimden ötekine geçmenin olanaksızlığı mutlaktır. Kötü adamlar, iyi adamların safına geçmeleri için hiç bir olanak bulunmadan kişiliklerinin parmaklıkları arasında çılgınca koşuşup dururlar. O kadar ki, bir serüvende, yerli (tarafsız ve pasif) kılığına girmiş olan kötü adamlar, yine de Varyemez Amca'nın parasını onun adına toplamaktan ötürü cezalandırılırlar. Soylu vahşilerse, sessizce yerlerinde kalmalıdırlar yoksa kentte aldatılma tehlikesine düşerler. Hükmedilenler iyi veya kötü kesim içinde dondurulmuşlardır ve iki kesim arasında iletişim aracı yoktur. Hem iyi olup hem de mal mülke tecavüz' etmek olanaksızdır. Zaten kurallara uyuyorsan kötü olmana olanak yoktur. Eski bir burjuva deyişiyle «Ne isen öyle kal». Bu kesimlerde değişiklik yasaktır. Soylu vahşi bir cani, bir cani de masum olamaz. Böylece ister aktif bir kötü ister pasif bir erdemli de olsalar, hükmedilenlerin rolü sabittir ve anlaşılan tarih de başka bir yerde yaratılmaktadır. Bütün bunlar her şeyin olanaklı olduğu ve hareketin hüküm sürdüğü egemen sınıfların dinamizmi ile karşıttır. Aynı ailede zengin ve fakir vardır. Arkadaşlar arasında biri şanslı ötekisi şanssız olabilir. Zenginler arasında, iyiler ve kötüler, akıllılar ve aptallar vardır. Hükmedenlerin sarp ve çekici ülkesi düzensizlik ve çıkmazları hoşgörür. Bütünüyle kutuplaşmış tipler yoktur. Vakvak kaybetmeye eğilimlidir ama yüzde 20 oranında da kazanır. Varyemez çoğu kez yenilir ama kazandığı da olur. Hatta yürekli Miki bile bazen korkak gibi davranır. Bir hikâyede çocuklar onu korkutup ayağını kaydırırlar. Minnie onlara şöyle der: «Bazen çocuklardan beter oluyorsun. Seninle ne yapacağımı bilemiyorum. Çocukların hakkı var.» Miki şöyle cevaplar: «Bu Allanın belası çocuklar hep dört ayak üstüne konarlar». Glads-tone de her zaman kazanmaz ve yavrukurt ördekçiler de bazen hata yaparlar. Yalnız şaşılası küçük Kurt bu kuralın dışındadır, fakat bu kadar kötü, aptalcasına kötü kalpli bir babası olduğu için böyle olması gereklidir. Hükmeden Ördekkentlilerin ülkesi ufak tefek çelişkileri olan ince ayrıntılarla doludur. Toplu determinizmin içine gömülen topluluktan (bu iş böyledir, isteseniz de istemeseniz de belanızı bulursunuz) yaşamını «özgürce» seçen ve kararlaştırılan kişilik doğar. Ve özgürlüğü kişiliği oluşunda, tarihin sesini tekelinde bulundurmasında ve heykellerini artırmasında yatar.
Önceden safdışı bırakılan düşman, yer bile alamayacağı yarışta yenilir. Tarih, egemen sınıfların ona uygun gördüğü görünümü alır.
Disney dünyasının gerçekte ne kadar kapalı ve boğucu olduğunu daha fazla belirtmemize gerek yok, sanırım.
Egemenlik altındaki sınıfların seslerini çıkarma ve hapishane kapısını açma olanağından (dikkat ederseniz üretim sihir yoluyla gerçekleştirildiği zaman onlara ihtiyaç olmadığı için onları tasfiye etmek ne denli kolaydır) yoksun bırakıldıkları gibi, geçmiş de gerçek kişiliğinden yoksun bırakılarak, şimdiki zamanla aynıymış gibi gösterilir. Bir bütün halinde geçmiş tarih şimdiki zamanın endişeleri ve değerleri tarafından istila edilir. Tarihi deney, aynı eski egemenlik tezini savunan aynı eski ölçütler ve doktrinlerin tanımları ve kutsanmış ahlâkî etiketleriyle dolu kocaman bir sandıktır.
Vakvak, Varyemez Amca'nın sürekli parayla ilgilenmesinden kuşku duymaktadır ama bu cimri ona, aniden yok olabileceği ve muhtemel felaketlere açık olduğu için servetinin adil bir şekilde elde edildiğini her zaman kanıtlayabilir. Eski Yunan'dan bir kanıt getirir buna: Kral Dionisus da hizmetkârı Damocles'i aynı şekilde ikna etmektedir.
Bu benzetme Disney'de tarihin kendi kendini yineleyen niteliğini gösterir. Tarihte herhangi bir eski devir, bugünkü ahlakın öncüsü olarak nitelenir. Dünyayı Disney'in sürekli bir prototipi olarak görmek için geriye bir bakmak yeterlidir. Doğru olsa da olmasa da, hiç olmazsa tarih sırası korunmuştur.
Gerçekte, geçmiş şimdiki zaman yoluyla (ve onun içinde olarak) bilinmektedir ve bu şekliyle de şimdiki zamana bağlı olarak ve hüküm sürmekte olan fikirleri desteklemek üzere vardır.
Disney'in geçmiş ve bugün arasındaki ilişkiyi saptırması üçüncü Dünya tarihinin getirdiği yorumda da belirir. Yıllar önce, istilacılar (Koca Haydut gibi) Aztek yerlilerinin (ördekler) gizledikleri malları almaya çalıştılar. Tarih, kendini yineleyen ve kötü adamların sürekli başarısız bir şekilde iyi adamları soymaya çalıştıkları ve bitip bitip yeniden başlayan bir serüven olarak gösterilir. Bu model, çağdaş Ördekkentdeki mücadelelerin geçmiş uygarlıkların tarihine yansıtıldığı birçok serüvende yinelenir. Kahramanlar zaman zaman, bir düş, ipnotizma veya zaman aygıtı aracılığıyla başka bir çağa girerler. Eski Kaliforniya eskimiş bir sahne olur: güçlüklerle altın arama, hırsızlarla polis arasındaki mücadele, ve düzene ve aylaklığa dönüş. Aynı şey eski Roma, Babil ve tarih öncesi devirlere yapılan yolculuklarda da geçerlidir. Uzaydan gelen mikro-ördekler de kahramanlarımızın-kine benzer serüvenler yaşarlar. Şurası kesin ki «gelecek zaman ve sonsuz uzay» pazarı Disney'ce istilâ edilecektir.
Geçmişi (ve geleceği) bugünün yapısıyla istila etmekle, Disney tüm insanlık tarihini ele geçirir. Mısır'da yüzü aynı Var-yemez'inki gibi olan bir sfenks vardır. «Birkaç yıl önce sfenksi keşfettiği zaman yüzü yoktu, onun için kendininkini koydu». Varyemez'in yüzünün her yere konulması son derece uygundur. Amerikan tarihinin patentidir bu surat. Bu hikâyenin sonunda, Rushmour dağındaki (ki buna şimdi Ördektepe denecek) Washington, Lincoln vb. heykellerine bir de kendi benzerini de ekler. Böylece Varyemez Büyük Kurucular arasına katılır. Uzayda bile heykeli vardır.
Burjuvazi kendi çağını insanlığın tamamlanması, mükem-melleştirilmesi ve uygarlık ile kültürün en yüksek noktasına erişmesi çağı olarak gördüğü için, iktidara geçişlerinin tarihini kendi görüş açılarına göre yeniden yorumlama hakkının ellerinde bulunduğu savındadır. Burjuvazinin evrenselliği ve ölümsüzlüğünü yadsıyan her şey saçma ve eksantrik bir sapma olarak niteleniyor. Her çelişki, önemsiz, öznel ve bireysel bir anlaşmazlıktır. Burjuvazinin övücü ve iltifatçı aynası olan Disney tarihi öyle çarpıtmıştır ki, egemen sınıf yükselişini toplumsal değil doğal bir olay olarak görmektedir. Burjuvazi, kiralamış olduğu evin mülkiyetini almıştır
Bu tarihsel çizgi hikâye, önceden bilinmeyeni mukadderat-mış gibi göstermektedir. Zamanın ıstıraplı akışını sonsuz ve erken yaşlılığa çevirir. Bugünün nedenleri, geçmişte aranmamalıdır: aksaklıkların üstesinden gelmede eşsiz büyükelçi Vakvak'a sorun. Ne yazıktır ki Sokrat bu çizgi-hikâyeleri okuyamadı. Hiç kuşkusuz okusaydı zehirlemezdi kendini.
Bugünün pislikleri ve artıklarıyla geçmişin eritilmesi zamanın dinamizm yanılsamasını yaratır. Temel farklılıkların yok edilmesiyle, birlikte, eşsiz bir heyecan için duyulan özlemin ihanet ettiği bir çelişki yine de vardır.
Ancak tarihi felce uğratmanın başka yolu da vardır. Zaman tüketilebilir bir bütün olarak alınır. Eski ülkeler ve halklar tarihin kanıtıdır. Inca-Blinca, Unsteadistan, Firavunların Mısır'ı, Vikinglerin Skandinavya'sı, korsanlarla dolu Karayipler ve Kızılderililerin Kuzey Amerika'sı hepsi ölü heykeller süper marketine, uygun adım giderler. Şimdi indirimli fiyatlar varken, tarih diliminizi alın. Zamanın bir şey ürettiği düşüncesi doğal bir şekilde safdışı edilmiştir. Geçmişin Disney Diyarı gümrüğü ve göçmen dairesinden (ve Interpolden) aldığı geleceğe geçiş vizesi egzoti-sizm ve folklorla damgalanır. Tarih, eski uygarlıkların satın alma kampanyasıyla canlanan bir pazar meydanı haline gelir. Geçmiş uygarlıklar arasındaki fark, bugün için eğlence ve «değişiklik» açısından taşıdıkları değere göre belirlenir. Tabii burjuvazinin elinin kirini takdirle sildiği Inka bezi şekline düş-memişse. «Düşeşe bak, bu eski tavayı 30 dolara düşürdüm.» der Daisy. «Fakat yenisi sadece 2 Dolar!» diye vakvaklar Vak-vak. «Anlamıyorsun. Yenilerin hiç bir değeri yok. Antika demir bugünlerde çok moda». İki anlamda bir söz. Zamanın ya askıya alındığı ya da sıkıştırıldığı ölü heykeller çağı, bir süper-market gibidir Tıpkı günün en uygun alışverişini yapabileceğini/ Kalifomiya'daki Disney Diyarı gibi bir lunaparktır: «Bugün ve her Salı, yerlili-Şili servisi vardır hem de soslu».
Vakvak ve şürekasının varolmaları ve belleklerini güvence altına almak için gerekli olan bir fotoğraf veya heykel gibi, eski uygarlıkların da «hayata» dönebilmeleri için bir fotoğraf veya resimde Disneyleştirilmeleri gerekir. Varlığınızı sürdürmek için canlı olarak gömülmeniz gerekir.
