Kadın ve Aile
Marks-Engels-Lenin
-ıı-
*
Dostlar!
Bugün toprağa vermekte olduğumuz yüce gönüllü kadın, 1814'te, Salzwedel'de doğdu. Babası, Baron von Westphalen, Trier'de Marks'ın ailesiyle yakın dostluk kurdu; her iki ailenin çocukları birlikte büyüdüler. Marks, üniversiteye giderken, o ve gelecekteki karısı, yazgılarını sürekli birleştirmeye önceden karar vermişlerdi.
Marks ilk Rheinischen Zeitung'un başyazarı olarak tanındıktan ve gazete Prusya hükümetince kapatıldıktan sonra, 1843 yılında evlendiler. Ondan sonra Jenny kocasının yazgısını [sayfa 111], işlerini, savaşımlarını yalnız paylaşmakla kalmadı, onlara en büyük anlayışla ve en ateşli tutkuyla katkıda bulundu.
Genç çift Paris'e gitti; gönüllü sürgünlük hemen zorunlu oldu. Prusya hükümeti Marks'ı Paris'te bile izledi. Üzülerek anmalıyım ki, A. V. Humbold gibi bir adam, Louis-Philippe hükümetinin Marks'ı Fransa'dan sınır-dışı etmesini sağlamak için Prusya hükümetiyle birlikte çalıştı. Marks Brüksel'e sığındı. Şubat devrimi patladı. Bu olayın Brüksel'de yolaçtığı kargaşalıklar arasında, Belçika polisi yalnız Marks'ı tutuklamakla yetinmedi, karısını da hiç gerekçesiz hapse attı.
1848 devrimci atılımı ertesi yıl bastırıldı. Sürgün yeniden başladı; önce Paris'te, sonra, Fransız hükümetinin işe karışmasıyla, Londra'da. Bu defaki bütün yoksunluklarıyla sürgündü. Bunlar iki oğlunu ve bir kızını yitirmesine neden olmakla birlikte, Jenny sürgünlerinin bilinen bütün acılarına hâlâ katlanabilirdi; ama bütün partilerin, muhalefettekiler (feodaller, liberaller, sözde-demokratlar) gibi hükümettekilerin de kocasını kargıması (lanetlenmesi), ona en bayağı ve en alçakça iftiralarda bulunması, bütün basının ona hiç istisnasız kapanması, ikisini de horgören hasımları karşısında kocasının yardımsız ve silahsız kalması - bu, onu derinden yaraladı. Ve bu, yıllarca sürdü.
Ama sonunda bitti. Avrupa işçi sınıfı, giderek, kendisine birkaç eylem olanağı veren politik koşullara kavuştu. Uluslararası İşçi Birliği kuruldu. Enternasyonal, uygar ulusları birbiri ardına savaşıma soktu, ve kocası bu savaşımda en öndekilerin önünde savaştı. Sonunda geçmişteki bütün acılarının dinmeye başladığı zaman geldi. Kocasının üzerine dolu sağnağı gibi yağdırılmış alçakça iftiraların toz gibi dağıldığını gördü; kocasının bütün ülkelerdeki gericilerin boğmaya çalıştıkları öğretilerinin, bütün uygar ülkelerde, bütün uygar dillerde özgürce ve yengiyle yayınlandığını gördü; proletaryanın devrimci hareketinin, yengisinin bilincinde olarak, Rusya'dan Amerika'ya kadar, bir ülkeden öbürüne yayıldığını gördü. Son sevinçlerinden biri de, ölüm döşeğindeyken, Alman işçi sınıfının bütün olağanüstü yasalara karşın son seçimlerde gösterdiği tükenmez yaşam gücünün kesin kanıtını görmek oldu.
Pek keskin ve pek eleştirici anlayışla, politik bakımdan [sayfa 112] pek güvenilir bir denlilik (Takt) ile, pek coşkun bir enerjiyle, pek büyük bir özveriyle, böyle bir kadının devrimci harekette ne yaptığı açıkça ortaya konmadı. Gazete sütunlarında asla anılmadı. Onun ne yaptığını yalnız onunla birlikte yaşamış olanlar biliyor. Ama biliyorum ki onun gözüpek ve tedbirli -övünmesiz, gözüpek, onura biraz olsun gölge düşürmeksizin tedbirli- öğütlerinin yokluğunu sık sık duyacağız.
Onun kişisel özelliklerinden sözetmeyi hiç gereksinmiyorum. Dostları bu özellikleri bilirler ve asla unutmayacaklar. En büyük mutluluğu başkalarını mutlu etmekte görmüş olan bir kadın var idiyse, o, bu kadındı.
F. Engels, "Rede am Grabe von Jenny Marks",
Marks-Engels, Werke, Band 19, Berlin 1962, s. 293, 294.
F. Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm,
Sol Yayınları, Ankara, 1990, s. 18-21.
*
Rahatsızlığımı senin yanında geçirip de Long Branch'ta onu ziyaret etmedim diye, Ana Wischnewetsky çok kırgın. Teşrifata uymazlık ve hanımlara karşı kadıncılık (Galanterie) eksikliği yüzünden incinmiş görünüyor. Ama kadın hakları -madamlarına bizden kadıncılık istemeleri iznini vermiyorum: Erkek haklarını istiyorlarsa, kendilerine de erkeklere olduğu gibi davrandırmalıdırlar.
F. Engels, "Brief an Friedrich Adolph Sorge am 12. Januar 1889", Marks-Engels, Werke, Band 37, Berlin 1967, s. 133.
*
Clara Zetkin Berliner [Volks-]Tribüne'de dikkate değer bir makale yazdı - üç ay önce elimizde böylesine tam bir sunu bulunsaydı, bizim için çok değerli olurdu. Bernstein sabah Massingham'a gidip bundan yararlanacak. [sayfa 113]
F. Engels, "Brief an Paul Lafargue am 16. Mai 1889 aus London",
Marks-Engels, Werke, Band 37, s. 209.
*
Tersane grevinden beri Tussy gerçek bir East-Enderin (doğu-uçlu kadın) oldu, sendikalar örgütlüyor ve grevleri destekliyor - geçen pazar onu hiç görmedik, çünkü sabah ve akşam söylev vermesi gerekiyordu. Bu yetişmemiş erkek ve kadın işçilerin sendikaları, işçi aristokrasisinin eski örgütlerinden tümüyle ayrılıyor ve aynı tutucu yola yöneltilemiyor; ... Ve tümüyle farklı koşullarda örgütleniyorlar - bütün yönetici erkekler ve kadınlar sosyalist ve bir de sosyalist kışkırtıcılar (Agitatoren).
F. Engels, "Brief an Laura Lafargue am 17. Oktober 1889 aus London",
Marks-Engels, Werke, Band 37, s. 288.
*
İşçiler şimdi işi çok başka türlü tutuyorlar, pek büyük yığınları kavgaya sokuyorlar, toplumu çok daha derinden sarsıyorlar, çok, daha ileri isteklerde bulunuyorlar: 8 saatlik işgünü, bütün örgütler için genel federasyon, tam dayanışma. Gaz İşçileri ve Genel Emekçiler Birliği, Tussy'nin aracılığıyla ilk defa kadın kollarına kavuştu. İşçiler onun anlık önerilerine ancak gelip geçici gözüyle bakıyorlar, bununla birlikte hangi kesin ereğe ulaşmak için çalıştıklarını daha bilmiyorlar.
F. Engels, "Brief an Friedrich Adolph Sorge am 7. Dezember 1889",
Marks-Engels, Werke, Band 37, s. 320.
*
Tussy gece-gündüz komitede çalıştığı -gerçek, yönetici çalışmayı 3 kadın yürütüyor- tersane grevinden beri boğazına kadar grev hareketine gömüldü. Tersane greviyle aynı zamanda, en doğu uçta, 3.000 kişi greve gitti; Tussy de aralarındaydı, kızlardan bir görevli birlik örgütledi, her sabah gitmesi gerekiyordu - ama 12 hafta sonra grev bir yenilgiyle bitti. Şimdi güney kesiminde gaz grevinde etkinlik gösteriyor, pazar sabahı Hyde Park'ta konuştu; ama bu daha az uğraştırıcı, ve Tussy'nin daha çok zamanı var. O ve Aveling, E. B. Bax'ın 1 Ocakta teslim aldığı bir aylık derginin yazıkuruluna yardım ediyorlar, orada yeterince iş var. Bu arada iki [sayfa 114] kadın kolunun da yazmanı.
F. Engels, "Brief an Natalie Liebknecht am 24. Dezember 1889 aus
London",
Marks-Engels, Werke, Band 37. s. 330.
*
Üstelik kuzeyli kadınlar hareketi dediğiniz şeyden hiç haberim yok. Yalnız İbsen'in birkaç dramını biliyorum ve burjuva ve darkafalı aşın hırslı kadınların az veya çok histerik emek ürünlerinden acaba İbsen'i sorumlu tutmalı mı, tutmamalı mı, ne kadar sorumlu tutmalı, bilmiyorum.
İnsanın alıştığı bir alanın kadınlar hareketinin adıyla belirlenmesi de öylesine ayrıntılıdır ki, bir mektubun çerçevesi içinde bu konuda yorumlayıcı hiçbir şey söylenmemen ya da yalnız epeyce kıvrandırıcı şeyler söylenmelidir.... Norveçli küçük-burjuva, özgür köylünün oğludur ve bu koşullarda düşkünleşmiş Alman küçük-burjuvasına karşı bir adamdır. Ve Norveçli küçük-burjuva kadın da Alman küçük-burjuva kadından üstündür. ... Öte yandan, anılan enenmiş koçu, yani bay Bahr'ı altetmek için Almanya'da insanların birbirlerine böylesine korkunç resmî davranmalarına şaşıyorum. Alay ve mizah artık yasaklanmış ve cansıkıcılık yurttaşlık görevi olmuş görünüyor. Yoksa bay Bahr'ın "tarihsel olmuş" her şeyin kendisinden uzak kaldığı "karısına" elbette biraz daha yakından bakarlardı. Tarihsel olan onun derisidir, çünkü ya ak ya da kara, saçı, esmer ya da kırmızı olmak gerekir - bundan ötürü insani bir derisi olamaz. İnsani saçlar da ona yasaklanmıştır. Derisiyle ve saçlarıyla tarihsel olandan uzak kaldıysa ve "kadının kendisi ortaya çıktıysa" sergilenen nedir? Yalnızca dişi maymun, anthropopitheca, ki o, "doğal içgüdüleri" ile, bay Bahr'ı "tümüyle açıkça ve belli niyetle" yatağına almak ister.
F. Engels, "Brief an Paul Ernst (Entwurf) am 5. Juni 1890 aus London",
Marks-Engels, Werke, Band, 37, s. 411-413.
*
Viyana Kadın İşçiler Gazetesi, belki sizin "kadın gazetesi kadınlarını" çok öfkelendirecek. Bunların hepsi henüz birbirine [sayfa 115] kuvvetle kenetlenmiş durumdadırlar ve işçi hareketinin kadınsal bir yanı olmayan biraz başka bir kadın hareketi istiyorlar. Ama bu son görüş noktası Viyana gazetesinde en büyük enerjiyle savunulacak, ve yanımızdaki kadınlar, senin söylediğin gibi, iyi davranırlarsa, garip kadın-hakçılığı-oyunu -ki kesinlikle burjuva bir oyundur- hemen arka plana itilecek. Sonra şimdiki sözcükler kendi cinsleri tarafından bir kenara itilirse, yazık olmaz, ama meydan Viyana gazetesine kalır, bir görüş noktası önce bütün kadın gazetelerince benimsenmeli ve savunulmalıdır.
F. Engels, "Brief an August Bebel am 1. Oktober 1891 aus Lo,ndon",
Marks-Engels, Werke, Band 38, Berlin 1968, s. 164.
*
Louise'in Sırtlan-Gazete'si (Hyaenen-Zeitung) bu ayın on-beşinden önce çıkmayacak; senin, Tussy'nin ve Louise'in makaleleriniz Almanya'da ve Avusturya'da kadın haklarını savunan kadınlar arasında bir coşkunluk yaratacak; çünkü gerçek sorun, şimdiye kadar asla üçünüzün yaptığı gibi böylesine dolaysız konup yanıtlanmadı. Ve Louise de, Tussy de, Alman (Berlinli) kadın hakları savunucusu kadınlar karşısında gizli bir korku duyduklarını bana açıkladılar. Ama onların egemenliği artık uzun sürmeyecek. Bebel Almanya'da emekçi kadınların şimdi harekete atılırken gösterdikleri çaba üzerine çok coşkunca yazıyor, ve bu doğruysa, kocamış yarı-burjuva kadın-hakları -Ânesses hemen arka plana itilecektir.
F. Engels, "Brief an Laura Lafargue am 2. Oktober 1891 aus London",
Marks-Engels, Werke, Band 38, s. 169.
*
25 Ekim çarşamba günlü mektubumda, bana zaman zaman bir kadın gazetesi ya da dergisi -elbette burjuva kadın hareketinin ürünlerinden-- göndermeni rica etmek istediğim sırada mektubumu kesmem gerekti. Louise, Alman ve Avusturya ve buradaki kadın işçi hareketinin yararı için kullanmak üzere bu metaı da gözden uzak tutmamayı üsteleyerek [sayfa 116] istiyor ve demek ki bu hanımların orada yaptıklarına arada bir göz atıvermeyi çok arzu ediyor.
F. Engels, "Brief an Friedrich Adolph Sorge am 29. Oktober 1891 aus
London",
Marks-Engels, Werke, Band 38, s. 194.
*
Pratik önerilerin -bugünkü ilişkilere uygulandığında- bazılan darkafalıca görünen çeşitli pürüzleri var; ama bugünkü politik gücümüze bakıp haklı olarak denebilir ki, biz iktidara geçinceye kadar onlar kesinlikle uygulanmaz, ve sonra da tümüyle başka bir karaktere bürünür. Parasız adli işlemler için de öyle; 18 yaşından küçükler için altı saatlik işgünü üzerinde elbette durulmalıdır - kadınlann gece ve doğumdan sonra hiç değilse 4-6 hafta çalışmaktan bağışık tutulması da öyle.
F. Engels, "Brief an Karl Kautsky am 3. Dezember 1891 aus London",
Marks-Engels, Werke, Band 38, s. 234.
*
Louise, yalnız Women's Journal'ı (Boston) ve onu da ancak 31 Marta kadar göndermenizi rica ediyor, yoksa o zamana kadar başka bir şey yazmayacağız. Onu Viyana Arbeiterinnen-Zeitung için gereksiyor (o, Laura ve Tussy yazıkurulunu oluşturuyor) ve çalımlı Amerikan hanımlarının zırvalarını işçi kadınlara kabul ettirmek aklının ucundan geçmezmiş. Dostça gönderdiklerinizle gene bu hanımların her zamanki gibi au courant (rahat) büyük burunlu ve darkafalı olduklan kanısında, ve bu zırvaları yalnızca birkaç aylık bir deneme süresince bağışlamak istiyor. Bu arada iyilikseverliğin için sana gönülden teşekkür ediyor.
F. Engels, "Brief an Friedrich Adolph Sorge am 6. Januar 1892 aus
London",
Marks-Engels, Werke, Band 38, s. 249.
*
Ve Victor, gazetenin malzeme sağlamasından sorumlu olduğu için, kadın gazetesinin iyi yazılar bulmasına yardım [sayfa 117] edersen, böylelikle ona ve Avusturya Partisine büyük bir iyilikte bulunursun; burjuva émancipées (kurtulmuş kadınların) kuruntularına ve evrensel ilaçlarına işçi kadınların organında bir yer bulma olanağından büyük sevinç duyarlardı.
F. Engels, "Brief an Laura am 6. Januar 1892 aus London",
Marks-Engels, Werke, Band 38, s. 250.
*
Reichstag stenogramı için çok teşekkür. Büyük askerî konuşmanı ancak bu akşam okuyabiliyorum; lex Heinze üzerine olan hoşuma gitti. Orospuluk tümüyle yok edilmedikçe, benim görüşüme göre genç kızların bütün istisnai mevzuattan tümüyle kurtarılması bizim için birinci buyruktur. Burada, İngiltere'de, bu hiç değilse az çok var; "ahlak zabıtası" yok, denetim ya da hekim muayenesi yok, ama polisin yetkisi her zaman pek büyük, çünkü bir disorderly house (uygunsuz ev) işletmek yasal olarak cezalandırılabilir, ve bir genç kızın oturduğu ziyaretçi kabul eden her ev, böyle bir ev gibi işlem görebilir. Gene de buna istisnai olarak başvurulur, bununla birlikte genç kızlar her zaman polislerin sert baskısı altındadırlar. Aşağılatıcı polis boyunduruğundan bu nispi özgürlük, genç kızların bağımsız ve özsaygılı bir karateri korumalarına genellikle izin veriyor; ki bu Kıtada güçlükle olanaklıdır. Onlar durumlarını bir kez başlarına gelmiş ve katlanmaları gereken, kaçınılmaz, ama ayrıca karakterlerini ve namus duygularını hiç etkilememek gereken bir mutsuzluk olarak görüyorlar, ve mesleklerinden kurtulma fırsatı bulurlarsa, ona sarılırlar, hem de çoğu zaman başarıyla. Manchester'da böyle kızlarla yaşayan -burjuva ya da Commis- bir yığın genç kimse vardı, ve çoğu onlarla yasal olarak evliydi ve en az burjuva erkekler ve kadınlar gibi iyi geçiniyorlardı. Arada sırada birinin bir kez içkiye düşmesi, onu bu ülkede bunu çok iyi anlayan burjuva kadınlardan hiçbir yolda farklı kılmaz. Böyle evlenmiş tek-tük kızlar, hiçbir "eski tanıdık"a raslamaktan korkmadıkları başka kentlere taşındıktan sonra, hiç kimse onlarda en küçük uygunsuzluk farketmeden, saygın yurttaşlar dünyasına ve hatta eşraf-buranın toprak soyluları- arasına alındılar. [sayfa 118]
Benim kanıma göre her şeyden önce bu konuyu ele alırken bugünkü toplum düzeninin kurbanları olarak kızların çıkarlarını gözönüne almalıyız ve onları lumpenleşmekten -hiç değilse, bütün kıtada olduğu gibi, yasalarla ve polis edepsizlikleriyle lumpenleşmeye zorlanmaktan- korumalıyız. Kıtada yapılanlar, burada da, birkaç garnizon kentinde denendi ve denetim ve hekim muayenesi kondu; ama uzun sürmedi; biricik iyiliği, toplumsal iffet yandaşlarını buna karşı kışkırtmak oldu.
Hekim muayenesi temiz olmaktan uzaktır. Burada nereye sokulursa frengi ve belsoğukluğu kapıyor. Polis hekimlerinin kullandıkları aletlerin seksüel hastalıkların taşınmasında çok etkili olduklarına inanıyorum; çünkü dezenfekte edilmeleri için pek zaman ayırıp özen gösterilmiyor. Kızlara seksüel hastalıklar konusunda parasız dersler verilmelidir; o zaman pek çoğu kendisini koruyacaktır. Blaschko bize hekim denetimi konusunda bir makale gönderdi; bunun kesinlikle değersiz olduğunu da kabul etmelidir; kendi varsayımlarından sonuçlar çıkarsaydı, orospuluğun kesinlikle serbest bırakılmasına ve kızların sömürüye karşı korunmasına karar vermesi gerekirdi; ama bu, Almanya'da tümüyle ütopistçe görünüyor.
F. Engels, "Brief an August Bebel am 22. Dezember 1892 aus London",
Marks-Engels, Werke, Band 38, s. 522-553.
*
Evet, Arbeiterinnen-Zeitung ("İşçi Kadınlar Gazetesi") hoşuna gidecek. Onu bütün öbür kadın gazetelerinden ayıran sağlıklı bir proleter karakteri -ve yazınsal eksiklikleri- var. Ve bundan sen de övünç duyabilirsin, çünkü onun analarından birisin!...
Viyana'da iki kez "Parti"nin huzuruna çıkmam gerekti! Bana pek hayran oldular. Fransızlar gibi pek canlı ve alınganlar, yalnız biraz daha ciddiler. Özellikle kadınlar büyüleyici ve coşkunlar; çok etkin çalışıyorlar; bunu, birçok yanıyla, Louise'e borçlular ...
Avusturya'daki ve Almanya'daki hareket en kuvvetli beklentilerimi aştı. ... Oradaki yandaşlarımız bir güç, ve bunu yalnız onlar değil, hasımları da biliyorlar. Viyana'da aşağı yukarı [sayfa 119] 6.000 kişilik bir toplantıdaydım, ve Berlin'deki şölende beni onurlandırmak için 4.000 kişi hazır bulundu - yalnız partinin en önde gelen temsilcileri -erkekler ve kadınlar-, ve bana inanabilirsin ki bu insanları görmek ve dinlemek bir sevinçti.
F. Engels, "Briefe an Laura Lafargue am 12. Februar, 18. u. 30.
September 1893 aus London",
Marks-Engels, Werke, Band 39, s. 31,121 ve 124.
*
Başka bakımlardan, tanınan bir kadının bağımsızlık için bayrak açtığını işitmek her zaman sevindiricidir. Hermann'ından kesinlikle ayrılma kararı, ona kendisiyle çok uzun savaşımlara malolmuş ve böylelikle karakterini olduğundan daha kararsız göstermiş olabilir. Önce içine girilinceye kadar, sonra sürdükçe, ve sonra yeniden kurtuluncaya kadar, burjuva evliliği ne büyük bir enerji israfı.
F. Engels, "Brief an August Bebel am 12. Oktober 1893 aus London",
Marks-Engels, Werke, Band 39, s. 142.
*
Louise özellikle kadınlar birliği dilekçelerinin kesinlikle geri çevrilmesine seviniyor - Clara Zetkin'in Vorwarts'in perşembe ekindeki makalesine bak. Clara haklı ve çetin, uzun bir savaşımdan sonra makalenin kabul edilmesini sağladı. Bravo Clara!
F. Engels, "Brief an V. Adler vom 28. Januar 1895 aus London",
Marks-Engels, Werke, Band 39, s. 400.
*
Programın pratik bölümüne gelelim. Bu bölüm, bizim kanımızca, sunulma bakımından değilse bile, özü bakımından üç kesime ayrılıyor: 1. Genel demokratik değişiklik istekleri, 2. işçi güvenliği önlemleri istekleri ve, 3. köylülerin çıkarına güvenlik istekleri. 1. Genel oy hakkı; 2. halk temsilcileri için yolluk; 3. genel, laik, parasız ve zorunlu okul öğrenimi vb.; 4. kişi ve konut dokunulmazlığı; 5. sınırsız inanç, söz, toplantı [sayfa 120] vb. özgürlüğü (grev özgürlüğü belki özellikle buraya konmalıdır); 6. bir yerde oturma ve çalışma (meslek) özgürlüğü (buraya belki şunlar da konmalıdır: "ülke değiştirme özgürlüğü" ve "pasaportların tümüyle kaldırılması"); 7. bütün yurttaşların tam eşitliği vb.; 8. sürekli ordular yerine genel halk silahlanması; 9. "Bütün yurttaşlık ve ceza yasalarımızın gözden geçirilmesi, insanlıkla bağdaşmayan kurulu düzenin ve cezaların ortadan kaldırılması" isteklerinde bulunan birinci kesimde "emek özgürlüğü" grubunun "program taslağında" köklü değişiklikler yapmak pek de gerekli değil. Buraya şu konmalıdır: "kadının erkekle tam hak eşitliği".
W. I. Lenin, "Entwurf eines Programms unserer Partei" (1899 sonunda
yazılmıştır),
Marks-Engels, Werke, Band 4, Berlin 1960, s. 233-234.
*
Kadınların oy hakkı sorunu kongrede hemen hemen hiçbir görüşmeye yolaçmadı. Yalnız aşırı oportünist İngiliz "Fabian Derneği"nden bir İngiliz kadın, çıkıp, kadınlara sınırlı bir oy hakkı için sosyalist bir savaşımın benimsenebilirliğini, yani genel olmayan, tersine, sınırlı olan bir oy hakkını savunmayı denedi. Bu fabiancı kadın tümüyle yalnız kaldı. Onun görüş noktasının ardındakiler bellidir: İngiliz burjuva hanımlar kendileri için oy hakkı umuyorlar, ama bunun proleter kadınlara tanınmasını istemiyorlar.
Uluslararası Sosyalistler kongresiyle birlikte, aynı yapıda, ilk Uluslararası Sosyalist Kadınlar konferansı toplandı. Bu konferansta ve kongrenin komisyonunda, Alman ve Avusturyalı sosyal-demokratlar arasında, kararla ilgili görüşmeler sırasında ilginç tartışmalar oldu. İkinciler, genel oy hakkı savaşımlarında kadınların eşitlenmesini biraz arkaya ittiler: pratikçi düşüncelerden ötürü isteklerinde genel oy hakkına değil, ama erkekler için oy hakkına ağırlık verdiler. Clara Zetkin'in ve öbür Alman sosyal-demokratların konuşmalarında, Avusturyalılar, yanlış davrandıkları ve böylece, yalnız erkekler için oy hakkı istedikleri, ama bu hakkı kadınlar için bütün güçleriyle istemedikleri, yığın hareketinin gücünü zayıflattıkları gerekçesiyle haklı olarak kınandılar. Stuttgart kararının son sözleri ("kadınlar ve erkekler için genel oy hakkı isteği"), [sayfa 121] kuşkusuz, Avusturya işçi hareketi tarihindeki aşırı bir "pratikçiliğin" bu olayı (episodu) ile bağlantılıdır.
W. I. Lenin, "Der Internationale Sozialistenkongress in Stuttgart",
Werke, Band 13, Berlin 1965, s. 68-69.
*
Kadınların oy hakkı konusundaki karar da oybirliğiyle alındı. Yalnızca yarı-burjuva "Fabian Derneği"nden bir ingiliz kadın, kadınlar için tam değil de mülk sahiplerinin çıkan uğruna sınırlanmış bir oy hakkı savaşımını savundu. Kongre, bu görüş noktasını kesinlikle reddetti ve işçi kadınların oy hakkı savaşımını burjuva kadın hakları savunucusu kadınlarla birlikte değil, ama proletaryanın sınıf partileriyle birlikte vermeleri gerektiğini savundu. Kongre, kadın hakları için açılan kampanyada, sosyalist ilkeleri ve erkeklerle kadınların hak eşitliğini bütün genişliği ile savunmayı, ve bu ilkelerin amaca uygun herhangi bir nedenle daraltılamayacağını onayladı.
Komisyonda, bu sorunda ilginç bir tartışma oldu. Avusturyalılar (Victor Adler, Adelneid Popp) erkeklerin genel oy hakkı savaşımmdaki taktiklerini aşağıdaki gibi haklı göstermeyi denediler: Bu hakkın kazanılması için kışkırtmalarında (Agitation) kadınlar için de oy hakkı istemini ön plana çıkarmamak, amaca uygun olurmuş. Alman sosyal-demokratlar, özellikle Clara Zetkin, bunu, daha Avusturyalılar genel oy hakkı kampanyalarını açtıkları zaman protesto etmişlerdi. Clara Zetkin basında şunları açıklıyordu: kadınlara oy hakkı istemi asla arkaya itilemez, Avusturyalılar amaca uygunluk gerekçeleriyle ilkeyi kurban etmişlerdir; kadınlara oy hakkını savunsalardı, kışkırtmanın (Agitation) hızını ve halk hareketinin gücünü kırmamış olacaklardı. Önde gelen başka bir Alman sosyal-demokrat, Louise Zietz, komisyonunda Clara Zetkin'in görüş noktasına tümüyle katılıyordu. Avusturya taktiğini dolaylı olarak haklı gösteren Adler'in bir değiştirme önergesi, 9'a karşı 12 oyla reddedildi (bu önergede yalnızca deniyordu ki, oy hakkı uğruna savaşımda bütün yurttaşlar için gerçekten hiçbir kısıntı yoktur; ama oy hakkı uğruna savaşım kadınların erkeklerle hak eşitliği [sayfa 122] istemine bağlı olmak gerektiği için değil). Komisyonun ve kongrenin görüş noktası yukarda anılan sosyal-demokrat Zietz'in Uluslararası Sosyalist Kadınlar konferansında verdiği söylevdeki şu sözlerle pek güzel belirtilir (bu konferans, Stuttgart'ta, kongre ile aynı zamanda toplandı): "Doğru bulduğumuz her şeyi, ilke olarak istemeliyiz", diyordu Zietz, "ve ancak, gücümüz daha çoğuna yetmezse, elde edebildiğimizi alırız. Sosyal-demokrasinin taktiği hep bu olmuştur. İstemlerimizde ne kadar yetingen olursak, hükümet bağışlarında o kadar yetingen olur ..." Alman ve Avusturyalı sosyal-demokrat kadınların bu kavgasından, okur, tutarlı, ilkesel bir devrimci taktikten en küçük bir sapma karşısında en iyi marksistlerin ne kadar hoşgörüsüz olduğunu çıkarabilir.
W. I. Lenin, "Der Internationale Sozialistenkongress in Stuttgart",
Werke, Band 13, Berlin 1963, s. 81-83.
*
Yakıp kül ettiği her yerde pek çok acıya yolaçan, Belçika'yı ve Galiçya'yı çölleştiren ve örenleştiren ve binlerce işçiyi yok eden bugünkü savaş, çeşitli ülkeler egemen sınıflarının, sömürgelerin paylaşımı ve dünya pazarında egemenlik ve sülale çıkarları savaşımı yüzünden patlamış bir emperyalist savaştır. Kapitalist sınıfın politikasının doğal uzantısıdır ve bundan ötürü ilk darbeyi kimin vurduğu, sosyalist görüş noktasından hiç ilginç değildir.
Bu savaş işçilerin çıkarma asla hizmet etmiyor, tersine, işçilerin uluslararası dayanışmasını ve hareketlerini ve tek tek her ülkedeki sınıfın savaşımını zayıflatmak için egemen sınıfların elinde bir silahtır. Burjuvazinin ortaya attığı ve oportünistlerin desteklediği "anayurt savunması" sloganı da, burjuvazinin çıkarları uğruna proletaryaya kanını ve canını feda ettirmesine yarayan bir kandırmacadan başka bir şey değildir.
Sosyalist kadınların olağanüstü uluslararası konferansı bu olgulardan ötürü -savaşın yolaçtığı toplumsal ve politik bunalımı halkı uyandırmak için sonuna kadar kullanmayı ve böylelikle kapitalist sınıf egemenliğinin yıkımını çabuklaştırmayı salık veren Stuttgart kararına; milletvekillerinin [sayfa 123] savaş kredilerine karşı oy vermeleri gerektiği bildirilen Kopenhag kararına, ve işçilerin birbirini vurmasını bir cinayet sayan Basel kararına dayanarak- konferans açıklıyor ki, savaşan ülkelerin sosyalist partilerinin çoğunluğunun milletvekilleri bu kararlara tümüyle aykırı davranmışlardır, koşulların baskısına dayanamayarak sosyalizme tam anlamıyla ihanet etmişler ve onun yerine ulusalcılığı (Nationalismus) koymuşlardır. Konferans, bütün ülkeler proletaryasının kendi sınıf düşmanından -kapitalist sınıftan- başka düşmanı olmadığını doğrulamaktadır.
Bu savaşın korkunç acılan bütün kadınlarda, ve özellikle proleter kadınlarda, gittikçe kuvvetlenen bir barış tutkusu uyandırıyor. Konferans her emperyalist savaşa savaş açıyor ve bu barış tutkusunu bilinçli bir politik güce dönüştüreceklerse işçi kadınların mülk sahibi sınıfların yalnız ilhaklar, fetihler ve egemenlik için çalıştıklarını, emperyalizm çağında savaşların kaçınılmaz olduğunu ve proletarya, kapitalizmi kesinlikle yok etmek, kapitalist düzene son vermek için kendinde yeterince güç bulmadıkça, emperyalizmin dünyayı tam bir savaşlar zinciriyle tehdit ettiğini açıkça anlamaları gerektiğini bildiriyor. İşçi kadınlar, emperyalist savaşların birlikte getirdiği acılar çağını kısaltmak istiyorsa, barış çabaları sosyalizm uğruna ayaklanmaya ve savaşıma dönüşmelidir. Bu savaşta işçi kadın, ancak yığınların devrimci hareketiyle, sosyalist savaşımın kuvvetlendirilmesi ve kesinleştirilmesiyle amacına ulaşacaktır. Bundan ötürü, savaş kredilerine karşı, burjuva hükümetlerinin çıkarlarına karşı savaşımla, muharebe meydanlarında askerlerin kardeşleşmesini desteklemek ve herkese duyurmakla, hükümetin anayasal özgürlükleri kaldırdığı her yerde yasa-dışı örgütler kurmakla, ve son olarak yığınları gösterilere ve devrimci harekete katılmak için kazanmakla, sendikal ve sosyalist örgütleri desteklemek ve kutsal ittifakı kırmak, onun en önemli ödevidir.
Sosyalist kadınların uluslararası konferansı, bütün ülkelerin kadın işçilerini, bu savaşımı hemen başlatmaya, uluslararası çapta örgütlemeye ve, çabalarını bütün ülkelerin Liebknecht gibi ulusalcılığa karşı savaşan ve devrimci soyalist bir savaşım sürdüren sosyalistlerinin çabalarıyla sıkıca birleştirmeye çağırıyor. [sayfa 124]
Konferans, aynı zamanda, Avrupa'nın ilerlemiş ülkelerindeki nesnel koşulların sosyalist üretim için olgunlaşmış olduğunu, bütün hareketin yeni bir evreye girdiğini, bugünkü savaşın onlara yeni ve ciddi görevler yüklediğini; hareketlerinin bütün sosyalist harekete yeni bir hız verecek ve kesin kurtuluş saatini yaklaştıracak genel bir yığınsal eylemin muştucusu olabileceğini anımsatıyor. İşçi kadınlar, bildirilerle ve devrimci gösterilerle inisiyatifi ele geçirir ve bir de proletarya ile omuz omuza giderlerse, bu, proleter savaşımın, proletaryanın ilerlemiş ülkelerde sosyalizmi ye geri kalmış ülkelerde demokratik cumhuriyeti savaşarak kuracağı yeni bir çağın başlangıcı olabilir.
W. I. Lenin, "Resolution für die Internationale Sozialistische Frauenkonferenz'',
Werke, Ergaenzungsband (1896-Oktober 1917), Berlin 1969, s. 351-353.
*
Enternasyonaldeki sallantılı öğelere karşı tutumumuz genellikle pek önemlidir. Böyle öğeler -barışçı (uzlaşmacı, pazifistisch) başat sosyalistler- savaşan birkaç ülkede bulunduğu gibi (örneğin İngiltere'de Bağımsız İşçi Partisi), tarafsız ülkelerde de var. Bu öğeler bizim yol arkadaşımız olabilirler. Sosyal-şovenistlere karşı onlarla bir bağlantı kurulabilir. Ama unutulmamalıdır ki yalnızca yol arkadaşıdır, bu öğeler, Enternasyonalin yeniden kurulması sırasında, işin en önemli yerinde, bizimle değil, tersine, bize karşı yürüyecekler, Kautsky, Scheidemann, Vandervelde ve Sembat ile birlikte gideceklerdir. Uluslararası konferansların programlarında bu öğelerin benimseyebilecekleriyle asla yetinilmemelidir. Yoksa bu sallanan barışçıların tutsaklığına kendimiz düşeriz. Örneğin Bern'deki uluslararası kadınlar konferansında böyle oldu. Clara Zetkin yoldaşın görüşlerini destekleyen Alman delegeler, bu konferansta gerçekten "merkez" rolünü oynadılar. Kadınlar konferansı yalnızca (Hollandalı) Troelstras'ın oportünist partisi ile ILP (Bağımsız İşçi Partisi) delegeleri için benimsenebilir olanları söyledi. [sayfa 125]
W. I. Lenin, "Sozialismus und Krieg",
Werke, Band 21, Berlin 1970, s. 329-330
V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş,
Sol Yayınları, Ankara 1980, s. 44-45.
*
Bugünkü savaş gerici hıristiyan sosyalistlerde ve sulu-gözlü küçük-burjuvalarda her türlü silah kullanımı, kan, ölüm vb. karşısında yalnız korku, yalnız ürkü, yalnız tiksinti uyandırıyorsa, deriz ki: Kapitalist toplum her zaman sonsuz bir korkuydu ve öyledir. Ve şimdi bütün savaşların en gericisi olan bu savaşla bu toplumda korkuya bir son verilirse, kuşkulanmak için hiçbir gerekçemiz yok demektir. Bütün gözlerin önünde biricik yasal ve devrimci savaşı, emperyalist burjuvaziye karşı iç savaşı bu burjuvazinin kendisinin hazırladığı bir zamanda, silahsızlanma "isteminin" -daha doğrusu: silahsızlanma düşünün- nesnel anlamı, kuşkunun kaynağından başka bir şey değildir.
Bunun yaşamdan kopuk bir teori olduğunu kim söylerse, ona dünya tarihinin iki olgusunu ansıtırız: bir yandan tröstlerin ve kadın fabrika emeğinin rolünü, öte yandan da 1871 Komününü ve Rusya'da 1905 Aralık ayaklanmasını.
Tröstleri istemek, çocukları ve kadınları, onlara orada işkence etmek, onları baştan çıkarmak, onlara anlatılmaz acılar çektirmek için fabrikalara tıkmak, burjuvazinin işidir. Biz, böyle bir "gelişme"yi istemiyoruz, "desteklemiyoruz", buna karşı savaşıyoruz. Ama nasıl savaşıyoruz? Biliyoruz ki tröstler ve kadınların fabrikalarda çalışması ileri bir adımdır. Geriye, zanaatçılığa, tekelcilik-öncesi kapitalizme, kadınların ev-emeğine dönmek istemiyoruz. Tröstleri vb. aşarak ileri, onları aşarak sosyalizme!