Disney'in bireye olan yaklaşımı, yabancı bir kültüre olan yaklaşımıyla aynıdır ve her ikisi de taşlamış imgelerinin başarısı ve propagandası için yarışmak zorundadırlar. Bunu, Vak-vak'ın mumyalar müzesinde gece bekçisi olarak çalıştığı bir öyküde görüyoruz. Bir gece, iş başındayken, müzenin karşısındaki bir evde kıyafet balosu verilir. Mumyalar müzesindeki tarihi kişilerdir bu balodakiler (aynı kıyafet, surat ve ifadeler vb). Vakvak kaçınılmaz bir şekilde uyuyakalır ve uyandığı zaman canlıları mumyalarla karıştırır. Uyuduğu sırada bir «devrim» olduğuna kanaat getirir. Anlaşılan tarihin bu hareketini başka türlü açıklamak olanaksızdır. «Büyük kent halkının bir devrimi bastırıp Prens Char Ming'i yeniden iktidara getirdiği Unsteadis-tan'a ilişkin, daha önce sözü edilen hikâyede de tarihin hareketlerine karşı aynı tavır alınıyor. Vakvak gerçek olduğu kadar düşsel tarihte de hiç bir hareketi kabullenemiyor). Uyandığı zaman, bir ip parçasıyla gerçek tipleri umutsuzca denetimi altına alıp «devrimi» durdurmak ister ve «Kraliçe Elizabeth, Jan D'arc, Hun İmparatoru Attila, velhasıl tüm müze, sokaklarda dolaşıyor» diye haykırır. Tüm bunlar, kıyafet balosundaki konukların, müzedeki tarihi kişilerle aynı kıyafetleri giyerek geçmişi bir eğlence ve turizm vahası haline sokmasından oldu. Onun bir payı olmamasına karşın, bu olay Vakvak'ı ünlü bir kişi yapar ve geçmişin bekçisi olarak elde ettiği başarı için ödüllendirilir. Bugünün acımasız gerçeklerini koruyabilmek için geçmişin bekçiliği görevini yeğliyor gibidir. «Aylar geçti ve Vakvak Amca o kadar çok para kazandı ki, artık çalışmaya ihtiyacı yok» der çocuklar. «Evet, şimdi ünlü bir kişi o... O kadar ünlü ki müzede mumyadan heykelinin teşhir edilmesine izin verdiği için bir de para alıyor... Bizim Vakvak Amca'mız Ördekkent'in tarihindeki en büyük gürültüyü kopardı».
Vakvak düşlerini gerçekleştirmiştir: rahat, iyi para getiren, fazla bir şey istemeyen bir iş. Eski veya çağdaş, her uygarlık,Vakvak'ı model olarak alabilir. Walt Disney Productions'a yazmanız yeterlidlr bunun için.
Bu Büyük ördek bütün bunları hak etmek için hiç bir şey yapmamıştır. Zekâ, başarıyı artırıp, ün sağlayabilir ama ölü heykellerin kışlık otlağına girmek ancak şans sayesinde olabilir. Film yapımcısı sahneyi yeniden kurup, sürdürebilir ya da makaslayıp tümünü çıkarabilir. Ünlüler, mezarlık sakinlerinin düzene uyup, taşkınlık yapmamalarını güvence altına alırlar. Bunu yapmazlarsa, o zaman tarihin atlıkarıncasında yer bulamaz ve «keşfedilmezler».
Disney'e göre her kişi, her uygarlık kendi yalnızlığı içinde, tarihin değişikliklerini taklit eder ve bekler. Tarih, değişikliği idare eden tüm yasaların her kişinin kendinde olduğu dev bir kişisel organizasyon olarak anlaşılmaktadır. Demek ki kişisel değerler, hem toplumsal hem de kişisel düzeyler için geçerlidir. Dışsal etkilerin bu karakterleri maddi veya manevi bir servet aramaya göndermeye yettiği gibi, tarihin süper, parlak beyin dalgalı sihirli aydınlatıcıları da ilerleme yollarını aydınlatmaya yeterlidir. Her yaratık, fikir bankasında toplanmış dehadan payını almıştır ve panik anlarında, hesabında ne kadar olduğunu bilmeden çeki bozdurur. Peki ama_ bu fikirler nereden gelmektedir? Ya hiç bir yerden ya da bir önceki fikirden. Disney'de tarih, somut koşullar ya da insan emeğinden oluşan fikirlerle değil, anlaşılmaz bir şekilde insanların üzerine yağan fikirlerle yürütülmektedir. Bu fikirleri kullanır ve karşılığını bedensel acılarla öderler, ama asla kendileri üretmezler. Bedensel acı pasif, ruhun rolü ise aktif etmendir. Fikirlerle yatırım yapılamaz çünkü banka insanlardan mevduat kabul etmez. Yalnız, Ulu Varlık tarafından kişinin zihinsel kovasına boşaltılan paralardan çekebilir. İnsanlar fikir makinesini denetleye-mezler, onun yalnızca yakıtıdırlar çünkü. Her fikir, tohumsuz meyve taşıyan çok özel bir tohumdur. İdealist düşüncenin mikroptan arınmış gücüyle yönetilir. Maddi koşullardan, kişinin gerçek varlığından türemediği için, fikirler yalnız bir kez işe yarar. Tek çıkışlı, başka bir tek yönlü yola açılan bir tek yönlü yoldur. Depolanamadıkları için de algılar, gelecek olay için yeni bir tanesi bulunacağı umuduyla bir kerede kullanılıp çöp tenekesine atılan egzotik şeylerdir.
Tarihi süreç, tek sıra askeri düzende yürüyen, bölümlere ayrılmış, ilgisiz fikirler dizisi olarak «düşünülür». Fikirlerin kökenini insanlığın maddi koşullarında olduğunu kabullenmemekle kafalarımızın plastik bir torbaya konmasına ve sadece efendinin ağzından çıkacak buyruğa kulak vermeye eyvallah demek gibidir. Ve, torbanın sahibi de her türlü somut toplum sal koşulların dışına çıkarıldığı için (süper insan veya yufka yürekli tefeci gibi) fikirler, doğal bir gücün ürünü olarak düşünülürler. Fikirleri, pasif alıcıların denetiminin dışına çıkarmakla, tarihi tarihin motorlarından yoksun bırakıp saf doğa alemine sokar. Buna altüst etme denir. Gerçekte, somut koşullara uygun olarak ve toplumsal güçlerle karşılıklı etki içinde tarihi yapanlar ve fikirleri üretenler insanlardır. Disney'de ise, bu gerçek yaşam süreci toplumsal ya da maddî kökeni olmayan fikirler doğuruyor gibi gözükür, bulutlar içinde, gerçeklerden kopuk bir biçimde yazılmış bir yavrukurt el kitabı gibi.
Fakat bu Doğa-Bilgisayar sağladığı yararları, bazı çağdaş eserlerin belirttiği gibi, keyfi bir biçimde mi dağıtır? Yoksa bir yasayla mı yönetilir? Tabii ki Disney'in hukuk dairesine göre her şey uygun ve yolundadır : beyinler, önceden tabakalara ayrılmış bir dünyada dağıtılır ve akıllı ve aptal; iyi ve kötü paylarını oldukları yerde beklerler. Dağıtım, gelecekleri önceden belirlenmiş olanların ve onların temsil ettikleri değerlerin lanetlenmesi ya da selâmete ermesini desteklemeye yarar. Ahlâkî bölünme dışında, insanlar aynı zamanda yetenekleri açısından da farklılaşmışlardır. Bu nedenle Vakvak, Mucid'in sihirli başlığını («aklı az olanlar» için yapılmış) giydiği zaman, derhal bir dahi oluverir: «Daniel Varyemez Ördekkent'i 1862' de kurdu... Boris Waddle Waddle Adalarını 1609'da keşfetti... Yaşasın! Tarih ilminde bir dehayım!» (Şuna da dikkat edin ki, kurucu Varyemez'in bir atasıdır; adaları keşfeden hemen onlara kendi ismini vermiştir. Haklısın Vakvak, dersini iyi öğrenmişsin). Ilımlı üstünlüğünü kanıtlamak için icadını kullanmak ister: «Bizim üç yeğen çok akıllı olduklarını sanıyorlar. Amcalarının daha akıllı olduğunu göstereceğim onlara.» Başlık başından uçar ve «o kaba saba kılıklı adamın» başına geçer. Onun aklına da hemen yeni fikirler gelir ve artık ne yapacağını bilmektedir : «Yaşasın! Birden Varyemez'i nasıl soyacağımı buldum». Mucid sızlanır: «Hayır olamaz. Sihirli başlığım bu hırsızın cani kafasına yardımcı oluyor».
Bir fikir mutlu hedefine erişmek üzere harekete geçtiği an, karşımıza başka bir etmen çıkar. Zaten yetenek tek başına yeterli değildir, öyle olsaydı o zaman dünya sonsuza dek önceden belirlenmiş olurdu.Şans, kader ve keyfî güçler irade ve yeteneğin ötesindedir ve dünyaya toplumsal hareketliliği getirirler. Kişiliklerinin kısıtlılığına karşın, zaman zaman kişilerin bir başarı elde edip bunun keyfini çıkarmalarına izin verir. Böylece, bir başarısızlık olarak tanımlanan Vakvak, şanslı olduğu, kırk yılda bir aklına gelen bir fikir, amcasınınkinden daha üstün olabildiği için akıllı Varyemez'i yenebilir. Tartışmasız, Ludwig yon Drake gibi bir dahi olan Alim Mucid inanılmayacak ölçüde kötü talihlidir. Bir kural olarak, yeğenler her zaman iyi şans ve zekâyı birleştirmişlerdir, ama, şansları yaver gitmediği zaman kaybederler.
İyi ve kötü arasındaki hareketlilik ise, yalnızca egemen kesime sunulmuştur, yani kentin ahlâkî seçim hakkı tanınan «iyi adamları» daima günahlarını çıkarma hakkına sahiptir. Daha aşağı haydut sınıfı içinse şans daima terstir ve parlak bir fikrin pırıltısı bile yoktur onlarda. İyi bir fikir bulsalar bile bu onları genellikle yenilgi ve tutsaklığa götürür. Düşünme, hapse giden en emin yoldur. Kader bu. Yalnızca düzeni temsil eden sınıf arasında kargaşalık, yani, düzensizlik yasası hüküm sürebilir. Çizgi hikâyedeki anarşi, sanki determinizmi aşılabilir-miş gibi göstermeye yarıyor (toplumsal olarak zaten önceden belirlenmiş bir dünyada) ve böylece her serüvende gerekli olan şaşırtma ve çeşitlilik etkilerini sağlamış oluyor. Olaylarda anarşinin varlığı her tipe gerçeğe uygunluk ve gerilim ihsan eder ve günlük endişelerle dolu okuyucuya da bu yükü karakterlerin sırtına yükleyebilme fırsatını verir.