Gelişmenin nesnel gidişini dikkate alan bir düşünüş, uygun değişikliklerle birlikte, halkın bugünkü askerileştirilmesi için de geçerlidir. Emperyalist burjuvazi bugün yalnız bütün halkı değil, gençliği de askerileştiriyor. Yarın belki kadınları da askerileştirecek. Buna yanıtımız şu olmalıdır: Böylesi daha iyi! Her zaman daha hızla ileri! Ne kadar hızlı olursa, kapitalizme karşı silahlı ayaklanmaya o kadar çok yaklaşırız. Sosyal-demokratlar, Komün örneğini unutmazlarsa, gençliğin vb. askerileştirilmesi ile gözlerinin yıldırılmasına nasıl ses çıkarmayabilirler? Bu, "yaşamdan kopuk" [sayfa 126] bir "teori" değildir, bir düş değildir, tersine olgudur. Ve sosyal-demokratlar bütün ekonomik ve politik olgulara karşın, emperyalist çağın ve emperyalist savaşların kaçınılmaz olarak böyle olguların yinelenmesini gerektireceğinden kuşkulanmaya başlarlarsa, halimiz gerçekten çok kötü olur.
Komünün bir burjuva gözlemcisi Mayıs 1871'de bir İngiliz gazetesinde şöyle yazıyordu: "Fransız ulusu yalnız kadınlardan oluşsaydı, ne korkunç bir ulus ortaya çıkardı!" Kadınlar ve onüç yaşındaki çocuklar, Komün sırasında erkeklerle birlikte savaşıyorlardı. Ve burjuvazinin yere serilmesi için verilecek savaşlarda da başka türlü olamaz. İyi silahlanmış burjuvazi kötü silahlanmış ya da hiç silahlanmamış proleterleri kurşunlarken, proleter kadınlar seyirci kalmayacaklardır. Gene, 1871'deki gibi, silaha sarılacaklar, ve bugünün gözü yıldırılmış uluslarından -daha doğrusu: hükümetlerden çok oportünistlerin örgütleştirdiği bugünkü işçi hareketinden- kuşkusuz, er ya da geç, herhalde ama besbelli, devrimci proletaryanın "korkunç uluslari'ndan uluslararası bir birlik doğacaktır.
Askerileştirme şimdi bütün kamusal yaşama sızıyor. Emperyalizm, dünyanın paylaşılması ve yeniden paylaşılması için büyük güçlerin azgın bir savaşıdır; bundan ötürü, askerileştirmeyi bütün ülkelere, tarafsız ve küçük ülkelere bile ister istemez yaymak zorundadır. Proleter kadınlar buna karşı ne yapmalıdır? Yalnız her savaşı ve askerî her şeyi lanetlemeli, yalnız silahsızlanma mı istemelidir? Gerçekten devrimci olan bir ezilen sınıfın kadınları, böyle çirkin bir rolle asla yetinmeyeceklerdir. Tersine, oğullarına şöyle diyeceklerdir:
"Çabucak büyüyeceksin. Sana bir tüfek verilecek. Onu al ve savaş sanatını iyi öğren. Bu bilgi proleterlere şimdi bu savaşta olduğu gibi ve sosyalizme hainlik edenlerin sana öğütledikleri gibi kardeşlerine, öbür ülkelerin işçilerine kurşun sıkmak için değil, tersine, sömürüye, acıya ve savaşlara, yalnızca istemekle değil, ama burjuvaziyi yenerek ve onu silahsızlandırarak bir son vermek için, kendi öz ülkenin burjuvazisine karşı savaşmak için gereklidir."
Böyle bir propaganda ve özellikle şimdiki savaşla bağlantılı olarak böyle bir propaganda yapmak reddedilirse, o zaman uluslararası devrimci sosyal-demokrasiden, sosyalist [sayfa 127] devrimden, savaşa karşı savaştan sözetmek lütfen bırakılsın.
W. I. Lenin. "Über die Losung der 'Entwaffnung'",
Werke, Band 23, Berlin 1960, s. 94-96.
*
17. Erkeklerin aynı haklarına göre kadınların politik haklarındaki bütün sınırlamaların hiç istisnasız kaldırılması. Savaşın ve kıtlığın geniş halk yığınlarını sarstığı ve özellikle kadınların dikkatinin politikaya çevrildiği bir zamanda, bu değişmenin olağanüstü ivediliği konusunda yığınların aydınlatılması.
W. I. Lenin, "Die Aufgaben der- Linksradikalen (oder der linken Zimmerwaldisten)
in der Sozialdemokratischen Partei der Schweiz",
Werke, Band 23, s. 140-141.
*
Biz, proletarya, bütün çalışanlar, nasıl bir milise gereksinmemiz var? Gerçek bir halk milisi, yani, birincisi, gerçekten bütün halktan, her iki cinsin bütün yetişkin yurttaşlarından oluşan, ve ikincisi, bir halk ordusunun göreviyle polislik görevini, devlet düzeninin en önemli ve ana organlarının ve devlet yönetiminin görevlerini birleştiren bir milis.
Bu düşünceleri olabildiğince açıklamak için tümüyle şematik bir örnek vermek istiyorum. Proleter milisi herhangi bir "plan"a göre kurmak düşüncesi elbette saçmadır: İşçiler ve bütün halk işe topluca başlarsa, her şeyi herhangi bir teoriciden yüz kat daha iyi yapıp düzenleyecektir. Hiçbir "plan" önermiyorum, yalnız düşünüşümü anlatmak istiyorum. Petrograd'ın yaklaşık 2 milyon nüfusu var ve bunun yarıdan çoğu 15-65 yaşındadır. Diyelim ki yarısı, bir milyonu. Bunun dörtte-birini de pekâlâ çıkarabiliriz: geçerli gerekçelerden ötürü bugün kamu hizmeti göremeyecek durumdaki hastaları ve öbürlerini. Geriye 750.000 kişi kalır ki, bunlar, örneğin her onbeş günde bir miliste çalışırlarsa (ve bu süre için girişimciden ücretlerini alırlarsa), 50.000 kişilik bir ordu kurulur. [sayfa 128]
Bizim gereksindiğimiz böyle tipte bir "devlet"tir!
Böyle bir milis, yalnız adıyla değil, gerçekten bir "halk milisi" olur.
Bu yolu tutmalıyız ki, halktan ayrı hiçbir özel polis ve hiçbir özel ordu yeniden kurulamasın.
Böyle bir milis, yüzde 95 işçilerden ve köylülerden oluşur ve halkın ezici çoğunluğunun sağduyusunu ve istencini, gücünü ve kuvvetini dışavurur. Böyle bir milis, bütün halkı gerçekten hiç istisnasız silahlandırır ve askerî sorunlarda eğitir ve halkı Guçkov'ca olmayan, Milyukov'ca olmayan bir tarzda, bütün eskiyi onarma denemelerine, çar ajanlarının bütün tertiplerine karşı güvenlik altına alır. Böyle bir milis, İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetinin yürütme organı olur, halkın mutlak saygısını ve mutlak güvenini kazanır; çünkü kendisi hiç istisnasız bütün halkın bir örgütüdür. Böyle bir milis, demokrasinin halkın kapitalistlerce köleleştirilmesini ve alaya alınmasını gizleyen yaldızlı bir tabela olarak kalmasını önler, yığınların bütün devlet işlerine katılması için gerçekten eğitilmesi olur. Böyle bir milis gençliği politik yaşama sokar ve yalnız sözle değil, eylemle de, iş ile de eğitir. Böyle bir milis -bilimsel konuşmak gerekirse- "toplumsal yardım polisi"nin, sağlık denetiminin alanına giren hizmetleri geliştirir, ve bütün yetişkin kadınlara böyle görevlerde yer verir. Çünkü kamusal hizmette, miliste, politik yaşamda kadınlara yer vermeksizin, kadınları o uyuşturucu ev ve mutfak havasından çıkarmaksızm, hiçbir gerçek özgürlük güvenceye bağlanamaz, sosyalizm şöyle dursun, demokrasi bile kurulamaz.
Böyle bir milis proleter bir milis olur, çünkü sınai ve kentsel işçiler, 1905-1907 ve 1917 yıllarında halkın bütün devrimci savaşında doğal ve kaçınılmaz olarak yönetici durumda oldukları gibi, bu miliste de yoksul halk yığınları üzerinde doğal ve kaçınılmaz olarak sonuç alıcı bir etkide bulunurlar.
Böyle bir milis kesin düzen ve sarsılmaz arkadaşça disiplin yaratır. Ama aynı zamanda, şimdi savaşan bütün ülkelerin uğradığı ağır bunalımlarda, bu bunalımlarla gerçekten demokratik savaşımı, ekmek ve öbür geçim araçları dağıtımını doğru ve çabuk yapmayı ve şimdi Fransızların "sivil seferberlik" ve Almanların "anayurt yardımcı hizmeti" dedikleri [sayfa 129] ve yokluğu halinde, yağma savaşının açtığı korkunç yaraların iyileştirilemediği -göründüğü kadarıyla iyileştirilemedigi- "genel çalışma ödevi'ni gerçekleştirmeyi olanaklı kılar.
Rusya proletaryası, şimdi büyük ölçüde yalnızca politik demokratik reform vaatlerine bağlamak için mi kan döktü? Çalışan herkesin geçiminde hemen belirli bir iyileşme görmesini ve duymasını istemeyecek ve bunu sağlatmayacak mı? Her ailenin ekmeği olmasını? Her çocuğun bir şişe iyi süt almasını ve çocuklara sağlanmadığı sürece zengin bir aileden hiçbir yetişkinin süt istemeye cesaret edememesini? Çarın ve aristokrasinin geride bıraktıkları sarayların ve lüks konutların boş durmamasını, tersine, yersiz yurtsuzlara yurtluk etmesini? Kadınların erkeklerle tamamen eşit haklarla katıldığı bir genel halk milisi bu önlemleri alamazsa kim alabilir?
Böyle önlemler sosyalizm de değildir. Tüketimin düzenlenmesiyle ilgilidirler, ama üretimin yeniden düzenlenmesiyle ilgili değildirler. Bir "proletarya diktatörlüğü" değildirler, ama yalnızca bir "proletaryanın ve yoksul köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü"dürler. Şimdi bu önlemlerin teorik olarak nasıl sınıflanması gerektiği de sözkonusu değildir. Teoride her şeyden önce ve ilk planda bir eyleme giriş görmek yerine, devrimin çapraşık, güncel, çabuk gelişen ödevlerini, dar anlaşılan bir "teori"nin Prokrustes masasına zorla yatırırsak, bu en büyük yanlış olur.
W. I. Lenin, "Briefe aus der Ferne, Brief 3, Über die proletarische Miliz",
Werke, Band 23, s. 342-344.
*
Çok önemli, olağanüstü güncel ikinci bir sorun da devletin kurulması ve devletin yönetimi sorunudur. Demokrasi öğütleri vermek yetmez, demokrasiyi ilan etmek ve karara bağlamak yetmez, demokrasinin gerçekleştirilmesini temsil organlarındaki halk "temsilcileri"ne bırakmak yetmez. Demokrasi, aşağıdan yukarıya, yığınların kendi inisiyatifiyle, bütün deylet yaşamına etkin olarak katılmasıyla, yukardan "gözetim" olmaksızın, devlet memurları olmaksızın, hemen [sayfa 130] kurulmalıdır.
Polisin, bürokrasinin sürekli ordunun yerini bütün halkın genel silahlanmasının, genel, hiç koşulsuz kadınların da katıldığı, herkesi kapsayan milisin alması - hemen başlanabilecek ve başlanmak gereken pratik iş budur.
W. I. Lenin, "Der Kompass der Bauerndeputierten",
Werke, Band 24, Berlin 1969, s. 156.
*
Rusya'da demokratik cumhuriyetin anayasası şunları güvence altına almalıdır....
14. 16 yaşına kadar her iki cinsten bütün çocuklar için parasız ve zorunlu genel ve politeknik (teorik ve pratik olarak üretimin bütün ana dallarının temellerini bağdaştıran) eğitim; derslerle çocukların toplumsal-üretken emeği arasında sıkı bağlantı. ...
İşçi sınıfını bedensel ve zihinsel körelmeden korumak ve güçlendirmek, özgürlük savaşımına kılavuzluk etmek için parti şunları ister:...
6. Çalışmanın kadın organizmasına zararlı olduğu ekonomi dallarında kadın emeğinin yasaklanması: Kadınlar için gece çalışmasının yasaklanması; doğumdan 8 hafta öncesi ile 8 hafta sonrası arasında, bu süre içinde tam ücret ödenmesi ve parasız tıbbi yardım ve bakımla birlikte ilaç sağlanması koşuluyla, kadınların çalışmaktan bağışık tutulması....
7. Kadınların çalıştığı bütün işliklerde, fabrikalarda ve işletmelerde süt çocukları ve küçük çocuklar için bakım yerleri ve emzikli kadınlar için özel yerler açılması; emzikli annelerin en az her üç saatte bir ve en az yarım saat süreyle çalışmaktan bağışık tutulması; emzikli annelerin yardımlarla gözetilmesi ve çalışma-günlerinin kısaltılıp 6 saate indirilmesi;...
9. İşçi örgütlerince seçilmiş bir iş denetmenliğinin kurulması ve hizmetliler de birlikte olmak üzere ücretli-emek kullanan her türlü işletmeyi kapsaması; kadın emeği kullanan her ekonomi dalında kadın denetmen kurumları örgütlenmesi. [sayfa 131]
W. I. Lenin, "Materialien zur Revision des Parteiprogramms",
Werke, Band 24, Berlin 1959, s. 473-478.
*
Polisin yerini halk milisinin alması - bu, devrimin bütün ilerleyişi sırasında doğmuş ve şimdi Rusya'nın pek çok yerinde gerçekleştirilmiş bir yeniden örgütlenmedir.... 15-65 yaşlarındaki kadın ve erkek bütün yurttaşlar bu milisin faaliyetlerine hiç istisnasız katılmalıdırlar. ... Kadınların yalnız politik yaşama değil, herkesçe yerine getirilen sürekli kamusal hizmetlere özgürce katılmaları sağlanmadan, değil sosyalizmden, tam ve sağlam bir demokrasiden bile sözedilemez. Hastalara yardımı, kimsesiz çocukları gözetmesi, sağlıklı besleme vb. gibi "polis" görevleri, kadınların yalnızca kâğıt üzerinde kalmayan gerçek hak eşitliği olmaksızın asla yeterince yapılamaz.
W. I. Lenin, "Die Aufgaben des Proletariats in unserer Revolution",
Werke, Band 24, s. 55-56.
V. İ. Lenin, "Devrimimizde Proletaryanın Görevleri",
Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, Sol Yayınları, Ankara 1989, s. 52-53.
*
Dini ya da kadının haklarından yoksunluğunu ya da Rus olmayan ulusal-toplulukların ezilmesini ve hak eşitliğinden yoksunluğunu ele alalım. Bütün bunlar burjuva demokratik devrimin sorunlarıdır. Küçük-burjuva demokrasinin bilgiçleri bu konuda sekiz ay gevezelik ettiler; dünyanın ilerlemiş ülkeleri arasında bu sorunları burjuva demokratik yolda tümüyle çözmemiş bir tek ülke yoktur. Bunlar bizde Ekim devriminin yasalarıyla baştan sona çözülmüştür. Dine karşı gerçekten savaştık ve bunu eskisi gibi yaptık. Rus-olmayan bütün ulusal-topluluklara kendi cumhuriyetlerini ya da özerk ülkelerini verdik. Bizde, Rusya'da, kadının haklarından ya da tam hak eşitliğinden yoksunluğu gibi hiçbir bayağılık, iğrençlik ve alçaklık yoktur. Serfliğin ve ortaçağın bu öfkelendirici kalıntısını çıkarsever burjuvazi ve yılgın küçük-burjuvazi yeryüzünün bütün ülkelerinde her zaman yeniden diriltiyor.
Burjuva demokratik devrimin bütün içeriği budur. Bir-buçuk ve iki-buçuk yüzyıl önce, bu devrimin (genel bir tipin [sayfa 132] her ulusal çeşidinden sözetmek istenirse, bu devrimlerin) ileri gelen önderleri, halklara, insanlığı ortaçağ üstünceliklerinden, kadının hakeşitsizliğinden, şu ya da bu dinin (ya da genellikle "din idesinin", "dinselliğin") resmî üstünceliğinden kurtarmayı vaadediyorlardı. Söz veriyorlardı, ama sözlerini tutmuyorlardı. Sözlerini tutamıyorlardı, çünkü ... "kutsal özel mülkiyet" karşısındaki "saygı" onları engelliyordu. Bizim proleter devrimimizde bu üç kat iğrenç ortaçağ ve bu "kutsal özel mülkiyet" karşısında "saygı" yoktu. [sayfa 133]
W. I. Lenin, "Zum vierten Jahrestag der Oktoberrevolution",
Werke, Band 33, Berlin 1966, s. 33-34.
*
AŞK, EVLİLİK VE AİLE ÜZERİNE
BURJUVAZİ, egemen olduğu yerde, bütün feodal, ataerkil, pastoral ilişkileri yok etti. İnsanı doğal üstlerine (Vorgesetzte) bağlayan çeşitli feodal bağları acımasızca kopardı ve insan ile insan arasında, çıplak çıkardan, duygusuz "nakit ödemeden" başka hiçbir bağ bırakmadı. Sofuca bağnazlığın; şövalyece coşkunun, darkafahca hüznün kutsal ürpermelerini bencil hesabın büz gibi soğuk sularında boğdu. Kişisel vakarı değişim-değerine indirgedi ve benimsenmiş ve kazanılmış sayısız özgürlüklerin yerine vicdansız bir ticaret özgürlüğünü koydu. Tek sözcükle, dinsel ve politik kuruntularla peçelenmiş sömürünün yerine açık, utanmaz, dolaysız, amansız sömürüyü koydu. Burjuvazi şimdiye kadar sayılan ve sofuca bir korkuyla bakılan bütün uğraşları kutsal görünüşlerinden [sayfa 134] soydu. Hekimi, hukukçuyu, rahibi, şairi, bilim adamını, kendi ücretli işçileri haline getirdi.
Burjuvazi aile ilişkisinin dokunaklı-duygusal peçesini yırttı ve onu katışıksız para ilişkisine döndürdü.
K. Marks-F. Engels, Manifest der Kommunistischen Partei,
Marks-Engels, Werke, Band 4, Berlin 1959,
Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, s. 112-113.
*
Liberal ekonomi, ulusal-toplulukları çözüştürerek düşmanlığı genelleştirmek, böylece insanlığı yırtıcı hayvanlar -rakipler bundan başka nedir?- herbirinin çıkarı bütün öbürlerinkinin aynı olduğu için, yalnız bunun için birbirini yiyen bir hayvanlar sürüsü haline getirmek için elinden geleni yaptıktan sonra, bu önçalışmadan sonra ona amaca ulaşmak için yalnız bir adım atmak, aileyi çözüştürmek kaldı. Bunu başarması için, ona, kendi güzel buluşu, fabrika sistemi yardım etti. Ortak çıkarların son izleri, ailenin mal ortaklığı, fabrika sistemiyle silindi ve -hiç değilse burada, İngiltere'de- şimdiden silinip çözülme halindedir. Çocukların, çalışabilir hale gelir gelmez, yani dokuz yaşma basınca, ana-baba evlerini yalnızca bir pansiyon olarak görmeleri ve ana-babalarına beslenme ve barınma için belirli bir ödemede bulunmaları tümüyle gündelik bir şeydir. Başka türlü nasıl olabilir? Ticaret özgürlüğünün temelinde yattığına göre, çıkarların yalıtılması başka ne sonuç verebilir? Bir ilke bir kez harekete geçirilirse, işletmeciler hoşlansalar da hoşlanmasalar da, kendiliğinden işleyerek bütün vargılarına ulaşır.
Ama işletmeci neye hizmet ettiğini kendisi de bilmez. Bütün bencil düşünüşüyle insanlığın genel ilerleme zincirinde yalnızca bir halka oluşturduğunu bilmez. Ayrı çıkarları, çözmekle, yüzyılın gitmekte olduğu büyük devrime, insanlığın doğayla ve kendisiyle uzlaşmasına yalnızca yolaçtığını bilmez. [sayfa 135]
F. Engels, "Umrisse zu emer Kritik der Nationalökonomie",
Marks-Engels, Werke, Band I, Berlin 1956, s. 504-505.
Friedrich Engels, "Bir Ekonomi Politik Eleştirisi Denemesi",
Karl Marks, 1844 Elyazmaları, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 405-406.
*
Kadının fabrikada çalışması aileyi zorunlu olarak çözdü, ve aileye dayanan toplumun bugünkü durumunda bu çözülmenin gerek yetişkinlerde gerek çocuklarda en ahlak bozucu sonuçları oldu. Çocuğuyla ilgilenmeye ona ilk yaşında o alışılmış sevgi hizmetlerini görmeye zamanı olmayan bir anne, çocuğunu görmeyi başaramayan bir anne, o çocuğa annelik edemez, ona yabancı bir çocuğa olduğu gibi sevgisiz, kayıtsız davranmaya aldırmazlık etmek zorunda kalır; ve böyle ilişkiler içinde yetişen çocuklar, daha sonra aile için tümüyle yitmiş olur, kendi kurdukları ailelerde kendilerini yuvalarında duyamazlar; çünkü yalnız yalıtılmış yaşamı tanımışlardır, ve bu yüzden işçi çevrelerinde ailenin genel yıkımına da hizmet ederler. Ailenin buna benzer bir çözülmesi çocukların çalışmasından ileri gelir. Ana-babalarına ödedikleri barınmalıktan daha çok kazanmaya başlarlarsa, onlara belirli bir beslenme ve barınma karşılığı ödemeye ve artanı kendileri için harcamaya başlarlar. Bu, çoğunlukla, ondört ve onbeş yaşlarında olur. (Power, Rept. on Leeds, passim, Tufnell, Rept. on Manchester, p. 17, etc. fabrika raporlarında.) Tek sözcükle, çocuklar ailelerinden koparlar ve baba ocaklarını hoşlarına gitmezse bir başkasıyla değiştirebilecekleri bir pansiyon olarak görürler. Birçok halde kadının çalışmasıyla aile tümüyle çözülmez, ama düzeni tersine döner. Aileyi kadın besler, erkek evde oturur, çocukları gözetir, ev işleri görür ve yemek pişirir. Bu durum, çok, çok sık görülür; yalnız Manchester'da ev işleri görmek zorunda kalan böyle yüzlerce erkek vardır. Bu gerçek enemenin (Kastration) işçilerde hangi haklı öfkelere yolaçtığı, ve bütün öbür toplumsal ilişkiler aynı kalırken bütün aile ilişkilerinin nasıl altüst olduğu düşünülebilir.
F. Engels, Die Lage der arbeitenden Klasse in England,
Marks-Engels, Werke, Band 2, Berlin 1957, s. 369.
*
Erkeği erkekliğinden ve kadını kadınlığından eden, onları erkeğe gerçek kadınlık ve kadına gerçek erkeklik sunamaz durumda bırakan bu durum, her iki cinsi ve onların kişiliğinde [sayfa 136] insanlığı en bayağıca aşağılayan bu durum, pek övülen uygarlığımızın son ürünüdür, yüzlerce kuşağın kendi durumlarını ve kendilerini izleyenlerinkini iyileştirmek için gösterdikleri bütün çabaların yeni sonucudur! Sonuçların kendilerinde bütün yorgunluğumuzun ve emeğimizin böyle çocukça şaka ettiğini görürsek, ya insanlıktan ve onun niyetinden ve gidişinden hiç çekinmeksizin kuşkulanmalıyız, ya da insani toplumun mutluluğunu şimdiye kadar yanlış bir yolda aradığım kabul etmeliyiz; cinslerin durumundaki böyle toptan bir altüst olmanın, ancak cinslerin daha başlangıçtan beri birbirinin karşısına yanlış konmasından ileri gelebileceğini kabul etmeliyiz.
Fabrika sistemiyle zorunlu olarak doğduğu gibi kadının erkek üzerindeki egemenliği gayri insani ise, erkeğin de kadın üzerindeki o eski egemenliği gayri insani olması gerekir. Kadın şimdi, eskiden erkeğin yaptığı gibi, egemenliğini pek çok şeyi, hatta her şeyi ailenin mal ortaklığına yatırmasına dayandırırsa, bu mal ortaklığının hiç de gerçek, gerekçeli olmadığı sonucu zorunlu olarak çıkar; çünkü bir aile üyesi hâlâ daha büyük katılma payına dayanarak kurumlanmaktadır. Şimdiki toplumun ailesi çözülüyorsa, bu çözülmede özellikle kendini gösteren odur ki, aileyi tutan bağ aile sevgisi değildi, tersine, yanlış mal ortaklığında zorunlu olarak saklanmış özel çıkardı.[76]
F. Engels, aynı yapıt, s. 371.
*
Fourier saygın toplumun ikiyüzlülüğünü, onun teorisi ile pratiği arasındaki çelişkiyi, bütün varlık tarzının iç sıkıntısını acımasızca ortaya seriyordu; onun felsefesiyle, perfection de la perfectibilité perfectibilisante ve auguste vérite[77] çabasıyla, "temiz ahlakı" ile, birbiçimli toplumsal kurumları ile [sayfa 137] alay ediyor, ve bunlara karşı onun pratiğini, ustaca eleştirdiği doux commerce'i,[78] onun beğeni olmayan bayağı beğenilerini, onun evlilikte boynuzlama örgütünü, onun genel bozulmasını çıkarıyordu. Bütün bunlar varolan toplumun Almanya'da henüz hiç sözü edilmeyen yanlarıdır. Elbette, şurada burada aşk özgürlüğünden, kadının durumundan ve hak eşitliğinden konuşuluyordu; ama ortaya çıkan neydi? Bir çift boş laf, birkaç bilgiç kadın, biraz histeri ve daha çok da Alman aile sıkıntıları - bunlardan bir piç bile doğmadı!
F. Engels, "Ein Fragment Fouriers über den Handel",
Marks-Engels, Werke, Band 2, Berlin 1957, s. 608-609.
*
Kutsal Max, ailede bize yeni bir örnek veriyor (s. 115). İnsanın kendi ailesinin egemenliğinden kurtulabileceğini, ama "bozulan itaatin bir kimsenin vicdanına kolayca dokunacağını", ve dolayısıyla aile sevgisine, aile kavramına sıkı sıkı sarılındığını; "kutsal aile kavramı"na "kutsal"a varıldığını açıklıyor (s. 116).
İyi delikanlı burada, tümüyle görgül (ampirik) ilişkilerin başat olduğu yerde, kutsalın egemenliğini bir daha görüyor. Burjuvanın kendi düzeninin kurumlarıyla ilişkisi, Yahudinin yasayla ilişkisi gibidir; her tekil halde, olanak bulunan her defasında, onlara yan çizer, ama başka herkesin onlara uymasını ister. Ama bütün burjuvalar yığın halinde burjuvazinin kurumlarına bir defa yan çizselerdi, burjuva olmaktan çıkarlardı - elbette onların hoşuna gitmeyen ve niyetlerine ve eylemlerine asla bağlı olmayan bir durum. Çapkın burjuva evliliğe yan çizer ve gizlice zina eder; tacir mülkiyet kurumuna yan çizer, spekülasyon, dolaylı iflas yoluyla başkalarını mülkiyetlerinden eder - genç burjuva kendisini ailesinden bağımsızlaştırır, elinden gelirse, kendisi için pratik olarak aileyi dağıtır; ama evlilik, mülkiyet, aile, teorik olarak, dokunulmadan kalır; çünkü onlar, pratik olarak, burjuvazinin üzerlerine egemenliğini kurduğu temellerdir; çünkü onlar, burjuva biçimleriyle burjuvayı burjuva yapan koşullardır; tıpkı durmadan yan çizilen yasanın dindar yahudileri [sayfa 138] dindar yahudiler yapması gibi. Burjuvanın kendi varlık koşullarıyla bu ilişkisi burjuva ahlakında genel biçimlerinden birini alır. Aile"den" asla sözedilmemelidir. Burjuvazi tarihsel olarak aileye burjuva aile karakterini verir; bu ailede, can sıkıntısı ve para, bağlayıcıdır ve ailenin burjuvaca çözülmesi de bunlardan ötürüdür; bu çözülme sırasında ailenin kendisi varolagider. Burjuva ailenin iğrenç varlığı resmî konuşma tarzlarındaki ve genel ikiyüzlülükteki kutsal kavrama uygundur. Ailenin gerçekten çözüldüğü yerde, proletaryada olduğu gibi, "Stirner"in düşündüğü şey, bunun tam karşıtı ortaya çıkar. Orada, her şeye karşın, en gerçek ilişkilere dayanan aile bağı bulunduğu halde, aile kavramı asla yoktur. 18. yüzyılda filozoflar aile kavramım tahlil ettiler. Çünkü uygarlığın doruğundaki gerçek aile daha önceden çözülme sürecindeydi. Ailenin iç bağı, aile kavramını oluşturan tek tek parçalarına, örneğin itaate, çocuk sevgisine, evliliksel bağlılığa çözüldü; ama ailenin gerçek gövdesi, mülk ilişkisi, öbür ailelere karşı kapalılık ilişkisi, zorunlu birlikte yaşama, çocukların doğumuyla, şimdiki kentlerin kurulmasıyla, sermayenin biçimlenmesiyle ortaya çıkmış ilişkiler, her ne kadar çeşitli yollarda bozulmuş iseler de, kalıyorlardı; çünkü ailenin burjuva toplumun istencinden bağımsız üretim tarzıyla bağlantısı, varlığını zorunlu kılıyordu. Bu zorunluk, ailenin bir an için yasal olarak elden gelebildiğince kaldırıldığı Fransız devriminde kendini en şaşırtıcı biçimde gösterir. Aile, 19. yüzyılda da, çözülmenin işlerliği yalnız kavram yüzünden değil, ama gelişen sanayi ve rekabet yüzünden de genelleştiği için, varolagider; aile çözülmesi Fransız ve İngiliz sosyalistlerince çoktan beri ilan edilmesine ve sonunda Fransız romanları aracılığıyla Alman kilise babalarının kulağına bile çalınmasına karşın, hâlâ varolagider.
K. Marks-F. Engels, Die deutsche Ideologie,
Marks-Engels, Werke, Band 3, Berlin 1958, s. 163-165.
*
"Parlak fırsatlar ve kullanımları" deniyor önemli ve bilgin "iktisatçı"nın son derece traji-komik taşkınlıklarından birinin başlığında, "parlak fırsatlar" elbette özgür ticaretçe [sayfa 139] istenir, ve onların "kullanımı" ya da daha doğrusu "kötüye kullanımı" işçi sınıfını ilgilendirir.
"İşçi sınıfı ilk defadır ki geleceğini kendi ellerinde tutuyor! Birleşik Krallığın nüfusu gerçekten azalmaya başlıyordu, dış göç doğal çoğalmayı aşıyordu. İşçiler fırsatlarından nasıl yararlandılar? Ne yaptılar? Güneş geçici olarak bir daha parladığı zaman daha önce ne yaptılarsa tam onu: Evlendiler ve olabildiğince çabuk çoğaldılar. Bu çoğalma oranında, göçün etkisinin yeniden dengelenmesi ve parlak fırsatın elden kaçması uzun sürmeyecek."
Demek ki, Malthus'un ve izleyicilerinin izin verdikleri sınırlı çevrede parlak fırsat, evlenmemek ve çoğalmamak imiş! Ne parlak ahlak dersi! Ama "iktisatçının kendisince de saptandığı gibi, nüfus şimdiye kadar azaldı ve dış göçü henüz dengelemedi. Öyleyse fazla nüfus felaketli zamanların sorumlusu sayılmamak gerekir.
"Emekçi sınıflar biriktirmek ve kapitalist olmak fırsatım daha çok kullanmalıydılar. Hemen hemen hiçbir halde kapitalistlerin saflarında sivrilmiş ya da hiç değilse sivrilmek için girişimde bulunmuş görünmüyorlar. Fırsatlarını kaçırdılar!"
Kapitalist olma fırsatı! "İktisatçı", aynı zamanda, işçilere şimdi ceplerine haftada 15 şilin yerine 16 şilin 6 peni koyabileceklerini, buna göre ellerine eski kazançlarından %10 daha çok geçebileceğini anlatıyor. Ama böylece ortalama ücret haftada 15 şilin olarak aşın yüksek hesaplanıyor. Ama zararı yok. İnsan haftada 15 şilinle nasıl bir kapitalist olabilir! Bu problem incelenmeye değer. İşçilerin gelirlerini artırmayı, durumlarını iyileştirmeyi denemeleri gerektiği düşüncesi yanlıştı. "Kendilerine yararlı olandan daha çok grev yaptılar", diyor "iktisatçı". Haftada 15 şilinle kapitalist olmak için en iyi fırsatı ele geçirmişlerdi, ama 16 şilin 6 peniyle bu fırsat kaçırılmış oluyor. İşçiler kapitalistleri bir ücret artırımına zorlamak için bir yandan emek-gücünün kıt, sermayenin bol olmasını beklemeliler. Ama böyle, sermaye bol ve işçi kıt olursa, o zaman, bundan dolayı evlenmeyi ve çoğalmayı bırakmaları gerektiği için, bu güçten hiçbir durumda yararlanmamaları gerekiyor.
"Har vurup harman savurarak yaşadılar." Tahıl Yasaları sırasında, diyor bize aynı "iktisatçı", ancak şöyle böyle beslendiler, [sayfa 140] şöyle böyle giyindiler ve açlıktan epeyce öldüler. Her şeye karşın yaşamaları gerekiyorsa, öncekinden daha az har vurup harman savurarak yaşamayı nasıl başarabilirlerdi? Nüfusun artan gönencini ve yapılan ticaretin sağlamlığını kanıtlamak için "iktisatçı" hiç durmadan ithalat tabloları çıkarıyor. Serbest ticaretin sözle anlatılamayan nimetleri için bir denek taşı ilan edilmiş şey, şimdi işçi sınıfının budalaca savurganlığı için bir kanıt gibi sergileniyor. Bununla birlikte, nüfus azalırken ve gerileyen bir tüketim varken ithalatın neden artagidebildiği; ithalat azalırken ihracatın neden artagidebildiği, ve ithalat ve ihracat daralırken sanayiin ve ticaretin neden genişleyebildiği, bizim için gene anlaşılmaz olarak kalıyor.
"Üçüncü olarak, iyileştirilmiş yaşam koşullarına uymak ve bundan en iyi biçimde yararlanmayı öğrenmek için, parlak fırsatı kendilerine ve çocuklarına olabildiğince iyi eğitimi sağlamak amacıyla kullansalardı. Ne yazık ki okullara pek kötü devam edildiğini ve okul paralarının da pek kötü ödendiğini saptamak zorundayız."
Bu olgu böylesine şaşırtıcı mı? Canlı ticaret, büyültülen fabrikalarla, artan makine kullanımıyla elele ilerliyor, dolayısıyla, uzatılan çalışma süresiyle birlikte, yetişkin işçilerin yerine daha çok kadın ve çocuk konuyordu. Ne kadar çok anne ve çocuk fabrikaya giderse, okullara o kadar az devam edilebilir. Ve ana-babalara ve çocuklarına ne biçim bir eğitim için fırsat verilmiş? Nüfus artışının Malthus'un buyurduğu sınırlar içinde nasıl tutulacağını öğrenme fırsatı, diyor "iktisatçı". Eğitim, diyor bay Cobden, pis, kötü havalanan, aşırı kalabalık konutların sağlık ve güç kazanmak için en iyi araç olmadığını işçilere öğretirdi. Bu, bir insanı açlıktan ölmeye bırakmayıp kurtarmak isterken, ona, doğa yasalarının insan vücudunun düzenli besin almasını gerektirdiğini söylemektir. Eğitim, diye yazıyor Daily News, kuru kemiklerden nasıl besleyici maddeler çıkarıldığını, koladan nasıl çay bisküvisi yapıldığını ve fabrika tozundan nasıl çorba pişirildiğini öğretseydi. İşçi sınıfının boşa harcadığı parlak fırsatları bir daha toparlarsak, bunların evlenmemek parlak fırsatı, daha az savurgan yaşama, daha yüksek ücret istememe, haftada 15 şilinle kapitalist olma ve kötü beslenerek kuvvetten düşmemeyi ve Malthus'un zararlı öğretilerinin [sayfa 141] ruhları nasıl alçalttığını öğrenme fırsatları olduğunu görürüz.
K. Marks., "Die Arbeiterfrage",
Marks-Engels, Werke, Band 9, Berlin 1960, s. 472-474.
*
Ailenin ortadan kaldırılması! En köktenciler (radikaller) bile komünistlerin bu iğrenç niyeti karşısında, parlıyorlar.
Bugünkü burjuva aile neye dayanıyor? Sermayeye, özel kazanca. Tam gelişmiş haliyle yalnız, burjuvazi için vardır; ama tamlayanını, proleterlerin zorla yaratılmış ailesizliğinde ve açık orospulukta bulur.
Burjuvanın ailesi, bu tamlayanın kalkmasıyla elbette ortadan kalkar, ve ikisi de sermayenin yitmesiyle yiter.
Bizi, ana-babaların çocuklarını sömürmesine son vermeyi istemekle mi kınıyorsunuz? Bu suçu kabul ediyoruz.
Ama, evsel eğitimin yerine toplumsal eğitimi koyarak en sevgili ilişkiyi ortadan kaldırdığımızı söylüyorsunuz.
Ve sizin eğitiminiz de toplumca belirlenmiyor mu? İçinde eğitim yaptığınız toplumsal ilişkilerle, toplumun doğrudan ya da dolaylı işe karışmasıyla, okul aracılığıyla vb. belirlenmiyor mu? Toplumun eğitime etkisini komünistler yaratmıyorlar; yalnızca onun niteliğini değiştiriyorlar, eğitimi egemen sınıfın etkisinden kurtarıyorlar.
Aile ve eğitimle, ana-babalar ve çocuklar arasındaki sevgi "ilişkisiyle ilgili burjuva deyimiyle, büyük sanayi yüzünden proletarya için aile bağları parçalandıkça ve çocuklar basit ticaret nesnelerine ve emek araçlarına dönüştürüldükçe, daha da iğrençleşiyor.
Ama siz komünistler kadınların ortaklaşılmasını kurmak istiyorsunuz, diye bağırıyor bize bütün burjuvazi hep bir ağızdan.