Disney'in çizgi hikayeleriyle bir süpermen'in, düzen yasasıyla yönetilen dünyada faaliyet gösterdiği öteki tüt çizgi hikâyeler arasındaki fark burada ortaya çıkıyor. Tarzan ve Batman doğru yoldan sapamazlar; çünkü mükemmeldirler ve tüm ilahi düzen yasasının fiziksel ve ussal özünü temsil ederler. Kurulu düzenle veya kendileriyle hiç bir çelişkileri olamaz. Hırsızlara karşı giriştikleri seferleri dünyanın kusursuz uyumunu sağlar. Kötülük kovulduğuna ve dünya iyi ve temiz olarak kaldığına göre artık tatile çıkabilirler. Bu kendini yineleyen ve sıkıcı dünyadaki tek gerilim, kahramanın zayıf noktasının, Aşil'in topuğunun aranmasıyla sağlanır. Okuyucu kendini kahramanın yerine kor, çünkü onun ikili kişiliğini paylaşır : biri utangaç, basit ve bereciksiz; ötekisi mükemmel ve bir tanrı kadar mukte-dir. Bu ikili kişilik günlük yaşamdan doğaüstüne gidip gelme-yi sağlar; günlük yaşamın kendisinde böyle bir hareketlilik olamaz.
Öteki serüven hikâyelerinin abartılmış, beceriksiz tertiplerini reddeden Disney'in getirdiği yenilik buradadır (tarihi döneminin bir ürünü). İdeolojik fon birbirine benzeyebilir ama baskı güçlerini açıkça göstermediği için Disney, daha da tehlikelidir. Bruce Wayne'den bir Batman meydana getirmek, düşgücü-nü, her günkü hayatın dışına kadar uzatmakta ve bu dünyayı böylece doğrulamaktadır. Disney, gerçeği ve onun sorunlarını, çocuğun düşgücünü uyuşturarak, istilâ eder.
«Disney'in sihirli dünyası» bir döngüsel baskı düzeninin çeşitlemelerinden oluşur. Tüm karakterlerine ve onların fikirlerine, özerklik görünümü ve seçme özgürlüğü verir. Eğer bu özgürlük, daha «aşağı» tabakaya verilse ve bu düzeydekilerin geleceği önceden belirlenmemiş olsaydı, başka bir toplumda yaşıyor olurduk. Egemen olanlarla egemenlik altında olanları ayıran duvar ufalanır, baskının tüm üstyapısı havaya uçar ve sonuç devrim olurdu. Bugün Disney'deki, kapalı bir döngü içindeki sahte diyalektiğin (yani daha önce incelediğimiz «iyi adamlar» arasındaki değişim) yerini gerçek bir diyalektik alır ve «aşağı» olanların hem asi hem de iyi olma şansları olurdu. «Boyun eğen» halklara —eğer bugünkü durumlarını terk edeceklerse açık olan tek yol, devrimdir ki bu «yanlış» bir değişiklik yolu, sürekli bir «suç ve karşılıklı şikayet» ten ibarettir. En iyisi, iyi olmaktır. Ve eğer kişi yeteneksiz olacak kadar şanssızca o zaman sabırla beklemesi gerekir. Belki bir gün şans onun yönünde esip ona biraz prestij ve para saçacak ve böylece yükselecek, yükselecek, yükselecektir.
Geçmişi (ve geleceği) bugünün yapısıyla istila etmekle, Disney tüm insanlık tarihini ele geçirir. Mısır'da yüzü aynı Var-yemez'inki gibi olan bir sfenks vardır. «Birkaç yıl önce sfenksi keşfettiği zaman yüzü yoktu, onun için kendininkini koydu». Varyemez'in yüzünün her yere konulması son derece uygundur. Amerikan tarihinin patentidir bu surat. Bu hikâyenin sonunda, Rushmour dağındaki (ki buna şimdi Ördektepe denecek) Washington, Lincoln vb. heykellerine bir de kendi benzerini de ekler. Böylece Varyemez Büyük Kurucular arasına katılır. Uzayda bile heykeli vardır.
Burjuvazi kendi çağını insanlığın tamamlanması, mükem-melleştirilmesi ve uygarlık ile kültürün en yüksek noktasına erişmesi çağı olarak gördüğü için, iktidara geçişlerinin tarihini kendi görüş açılarına göre yeniden yorumlama hakkının ellerinde bulunduğu savındadır. Burjuvazinin evrenselliği ve ölümsüzlüğünü yadsıyan her şey saçma ve eksantrik bir sapma olarak niteleniyor. Her çelişki, önemsiz, öznel ve bireysel bir anlaşmazlıktır. Burjuvazinin övücü ve iltifatçı aynası olan Disney tarihi öyle çarpıtmıştır ki, egemen sınıf yükselişini toplumsal değil doğal bir olay olarak görmektedir. Burjuvazi, kiralamış olduğu evin mülkiyetini almıştır
Bu tarihsel çizgi hikâye, önceden bilinmeyeni mukadderat-mış gibi göstermektedir. Zamanın ıstıraplı akışını sonsuz ve erken yaşlılığa çevirir. Bugünün nedenleri, geçmişte aranmamalıdır: aksaklıkların üstesinden gelmede eşsiz büyükelçi Vakvak'a sorun. Ne yazıktır ki Sokrat bu çizgi-hikâyeleri okuyamadı. Hiç kuşkusuz okusaydı zehirlemezdi kendini.
Bugünün pislikleri ve artıklarıyla geçmişin eritilmesi zamanın dinamizm yanılsamasını yaratır. Temel farklılıkların yok edilmesiyle, birlikte, eşsiz bir heyecan için duyulan özlemin ihanet ettiği bir çelişki yine de vardır.
Ancak tarihi felce uğratmanın başka yolu da vardır. Zaman tüketilebilir bir bütün olarak alınır. Eski ülkeler ve halklar tarihin kanıtıdır. Inca-Blinca, Unsteadistan, Firavunların Mısır'ı, Vikinglerin Skandinavya'sı, korsanlarla dolu Karayipler ve Kızılderililerin Kuzey Amerika'sı hepsi ölü heykeller süper marketine, uygun adım giderler. Şimdi indirimli fiyatlar varken, tarih diliminizi alın. Zamanın bir şey ürettiği düşüncesi doğal bir şekilde safdışı edilmiştir. Geçmişin Disney Diyarı gümrüğü ve göçmen dairesinden (ve Interpolden) aldığı geleceğe geçiş vizesi egzoti-sizm ve folklorla damgalanır. Tarih, eski uygarlıkların satın alma kampanyasıyla canlanan bir pazar meydanı haline gelir. Geçmiş uygarlıklar arasındaki fark, bugün için eğlence ve «değişiklik» açısından taşıdıkları değere göre belirlenir. Tabii burjuvazinin elinin kirini takdirle sildiği Inka bezi şekline düş-memişse. «Düşeşe bak, bu eski tavayı 30 dolara düşürdüm.» der Daisy. «Fakat yenisi sadece 2 Dolar!» diye vakvaklar Vak-vak. «Anlamıyorsun. Yenilerin hiç bir değeri yok. Antika demir bugünlerde çok moda». İki anlamda bir söz. Zamanın ya askıya alındığı ya da sıkıştırıldığı ölü heykeller çağı, bir süper-market gibidir Tıpkı günün en uygun alışverişini yapabileceğini/ Kalifomiya'daki Disney Diyarı gibi bir lunaparktır: «Bugün ve her Salı, yerlili-Şili servisi vardır hem de soslu».
Vakvak ve şürekasının varolmaları ve belleklerini güvence altına almak için gerekli olan bir fotoğraf veya heykel gibi, eski uygarlıkların da «hayata» dönebilmeleri için bir fotoğraf veya resimde Disneyleştirilmeleri gerekir. Varlığınızı sürdürmek için canlı olarak gömülmeniz gerekir.
Disney'in bireye olan yaklaşımı, yabancı bir kültüre olan yaklaşımıyla aynıdır ve her ikisi de taşlamış imgelerinin başarısı ve propagandası için yarışmak zorundadırlar. Bunu, Vak-vak'ın mumyalar müzesinde gece bekçisi olarak çalıştığı bir öyküde görüyoruz. Bir gece, iş başındayken, müzenin karşısındaki bir evde kıyafet balosu verilir. Mumyalar müzesindeki tarihi kişilerdir bu balodakiler (aynı kıyafet, surat ve ifadeler vb). Vakvak kaçınılmaz bir şekilde uyuyakalır ve uyandığı zaman canlıları mumyalarla karıştırır. Uyuduğu sırada bir «devrim» olduğuna kanaat getirir. Anlaşılan tarihin bu hareketini başka türlü açıklamak olanaksızdır. «Büyük kent halkının bir devrimi bastırıp Prens Char Ming'i yeniden iktidara getirdiği Unsteadis-tan'a ilişkin, daha önce sözü edilen hikâyede de tarihin hareketlerine karşı aynı tavır alınıyor. Vakvak gerçek olduğu kadar düşsel tarihte de hiç bir hareketi kabullenemiyor). Uyandığı zaman, bir ip parçasıyla gerçek tipleri umutsuzca denetimi altına alıp «devrimi» durdurmak ister ve «Kraliçe Elizabeth, Jan D'arc, Hun İmparatoru Attila, velhasıl tüm müze, sokaklarda dolaşıyor» diye haykırır. Tüm bunlar, kıyafet balosundaki konukların, müzedeki tarihi kişilerle aynı kıyafetleri giyerek geçmişi bir eğlence ve turizm vahası haline sokmasından oldu. Onun bir payı olmamasına karşın, bu olay Vakvak'ı ünlü bir kişi yapar ve geçmişin bekçisi olarak elde ettiği başarı için ödüllendirilir. Bugünün acımasız gerçeklerini koruyabilmek için geçmişin bekçiliği görevini yeğliyor gibidir. «Aylar geçti ve Vakvak Amca o kadar çok para kazandı ki, artık çalışmaya ihtiyacı yok» der çocuklar. «Evet, şimdi ünlü bir kişi o... O kadar ünlü ki müzede mumyadan heykelinin teşhir edilmesine izin verdiği için bir de para alıyor... Bizim Vakvak Amca'mız Ördekkent'in tarihindeki en büyük gürültüyü kopardı».
Vakvak düşlerini gerçekleştirmiştir: rahat, iyi para getiren, fazla bir şey istemeyen bir iş. Eski veya çağdaş, her uygarlık,Vakvak'ı model olarak alabilir. Walt Disney Productions'a yazmanız yeterlidlr bunun için.
Bu Büyük ördek bütün bunları hak etmek için hiç bir şey yapmamıştır. Zekâ, başarıyı artırıp, ün sağlayabilir ama ölü heykellerin kışlık otlağına girmek ancak şans sayesinde olabilir. Film yapımcısı sahneyi yeniden kurup, sürdürebilir ya da makaslayıp tümünü çıkarabilir. Ünlüler, mezarlık sakinlerinin düzene uyup, taşkınlık yapmamalarını güvence altına alırlar. Bunu yapmazlarsa, o zaman tarihin atlıkarıncasında yer bulamaz ve «keşfedilmezler».
Disney'e göre her kişi, her uygarlık kendi yalnızlığı içinde, tarihin değişikliklerini taklit eder ve bekler. Tarih, değişikliği idare eden tüm yasaların her kişinin kendinde olduğu dev bir kişisel organizasyon olarak anlaşılmaktadır. Demek ki kişisel değerler, hem toplumsal hem de kişisel düzeyler için geçerlidir. Dışsal etkilerin bu karakterleri maddi veya manevi bir servet aramaya göndermeye yettiği gibi, tarihin süper, parlak beyin dalgalı sihirli aydınlatıcıları da ilerleme yollarını aydınlatmaya yeterlidir. Her yaratık, fikir bankasında toplanmış dehadan payını almıştır ve panik anlarında, hesabında ne kadar olduğunu bilmeden çeki bozdurur. Peki ama_ bu fikirler nereden gelmektedir? Ya hiç bir yerden ya da bir önceki fikirden. Disney'de tarih, somut koşullar ya da insan emeğinden oluşan fikirlerle değil, anlaşılmaz bir şekilde insanların üzerine yağan fikirlerle yürütülmektedir. Bu fikirleri kullanır ve karşılığını bedensel acılarla öderler, ama asla kendileri üretmezler. Bedensel acı pasif, ruhun rolü ise aktif etmendir. Fikirlerle yatırım yapılamaz çünkü banka insanlardan mevduat kabul etmez. Yalnız, Ulu Varlık tarafından kişinin zihinsel kovasına boşaltılan paralardan çekebilir. İnsanlar fikir makinesini denetleye-mezler, onun yalnızca yakıtıdırlar çünkü. Her fikir, tohumsuz meyve taşıyan çok özel bir tohumdur. İdealist düşüncenin mikroptan arınmış gücüyle yönetilir. Maddi koşullardan, kişinin gerçek varlığından türemediği için, fikirler yalnız bir kez işe yarar. Tek çıkışlı, başka bir tek yönlü yola açılan bir tek yönlü yoldur. Depolanamadıkları için de algılar, gelecek olay için yeni bir tanesi bulunacağı umuduyla bir kerede kullanılıp çöp tenekesine atılan egzotik şeylerdir.
Tarihi süreç, tek sıra askeri düzende yürüyen, bölümlere ayrılmış, ilgisiz fikirler dizisi olarak «düşünülür». Fikirlerin kökenini insanlığın maddi koşullarında olduğunu kabullenmemekle kafalarımızın plastik bir torbaya konmasına ve sadece efendinin ağzından çıkacak buyruğa kulak vermeye eyvallah demek gibidir. Ve, torbanın sahibi de her türlü somut toplum sal koşulların dışına çıkarıldığı için (süper insan veya yufka yürekli tefeci gibi) fikirler, doğal bir gücün ürünü olarak düşünülürler. Fikirleri, pasif alıcıların denetiminin dışına çıkarmakla, tarihi tarihin motorlarından yoksun bırakıp saf doğa alemine sokar. Buna altüst etme denir. Gerçekte, somut koşullara uygun olarak ve toplumsal güçlerle karşılıklı etki içinde tarihi yapanlar ve fikirleri üretenler insanlardır. Disney'de ise, bu gerçek yaşam süreci toplumsal ya da maddî kökeni olmayan fikirler doğuruyor gibi gözükür, bulutlar içinde, gerçeklerden kopuk bir biçimde yazılmış bir yavrukurt el kitabı gibi.
Fakat bu Doğa-Bilgisayar sağladığı yararları, bazı çağdaş eserlerin belirttiği gibi, keyfi bir biçimde mi dağıtır? Yoksa bir yasayla mı yönetilir? Tabii ki Disney'in hukuk dairesine göre her şey uygun ve yolundadır : beyinler, önceden tabakalara ayrılmış bir dünyada dağıtılır ve akıllı ve aptal; iyi ve kötü paylarını oldukları yerde beklerler. Dağıtım, gelecekleri önceden belirlenmiş olanların ve onların temsil ettikleri değerlerin lanetlenmesi ya da selâmete ermesini desteklemeye yarar. Ahlâkî bölünme dışında, insanlar aynı zamanda yetenekleri açısından da farklılaşmışlardır. Bu nedenle Vakvak, Mucid'in sihirli başlığını («aklı az olanlar» için yapılmış) giydiği zaman, derhal bir dahi oluverir: «Daniel Varyemez Ördekkent'i 1862' de kurdu... Boris Waddle Waddle Adalarını 1609'da keşfetti... Yaşasın! Tarih ilminde bir dehayım!» (Şuna da dikkat edin ki, kurucu Varyemez'in bir atasıdır; adaları keşfeden hemen onlara kendi ismini vermiştir. Haklısın Vakvak, dersini iyi öğrenmişsin). Ilımlı üstünlüğünü kanıtlamak için icadını kullanmak ister: «Bizim üç yeğen çok akıllı olduklarını sanıyorlar. Amcalarının daha akıllı olduğunu göstereceğim onlara.» Başlık başından uçar ve «o kaba saba kılıklı adamın» başına geçer. Onun aklına da hemen yeni fikirler gelir ve artık ne yapacağını bilmektedir : «Yaşasın! Birden Varyemez'i nasıl soyacağımı buldum». Mucid sızlanır: «Hayır olamaz. Sihirli başlığım bu hırsızın cani kafasına yardımcı oluyor».
Bir fikir mutlu hedefine erişmek üzere harekete geçtiği an, karşımıza başka bir etmen çıkar. Zaten yetenek tek başına yeterli değildir, öyle olsaydı o zaman dünya sonsuza dek önceden belirlenmiş olurdu.Şans, kader ve keyfî güçler irade ve yeteneğin ötesindedir ve dünyaya toplumsal hareketliliği getirirler. Kişiliklerinin kısıtlılığına karşın, zaman zaman kişilerin bir başarı elde edip bunun keyfini çıkarmalarına izin verir. Böylece, bir başarısızlık olarak tanımlanan Vakvak, şanslı olduğu, kırk yılda bir aklına gelen bir fikir, amcasınınkinden daha üstün olabildiği için akıllı Varyemez'i yenebilir. Tartışmasız, Ludwig yon Drake gibi bir dahi olan Alim Mucid inanılmayacak ölçüde kötü talihlidir. Bir kural olarak, yeğenler her zaman iyi şans ve zekâyı birleştirmişlerdir, ama, şansları yaver gitmediği zaman kaybederler.
İyi ve kötü arasındaki hareketlilik ise, yalnızca egemen kesime sunulmuştur, yani kentin ahlâkî seçim hakkı tanınan «iyi adamları» daima günahlarını çıkarma hakkına sahiptir. Daha aşağı haydut sınıfı içinse şans daima terstir ve parlak bir fikrin pırıltısı bile yoktur onlarda. İyi bir fikir bulsalar bile bu onları genellikle yenilgi ve tutsaklığa götürür. Düşünme, hapse giden en emin yoldur. Kader bu. Yalnızca düzeni temsil eden sınıf arasında kargaşalık, yani, düzensizlik yasası hüküm sürebilir. Çizgi hikâyedeki anarşi, sanki determinizmi aşılabilir-miş gibi göstermeye yarıyor (toplumsal olarak zaten önceden belirlenmiş bir dünyada) ve böylece her serüvende gerekli olan şaşırtma ve çeşitlilik etkilerini sağlamış oluyor. Olaylarda anarşinin varlığı her tipe gerçeğe uygunluk ve gerilim ihsan eder ve günlük endişelerle dolu okuyucuya da bu yükü karakterlerin sırtına yükleyebilme fırsatını verir.
Disney'in çizgi hikayeleriyle bir süpermen'in, düzen yasasıyla yönetilen dünyada faaliyet gösterdiği öteki tüt çizgi hikâyeler arasındaki fark burada ortaya çıkıyor. Tarzan ve Batman doğru yoldan sapamazlar; çünkü mükemmeldirler ve tüm ilahi düzen yasasının fiziksel ve ussal özünü temsil ederler. Kurulu düzenle veya kendileriyle hiç bir çelişkileri olamaz. Hırsızlara karşı giriştikleri seferleri dünyanın kusursuz uyumunu sağlar. Kötülük kovulduğuna ve dünya iyi ve temiz olarak kaldığına göre artık tatile çıkabilirler. Bu kendini yineleyen ve sıkıcı dünyadaki tek gerilim, kahramanın zayıf noktasının, Aşil'in topuğunun aranmasıyla sağlanır. Okuyucu kendini kahramanın yerine kor, çünkü onun ikili kişiliğini paylaşır : biri utangaç, basit ve bereciksiz; ötekisi mükemmel ve bir tanrı kadar mukte-dir. Bu ikili kişilik günlük yaşamdan doğaüstüne gidip gelme-yi sağlar; günlük yaşamın kendisinde böyle bir hareketlilik olamaz.
Öteki serüven hikâyelerinin abartılmış, beceriksiz tertiplerini reddeden Disney'in getirdiği yenilik buradadır (tarihi döneminin bir ürünü). İdeolojik fon birbirine benzeyebilir ama baskı güçlerini açıkça göstermediği için Disney, daha da tehlikelidir. Bruce Wayne'den bir Batman meydana getirmek, düşgücü-nü, her günkü hayatın dışına kadar uzatmakta ve bu dünyayı böylece doğrulamaktadır. Disney, gerçeği ve onun sorunlarını, çocuğun düşgücünü uyuşturarak, istilâ eder.
«Disney'in sihirli dünyası» bir döngüsel baskı düzeninin çeşitlemelerinden oluşur. Tüm karakterlerine ve onların fikirlerine, özerklik görünümü ve seçme özgürlüğü verir. Eğer bu özgürlük, daha «aşağı» tabakaya verilse ve bu düzeydekilerin geleceği önceden belirlenmemiş olsaydı, başka bir toplumda yaşıyor olurduk. Egemen olanlarla egemenlik altında olanları ayıran duvar ufalanır, baskının tüm üstyapısı havaya uçar ve sonuç devrim olurdu. Bugün Disney'deki, kapalı bir döngü içindeki sahte diyalektiğin (yani daha önce incelediğimiz «iyi adamlar» arasındaki değişim) yerini gerçek bir diyalektik alır ve «aşağı» olanların hem asi hem de iyi olma şansları olurdu. «Boyun eğen» halklara —eğer bugünkü durumlarını terk edeceklerse açık olan tek yol, devrimdir ki bu «yanlış» bir değişiklik yolu, sürekli bir «suç ve karşılıklı şikayet» ten ibarettir. En iyisi, iyi olmaktır. Ve eğer kişi yeteneksiz olacak kadar şanssızca o zaman sabırla beklemesi gerekir. Belki bir gün şans onun yönünde esip ona biraz prestij ve para saçacak ve böylece yükselecek, yükselecek, yükselecektir.
Böylece şans, evrenin otoriter ve de müşfik yasaların: işleten bir mekanizmadır. Bu yasalar bazı katı erdem ve yetenek kategorileri getirir ama, anlaşılmaz bir irade sayesinde, ödüller, daha önceki sınıflandırmadan bağımsız olarak demokratik bir şekilde dağıtılır. Burası mutluluk dağıtan bir iflas etmiş refah ülkesidir. Talih herkesi, her şeyi dengeler.
Böylece okuyucular, kendi aşağılanmalarını, ve yabancılaşmalarını paylaşıp vine de küçük masum hayvanlar olarak kalan bu karakterlere bayılır. Kendi yaşamlarını ve hatta etraflarındaki eşyaları bile kontrol edemeyen bu karakterler kendi kusurlarının kapanına sıkışıp kalmışlardır. Küçük hayvanların bencilliği, kişiliklerinin korunması, kişisel çıkarlar yüzünden bozuşmaları, dünyanın görünümünü hayvanlara yansıtan karakterlerin yaratıcısıyla bu karakterler arasında bir uzaklığın ortaya çıkmasına yol açar. Hayvanların yaşamlarının tüketicisi olarak okuyucu da, bu küçük hayvanlara acıyarak kendini uslun görür ve böylece bu uzaklık yeniden üretilmiş olur. Demek ki tüketim olayının kendi, okuyucuya hayvanlara karşı bir «üstünlük» duygusu verir ve onların değerlerini kabul etmesinin temelini oluşturur.