Burjuva, karısında yalnızca bir üretim aracını görüyor. Üretim araçlarının ortaklaşa kullanılmak gerekeceğini işitiyor, ve doğal olarak, ortaklaşalıktan kadınlara da pay düşeceğinden başka hiçbir şey düşünemiyor.
Kadınların yalnızca üretim araçları olma durumuna son vermenin özellikle sözkonusu olduğunu aklının ucundan bile geçirmiyor. [sayfa 142]
Kaldı ki, burjuvalarımızın kadınların komünistlerce sözde resmen ortaklaşılması konusundaki yüce ahlaklı korkusundan daha gülünç hiçbir şey yoktur. Komünistler kadınların ortaklaşılmasını getirmeyi gereksinmezler; bu, hemen her zaman vardır.
Burjuvalarımız, proleterlerinin karı ve kızlarının buyruklarına hazır olmasıyla yetinmiyorlar, resmî orospuluktan hiç sözetmiyorlar, birbirlerinin karılarını baştan çıkarmakta başlıca doyumu buluyorlar.
Burjuva evlilik, gerçekte evli kadınların ortaklaşılmasıdır. Komünistler, olsa olsa, kadınların ikiyüzlüce gizlenmiş bir ortaklaşılması yerine resmî, açık yüreklice bir ortaklaşılmasını getirmeyi istemekle kınanabilirler. Üstelik kendiliğinden anlaşılır ki, şimdiki üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılmasıyla birlikte kadınların onlardan doğan ortaklaşılması, yani resmî olan ve olmayan orospuluk da ortadan kalkar.
K. Marks-F. Engels, Manifest der Kommunistischen Partei,
Marks-Engels, Werke, Band 4, Berlin 1959, s. 478-479.
Komünist Manifesto ve Komünizmin ilkeleri, s. 132-134.
*
21. S[oru]: Komünist toplum düzeni aileyi nasıl etkileyecek?
Y[anıt]: Her iki cinsin ilişkisini [bu ilişkiyi-ç.] paylaşanları ilgilendiren ve toplumun karışmaması gereken tümüyle özel bir ilişki haline getirerek. Özel mülkiyeti giderdiği ve çocukları ortaklaşa eğittiği ve böylelikle şimdiye kadarki evliliğin her iki temelini, özel mülkiyet aracılığıyla kadının erkeğe ve çocuklann ana-babalarma bağımlılığını yokettiği için bunu yapabilir. Yüce ahlaklı darkafalılann kadınların komünistçe ortaklaşılmasına karşı kopardıkları çığlıkların yanıtı da hurdadır. Kadınların ortaklaşılması tümüyle burjuva topluma özgü bir ilişkidir ve bugünkü günde içyüzü tümüyle orospuluktur. Ama orospuluk özel mülkiyete dayanır ve onunla birlikte çöker. Demek ki komünist düzen, kadınların ortaklaşılmasını getirmez, tersine, daha çok [sayfa 143] ortadan kaldırır.
F. Engels, "Grundsaetze des Kommunismus", Marks-Engels,
Werke, Band 4, Berlin 1959, s. 377.
"Komünizmin İlkeleri", Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri,
Sol Yayınları, Ankara 1991, s. 216.
*
İki insanın ya da iki insani istencin böyle birbirine tümüyle eşit olması, yalnızca bir aksiyom (belit) değildir, aynı zamanda büyük bir abartmadır. İki insan, iki insan olarak bile, cinsiyet bakımından eşitsiz olabilir, ve bu basit olgu - bir an için çocuklaşırsak- bizi, toplumun, en basit öğelerinin iki erkek olmadığına, tersine, üretim amacıyla toplumlaşmanın en basit ve ilk biçimi olan bir aileyi kuran bir kocacık ve bir karıcık olduğuna götürür.
F. Engels, Herrn Eugen Dührings Unwaelzung der Wissenschaft,
Marks-Engels, Werke, Band 20, Berlin 1962, s. 90.
Anti-Dühring, Sol Yayınları, Ankara 1977, s. 180.
*
Ortaçağ toplumunda, özellikle ilk yüzyıllarda, üretim önemli ölçüde kişisel kullanıma yönelikti. Başatlıkla üreticinin ve ailesinin gereksinmelerini karşılıyordu. Kırda olduğu gibi, kişisel bağımlılık ilişkileri bulunan yerlerde, feodal beylerin gereksinmelerinin karşılanmasına da yardım ediyordu. Demek ki değişim olmuyordu, dolayısıyla ürünler meta niteliği kazanmıyordu. Köylünün ailesi, gereksindiği hemen her şeyi, aletleri ve giysileri, besin maddelerinden daha az olmamak üzere üretiyordu. Ancak kendi gereksinmesinin ve feodal beye borçlu olduğu ayni vergilerin üzerinde ürettiği zaman, ancak o zaman metalar da üretiyordu; toplumsal değişime sokulan, satışa sunulan bu fazlalık, meta oluyordu. [sayfa 144]
F. Engels, aynı yapıt, s. 253-254.
Anti-Dühring, s. 432.
*
Bay Dühring, üretimin kendisine yeni bir biçim vermeksizin, kapitalist üretim tarzının yerine toplumsal üretim tarzının geçirilebileceğini daha önce düşündüğü gibi, burada da, bütün biçimini değiştirmeksizin modern burjuva ailenin bütün ekonomik temelinden kopartabileceğini tasarlıyor. ... Ütopyacılar burada bay Dühring'ten çok ilerdedirler. Onlara göre, insanların özgür toplumlaşması ve evsel özel emeğin kamusal bir sanayie dönüşmesi, gençliğin eğitiminin toplumsallaşmasına ve böylelikle aile üyelerinin gerçekten özgür bir karşılıklı ilişkisine de ister istemez yolaçıyordu. Ayrıca, Marks'ın şimdiden kanıtladığı gibi "büyük sanayi, kadınlara, her iki cinsten genç kişilere ve çocuklara, ev işleri alanının ötesinde, toplumsal olarak örgütlenmiş üretim sürecinde Önemli roller vererek, ailenin ve her iki cins arasındaki ilişkilerin daha yüksek bir biçimi için yeni ekonomik temeli yaratır" (Kapital, s. 515 vd.)
F. Engels, aynı yapıt, s. 296.
Anti-Dühring, s. 495-496.
*
İlişkilerde de, zenginliklerin giderek artması, bir yandan ailede erkeğe kadınınkinden daha önemli bir konum kazandırıyor ve Qte yandan da kuvvetlenmiş konumu geleneksel kalıt düzenini çocukların yararına değiştirmek için kullanma itkisini yaratıyordu. Ama soy zinciri analık hukukuna göre geçerli olduğu sürece bu işlemiyordu. Bu da değiştirilmeliydi, ve değiştirildi. Bu iş, bugün bize göründüğü kadar güç olmadı. Çünkü bu devrim -insanların yaşayıp aştığı en köklü devrimlerden biri- bir gensin yaşayan üyelerinden bir tekine bile dokunmayı gereksinmedi. Gensin bütün üyeleri, önceden ne idiyseler, gene öyle kalabiliyorlardı. Gelecekte erkek üyelerin çocuklarının genste kalması, kadın üyelerinkilerinse çıkarılıp babalarının gensine geçmeleri basit kararı buna yetiyordu. [sayfa 145]
F. Engels, Der Ursprung der Familie, des Privateigentum und des Staats,
Marks-Engels, Werke, Band 21, Berlin 1962, s. 60.
F. Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni,
Sol Yayınları, Ankara 1990, s. 61.
*
Familia sözcüğü, başlangıçta bugünkü darkafalıların duygusallıktan ve evsel çekişmeden birleştirilmiş ideali anlamına gelmez; Romalılarda, ilkin karı-koca ve çocukları ile değil, tersine, yalnız kölelerle ilgilidir. Famulus bir ev kölesi, ve familia bir adamın olan kölelerin topu demektir. Daha Gaius zamanında, familia, id est patrimonium (yani kalıt payı) vasiyetnameyle belirleniyordu. Deyim, Romalılarca, başkanın kadını, çocukları ve belirli sayıda köleleri, hepsini, Romalı babalık erkine göre öldürme ve yaşatma hakkıyla buyruğunda bulundurduğu yeni bir toplumsal organizma için türetildi.
F. Engels, aynı yapıt, s. 61.
Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 63.
*
Toplumdaki işbölümü ve buna uygun olarak bireylerin belli işlere bağlanması, tıpkı manüfaktürdeki işbölümü gibi, karşıt çıkış noktalarından hareketle gelişirler. Bir aile içersinde[79] ve daha sonraki gelişmelerle bir kabile içersindeki işbölümü, cinsiyet ve yaş farklarına, salt fizyolojik temele dayanan doğal bir işbölümü meydana gelir; bu işbölümü, alanını, topluluğun yayılması, nüfusun artması, ve özellikle çeşitli kabileler arasındaki çatışmalar sonucu bir kabilenin diğerinin boyunduruğu altına girmesiyle genişletir. Öte yandan, daha önce de belirttiğim gibi, ürünlerin değişimi, çeşitli ailelerin, kabilelerin, toplulukların birbirleriyle ilişki kurdukları noktalarda başlar; çünkü uygarlığın başlangıcında, birbirlerinin karşısına bağımsız olarak çıkan, bireyler değil, aileler, kabileler ve benzeri topluluklardır. [sayfa 146]
K. Marks, Das Kapital,
Marks-Engels, Werke, Band 23, Berlin 1962, s. 372.
Kapital, Birinci Cilt, s. 366.
*
Ortak ya da doğrudan birleşmiş bir emeğe örnek vermek için, bütün uygar kavimlerin tarihlerinin eşiğinde gördüğümüz o kendiliğinden gelişen biçime kadar geri gitmemize gerek yoktur.[80] Kendi gereksinmesi için, hububat, hayvan, iplik, keten bezi ve giyecek üreten bir köylü ailesinin ataerkil sanayii hemen yakınımızdadır. Bu çeşitli mallar, ailenin karşısında, [aile üyelerinin -ç.] emeklerinin çeşitli ürünleri olarak çıkarlar, ama kendi aralarında bunlar meta değildirler. Toprağın sürülmesi, hayvan yetiştirme, iplik eğirme, dokuma, elbise dikme gibi çeşitli ürünlerde yer alan farklı türde emekler, bizatihi ve o halleriyle doğrudan toplumsal işlevlerdir: çünkü ailenin işlevi de tıpkı meta üretimine dayanan toplumda olduğu gibi, kendiliğinden doğup gelişmiş bir işbölümü düzeyine sahiptir. Aile içinde işin dağılımı, üyelerinin emek-zamanlarmın düzenlenmesi, mevsimlere göre değişen doğal koşullara bağlı olduğu kadar, yaş ve cinsiyet farkına da bağlıdır. Her bireyin emek-gücü, bu durumda, zaten ailenin tüm emek-gücünün yalnızca belirli bir bölümüdür, ve bu nedenle, bireysel emek-gücü harcanmasının süresine göre ölçülmesi, doğal olarak emeklerinin toplumsal niteliği olarak ortaya çıkar.
Karl Marks, aynı yapıt, s. 92,
Kapital, Birinci Cilt, s. 93.
*
Bununla birlikte, çocuk emeğinin doğrudan ya da dolaylı [sayfa 147] yoldan kapitalistçe sömürülmesini yaratan ana-baba otoritesi olmayıp, tersine, ana-baba otoritesinin ekonomik temelini yıkan kapitalist sömürü tarzı, bunun kullanılmasını, bir gücün kötüye kullanılması şeklinde yozlaştırmıştır. Ne var ki, eski aile bağlarının kapitalist sistem altında uğradığı çözülme, ne kadar korkunç ve iğrenç görünürse görünsün, büyük sanayi, üretim sürecinde, kadınlara, gençlere ve her iki cinsiyetten çocuklara, ev alanının dışında önemli bir rol vermekle, daha üst düzeyde bir aile şekli ve cinsiyetler arası ilişki konusunda yeni bir ekonomik temel yaratır. Cermen-hıristiyan aile şeklini mutlak ve değişmez saymak, birarada alındığı zaman bir dizi tarihsel gelişmenin halkaları olan, eski Roma, Yunan ya da Doğu aile şekline bu özelliği vermek kadar saçmadır. Ayrıca, her iki cinsiyetten ve her yaştan bireylerden oluşan kolektif çalışma grubunun, uygun koşullar altında, zorunlu olarak, insanı geliştiren bir kaynak halini alacağı açık bir gerçektir; oysa üretim sürecinin işçi için değil, işçinin üretim süreci için varolduğu, kendiliğinden ortaya çıkan, zalim ve kapitalistçe şekliyle bu durum, durmadan çevreye yayılan bir yozlaşma ve kölelik kaynağı olur.[81]
Karl Marks, aynı yapıt, s. 514.
Kapital, Birinci Cilt, s. 500
*
Üretimin toplumsallaşması, üretim araçlarının toplumun mülkiyetine geçmesine, "mülksüzleştirenin mülksüzleştirilmesine" yolaçacaktır. Emeğin üretkenliğinin görülmemiş ölçüde aıtması, işgününün kısaltılması; ilkel, dağınık küçük işletmenin kalıntı ve yıkıntısının yerine yetkinleşmiş ortak (kollektive) emeğin konması - bu geçişin doğrudan sonuçları bunlardır. Kapitalizm tarım ile sanayi arasındaki bağı kesinlikle koparır, ama aynı zamanda, en yüksek gelişmesinde, bu bağın yenilenmesi için, bilimin bilinçli kullanımı ve ortak emeğin birleştirilmesi temeli üzerinde sanayi ile tarımın [sayfa 148] birleşmesi için, insanlığın yeni bir yerleşim tarzı için (gerek köylerin yüzüstü bırakılmışlığına, dünyadan kopukluğuna ve barbarlığına, gerek dev yığınların büyük kentlerde doğaldışı toplanmasına son vererek) yeni öğeler hazırlar. Ailenin yeni bir biçimi, kadının konumunda ve yetişen kuşakların eğitiminde yeni koşullar modern kapitalizmin en yüksek biçimiyle hazırlanır: Kadın ve çocuk emeği, ataerkil ailenin kapitalizmle çözülmesi, modern toplumda kaçınılmaz olarak en korkunç, en felaketli ve en iğrenç biçimleri alır. Bununla birlikte, "büyük sanayi, kadınlara, genç kişilere ve her iki cinsten çocuklara ev işleri alanının ötesinde toplumsal olarak örgütlenmiş üretim süreçlerinde önemli roller vererek, ailenin ve her iki eşey arasındaki ilişkilerin daha yüksek bir biçimi için yeni ekonomik temeli yaratır. Hıristiyan-Cermen aile biçimini yetkin saymak da, birbirleri arasında tarihsel bir gelişim zincirinin halkalarını oluşturan eski Roma, ya da eski Yunan, ya da Doğu biçimini böyle saymak gibi, elbette budalacadır. Bunun gibi, besbellidir ki, her iki cinsin ve farklı yaş basamaklarının bireylerinden bileşmiş emek personelinin biraraya getirilmesi, işçinin üretim süreci için olduğu, üretimin işçi için olmadığı o doğal gelişmiş acımasız, kapitalist biçiminde yozlaşmanın ve köleliğin belalı kaynağı ise de, uygun koşullarda, bunun tersine, insanca gelişmenin kaynağı olacaktır." (Das Kapital, 13. bölümün sonucu.) Fabrika sistemi, bize, "belirli bir yaşın üzerindeki bütün çocuklar için öğretimin ve cimnastiğin yalnızca toplumsal üretimi artırm'ak için bir yöntem olarak değil, tersine, tam anlamıyla gelişmiş insanların üretimi için biricik yöntem olarak birleştirilecek eğitimin tohumu"nu (aynı yapıt) göstermektedir.
W. I. Lenin "Karl Marks",
Werke, Band 21, Berlin 1960, s. 60-61.
V. İ. Lenin, "Karl Marks",
Marks-Engels-Marksizm, Sol Yayınları, Ankara 1990, s. 38-39.
*
Bay Grün, Fourier'nin bir özgür aşk görüşünü anlatmak için başvurduğu fantezilere dayanıp şimdiki aşk ilişkilerini eleştirmekten vazgeçerek Fourier'nin aşkı ele alışını kolayca [sayfa 149] eleştirebiliyor. Bay Grün tam bir darkafalı Alman olarak, bu fantezileri ciddiye alıyor. Bu fanteziler onun ciddiye aldığı biricik şeydir. Bir kez sistemin bu yanı üzerinde durmak istiyor idiyse, Fourier'nin kendi türünde bulunanların en iyisi olan, ve dahice gözlemleri içeren eğitimle ilgili açıklamaları üzerinde de neden durmadığı belli değildir. Bundan başka, bay Grün aşk vesilesiyle, gerçek genç-Alman yazıncısı olarak, Fourier'nin eleştirisinden ne kadar az şey öğrendiğini sergiliyor. Sanısına göre, ister evliliğin ister özel mülkiyetin kaldırılmasından başlamak aynı şeymiş, biri öbürüne yolaçarmış. Oysa, burjuva toplumda daha şimdiden pratik olarak gerçekleştiği gibi, evliliğin başka bir çözülmesinden başlamayı istemek, katışıksız yazıncı fantezisidir. Bunun her yerde yalnız üretim biçiminin değiştirilmesinden doğduğunu Fourier'de bile bulabilirdi.
Marks-Engels, Die deutsche Ideologie,
Marks-Engels, Werke, Band 3, Berlin 1958, s. 500-501.
*
Wahlverwandschaften'e (İsteğe Bağlı Hısımlık) gelince; zaten ahlaki olan bu romanı bay Grün daha da ahlakileştiriyor, öyle ki Wahlverwandschaften'i nerdeyse kız liseleri için uygun ders kitabı olarak salık verir görünüyor. Bay Grün açıklıyor ki, Goethe, "aşk ile evliliği ayırıyordu, ve öyle ki, ona göre aşk evliliği aramaktı ve evlilik bulunmuş, yetkin aşktı," s. 286.
Dolayısıyla buna göre aşk "bulunmuş aşk"ı aramaktır. Bu daha da açıklanıyor: "gençlik aşkı özgürlüğü"ne göre evlilik "aşkın son ilişkisi" olarak ortaya çıktı (s. 287). Tıpkı uygarlaşmış ülkelerde sağgörülü bir aile babasının oğlunu önce birkaç yıl kurtlarını dökmeye bırakması ve sonra ona "son ilişki" olarak uygun bir karı beğenip seçmesi gibi. Ama uygarlaşmış ülkelerde bu "son ilişki"de ahlaki bir bağlayıcılığa çoktandır gözyummak gerekirken, bunun tersine erkek oralarda metresler tutar ve kadın bundan dolayı onu boynuzlatırken, bay Grün'ü gene burjuva kurtarıyor. [sayfa 150]
F. Engels, "Deutscher Sozialismus in Versen und Prosa",
Marks-Engels, Werke, Band 4, Berlin 1959, s. 245.
*
Size hiç romantikliğe kapılmadan güvenceleyebilirim ki tepeden tırnağa ve bütün ciddiliğimle aşığım. Yedi yılı aşkındır nişanlıyım, ve nişanlım, kısmen "gökteki efendi" ile "Berlin'deki efendi"yi eşit tapınma nesneleri sayan sofu-aristokrat hısımlarına, kısmen birkaç papazın ve başka düşmanlarımın yuvalandığı öz aileme karşı, benim için en çetin, nerdeyse sağlığını bozan savaşımlar verdi. Bu yüzden ben ve nişanlım, gereksiz ve yıpratıcı çekişmelerle, üç kat daha yaşlı olan ve durmadan "yaşam deneyimleri"ni sözkonusu eden bazı kimselerden daha çok yılmaksızın uğraştık.
K. Marks, "Brief an Arnolt Ruge vom 13. März 1843 aus Köln"
Marks-Engels, Werke, Band 27, Berlin 1963, s. 417.
*
Canım Sevgilim,
Sana gene yazıyorum; çünkü yalnızım ve sen hiç bilmeden veya işitmeden veya bana yanıt veremeden kafamda seninle sürekli diyaloglar kurmak beni rahatsız ediyor. Portrenin bu kadar kötü olması pek işime yarıyor, ve Meryem Ananın en çirkin portrelerinin, "kararlı Madonna"ların bile, neden iyi portrelerden daha çok, tükenmez hayranlar bulabildiğini şimdi kavrıyorum. Bu kararlı Madonna resimlerinden hiçbiri, senin gerçekte yaşlı değil de asık yüzlü olan, ve sevimli, tatlı, öpülesi "dolce"[82] yüzünü hiç yansıtmayan fotoğrafından daha çok öpülmüş ve koklanmış ve gözlerle okşanmış değildir. Ama yanlış resmedilmiş gün ışıklarını düzeltiyorum, ve anlıyorum ki, lamba ışığından ve tütünden pek bozulmuş gözlerim yalnız düşte değil, uyanıkken de resmedebiliyorlar. Etinle, kemiğinle karşımdasın, ve seni kollarımda taşıyorum, ve tepeden tırnağa öpüyorum, ve önünde diz çöküyorum, ve inliyorum: "Madam, sizi seviyorum". Ve sizi Venedikli zencinin her zaman sevdiğinden daha çok seviyorum. İkiyüzlü ve kötü dünya bütün karakterleri ikiyüzlüce ve kötü algılıyor. Bunca karalayıcımdan ve yılan dilli düşmanımdan kim beni ikinci sınıf bir tiyatroda birinci aşık [sayfa 151] rolünü oynamaya içten eğilimli olmakla kınadı? Oysa gerçek budur. Alçakların mizah yeteneği olsaydı, "üretim ve değişim ilişkilerini" bir yana ve beni senin ayaklarında öbür yana resmederlerdi. Altına da Look to this picture and to that[83] yazarlardı. Ama onlar aptal alçaklardır ve aptal kalacaklardır, in seculum seculorum.[84]
Bir an için evde olmamak iyidir; çünkü nesneler ayırdedilmek için aynı zamanda görünür. Yakından incelenen küçük ve gündelik şeyler çok büyürken, yakındaki kuleler bile cüce görünür. Tutkular da böyledir. Yakınlıklarıyla insanın göğsünü sıkıştıran küçük alışkanlıklar, dolaysız konuları gözden uzaklaşır uzaklaşmaz, tutkusal biçime bürünür, yiterler. Konularının yakınlığı ile küçük alışkanlıklar biçimine bürünen büyük tutkular, uzaklığın büyülü etkisiyle büyürler ve yeniden doğal büyüklüklerini alırlar. Benim aşkım da böyle. Yalnızca düşle benden uzaklaşmış olman yetiyor, ve hemen anlıyorum ki güneş ve yağmur bitkilerin gelişmesine nasıl yarıyorsa, zaman da aşkımın büyümesine öyle yarıyor. Sana aşkım sen uzakta olur olmaz, ruhumun bütün enerjisinin ve gönlümün bütün karakterinin toplandığı bir dev gibi görünüyor. Kendimi gene insan olarak duyuyorum, çünkü büyük bir tutku duyuyorum, ve öğretimin ve modern eğitimin bizi içine karıştırdığı çeşitlilik, ve nesnel ve öznel bütün etkileri bize ters eleştirten kuşkuculuk, bize yalnızca her şeyi küçük ve önemsiz ve sıkıcı, belirsiz kılmak için yaratılmıştır. Ama aşk, Feuerbach'sal insana, Moleschott'sal madde değişimine, proletaryaya duyulan aşk değil, tersine, sevgiliye ve özellikle sana duyulan aşk, insanı yeniden insan yapıyor.
Gülümseyeceksin, tatlı sevgilim, ve bütün bu dil uzunluğuna nasıl vardığımı soracaksın. Ama senin o tatlı ve temiz yüreğim yüreğime bastırabilseydim, susardım ve bir tek söz söylemezdim. Dudaklarla öpemediğim için dil ile öpmem ve sözcüklere başvurmam gerekiyor. Gerçekte şiir bile söyleyebilir ve Ovid'in "Libri Tristum"una, gönül acısının Almanca kitabına uyak bile düşürebilirdim. Onu yalnızca İmparator Ogüst sürdü. Oysa beni sen sürdün, ve Ovid bunu bilmiyordu. [sayfa 152]
Dünyada gerçekten birçok kadın var, ve onların birkaçı güzeldir. Ama yaşamımın en büyük ve en tatlı anılarının her çizgisini, hatta her kırışığını yeniden gösteren bir yüzü bir daha nerede bulurum? Sonsuz acılarımı, bulunmaz yitiklerimi bile senin tatlı yüzünde okuyorum, ve senin tatlı yüzünü öpünce, acıyla öpüşüyorum.
"Onun kucağına gömülmüş, onun öpücükleriyle yeniden dirilmiş" - yani senin kucağına ve senin öpücüklerinle, ve Brahmanlara ve Pitagoras'a yeniden doğma öğretilerini ve hıristiyanlığa yeniden dirilme öğretisini bağışlıyorum...
Hoşçakal tatlı sevgilim. Seni ve çocukları binlerce kez öperim.
Karl'ın
K. Marks, "Brief an Jenny Marks vom 21. Juni 1856 aus Manchester".
Marks-Engels, Werke, Band 29, Berlin 1963, s. 532-536.
*
Sevgili Dost! Size kitapçığın planını olabildiğince ayrıntılı yazmanızı üsteleyerek salık veririm. Yoksa aşırı belirsiz kalır.
Bir konuda düşüncemi şimdiden söylemeliyim:
§ 3 - "(Kadının) aşk özgürlüğü istemi"nin kesinlikle çizilmesini salık veririm.
Gerçeklikte burada proleterce değil, tersine, burjuvaca bir istem sözkonusudur.
Gerçekte bundan ne anlıyorsunuz? Bundan ne anlaşılabilir?
1. Aşkta maddi (mali) hesaplardan mı kurtuluş?
2. maddi kaygılardan mı?
3. dinsel önyargılardan mı?
4. babanın vb. yasağından mı?
5. "toplum"un önyargılarından mı?
6. çevrenin (köylü ya da küçük-burjuva ya da aydın-burjuva çevrenin) sınırlı ilişkilerinden mi?
7. yasanın, yargının ve polisin zincirlerinden mi?
8. aşkta ciddilikten mi?
9. çocuk yapmaktan mı?
10. zina özgürlüğü mü? vb.
Birçok derecelenmeyi (elbette hepsini değil) saydım. Elbette [sayfa 153] n° 8-10'u düşünmüyorsunuz; ama ya n° 1-7'yi ya da n° 1-7'ye benzer bir şeyi düşünüyorsunuz.
Ama n° 1-7 için başka bir belirleme seçilmelidir; çünkü aşk özgürlüğü bu düşünceleri tam dışavurmuyor.
Ama kamu, kitapçığın okurları, tartışmasız, "aşk özgürlüğü'nden, niyetinizin tersine, genellikle n° 8-10 gibi bir şey anlayacaktır.
Bugünkü toplumda en geveze, en çok gürültü koparan ve "yukarda görülen" sınıflar "aşk özgürlüğü "nden n° 8-10'u anladıkları için, tam bunun içindir ki, bu proleterce değil, tersine, burjuvaca bir istemdir.
Proletarya için her şeyden önce n° 1 ve 2, ve sonra n° 1-7 önemlidir; ama aslında bu "aşk özgürlüğü" değildir.
Sizin öznel olarak bundan ne "anlamak istediğiniz" söz-konusu değildir. Aşk konularında sınıf ilişkilerinin nesnel mantığı sözkonusudur.
Dostça ellerinizden sıkarım!
V.İ.
W. I. Lenin, "Brief an Inés Armand vom 17. Januar 1915",
Briefe, Band 4, Berlin 1967, s. 49-50.
Gençlik Üzerine, Sol Yayınları, Ankara 1977, s. 117-118.
*
Sevgili Dost! Yanıtın gecikmesini bağışlayınız: dün yazmak istiyordum ama engellendim ve mektup için zamanım olmadı.
Kitapçık için planınızla ilgili olarak, bence, "aşk özgürlüğü istemi" belirsizdir ve -sizin niyetinizden ve isteğinizden bağımsız olarak (bunun altını çiziyorum ve diyorum ki: nesnel, sınıf ilişkileri sözkonusudur sizin öznel istekleriniz değil)- bugünkü toplumsal koşullarda proleter değil, burjuva bir istemdir.
Bunu onamıyorsunuz.
İyi. Konuyu bir daha inceleyelim.
Belirsizi belirli kılmak için size aşağıyukarı on olanaklı (ve varolan sınıf ayrılıklarında kaçınılmaz), farklı yorum saydım ve 1-7. yorumların, görüşüme göre, proleter kadınlar, 8-10'unculann burjuva kadınlar için tipik ya da karakteristik [sayfa 154] olduğunu belirttim.
Bu çürütülmek istenirse, birincisi, bu yorumların doğru olmadığı kanıtlanmalı (o zaman yerlerine başkaları konmalı ya da doğru olmayanlar anılmalıdır) veya ikincisi, tam olmadıkları kanıtlanmalı (o zaman eksikler tamamlanmalıdır), veya üçüncüsü, onların proleter ve burjuva diye bölünmemek gerektiği kanıtlanmalıdır.
Bunların ne birini, ne öbürünü, ne de üçüncüsünü yapıyorsunuz.
1-7. noktalar üzerinde hiç durmuyorsunuz. Öyleyse onların (genellikle) doğru olduğunu kabul ediyorsunuz?
(Proleter kadınların orospuluk etmesi ve bağımlılığı konusunda yazdığınız şey: "Hayır deme olanaksızlığı", kesinlikle 1-7. noktalara girer. Aramızdaki herhangi bir görüş ayrılığı burada gizlenmemek gerekir.)
Bunun proleter bir yorum olduğunu da tartışmıyorsunuz.
8-10. noktalar kalıyor.
Bunları "tam anlamıyorsunuz" ve "itiraz ediyorsunuz": "aşk özgürlüğü ile" 10. nokta "nasıl bir tutulabilir (!!??) anlamıyorum" (böyle yazılı!)....
Böylece, benim sanki "bir tuttuğum" ve sizin beni tamamlamaya ve çürütmeye çalıştığınız sonucu çıkmıyor mu?
Başka türlü nasıl olabilir? Bu ne demektir?
Burjuva kadınlar aşk özgürlüğünden 8-10. noktaları anlar - bu benim tezimdir.
Bu tezi çürütüyor musunuz? Burjuva hanımların aşk özgürlüğünden ne anladığını söylüyor musunuz?
Bunu söylemiyorsunuz. Burjuva kadınların onlardan tam bunu anladığını yazın ve yaşam kanıtlamıyor mu? Hiç eksiksiz kanıtlıyor! Ve bunu susarak geçiştiriyorsunuz.
Ama hal böyle olduğu içindir ki, burada onların sınıf durumu sözkonusudur ve onları "çürütmek" olanaksızlaşır ve bönce olur.
Proleter bakış noktası açıkça onlardan ayrılmalı, proleter bakış noktası onların karşısına konmalıdır. Nesnel olgular gözönünde tutulmalıdır; yoksa onlar kitapçığınızdan uygun yerleri çıkarır, kendi yollarında yorumlar, kitapçığınızı kendi değirmenlerini döndüren su olarak kullanır, işçilere karşı düşüncelerinizi çarpıtır, işçileri "şaşırtırlar" (o sırada işçiler arasında onlara uzlaşmaz düşünceler sunabilirmişsiniz [sayfa 155] korkusunu yayarlar). Ve ellerinde sayısız gazete vb. vardır.
Oysa, siz, nesnel, sınıfsal bakış noktasını tümüyle unutuyorsunuz ve sanki aşk özgürlüğünü 8-10. noktalarla "bir tutuyormuşum" gibi bana karşı bir "saldırıya" geçiyorsunuz... Gülünç bu, gerçekten gülünç...
"Geçici bir tutku ve birleşme bile" (darkafalı ve darkafalılaştırılmış) karı-kocalar arasındaki "aşksız öpücükler"den "daha şiirsel ve temiz" imiş. Böyle yazıyorsunuz. Ve kitapçıkta da böyle yazmak istiyorsunuz. Olağanüstü.
Bu karşılaştırma mantıklı mı? Darkafalı karı-kocalar arasındaki aşksız öpücükler iğrençtir. Anlaştık. Onlar ... ne ile karşılaştırılmalıdır? ... Şunu mu düşünmeli: aşklı öpücükler? Oysa siz onları "geçici" (neden geçici?) bir "tutku" (neden aşk değil) ile karşılaştırıyorsunuz - böylece mantıksal olarak şu sonuç çıkıyor: Aşksız (geçici) öpücükler, aşksız evlilik öpücükleri ile karşılaştırılıyor... Garip. Küçükburjuva-aydınsal-köylü (bende 6. ya da 5. nokta olacak) darkafalı, iğrenç aşksız evliliği aşklı proleter sivil evliliğin karşısına koymak (ille de istiyorsanız, tutkulu geçici bir birleşmenin çirkin de, güzel de olabileceğini eklemek) halka seslenen bir kitapçık için daha iyi olmaz mıydı? Sizde bir karşılaştırma sınıfsal tiplerden çıkmıyor, tersine doğallıkla olanaklı bir "hal" gibi bir şey. Ama haller mi sözkonusu? Ana konu böyle seçilirse: evlilikte çirkin öpücüklerin ve geçici bir birleşmede güzel öpücüklerin bulunduğu tekil bir hal, bireysel bir hal - bu konu bir romanda işlenmeliydi (çünkü böylelikle bireysel haller ekseni, karakterlerin tahlilini ve uygun tiplerin ruhsal durumunu biçimlendirir.
"Aşk profesörü" rolüne çıkmak "anlamsız"dır derken, Key'den yanlış seçilmiş alıntıyla ilgili düşüncemi çok iyi anladınız. Evet, kesinlikle. Ya geçici vb. profesör rolüne?
Bir polemiğe girmeyi gerçekten kesinlikle istemezdim. Bu mektubumu bir kenara atar ve bir söyleşiye kadar beklerdim. Ama istiyorum ki, kitapçık iyi olsun, hiç kimse ondan sizin için hoş olmayan tümceler çıkaramasın (bazan her şeyi bozmak için bir tümce yeter), hiç kimse sizi yanlış yorumlayamasın. İnanıyorum ki, siz de, "istemeksizin" yazdınız, ve bu mektubu yalnızca şunun için gönderiyorum: Planınızı, mektuba dayanarak, söyleşilere dayanarak olduğundan [sayfa 156] belki daha köklü anlarsınız, ve plan elbette çok önemli bir şeydir.
Tanıdıklarınız arasında bir Fransız sosyalist hanım yok mu? Ona 1-10. noktalarımı (sözde İngilizceden) çeviriniz ve "geçici" vb. üzerine gözlemlerinizi bildiriniz". Konuyla ilgilenmemiş kişiler ne diyor, hangi izlenimleri ediniyor ve kitapçıktan ne bekliyorlar, dikkatle dinleyip görünüz. Küçük bir deneme.
V.İ.
NOT: Baugy'i ilgilendiren şeyi bilmiyorum... Belki arkadaşım aşırı vaatte bulundu... Ama ne vaadetti? Bilmiyorum. Konu ertelendi, yani anlaşmazlık ertelendi, giderilmedi, savaşmalı ve hep yeniden savaşmalı!! Onu bundan vazgeçirmek başarılacak mı? Ne diyorsunuz?
W. I. Lenin, "Brief an Ines Armand vom 24. Januar 1915",
Briefe, Band 4, s. 52-55.
Gençlik Üzerine, s. 119-122.
*
Dikkate değer bir olgudur ki her büyük devrimci hareketten sonra "özgür aşk" sorunu ön plana çıkar: insanların bir kesiminde devrimci bir ilerleme olarak, artık gerekli olmayan eski geleneksel zincirlerden kurtuluş olarak; öbür kesiminde erkek ile kadın arasındaki her türlü dizginsiz eylemi rahatça örtbas eden hoş bir öğreti olarak. Sonuncular, yani darkafalılar, burada hemen ağır basar görünüyorlar.
F. Engels, "Das Buch der Offenbarung,",
Marks-Engels, Werke, Band 21, Berlin 1962, s. 10.
*
Feuerbach'a göre din, insan ile insan arasında, kendi gerçekliğini şimdiye kadar gerçekliğin fantastik görüntüsünde -bir ya da birçok tanrının aracılığında, insani özelliklerin görüntüsünde- arayan, ama şimdi onu BEN ile SEN arasındaki aşkta dolaysız ve aracısız olarak bulan duygu ilişkisi, gönül ilişkisidir. Ve böylece, cinsler arası aşk, Feuerbach'ta onun yeni dinini en yüksek uygulama biçimi değilse bile, en yüksek uygulama biçimlerinden biri oluyor. [sayfa 157] İnsanlar varoldukça, insanlar arasında, özellikle her iki cins arasında, duygu ilişkileri de varolmuştur. Cinsler arası aşk özellikle son sekizyüz yılda bu zaman boyunca onu bütün şiir sanatının zorunlu ekseni yapan bir biçim edindi ve bir yer kazandı. Varolan olumlu (positive) dinler, cinsler arası aşkın devletçe düzenlenmesine, yani evlilik yasaları çıkarılmasına, yüce kutsamayı bağışlamakla yetindiler, ve yarın, aşk ve dostluk pratiğinde en küçük bir şey değiştirilmeden, tümüyle yitebilirler.
F. Engels, Ludıvig Feuerbach und der Ausgang der klassischen
deutschen Philosophie,
Marks-Engels, Werke, Band 21, s. 283.
Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu,
Sol Yayınlan, Ankara 1992, s. 31-32.
*
Tek karı-koca evliliğiyle birlikte, daha önce bilinmeyen sürekli iki toplumsal karakter biçimi ortaya çıktı: kadının sürekli aşığı ve boynuzlu koca. Erkekler kadınlara karşı yengi kazanmışlardı, ama yenilenler taç giydirmeyi yüce gönüllülükle üstlendiler. Tek karı-koca evliliğinin ve hetaerismus'un yanısıra, zina kaçınılmaz bir toplumsal kurum oldu
- yasaklanmış ağır cezalar verilen ama bastırılamayan bir kurum. Çocuğun gerçek babalığı eskiden olduğu gibi en çok ahlaki kanıya dayanıyordu ve çözülmez çelişkiyi çözmek için Code Napoléon şöyle buyuruyordu. (Madde 312.)
"L'enfant conçu pendant le mariage a pour père le mari
- evlilik sırasında gebe kalınan çocuğun babası, kocadır."