Bir karakterin kendi özel içe dönük sorunlarından ve alışkanlıklarından kopup başarı yarışı dışında bir savaşa girmesi çok enderdir. Birçok karakterin ilahi ve İsa'ya özgü güçten ya-rarlanamamasına karşın bu gücün yetkili elçisi vardır: Miki Fare. Bu karakter, hiç bir karşılık beklemeden, yaşamını kötülüğe karşı mücadeleye adamıştır. Süper güçlere sahip değildir ama, yargı veya başka bir zorlayıcı gücü olmayan barışçı bir peygamberdir. Ödül ve çıkar peşinde değildir başarıya ulaştığı zaman tek ödülü erdemliliğidir. Miki, hakettiği ve geliştirdiği şanslılığını arkadaşları adına kullanır. Çıkar peşinde koşmayışı başarısının güvencesidir. Bu onu ötekilere oranla yükseltir, önemli kılar ve ona ilahi kudretten pay verir. Aslında maddidir ama maddi (gerçek) dünyayı yadsıyor gibidir. Bu da onun geçmişte Amerika ve Avrupa'daki başarısını açıklamaya yarar. O bir kabile reisi ve Disney Diyarı'ndaki geçit törenini yöneten talihli liderdir. Ve Walt'in kendisini temsil eder. Ancak, Latin
Amerika'da Vakvak popülerdir ve anavatanda planlanan televizyon programlarına Miki saati veya Miki Kulübü denmesine karşın, dergiler için seçilen propagandacı Vakvak'tır. Biz Latin Amerikalılar, bu dünyanın patronu ve Disney'in kişisel gizli ajanı Miki'den çok, talihin ve ilâhî kudretin insafına, sığınmış, kusursuz olmaktan uzak Vakvak'la özdeşleşme eğilimindeyiz...
Miki'nin kişiliği aracılığıyla, baskı gücü, yaşamın günlük gerçekleri arasında görünmez olur. O, yasadır, büyük yöneticidir, kilise piyangosu ve istihbarat ajanıdır. Şövalyevâri cömertliği, haksızlığa tahammülsüzlüğü (ve parlak, uçlu, uzun burnunun görkemliliği, olacakları önceden bilme yeteneğine olağan bir hava katar ve bu yeteneğin uygun ve gündelik uygulamasını güvence altına alır.) Gücünü hiç bir zaman kötüye kullanmaz. Ötekilerin sınıflarını kaybetmeden veya cezalandırılmadan geçemedikleri, yasallık alanında duran Miki, peygamberce ruhu yayar. Maneviyatı yaşamın alışılagelmiş bir gerçeği yapar. Alışılmamışı, anormali, dışsal gücün keyfiliğini, doğal düzenin olağan olayı haline dönüştürür. Olağanüstü büyü gücü de olağan gibi gözükerek doğal ve ebedi bir görünüm alır.
Disney dünyasında, Miki sürekliliğin ilk ve son imgesidir, o her şeyi içine alan mutlak yasadır. Ancak, Miki'nin günlük yaşantısı, olağanüstülük üzerine kurulu olduğu için sahte bir günlük yaşantıdır. Aynı şekilde sürekliliği de sahtedir, çünkü o da olağanüstülük üzerine kurulmuştur. Bir anlamda Miki'nin sahte sürekliliği, sahte analık simgesidir.
Belki de Miki'nin bu yönü, Disney'in anne olarak kadının yokluğunu anlamamıza yardımcı olacaktır.
Disney güvertesindeki tek dişi, kendisine kur yapılan, ve abartmalı bir şekilde övülen ve sözde «kadınlık doğasının» ancak bir kısmına sahip, gönül çelici ve son derece boş kadındır. Kişiliğinin bu yüzeysel yönüne takılıp kalmış olan kadın, kendisini, çok eskiden şimdi anımsanmayan zamanlardan beri, sürekliliğin simgesi yapan öbür öğeyi terk etmiştir. Onu evrenin ayrılmaz bir bölümü ve yaşamın doğal devrinin bir parçası yapan, gerçek ve; fizikî ilişki üzerine kurulu süreklilik öğesi (analık) terk edilmiştir. Bu tür gerçek sürekliliği ve ana imgesini Disney dünyasıyla birleştirmek, sağlam günlük yaşantıya dönüşü tehdit eden bir gerçek, bir panzehir aşılamak gibidir. Gerçek annenin varlığı, sahte anne, Miki'ye olan ihtiyacı yok ederdi.
Şimdi tornavidayı bir kez daha çevirelim, böylece gevşek-
liklerden biri daha kapanmış olsun. Disney'in çağdaş toplumun bozukluklarına getirdiği eleştirileri görelim. Disney neler yapıyor?
Bürokrasiyi kınıyor;
Kuzey Amerikalı turistlerle alay ediyor;
Hava kirlenmesine ve doğal çevrenin bozulmasına karşı çıkıyor;
Merhametsiz teknolojinin döktüğü kanları kınıyor;
Modern kentteki insanların yalnızlığını kınıyor;
Gereksiz ürünler satarak tüketicinin zayıflığını sömürenlerin şiddetli açıkgözlülüğüne hücum ediyor;
Servetin aşırı derecede bir yerde kümelenmesini kınıyor;
Üstelik Varyemez Amca'nın kişiliği de varlıklı kişilere yönelik toplumsal bir taşlama değil midir?
Disney'in bu görüşü, çocuklara bugünün dünyasındaki kötülükleri göstermenin ve onları yenme gerekliliğini öğretme-nin en iyi yolu olarak gösterilemez mi?
Disney türü «eleştirinin» iki örneğini ele alalım ve çizgi hikâyelerin boğucu havasını hafifletip hafifletmediğini görelim. Kara Orman'da «küçük ağaçkakanlar için her gün mutlu bir gündür». Orada, doğayla tam bir uyum içinde yaşarlar ve en vahşi hayvanlar ayı ve kartal bile müşfiktir. Ancak, «temiz hava», «sessizlik», «sağlık» ve «iyilik» gerçek vahşi hayvan tarafından, Varyemez Amca'nın barbar teknolojisi tarafından yok edilir. Buldozerler, kamyonlar, uçaklar ve canavar makineler bu temiz ve güzel yere doğru ilerler. «Terkedin burayı, ilerlemeyi önlüyorsunuz». Ağaçlar yerine bir «örnek kent», bir «geleceğin kenti» kurulacaktır: «Bacalı, 10 bin tuğla konut... 2 milyon kişi yaşayacak, dükkanlar, fabrikalar, park yerleri ve rafineriler olacak...» Ağaçkakanların, bu inşaatı durdurmak üzere baş vurularına verilen cevap şudur: «geyikler, ayılar ve kuşlar ne vergi öder ne de buzdolabı satın alır».
Kendisiyle onu kullananlar arasında despot bir ilişki kuran teknolojik gelişme, zararlı bir doğal güç olarak yargılanır. Ama son, mutlu olmalıdır. Doğanın güçleri önce pasiftirler, sonra temkinli bir şekilde saldırıya geçerler ve sonunda sunabilecekleri yararlılıklarını göstererek bu milyoner girişimciyi kandırırlar. Orman onun gribini, dertlerini ve korkularını tedavi eder : gençleş-miştır. Ve mikropsuz kent gelişmesine olan yaldızlı bağın gerilinde insanların bir günden ertesine kendilerini yenilemelerinisağlayan doğal ahlâkî duygular ve yalın iyilik yatmaktadır. Çağdaş yaşantının lânetiyle karşılaşınca, kişi ancak kaçabilir, içe dönebilir ya da toplumsal düşmanlarıyla barışıp, bu tür felâketleri kışkırtan suçluların günahlarından arınacakları doğa evrenine geri çekilebilir. İstilâcı ikna edilmiştir ve yeniden doğayla birleşir. Böylece her bir çiçeğinden ağacına kadar yeryüzü toplumu kurtarır, düzenler ve bunu her kişinin derinliklerinde bulmak mümkündür. Böylece Varyemez, satmak üzere temiz havayı konservelemeye kalkınca, rüzgâr esip havayı dağıtır ve işini bozar. Bu tür «eleştiri» aslında sistemi geçerli kılmak amacındadır ve hiç bir şeyi eleştirmez. Yalnızca, düşte, bir kişilikten cennetle daha uzlaşmış olan bir başka kişiliğe sihirli bir sıçrama yapılacağını kanıtlar. (Varyemez'in kesmek istediği orman, eski devirlerden kalan tek orman olan Kara Orman'dır). Kıssadan hisse: Kişi, kırsal kesimde sığınabileceği bir yer olduğu ve soylu vahşi gerçeği ve düşüncesi var olduğu sürece kentte yaşayabilir. Alçak gönüllü kişiler tanım olarak alçak gönüllü oldukları ve asla yok olmayacakları için insanlık kurtarılmıştır. Teknolojik devrim, incir yaprağını çıkarmadığı sürece, olgunluğa kabile devrine dönüşle ulaşır. Bu, en kötü şekliyle kültürel gerilemedir. Doğanın geleneksel güçleri, ilmin sahte güçlerini yenmiştir.
Disney türü eleştiri, teknolojik aşırılığın altında yatan nedenlerden bihaber marifetli çocuk-soylu vahşi üçüncü dünyalı bakış açısından kalkar. Sisteme yönelik bir saldırı olarak kabul edilmesi olanaksızdır çünkü bu nedenleri ele almaz.
Bir kez daha bilim, tarihsel bir etmen olarak soyutlanmıştır. O kadar ki bilimi temsil eden Mucid sürekli olarak alaya alınır (ancak bir şekilde başarıya ulaşır : kötü bir işi üstlendiğinde): «Bugünkü dünya beni takdir edemiyor. Ve ben bu dünyada yaşamak ve ona ayak uydurmak zorundayım». Üretici güçler olmadığından, zavallı «çılgın kaşif» onun işe yaramazlığını kanıtlayan ilkel yöntemlerle çalışmak zorundadır. Bu çizgi-hikâ-yelerde bilimsel rasyonellik bile önem taşımaz.
Disney sistemin güçlü yanlarının yanı sıra güçsüz yanlarını da koymakla tarafsızlığını göstereceği umudundadır. Hikâyeler çoğulculuk, ifade özgürlüğü taşırlar ve satışları artırmanın yanı sıra yazarlar ve sanatçılar için yaratım özgürlüğü geçerlidir. Tabii Disney'in sisteme karşı çıkışı basmakalıp niteliktedir. Sözde herkes tarafından paylaşılan inançlardan oluşur : zengini yoksulu, akıllısı aptalı, büyüğü küçüğü hepsi benimserler bu değerleri. Ayaküstü lâflamaların ve yemek sonrası sohbetlerin konuları yinelenir : acıklı enflasyon (ama enflasyondan kimlerin zarar gördüğünden söz edilmez), toplumsal standartların düşmesi (burjuvazinin koyduğu standartlar yani), hava kirlenmesi (buna kamu denetiminin dışındaki rasyonel olmayan sistem yol açmaktadır), uyuşturucu madde kullanımı (ama temelinde yatan nedenler asla). Bu demokratik tartışma platformudur. Burjuvazi tarafından «toplumsal olarak geçerli» bulunan sorunlar gündeme getirilirken uygulanan sessiz sansür gizlenmiş olur. Bu «demokratik tartışma platformu» 'özgür' düşünce ve ifade yanılsamasının sahteliğinin açığa çıkarılmasını önler (basında Vietnam Savaşı'nın, Küba çıkarması, sosyalist cumhuriyetlerin zaferleri, barış hareketi, kadınların kurtuluşu hareketi'nin nasıl ele alındığını anımsayın).
Ancak Disney kitle iletişim organlarını da suçlamaktan geri kalmaz. Televizyona en alelade ve basmakalıp eleştirileri yöneltir : ailenin yeni reisi (televizyon) yalanlar saçarak, aptallıkların propagandasını yaparak evdeki uyumu tehdit etmektedir. Vakvak'ın öz yeğenlerinin bile ahlâkını bozmaktadır televizyon. Bir hikâyede yeğenler, ünlü bir televizyon kahramanını tanıyamadığı için Vakvak'a olan sevgi ve saygılarını yitirirler. Bu anda Disney ailesinin reisinin otoritesi tehdit edilmektedir işte.
Sözü geçen televizyon kahramanı Kaptan Gadabut, Büyük Geçit'in ıssız bir köşesinde tarih öncesi vahşilerin yaşadığını öne sürer. Vakvak inanmaz bu sözlere ve Kaptan'a söver : «seni sahtekâr, seni provokatör seni!». Ayrıca onu yeğenlerinin beynini yıkamakla suçlar. Ve Büyük Geçit'e doğru yola koyulur (gerçeği aramak için değil, kızgınlık ve kıskançlığın dürtüsüyle). Gerçekten de tarih-öncesi vahşilerin var olduklarını görür. Hatasının kefaretini vahşilerin tuzağına düşerek ve giysilerini onlarla trampa etme zorunda kalarak öder. En büyük acı bizzat Kaptan Gadabut tarafından kurtarılmış olmasından doğar. Ve böylece Vakvak eleştirdiği kitle iletişim organları tarafından kurtarılmış ama aynı zamanda cezalandırılmış olur. Bu kez vahşiler rolünü oynayanlar Vakvak ve şürekâsıdır («uygar ördeklerimiz!»). Ya derhal uygarlığa yeniden döneceklerdir ya da Büyük Geçit'te terk edilecekler. Daha sonra televizyonda kendi gülünç durumlarının dünyaya yayınını seyrederlerken Vakvak ve şürekâsı pişmanlık içinde söylenirler: «Kaptan Gadabut'un nemenem bir sahtekâr olduğunu gösteremediğimiz gibi kendimizin sahtekâr olarak gösterilişini seyretmek zorunda kaldık!».
Televizyon çağdaş yaşamın incilidir. Yeğenler adeta göbeklerinden bağlılarmış gibi bir televizyon götürürler yanlarında. Vahşilere uygarlık dersi vermek üzere kullanılıp yemek pişirmesini, spor yapmasını ve hatta uçak kullanmasını öğretmek için. Bir televizyon dersinden sonra vahşiler ördeklerin şaşkın bakışları arasında uygarlığa doğru yola koyulurlar. «Geçidin ucuna doğru gidiyorlar!». «Uygarlığa — bizim gitmek istediğimiz yere!». «Başardılar, sağ salim vardılar oraya, portatif televizyon sayesinde». İnsanları —ve çocukları— o çölden, o ilkel (geri kalmış, az gelişmiş) yayladan, cahil çocukluktan ancak kitle iletişimi kurtarabilir.
Aslında ördeklerin tüm dünyası bir televizyon oyunudur. Beğenseler de, beğenmeseler de kaçamazlar bu gerçekten. Sizler, hepimiz de muazzam bir Disney çizgi-hikâyesinde yaşıyo-ruzdur. Fanteziyi mertçe kabulleniriz ve derhal gerçeğe dönme zehiriyle öldürmeyiz kendimizi. Sahte olduğunu bilsek de fanteziyi kabullenmek evlâdır. Ne de olsa bol bol bilgi, sağlıklı eğlence ve selâmet sağlar bize.
Seyretmekle yetinmek gerek yoksa sonunuz, yaşamın büyük sinemasında ıstırap çekmek olur. Vakvak kitle iletişim tarafından kinle dolu bir biçimde sergilenir. Sahnededir, gösterinin bir bölümüdür. İsyanı en korkunç alaya yol açmıştır ve kendi senaryosunu yazmaya kalkışmakla daha da rezil olmuştur. Kitle iletişim organları bir kez daha kendilerinin ilahi, yenilmez ve vazgeçilmez olduğunu ortaya koymuştur.
Eleştiri işin içine çoğulculuk ve aydınlanmanın cilalanması için dahil edilmiştir. Sistemdeki çelişkiler hiç bir yere çıkmayan bir hareket varmış gibi göstermek ve hiç bir zaman ulaşılamayan bir geleceği önermek üzere kullanılır.
Böylelikle son döngü de, bizim ya da bir başkasının eleştirisel çözümlemesini boğmak üzere kapanmış olur. Disney dünyasının tarihsel dramının perdesi açıldığında gözüken tek şey
betondan bir perdedir.
Sonuç
Vakvak'a İktidarı Teslim mi
Edeceğiz?
Vakvak'a İktidarı Teslim mi
Edeceğiz?
Yeğenler: Vakvak Amca kurtulduk! Gambot ateşi kesti.
Vakvak Amca: Ben de bütün dinamit fitillerini söndürdüm.
Disney'i eleştirmek yeni bir olgu değil. Hayalgücünün işportacısı, «Amerikan türü yaşamın» propagandacısı ve «gerçek-dışının» sözcüsü olarak defalarca teşhir edilmiştir. Doğru olmasına karşın bu tür eleştiriler Disney karakterlerinin yapımının ardındaki gerçek dürtüyü ve Şili gibi bağımlı ülkeler için yarattığı gerçek tehlikeyi gözden kaçırır. Tehlike «Amerikan türü yaşamın» içerilmesinden çok «Amerikan türü yaşam düşü»nden doğmaktadır. ABD'nin kendini bu şekilde düşlemesi ve aklaması ve yarattığı bu düşü aynen başkalarına benimsetmeye çalışması, bağımlı ülkeler için ana tehlikedir. Biz Latin Amerikalıları, kendimizi, onların bizi gördüğü gibi görmemize zorluyor.
Her toplumsal gerçek, maddî temel ile onu yansıtan, insan zihninde çağrıştıran üstyapı arasındaki durmak bilmeyen diyalektik etkileşim olarak tanımlanabilir. Değerler, fikirler, dünyagörüşü ve bunlara eşlik eden günlük tavırlar ve hareketler, en ufak jeste kadar, insanların doğayı denetleyebilmeleri ve onu üretken kılabilmeleri için geliştirdikleri somut bir toplumsal biçim içinde eklemlenmiştir. Bir toplumun varlığını sürdürebilmesi ve gelişebilmesi için bu maddî temelin ve yarattığı duygusal ve zihinsel tepkilerin, uygun ve akıcı bir şekilde zihinde resmedil-mesi gerekir. Kişilerin, kendilerini belirli bir toplumsal sistemin içinde bulduğu andan itibaren bilinçlerinin, somut maddî koşullar üzerine kurulu olmaksızın gelişmesi olanaksızdır. Ekonomik üretim araçlarını tek bir sınıfın denetlediği bir toplumda; o sınıf zihinsel üretim araçlarını da : fikirleri, duyguları, sezgileri denetler. Gerçekte, burjuvazi, alt ve üstyapılar arasındaki ilişkiyi tersine çevirmeye çalışmıştır. Onlar için fikirler servetin üreticisi-dir ve böylece insanlık tarihi, fikirler tarihi haline gelir.
Disney'in gerçek mesajını yakalayabilmek için, fantezi dünyasındaki bu iki öğeyi irdelemeliyiz ki. gerçeği nasıl yansıttığını ve onun fantezisinin somut toplumsal varlıkla, yani doğrudan tarihsel koşullarla olan ilişkisini anlayabilelim. Disney'in alt yapıyla üstyapı arasındaki ilişkiyi değerlendirişi, burjuvazinin bu ilişkiyi bağımlı ülkelerin (ve kendi ülkelerinin) gerçek yaşamlarında değerlendirişiyle aynı paraleldedir. Yapısal farklılıklar ve benzerlikleri çözümlediğimizde Disney türü dergilerin geri kalma koşulları üzerinde yaptıkları etkiyi de daha iyi anlayabileceğiz. Buraya kadar, Disney dünyasının tüm maddî gerçeklerden temizlendiğinden bol bol söz edildi. Her tür üretim (maddî, seksüel, tarihî) safdışı bırakılmıştır ve çatışmanın toplumsal temeli yoktur. Çatışma, yalnızca iyinin kötüye, akıllının aptala karşı çıkması olarak görülür. Böylece Disney karakterleri, tüm faaliyetini somut günlük dünyalarında bir temele oturtarak, maddî temelden kurtulabilirler. Ancak şurası kesin ki, bu karakterler uzayda uçuşan ruhsal melekler değildir. Zaten, yaşamlarının, Disney'ir. günlük yaşama ilişkin görüşlerini nasıl kasıtlı olarak yansıttığını defalarca gördük. Disney kendini ikincil ekonomik kesimden (burjuvazi ve emperyalizme kudret veren ve çağdaş toplumu doğuran sınaî üretim) arıttığına göre, düşlerine vücut verebilecek tek temel kalıyor. Bu da, doğrudan doğruya karakterlerinin ekonomik yaşamını temsil eden üçüncü sektördür. Sanayinin hizme-tinde oluşan ve ona bağımlı olan hizmet sektörü.
Görmüş olduğumuz gibi, Disney dünyasındaki tüm ilişkiler zorunlu olarak tüketime dayanır : nesneler ve fikirler pazarındaki metalar. Dergi de bunun bir parçasıdır. Disney'in sınai imparatorluğu da, eğlence isteyen topluma hizmet sunmak üzere kurulmuş ve yükselmiştir; eğlence işinin görevi, fantezi şekline sokulmuş aylaklıkla, aylaklığı daha da beslemektir. Kültür sanayii, toplumun sınaî çatışmalarından kendini arıtmış olan yegâne aygıttır ve bu nedenle de gerçekler tarafından amansızca tıkanmış geleceğin, yegâne kaçma yoludur. Tüm çocukların (ve yetişkinlerin) girebileceği fakat çok azının çıkabileceği bir çocuk bahçesidir, o.