Üçbin yıllık tek karı-koca evliliğinin kesin sonucu budur. Böylece tek-eşli-ailede (Einzelfamilie), tarihsel kökenine uygun kalan ve kadın ve erkek çekişmesini erkeğin paylaşılmayan egemenliğiyle gösteren durumlarda, uygarlığın başlamasından beri sınıflara bölünmüş toplumun çözemeden ve üstesinden gelemeden içinde hareket ettiği aynı karşıtlıkların ve çelişkilerin küçük bir resmini ediniyoruz. Burada elbette yalnız evlilik yaşamının bütün düzeninin kökensel karakterinin kuralına gerçekten uygun geliştiği, ama kocanın egemenliğine karının başkaldırdığı o tek karı-koca evliliği [sayfa 158] durumlarından sözediyorum. Hiç kimse bütün evliliklerin böyle geçmediğini, evdeki egemenliğini devlettekinden daha iyi korumayı bilmeyen ve bundan ötürü ona yaraşmayan dizginleri karısı pek haklı olarak ele alan darkafalı Alman burjuvasından daha iyi bilmez. Ama o, bunun içindir ki, başından çok daha kötü şeyler geçen Fransız dert ortağından çok üstün olduğunu sanır.
F. Engels, Der Ursprung der Familie, des Privateigentums und des Staats,
Marks-Engels, Werke, Band 21, s. 70.
F. Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetinin ve Devletin Kökeni, s. 72-73.
*
Burjuva evlenmesi günümüzde iki türlüdür. Katolik ülkelerde, önceleri olduğu gibi, ana-baba, genç burjuva oğula uygun bir karı bulur, ve bunun sonucu, doğal olarak, tekeşliliğin (Monogamie) içerdiği çelişkilerin en tam gelişmesidir: koca yönünden kösnülü (şehvetli) hetaerismus ve karı yönünden kösnülü zina. Katolik kilisesi, gerçekte, ölüme olduğu gibi, zinaya da çare bulunmadığına inandığı için, yalnız bunun için, boşanmayı yasaklamıştır. Buna karşılık protestan ülkelerde, burjuva oğula kendi sınıfından bir kadını az çok özgürce seçmeye izin verilmesi kuraldır; buna göre evlenme bağıtının (aktinin) temelinde belirli bir ölçüde aşk bulunabilir ve protestan ikiyüzlülüğüne uygun olarak, her zaman bulunduğu töre uğruna varsayılır. Burada kocanın hetaerismus'u uyuşturulur ve karının zinası seyrelir. Ama insanlar evlilikten önce nasıl iseler her evlilikte de öyle kaldıkları ve protestan ülkelerin burjuvaları çoğunlukla darkafalı oldukları için, bu protestan tekeşlilik (Monogamie), en iyi durumların ortalamasında, evlilik birliğine yalnızca aile mutluluğu diye adlandırılan yoğun bir cansıkıntısı getirir.... Kadınla ilişkide kural cinsel aşk olur ve ezilen sınıflarda, yani bugünkü proletaryada, ancak o olabilir - bu ilişki ister resmen tanınsın ister tanınmasın. Ama burada klasik tekeşliliğin bütün temelleri ortadan kaldırılmıştır. Burada korunması ve kalıt bırakılması için tekeşliliğin ve koca egemenliğinin yaratıldığı hiçbir mülkiyet yoktur ve burada böylelikle erkek egemenliğini geçerli kılmak için hiçbir itki de yoktur. [sayfa 159]
Üstelik, gerekli araç da yoktur. Bu egemenliği koruyan burjuva hukuku yalnız mülk sahipleri ve onların proleterlerle ilişkileri için vardır; para gerektirir ve yoksulluk yüzünden işçinin karısı karşısındaki konumu için geçersizdir. Orada tümüyle başka kişisel ve toplumsal ilişkiler başattır. Ve ayrıca, büyük sanvayi kadını evden çıkarıp emek pazarına ve fabrikaya yerleştirdiğinden ve çoğu zaman ailenin besleyicisi yaptığından beri, proleterin konutunda erkek egemenliğinin son kalıntısı da temelinden yoksun kaldı - tekeşliliğin yaygınlaşmasından beri kadınlara karşı kökleşmiş kabalığın bir parçası belki hâlâ vardır. Demek ki, eşlerin tutkulu aşkı ve en sağlam bağlılığı ile bile ve bütün uhrevi ve dünyevi kutsamaya karşın, artık kesin anlamda tekeşli bir aile değildir. Bundan dolayı, tekeşliliğin sürekli yoldaşları, hetaerismus ve zina, burada ancak nerdeyse yitmiş bir rol oynar; kadın boşanma hakkını yeniden ve gerçekten elde etmiştir, ve eşler birbirine katlanamazlarsa, ayrılmayı yeğ tutarlar. Kısacası, proleter evliliği sözcüğün kökenbilimsel (etymologisch) anlamında tekeşlidir, ama tarihsel anlamında asla öyle değildir.
Hukukçularımız, yasamadaki ilerlemenin kadınları her yakınma nedeninden artan ölçüde yoksun bıraktığını hiç kuşkusuz kabul ediyorlar. Modern, uygarlaştırılmış yasa sistemleri, birincisi, evliliğin geçerli olması için, her iki yanın gönüllü katıldıkları bir sözleşme olmak gereğini, ve ikincisi her iki yanın evlilik sırasında birbirinin karşısında eşit haklarla ve görevlerle bulunmak gereğini tanımaktadır. Ama bu iki istem tutarlı olarak gerçekleşseydi, kadınlar dileyebildikleri her şeyi elde ederlerdi.
Bu tümüyle hukuksal kanıtlama, köktenci (radikale) cumhuriyetçi burjuvanın proleteri arada bir azarlayıp susturmak için başvurduğu kanıtlamanın ta kendisidir, iş sözleşmesine her iki yan da gönüllü katılmış olmalıdır. Ama sözleşme, yasa her iki yanı kâğıt üzerinde eşitler eşitlemez, gönüllü katılınmış gibi geçerli olur. Çeşitli sınıf konumlarının bir yana verdiği güç, o yanın öbürüne yaptığı baskı -her ikisinin gerçek ekonomik konumu-, yasayı hiç ilgilendirmez. Ve iş sözleşmesi süresince, biri ya da öbürü vazgeçmedikçe, ikisi de buna karşılık eşit haklandırılmış olmak gerekir. Ekonomik darbelerin işçiyi zorlaması, hak eşitliğinin en [sayfa 160] son görüntüsünden bile yoksun bırakması karşısında yasa hiçbir şey yapamaz. ...
Erkek ile kadının evlilikteki hukuksal hak eşitliği de daha iyi durumda değildir. İkisinin bize önceki toplum durumlarından kalıt bırakılmış hak eşitsizliği, kadının ekonomik ezilgisinin nedeni değildir, tersine sonucudur. Birçok evli çift ve çocuklarını kapsayan eski komünist ev ekonomisinde, kadınlara bırakılan ev yönetimi, besin maddelerinin erkeklerce sağlanması gibi, toplumsal olarak zorunlu bir çalışmaydı. Ataerkil aileyle birlikte, ve daha çok tekeşli ayrı aileyle birlikte, bu değişti. Ev yönetimi kamusal niteliğini yitirdi. Artık toplumu ilgilendirmiyordu. Özel hizmet oldu; toplumsal üretime katılmaktan alıkonan kadın, baş hizmetçi oldu. Ancak çağımızın büyük sanayii, kadına -ama yalnız proleter kadına- toplumsal üretim yolunu yeniden açtı. Ama öyle ki, kadın ailenin özel hizmetindeki görevini yerine getirirse, kamusal üretimin dışında kalır ve hiçbir şey kazanamaz; ve kamusal çalışmaya katılmak ve kendi başına kazanmak isterse, aile görevlerini yerine getirmekten alıkonur. Ve fabrikada olduğu gibi, bütün meslek dallarında, hekimlikten avukatlığa kadar, kadının durumu böyledir. Modern tek-eşli-aile, kadının açık ya da gizli ev-köleliği üzerine kurulmuştur, ve modern toplum katışıksız tek-eşli-ailelerin -toplumun molekülleri gibi- biraraya gelmesinden doğmuş bir yığındır. Erkek, günümüzde pek çok halde, hiç değilse varlıklı sınıflarda, ailenin para kazanıcısı ve besleyicisi olmak zorundadır ve bu, hiçbir özel hukuksal üstüncelik (imtiyaz) tanınmasını gerektirmeden, ona bir egemen konumu verir. Ailede erkek burjuvadır, kadın proletaryayı temsil eder. Ama sınai dünyada proletaryayı ezen ekonomik baskının özgül karakteri ancak kapitalist sınıfın bütün özel üstüncelikleri giderildikten ve her iki sınıfın tam hukukusal hak eşitliği kurulduktan sonra ortaya çıkar; demokratik cumhuriyet iki sınıfın karşıtlığını ortadan kaldırmaz, tersine yalnızca onun savaşımla sonuca bağlanacağı zemini sunar. Ve tam bunun gibi, modern ailede erkeğin kadın üzerindeki egemenliğinin kendine özgü karakteri ve ikisi arasında gerçek bir toplumsal hak eşitliği kurmanın zorunluğu ve biçimi, ancak ikisi de tümüyle eşit haklandırıldıktan sonra gün ışığına çıkacaktır. O zaman görülecektir ki, kadının kurtuluşunun [sayfa 161] ilk önkoşulu bütün kadın cinsinin kamusal çalışmaya yeniden katılmasıdır, ve bu, tek-eşli-ailenin toplumun ekonomik birimi olma özelliğinin giderilmesini yeniden gerektirir.
F. Engels, aynı yapıt, s. 72-76.
Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 75-79.
*
Şimdi, tekeşliliğin bugüne kadarki ekonomik temellerinin de [tekeşliliğin] tamamlayıcısının, orospuluğun temelleri gibi ortadan kalkacağı toplumsal bir devrime doğru gidiyoruz. Tekeşlilik büyük servetlerin bir elde -ve hem de bir erkeğin elinde- toplanmasından ve bu servetleri başkasının çocuklarına değil de o adammkilere kalıt bırakma gereksinmesinden doğdu. Bunun için erkeğin değil, kadının tekeşliliği gerekliydi, öyle ki kadının bu tekeşliliği erkeğin açık ya da gizli çokeşliliğini (Polygamie) asla engellemiyordu. Ama yaklaşan toplumsal devrim, kalıt bırakılabilen sürekli servetlerin -üretim araçlarının- hiç değilse en büyük bölümünün toplumsal mülkiyete dönüştürülmesiyle, bütün bu kalıt bırakma kaygılarını enaza (minimuma) indirecektir. Tekeşlilik ekonomik nedenlerden doğduğuna göre, bu nedenler yitince ortadan kalkacak mıdır?
Hiç haksız olmayarak şu yanıt verilebilir: O kadar az ortadan kalkacaktır ki, daha çok ancak o zaman tümüyle gerçekleşecektir. Çünkü üretim araçlarının toplumsal mülkiyete dönüşmesiyle ücretli-emek de, proletarya da, belirli - istatistik olarak hesaplanabilen- sayıda kadın için orospu olma zorunluluğu da ortadan kalkar. Orospuluk ortadan kalkar, tekeşlilik, yıkılacağı yerde, sonunda bir gerçeklik olur - erkekler için de.
Böylece erkeklerin durumu herhalde çok değişmiş olur. Ama kadınlannki, bütün kadınlarınki de önemli değişikliğe uğrar. Üretim araçlarının ortak mülkiyete geçmesiyle tek-eşli-aile toplumun ekonomik birimi olmaktan çıkar. Özel ev ekonomisi, toplumsal bir sanayie dönüşür. Çocukların bakımı ve eğitimi kamusal iş olur; toplum, evlilikten doğmuş olsunlar ya da olmasınlar, bütün çocukları eşit olarak gözetir. Bundan ötürü, bugün bir kızın sevdiği erkeğe kendini çekinmeden [sayfa 162] vermesini engelleyen en önemli toplumsal -ahlaki olduğu kadar da ekonomik- etkeni oluşturan "sonu ne olur?" kaygısı yiter. Bu çekincesiz bir cins ilişkisinin ve onunla birlikte kızlık saygınlığı ve kadınlık utancı konusunda daha az katı bir kamuoyunun giderek doğması için yeterli neden olmaz mı? Ve son olarak, modern dünyada tekeşlilik ile orospuluğun, gerçekte karşıtlar, ama ayrılmaz karşıtlar, aynı toplum durumunun kutupları olduğunu görmedik mi? Orospuluk, tekeşliliği de kendisiyle birlikte uçuruma sürüklemeksizin ortadan kalkabilir mi?
Burada yeni bir etken, tekeşliliğin ortaya çıktığı çağda olsa olsa tohum halinde bulunan yeni bir etken işe karışır; bireysel cinsel aşk.
Ortaçağdan önce bireysel cinsel aşktan sözedilemez. Kişisel güzelliğin, sıkı bağlantının, uygun eğilimlerin vb. ayrı cinsten kişilerde cinsel ilişki isteği uyandırdığı, bu en yakın ilişkiyi kimle kurdukları konusunda erkeklerin de kadınlar gibi tümüyle aldırmaz olmadığı, kendiliğinden anlaşılır. Ama bununla bizim cinsel aşkımız arasındaki fark sonsuz büyüktür. Bütün ilkçağ boyunca evlilikler ana-babalarca kararlaştırılır, ve evliliğe katılanlar bunu sessizce benimser, ilkçağın tanıdığı o biraz evliliksel aşk, öznel bir eğilim değildir, tersine nesnel ödevdir, evliliğin temeli değil, tersine, tamamlayanıdır (Korrelat). Modern anlamda aşk ilişkileri, ilkçağda, ancak resmî toplumun dışında olur. Teokrit'in ve Moşos'un aşk sevinçlerine ve acılarına türkü yaktıkları çobanlar, Longos'un Daphins'i ve Chloe'si, özgür yurttaşların yaşam alanı olan devlette hiçbir payı bulunmayan katışıksız kölelerdir. Ama kölelerin dışında aşk ilişkilerine yalnızca batmaktaki ilkçağ dünyasının yıkılma ürünleri olarak ve resmî toplumun dışında kalan kadınlarla, Hetaere'lerle, dolayısıyla yabancı ya da azat edilmiş kadınlarla rastlıyoruz: Atina'da batışının öngününde, Roma'da imparatorlar çağında. Aşk ilişkileri özgür kadın ve erkek yurttaşlar arasında olunca, yalnızca zina yüzünden oluyordu. Ve ilkçağın klasik aşk şairi, yaşlı Anakreon, bizim anladığımız haliyle cinsel aşka öylesine aldırış etmiyordu ki, sevilen varlığın cinsi bile onun için çok az önem taşıyordu.
Bizim cinsel aşkımız, eskilerin basit cinsel isteğinden, Eros'undan, temelli ayrılır. Birincisi, sevilenin karşı-sevgisini [sayfa 163] gerektirir; kadın bu noktada erkeğe eşittir, oysa antik Eros'ta bu hiçbir zaman aranmaz. İkincisi, cinsel aşkın sahip olmayı ve ayrılmayı her iki yana en büyük mutsuzluk değilse bile, büyük bir mutsuzluk gibi gösterdiği bir yeğinlik derecesi ve süresi vardır; sevişenler birbirine sahip olabilmek için ölüme kadar herşeyi göze alırlar, ki bu ilkçağda ancak zinada olur. Ve son olarak, cinsel ilişkinin değerlendirilmesi için yeni bir ahlaki ölçü doğar; cinsel aşkın yalnız evlilik-içi ya da evlilik-dışı olup olmadığı değil, ama aşktan ve karşı-aşktan doğup doğmadığı da sorulur. Feodal ya da burjuva yaşayışında, bu yeni ölçüye bütün öbür ahlak ölçülerinden daha çok aldırılmaz - o da çiğnenir. Ama bu ölçüye daha az da aldırılmaz. O da öbürleri gibi -teoride, kâğıt üzerinde- tanınır. Ve bu ölçü daha çok öncelik gereksinemez.
Antik çağın cinsel aşka doğru yaptığı atılımların, durduğu yerde, ortaçağ yeniden atılıma geçer: zina. Sabah şarkılarını (Tagelieder) yaratan şovalyesel aşkı daha önce anlattık. Evliliği bozmak isteyen bu aşktan, evliliği kurması gereken aşka, şövalyeliğin asla tümüyle alamadığı uzun bir yol vardır. Uçarı Romalılardan (Latinlerden) erdemli Almanlara geçsek bile, "Nibelungenlied"de, Kriemhild'in Siegfried'e onun kendisine aşık olduğu gibi gizlice aşık olduğunu, ama buna karşın, Günther'in onu adını söylemediği bir şövalyeye vaat ettiğini bildirmesi üzerine, yalnızca şu yanıtı verdiğini biliyoruz: "Benden dilekte bulunmanıza hiç gerek yok; bana nasıl buyurursanız her zaman öyle olmak isterim, bana koca olarak verdiğiniz kim ise, senyörüm, onunla seve seve nişanlanmak isterim." Burada her şeye karşın aşkının gözönünde bulundurulmak durumunda olduğu, hiç aklına gelmez. Günther Brünhild ile, Etzel Kriemhild ile, birbirlerini hiç görmeksizin, evlenmeyi isterler; "Gutrun"da da İrlandalı Siegebant Norveçli Ute ile, Hetel von Heglingen İrlandalı Hilde ile, ve son olarak Siegfried von Morland, Hartmut von Ormanien ve Herwig von Seeland Gutrun ile evlenmek isterler; ve ancak burada, kadın, gönüllü olarak, sonuncularla evlenmeye karar verir. Kural olarak, genç prensin nişanlısını, sağ iseler ana-babası, yoksa bütün durumlarda en son sözü söyleyen büyük vasalların öğüdüyle prensin kendisi seçer. Asla başka türlü de olamaz. Kral için bile olduğu gibi, şövalye ya da [sayfa 164] baron için de, evlenmek politik bir iştir, yeni bağlaşmalarla bir güç artırma fırsatıdır; bireyin hoşlanması değil, evin çıkarı karara bağlanmalıdır. Nikâhta, nasıl olur da, son sözü aşk söyleyebilir?
Ortaçağ kentlerinin lonca-burjuvası (Zunftbürger) için de hiçbir şey başka türlü değildir. Onu koruyan ayrıcalıklar, sınırlayıcı lonca tüzükleri, onu burada öbür loncalardan, orada kendi lonca arkadaşlarından, şurada kalfalarından ve çıraklarından yasal olarak ayıran yapma sınırlar, kendine uygun bir eş arayabileceği çevreyi yeterince daraltıyordu. Ve bu karmakarışık sistemde hangi kadının ona en uygun olduğunu kesinlikle onun bireysel hoşlanması değil, tersine, aile çıkarı karara bağlıyordu. Demek ki, pek çok halde, evlenme ortaçağın sonlarına kadar, başlangıçtan beri ne idiyse öyle, katılanlarca karara bağlanmayan bir iş olarak kaldı. Başlangıçta dünyaya evli geliniyordu - öbür cinsten bütün bir grupla evli. Grup evliliğinin daha sonraki biçimlerinde herhalde benzer bir ilişki oldu, yalnız grup sürekli daralıyordu. Çift-eşli-evlilikte, kural, çocuklarının evliliğini annelerin kararlaştırmasıdır; burada da, genç çifte Gens'te ve boyda (aşirette) daha sağlam bir durum yaratması gereken yeni hısımlık ilişkilerinin saygınlıkları sonucu belirliyordu. Ve özel mülkiyetin genel mülkiyete ağır basmasıyla ve kalıtın soydan geçmesiyle babalık hukuku ve tekeşlilik egemen olunca, evlilik ancak o zaman ekonomik saygınlıklara gerçekten bağımlı oldu. Satın alarak evlenme biçimi ortadan kalkar, ama kendisi sürekli artan ölçüde uygulanır, öyle ki, yalnız kadın değil, erkek de, kişisel özelliklerine göre değil, ama servetine göre fiyatlanır. Katılanların karşılıklı eğilimi, evlenme kararının her şeyden ağır basan nedeni olmalıydı; ama bu, başlangıçtan beri, egemen sınıfların pratiğinde işitilmedik bir şey olarak kalmış; olsa olsa romantik yazında ya da - hesaba katılmayan ezilmiş sınıflarda görülmüştür.
Coğrafi keşifler çağından sonra, dünya ticareti ve manü-faktür ile dünya egemenliğine hazırlandığı sırada, kapitalist üretimin bulunduğu durum buydu. Bu evlenme biçiminin ona olağanüstü uyduğu düşünülmek gerekirdi, ve öyle de oldu. Ve bununla birlikte dünya tarihinin cilvesine akıl ermez - bu evlenme biçiminde yıkıcı gediği açmak zorunda kalan da o oldu. Kapitalist üretim her şeyi metaya dönüştürerek, [sayfa 165] geçmişten kalmış, geleneksel bütün ilişkileri çözdü, kalıt alınmış törenin (adabın), tarihsel hukukun yerine alımı ve satımı, "özgür" sözleşmeyi koydu; bu noktada, İngiliz hukukçu H. S. Maine, önceki çağlara göre bütün ilerlememizin, from status to contract[85] kalıtsal olarak aktarılan koşullardan gönüllü olarak sözleşmeye bağlanan koşullara geçmemiz olduğunu söylerken, eşsiz bir buluş yaptığına inanıyordu; oysa bu, doğru olduğu ölçüde, elbette daha Komünist Manifesto'da söylenmişti.
Ama sözleşme yapmak için, kişiliklerini, eylemlerini ve mallarını özgürce kullanabilen ve birbirlerinin karşısına hak eşitliğiyle çıkan kimseler gerekir, işte bu "özgür" ve "eşit" kişileri yaratmak, kapitalist üretimin başlıca çalışmalarından biri oldu. Bu, başlangıçta, yalnız yarı-bilinçli, üstelik dinsel kılığa büründürülmüş tarzda oldu ise de, lüterci ve kalvinci reformdan sonra, insanın yalnızca tam istenç özgürlüğü içinde yaptığı işlerden tümüyle sorumlu olduğu ve ahlaki olmayan eyleme zorlayan her baskıya direnmenin ahlaki ödev olduğu ilkesi yerleşmiştir. Ama bu, o zamana kadarki evlenme bağıtı ile riasıl uyuşuyordu? Evlilik, burjuva anlayışa göre bir sözleşmeydi, hukuksal bir işti, ve en önemli hukuksal işti; çünkü iki insanın bedenini ve ruhunu ömür boyunca bağlıyordu. Artık biçimsel bakımdan gönüllüce bitiriliyordu; katılanlar "evet" demeden işlemiyordu. Ama bu "evet" sözcüğünün nasıl söyletildiği ve gerçek evlilik bağıtçılarının kimler olduğu çok iyi biliniyordu. Ama bütün öbür sözleşmelerde gerçek karar özgürlüğü isteniyor idiyse, bunda neden istenmesindi? Eşleşmesi gerekecek iki genç kişinin, kendilerini, bedenlerini ve organlarını özgürce kullanma hakları yok muydu? Cinsel aşk şövalyelikle moda olmamış mıydı, şövalyesel zina aşkı karşısında karı-kocanın aşkı onun gerçek burjuva biçimi değil miydi? Birbirini sevmek karı-kocanın Ödeviyse, sevişenlerin görevi de birbirleriyle evlenmek ve başka hiç kimseyle evlenmemek değil miydi? Sevişenlerin bu hakkı, ana-babanın, hısımların ve öbür evlilik aracılarının ve çöpçatanların hakkından daha üstün değil miydi? Özgür kişisel sınama (Prüfung) hakkı kiliseye ve dine hiç çekincesiz girdiyse yaşlıların, genç kuşağın bedeni, [sayfa 166] ruhu, gücü, mutluluğu ve mutsuzluğu üzerinde egemen olma katlanılmaz isteği karşısında nasıl eli-kolu bağlı durulabilirdi?
Bu sorunlar, toplumun bütün eski bağlarının gevşediği ve kalıt alınmış bütün kavramların sarsıldığı bir çağda, ortaya atılmalıydı. Dünya bir çırpıda on kat büyümüştü; bir yarıkürenin dörtte-biri yerine, şimdi, Batı Avrupalıların gözleri önünde bütün bir yerküre duruyordu ve onlar öbür yedi dörtte-bire de sahip olmak için ivecenlik ediyorlardı. Ve eski, dar ülke sınırları gibi, yukarda sözü edilen bin yıllık ortaçağ düşünce tarzının sınırları da ortadan kalkıyordu. İnsamn dış gözlerinin önünde olduğu gibi, içgözlerinin önünde de sonsuz geniş bir ufuk açılıyordu. Hindistan'ın zenginlikleri, tatlı, ama burjuva ölçüde coşturuculukları ve Meksika ve Potosi ocaklarındaki varlıkları ile altın ve gümüş karşısında baştan çıkan genç adam için saygınlığı iyi karşılamanın, kuşaklarca kalıt alınmış şerefli lonca üstünceliklerinin (imtiyazlarının) ne değeri olurdu. Burjuvazinin gezici şövalyelik çağıydı; onun da romantikliği ve son tahlilde burjuva amaçları vardı.
Yükselmekte olan burjuvazinin, özellikle kurulu düzenin en çok sarsıldığı protestan ülkelerde, evlilik için de özgürlüğü gittikçe daha çok tanıması ve yukarda anılan tarzda uygulanması böyle oldu. Evlilik sınıf-evliliği olarak kalıyordu, ama [evliliğe] katılanlara sınıf içinde belirli bir seçme özgürlüğü bırakılıyordu. Ve şiirsel dile getirmelerde olduğu gibi ahlaki teoride de, hiçbir şey, kâğıt üzerinde eşlerin karşılıklı cinsel sevgisine ve gerçek özgür anlaşmasına dayanmayan hiçbir evlilikten daha sağlam değildi. Kısacası, aşk evliliği, yalnız droit de l'homme[86] olarak değil, istisnai bir biçimde droit de la femme[87] olarak da, insan hakkı olarak kabul edildi.
Ama bu insan hakkı, bütün öbür sözde insan haklarından bir noktada ayrılıyordu. Bunlar pratikte egemen sınıfa, burjuvaziye özgü kalır ve ezilen sınıfa, proletaryaya, dolaylı ya da dolaysız çok görülür iken, burada tarihin cilvesi gene beklendiği gibi oluyordu. Egemen sınıf bilinen ekonomik etkilerin [sayfa 167] egemenliğinde kalır ve bundan ötürü yalnız istisnai durumlarda gerçekten özgürce kararlaştırılmış evlilikleri olur, oysa, gördüğümüz gibi, böyle evlilikler egemenlik altındaki sınıf için kuraldır.
Bundan dolayı, evlilik bağıtının tam özgürlüğü, kapitalist üretimin ve onun yarattığı mülkiyet ilişkilerinin ortadan kaldırılması, eş seçmede bugün hâlâ pek büyük bir etkisi bulunan bütün ikincil ekonomik saygınlıkları şilince, ancak o zaman sağlanabilir. O zaman, karşılıklı duygudaşlıktan başka hiçbir güdü de kalmaz.
Ama cinsel aşk doğası gereği [başkalarını] dışarıcı (ausschliesslich) olduğu için -bu dışarıcılık günümüzde yalnız kadında tümüyle gerçekleşmesine karşın-, cinsel aşka dayalı evlilik de doğası gereği tek-eşli-evliliktir. Grup evliliğinden tek-eşli-evliliğe ilerlemeye özellikle kadının işi gözüyle bakan Bachofen'in ne kadar haklı olduğunu görmüştük; yalnız çift-eşli-evlilikten (Paarungsche) tekeşliliğe gelişme erkeklerin yararınadır; ve tarihsel olarak, sonucu kadınların durumunun kötüleşmesi ve erkeklerin sadakatsizliğinin kolaylaştırılması olmuştur. Dolayısıyla, erkeklerin alışkanlık halindeki bu sadakatsizliğine kadınların katlanmasına yolaçan nedenleri -kendi varlıkları ve daha çok da çocukların geleceği için duydukları kaygı-doğuran ekonomik koşullar kalkarsa, kadının böylelikle erişeceği eşit durum, şimdiye kadarki bütün deneyime göre, daha fazla ölçüde şu sonucu verecektir: Erkekler, kadınların çok-kocalı (polyandrisch) olduğundan daha çok tekeşli (monogam) olacaktır.
Ama tekeşliliğin kesinlikle yitireceği şey, ona mülkiyet ilişkilerinden doğmuş olmasıyla damgasını vuran bütün karakterlerdir; ve bunlar, birincisi erkeğin üstünlüğü ve ikincisi evliliğin bozulmazlığıdır. Evlilikte erkeğin üstünlüğü, onun ekonomik üstünlüğünün düpedüz sonucudur ve onunla . birlikte kendiliğinden çöker. Evliliğin bozulmazlığı kısmen tekeşliliğin doğduğu ekonomik durumun, kısmen de bu ekonomik durum ile tekeşlilik arasındaki bağlantının henüz gereği gibi anlaşılmadığı ve dinsel olarak abartıldığı çağdaki geleneğin sonucudur. Bu bozulmazlık bugün bin türlü bozulmuştur. Yalnız aşka dayalı evlilik ahlaki ise, yalnız aşkın varolagittiği evlilik ahlakidir. Ama bireysel cinsel aşk nöbetinin süresi bireylere göre, özellikle erkeklerde, çok farklıdır; [sayfa 168] ve sevginin tümüyle sona ermesi, ya da yeni bir tutkulu aşkla yitirilmesi, boşanmayı toplum için de, her iki yan için de, iyi bir iş haline getirir. Yalnız, insanlar bir boşanma davasının yararsız çamurlarına batmaktan korunacaktır.
Öyleyse, kapitalist üretimin yakın olan süpürülmesinden sonra cinsel ilişkilerin düzenlenmesi üzerine bugünden öngörebileceğimiz şey, özellikle olumsuz türdendir. Çoğunlukla çökecek olanla sınırlıdır. Peki ama ne olacak? Bu, yeni bir kuşak yetişince belli olacak: yaşamlarında bir kadını parayla ya da başka bir toplumsal güç aracılığıyla satın almak durumunda asla kalmamış erkeklerden, ve gerçek aşktan başka hiçbir güdüyle kendini bir erkeğe vermek, üstelik ekonomik sonuçlardan korkup kendini sevdiğine sunmaktan kaçınmak durumunda asla kalmamış kadınlardan bir kuşak, işte bu insanlar varolunca, bugün yapmaları gerektiğine inanılan şeye hiç kulak asmayacaklar, kendi pratiklerini ve her bireyin pratiğini yargılayacak kamuoyunu kendileri yaratacaklardır - nokta.
Şimdi, epeyce uzaklaştığımız Morgan'a dönelim. Uygarlık dönemi sırasında gelişmiş toplumsal kurumların tarihsel incelemesi, onun kitabının çerçevesini aşar. Onun için, bu çağ boyunca tekeşliliğin başından geçecekler onu pek az uğraştırır. O da, tekeşli ailenin gelişmesinde cinslerin tam hak eşitliğine doğru bir ilerleme, bir yaklaşma görür; bununla birlikte bu amaca erişildiğini sanmaz. Ama der ki: "ailenin ardarda dört biçimden geçtiği ve şimdi beşinci bir biçimde bulunduğu olgusu kabul edilirse, bu biçimin gelecek için sürekli olup olamayacağı sorusu ortaya çıkar. Olanaklı biricik yanıt şudur: Tıpkı şimdiye kadar olduğu gibi, bu biçim, toplum geliştiği ölçüde gelişmekte, toplum değiştiği ölçüde değişmek zorundadır. Bu biçim, toplumsal sistemin yaratıcısıdır ve onun gelişme durumunu yansıtacaktır. Tekeşli aile, uygarlığın başlangıcından beri, ve çok belirgin olarak modern çağda iyileştiği için, hiç değilse, her iki cinsin eşitliğine ulaşılıncaya kadar, daha da yetkinleşme gücü vardır. Tek-eşli-aile uzak gelecekte toplumun istemlerini karşılayamaz duruma düşerse, ardılının hangi nitelikte olacağını önceden söylemek olanaksızdır." [sayfa 169]
F. Engels, aynı yapıt, s. 77-84.
Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 80-87.
*
Özgürler ile köleler arasındaki ayrımın yanında, varlıklılar ile yoksullar arasındaki ayrım da ortaya çıktı - yeni iş-bölümüyle birlikte toplumda yeni bir sınıflara ayrılma. Bireysel aile başkanlarının mülkiyet farkları, eski komünist ev topluluğunu varlığını sürdürdüğü her yerde parçalar; onunla birlikte toprağın bu topluluk için ortaklaşa işlenmesine son verir. Ekilebilir toprak, tek tek ailelere kullanmaları için önce geçici, sonra sürekli olarak bırakılır; tam özel mülkiyete geçiş, çift-eşli-evlilikten (Paarungsche) tekeşliliğe geçişle birlikte ve ona koşut olarak kerte kerte tamamlanır. Tek-eşli-aile (Einzelfamilie) toplumda ekonomik birim olmaya başlar.
F. Engels, aynı yapıt, s. 159.
Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 169-169.
*
Uygarlığın kendisiyle birlikte başladığı meta üretimi aşaması, ekonomik olarak, 1. madenî paranın, onunla birlikte para-sermayenin, faizin ve tefecinin; 2. üreticiler arasında aracılık eden tüccarların; 3. özel mülkiyetin ve ipoteğin; 4. egemen üretim biçimi olarak köle emeğinin başlamasıyla belirlenir. Uygarlığa uygun düşen ve onunla birlikte başatlaşan aile biçimi, tekeşliliktir, erkeğin kadına egemenliğidir, ve toplumun ekonomik birimi olarak tek-eşli-ailedir. Uygarlaşmış toplumun özeti, bütün tipik dönemlerde hiç istisnasız egemen sınıfın devleti olan ve aslında, bütün durumlarda, ezilen, sömürülen sınıfların baskı altında tutulmasına yarayan makine olarak kalan devlettir.
F. Engels, aynı yapıt, s. 170-171.
Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 181.
*
Öte yandan, toplumsal koşullarımız o türlüdür ki, bir erkeğin bir kadına büyük bir haksızlık etmesi resmen kolay-laştirılır, ve kendisini böyle suçtan aklayabilecek kaç erkek [sayfa 170] vardır? Gidin, kadınlar sizi saymıyor! diyordu bunu kendi deneyimiyle bilen en ululardan biri.
F. Engels, "Brief an Louise Kautsky. am 11. Oktober 1888 aus London",
Marks-Engels, Werke, Band 37, Berlin 1967, s. 107.
*
...Bu vesileyle, zina yasağı için biraz veri. Onu kullanabilecek misiniz, elbete bilmiyorum. Konu huylandırıcıdır, ve değinmek yararlı olmaktan çok zararlı mıdır, değil midir, bilmelisiniz. Ne olursa olsun, ahlaki darkafalılığa düşmeden bu buyruğun nasıl ele alınabileceği konusunda size bir yol göstermek istedim, ve elimin altında bulunduğu kadarıyla, bu olay üzerine tarihsel veri derlemek size herhalde yararlı olabilir.
F. Engels, "Brief an Eduard Bernstein am 12. Maerz 1881 aus London",
Marks-Engels, Werke, Band 35, Berlin 1967, s. 169.
*
Şimdi rahatsızlık böylesine önemliyse -neden ötürü olursa olsun, farketmez- ki ciddi olarak ayrılma kararındasınız, görünüşe göre her şeyden önce kadının ve erkeğin günümüz koşullarındaki durumlarının farklılığı iyice düşünülmelidir. Ayrılma, erkeğe toplumsal bakımdan kesinlikle zarar vermez, bütün toplumsal konumunu korur, yeniden bekar oluverir. Kadın bütün konumunu yitirir, her şeye yeni baştan ve daha da güçleşmiş koşullarda başlamak zorundadır. Bundan ötürü, kadın ayrılmaktan sözederse, erkek her şeyi yapabilir, alçaimaksızm ondan dilekte bulunabilir ve ona yalvarabilir; oysa erkek ayrılmayı yalnızca şöyle bir anıştırırsa, o zaman kadın, kendine saygısı varsa, onun sözünü hemen senet saymaya nerdeyse zorlanmış olur.
F. Engels, "Brief an Karl Kautsky am 17. Oktober 1888 aus London",
Marks-Engels, Werke, Band 35, s. 114-115.
*
Bay Dühring'in dişi cins üzerine olan soylu düşünceleri, bugünkü topluma yönelttiği şu suçlamalardan anlaşılır: [sayfa 171]
"Orospuluk, insanın insana satılmasına dayalı baskı toplumunda, zorla evliliğin erkekler yararına olan kendiliğinden anlaşılır tamlayanı olarak geçerlidir, ve kadınlar için buna benzer bir şey olmaması, en kavranılır ve en anlamlı bir olgudur."
Bu kompliman için Bay Dühring'in kadınlardan alacağı teşekkürü, dünyada hiçbir şey pahasına devşirmek istemezdim. Bununla birlikte, bay Dühring, kadın kayrasının (lütfunun) artık hiç de alışılmamış bir şey olmayan bu gelir türünü tümüyle bilmiyor olabilir mi? Ama bay Dühring dava vekili adayı olmuştu ve benim zamanımda, otuzaltı yıl önce, asteğmenlerin sözünü etmezsek, dava vekilliği adaylığı (Referendarius) ile kadın kayrasının (Schisrzenstipendiarius!) çoğu zaman uyaklı düştüğü Berlin'de oturmaktadır!
F. Engels, Herrn Eugen Dührings Umıvalezung der Wissenschaft,
Marks-Engels, Werke, Band 20, Berlin 1962, s. 303.