Demek ki Disney'de altyapıyla üstyapı arasında bir çatışma olamaz. Elde kalan tek maddî temel de (üçüncü hizmet sektörü) üstyapı olarak tanımlanmıştır zaten. Karakterler, insanların artık maddî dertlerle kuşatılmadığı, aylaklık ülkesinde faaliyet gösterir. Tek düşünceleri boş zamanlarını doldurmak yani eğlence, aramaktır. Bu eğlenceden de özerk bir dünya doğar. Ancak bu dünya o kadar katıdır ve sınırlandırılmıştır ki, aylaklık öncesi üretici altyapıdan iz bile kalmamıştır. Disney'in eğlence ve «gerçek» dünyaları birleştirmesindeki ve fantezi ile yaşamı evlendirmesindeki sahteliği teşhir edecek her tür maddî faaliyet yok edilmiştir. Cisim zihin olmuş, tarih bir eğlence aracı olmuş, çalışma bir serüven olmuş, ve günlük yaşam da heyecan verici bir haber konusu olmuştur.
Gerçekte Disney'in fikirleri, maddî gelişmesinde belli bir aşamaya varan toplumun, maddî ürünleridir. Gelişmiş kapitalist toplumun kendi imgesini oluşturan ve kendi hastalıklı geçmişinin masum bir şekilde tüketilmesini sağlayan değerler, fikirler ve ölçütler üstyapısını temsil etmektedirler. Sanayi burjuvazisi, içte ve dıştaki öteki toplumsal, kesimlerin tavırları ve özlemlerine kendi bakışını zorla kabul ettirmektedir. Üçüncül kesimin ütopik ideolojisi, duygusal bir tasavvur olarak kullanılıp tek olasılı gerçek diye sunuluyor.
Gerek bu çizgi hikâyeleri satan sınaî imparatorluğun faaliyetlerinde olsun, gerekse bu dergiler için yaratılan karakterler arasındaki ilişkilerde olsun, bir sınıf olarak tarihsel üstünlükleri, Disney evreninde kurulu hiyerarşi düzeninde yansıtılır ve sunulur.
Merkezin (yetişkin-kent burjuvazi) çevreyle (çocuk-soylu-vahşi-işçi) kurmayı başarabildiği tek ilişki turizme ya da bir «sansasyona» dayanır. Temel kaynak kesimi (Üçüncü Dünya) altın veya can sıkıntısını gidermek üzere yararlanılan renkli deneyler gibiı, bir oyuncak kaynağı olur.
Vakvak Amca: Ben de bütün dinamit fitillerini söndürdüm.
Disney'i eleştirmek yeni bir olgu değil. Hayalgücünün işportacısı, «Amerikan türü yaşamın» propagandacısı ve «gerçek-dışının» sözcüsü olarak defalarca teşhir edilmiştir. Doğru olmasına karşın bu tür eleştiriler Disney karakterlerinin yapımının ardındaki gerçek dürtüyü ve Şili gibi bağımlı ülkeler için yarattığı gerçek tehlikeyi gözden kaçırır. Tehlike «Amerikan türü yaşamın» içerilmesinden çok «Amerikan türü yaşam düşü»nden doğmaktadır. ABD'nin kendini bu şekilde düşlemesi ve aklaması ve yarattığı bu düşü aynen başkalarına benimsetmeye çalışması, bağımlı ülkeler için ana tehlikedir. Biz Latin Amerikalıları, kendimizi, onların bizi gördüğü gibi görmemize zorluyor.
Her toplumsal gerçek, maddî temel ile onu yansıtan, insan zihninde çağrıştıran üstyapı arasındaki durmak bilmeyen diyalektik etkileşim olarak tanımlanabilir. Değerler, fikirler, dünyagörüşü ve bunlara eşlik eden günlük tavırlar ve hareketler, en ufak jeste kadar, insanların doğayı denetleyebilmeleri ve onu üretken kılabilmeleri için geliştirdikleri somut bir toplumsal biçim içinde eklemlenmiştir. Bir toplumun varlığını sürdürebilmesi ve gelişebilmesi için bu maddî temelin ve yarattığı duygusal ve zihinsel tepkilerin, uygun ve akıcı bir şekilde zihinde resmedil-mesi gerekir. Kişilerin, kendilerini belirli bir toplumsal sistemin içinde bulduğu andan itibaren bilinçlerinin, somut maddî koşullar üzerine kurulu olmaksızın gelişmesi olanaksızdır. Ekonomik üretim araçlarını tek bir sınıfın denetlediği bir toplumda; o sınıf zihinsel üretim araçlarını da : fikirleri, duyguları, sezgileri denetler. Gerçekte, burjuvazi, alt ve üstyapılar arasındaki ilişkiyi tersine çevirmeye çalışmıştır. Onlar için fikirler servetin üreticisi-dir ve böylece insanlık tarihi, fikirler tarihi haline gelir.
Disney'in gerçek mesajını yakalayabilmek için, fantezi dünyasındaki bu iki öğeyi irdelemeliyiz ki. gerçeği nasıl yansıttığını ve onun fantezisinin somut toplumsal varlıkla, yani doğrudan tarihsel koşullarla olan ilişkisini anlayabilelim. Disney'in alt yapıyla üstyapı arasındaki ilişkiyi değerlendirişi, burjuvazinin bu ilişkiyi bağımlı ülkelerin (ve kendi ülkelerinin) gerçek yaşamlarında değerlendirişiyle aynı paraleldedir. Yapısal farklılıklar ve benzerlikleri çözümlediğimizde Disney türü dergilerin geri kalma koşulları üzerinde yaptıkları etkiyi de daha iyi anlayabileceğiz. Buraya kadar, Disney dünyasının tüm maddî gerçeklerden temizlendiğinden bol bol söz edildi. Her tür üretim (maddî, seksüel, tarihî) safdışı bırakılmıştır ve çatışmanın toplumsal temeli yoktur. Çatışma, yalnızca iyinin kötüye, akıllının aptala karşı çıkması olarak görülür. Böylece Disney karakterleri, tüm faaliyetini somut günlük dünyalarında bir temele oturtarak, maddî temelden kurtulabilirler. Ancak şurası kesin ki, bu karakterler uzayda uçuşan ruhsal melekler değildir. Zaten, yaşamlarının, Disney'ir. günlük yaşama ilişkin görüşlerini nasıl kasıtlı olarak yansıttığını defalarca gördük. Disney kendini ikincil ekonomik kesimden (burjuvazi ve emperyalizme kudret veren ve çağdaş toplumu doğuran sınaî üretim) arıttığına göre, düşlerine vücut verebilecek tek temel kalıyor. Bu da, doğrudan doğruya karakterlerinin ekonomik yaşamını temsil eden üçüncü sektördür. Sanayinin hizme-tinde oluşan ve ona bağımlı olan hizmet sektörü.
Görmüş olduğumuz gibi, Disney dünyasındaki tüm ilişkiler zorunlu olarak tüketime dayanır : nesneler ve fikirler pazarındaki metalar. Dergi de bunun bir parçasıdır. Disney'in sınai imparatorluğu da, eğlence isteyen topluma hizmet sunmak üzere kurulmuş ve yükselmiştir; eğlence işinin görevi, fantezi şekline sokulmuş aylaklıkla, aylaklığı daha da beslemektir. Kültür sanayii, toplumun sınaî çatışmalarından kendini arıtmış olan yegâne aygıttır ve bu nedenle de gerçekler tarafından amansızca tıkanmış geleceğin, yegâne kaçma yoludur. Tüm çocukların (ve yetişkinlerin) girebileceği fakat çok azının çıkabileceği bir çocuk bahçesidir, o.
Demek ki Disney'de altyapıyla üstyapı arasında bir çatışma olamaz. Elde kalan tek maddî temel de (üçüncü hizmet sektörü) üstyapı olarak tanımlanmıştır zaten. Karakterler, insanların artık maddî dertlerle kuşatılmadığı, aylaklık ülkesinde faaliyet gösterir. Tek düşünceleri boş zamanlarını doldurmak yani eğlence, aramaktır. Bu eğlenceden de özerk bir dünya doğar. Ancak bu dünya o kadar katıdır ve sınırlandırılmıştır ki, aylaklık öncesi üretici altyapıdan iz bile kalmamıştır. Disney'in eğlence ve «gerçek» dünyaları birleştirmesindeki ve fantezi ile yaşamı evlendirmesindeki sahteliği teşhir edecek her tür maddî faaliyet yok edilmiştir. Cisim zihin olmuş, tarih bir eğlence aracı olmuş, çalışma bir serüven olmuş, ve günlük yaşam da heyecan verici bir haber konusu olmuştur.
Gerçekte Disney'in fikirleri, maddî gelişmesinde belli bir aşamaya varan toplumun, maddî ürünleridir. Gelişmiş kapitalist toplumun kendi imgesini oluşturan ve kendi hastalıklı geçmişinin masum bir şekilde tüketilmesini sağlayan değerler, fikirler ve ölçütler üstyapısını temsil etmektedirler. Sanayi burjuvazisi, içte ve dıştaki öteki toplumsal, kesimlerin tavırları ve özlemlerine kendi bakışını zorla kabul ettirmektedir. Üçüncül kesimin ütopik ideolojisi, duygusal bir tasavvur olarak kullanılıp tek olasılı gerçek diye sunuluyor.
Gerek bu çizgi hikâyeleri satan sınaî imparatorluğun faaliyetlerinde olsun, gerekse bu dergiler için yaratılan karakterler arasındaki ilişkilerde olsun, bir sınıf olarak tarihsel üstünlükleri, Disney evreninde kurulu hiyerarşi düzeninde yansıtılır ve sunulur.
Merkezin (yetişkin-kent burjuvazi) çevreyle (çocuk-soylu-vahşi-işçi) kurmayı başarabildiği tek ilişki turizme ya da bir «sansasyona» dayanır. Temel kaynak kesimi (Üçüncü Dünya) altın veya can sıkıntısını gidermek üzere yararlanılan renkli deneyler gibiı, bir oyuncak kaynağı olur.
Ordekkentliye turistik kurtuluşunu, hayali hayvanlığını, ve çocuksu gençleşmesini garantileyen, bu kesimin masumiyetidir. Üçüncü Dünya ülkelerinin sunduğu ilkel altyapı (biyolojik ve toplumsal açıdan temsil ettikleri de) hizmete dönük bir dünyada, bir kartpostal düzeyine indirgenmiş, yok olup gitmiş bir ilkelliğe, tertemiz bir dünyaya (ve hammaddelere) olan özlemin yankısıdır. Eğlence peşinde olan ve cennette bir serüven sonunda edinilmiş servetini mazur göstermeye çalışan Disney karakterinin yozlaşmış kent yaşamından kaçması gibi okuyucu da Vakvak ve şürekâsının masum cennetinde eğlence arayarak, kendi tarihsel çelişkilerinden kaçar. Çevre ülke halklarının, böyle ele alınması ve yok olmuş bir saflığa dönüştürülmesi ekonomik-kültürel sistemin ideolojik bir tezahürüdür ki bu da ancak ileri kapitalist toplumun yarattığı tarihsel çelişkilerin ışığı altında anlaşılabilir. Çünkü gerçekte bu halklar hem bağımlı ülkelerde hem de ABD'de azınlık ırkları olarak vardır.
Gelişmiş kapitalist toplum, Disney'de, burjuvazinin uzun süredir özlediği doğaya dönme düşünü gerçekleştirir. Burjuvazinin evrimi süresince bu düş, felsefe, edebiyat, sanat ve toplumsal gelenekler alanında birçok tarihî çeşitlemeler içinde ifade edilmiştir. Son zamanlarda da, 20. yüzyılın ortalarından itibaren, kitle haberleşmesi, hakim sınıfın Cennet'i ele geçirmesine ve günahtan arınmış üretime ulaşmasına yardımcı olmaktadır. Üretim sürecinin çelişkilerden uzak ve çevre kirlenmesinden arınmış bir yeryüzündeki aylaklık köyü (şimdi gezegen) sanayileşmeden elde edilen tüketim malları üzerine kuruludur. Çocukların hayalî dünyası, masumiyet sularıyle tüm Disney evrenini temizler. Bu masumiyet, eğlence araçlarınca öne çıkarılarak sınıf politikası güden ütopya teşvik edilir. Bununla birlikte, ileri kapitalist toplumun gelişmesine karşın, bu arıtılmış dünyada masumiyetin merkezi olarak tanımlanan, çevre ülke halklarının tarihsel deneyidir.
Burjuva eğlence anlayışı ve bunun Disney dünyasında ifade ediliş şekli, ileri kapitalist tarihsel temelin bozukluklarının ve gerilimlerinin üstyapısal ifadesidir. Eğlencesinde, doğrudan doğruya sistemin işine yarayan belirli efsaneler geliştirir. Emperyalist sistem açısından, çağlarının çelişkilerini yaşayan okurun, Disney sisteminde, kendi günlük yaşamlarını ve tasarlanan geleceklerini görmeleri olağandır.
Moda ve eğlence dergilerinde, mini ve maksi etekler, dar pantolonlar ve parlak çizmeler giymiş son derece çekici mankenlerin kırsal çevrelerde çekilmiş fotoğraflarını yayınlayan ve bunları fakir bir kasabanın, veya Alacaluge yerlilerinin «doğal çevresine» sokan Şili burjuvazisi gibi; Amerika'da yaratılan çizgi hikâyeler de, kent uygarlığı tarafından yok edilen toplumsal düzene geri dönme tutkularını yansıtırlar. Disney, sürekli olarak geçmiş ve gelecek zaferlerini gerekçeleyerek kendini arıtan fatihtir.
Fakat merkezin (hâkim sınıfların) çıkarlarını gözeten ve üretken güçlerin gelişimindeki çelişkilerinin ürünü olan kültürel üstyapıları nasıl oluyor da, az gelişmiş ülkelerde bu denli etkin ve popüler olabiliyorlar? Neden Disney bu kadar büyük bir tehlikedir?
En önemli neden, dev bir sınaî kapitalist imparatorluk tarafından talebi yaratılan ve sağlanan ürünlerin birçok başka tüketim ürünleriyle birlikte, bağımlı ülkelere ihraç edilişidir. Ekonomik ve kültürel açıdan, güç merkezinin tamamen yabancı (dış) koşullarından gelen ürünlere bağımlı oluşu da bizzat bu ülkenin bağımlılıklarını belirlemektedir.
Bizler, hammadde ihraç eder ve işlenmiş ürünlerin yanı sıra kültürel ürünleri de ithal ederiz. Tek ürüne dayalı ekonomimize katkıda bulunmak ve araç gereç sağlayabilmek için biz bakır göndeririz onlar da bakırı çıkarmak için makine vetabii Coca Cola. Coca Cola'nın gerisinde, koca bir umutlar ve davranış şekilleri modeli ve bunlarla birlikte özel bir bugünkü ve gelecek toplum anlayışı ve geçmişin bir yorumu yatar. Üretimi, paketlenmesi ve etiketlenmesi dışarıda yapılan ve zengin yabancı amcanın ceplerini şişiren ürünleri ithal ederken aynı zamanda o toplumun bize yabancı olan kültürel ürünlerini de ithal etmekteyiz, ama bu ürünlerin üzerine kurulu olan ileri kapitalist toplumsal koşulları asla. Bağımlı ülkelerin, ekonomik özgürlüğü sağlayabilecek herhangi bir gelişmeye olanak tanımayan uluslararası işbölümü sayesinde bağımlılıklarının sürdürüldüğü de zaten tarihsel olarak kanıtlanmıştır.
Sorunu yaratan, tekil okurun yaşamının sosyo-ekonomik temeliyle bu temele ilişkin kolektif bakış arasındaki çelişkidir. Ve toplu ihtiyaçlar adına kişisel amaçlara hizmet ettiği içindir ki, Disney, etkin bir biçimde, bağımlı ülkelere girebilmiştir. Bu, aynı zamanda aydınlarımızın başlangıçtan beri içine gömülü oldukları gerçeği açıklamak için yabancı ölçütler kullanmak zorunda kaldıklarını da gösterir. Gerçeği gösterirken gizleyen, garip bir bulanıklıktır bu. Ancak çoğunluk, günlük yaşamlarındaki bu çelişkiyi pasif bir biçimde kabullenmiştir. Gecekondudaki ev kadını son çıkan buzdolabı ya da çamaşır makinesini satın almaya teşvik edilir; yoksul sanayi işçisi Fiat 125 hayalleriyle bombardımana tutulur: küçük toprak sahibi, bir traktöre bile sahip olmadan çağdaş bir havaalanı yakınındaki tarlasını sürer; ve evsizler de burjuvazinin onları tıkmaya karar verdiği apartman blokunda bir daire edinme şansı önlerine çıkınca şaşkına dönerler. Muazzam bir ekonomik geri kalmışlık, kısa vadeli zihinsel gelişmişlik ile yan yanadır.
Disney ütopyası ikinci (üretken) sektörü dışarda bırakarak az gelişmiş halkların melodramını da yaratmış olur. Ayrıca görmüş olduğumuz gibi, ruhla maddeyi, kentle kırsal sektörü, kent ahalisiyle soylu vahşiyi, zihinsel gücün tekelcileriyle birey olarak ıstırap çekenleri, ahlâkî konuda esnek olanlarla katı olanları, babayla oğulu, otoriteyle boyun eğmeyi, hak edilmiş servetle aynı şekilde hak edilmiş fakirliği birbirinden ayırmıştır. Az gelişmiş ülkelerin ahalisi, bu dergileri, onlardan istenen yaşama ve yabancı güç merkezleriyle ilişki kurma biçimlerini gösteren kurallar gibi alırlar. Bunda bir gariplik yoktur. Disney çizgi hikâyelerinden üretken ve tarihsel güçleri çıkarıp attığı gibi emperyalizm de az gelişmiş dünyadaki gerçek üretim ve tarihsel gelişmeye karşı çıkar. Disney düşü, kapitalist sistemin gerçek dünya için yaratmış olduğu kalıpta şekillendirilmiştir.
Vakvak iktidara demek, az gelişmişliğin geliştirilmesi demektir. Burjuva özgürlük ütopyasında Üçüncü Dünya insanlarının günlük acıları sürekli eğlence gösterileri olarak sunulur. Hiç bitmeyen kurtuluş ve aylaklık büfesi, herkese, doyurucu, dışardan gelme az gelişmişlik sunar : dengesiz dünya için dengeli bir rejim. Üçüncü Dünya'nın acıları, onu üreten ve tüketen efendileri özgür kılmak için paketlenmiş ve konservelenmiştir. Sonra da bildikleri tek gıda olarak, yoksulların önüne atılır. Disney'i okumak, sanki kendi sömürülüşünü balla karıştırıp mideye indirmek gibidir.
Uygarlığın ilk zamanlarında eski Yunan sanatının yükselmesine yol açan toplumsal koşulların tekrar canlandırılamaya-cağına işaret ederek Marx «insan çocuksu olmadan, çocukluğuna dönemez» diye yazar. Disney'se tamamen tersini düşünüyor, Marx'ın esefle söylediğini, Walt, fantezi dünyasının başlıca kuralı olarak belirliyor. Çocuğun masumiyeti onu sevindirmiyor ve bulunduğu «daha yüksek» düzeyden, çocuğun doğasını gerçeğe bağlı kalarak yansıtmaya kalkmıyor bile. Yaratıklarının hükümdarı olan Disney'in amacı canlandırdığı çocuksu masumiyet ve tarihî çocukluğa dönüşle gelişmeye meydan okumaktır. Yitirilmiş saflık cennetine doğru sürünen, tuzak ve hile çantasına "sımsıkı sarılmış, pis, çocuklaşmış yaşlı adam gibidir.
Okur, hepimizin çocukluğunu dolduran bu rafa kalkmış bunaklığa niye saldırdığımızı sorabilir. Tekrarlayalım: Disney, arada bir eğlenmek için kaçılan bir evren değil; her gün maruz kaldığımız toplumsal baskıdır. Ördeğin maskesini düşürmek, burjuvazinin kendi içindeki, diğer sınıflarla ve doğayla olan ilişkilerini istilâ eden baskıcı otoriter ve pederşahi kültürü sorguya çekmek demektir. Ayrıca tarihsel gelişim süreci içinde, kitlelerin sırtına inşa edilen kitle kültürü yapımındaki kişilerin ve sınıfların rolüne meydana okumak demektir. Daha da açıkçası, bir babanın oğluyla arasındaki toplumsal ilişkiyi daha yakından incelemektir. Böylece, biyolojik öğeleri aşarak baba, kendi gölgesi altında yürütülen zorbaca idareyi ve baskıyı daha iyi anlayıp sansür edebilir. Tabii ki, aynı şey anneler ve kızları için de geçerlidir.
Bu kitap, dünya gerçeklerinden kopuk birkaç kişinin çılgınca fikirlerinden değil, düşmanı, onun ve bizim ortak bölgemizde yenme mücadelesinden doğmuştur. Eleştirimiz hiç bir anarşik unsur taşımadığı gibi, yeğenlerin rasgele savrulan top atışları da değildir. Kültürel dönüşümü derinleştirme gereğini anlayarak bir Şili ve Latin Amerikan Devrimini geliştirme aracı olarak hazırlanmıştır. Toplumumuzun tüm düzeylerinde ne kadar Vakvak Amca'lar bulunduğunu ortaya çıkarmalıyız. Vakvak'ın, ülkemiz sokaklarında gülümseyen bir yüzle masumca dolaştığı ve ortak temsilcimiz olarak iktidarda olduğu sürece burjuvazi ve emperyalizm rahatça uyuyabilirler. Ancak unutmasınlar ki, bir gün o muhteşem kahkaha ve yankıları yok olup gidecek ve yerine sadece ekşi bir surat gözükecek. Ama bu ancak düşmanımızın bize zorla kabul ettirdiği yaşam modeli sona erdiği ve toplumsal alışkanlıklarımızı şekillendiren kültür araçları yeniden şekillendirildiği zaman gerçekleşebilecektir.
Bu kitabın yenik Disney'in yerine bir seçenek sunmayan yıkıcı bir çalışma olduğu suçlamasına karşı cevabımız şudur : kimse bu sorulara kişisel çözümler 'öneremez'. Kültürün yeniden oluşturulmasında seçkin uzmanlara yer yoktur. Disney'den sonra ne olacağı, özgürlük peşinde olan halkların toplumsal pratiğince belirlenecektir. Bu potansiyeli bulup çıkarıp gerçek ifadesini bulmasını sağlamak ise siyasî partilerde örgütlenmiş 'öncü'nün görevidir.