F. Engels, Anti-Dühring, s. 504-505.
*
Köln, 18 Aralık. Rheinische Zeitung, boşanma yasası tasarısı ile ilgili olarak, tutarsızlığını ona şimdiye kadar hiçbir yanın kanıtlamadığı tümüyle apayrı bir konumu benimsedi. Rheinische Zeitung, şimdiye kadarki Prusya evlilik yasalarını gayri ahlaki, boşanma nedenlerinin şimdiye kadarki sayısızlığını ve açıksaçıklığını, bütün eski Prusya yargılama yönteminde yürüklükte olan prosedürü konunun değerine elverişsiz bulduğu kadarıyla, tasarıdan yanadır. Buna karşılık Rheinische Zeitung yeni tasarıya aşağıdaki ana itirazlarda bulundu: 1. Bir reform yerine yalnızca bir gözden geçirmeye (Revision'a) gidilmiş, demek ki, Prusya eyalet (Land) hukuku temel yasa olarak alıkonmuştur, böylece büyük bir eksiklik ve belirsizlik doğmuştur; 2. yasama, evliliği ahlaki değil, tersine, dinsel ve kiliseyle ilgili bir kurum gibi ele almıştır, demek ki evliliğin dünyevi varlığı tanınmamıştır; 3. prosedür çok kusurludur ve çelişkili öğelerin dışsal bir bileşimidir; 4. bir yandan polisiyle, evlilik kavramıyla çelişen sertlikler, öte yandan sözde eşitlik nedenlerine karşı çok aşırı bir yumuşaklık tanınmamalıdır; 5. tasarının bütün kapsamı [sayfa 172] mantıklı sonuç çıkarma, kesinlik, açıklık ve köklü görüş noktaları bakımından istendiği gibi değildir.
Tasarının karşısında olanlar bu eksikliklerden birini kınadıkları oranda, bundan ötürü onlarla uyuşuyoruz, buna karşılık eski sistemi koşulsuz savunmalarını asla onayamayız. Daha önce söylediğimiz sözü bir daha yineliyoruz: "Yasama ahlakiliği buyurmazsa, gayri ahlakiliği hukuken çok daha az geçerli tanıyabilir." Bu, muhaliflerin (kiliseyle ilgili kapsamın ve anılan öbür eksiklerin muhalifi değiller) düşünüşünün neye dayandığını sorarsak, bize hep istençlerinin tersine evlenmiş çiftlerin mutsuzluğundan sözediyorlar. Mutçu (eudaemonistisch) bir görüş noktasını benimsiyorlar, yalnız iki bireyi düşünüyorlar, aileyi unutuyorlar, hemen her boşanmanın bir ailenin dağılması olduğunu ve, salt hukuksal açıdan bile, çocukların ve yeteneklerinin keyfî yeğlemeden ve doğuracağı yıkımdan bağımsız kılınamayacağını unutuyorlar. Evlilik ailenin temeli olmasaydı, arkadaşlıktan daha az yasama konusu olurdu. Onlar yalnız karı-kocanın bireysel istencini, ya da, daha doğrusu özgür istencini gözönünde tutuyorlar, ama evliliğin istencini, bu ilişkinin ahlaki özünü gözönünde tutmuyorlar. Oysa yasakoyucu kendini bir doğa bilgini gibi görmelidir. O, yasaları yapmaz, türetmez, yalnızca formülleştirir, ruhsal ilişkilerin içsel yasalarını bilinen olumlu (positive) yasalar halinde dile getirir. Yasakoyucu sorunun özünün yerine kendi düşüncelerini geçirir geçirmez ölçüsüz özgür istençten ötürü kınanmak gerektiği gibi, yasakoyucu da, özel kişiler sorunun özüne aykırı olarak kendi kaprislerini kabul ettirmek isterlerse, bunu ölçüsüz özgür istenç olarak görmekte daha az haklı değildir. Hiç kimse, evlenmeye zorlanmaz; ama herkes, evlenir evlenmez, evlilik yasalarına boyun eğmeye zorlanmalıdır. Bir kimse evlenirse, evliliği bir yüzücünün suyun ve ağırlığın doğasını ve yasalarını bulduğundan daha çok bulmaz, yaratmaz. Bundan ötürü evlilik onun özgür istencine uymaz, ama onun özgür istenci evliliğe uymak zorundadır. Kim özgür istençle evliliği bozarsa, şunu öne sürer: Özgür istenç, yasasızlık, evliliğin yasasıdır, çünkü hiçbir sağduyulu, kendi davranışlarını üstüncelikli davranışlar, yalnız onu ilgilendiren davranışlar saymaya kalkmayacaktır, daha çok yasalı, herkesi ilgilendiren davranışlar olarak ilan edecektir. Peki, siz neye karşı çıkıyorsunuz? [sayfa 173] Özgür istencin yasa koymasına, ama aynı anda, yasakoyucuyu özgür istençlilikle suçladığınız yerde, özgür istenci elbette yasa yapmak istemeyeceksiniz.
Hegel der ki: Kendinde, kavrama göre, evlilik ayrılmazdır, ama yalnız kendinde, yani yalnız kavramına göre. Bununla evlilik üzerine özgün hiçbir şey söylenmiyor. Bütün ahlaki ilişkiler, gerçekleri varsayılınca kolaylıkla inanıldığı gibi, kendi kavramlarına göre çözülmezdir. Gerçek bir devlet, gerçek bir evlilik, gerçek bir arkadaşlık çözülmezdir, ama hiçbir devlet, hiçbir evlilik, hiçbir arkadaşlık kendi kavramlarına kesinlikle uymaz, ve ailede bile olsa gerçek arkadaşlık gibi, dünya tarihinde gerçek devlet gibi, devlet de gerçek evlilik de çözülürdür. Ahlaki hiçbir varlık, kendi gerçekliğine uygun değildir, ya da hiç değilse uygun olmak zorunda değildir. Bir varlığın kendi belirlenimine (Bestimmung) kesinlikle daha çok uymadığı o doğada çözülmenin ve ölümün kendiliğinden göründüğü gibi, dünya tarihinin bir devletin devlet ideası ile pek çok çatıştığına, varolagitmeye yaraşmadığına karar vermesi gibi, devlet de, varolan bir evliliğin hangi koşullarda bir evlilik olmaktan çıktığına karar verir. Boşanma şu açıklamadan başka bir şey değildir: Varlığı yalnız görünüş ve aldatmaca olan bu evlilik, ölmüş bir evliliktir. Bir evliliğin ölüp ölmediğine ne yasakoyucunun özgür istenci ne de özel kişilerin özgür istenci değil, tersine yalnızca olgunun özü karar verebilir; çünkü bir ölüm açıklaması, bilindiği gibi, oluntuya (Tatbestand) bağlıdır ve katılan yanların isteklerine bağlı değildir. Ama onlar fiziksel ölümde anlamlı, yadsınamaz kanıtlar isterlerse, yasakoyucu yalnızca ahlaki bir ölümün en şaşmaz belirtilerine göre saptamada bulunamaz; çünkü ahlaki ilişkilerin yaşamını korumak onun yalnız hakkı değildir, tersine, görevidir, kendi varlığını koruma görevidir!
Güvenilirlik, ahlaki bir ilişkinin varlığının artık onun özüne uymadığı koşulların önyargılar belirtilmeksizin bilimin duruma ve genel anlayışa uygun ölçümü, halk istencinin bilinçli dışavurumunun yasası o istençle birlikte ve onun aracılığıyla yaratılırsa, ancak o zaman hiç kuşkusuz var olur.
Boşanmanın kolaylaştırılması ya da güçleştirilmesi üzerine ek bir sözümüz daha var: Dışsal her çarpma, her yaralama [sayfa 174] doğal bir cismi ortadan kaldırırsa, onu sağlıklı, sağlam, gerçekten biçimlenmiş sayar mısınız? Arkadaşlığınızın en küçük rastlantılara dayanamayacağı ve her kaprisin karşısında çözülmek zorunda olduğu bir aksiyom gibi konursa, kendinizi aşağılanmış saymaz mısınız? Oysa yasakoyucu, evlilik bakımından, yalnız onun ne zaman çözülebileceğini, dolayısıyla özüne göre çözülmüş olduğunu belirleyebilir. Yargısal çözülme içsel çözülmenin yalnızca tutanağa geçirilmesi olabilir. Yasakoyucunun görüş noktası, zorunluğun görüş noktasıdır. Demek ki yasakoyucu, evliliği hiç zarar görmeksizin birçok aykırılığa başarıyla dayanabilecek kadar güçlü sayarsa, evliliği yüceltir, onun derin ahlaki özünü tanır. Bireylerin isteklerine karşı yumuşaklık, bireylerin özüne karşı, onların ahlaki ilişkilerde beliren ahlaki sağduyusuna karşı bir sertliğe dönüşür.
Son olarak, Ren Ülkesinin (Renanya'nın) kendisiyle birlikte olmalarıyla övündüğü güç boşanılan ülkeler bazı bakımlardan ikiyüzlülük ile suçlanırlarsa, buna ancak ivecenlik diyebiliriz. Ancak onları kuşatan ahlak bozukluğunun sınırlarını aşmayan bir kavrayış, örneğin Ren Eyaletinde gülünç bulunan ve olsa olsa ahlaki ilişki kavramının nasıl yitip gittiğine ve her ahlaki olgunun bir masal ve bir yalan gibi anlaşılabildiğine bir kanıt olarak kabul edilen aynı suçlamayı göze alabilir; böyle yasaların kaçınılmaz, insanın saygısını kazanmamış sonucu bir yanılgıdır; bu yanılgı, maddesel horgörüden ideal horgörüye geçmekle ve ahlaki-doğal güçler karşısındaki bilinçli boyun eğme yerine ahlaküstü ve doğaüstü bir otoriteye karşı bilinçsiz bir boyun eğmeyi istemekle ortadan kaldırılamaz.
K. Marks, "Der Ehescheidungsgesetzentwurf',
Marks-Engels, Werke, Band 1, Berlin 1956, s. 148-151.
W. I. Lenin, "Über das Selbstbestirnmungsrecht der Nationen".
*
Boşanma sorununu alalım. Rosa Luxemburg, makalesinde tek tek bütün bölgelerin tam özerkliğiyle merkezileştirilmiş bir devlette, yasamanın en önemli dallarının, bu arada boşanmayla ilgili yasamanın, merkezî parlamentoya bırakılmak [sayfa 175] gerektiğini yazıyor. Bu boşanma özgürlüğünü demokratik devletin merkezî yönetimin gücüyle güvenceleme kaygısı tümüyle kavranırdır. Gericiler boşanma özgürlüğüne karşıdırlar, onun "dikkatle ele alınmasını" isterler ve "ailenin çöküşü" demek olduğunu haykırırlar. Buna karşı demokrasi, gericilerin ikiyüzlülük ettiklerini ve gerçekte polisin ve bürokrasinin tam yetkisini, bir cinsin üstünceliklerini ve kadının en kötü biçimde ezilmesini savunduklarını; gerçekte boşanma özgürlüğünün aile bağlarının "kopması" olmadığını, tam tersine, uygar toplumda biricik olanaklı ve sürekli temel üzerinde sağlamlaştırılması demek olduğunu algılamaktır.
Kendi yazgısını belirleme (Selbstbestimmung) özgürlüğünü, yani ayrılma özgürlüğünü savunanları ayrılıkçılıkla (Separatismus) suçlamak, boşanma özgürlüğünü savunanlan aile bağlarını koparmayı istemekle suçlamak gibi aynı aptallık ve aynı ikiyüzlülüktür. Bunun gibi, burjuva toplumda, burjuva evliliğin dayandığı üstüncelikleri ve satın alınabilirliği savunanların boşanma özgürlüğüne karşı çıkması, kapitalist devlette kendi yazgısını belirleme özgürlüğünün, yani ulusların ayrılma özgürlüğünün reddi, yalnızca egemen ulusun ve yönetimde polis yöntemlerinin üstünceliklerini demokratik yöntemlerin zararına savunmak demektir.
W. I. Lenin, "Über das Selbstbestimmungsrecht der Nationen",
Werke, Band 20, Berlin 1961, s. 426.
V. İ. Lenin, "Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı".
Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Sol Yayınları, Ankara 1989, s. 89-90.
*
Aynı şey boşanma sorunu için de geçerlidir. Ulusal sorunla ilgili tartışmada bu sorunu Rosa Luxemburg'un ortaya attığını okura anımsatalım. Rosa Luxemburg, devletin içinde özerkliği (bölgelerin, eyaletlerin) savunmada sosyal-demokrat merkeziyetçiler olarak bizim, aralarında boşanmayla ilgili yasamanın da bulunduğu en önemli devlet sorunlarını, merkezî devlet gücüne, merkezî parlamentoya bırakma kararını benimsememiz gerektiği doğru görüşünü dile getirdi. Boşanma örneği açıkça gösteriyor ki, boşanma [sayfa 176] özgürlüğünü hemen istemeden demokrat ve sosyalist olunamaz; çünkü bu özgürlüğün yokluğu, ezilen cins için, kadın için ek bir boyunduruktur - kocadan ayrılma özgürlüğünü tanımanın bütün kadınları kocalarım bırakmaya özendirmek olmadığını farketmek asla güç değilse de!
P. Kiyevski "itiraz ediyor".
"Bu hak (boşanma hakkı) kadının kocasını bırakmak istediği hallerde, kadın bunu gerçekleştiremeyecek olursa, neye benzer? Ya da bu gerçekleştirme üçüncü kişilerin istencine, ya da, daha kötüsü, bu kadının yerine geçmek isteyen kadınların istencine bağlı olursa? O zaman bu türlü bir hakkın ilanı için çabalar mıydık?? Elbette hayır!"
Bu itiraz gösteriyor ki, demokrasi ile kapitalizm arasındaki ilişki genellikle hiç kavranmıyor. Kapitalizmde ezilen sınıfların demokratik haklarını "gerçekleştirmelerini" olanaksız kılan ilişkiler -özel durumlar olarak değil, tersine, tipik görüngüler olarak- egemendir. Kapitalizmde boşanma hakkı pek çok halde gerçekleştirilemez; çünkü ezilen cinse ekonomik bakımdan başeğdirilmiştir; çünkü kapitalizmde kadın, kapitalizmde demokrasinin de belirli bir doğa olduğu gibi, yatak odasına, çocuk odasına ve mutfağa kapatılmış "ev-kölesidir". "Kendi" halk yargıcını, memurunu, öğretmenini, jüri üyesini vb. seçme hakkı, kapitalizmde, pek çok durumda, işçinin ve köylünün ekonomik uşaklaştırılması yüzünden gerçekleşmez. Aynı şey demokratik cumhuriyet için de geçerlidir: Bütün sosyal-demokratlar kapitalizmde demokratik cumhuriyetin bile yalnızca burjuvazi aracılığıyla memurların baştan çıkarılmasına ve borsa ile hükümetin bağlaşmasına vardığını bildikleri halde, programımız demokrasiyi "halkın kendi egemenliği" olarak "ilan etmektedir",
Yalnız düşünmeye yeteneksiz ve marksizmi hiç bilmeyen kişiler bundan şu sonucu çıkarırlar: cumhuriyet değersiz olduğuna göre, boşanma özgürlüğü değersizdir, demokrasi değersizdir, ulusların kaderlerini belirleme hakkı değersizdir! Ama marksistler bilirler ki, demokrasi sınıf baskısını ortadan kaldırmaz, ama yalnızca sınıf savaşımına daha yalın, geniş, açık, kesin bir biçim verir; bizim gereksindiğimiz de budur. Boşanma özgürlüğü ne kadar tamsa, kadın için "ev-köleliği"nin kaynağının kapitalizm olduğu ve hak yoksunluğu [sayfa 177] olmadığı o kadar bellidir. Devlet düzeni ne kadar demokratikse, işçiler için kötülüklerin kökünün kapitalizm olduğu ve hak yoksunluğu olmadığı o kadar bellidir. Ulusal hak eşitliği ne kadar tamsa (ki, ayrılma özgürlüğü olmaksızın tam değildir) ezilen ulusların işçileri için başlıca kötülüğün kapitalizm olduğu ve hak yoksunluğu olmadığı o kadar bellidir vb.
Ve bir daha söyleyelim: marksizmin abecesini bıktırıncaya kadar yinelemek zorunda kalmak sıkıcıdır; ama P. Kiyevski onu bilmiyorsa ne yapalım?
P. Kiyevski, boşanma üzerine Hazırlık Komitesi bir dış ülke yazmanının, Semkovski'nin, ansıdığım kadarıyla Paris'te yayınlanan Golos'ta konuştuğu gibi konuşuyor. Kuşkusuz, Semkovski boşanma özgürlüğünün bütün kadınları kocalarını bırakmaya çağırmak olmadığını, ama bir kadına bütün öbür erkeklerin sözkonusu hanımın kocasından daha iyi olduğu gösterilmeye kalkılırsa, o zaman bunun aynı kapıya çıktığını kanıtlıyordu!!
Semkovski, kanıtlamasında bir maskaralığın, sosyalist ve demokrat yükümlülüklerin ihlali olmadığını unutuyordu. Semkovski herhangi bir kadını bütün öbür erkeklerin kocasından daha iyi olduğuna inandırsaydı, bunu hiç kimse bir demokratın görevlerine bir sataşma olarak anlamazdı; olsa olsa şöyle denirdi: Büyük maskaralıklar olmaksızın hiçbir büyük parti olmaz! Ama Semkovski boşanma özgürlüğünü reddeden, örneğin kendisini bırakmak isteyen karısına karşı yargıyı, polisi ya da kiliseyi harekete geçiren bir insanı savunmayı ve ona demokrat demeyi düşünüverdiyse, o zaman -inanıyoruz ki- Semkovski'nin dış ülke yazmanlığındaki meslektaşları bile, her ne kadar en iyi sosyalistler değilseler de, onunla dayanışmazlar!
Gerek Semkovski, gerek P. Kiyevski boşanma üzerine konuştular, sorunu anlamadıklarını gösterdiler, ve işin özüne dokunmadılar. Bütün demokratik haklar gibi boşanma hakkı da kapitalizmde güç gerçekleştirilebilir, koşullu, sınırlı, iyice biçimsel bir karakter taşır, ve buna karşın dürüst bir sosyal-demokrat, bu hakkı reddedenleri, değil sosyalist, demokrat bile saymaz. Ve işin özü budur. Bütün "demokrasi", kapitalizmde çok sınırlı ve çok koşullu olarak gerçekleştirilebilen "haklar"m ilanından ve gerçekleştirilmesinden başka [sayfa 178] bir şey değildir; ama bu ilan olmadan ve bu haklar için doğrudan doğruya hemen savaşım olmadan ve yığınlar böyle bir savaşım düşüncesiyle eğitilmeden sosyalizm olanaksızdır.
P. Kiyevski bunu kavramadığı içindir ki, özel konusuyla ilgili ana soruna, yani şu soruna da makalesinde hiç değinmedi: Biz sosyal-demokratlar ulusal baskıyı nasıl ortadan kaldıracağız?
P. Kiyevski, boş sözlerle, örneğin dünyanın nasıl "kana boyanacağı" vb. ile yetindi. (Konuyla hiç ilgisi olmayan bir şey.) Gerçekte geriye kalan bir tek şey var; Sosyalist devrim her şeyi çözecektir! Ya da, P. Kiyevski'nin görüşünden yana olanların bazan söyledikleri gibi: kendi yazgısını belirleme hakkı, kapitalizmde olanaksız ve sosyalizmde ise gereksizdir.
Bu, teorik olarak anlamsız, pratik ve politik olarak şovenist bir anlayıştır. Bu anlayış, demokrasinin anlamının kavranmadığına tanıklık ediyor. Sosyalizm, demokrasi olmaksızın iki bakımdan olanaksızdır: 1. Proletarya demokrasi uğruna savaşımla devrime hazırlanmazsa, sosyalist devrimi yapamaz; 2. Demokrasi tam gerçekleştirilmeden utkun sosyalizm kendi zaferini savunamaz ve insanlık için devletin çözülüp dağılması gerçekleşemez.
W. I. Lenin, "Über eine Karlkatür auf den Marxismus",
Werke, Band 23, Berlin 1960, s. 67-69.
V. İ. Lenin, Emperyalist Ekonomizm - Marksizmin Bir Karikatürü,
Sol Yayınları, Ankara 1991, s. 70-73.
*
Burjuva ülkelerinin, evlenme, boşanma ve evlilik-dışı çocuklarla ilgili yasalarıyla ve bu alandaki gerçek durumla en ufak bir tanışıklık bile, konuyla ilgilenen herkese, en demokratik burjuva cumhuriyetlerinde bile, modern burjuva demokrasisinin, bu bakımdan, kadınlara ve evlilik-dışı doğmuş çocuklara karşı gerçekten de feodal bir tavır koyduğunu göstermeye yetecektir.
Bu, menşevikleri, sosyalist-devrimcileri ve anarşistlerin bir kesimini, Batının onlara karşılık olan bütün partileri gibi, demokrasi ve demokrasinin bolşeviklerce çiğnendiği yolundaki çığlıklarını sürdürmekten elbette alıkomaz. Gerçekte [sayfa 179] evlilik, boşanma ve evlilik-dışı çocukların durumu gibi sorunlarda tutarlı bir biçimde demokratik olan tek devrim bolşevik devrimdir. Ama bu, her ülkede nüfusun büyük bir kesimini doğrudan doğruya ilgilendiren bir sorundur. Daha önce gerçekleşmiş ve kendini demokratik devrim olarak adlandırmış çok sayıdaki burjuva devrime karşın, ancak bolşevik devrim, bu bakımdan gericilere ve serfliğe olduğu kadar egemen ve mülk sahibi sınıfların ikiyüzlülüğüne karşı da ilk defa kesin bir savaşım vermiştir. 10.000 evlilikte 92 boşanma, Bay Sorokin'e inanılmaz bir sayı gibi görünüyorsa, bize kalan, yalnızca, ya yazarın varlığına hiç kimsenin inanamayacağı, yaşama pek kapalı bir manastırda yaşayıp yetiştirildiğini, ya da bu yazarın gerçekleri gericiliğin ve burjuvazinin çıkarma bozduğunu kabul etmektir. Burjuva ülkelerdeki toplumsal koşulları yalnız bir dereceye kadar bilen kimse bile, gerçek boşanmaların gerçek sayısının (elbette kilisenin ve yasanın kabul etmediği sayının) her yerde karşılaştırma götürmeyecek kadar büyük olduğunu bilir. Rusya bu bakımdan öbür ülkelerden yalnızca yasalarının ikiyüzlülüğü ve kadının ve çocuklarının hak yoksunluğunu kabul etmesiyle değil, ama açıkça ve devlet gücü adına her ikiyüzlülüğe ve her hak yoksunluğuna sistemli savaş açmasıyla da ayrılır.
W. I. Lenin, "Über die Bedeutung des Streitbaren Materialismus"
Werke, Band 33, Berlin 1966, s. 222.
V, İ. Lenin, "Militan Materyalizmin Önemi Üzerine",
Marks-Engels-Marksizm, Sol Yayınları, Ankara 1990, s. 313-314.
*
Prigov Hekimler kongresinde düşük sorunu, yani yapma yollarla vakitsiz çocuk alma sorunu büyük ilgi uyandırmış ve uzun tartışmalara yolaçmıştır. Sözcü Liçkus sözde uygar modern devletlerde çocuk aldırmanın büyük ölçüde yaygınlığını ve korkunçluğunu gösteren veriler anıyor.
New York'ta düşük sayısı yalnız bir yılda 80.000'e Fransa'da her ay 36.000'e ulaşmaktadır. Petersburg'ta düşük yüzdesi beş yılda iki katma çıkmıştır.
Prigov Hekimler kongresi, yapma düşük yüzünden ananın her türlü cezai kovuşturmaya uğramasına karşı olduğunu, [sayfa 180] hekimlerin ise yalnız "çıkar amacı" ile düşük yaptırdıkları zaman cezalandırılmaları gerektiğini bildiren bir karar almıştır.
Tartışmada çoğunluk düşüğün cezasızlığından yana konuşmuş ve yeni-maltusçuluk denen soruna da (gebeliği önlemek için önlemlere) doğal olarak değinmiş, bu arada sorunun toplumsal yanı üzerinde de konuşulmuştur. Örneğin Ruskoye Slovo'nun haber verdiğine göre, bay Vigdorçik "gebeliği önleyici önlemleri iyi karşılamak gerektiğini" açıklamış ve bay Astrahan alkış sağnağı altında şöyle haykırmıştır:
"Anaları dünyaya çocuk getirmeye inandırmalıyız ki, böylelikle çocuklar eğitim kurumlarında bozulsunlar, böylelikle çırak olarak satın alınıp kurtarılabilsinler. Böylelikle intihara sürüklensinler!"
Bay Astrahan'm böyle bir seslenişinin alkış sağnağı kopardığı haberi doğruysa, bu olgu benim için hiç de şaşırtıcı değildir. Dinleyiciler darkafalı orta ve küçük-burjuvalardı. Onlardan en bayağı liberalizmden başka ne beklenebilir?
Ama işçi sınıfı açısından bakılırsa, "yeni-maltusçuluğun" bütün gerici özünün ve bütün acınasılığının bay Astrahan'dan alıntılanan bu sözden daha açık bir dışavurumu güç bulunur.
"Dünyaya çocuk getirin ki, böylelikle çocuklar bozulsunlar..." Yalnız bunun için mi? Neden varolan, kuşağımızı bozan ve yıkan yaşam koşullarına karşı savaşımı bizden daha iyi, daha birlikte, daha bilinçli, daha kararlı yürütmek için değil?
Köylünün, zanaatçının, aydının, genellikle küçük-burjuvanın düşünüşü ile proleterin düşünüşü arasındaki temel fark da hurdadır. Küçük-burjuva yıkıma sürüklendiğini, yaşamın gittikçe zorlaştığını, varolma savaşımının gittikçe acımaşızlaştığını, ailesinin ve ailesinin durumunun gittikçe çaresizleştiğini görüyor ve duyuyor.
Ama bunu nasıl protesto ediyor?
Umutsuzca yıkıma sürüklenen, geleceğinden kuşkulu, şaşırmış ve kaypak bir sınıfın temsilcisi olarak protesto ediyor. Hiç birşey yapılamaz, çünkü yalnızca acılarımıza, sıkıntımıza, yoksulluğumuza ve aşağılanmamıza birlikte katlanacak daha az çocuğu olmak daha iyidir - küçük-burjuvanın çığlığı budur. [sayfa 181]
Sınıf-bilinçli işçi bu görüş noktasından tamamen uzaktır. Ne kadar içten, ne kadar gönülden olursa olsun, böyle acı çığlıkların bilinci bulandırmasına izin vermez. Evet biz işçiler, küçük mülk sahibi yığınlar gibi, dayanılmaz baskı ve acı ile dolu bir yaşam sürdürüyoruz. Kuşağımızın katlandıkları babalarımızınkinden daha çetindir. Ama bir yönden biz babalarımızdan çok daha mutluyuz. Savaşmayı öğrendik ve hızla öğreniyoruz - ve en iyisini babalarımızın yaptığı gibi tek tek değil, burjuva lafebelerinin kafamıza ve gönlümüze yabancı sloganları adına değil, tersine, kendi sloganlarımız adına, sınıfımızın sloganları adına savaşmayı öğrendik ve öğreniyoruz. Babalarımızdan daha iyi savaşıyoruz. Çocuklarımız daha iyi savaşacaklar ve yenecekler.
İşçi sınıfı yıkıma gitmiyor, tersine, gelişiyor, savaşımda kuvvetleniyor, olgunlaşıyor, birleşiyor, kendini eğitiyor ve çelikleştiriyor. Serflik düzeni, kapitalizm ve küçük üretim bakımından kötümseriz; ama işçi hareketi ve amaçları bakımından pek iyimseriz. Yeni bir yapının temellerini atmaktayız, ve çocuklarımız onu sonuna kadar kuracaklardır.
Bundan ötürüdür -yalnız bundan ötürüdür- ki, yeni-maltusçuluğun, "yalnız kendimiz olursak, tanrının yardımıyla, nasıl olsa geçiniriz, iyisi mi çocuk yapmaktan vazgeçelim" diye korku içinde fısıldaşan-duygusuz, bencil küçük-burjuva çiftler için olan bu akımın düşmanıyız.
Bu, çocuk düşürmeyi ya da gebeliği önleyici yollar konusunda tıbbi yayınların dağıtımını cezalandıran bütün yasaların hiç koşulsuz kaldırılmasını istememize elbette engel değildir. Böyle yasalar egemen sınıfların bir ikiyüzlülüğünden başka bir şey değildir. Bu yasalar kapitalizmin yaralarını iyileştirmez, tersine, ezilen yığınlar için yalnızca özellikle kötücül, özellikle katlanılmaz hale getirir. Tıbbi propaganda özgürlüğü ve erkek ve kadın yurttaşların en temel demokratik haklarını korumak - bu başka bir şeydir; yeni-maltusçuluğun toplumsal öğretisi başka bir şeydir. Sınıf-bilinçli işçiler, bu, gerici ve alçakça öğretiyi varolan toplumun en ilerici, en kuvvetli, büyük değişmelere en hazır sınıfına aşılama girişimlerinin hepsine karşı her zaman en amansız savaşımı verecektir. [sayfa 182]
W. I. Lenin, "Arbeiterklassa und Neomalthusianismus",
Werke, Band 19, Berlin 1962, s. 225-227.
V. İ. Lenin, "işçi Sınıfı ve Yeni-Maltusçuluk",
Marks-Engels, Nüfus Sorunu ve Malthus,
Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 237-240.
*
"Beyaz Esir Ticaretini Önleme Beşinci Uluslararası kongresi" kısa süre önce Londra'da sona erdi.
Düşesler, kontesler, piskoposlar, papazlar, hahamlar, polis görevlileri ve her çeşit burjuva insanseverler orada savaş düzeninde yürüdü! Birçok şölen verildi ve görkemli birçok resmî tören yapıldı! Orospuluğun kötülüğü ve kargımaya değerliği üzerine ateşli bir yığın söylev verildi!
Peki ama, soylu burjuva delegelerin istedikleri savaşım araçları nelerdi? Başlıca iki araç: Din ve polis. Bunlar orospuluğa karşı en güvenilir ve en yerinde araçlarmış. Leipziger Volkszeitung'un Londra muhabirinin bildirdiğine göre, bir İngiliz delege, parlamentoda pezevenkliğe dayak cezası istemekle övündü. Orada orospuluğa karşı savaşın modern "uygarlaşmış" yiğitleri vardı.
Kanadalı bir hanım polisten ve "düşmüş" kızlar üzerindeki dürüst polis gözetiminden coşkuyla sözetti; ama emek ücretlerinin yükseltilmesiyle ilgili olarak, işçi kadınların daha yüksek ücretlere yaraşır olmadığını belirtti.
Bir Alman piskopos, halk içinde gittikçe tutunan ve özgür aşkın yayılmasını özendiren modern materyalizme yıldırımlar yağdırdı.
Avusturya delegesi Gaertner, orospuluğun toplumsal nedenleri sorununu, işçi ailelerinin yoksulluğunu ve yoksunluğunu, çocuk emeği sömürüsünü, dayanılmaz konut koşullarını vb. ortaya atmayı deneyince, düşmanca haykırışlarla susturuldu!
Ama bunun yerine, delege çevrelerinde, yüksek kişilikler üzerine öğretici ve resmî şeyler anlatıldı. Örneğin Alman Kayzeriçesi Berlin'de herhangi bir doğumevini ziyaret ederse, "evlilik-dışı" çocukların annelerinin parmaklarına birer nişan yüzüğü takılır - o yüce kadın evlenmemiş annelerin bakışlarıyla incinmesin diye!!
Bu aristokrat-burjuva kongrelerde hangi tiksinç burjuva ikiyüzlülüğün başat olduğu kestirilebilir, iyilik akrobatları ve yoksulluğu ve yoksunluğu gülünçleştirmenin polisiye savunuculan, [sayfa 183] tam aristokrasinin ve burjuvazinin istediği "orospuluğa karşı savaşım" için toplanıyorlar...[sayfa 184]
W. I. Lenin, "Der Fünfte Internationale Kongreß für den Kampf
gegen die Prostitution",
Werke, Band 19, Berlin 1962, s. 250-251.
SOSYALİZM/KOMÜNİZMDE KADININ KURTULUŞU
ÜTOPYACI değiliz. Biliyoruz: Niteliksiz her işçi ve her işçi kadın, devletin yönetimine hemen katılacak durumda değildir. Bunda gerek kadetlerle, gerek Breşkovskaya ve Çereteli ile anlaşıyoruz. O burjuvalardan yalnız sununla ayrılıyoruz: sanki yalnız zenginler ya da zengin ailelerden gelen memurlar devleti yönetecek; alışılmış, günlük yönetim işini yapacak durumda imişler önyargısı hemen bırakılsın istiyoruz. Devlet yönetimi için sınıf-bilinçli işçilerin ve askerlerin eğitimi sağlansın ve hemen işe başlasınlar, yani bütün çalışanların, bütün yoksul halkın bu eğitime katılması başlatılsın istiyoruz. [sayfa 185]
W. I. Lenin, "Werden die Bolschewiki die Staatsmacht behaupten?"
Werke, Band 26, Berlin 1961, s. 97.
*
(Delegeler Yoldaş Lenin'i uzun süren coşkun alkışlarla selamlıyor.) Kadın yoldaşlar! Proleter ordunun kadın kolunun kongresi belirli bakımdan özellikle çok önemlidir; çünkü bütün ülkelerde en çetin koşullarda harekete geçenler kadınlardı. Ama çalışan kadınların büyük bir kesimi önemli ölçüde katılmadan hiçbir sosyalist devrim olamaz.
Bütün uygar ülkelerde, en ileri olanlarında bile, kadınlar öyle bir konumda bulunuyorlar ki, onlara ev-köleleri demek hiç de gerekçesiz değildir. Hiçbir kapitalist devlet, en özgürü bile, kadınların tam hak eşitliğim tanımıyor.
En önce kadınların haklarındaki her sınırlamayı ortadan kaldırmak, Sovyet Cumhuriyetinin görevidir. Burjuva pisliğin, burjuva baskının ve aşağılamanın bir kaynağını - boşanma davasını- Sovyet iktidarı tümüyle ortadan kaldırdı.
Boşanma bakımından tam özgür bir yasamanın varolmasından bu yana hemen bir yıl geçti. Evlilik-içi ve evlilik-dışı çocukların durumundaki farkı da bir dizi politik sınırlama gibi ortadan kaldıran bir kararname yayınladık. Çalışan kadınların eşitliği ve özgürlüğü başka hiçbir yerde böylesine tam gerçekleştirilmemiştir.
Biliyoruz ki yürürlükten kalkmış kuralların bütün ağırlığı işçi sınıfından olan kadının omuzlarına yükletilir.
Bizim yasamız, tarihte ilk defa, kadım haklarından yoksun bırakan bu duruma tümüyle son verdi. Ama yalnızca yasa sözkonusu değildir. Bütün kentlerimizde ve sanayi bölgelerimizde, tam evlilik özgürlüğüyle ilgili bu yasamn kendisini ne kadar kolay kabul ettirdiği görülüyor; ama bu yasa, kırda çoğunlukla, büyük çoğunlukla, yalnız kâğıt üzerinde kalıyor. Orada bugüne kadar kilise evliliği ağır basıyor. Bu papazların etkisine geri dönüştür; bu hastalıkla savaşmak eski yasamayla savaşmaktan daha güçtür.
Dinsel yasalara karşı savaşırken son derece dikkatli ilerlenmelidir; bu savaşımda dinsel duyguları yaralayan kimse, büyük zararlara yolaçar. Savaşım propaganda, aydınlatma yoluyla yürütülmelidir. Savaşımı sert yöntemlerle yürütürsek, yığınları kendimize karşı kışkırtabiliriz; böyle bir savaşım [sayfa 186] yığınların ayrılığını din ilkesine göre derinleştirir, oysa bizim kuvvetimiz birliktedir. Dinsel önyargıların en derin kaynakları yoksulluk ve bilgisizliktir; bu hastalıklarla da savaşmalıyız.
Kadın şimdiye kadar ancak bir köleninkine benzetilebilecek bir durumda bulunuyordu; kadın ev halkıyla bunaltılır, ve bu durumdan onu yalnız sosyalizm kurtarabilir. Yalnız küçük işletmelerden ortaklaşa işletmelere ve ortaklaşa toprak işleyimine geçersek, kadının tam kurtuluşu ve köleliğinin sonu ancak o zaman gerçek olur. Bu güç bir görevdir, ama şimdi, köy yoksulları komitelerinin kurulduğu yerde, gün doğuyor, çünkü sosyalist devrim sağlamlaşıyor.
Kırsal halkın en yoksul kesimi ancak şimdi örgütleniyor, ve bu örgütlerde köy yoksulları sosyalizme sağlam bir temel sağlıyor.
Eskiden sık sık şöyle olurdu: Kent devrimcileşir ve köy ancak ondan sonra eyleme geçerdi. Şimdiki devrim köye dayanıyor, ve önemi ve kuvveti de bundan doğuyor. Bütün kurtuluş hareketinin deneyiminden biliyoruz ki, bir devrimin başarısı kadınların ona hangi ölçüde katıldığına bağlıdır. Sovyet iktidarı, kadının proleter sosyalist görevini özgür yerine getirebilmesi için her şeyi yapıyor.
Sovyet iktidarı, bir dizi ülkede devrim yangınını alevlendirdiği ve sosyalizme doğru kesin adımlar attığı için bütün emperyalist ülkeler ona hınç duydukça ve onu savaşla bastırmak istedikçe, güç bir durumda bulunuyor.
Şimdi, onların devrimci Rusya'yı yıpratmak istedikleri yerde, ayaklarının altındaki toprak bile kızgınlaşmaya başlıyor. Almanya'da devrimci hareketin nasıl geliştiğini biliyorlar. Danimarka'da işçiler hükümete karşı savaşıyorlar. İsviçre'de ve Hollanda'da devrimci hareket kuvvetleniyor. Bu küçük ülkelerde devrimci hareketin kendi başına hemen hiç önemi yoktur; ama bundan ötürü özellikle dikkate değerdir; çünkü o ülkelerde savaş olmamıştır, ve çünkü oralarda demoratik "hukuk" düzeni vardır. Böyle ülkeler harekete geçerse, bu, devrimci hareketin bütün dünyayı saracağı gerçeğini gösterir.
Bugüne kadar hiçbir cumhuriyet, kadını özgürleştirmeye güç yetirmedi. Sovyet iktidarı kadına yardım ediyor. Davamız altedilemez; çünkü yenilmez işçi sınıfı bütün ülkelerde [sayfa 187] ayaklanıyor. Bu hareket yenilmez sosyalist devrimin köklenmesi demektir.
(Sürekli alkışlar. "Enternasyonal "in söylenmesi.)
W. I. Lenin "Rede auf dem I. Gesamtrussischen Arbeiterinnenkongreß,
19. November 1918",
Werke, Band 28, Berlin 1959, s. 175-177.
*
Denetim konusundaki kararnamede düşüncelerim şu bakımlardan tamamlanmalıdır: 1. İşçilerin birlikte çalışması için merkezî bir örgütün (ve yerel organların) yaratılması; 2. Proleter halktan güvenilir kişilerin sistemli katılmalarının, bu arada kadınların hiç koşulsuz ⅔ oranına kadar katılabilmelerinin yasal olarak sağlanması; 3. Sonraki görevler olarak şunların ön plana alınması:
α) Halkın yakınmaları temel alınarak ivedi gözden geçirmeler;
β) Kırtasiyecilikle savaşım;
γ) Hakların çiğnenmesine ve kırtasiyeciliğe karşı devrimci savaşım önlemleri;
δ) Emek üretkenliğinin artırılmasına ve,
ε) Ürün çokluğunun artırılmasına vb. özel önem vermek.
W. I. Lenin, "Notizen über die Reorganisation der staatlichen Kontrolle.
An J. W. Stalin",
Werke, Band 28, Berlin 1970, s. 500.
*
Proletarya diktatörlüğünden komünizme giden yolda komünistlerin partisi, eski yapının yerlerine işçilerin ve köylülerin sınıf mahkemelerinin konduğu mahkemeler gibi burjuva egemenliğinin organı olan kuruluşları, demokratik sloganları sonuna kadar kullanarak, tümüyle ortadan kaldırır. Proletarya bütün iktidarı eline aldıktan sonra, o eski, belirsiz "yargıcın halkça seçimi" formülü yerine, "yargıcın çalışanların arasından ve yalnız çalışanlarca seçilmesi" sınıf sloganını koyar ve bunu bütün yargı örgütünde gerçekleştirir. Çıkar sağlamak için hiçbir ücretli-emek kullanmayan emekçilerin [sayfa 188] ve köylülerin yalnızca mahkemedeki temsilcisini seçen Komünist Partisi, kadınlara farklı davranmaz, her iki cinsi gerek yargıç seçiminde, gerekse yargısal görev pratiğinde bütün haklarda eşitleştirir. Parti, yıkılmış hükümetin yasalarını kaldırdıktan sonra, sovyet seçmenlerince seçilmiş yargıçlara, partinin kararnamelerini uygulayarak proletaryanın istencini geçerli kılma ve, uygun bir kararname yoksa ya da kararname tam değilse, yıkılmış hükümetin yasalarını hesaba katmaksızın, sosyalist hukuk bilincini kılavuz edinme sloganını verir.
W. I. Lenin, "Entwurf des Programms der KPR (B)
für den VIII. Parteitag im Maerz 1919",
Werke, Band 29, Berlin 1961, s. 115.
*
Hepimiz şunu eklemeliyiz ki, devrim sorunlarına burjuva-aydınsal, yanıltmacalı bir yaklaşımın izleri her yerde, kendi saflarımızda bile, adım başında açıkça görünüyor. Örneğin basınımız, kokuşmuş burjuva-demokratik geçmişin bu çürük kalıntılarıyla pek az savaşıyor, gerçek komünizmin yalın, alçakgönüllü, ama canlı tohumlarına pek az destek oluyor.
Kadının durumunu ele alalım. Dünyanın hiçbir demokratik partisi, en ileri burjuva cumhuriyetlerin birinde olsun, egemenliğimizin hemen ilk yılında bu bakımdan yaptıklarımızın yüzde-birini bile onyıllarda yapmamıştır. Kadının hak eşitsizliği ile, boşanmanın sınırlanması ve boşanmanın bağlandığı çirkin biçimsellikler (Formalitaeten) ile, evlilik-dışı çocukların tanınması, babalarının araştırılması ile vb. ilgili alçakça yasalardan, bütün uygar ülkelerde burjuvazinin ve kapitalizmin yüzkarası olan sayısız kalıntıları bulunan yasalardan sözcüğün en gerçek anlamıyla taş üstünde taş bırakmadık. Bu alanda yaptıklarımızdan övünç duymak bin kez hakkımızdır. Ama toprağı eski burjuva yasaların ve düzenlemelerin molozlarından ne kadar çok temizlediysek, bunun yalnızca toprağın işlenmek için düzenlenmesi olduğunu, ama henüz toprağı işlemenin kendisi olmadığını o kadar iyi anladık.
Kadın, bütün özgürleşme yasalarına karşın, eskisi gibi [sayfa 189] ev-kölesi olarak kalıyor; çünkü onu mutfağa ve çocuk odasına kapatan ve onun yaratma gücünü düpedüz barbarca üretken-olmayan- (unproduktive), bayağı, sinir törpüleyici, köreltici, yıpratıcı bir çalışmayla boşa harcatan ev ekonomisinin ayrıntılarıyla eziliyor, bunalıyor, köreliyor, aşağılanıyor. Kadının gerçek özgürleşmesi, gerçek komünizm, ev ekonomisinin ayrıntılarına karşı, ya da daha doğrusu, sosyalist büyük ekonomi için onun kökten değiştirilmesi uğruna, (devlet çarkının başındaki proletaryanın yönetiminde) yığın savaşımı nerede ve ne zaman başlarsa, ancak orada ve o zaman başlayacaktır.
Teorik olarak her komünist için tartışılmaz olan bu sorunla pratikte yeterince ilgileniyor muyuz? Elbette hayır. Komünizmin şimdi bu alanda da varolan tohumlarına yeterince bakım gösteriyor muyuz. Hayır, gene hayır. Kamusal aşevleri, çocuk bakımevleri, yuvalar - bunlar bu türlü tohumların en güzel örnekleridir, bunlar bütün böbürlenmelerden, tumturaklardan, resmiliklerden uzak, kadını özgürleştirmeye gerçekten uygun olan, onun toplumsal üretimdeki ve kamu yaşamındaki rolünden doğan o erkek karşısındaki eşitsizliğini azaltmaya ve yeryüzünden kaldırmaya gerçekten uygun olan yalın, günlük araçlardır. Bu araçlar yeni değildir, (sosyalizmin bütün maddi önkoşulları gibi) geniş-ölçekli kapitalizm tarafından yaratılmışlardır; ama kapitalizmde birincisi ancak bir az-bulunurluk olarak kalmışlardır, ikincisi -özellikle önemli olan budur- ya spekülasyonun, zenginleşmenin, aldatmanın, yanıltmanın bütün kötü yanlarıyla kâr güden girişimler, ya da en iyi işçilerin haklı olarak hınç duyduğu ve tiksindiği "burjuva iyilikseverliğinin gözboyayıcı örnekcikleri" olmuşlardır.
Kuşkusuz, bu kuruluşlar bizde çok artırıldı ve karakterlerini değiştirmeye başladı. Kuşkusuz, işçi ve köylü kadınlar arasında çok daha örgütçü bir yetenek vardır, bildiğimiz gibi, çok sayıda iş arkadaşının ve çok daha büyük sayıda tüketicinin katıldığı ve "aydınlar"ın ya da çiçeği burnunda "komünistler"in pek beğendikleri planlar, sistemler vb. üzerine boş laf, gayretkeşlik, ağız dalaşı ve gevezelik bolluğu olmayan pratik bir işi yoluna koymayı bilen insanlar onları "hasta etmeyi" alışkanlık haline getirmişlerdir. Ama yeninin bu tohumlarını yeterince koruyor ve kolluyor değiliz.[sayfa 190]
Burjuvaziye bakın. Gereksindiği şey için reklâm yapmayı ne kadar iyi biliyor! Kapitalistlerin gözünde "örnek geçerlikte" olan işletmeler, onların gazetelerinin milyonlarca nüshasında nasıl göklere çıkarılıyor, "örnek geçerlikteki" burjuva düzenlemeler nasıl ulusal övünç konusu yapılıyor! Bizim basınımız en iyi kamusal aşevlerini ya da çocuk bakımevlerini anlatmaya, her gün yayın yaparak onlardan birkaçının örnek düzenlemelere göre kurulmasını sağlamaya, onlar için reklam yapmaya ve örnek geçerlikteki bir komünist çalışmayla insan emeğinde hangi tasarrufa tüketiciler için hangi kolaylıklara, geçim araçlarından hangi tasarrufa, kadının evsel kölelikten hangi özgürleşmesine, sağlık koşullarında hangi iyileşmeye varıldığını, bunların kesinlikle gerçekleşebildiğini ve bütün topluma, bütün çalışanlara yayılabileceğini ayrıntılı olarak anlatmaya hiç ya da hemen hemen hiç çaba göstermiyor.
Örnek geçerlikte üretim, örnek geçerlikte komünist subotnikler, her pud tahılın sağlanmasında ve dağıtımında örnek geçerlikte özen ve titizlik, örnek geçerlikte aşevleri, onlarda ve işçi evlerinde ya da ev bloklarında örnek geçerlikte temizlik - bütün bunlar şimdi basınımızın da, her işçi ve köylü örgütünün de dikkatinin ve yardımının on kat daha çok konusu olmalıdır. Bütün bunlar komünizmin tohumlarıdır, ve bu tohumların bakımı ortak ve en birinci ödevimizdir.
W. I. Lenin, "Die grosse Initiative", Aynı yapıt, s, 418-420.
V. I. Lenin, "Büyük Bir Başlangıç", Marks-Engels-Marksizm,
Ankara 1976, s. 480-483.
*
Eski toplumda, insanlar küçük soy toplulukları halinde yaşar ve henüz gelişmelerinin en alt basamağında bulunur iken, şimdiki uygar insanlığın binlerce yılla ayrıldığı yabanıllığa yakın bir durumda, bir çağda -o çağda, devletin varlığının hiçbir belirtisi görünür değildir. Geleneklerin egemenliğinin tanındığını, soy birliğindeki yaşlıların yararlandığı otoritenin, saygının, gücün tanındığını, bu gücün zaman zaman kadınlara tanındığını görüyoruz -kadının o zamanki [sayfa 191] durumu, bugünkü hak yoksunu, horgörülen durumuna benzemiyordu- ama, başkalarını yönetmek için, yönetimle ilgili ve yönetim amacıyla belirli bir baskı aygıtına, bir zor aygıtına, bugün hepinizin anladığı gibi, silahlı askerî birliklerin, hapisanelerin ve başkalarının istencini zorla baskı altına almanın başka araçlarıyla temsil edilen bir aygıta planlı ve sürekli olarak buyuran özel bir insan kategorisini hiçbir yerde görmüyoruz. Devletin özünü belirleyen bu şeyi hiçbir yerde görmüyoruz.
Ama hiçbir devletin olmadığı bir zaman vardı; o zaman, genel bağlar, toplumun kendisi, disiplin, çalışma düzeni, alışkanlığın, geleneklerin gücüyle, soybirliğindeki yaşlıların ya da çoğu zaman erkeklerle eşit haklan olan ve sık sık da daha yüksek bir konumda bulunan kadın üyelerin otoritesiyle ya da saygınlığı ile sürdürülüyordu, o zaman, yönetmek için hiçbir uzman, hiçbir insan kategorisi yoktu.
W. I. Lenin, "Über den Staat",
Werke, Band 29, Berlin 1970, s. 464-465.
V. İ. Lenin, "Devlet",
Marks-Engels-Marksizm, Sol Yayınlan, Ankara 1990, s. 289-290.
*
Kadın yoldaşlar! Kadm işçiler konferansınızı selamlayabildiğim için çok seviniyorum. Bugün çalışanlar yığınından her kadın işçiyi ve her bilinçli insanı en çok ilgilendiren konulara ve sorunlara değinmeme izin vereceksiniz. Bu sıcak sorunlar, ekmek sorunu ve askerî durumumuzdur. Ama toplantınızla ilgili gazete haberlerinden öğrendiğim kadarıyla, bu sorunlar burada enine boyuna ele alınmıştır -askerî durumu yoldaş Trotski ve ekmek sorununu Yoldaş Yakovleva ve Yoldaş Zviderski. Bu sorunlara değinmeme bundan ötürü izin verilmiş oluyor.
Sovyet Cumhuriyetinde proleter kadın hareketinin genel görevleri üzerine, gerek genellikle sosyalizme geçişle bağlantılı sorunlar üzerine, gerek şimdi özellikle zorunlu olarak ön plana çıkmış sorunlar üzerine bir çift söz söylemek istiyorum. Kadının durumu sorunuyla Sovyet iktidarı başlangıçtan beri uğraştı. İnanıyorum ki, sosyalizme geçen her işçi [sayfa 192] devletinin ikili bir görevi olacaktır. Bu görevin birinci bölümü oldukça yalın ve kolaydır. Kadını erkeğin karşısında haksızlığa uğratan eski yasalarla ilgilidir.
Batı Avrupa'daki özgürlük hareketlerinin savunucuları, uzun zamandır, onyıllardır değil, yüzyıllardır, bu eskimiş yasaların kaldırılmasını ve kadının erkekle hak eşitliğini istiyorlar. Ama bunu gerçekleştirmeyi Avrupa'nın demokratik devletlerinden hiçbiri, en ileri cumhuriyetlerden hiçbiri başarmadı; çünkü orada, kapitalizmin varolduğu yerde, mülkte ve akarda özel mülkiyetin, fabrikalarda ve işletmelerde özel mülkiyetin bulunduğu yerde, sermayenin henüz gücünü sürdürdüğü yerde, erkeğin üstüncelikleri saklı kalıyor. Rusya'da kadının yasal hak eşitliği yalnızca 25 Ekim 1917'de işçiler iktidara geldikleri için gerçekleştirildi. Sovyet iktidarı başlangıçtan beri, her sömürüye düşmanca karşı çıkan çalışanların bir iktidarı olma görevini benimsedi. Çalışanların mülk sahiplerince ve kapitalistlerce sömürülmesini olanaksızlaştırma, sermayenin egemenliğini yoketme görevini benimsedi. Sovyet iktidarı, mülkte ve akarda özel mülkiyet olmadan, fabrikalarda ve işletmelerde özel mülkiyet olmadan, her yerde, bütün dünyada, en demokratik cumhuriyetlerde bile, çalışanları gerçekten yoksulluğa ve ücret köleliğine ve kadını iki kat köleliğe bırakan şu özel mülkiyet olmadan, çalışanların yaşamlarını düzenlemelerini amaç edindi.
Sovyet iktidarı, çalışanların iktidarı, kurulmasının hemen ilk aylarında, kadını ilgilendiren yasamayı, kökten değiştirdi. Sovyet Cumhuriyetinde, kadına bir astlık konumu tanıyan bütün yasalardan taş üstünde taş kalmadı. Özellikle kadının zayıf konumunu sömüren ve onu yasal olarak eşitsiz ve hatta çoğu zaman aşağı bir duruma indiren yasaları, yani boşanmayla ilgili, evlilik-dışı çocuklarla ve kadının çocuğun babasından nafaka alma hakkıyla ilgili yasaları amaçlıyorum.
Burjuva yasamanın tam bu alanda, en ileri ülkelerde bile; kadını haklarından yoksun bırakmak ve alçaltmak için kadının zayıf konumunu sömürdüğü gösterilmiştir. Ve tam bu alanda, Sovyet iktidarı eski, adaletsiz, çalışan yığınların savunucuları için katlanılmaz olan yasalardan taş üstünde taş bırakmadı. Ve şimdi tam övünçle ve hiç abartmadan söyleyebiliriz ki, Sovyet Rusya'dan başka, kadınların tam hak [sayfa 193] eşitliğinden yararlandığı, kadının günlük yaşamda ve aile yaşamında özellikle belli olan aşağı bir durumda bulunmadığı bir ülke, dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Bu bizim ilk ve en önemli görevlerimizden biriydi.
Bolşeviklere düşmanca karşı çıkan partilerle raslantı sonucu ilişkiniz olursa, ya da Kolçak'ın veya Denikin'in elindeki bölgelerde Ruşça yayınlanan gazeteler elinize geçerse, ya da bu gazetelerin görüş noktasında bulunan kişilerle konuşursanız, onların Sovyet iktidarını demokrasiye aykırı davranmakla suçladıklarını sık sık işiticeksiniz.
Biz, Sovyet iktidarının savunucuları, bolşevikler ve komünistler, Sovyet iktidarının yandaşları, demokrasiyi yaralamakla sürekli kınanıyoruz, ve bu suçlamayı kanıtlamak için Sovyet iktidarının Kurucu meclisi dağıtmış olması gerçeği anılıyor. Bu suçlamaları bilinegeldiği gibi, şöyle yanıtlıyoruz: mülkte ve akarda özel mülkiyet varken, insanlar birbirleriye eşit değilken, kendi sermayesi olan efendi, oysa onun yanında çalışan başkaları onun ücretli-kölesi iken varolan demokrasiye, böyle bir demokrasiye hiç değer vermiyoruz. Böyle bir demokrasi en ileri devletlerde bile yalnızca köleliği gizledi. Biz sosyalistler, ancak demokrasi çalışanların ve ezilenlerin durmunu iyileştirdiği zaman ve sürece demokrasinin yandaşlarıyız. Sosyalizm bütün dünyada insanların insanları her türlü sömürmesine karşı savaşımı görev edinmiştir. Sömürülenlere, haksızlığa uğrayanlara hizmet eden demokrasi bizim için gerçekten anlamlıdır. Çalışmayanlardan seçme hakkı alınırsa, insanlar arasında gerçek eşitlik olur. Çalışmayan, yememelidir de.
Bu suçlamalara yanıt olarak, şu ya da bu devlette demokrasinin nasıl gerçekleştirildiğinin sorulması gerektiğini söylüyoruz. Demokratik bütün cumhuriyetlerde eşitlik ilan edilir; ama yurttaşlıkla ilgili yasamada ve kadın haklarıyla, örneğin kadının ailedeki durumuyla ve boşanmadaki haklarıyla ilgili yasalarda, kadının hiçbir eşitlikten yararlanmadığını ve aşağılandığını adım başında görüyoruz, ve bunun demokrasiye bir aykırılık olduğuna, yani ezilenler bakımından demokrasiye bir aykırılık olduğuna inanıyoruz. Sovyet iktidarı yasalarında kadının bir hak yoksunluğunun en küçük bir izini bile bırakmayarak, demokrasiyi bütün öbür ülkelerden, en ileri olanlardan bile daha çok gerçekleştirdi. Yineliyorum: [sayfa 194] hiçbir devlet ve hiçbir demokratik yasama, Sovyet iktidarının kurulmasının hemen ilk aylarında kadın için yaptıklarının yarısını bile yapmamıştır.
Elbette, yasalar yalnız başlarına yetmez, ve yalnız kararnamelerle asla yetinmiyoruz. Ama, yasama alanında, kadını erkekle eşitleştirmek için yapabileceğimiz her şeyi yaptık, ve bundan haklı olarak övünç duyabiliriz. Sovyet Rusya'da kadının durumu şimdi öyledir ki, en ileri devletlerin görüş noktasından bile idealdir. Ama bunun doğallıkla ancak başlangıç olduğunu biliyoruz.
Kadın ev ekonomisince sömürüldükçe, durumu her zaman sıkıntılı kalır. Kadının tam özgürleşmesi için ve erkekle gerçek eşitliği için toplumsal düzenlemeler gerekir, kadının genel üretken çalışmaya katılması gerekir. Kadın o zaman erkekle eşit konuma gelecektir.
Burada kadının emek üretkenliği, emek kapsamı, emek süresi ve çalışma koşulları vb. bakımından eşitleştirme elbette sözkonusu değildir; tersine, kadının ekonomik durumu yüzünden erkeğe oranla ezilmemek gerektiği sözkonusudur, hepiniz biliyorsunuz ki, kadının bu olgusal (faktisch) ezilmesi tam hak eşitliği halinde de varolagider; çünkü bütün ev ekonomisi onun omuzlarına yükletilir. Ev ekonomisi, pek çok halde, kadının yaptığı en üretken olmayan, en barbarca ve en ağır iştir. En dar çerçevede kalan, kadının gelişmesinin herhangi bir yolda yararlanabileceği hiçbir şey içermeyen bir iştir.
Sosyalist ülkü için uğraşıyoruz, sosyalizmin tam gerçekleşmesi için savaşmaktayız, ve burada kadın için büyük bir etkinlik alanı açılıyor. Şimdi zemini sosyalist kuruluş için düzenlemeye ciddi olarak hazırlanıyoruz; ama sosyalist toplumun gerçek kuruluşu, ancak kadının tam hak eşitliğini sağladığımız zaman ve onunla birlikte bu köreltici, üretken olmayan küçük-işten kurtulan kadın yeni işe geçince başlayacaktır. Bu, bizim, yıllar, uzun yıllar yapacağımız bir iştir. Bu, hiçbir çabuk sonuç vermeyen ve hiçbir görklü etki vaadetmeyen bir iştir.
Kadını ev ekonomisinden kurtarabilecek örnek düzenlemeler yapıyor, aşevleri, çocuk yuvaları kuruyoruz. Ve bütün bu düzenlemelerin yapılması özellikle kadınların üstesinden gelmeleri gereken bir iştir. Söylemek gerekir ki, kadının ev [sayfa 195] köleliği durumundan kurtulmasına yardım edebilecek bu türlü düzenlemeler, şu anda Rusya'da çok azdır. Yok denecek kadar azdır, ve Sovyet Cumhuriyetinin bugün içinde bulunduğu durum -yoldaşların burada size ayrıntılı olarak anlattıkları askerî durum ve yiyecek sağlama durumu- bu işte bizi engelliyor. Bununla birlikte, kadını ev-köleliğinden kurtaran bu düzenlemeler, bu amaç için en az olanak bulunan her yerde vardır.
İşçinin özgürleşmesi, işçinin kendi eseri olmalıdır diyoruz; bunun gibi, kadın işçilerin kurtuluşu da, kadın işçilerin kendi eseri olmalıdır: Böyle düzenlemelerin yapılmasıyla kadın işçilerin kendileri ilgilenmelidir, ve bu etkinlik kadının kapitalist toplumdaki konumundan tümüyle başka bir konuma yükselmesine yolaçacaktır.
Eski, kapitalist toplumda politikayla uğraşmak istenince, bunun için özel bir önyetişim gerekiyordu, ve bu yüzden kadının politikaya katılması en ileri en özgür kapitalist ülkelerde bile, son derece seyrekti. Bizim görevimiz çalışan her kadına politikanın yollarını açmaktır. Mülkte ve akarda ve fabrikalarda özel mülkiyet kaldırılır kaldırılmaz ve mülk sahiplerinin ve kapitalistlerin iktidarı çöker çökmez, çalışan yığınlar için, çalışan kadınlar için politikanın görevleri basit, açık ve herkesçe kesinlikle anlaşılır olur. Kapitalist toplumda kadın öyle bir adaletsiz durumda bulunur ki, erkeğe oranla politikaya katılması hiç denecek kadar seyrektir. Bunu değiştirmek için çalışanlar iktidara sahip olmalıdır, o zaman politikanın başlıca görevleri yalnızca çalışanların yazgısını doğrudan doğruya ilgilendiren şeyleri içerecektir.
Ve burada işçi kadının, yalnız partili kadın yoldaşın ve sımf-bilinçli işçi kadının değil, ama partisiz ve en az sınıf-bilinçli işçi kadının işbirliği gereksiniyor. Sovyet iktidarı burada işçi kadına geniş bir etkinlik alanı yaratıyor.
Ülkemize karşı savaşan, Sovyet Rusya'ya düşmanlık duyan kuvvetlere karşı savaşımda çok güçlük çektik. Hem askeri bakımdan çalışanların devletine savaşla karşı çıkan kuvvetlerle, hem de yiyecek sağlama alanında vurguncularla zorlu savaşmamız gerekti; çünkü emeklerini tümüyle buyruğumuza veren insanların sayısı, çalışanların sayısı, yeterince çok değildir. Ve burada Sovyet iktidarı için partisiz kadın işçilerin geniş yığınlarının yardımından daha değerli hiç bir [sayfa 196] şey olamaz. Onlara diyoruz ki: Eski, burjuva toplumda politik etkinlik için yolu kapalı bir karmaşık eğitim biçimi zorunlu olsun istenir. Oysa, Sovyet Cumhuriyetinde politik etkinliğin ana görevi, mülk sahiplerine karşı, kapitalistlere karşı, sömürünün ortadan kaldırılması uğruna savaşımdır, ve bundan ötürü, Sovyet Cumhuriyetindeki işçi kadınlara kadının erkeğe örgütleyici becerisiyle yardım etmesinde gerçekleşen bir politik etkinlik sunar.
Örgütleyici çalışmayı yalnız milyonlar ölçüsünde gereksinmiyoruz. Örgütleyici çalışmayı, kadınlara etkinlik gösterme olanağını veren küçük çapta da gereksiniyoruz. Kadınlar, savaş koşullarında da, orduya yardım, orduda ajitasyon gerekirse, etkin olabilirler. Kadınlar her şeye etkin olarak katılmalıdır ki, Kızıl Ordu, düşünüldüğünü, kendisi için kaygılanıldığını görsün. Kadınlar bundan başka yiyecek sağlanmasında, geçim araçlarının dağıtımında, yığınsal beslenmenin iyileştirilmesinde, kamusal aşevlerinin şimdi Petrograd'da çok sayıda düzenlendikleri gibi yetkinleştirilmesinde etkin olabilirler
Bunlar, kadın işçilerin etkinliğinin gerçekten örgütleyici önemi olan alanlardır. Ayrıca bu çalışmanın amacına ulaşması için kadınların büyük deneme işletmelerinde işbirliğine katılmaları gereklidir. Çalışan kadınların büyük çapta işbirliği olmadan bu iş başarılamaz. Ve kadın işçi, bu işi tümüyle üstlenecek yalnız geçim araçlarının dağıtımındaki denetime değil, ilgilendiği için onların daha kolay sağlanmasına da katılacak durumdadır. Bu, partisiz kadın işçinin tümüyle başarabileceği bir görevdir, ve bu görevin yerine getirilmesi, aynı zamanda, sosyalist toplumun sağlamlaştırılmışına özellikle yardım edecektir.
Sovyet iktidarı mülkte ve akarda özel mülkiyeti tümüyle ve fabrikalarda ve işletmelerde özel mülkiyeti hemen hemen tümüyle kaldırdıktan sonra, amacı bütün çalışanların, yalnız parti üyelerinin değil, ama partisizlerin de, yalnız erkeklerin değil, ama kadınların da ekonomik kuruluşa katılmasıdır. Sovyet iktidarının başlattığı bu çalışma, ancak bütün Rusya'da yüzlerce değilj ama milyonlarca ve milyonlarca kadın katıldığı zaman başarılı olur. O zaman, inanıyoruz ki, sosyalist kuruluşun sağlam bir temeli olacaktır. O zaman, çalışanlar, mülk sahipleri ve kapitalistler olmadan da yapabileceklerini [sayfa 197] ve ekonomilerini yönetebileceklerini göstereceklerdir. O zaman Rusya'da sosyalist kuruluş öyle sağlam temellere dayanacaktır ki, Sovyet Cumhuriyetinin öbür ülkelerdeki ve Rusya'daki hiçbir dış düşmanı tehlikeli olmayacaktır.
W. I. Lenin, "Über die Aufgaben der proletarischen Frauenbewegung
in der Sowjetrepublik. Rede auf der IV. Konferenz
parteiloser Arbeiterinnen der Stadt Moskau, 23. September 1919",
Werke, Band 30, Berlin 1961, s. 23-29.
*
Sovyet iktidarının ikinci yıldönümü, bu sürede ulaşılanlara bir gözatmamıza ve bitirilmiş devrimin anlamını ve amaçlarını gözönüne getirmemize vesile oluyor.
Burjuvazi ve yandaşları, bizi demokrasiyi yaralamakla suçluyorlar. Oysa biz diyoruz ki, sovyet devrimi demokrasinin hem derinlemesine hem de genişlemesine gelişmesi için, ve üstelik çalışan ve kapitalizm tarafından ezilen yığınlar için olan, dolayısıyla halkın büyük çoğunluğu için olan, (sömürenler, kapitalistler, zenginler için olan) burjuva demokrasiden farklı, (çalışanlar için olan) sosyalist bir demokrasi için şimdiye kadar örneği görülmedik bir itki yarattı.
Kim haklı?
Bu soruyu incelemek ve onun derinine inmek, bu iki yılın deneyimlerinden ders almak ve demokrasiyi daha da genişletmeye iyiden iyiye hazırlanmak demektir.
Kadının durumu burjuva ve sosyalist demokrasiler arasındaki farkı özellikle apaçık gösterir ve ortaya atılan soruyu özellikle anlaşılır yolda yanıtlar.
Burjuva cumhuriyette (yani mülkte ve akarda, fabrikalarda ve işletmelerde, hisse senetlerinde vb. özel mülkiyetin bulunduğu yerde), demokratik cumhuriyet de olsa, dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir ileri ülkede, büyük Fransız (burjuva demokratik) devriminden beri beş çeyrek yüzyıl geçmiş olmasına karşın, kadın için tam hak eşitliği yoktur.
Burjuva demokrasisi sözde eşitlik ve özgürlük vaadeder. Gerçeklikte bir tek, en ileri burjuva cumhuriyet bile insan soyunun kadınsal yarısını, erkekle tam yasal eşitliğe ve erkeğin vasiliğinden ve baskısından özgürleşmeye ulaştırmadı. [sayfa 198]
Burjuva demokrasisi özgürlük ve eşitlik üzerine kulağa hoş gelen boş sözler, tumturaklı sözcükler, abartmalı vaatler ve gürültülü sloganlar demokrasisidir; gerçekte bütün bunlarla kadının özgürsüzlüğü ve eşitsizliği çalışanların ve sömürülenlerin özgürsüzlüğü ve eşitsizliği gizlenir.
Sosyalist demokrasi ya da sovyet demokrasisi, kulağa hoş gelen, ama yalan olan sözleri bir yana atar ve "demokratların", mülk sahiplerinin, kapitalistlerin ya da tahıl fazlalarını aç işçilere aşırı yüksek fiyatlarla satarak zengin olan tok köylülerin ikiyüzlülüğüne amansızca savaş açar.
Kahrolsun bu çirkin yalanlar! Ezilenler ile ezenlerin, sömürülenler ile sömürenlerin "eşitliği" olamaz, yoktur ve olmayacaktır. Kadın için erkeğin yasal üstüncelikleri karşısında hiçbir özgürlük olmadıkça, sermayenin boyunduruğundan işçinin, kapitalistlerin, mülk sahiplerinin ve tüccarların boyunduruğundan çalışan köylünün hiçbir kurtuluşu olmadıkça, gerçek "özgürlük" olamaz, yoktur ve asla olmayacaktır.
Yalancılar ve ikiyüzlüler, beyinsizler ve körler, burjuvazi ve yandaşları, genellikle özgürlük, genellikle eşitlik ve demokrasi konusundaki boş sözleriyle halkı aldatmak isterler. İşçilere ve köylülere şunu söylüyoruz: Yalancıların maskelerini kaldırın, körlerin gözlerini açın. Onlara sorun:
Hangi cinsin hangi cinsle eşitliği?
Hangi ulusun hangi ulusla eşitliği?
Hangi sınıfın hangi sınıfla eşitliği?
Hangi boyunduruktan ya da hangi sınıfın boyunduruğundan kurtuluş?
Hangi sınıf için özgürlük?
Bu soruları ortaya atmaksızın, bunları ön plana çıkarmaksızın, bunların sessizce geçiştirilmesine, gizlenmesine, örtbas edilmesine karşı savaşmaksızın politikadan ve demokrasiden, özgürlükten, eşitlikten ve sosyalizmden sözeden kimse, çalışanların en acımasız düşmanıdır. Kuzu postuna bürünmüş kurttur, işçilerin ve köylülerin en kötü hasmıdır, mülk sahiplerinin, çarların ve kapitalistlerin bir uşağıdır.
Sovyet iktidarı, Avrupa'nın en geri ülkelerinden birinde, iki yıl içinde, kadının kurtuluşu için, "kuvvetli" cins ile eşitleştirilmesi için bütün dünyadaki ileri, aydın, "demokratik" cumhuriyetlerin topunun 130 yılda yaptıklarından daha çok [sayfa 199] şey yaptı.
Aydınlanma, kültür, uygarlık, özgürlük - kulağa hoş gelen bu sözcüklere, dünyanın bütün kapitalist, burjuva cumhuriyetlerinde, evlilik ve boşanma, evlilik-dışı çocukların "evlilik-içi" çocuklar karşısında haksızlığa uğratılması ile ilgili inanılmaz bayağılıkta, tiksinç alçaklıkta, hayvanca kabalıkta yasalar, erkek için üstüncelikler, kadın için aşağılamalar ve onur kırmalar içeren yasalar yoldaşlık eder.
Sermayenin boyunduruğu, "kutsal özel mülkiyet"in boyunduruğu, burjuvanın darkafahlığından, küçük mülk sahibinin bencilliğinden kaynaklanan despotluk - bunlar, burjuvazinin demokratik cumhuriyetlerini bile bu pis ve alçakça yasalara dokunmaktan alıkoydu.
Sovyet Cumhuriyeti, işçilerin ve köylülerin cumhuriyeti, bu yasaları bir vuruşta ortadan kaldırdı, burjuva yalandan ve burjuva ikiyüzlülükten taş üstünde taş bırakmadı.
Kahrolsun bu yalan! Ezilen bir cins varoldukça, ezilen bir sınıf varoldukça, sermayede, hisse senetlerinde özel mülkiyet varoldukça, tahıl fazlalarıyla açları uşaklaştıran toklar varoldukça, herkes için özgürlükten ve eşitlikten sözeden yalancılar kahrolsun. Herkes için özgürlük değil, herkes için eşitlik değil, tersine, ezenlere ve sömürenlere karşı, ezme ve sömürme olanağının ortadan kaldırılması için savaşım. Sloganımız budur! Ezilen cins için özgürlük ve eşitlik! İşçiler için, çalışan köylüler için özgürlük ve eşitlik! Ezenlere karşı savaşım, kapitalistlere karşı savaşım, vurgunculara, kulaklara karşı savaşım!
Bu bizim savaşım sloganımızdır, bu bizim proleter gerçekliğimizdir, sermayeye karşı savaşımın gerçekliğidir, genel özgürlük ve eşitlikle, herkes için özgürlük ve eşitlikle ilgili yaltakçı, ikiyüzlü, kulağı okşayan boş sözleri sermaye dünyasının yüzüne vurduğumuz gerçekliktir.
Ve özellikle bu ikiyüzlülüğü ortaya çıkardığımızdan ötürü, devrimci çabayla ezenlere karşı, kapitalistlere karşı ve kulaklara karşı ezilenler için ve çalışanlar için özgürlüğü ve eşitliği gerçekleştirdiğimizden ötürü - özellikle bundan ötürü Sovyet iktidarı bütün dünya işçilerinin gönlünü kazandı.
İşte bundan ötürüdür ki, Sovyet iktidannın ikinci yıldönümünde dünyanın bütün ülkelerinde işçi yığınlarının gönlü, [sayfa 200] ezilenlerin ve sömürülenlerin gönlü bizimledir.
İşte bundan ötürüdür ki, Sovyet iktidarının ikinci yıldönümünde, açlığa ve soğuğa karşın, bize emperyalistlerin Sovyet Cumhuriyetine karşı savaşını zorla kabul ettiren bütün yoksunluklara karşın, davamızın haklılığına inancımız tamdır, bütün dünyada Sovyet iktidarının kaçınılmaz zaferine inancımız tamdır.
W. I. Lenin, "Die Sowjetmacht und die Lage der Frau",
Werke, Band 30, s. 104-107.
*
Kadın yoldaşlar! Kongrenize katılmamın olanaksızlığından ötürü selamlarımı size yazılı olarak iletir ve en iyi başarılar dilerim.
Şimdi iç savaşı başarıyla bitiriyoruz. Sovyet iktidarı sömürenlere karşı zaferiyle kendini sağlamlaştırıyor. Sovyet iktidarı kuvvetlerini hepimiz için, bütün çalışanlar için daha önemli, bize daha yakın ve iyi bilinen bir görev için yoğunlaştırabilir ve yoğunlaştırmalıdır: Kansız savaş için, açlığa, soğuğa ve karışıklığa karşı zafer için. Ve bu kansız savaşta işçi ve köylü kadınlar özel bir rol oynamaya çağrılıyor.
Petrograd ili kadınlar kongresi, Sovyet iktidarına her zaman daha büyük zaferler getirmesi gereken ve getirecek olan bu kansız savaş için, çalışan kadınlardan bir ordu kurmaya, pekiştirmeye ve örgütlemeye yardım edebilir.
Komünist selamla. V. Ulyanov (Lenin)
W. I. Lenin, "An das Büro des Frauenkongresses des
Petrograder Gouvernements am 10.1.1920",
Werke, Band 30, s. 289.
*
Merkez Komitesince verilen yönergelere dayanılarak bence üç tasarının hepsi bir tasarı haline getirilmelidir.
Görüşüme göre şunlar eklenmelidir:
1. Devlet denetim komisyonundaki işçi-ve-köylü denetleme "dairesi", devlet denetim komisyonunun bütün dairelerinde işçi-ve-köylü denetlemesine kök saldırmak amacıyla [sayfa 201] yalnız geçici olarak varolmalı, ama sonra bağımsız bir daire olarak yitmelidir.
2. Amaç: Bütün çalışan yığını, yalnız erkekleri değil, özellikle kadınları da, işçi ve köylü denetlemesine katılmaya özendirmek.
3. Bu amaçla hizmetlilerin vb. katılmasının engellendiği (duruma uygun) yerel listeler düzenlenir,
- geri kalanların hepsi işçi ve köylü denetlemesine katılmaya sırayla kabul edilir.
4. Bu katılma, katılanların gelişim basamağına göre çeşitli olmalıdır; okumaz-yazmaz ve hiç eğitilmemiş işçiler ve köylüler için bir "dinleyici", bir tanık ya da yardımcı ya da bir öğrenci rolünden, eğitilmiş, gelişmiş, şöyle ya da böyle sınanmışlar için bütün (ya da hemen hemen bütün) haklara kadar.
5. İşçi ve köylü denetlemesinin geçim araçları, metalar, barınaklar, avadanlıklar, hammadde, yakıt vb. (özellikle aşevleri vb.) sağlanması üzerindeki denetime özel özen gösterilmelidir. Bu denet (ki bunun için en tam yönergeler hazırlanmalıdır) geniş çapta kurulmalıdır.
Bunun için kesinlikle, ve üstelik hiç istisnasız, kadınlar görevlendirilmelidir.
6. Katılanlardan büyük bir yığının görevlendirilmesiyle hiçbir karışıklık doğmaması için, görevlendirmenin hangi sırayla vb. kerte kerte olmak gerektiği saptanmalıdır.
Katılmanın biçimleri de titizlikle düşünülmelidir (hep 2-3, seyrek olarak ve özel durumlarda daha çok katılıcı olmalıdır ki, hizmetliler gereksiz yere işten alıkonmasınlar).
7. Ayrıntılı bir denetleme yapılmalıdır.
8. Devlet denetim komisyonu memurlan (özel yönergeyle) birincisi bütün işlemlerinde işçi ve köylü denetleme temsilcisini (ya da gruplarını) işe katmakla ve ikincisi partisiz işçilere ve köylülere konferanslar vermekle yükümlü kılınmalıdır (devlet denetim komisyonunun ilkeleri ve yöntemleri üzerine özellikle onanmış bir programa göre herkesçe anlaşılabilir konferanslar: belki de konferans yerine bizim çıkaracağımız [yani, devlet denetim komisyonunun, Stalin'in ve Avanessov'un partinin de katılmasıyla çıkaracağı] bir kitapçık okunmalı, ve bu kitapçık yorumlanmalıdır).
9. Eyaletteki köylüler (kesinlikle partisiz köylüler) kerte kerte merkezdeki devlet denetim komisyonuna katılmayı isterler: [sayfa 202] başlangıçta her ilden en az 1-2 (daha çoğu uygun değilse) ve sonra, ulaşım koşullarına ve başka koşullara göre, katılanların sayısı artırılır. Aynı şey partisiz için geçerlidir.
10. Yavaş yavaş, çalışanların devlet denetim komisyonuna katılmalarının parti ve sendikalar aracılığı ile incelenmesine geçilir, yani onların aracılığı ile, her şeye katılıp katılmadıkları ve katılanların eğitimi bakımından devlet yönetimi için hangi sonuçlar alındığı incelenir.
Lenin
W. I.Lenin, "An J. W. Stalin am 24.1.1920",
Werke, Band 30, s.290-291.
*
Kadın yoldaşlar! Moskova Sovyeti seçimleri gösteriyor ki, komünistlerin partisi işçi sınıfı içinde kuvvetlenmiştir.
Kadın işçilerin seçimlere daha çok katılmaları gereklidir. Sovyet iktidarı, yeryüzünde, kadının erkek karşısında haklarını çiğneyen ve erkeklere örneğin evlilik hukuku alanında ya da çocuklarla ilişkili üstüncelikler veren bütün eski burjuva, aşağılık yasaları tümüyle ortadan kaldıran ilk ve biricik iktidar oldu. Sovyet iktidarı, çalışanların devlet iktidarı olarak, erkeğin bütün ülkelerin, en demokrat burjuva cumhuriyetlerin bile aile hukukunda alıkonmuş olan o mülkiyet ilişkilerine bağlı bütün üstünceliklerini ortadan kaldıran ilk ve biricik iktidar oldu.
Nerede mülk sahipleri, kapitalistler ve tüccarlar varsa, orada yasa önünde erkek ile kadın arasında eşitlik olamaz.
Nerede mülk sahipleri, kapitalistler ve tüccarlar yoksa, nerede çalışanların devlet iktidarı bu sömürücüler olmaksızın yeni bir yaşam kuruyorsa, orada erkek ile kadın arasında yasal eşitlik vardır. Ama bu yetmez.
Yasa önünde eşitlik henüz yaşamda eşitlik değildir. Çalışan kadın yalnız yasa önünde değil, tersine, yaşamda da erkekle hak eşitliğini kazanmalıdır. Bu amaçla, çalışan kadınların kamusal düzenlemenin yönetimine ve devletin yönetimine gittikçe daha çok katılmaları zorunludur.
Kadınlar bu işbirliği ile bilgilerini çabucak genişletecekler ve erkeklere yetişeceklerdir.
Öyleyse sovyete, çalışan kadınları, komünist ve partisiz, [sayfa 203] daha çok seçin. Seçeceğiniz partisiz bir kadın işçi de olabilir; namusluysa ve anlayışla ve dürüstlükle çalışmayı biliyorsa - Moskova Sovyetine onu seçin!
Moskova Sovyetine çalışan daha çok kadın; Moskova proletaryası, zafere kadar savaşım için, eski hukuksal eşitsizliğe, kadının eski burjuvaca aşağılanmasına karşı savaşım için her şeyi yapmaya hazır olduğunu ve bunun için her şeyi yaptığını gösterebilir!
Proletarya, kadınların tam kurtuluşu için savaşmadan, kendini kesinlikle kurtaramaz, N. Lenin
W. I. Lenin "An die Arbeiterinnen am 21. Februar 1920",
Werke, Band 30, s. 363-364.
*
Kapitalizm, ekonomik ve dolayısıyla toplumsal eşitsizlik ile biçimsel eşitliği birleştirir. Bu, kapitalizmin burjuvazinin yandaşlarınca, liberallerce, yalanlarla gizlenmeye çalışılan ve küçük-burjuva demokratlarca anlaşılmayan temel özelliklerinden biridir. Kapitalizmin bu özelliğinden, başka şeyler arasında şu sonuç çıkar: ekonomik eşitlik için kesin savaşımla birlikte kapitalist eşitsizliğin açıkça itiraf edilmesi ve belirli koşullarda bu açık eşitsizlik itirafının proleter devlet düzeninde bile temel alınması (sovyet sistemi) zorunluktur.
Oysa biçimsel eşitliğe gelince (yasa önünde eşitlik, tok ile açın mülklü ile mülksüzün "eşitliği") kapitalizm, için tutarlılık olanaksızdır. Ve bu tutarsızlığın en kötü görünüşlerinden biri, kadın ile erkek arasındaki hukuksal eşitsizliktir. Hiçbir burjuva devlet, en ileri cumhuriyetçi, demokrat devlet bile, kadına tam hak eşitliği vermedi.
Ama Rusya Sovyet Cumhuriyeti, kadının haklarını sınırlayan yasal engellerin hepsini bir vuruşta hiç istisnasız ortadan kaldırdı ve kadına yasa önünde tam hak eşitliği sağladı. Denir ki, kültür düzeyi kadının hukuksal durumuyla en iyi nitelendirilir. Bu savda derin bir gerçeklik bulunmaktadır. Bu görüş noktası bakımından da ancak proletaryanın diktatörlüğü, ancak sosyalist devlet, daha yüksek bir kültür düzeyine ulaşabilir ve ulaştı da.
Bundan ötürü, proleter kadın hareketinin, yeni, eşsiz güçlü atılımı, ilk sovyet cumhuriyetinin kurulması (ve pekiştirilmesi) [sayfa 204] ile ve -aynı zamanda ve onunla birlikte- Komünist Enternasyonal ile ayrılmaz biçimde bağlıdır.
Kapitalizmin doğrudan ya da dolaylı, tam ya da kısmen ezdikleri sözkonusu olunca, demokrasiyi güvenceleyenin özellikle sovyet düzeni ve yalnız sovyet düzeni olduğu söylenmelidir. Bu, işçi sınıfının ve yoksul köylülerin durumundan açıkça anlaşılır. Bu, kadının konumunda açıkça görülebilir.
Ama sovyet iktidarı sınıfların ortadan kaldırılması için, ekonomik ve toplumsal eşitlik uğruna en son kesin savaşım demektir. Demokrasi, kapitalizmin ezdikleri, bu arada ezilmiş cins için olan bir demokrasi bile, bize yetmez.
Proleter kadın hareketi, biçimsel bir eşitlik için savaşımı değil, tersine, kadının ekonomik ve toplumsal eşitliği için savaşımı anagörevi bilir. Kadını toplumsal üretken emeğe katmak, onu sonsuz ve kapalı mutfak ve çocuk odası çevresine kapatan köreltici ve alçaltıcı astlıktan kurtarmak - anagörev budur.
Bu, hem toplumsal pratiğin hem de görüşlerin temelli bir dönüşümünü gerektiren uzun süreli bir savaşımdır. Bununla birlikte, bu savaşım, komünizmin tam zaferiyle bitecektir.
W. I. Lenin, "Zum Internationalen Frauentag, 4. Maerz 1920",
Werke, Band 30, s. 400-401.
*
Kadın yoldaşlar! Konferansınızı ziyaret etme olanağım bulunmadığı için pek üzgünüm. Katılan herkese içten selamlarımı ve çalışmalarının gerçekten başarılı olması dileklerimi lütfen iletiniz.
Kadınların partinin ve Sovyetlerin çalışmalarına katılmaları, savaşın bittiği ve barışçı örgütleyici çalışmanın - umarım, uzun zaman için- ön plana çıktığı tam şu sırada pek büyük önem kazanmıştır. Ama bu çalışmada kadınlar başrolü oynamalıdırlar ve hiç kuşkusuz oynayacaklardır da. [sayfa 205]
Halk Komiserleri Kurultayı Başkanı.
V. Ulyanov (Lenin)
W.I. Lenin, "Grussbotschaft an die Gesamtrussische Konferenz der
Gouvernements-Frauenabteilungen 6. Dezember 1920",
Werke, Band 31, Berlin 1959, s. 455.
*
Bolşevizmde ve Rus Ekim devriminde başta gelen, temel olan şey, kapitalizm koşullarında en çok ezilmişlerin politikaya katılmalarıdır. Onlar, monarşi koşullarında da, burjuva demokratik koşullarda da, kapitalistlerce aşağılandılar, aldatıldılar ve soyuldular. Mülkte ve akarda, fabrikalarda ve işliklerde özel mülkiyet ayakta kaldığı sürece, halk emeğinin kapitalistlerce bu aşağılanması, bu aldatılması, bu soyulması kaçınılmazdı.
Bolşevizmin özü, sovyet iktidarının özü, burjuva demokrasisinin yalanlarını ve ikiyüzlülüğünü ortaya koymak, mülkte ve akarda, fabrikalarda ve işliklerde özel mülkiyeti ortadan kaldırmak ve bütün devlet iktidarını çalışan ve sömürülen yığınların ellerinde toplamaktır. Onlar, bu yığınlar, politikayı, yani yeni toplumun kurulması işini kendileri ellerine alıyor. Bu güç bir iştir, yığınlar kapitalizmle sindirilmişler ve aşağılanmışlardır; ama ücretli kölelikten, kapitalist uşaklıktan kurtulmanın başka bir yolu yoktur ve olamaz.
Ama kadınlar politikaya katılmadan yığınlar politikaya katılamaz. Çünkü insan soyunun kadınsal yarısı, kapitalizm koşullarında iki kat ezilmiştir. İşçi ve köylü kadınlar sermaye tarafından ezilirler ve bunun dışında en demokratik burjuva cumhuriyetlerde bile, birincisi, hak eşitlikleri tanınmadan kalırlar; çünkü yasa onlara erkekle eşit haklar vermez; ikincisi -ve en önemlisi- en kaba, en ağır, insanı en çok körelten işle, mutfaktaki ayrıntılarla ve genellikle aile yönetiminin ayrıntılarıyla ezildikleri için, "evsel kölelik" içinde kalırlar, "ev-köleleri" olarak kalırlar.
Bolşevik, sovyetik devrim, kadının ezilmesinin ve eşitsizliğinin köklerine baltayı öyle derinlemesine vurdu ki, şimdiye kadar yeryüzünde hiçbir parti ve hiçbir devrim bunu göze almamıştı. Bizde, Sovyet Rusya'da, kadın ile erkek arasındaki yasal eşitsizlikten de hiçbir iz kalmadı. Evlilik ve aile hukukundaki özellikle alçakça, genel, ikiyüzlü eşitsizlik, çocukla ilişkili eşitsizlik, sovyet iktidarı ile baştan sona ortadan kaldırıldı.
Bu, kadının özgürleşmesi için yalnızca ilk adımdır. Ama burjuva, ve en demokratik bir tek cumhuriyet bile, bu ilk [sayfa 206] adımı olsun atmayı göze almamıştır. Bunu "kutsal özel mülkiyet" karşısındaki korku yüzünden göze almamışlardır.
İkinci ve en önemli adım? Mülkte ve akarda, fabrikalarda ve işliklerde özel mülkiyetin kaldırılmasıdır. Kadının tam ve gerçekten kurtulması için "evsel kölelik"ten kurtulması için yol, kadının ev yönetiminin küçük ayrıntılarından toplumsallaştırılmış büyük ev, yönetimine geçmesiyle böylelikle ve yalnız böylelikle açılır.
Bu geçiş güçtür; "çünkü burada sözkonusu olan, pek derinlere kök salmış, alışılmış, katılaşmış bir "düzen"in (gerçekte bir "düzen"in değil, korkunç ve barbarca bir durumun) değiştirilmesidir. Ama bu geçiş başladı, iş ele alındı, yeni yola ayak bastık.
Ve uluslararası kadın gününde dünyanın bütün ülkelerindeki sayısız kadın işçi toplantılarından, işitilmedik ölçüde ağır ve güç, ama büyük, dünya tarihi çapında büyük ve gerçek kurtuluş hareketim başlatmış olan Sovyet Rusya'ya selamlar uçurulacak. Kudurmuş ve çoğu zaman canavarca burjuva gericilik karşısında cesareti yitirmemek için cesur seslenişler yankılanacak. Bir burjuva ülke ne kadar "özgür" ya da "demokratik" ise, kapitalislerin çetesi işçilerin devrimine karşı o kadar çok azıtır ve kudurur; bunun bir örneği demokratik kuzey Amerika Birleşik Devletleridir. Emperyalist savaş, Avrupa'da ve geri kalmış Asya'da olduğu gibi, Amerika'da da, uyuklayan, dalgın, uyuşuk yığınları kesinlikle sarsıp uyandırdı.
Buz, dünyanın bütün köşelerinde ve bucaklarında kırıldı.
Halkların kapitalizmin boyunduruğundan kurtuluşu, kadın ve erkek işçilerin sermayenin boyunduruğundan kurtuluşu, durdurulamaz biçimde ilerliyor. Bu işi milyonlarca ve milyonlarca kadın ve erkek işçi, kadın ve erkek köylü yürütecek. Ve bundan ötürüdür ki, emeğin sermayenin boyunduruğundan kurtulması işi bütün dünyada zafere ulaşacak. [sayfa 207]
W. I. Lenin, "Internationale Frauentag 1921, 4.III.1921"
Werke, Band 32, Berlin 1961, s. 159-161.
*
LENİN'DEN ANILAR
YOLDAŞ Lenin benimle kadın sorunu üzerine üsteleyerek konuştu. Yığın hareketinin önemli bir vazgeçilmez parçası, belirli koşullarda sonucu çözüme bağlayacak bir parçası olarak kadın hareketine açıkça çok büyük bir önem veriyordu. Ona göre, kadının tam toplumsal hak eşitliğine kavuşturulması, elbette, komünistler için her türlü tartışmanın dışında kalan bir ilkeydi. Bu konudaki ilk uzun konuşmamızı Lenin'in Kremlin'deki büyük çalışma odasında 1920 güzünde yaptık. Lenin kâğıtlarla ve kitaplarla kaplı, inceleme ve çalışma bakımından "dahice düzensizlik" göstermeyen yazı masasında oturuyordu.
"Ne olursa olsun, açık teorik temele oturan kuvvetli bir uluslararası kadın hareketi yaratmalıyız", diye konuşmaya başladı. Lenin selamlaşmadan sonra, "Marksist teori olmadan, hiçbir pratik olmaz, bu açık. Bu sorunda biz komünistlere de en büyük ilkesel açıklık gerekli. Kendimizi bütün öbür partilerden kesin sınırlarla [sayfa 208] ayırmalıyız. Ne yazık ki II. Uluslararası kongremiz kadın sorununun ele alınması sırasında dağıldı. Kongre sorunu ortaya attı; ama bir tutum takınmadı. Sorun hâlâ bir komisyonda bulunuyor. Komisyonun bir karar alması gerekiyor, tezler, yönergeler. Bununla birlikte şimdiye kadar pek bir şey yapmadı. Bu işte bize yardım etmeli."
Lenin'in, bana söylediği şeyi ondan önce öbür yandan işitmiştim ve bu konudaki şaşkınlığımı belli ettim. Rus kadınlarının devrimde yaptıkları ve şimdi devrimin savunulması ve geliştirilmesi için yapmakta oldukları şeyden ötürü coşku içindeyim. Kadın yoldaşların Bolşevik Partideki durumuna ve etkinliğine gelince, parti bana örnek bir parti, kesinlikle örnek bir parti gibi görünüyordu. Yalnız o, uluslararası bir komünist kadın hareketine değerli, eğitilmiş ve deneyimli güçler ve büyük tarihsel örnek getirmişti.
"Bu doğrudur, pek iyi, pek güzeldir", dedi, Lenin sessiz, ince bir gülümsemeyle, "Petrograd'da, burada Moskova'da, taşradaki kentlerde ve sanayi merkezlerinde, proleter kadınlar devrimde olağanüstü davrandılar. Onlar olmadan zafere ulaşamazdık, ya da pek güç ulaşırdık. Bu benim görüşümdür. Ne kadar yürekliydiler, ve şimdi hâlâ ne kadar yürekliler! Katlandıkları bütün acılan ve yoksunluktan düşününüz. Ve onlar, Sovyetleri savunmak istedikleri için, özgürlüğü ve komünizmi istedikleri için dayandılar. Evet, proleter kadınlarımız olağanüstü sınıf savaşçılandır. Hayran kalınmaya ye sevilmeye hak kazanmışlardır. Öte yandan, Petrograd'daki "anayasal demokrasi" hanımlarının da, karşımızda soylucuklardan daha çok cesaret gösterdikleri onanmalıdır. Bu, doğrudur. Partide güvenilir, sağduyulu ve yorulmadan çalışan kadın yoldaşlanmız var. Sovyetlerdeki ve yürütme kurallanndaki, halk komiserliklerindeki ve her türlü kamusal hizmetlerdeki önemli bazı noktaları onlarla ele geçirebildik. Kimileri, partide ve proleter, köylü yığınlar arasında, Kızıl Orduda gece gündüz çalışıyorlar. Bu bizim için pek değerlidir. Dünyanın her yerindeki kadınlar için de önemlidir. Kadınların yeteneklerini, emeklerinin toplum için ne kadar büyük önemi olduğunu kanıtlar. Proletaryanın ilk diktatörlüğü, kadının toplumsal tam hak eşitliği için gerçek kılavuzdur. O, kadın haklarıyla ilgili ciltlerce yazının yıktığından çok önyargı yıkmıştır. Ama her şeye karşın, uluslararası bir kadın hareketimiz yok, ve kesinlikle olmalı. Onu yaratmaya koyulmalıyız. O olmadan Enternasyonalimizin ve partilerinin çalışması tam değildir, asla tam olmayacaktır. Oysa devrim için tam çalışmalıyız. Anlatınız bana, dışardaki komünist çalışmanın durumu nasıl?"...
Sorunun Almanya'daki durumu üzerine özellikle ayrıntılı konuşmam doğaldı. Rosa Luxemburg'un bizi, en geniş kadın yığınlarını [sayfa 209] devrimci savaşımla kazanmak için buna ne kadar büyük önem verdiğini anlattım Lenin'e. Komünist Partinin kurulmasından sonra Rosa Luxemburg bir kadın gazetesi çıkması için çok uğraştı. Leo Jogiches, son kez benimle birlikte iken -pusuya düşürülüp öldürülmesinden bir-buçuk gün önce- partinin önündeki işleri benimle görüştü ve bana çeşitli görevler verdi; bunlardan biri de, çalışan kadınlar arasındaki etkinliğin örgütlenmesi için bir plan hazırlamaktı. Parti, ilk yasa-dışı konferansında bu sorunla uğraştı. Sosyal-demokrasinin her iki kanadından, savaş öncesinde ve savaş sırasında ortaya çıkmış, eğitilmiş ve deneyimli ajitatör ve önder kadınlar hemen hiç istisnasız sağdılar ve canlı hareketli proleter kadınları elleri altında tutuyorlardı. Bununla birlikte, partinin bütün çalışmalarına ve savaşımlarına katılan çok enerjik, özveri-sever kadın yoldaşlardan bir çekirdek daha şimdiden doğmuştu. Ama bu bile, proleter kadınlar arasında bir etkinliği örgütlemişti. Elbette her şey henüz başlangıçta; ama herhalde iyi bir başlangıç.
"Kötü değil, hiç de kötü değil!" dedi Lenin. "Yasa-dışılık ve yarı-yasallık sırasında yoldaşçaların enerjisi, özveri-severliği ve coşkusu, cesareti ve sağduyusu, çalışmanın gelişmesi bakımından iyi bir perspektif açar. Bunlar partinin serpilmesi ve gücünün artması için, yığınları kazanmak ve eylemlerde bulunmak için değerli etkenlerdir. Peki ama, yoldaşçaların ve yoldaşların bu sorundaki temel aydınlanmışlığı ve eğitimi ne durumda? Bu, yığınlar arasındaki çalışmada pek önemlidir. Bu, yığınların coşması için onlar arasında ağızdan ağıza dolaşan şeyi belirlemede pek etkilidir. Şu anda kimin söylediğini anımsıyamadığım bir söz vardır: 'Büyük işler başarmak için coşkulu olmalıdır.' Biz dünyanın bütün çalışanları, gerçekten hâlâ büyük işler başarmak zorundayız. Öyleyse yoldaşçalarınız, Almanya'nın proleter kadınları, ne için coşuyorlar? Proleter sınıf-bilinçleri nasıl, ilgilerini, etkinliklerini günün politik istemleri üzerinde yoğunlaştırıyorlar mı, düşüncelerinin merkezi nedir?
"Bu konuda Rus ve Alman yoldaşlardan garip bir şey işittim. Bunu söylemeliyim. Yetenekli bir komünist kadının Hamburg'ta orospular için bir gazete çıkardığı ve onları devrimci savaşım için örgütlemek istediği anlatıldı bana. Rosa, o üzünçlü işinin yapımıyla ilgili polis buyruklarına karşı herhangi bir kusurdan ötürü hapse atılan orospuyu bir makalesinde ele alırken, komünist kadın olarak, insanca duydu ve davrandı. Burjuva toplumun acınası ikili kurbanı şunlardır: birincisi onun iğrenç mülkiyet düzeni ve ikincisi iğrenç ahlaki ikiyüzlülüğü. Bu, bellidir. Yalnız yontulmamış ve kısa görüşlü bir insan bunu unutabilir. Ama bunu kavramak, orospuları -açıkça söylemem gerektiği gibi- özel loncasal devrimci savaşım birliği gibi örgütlemekten ve onlar için bir kadın gazetesi çıkarmaktan [sayfa 210] bambaşka bir şeydir. Almanya'da örgütlenmesi gereken, kendileri için bir gazete çıkarılmak gereken, savaşımlarınıza katılmak gereken hiçbir sanayi işçisi kadın gerçekten yok mu? Burada hastalıklı bir gelişme sözkonusudur. Bana her orospuyu tatlı bir Madonna gibi işleyen yazınsal modayı kuvvetle ansıtıyor. Orada bile köken sağlıklıydı: toplumsal duygudaşlık, saygıdeğer burjuvanın ahlaki ikiyüzlülüğüne baş kaldırma. Ama sağlıklı olan, burjuvaca kemiriliyor ve yozlaştırılıyordu. Şu da var: Orospuluk sorunu bize burada da güç bazı problemler çıkaracak. Orospuların üretken çalışmaya yöneltilmesi, toplumsal ekonomiye katılması - sorun budur. Ama ekonomimizin şimdiki durumunda ve belirli bütün koşullarda bunu yapmak güç ve karmaşıktır. Orada, proletaryanın devlet iktidarını ele geçirmesinden sonra genişlemesine karşımıza konan ve pratik çözüm gerektiren küçük bir kadın sorununuz var. Burada, Sovyet Rusya'da bizi uğraştıracak birçok şey var. Ama sizin Almanya'daki özel halinize dönelim. Parti, üyelerinin böyle uygunsuzluklarım asla sessizce seyredemez. Bu, şaşkınlık yaratır ve güçleri dağıtır. Ve siz, kendiniz, buna karşı ne yaptınız?"
Ben daha yanıt veremeden sözünü sürdürdü Lenin: "Sizin günah listeniz daha da uzun, Clara. Bana anlatıldı ki yoldaşçaların okuma ve tartışma akşamlarında özellikle cinsel sorun, evlilik sorunu ele alınıyormuş. Başlıca ilgi konusu, politik öğretim ve eğitim konusu buymuş. Bunu işittiğim zaman kulaklarıma inanamadım. Proleter diktatörlüğün ilk devleti dünyanın bütün karşı-devrimcileriyle boğuşuyor. Almanya'daki durum bile, durmadan ilerleyen karşı-devrimi geri püskürtmek için bütün proleter, devrimci güçlerin sonuna kadar yoğunlaştırılmasını gerektiriyor. Oysa, etken yoldaşçalar cinsel sorunu ve 'geçmişteki, şimdiki ve gelecekteki' evlilik biçimleri sorununu görüşüyorlar. Proleter kadınları bu konuda aydınlatmayı en önemli göreviniz sayıyorsunuz. En çok okunan yazının Viyanalı genç bir yoldaşçanın, cinsel sorun üzerine kaleme aldığı kitapçık olduğu söyleniyor. Bir paçavra! Onda doğru olan şeyi işçiler Bebel'de çoktan okudular. Üstelik o kitapçıktaki soğuk şema gibi cansıkıcı olarak değil, tersine, burjuva topluma karşı okuyanı kışkırtarak sürükleyen saldırgan bir biçimde. Fröydçü varsayımlarla genişletme, bilime göre 'düzenlenmiş' görünüyor, oysa amatör beceriksizliğidir. Fröydçü teori de şimdi böyle bir moda budalalığıdır. Makale, söyleşi, kitapçık cinsel teorilerine, kısaca, burjuva toplumun seralannda bol bol gelişen şu özgül yazının teorilerine güvenim yok. Hintli ermişin kendi göbeğine baktığı gibi, gözlerini yalnız cinsel soruna dikip ondan hiç ayırmayanlara güvenim yok. Bana öyle görünüyor ki, pek çoğu varsayımlar, çoğu zaman gerçekten keyfî varsayımlar olan cinsel teoriler salgını, kişisel bir [sayfa 211] gereksinmeden, yani kendi anormal ya da azgın cinsel yaşamını burjuva ahlakı karsışısmda haklı çıkarmak ve onun hoşgörüsünü dilemek için doğuyor. Burjuva ahlakı karşısındaki bu peçelenmiş saygı, bana, cinseli kurcalayıp durmak gibi aykırıdır. Pek yabanıl ve devrimci tavır takınabilir, ama sonunda burjuvacadır. Özellikle aydınların ve onlara yakın olan katmanların bir düşkünlüğüdür. Partide, sınıf-bilinçli, savaşan proletaryada buna yer yoktur."
Burada, özel mülkiyetin ve burjuva düzenin egemenliğinde cinsel sorunun ve evlilik sorununun, bütün toplumsal sınıfların ve katmanların kadınları için çok yönlü problemler, çatışkılar, acılar yarattığını söyleyerek itiraz ettim. Savaş ve sonuçları, cinsel ilişkilerde anılan bu çatışkıları ve acılan bilemiş, eskiden onlar için örtülü olan problemleri görünürleştirmişti. Yayılan devrimin havası buna uyuyordu. Eski duygu ve düşünce dünyası sarsılmaya başlamıştı. Şimdiye kadarki toplumsal bağlar gevşiyor ve kopuyordu, insandan insana yeni ilişkilere ve davranışlara doğru eğilimler beliriyordu. İlişkili sorunlara duyulan ilgi, aydınlanma ve yeniye uyma gereksinmesinin bir dışavurumuydu. Bunda, burjuva toplumun doğalsızlığına ve ikiyüzlülüğüne karşı bir tepki de ortaya çıkıyordu. Evlilik ve aile biçimleri, tarihin akışı sırasında, ekonomiye bağımlılıkları içinde, proleter kadınların kafasında burjuva toplumun sonsuzluğu boşinanını yıkmaya uygundu. Onun için, burjuva düzeninin tahlilinde, özünün ve etkilerinin ortaya çıkarılmasında, onlarla birlikte cinsel yalancılığın damgalanmasında, nazik bir tarihsel durum olmalıydı. Bütün yollar Roma'ya çıkardı. Toplumun ideolojik üstyapısının önemli bir kesiminin, belirgin toplumsal bir görüngünün her gerçek marksist tahlili, burjuva toplumun ve onun mülkiyet temellerinin tahliline varmalıydı. Carthaginem esse delendam [Kartaca alınmalı] idi.
Lenin gülümseyerek başını salladı. "Gördük işte, yoldaşçalaranızın ve partinizin avukatlığını yapıyorsunuz. Söylediğiniz elbette doğru. Ama bununla Almanya'da yapılmış yanlış en uygun biçimde bağışlanır, haklı bulunmaz. O, bir yanlıştır ve öyle kalır. Okuma ve tartışma akşamlarında cinsel sorunun ve evlilik sorununun yetkin, yaşayan tarihsel materyalizmin görüş noktasından ele alındığını bana ciddi olarak güvenceleyebilir misiniz? Bu, pek çok gerecin (malzemenin) öngörülmesinde, onunla en açık marksist biçimde başa çıkmada çok yönlü ve derin bir bilgi gerektirir. Şimdi bunu başaracak gücünüz var mı? Gücünüz olsaydı, okuma ve tartışma akşamlarında anılan o kitapçık gibi bir kitapçık kullanılmazdı. O, eleştirilecek yerde, salık verilir ve dağıtılırdı. Sorunun yetersiz, marksistçe olmayan ele alınışı nereye varıyor öyleyse? Cinsel sorunun ve evlilik sorununun büyük toplumsal sorunun parçası olarak [sayfa 212] kavranmamasına. Tersine, büyük toplumsal sorunun cinsel problemin bir uzantısı, bir parçası gibi görünmesine. Ana sorun, ikincil sorun gibi geriye çekiliyor. Bu, bir konudaki aydınlığa zarar vermekle kalmaz, genellikle proleter kadınların kafasını, sınıf bilincini bulandırır.
"Üstelik hepsi bu kadar değil! Bilge [Hazreti] Süleyman, her şeyin zamanı olduğunu söylüyordu. Rica ederim, şimdi, proleter kadınları, insan nasıl sever ve kendini nasıl sevdirir, nasıl kur yapar ve kendine nasıl kur yaptırır konusuyla haftalarca oyalamanın zamanı mı? Elbette 'geçmişte, şimdi ve gelecekte', çeşitli halklarda, ki o zaman buna övünçle tarihsel materyalizm denir! Şimdi yoldaşçaların, çalışan halkın kadınlarının bütün düşünceleri proleter devrime yönelmiş olmalıdır. Proleter devrim, evlilik ve cinsel koşullann zorunlu yenilenmesi için temeli de yaratır. Oysa şimdi, Avustralya yerlilerinde evlilik biçimleri ve eski çağda kardeş evliliği gibi gerçekten başka problemler ön plana çıkıyor. Alman proleterleri için Sovyetler sorunu hâlâ gündemdedir; Versay antlaşması ve kadın yığınlarının yaşamındaki etkileri, işsizlik, düşen ücretler, vergiler ve daha birçok başkalan. Kısaca, üsteleyerek söylüyorum ki, proleter kadınlarının bu türlü politik, toplumsal eğitimi yanlıştır, baştan sona yanlıştır. Buna nasıl ses çıkarmayabildiniz? Buna karşı otoritenizi kullanmalıydınız."
Ayrı ayrı yerlerde önderlik eden yoldaşçaları eleştirir ve uyarırken bunu yapmaktan geri durmadığımı öfkeli dosta açıkladım. Yalnız, o da bilirdi ki, bir peygamberin kendi anayurdunda ve hısımlarının gözünde saygınlığı yoktur. Eleştirimle "sosyal-demokratik düşüncenin ve eski moda burjuva darkafalılığın etkili kalıtılarını" koruduğum kuşkusunu yaratmıştım. Bununla birlikte, eleştiri sonunda boşa gitmemişti. Cinsel sorun ve evlilik sorunu artık kursların ve tartışma akşamlarının ağırlık noktası değildi. Ama Lenin konuşma konusu olan düşünceleri daha da ileri götürdü.
"Biliyorum, biliyorum", dedi, "bana hasım olmalanna karşın, bazı kimseler bu bakımdan benim de darkafalı olduğumdan kuşkulandılar. O kadar ikiyüzlü ve darkafahlar ki. Ama sessizce katlanıyorum buna! Burjuva görüşlerin yumurtasından asla çıkmamış cücükler, o sarı gagacıkları ile her zaman korkunç kurnazdırlar. Kendimizi düzeltmeden buna alışmalıyız. Gençlik hareketi de cinsel sorunda düşüncenin 'modernliğinden' ve onunla aşırı uğraşmaktan acı çekiyor." Lenin modernlik sözcüğünü alaylı alaylı vurguladı ve yüzünü buruşturdu. "Bana birçoklarının bildirdiğine göre", diye sürdürdü konuşmasını, "cinsel sorun gençlik örgütlerinizde en çok sevilen konudur. Bu konuda ancak yeterince konuşulmalı. Bu yanlış davranış gençlik hareketinde özellikle zararlıdır. Özellikle tehlikelidir. [sayfa 213] Bireylerde cinsel yaşamın abartılmasına ve körüklenmesine, gençlik sağlığının ve gücünün boşa harcanmasına kolayca yolaçabilir. Bu görüngüye karşı savaşmalısınız. Kadın ve gençlik hareketlerinin değinme noktaları hiç de az değildir. Yoldaşçalarımız her yerde gençlerle birlikte planlı olarak çalışmalıdırlar. Bu, analığın bireyselden toplumsala uzanması, genişlemesi ve yücelmesidir. Ve kadının canlanan bütün toplumsal yaşamı ve etkisi hızlandırılmalıdır; kadın, darkafalı bireysel ev ve aile psikolojisinin darlığından böylelikle kurtulur. Herhalde bunun sırasıdır.
"Gençliğin büyük bir kesimi, bizde de, cinsel sorunda 'burjuva kavrayışı ve ahlakı' 'yeniden gözden geçirmeye' pek düşkün. Ve, gençliğimizin en iyi, gerçekten çok şey vaadeden bir kesimi, diye eklemeliyim. Demin söylediğiniz gibi, bu böyle. Savaş sonuçlarının ve başlamış devrimin havasında, toplumun sarsılan ekonomik temeli üzerinde, eski ideolojik değerler bozuluyor ve bağlayıcı güçlerini yitiriyor. Yeni değerler, savaşımlardan doğarak, yavaş yavaş kristalleşiyor. İnsandan insana, erkek ile kadın arasındaki ilişkilerde de, duygular ve düşünceler devrim geçiriyor. Bireyin hakkı ile yığının hakkı arasına, dolayısıyla bireyin ödevlerine yeni sınırlar çekiliyor. İşler tümüyle en başıboş mayalanma halinde. Birbirine karşıt çeşitli eğilimlerin yönü, gelişme gücü, henüz tam bir açıklıkla ortaya çıkmıyor. Bu, geçip gitmenin ve olmanın yavaş ve çoğu zaman büyük acı veren bir süreci. Özellikle cinsel ilişkiler, evlilik, aile alanlarında. Burjuva evliliğin çöküşü, çürümesi, pisliği, güç çözülürlüğü ve erkeğe tanıdığı özgürlük, kadını köleleştirmesi, cinsel ahlakın ve ilişkilerin tiksinç yalancılığı ile birlikte, manen en canlıyı ve en iyiyi yoğun iğrençlikle dolduruyor.
Burjuva evliliğin ve burjuva devletin aile yasalarının zoru, rahatsızlığı ve çatışkıyı keskinleştiriyor. Bu, 'kutsal' özel mülkiyetin zorudur. Satın alınırlığı, alçaklığı, pisliği kutsar. Saygın burjuva toplumun bilinegelen ikiyüzlülüğü geri kalanı fazlasıyla yapıyor, insanlar egemen iğrençliğe ve doğalsızlığa karşı haklarını arıyorlar. Ve bireyin duyguları çabucak değişiyor, güçlü devletlerin parçalandığı, eski egemenlik ilişkilerinin koptuğu yerde, bütün bir toplumsal dünyanın batmaya başladığı yerde, değişme isteği ve baskısı, bir zaman için kolayca, dizginlenmemiş bir güç kazanıyor. Burjuva anlamda cinsel ve evliliksel reform yetmiyor. Bir cinsel ve evliliksel devrim, proleter devrime uygun olarak, yaklaşıyor. Kadınların da, gençliğin de özellikle uğraştıklan o böylece ortaya atılmış, çok çetrefilleşmiş sorun karmaşıklığı anlaşılır bir şeydir. Öbürleri gibi, bugünkü cinsel sakıncalar karşısında, o da özellikle [çözüm için-ç.] kıvranıyor. Eskimişliğinin bütün azgınlığıyla başkaldırıyor. Bu, anlaşılır bir şeydir. Hiçbir şey, gençliğin keşişçe perhizini [sayfa 214] öğütlemekten ve pis burjuva ahlakın kutsallığından daha yanlış olmazdı. Yalnız, fiziksel bakımdan zaten ortaya çıkan cinsel konunun şu yıllarda ruhsal olarak merkezleşmesi düşündürücüdür. Etkisini ne kadar uğursuzca gösteriyor...
"Gençliğin cinsel yaşamın sorunlarına karşı değişen tutumu 'temeli'dir ve bir teoriye dayanmaktadır. Kimileri, gençliğin tutumunu 'devrimci' ve 'komünistçe' diye niteliyorlar. Öyle olduğuna gönülden inanıyorlar. Bu bende saygı uyandırmıyor. Asık suratlı bir keşiş değilsem de, gençliğin -bazan da yaşlıların- anılan 'yeni cinsel yaşamı' bana çoğu zaman katışıksız burjuvaca, burjuva genelevlerinin bir çoğaltımı gibi görünüyor. Biz, komünistlerin anladığımız gibi, bütün bunların aşk özgürlüğü ile ortak bir yanı yoktur. Komünist toplumda cinsel yaşamın eğilimlerini, aşk gereksinmelerini doyurmanın 'bir bardak su içmek' gibi basit ve önemsiz olduğunu söyleyen ünlü teoriyi elbette biliyorsunuz. Bu bir bardak su teorisi, gençliğimizin bir kesimini çıldırttı, deli etti. Birçok delikanlıya ve genç kıza alın yazısı oldu. Savunucuları bu teorinin marksist olduğunu öne sürüyorlar. Toplumun ideolojik üstyapısındaki bütün görüngüleri ve dönüşümleri onun ekonomik temelinden doğrudan doğruya ve tümüyle saptıran böyle bir marksizmi reddediyorum. Sorun hiç de bu kadar basit değil. Friedrich Engels, tarihsel materyalizmle ilgili olarak, bunu çoktan saptadı.
"Ünlü bir bardak su teorisini tümüyle marksist-dışı ve üstelik toplumsal dışı sayıyorum. Cinsel yaşamda yalnızca doğa vergisi olan değil, kültür olan da, ister yukarı ister aşağı düzeyde olsun, etkili ve geçerlidir. Engels, Ailenin Kökeni'nde, genel cinsel içgüdünün bireysel cinsel sevgiyle geliştiğini ve inceldiğini, bunun ne kadar anlamlı olduğunu göstermiştir. Cinslerin birbirleriyle ilişkileri, toplumun ekonomisi ile fizyolojik bakımdan düşünsel olarak yalıtılan fiziksel bir gereksinme arasındaki karşılıklı oyunun yalnızca bir dışavurumu değildir. Bu ilişkilerin dönüşümünü kendisi için ve bütün ideoloji ile bağlantısından çözülmüş olarak, toplumun ekonomik temeline indirmeyi istemek ussalcılık (Rationalismus) olurdu. Marksizm değil. Kuşkusuz! Susuzluk giderilmek ister. Ama normal insan, normal koşullarda sokak çamuruna yatıp bir çirkeften içer mi? Ya da kenarı birçok dudağın değmesiyle yağlanmış bir bardaktan? Hepsinden önemlisi işin toplumsal yanıdır. Su içmek gerçekten bireyseldir. Aşkta iki kişi vardır, ve bir üçüncü, yeni bir yaşam doğabilir. Bu olguda bir toplumsal çıkar vardır, topluma karşı bir ödev vardır.
"Komünist olarak, bir bardak su teorisine en küçük bir yakınlık duymuyorum, 'aşk özgürlüğü' parlak etiketini taşısa bile. Üstelik bu aşk özgürlüğü, ne yenidir, ne de komünistçedir. Özellikle geçen [sayfa 215] yüzyılın ortasına doğru, yazında 'gönüllerin özgür kılınması' olarak öğütlendiğini anımsayacaksınız. Burjuva pratiğinde etin özgür kılınması olarak kozadan çıktı. Öğüt, eskiden bugün olduğundan daha başarılıydı, pratikte nasıl olduğunu yargılayamam. Eleştirimle sanki keşişliği öğütlediğim sanılmasın. Aklımdan geçmez! Komünizm keşişler getirmemelidir, tersine, yaşam sevinci, yaşam gücü, gerçekleşmiş aşk yaşamı getirmelidir. Oysa, benim görüşüme göre, bugün sık sık gözlemlenen cinsel azgınlık, yaşam sevinci ve yaşam gücü vermiyor, yalnızca onları azaltıyor. Çağımızda devrim çetin, çok çetin (schlimm),
"Gençlik özellikle yaşam sevinci ve yaşam gücü gereksiniyor. Sağlıklı bir spor, jimnastik, yüzme, yürüme, her türlü bedensel pratik, ruhsal ilgilerde çok-yanlılık. Onlarla birlikte, olabildiği kadar çok öğrenme, inceleme, araştırma! Bütün bunlar, gençliğe, cinsel problemler üzerine sonsuz açıklamalardan ve tartışmalardan ve sözümona zamanım değerlendirmekten daha çok şey verir. Sağlıklı beden, sağlıklı ruhi Ne keşiş, ne Don Juan, ama ikisi arasında Alman darkafalısı da değil. Genç yoldaş X. Y. Z.'yi tanıyorsunuz herhalde. Olağanüstü bir delikanlı, üstün yetenekli. Korkarım, bütün bunlara karşın asla adam olmayacak. Durmadan ötüyor ve kadın öyküsünden kadın öyküsüne sendeliyor. Bu, politik savaşıma, devrime yaramaz. Kişisel romanları politika ile sarmaş dolaş olan şu kadınların savaşımlarındaki güvenirlik ve sebat üzerine bahse girmiyorum. Her iç etekliğin (jüponun) ardından koşan ve her genç kadıncığa tutulan erkeklerinki için de. Hayır, hayır, bu devrimle uyuşmaz!" Lenin yerinden fırladı, eliyle masaya vurdu ve odada birkaç adım attı.
"Devrim, güçlerin yoğunlaştırılmasını, artırılmasını gerektirir. Yığınlardan, bireylerden, d'Annunzios'un düşkünleşmiş erkek ve kadın kahramanları için normal olan içkili ve kösnülü durumlara katlanamaz. Cinsel yaşamın dizginsizliği burjuvacadır, çöküş belirtisidir. Proletarya yükselen bir sınıftır. Uyuşmak için ya da uyaran olarak sarhoşluğa -az bile olsa, alkolle sarhoşluk gibi cinsel taşkınlık sarhoşluğuna- gereksinme duymaz. Proletarya kendini unutamaz ve unutmaz, kapitalizmin iğrençliğini, pisliğini, barbarlığını unutamaz ve unutmaz. Savaşımda en kuvvetli itkiyi sınıfın durumundan, komünist ülküden alır! Açıklık, açıklık ve gene açıklık gereksir! Bundan ötürü, yineliyorum, güçlerde zayıflama, boşa harcama, tükenme olmamalı. Kendine egemenlik, özdisiplin kölelik değildir, aşkta da kölelik değildir, bağışlayınız, Clara! Konuşmamızın çıkış noktasından çok uzaklaştım. Beni neden uyarmadınız? Kaygılara kapılıp konuştum. Gençliğimizin geleceği beni çok kaygılandırıyor. Gençliğin geleceği devrimin bir parçasıdır. Ve burjuva toplumdan [sayfa 216] devrimin dünyasına -bazı asalak bitkilerin uzaklara yayılan kökleri gibi- sürünerek sokulan zararlı görüngüler ortaya çıkarsa, bunun üzerine erkenden yürümek daha iyidir. Kaldı ki, değinilen sorunlar, kadın sorununun da parçalarıdır."
Lenin büyük bir canlılık ve etkililik ile konuşmuştu. Gönlündekileri söylediğini ve söyleyişinin bunu güçlendirdiğini her sözcükte duyuyordum. Bazan enerjik bir el hareketi bir düşüncenin altım çiziyordu. Lenin'in pek büyük politik sorunların yanında tek tek görüngülere de bu kadar dikkatle eğilmesi ve onları tartışması beni şaşırtıyordu. Üstelik bunu yalnız Sovyet Rusya için değil, kapitalist ülkeler için bile yapıyordu. Yetkin bir marksistti, ve yetkin bir marksist olarak, nerede ve hangi biçimde olursa olsun, tek olanı büyükle, bütünle ilişkisi içinde ve bu bakımdan önemiyle kavrıyordu.
Yaşam istenci, yaşam amacı karşı konmaz bir doğal güç gibi, bütün ve sarsılmaz olarak bir tek şeye yönelmişti: yığınsal girişim olarak devrimin çabuklaştırılmasına. Böylece, her şeyi devrimin bilinçli itici gücüne etkisi içinde değerlendiriyordu. Ulusalı uluslararası gibi, çünkü tek tek ülkelerde ve çeşitli gelişim aşamalarında, tarihsel bakımdan belirli ve tek olanın tam değerlendirilmesi, onun gözünde, her zaman, bir tek şeye, bölünmez proleter dünya devrimine dayanıyordu.
"Yüzlerce, binlerce sözünüzü işitmediğim için çok acınıyorum. Yoldaş Lenin!" diye haykırdım. "Biliyorsunuz ki, beni imana getirmeniz gerekmiyor. Ama görüşünüzü dost ve düşman işitseydi ne kadar etkili olurdu." Lenin tatlı tatlı gülümsedi. "Sözkonusu sorunlar üzerine bir gün belki konuşurum ya da yazarım. İlerde - şimdi değil! Şimdi bütün güç ve zaman, başka şeylere verilmelidir. Daha büyük, daha zorlu sıkıntılar var. Sovyet devletlerini savunma ve sağlamlaştırma savaşımı daha sona ermedi. Polonya ile savaşa son vermeliyiz. Wrangel hâlâ güneyde. Yalnız, bu işi bitireceğimize kesin güvenim var. Bu, İngiliz ve Fransız emperyalistleri ve onların vasallarını da düşündürecek. Ama görevimizin en güç kesimi hâlâ bizi bekliyor: Kuruluş. Onunla birlikte cinsel ilişkiler, evlilik ve aile sorunları da güncelleşip ön plana çıkacak. Bu arada, gerektiği zamanda ve yerde, dövüşmelisiniz. Bu sorunların marksist-dışı ele alınmasını ve yıkıcı sapmalara ve hilelere beslenme zemini verilmesini önlemelisiniz. Ve bununla, sonunda, sizin işinize geliyorum."
Lenin saate baktı. "Size ayırdığım zamanın yarısı geçti", dedi. "Gevezelik ettim. Kadın yığınları arasında komünist çalışma için kılavuz ilkeler geliştirmelisiniz. İlkesel düşüncenizi ve pratik deneyiminizi biliyorum. Bundan ötürü çalışma üzerine konuşmamız kısa [sayfa 217] olabilir. Kılavuz ilkeleri nasıl düşünüyorsunuz?" Bu konuda yoğun bir özet verdim. Lenin, sözümü kesmeden, başını sallayarak beni onadı. Sözümü bitirince soran gözlerle baktım ona, "Anlaştık!" dedi. "işi Zinovyev ile de konuşunuz. Önde gelen yoldaşcaların bir toplantısında bu konuda bilgi vermek ve tartışmak da iyidir. Yazık ki, çok yazık ki Inessa Armand yoldaşça burada değil. Hasta, Kafkaslara gitti. Tartışmadan sonra kılavuz ilkeleri yazınız. Bir komisyon onları salık verir, ve sonunda, yürütme karara bağlar. Ben, yalnız görüşünüzü tümüyle paylaştığım birkaç ana noktada düşüncelerimi söylemek istiyorum. Günlük ajitasyon ve propaganda çalışmamız eylem ve savaşım hazırlamak ve başarılı olmak gerekiyorsa, bu çalışmamız için de önemli görünüyorsunuz bana."
"Kılavuz ilkeler, gerçek kadın özgürleşmesinin ancak komünizmle olabileceğini kesinlikle dile getirmelidir. Kadının toplumsal ve insani konumu ile üretim araçlarında özel mülkiyet arasındaki çözülmez bağlılık kuvvetle belirtilmelidir. Bununla, kadın-hakçılığı oyununa karşı kalın, silinmez ayırım çizgisi çekilir. Ama bununla, kadın sorununu toplumsal sorunun, işçi sorununun parçası olarak kavramak için ve bu niteliğiyle proleter sınıf savaşımına ve devrime bağlamak için temel de belirlenmiştir. Komünist kadın hareketinin kendisi, yığın hareketi, yalnız proleterlerin değil, tersine, her türlü sömürülenlerin ve ezilenlerin, kapitalizmin ya da bir egemenlik ilişkisinin bütün kurbanlarının genel yığın hareketinin bir parçası olmalıdır. Onun proletaryanın sımf savaşımları için ve proletaryanın tarihsel yaratısı için, komünist toplum için, anlamı bundadır. Partide, Komünist Enternasyonalde seçkin bir devrimci kadınlar topluluğumuz olduğu için gerçekten övünç duyabiliriz. Ama bu, sonuçlandıncı değildir. Kentte ve köyde çalışan milyonlarca kadını kazanmalıyız. Savaşımlarımız için ve özellikle komünist toplum devrimimiz için. Kadınlar olmadan gerçek hiçbir yığın hareketi olmaz.
"Bizim komünist anlayışımızdan örgütlenmeyle ilgili olan çıkar: Komünist kadınların ayrı (özel) hiçbir birliği yoktur. Komünist kadın, partide, komünist erkek gibi üyedir. Eşit ödevlerle ve haklarla. Bu konuda hiçbir görüş ayrılığı olamaz. Partinin organları, ya da alışılagelmiş söyleşiyle, özel görevi, en geniş kadın yığınlarını uyandırmak, partiyle bağlamak ve içlerinde sürekli etkili kalmak olan çalışma grupları, komisyonlar, kurullar, kollar olmalıdır. Kadın yığınları arasında tümüyle sistemli yolda etkin olmamız elbette buna bağlıdır. Uyandırılanları eğitmeliyiz ve Komünist Partinin önderliğindeki proleter sınıf savaşımları için kazanmalı ve donatmalıyız. Üstelik yalnız fabrikadaki ya da aile ocağındaki proleter kadını düşünmüyorum. Bence küçük köylü kadınlar, çeşitli tabakaların [sayfa 218] küçük-burjuva kadınları da sözkonusudur. Onların hepsi de kapitalizmin avıdır ve savaştan beri her zamankinden çok öyledir. Bu kadın yığınının politik-dışı, toplumsal-dışı, geri kalmış ruhu, yalıtılmış etkinlik çevresi, yaşamının bütün düzeni, birer olgudur. Onları gözönüne almamak budalalık, kesinlikle budalalık olurdu. Onlar arasında çalışmak için bize birkaç organ, özel kışkırtma yöntemleri ve örgüt biçimleri gerek. Bu feminizm değildir; bu, pratik, devrimci amaca-uygunluktur...
"Kadın yığınları arasındaki kışkırtıcı ve propagandacı etkinlik, onların uyandırılması ve tümüyle değiştirilmesi, yalnızca yoldaşların işi sayılıyor. Bu iş daha çabuk ve sağlıklı ilerlemiyor diye yalnız onlar kınanıyor. Bu yanlıştır, temelli yanlıştır! Gerek ayrılıkçılık (Separatisrnus) ve Fransızların dediği gibi Frauenrectelei à rebours, tersyüz edilmiş kadın-hakçılığı oyunudur. Ulusal kesimlerimizin yanlış düşüncesinin temeli nedir? Sovyet Rusya'dan sözetmiyorum. Son tahlilde, kadının ve yaptıklarının küçümsenmesi! Evet evet! Şu, ne yazık ki, yoldaşlarımızın çoğu için de geçerli: 'Komünisti kazı, altından darkafalı çıkar.' Elbette onun duyarlı yeri, kadınla ilgili (in puncto) anlayışı kazınmalıdır. Kadınların tek başına ev yönetimindeki o ayrıntılı, tekdüze, gereksiz yere güç ve zaman harcatan ve yıpratan çalışmayla nasıl solduğunu, o sırada ruhlarının nasıl daraldığını ve bunaldığını, yüreklerinin uyuştuğunu, istençlerinin zayıfladığım erkeklerin sessizce seyretmelerinden daha çarpıcı kanıtı var mı bunun? Çocuk bakımı da birlikte olmak üzere bütün evsel işlerini boğaz tokluğuna çalışanlara yükleyen burjuva haramlardan sözetmiyorum elbette. Sözüm, kadınların pek büyük çoğunluğu, ve özellikle bütün gün fabrikalarda çalışıp para kazanan işçi karıları için geçerlidir.
"Pek az erkek -proleterlerden de- 'karı işi'ne el atmak istediğinde, kadının bazı güçlüklerini ve yorgunluklarını ne kadar azaltabildiğini, hatta, tümüyle giderebildiğini düşünüyor. Ama hayır, bu, erkeğin dinlenmesini ve rahatını gerektiren 'erkek hakkına ve onuruna' aykırıdır. Kadının evsel yaşamı, binlerce değersiz ufak tefekte her gün kurban olmaktır. Erkeğin eski efendilik hakkı gizlice yaşayagidiyor. Kölecesi bunun öcünü -gene gizlice- nesnel olarak alıyor- Kadının geri kalmışlığı, erkeğin devrimci ülküsüne anlayışsızlığı, erkeğin savaşım sevincini ve savaşım azmini sınırlıyor. Göze çarpmayan, yavaş ama kesin kemiren ve aşındıran küçücük kurtlara benziyorlar, işçi yaşamını bilirim, üstelik yalnız kitaplardan öğrenmedim. Kadın yığınları arasındaki komünist çalışmamız, onlar arasındaki politik çalışmamız, erkekler arasındaki eğitim çalışmasının büyük bir bölümünü içeriyor. Eski efendi görüş noktasını en son, en ince köklerine kadar söküp atmalıyız - partide ve yığınlarda. [sayfa 219] Çalışan kadınlar arasında parti etkinliğini yürüten ve yöneten yoldaşçalardan ve yoldaşlardan ivedilikle bir kurmay geliştirmek gibi, bu da politik görevimizdir."
Sovyet Rusya'da bununla ilgili durumu sormam üzerine Lenin şu yanıtı verdi: "Proleter diktatörlüğün hükümeti, elbette Komünist Parti ve işçi sendikaları ile birlikte, erkeklerin ve kadınların geri kalmış kavrayışını altetmek için, eski komünistçe olmayan psikolojiyi yere sermek için her şeyi yapıyor. Yasamada tam kadın ve erkek eşitliği doğaldır. Hak eşitliğini sağlama gönülden çabası, bütün alanlarda kendini gösteriyor. Kadınları toplumsal ekonomiye, yönetime, yasamaya ve hükümete katıyoruz. Mesleki ve toplumsal yapıcılıklarını geliştirmek için onlara bütün kursları ve yetiştirme yurtlarını açıyoruz. Ortak mutfaklar, genel aşevleri, yıkama ve onarma yerleri, kreşler, çocuk yuvaları ve çocuk yurtları, çeşitli eğitim kurumları kuruyoruz. Kısaca, programımız gereğince, tek başına ev yönetiminin toplumsal ve eğitsel görevlerini topluma aktarmak için elimizden geleni yapıyoruz. Böylece kadın, eski ev-köleliğinden ve erkeğe her türlü bağımlılıktan kurtuluyor. Kadınlara, yeteneğe ve eğilime göre, toplumda tam etkinlik olanağı sağlanıyor. Çocuklar, evdekinden daha elverişli eğitim koşullarına kavuşuyor. Dünyanın en iyi kadın-işçileri-koruma yasaları bizde, ve onları örgütlü işçilerin vekilleri uyguluyor. Doğumevleri, ana ve bebek yurtları açıyoruz. Anneler için danışmanlıklar, bebek ve çocuk bakımı için kurslar, ana ve bebek sağlığı ile ilgili sergiler vb. düzenliyoruz. Yoksun ve işsiz kadınların sıkıntılarını gidermek için en ciddi çabaları gösteriyoruz.
"Biliyoruz ki, bu, çalışan kadın yığınlarının gereksindiklerine oranla henüz çok değildir, onların gerçek kurtuluşu için henüz her şey olmaktan uzaktır. Bununla birlikte, çarcı-kapitalist Rusya'da olanla karşılaştrılırsa, işitilmedik bir ilerlemedir. Kapitalizmin henüz sınırsız egemen olduğu yerlerde olanla karşılaştınlınca bile çoktur. Doğru yönde iyi bir başlangıçtır, ve bunu, şaşmadan, bütün gücümüzle daha da geliştireceğiz; siz dışardakiler buna inanabilirsiniz! Çünkü Sovyet devletlerinin varlığı her gün açıkça gösteriyor ki, milyonlarca kadın olmadan ilerlemeyiz. Nüfusun tam yüzde-sekseninin köylü olduğu bir ülkede bunun ne demek olduğunu bir düşününüz. Küçük-köylülük, tek başına ev yönetimi, kadının ona zincirlenmesi demektir, Bu bakımdan onu bizden çok daha iyi ve kolay benimseyecektir. Şu koşulla ki, proleterleriniz de sonunda iktidarı ele geçirmek için, devrim için şeylerin tarihsel olgunluğunu bir kez kavrasınlar. Bununla birlikte, büyük güçlüklere karşın kuşkulanmıyoruz. Güçlerimiz, güçlüklerle birlikte artıyor. Pratiğin zorunluğu, bizi, kadın yığınlarının köleliğine son vermek için de yeni [sayfa 220] yollara itecek. Sovyet devletiyle işbirliği halinde, kooperatifçilik büyük işler başaracak. Elbette o eski devrimci coşkunlukları uçup gitmiş reformcuların öğütledikleri gibi burjuva anlamda değil, komünist anlamda kooperatifçilik.
"Kooperatif etkinliği geliştiren ve onunla kaynaşan kişisel bir inisiyatif de kooperatifçilikle elele gitmelidir. Proleter diktatörlükte gerçekleşen komünizmle kadının kurtuluşu köyde de olacak. Sanayimizi ve tarımımızı elektriklendirmenin bunun için iyi olacağını umuyorum. Pek büyük bir iş bu! Yapılmasındaki güçlükler de büyük, korkunç büyük. En yoğun yığın güçleri onun başanlması için özgürleştirilip eğitilmeli. Milyonlarca kadının gücü buna katılmalı."
Lenin'le kadın hareketi üzerine daha sonraki bir görüşmeyi aşağı yukarı iki hafta sonra yaptım. Lenin bana geldi...
Lenin kılavuz ilkelerin ya da tezlerin ne durumda olduğunu sordu. Moskova'da bulunan bütün önde gelen yoldaşçaların katıldığı ve görüşlerini açıkladığı büyük bir komisyonun toplandığım bildirdim ona. Kılavuz ilkeler hazırdı ve yakında küçük bir komisyonda tartışılmaları gerekiyordu. Lenin, III. Dünya kongresinin sorunu yeterince kapsamlı ele alması amacına ulaşmamız gerektiğini düşünüyordu. Yalnız bu olgu bile yoldaşların bazı önyargılarını silecekti. Bundan başka, her şeyden önce yoldaşçalar işe sıkı sarılmalıydı hem de sıkıca. "Yürekli teyzeler gibi mırıldanmak yok, savaşçı kadınlar olarak yüksek sesle, açık konuşmalı!" diye haykırdı Lenin coşkuyla. "Bir kongre, kadınların romanlarda olduğu gibi incelikle göz kamaştırmaları gereken bir salon değildir. Kongre bir savaşım yeridir. Orada devrimci uygulama bilgileri uğruna savaşırız. Savaşabildiğinizi gösterin! Önce elbette düşmanlarla, ama gerekli ise, parti içinde de. Büyük kadın yığınları söz konusudur. Rus partimiz onların başarısına yardım eden bütün önerilere ve önlemlere başvuracak. Bu yığınlar bizimle birlikte değilseler, o zaman karşı-devrimciler onları bize karşı sürmeyi başarabilirler. Bunu her zaman düşünmeliyiz."
"Kadın yığınlarını, Von Stralsund'un dediği gibi, gökyüzüne zincirlenmişlerse, kazanmalıyız", diye toparladım Lenin'in düşüncelerini. "Bence, gür kaynayan yaşamı, çabuk ve kuvvetli atan nabzıyla devrim çevresinde, yaratıcı kadın yığınları arasında büyük bir uluslararası eylem planı buraya varır. Bunun için bana özel itkiyi partisiz büyük kadın konferanslarınız ve kadın kongreleriniz verdi. Onları ulusal düzeyden uluslararası düzeye aktarmayı denemeyi göze almalıyız. Gerçektir ki, dünya savaşı, sonuçlarıyla çeşitli toplumsal sınıflann ve katmanların en geniş kadın yığınlarını derinden sarsmıştır. Bu yığınlar kaynaşmaya başlamış, harekete geçmiştir. [sayfa 221] Geçim kaygıları yüzünden, kadınların pek çoğunun eskiden hiç düşünmediği, pek azının açıkça kavradığı sorunlar, onların önünde en acılı sıkıntılar halinde duruyor. Burjuva toplum bu sorunlara doyurucu bir çözüm bulacak halde değildir. Bunu yalnız komünizm başarabilir. Kapitalist ülkelerin en geniş kadın yığınlarına bunu anımsatmalı ve bu amaçla yansız bir uluslararası kadın kongresi düzenlemeliyiz."
Lenin hemen yanıt vermedi. Bakışı sanki içe dönük, ağzı kenetlenmiş, alt dudağı biraz öne çıkık, düşündü, "Evet", dedi, sonra "bunu yapmalıyız. Plan iyidir. Ama, iyi uygulanmazsa, iyi, hatta en yetkin plan hiçbir şeye yaramaz. Uygulama üzerinde de düşündünüz mü? Bu konuda nasıl düşünüyorsunuz?" Lenin'e bu konudaki düşüncelerimi ayrıntılı olarak sundum. Önce, kongrenin hazırlanması, yapılması ve değerlendirilmesi için çeşitli ülkelerdeki ulusal yoldaşça kesimlerimizin candan ve iyice anlaşmalarıyla bir komite kurulmalıydı. Bu komitenin hemen açıkça ve resmen çahşmaya başlayıp başlamaması, henüz düşünülecek bir amaca-uygunluk sorunuydu. Herhalde, ilk görev, komitenin ayrı ayrı ülkelerdeki üyelerinin, sendikalarda örgütlenmiş kadın işçilerle, politik proleter kadın hareketleriyle, her türlü ve her yönlü burjuva kadın örgütleriyle, saygın hekim, öğretmen, yazar vb. kadınlarla ilişki kurmaları ve ulusal bir hazırlık ve çalışma kurulunun toplanması idi. Bu ulusal komitelerin üyelerinden, uluslararası kongreyi hazırlaması, toplantıya çağırması, gündemini düzenlemesi, toplanacağı yeri ve zamanı saptaması gereken uluslararası bir kurul oluşurdu.
Benim görüşüme göre kongre her şeyden önce şunu ele almalıydı: Mesleki çalışmada kadının hakkı. Bununla birlikte işsizlik, eşit iş için eşit ücret ve aylık, yasal sekiz saatlik işgünü ve kadın işçilerin korunması, sendika ve meslek örgütleri, ana ve çocuk için toplumsal yardım, ev kadının ve ananın yükünü hafifletmek için toplumsal düzenlemeler vb. sorunları ortaya atılmalıydı. Ayrıca şu da gündeme alınmalıydı: Kadının aile ve evlilik hukukundaki ve kamusal politik hukukdaki konumu. Bu önerileri gerekçelendirdim ve sonra ayrı ayrı ülkelerdeki ulusal kurulların toplantılarda ve basında yürütecekleri planlı bir kampanya ile kongreyi nasıl iyiden iyiye hazırlamaları gerektiğini ayrıntılarıyla anlattım. Bu kampanya, en büyük kadın yığınlarına seslenmek için, onları tartışmaya konu edilen problemle en ciddi biçimde uğraşmaya özendirmek ve dikkatlerim kongreye ve dolayısıyla komünizme ve Komünist Enternasyonalin partilerine çekmek için olağanüstü önemliydi. Kampanya, bütün toplumsal katmanların çalışan, yaratan kadınlarına uygulanmalıydı; kongreye, açık kadın toplantılarına katılanların olduğu gibi, anılan bütün örgütlerin temsilcilerinin de katılmasını [sayfa 222] ve işbirliğini sağlamalıydı. Kongre, burjuva parlamentodan bambaşka bir anlamda bir "halk temsilciliği" olmalıydı...
Lenin, ben anlatırken, birçok kez onayarak başını salladı ya da kısa, onayıcı sözler söyledi. "Bana öyle geliyor ki, sevgili yoldaşça" dedi, "sorunu politik bakımdan ve örgütsel bakımdan ve özü bakımından çok iyi düşünmüşsünüz. Belirlenen durumda böyle bir kongrenin önemli bir görevi yerine getirebileceğine kesinlikle inanıyorum. En geniş kadın yığınlarını, özellikle her meslekten kadın yığınlarını, kadın sanayi işçilerini, evde çalışan kadınları, öğretmen kadınları ve öbür görevli kadınları bizimle ilişkilendirme olanağını bağrında taşıyor, iyi olur bu, çok iyi olur! Büyük ekonomik savaşımlardaki ya da politik grevlerdeki durumu düşünelim. Bilinçli şahlanan kadın yığınlarıyla devrimci proleterde ne büyük bir güç artımı! Elbette böyle başarmamız ve savunmayı bilmemiz önkoşuluyla. Kazanç büyük, gerçekten pek büyük olur. Ama birkaç sorun üzerine nasıl düşünüyorsunuz? İktidarların kongre girişimini çok uygunsuz saymaları, kongreyi engellemeyi denemeleri olasıdır. Bununla birlikte kongreyi kabaca bastırmayı asla göze almayacaklardır. Onların yapacakları, sizi korkutmayacak..."
Bunun üzerine, Lenin'e, resmî makamların kongreye karşı demir yumrukla güç karşı çıkacakları yanıtını verdim. Kongreye karşı yalan dolanlar ve kabalıklar yalnızca kongreyi, bizi kışkırtırdı...
Umut dolu olarak hazırlık çalışmalarına gittim. Ne yazık ki, kongre, bir zamanlar Sovyet Rusya dışındaki en iyi kadın hareketini yürüten Alman ve Bulgar yoldaşçaların karşı koyması üzerine suya düştü. Kongreyi reddettiler. Bunu Lenin'e bildirdiğim zaman şöyle karşılık verdi: "Yazık, çok yazık! Yoldaşçalar, en geniş kadın yığınlarına bir umut perspektifi açma ve böylelikle onları proleterin devrimci savaşımlarına katma parlak fırsatını harcadılar. Kim bilir, böyle uygun bir firsat belki gene ele geçiverir. Ama görevin kendisi yapılmadan kaldı. Kapitalizm yüzünden korkunç acı çeken kadın yığınlarına ulaşma yolunu aramalısınız. Ne olursa olsun, bunu denemelisiniz! Bu zorunluk karşısında geri çekilmek olmaz! Komünistlerin önderliğinde örgütlü yığın etkinliği olmadan kapitalizm yenilmez, komünizm kurulmaz. Ve bundan ötürü, sonunda, kadın yığınlarının Acheron'u[88] da harekete geçmelidir." [sayfa 223]
Clara Zetkin, Erinnerungen an Lenin. Ausgewählte Reden und Schriften,
Band III, Berlin 1960, s. 129-159.
Dipnotlar
[1] Bkz: bu yapıtın 189. sayfası -Ed.
[2] Bunun ardından anlatılanları yazdıktan sonra, Illuminated Magazine'de (Ekim 1844), Londra'daki işçi bölgeleri üzerine bir makale gözüme çarptı. Bu makale, anlattıklarımla birçok yerde sözcük sözcük, ama olguya göre her yerde tümüyle uyuşuyordu. Başlığı şöyleydi: ... [Yoksulların Konutları, Bir Tıp Doktorunun Not Defterinden].
[3] Sheriff Alison, (The) Princ(iples) of Population, vol. II.
[4] "Lancashire'de pamuk işleyim dallarının birkaçında emek ücretiyle ilgili durum çabucak değişti; parça başına ve başka türlü çalışan ve haftada 8 veya 9 shillingden çok kazanmayan 20-30 yaş arasındaki yüzlerce genç erkeğin yanında, aynı çatı altında, 10-20 shilling haftalıkla çalışan 15 yaşında oğlanlar ve 16-20 yaşlarında genç kızlar var". Fabrika Denetçisi L. Horner'in raporu, Ekim 1844.
[5] İlk gece hakkı. -ç.
[6] Ne pahasına olursa olsun. -ç.
[7] Karş: Weekly Dispatch, 17 Mart 1844.
[8] Şimdiki İngiliz mizahçıların en yeteneklisi ve bütün mizahçılar gibi insani duygularla dolu, ama her türlü ruhsal enerjiden yoksun Thomas Hood, dikici kadınların yoksulluğu bütün gazeteleri doldurduğu zaman, 1844 yılının başlarında güzel bir şiir yayımladı: "The Song of the Shirt", Gömleğin Türküsü adlı bu şiir kimi burjuva kızların gözlerinden acımalı ama yararsız gözyaşları akıttı. Şiiri burada yineleyebilmeme yeter yerim yok; ilkin Punch'ta çıktı ve sonra gazetelerde yer aldı. Dikici kadınların durumu o zamanlar bütün gazetelerde söz konusu edildiği için özel alıntılar yapmak gereksizdir.
[9] Söyledim ve kurtuldum.
[10] Kadınların uğraşlarını betimlemiş olan Bayan Gorbunova, kazançları yanlış olarak 18 kopek ve 37.77 ruble hesaplıyor, çünkü yalnız her uğraşla ilgili ortalama verilerle çalışıyor ve ayrı ayrı uğraşlardaki kadın sayısının farklı olduğunu dikkate almıyor.
[11] Moskova Eyaleti İçin İstatistik Veriler Dermesi, c. VII, Kesim II, s. 104.
[12] İbid., s. 285.
[13] Vladimir Eyaletindeki Uğraşlar, III, 63. Karş: İbid., 250.
[14] Rept. etc, 30 th Sept., 1844, s. 15
[15] Yasa, her gün çalışmayıp da gün aşırı çalışan çocukların 10 saat çalıştırılmalarına izin vermektedir. Aslında bu madde işlemez halde kaldı.
[16] "Çalışma saatlerinde yapılacak bir kısaltma, daha çok sayıda çocuğun çalıştırılmalarına yolaçabilecegi için, 8-9 yaşlarında ek bir çocuk işçi arzının artan talebi karşılayabileceği sanıldı." (l.c, s. 13.)
[17] Amerikan iç savaşının yol açtığı pamuk bunalımı sırasında, pamuk işçilerinin sağlık durumlarını incelemek için İngiliz hükümetince Lancashire, Cheshire ve başka yerlere gönderilen Dr. Edward Smith, sağlık açısından ve işçilerin fabrika atmosferinden uzaklaşmaları dışında bu bunalımın bazı yararlı yanları olduğunu bildirmiştir. Kadınların, şimdi "Godfrey's cordial" ile zehirlenmek yerine, bebeklerini emzirmek için yeterli boş zamanları vardı. Yemek pişirmeyi öğrenecek zamanları da vardı. Ama ne yazık ki, bu sanatı, tam da, pişirecek bir şeyleri olmadığı bir sırada öğrenmişlerdi. Sermayenin kendini genişletme amacıyla, aile yuvaları için gerekli-emeğe bile nasıl el koyduğunu buradan da görüyoruz. Bu bunalım, aynı zamanda, işçilerin kızlarının dikiş okullarında dikiş öğrenmeleri için de yararlı olmuştur. Bütün dünya için iplik eğiren emekçi kızların dikiş dikmeyi öğrenebilmeleri için, bir Amerikan devrimi ve uluslararası bir bunalım gerekmişti!
[18] "Erkekler yerine gitgide daha fazla kadın ve hepsinden fazla da, yetişkin işçi yerine çocuk çalıştırılması nedeniyle işçilerin sayı bakımından artışları çok fazlaydı. On üç yaşında üç kız çocuğu, haftada 6 şilin ile 8 şilin arasında değişen ücretle, gene haftada 18 şilin ile 45 şilin arasında ücret alan tek bir yetişkin, erkek işçinin yerini almıştı." (Th. de Quincey, The Logic of Political Econ., London 1844, s. 147, not.) Çocuk bakımı ve emzirme gibi bazı aile görevleri bütünüyle ortadan kaldırılabilir şeyler olmadığı için, sermayenin el koyduğu analar, bunun bir çaresini bulmak zorundaydılar. Dikiş, yama ve tamir gibi ev işlerinin yerine, hazır eşya satın alınması gerekecekti. Böylece evde harcanan emek azaldıkça, harcanan para miktarı artıyordu. Ailenin geçim giderleri çoğalıyor, kazanç fazlasını alıp götürüyor. Buna ek olarak, yaşamak için gerekli maddelerin tüketimi ve hazırlanmasında tasarruf ve yerinde karar verme olanaksız hale geliyordu. Resmî ekonomi politik tarafından gizlenen bu olgularla ilgili bol bilgi, Children's Employment Commission fabrika denetmenleri raporlarında ve özellikle de Reports on Public Health'te bulunabilir.
[19] İngiliz fabrikalarında, erkek işçilerin sermayeden zorla elde ettikleri, kadın ve çocukların çalışma saatlerinin kısaltılması gibi büyük bir olgu ile taban tabana karşıt bir durumu, Çocukları Çalıştırma Komisyonunun en son raporlarında, işçi çocukların ana ve babalarının çocuklar üzerindeki aşağılık tutumları ile ilgili ve gerçekten dehşet verici ve tamamıyla köle ticaretini andırır davranışlarında görüyoruz. Ama aynı ikiyüzlü kapitalist, aynı raporlardan görülebileceği gibi, kendi eliyle yarattığı, sürdürdüğü, sömürdüğü ve üstelik, "çalışma özgürlüğü" adını taktığı bu vahşeti lanetler. "Hatta kendi günlük ekmeklerini kazanmaları için ... çocuk işçiler yardıma çağrılmıştı. Kendileri için çok ağır olan böylesine güç bir çalışmaya dayanacak güçten, gelecekteki yaşamlarına yön verecek eğitimden yoksun bir halde, fizik ve moral yönden pis bir ortam içersine fırlatıp atıldılar. Kudüs kentinin Titüs tarafından yıkılması üzerine bir Yahudi tarihçi, insanlığını yitirmiş bir ananın korkunç açlığını gidermek için kendi öz evladını feda etmesi üzerine, bu kentin böylesine bir yıkıma uğramasına hiç şaşmamak gerektiğine dikkati çekmişti." (Public Economy Concentrated, Carlisle 1833, s. 66)
[20] A. Redgrave, Reports of Insp. of Fact., for 31st October, 1858, s. 40. 41.
[21] Children's Employment Commission, Fifth Report, London 1866, s. 81, n° 31. [Dördüncü Almanca baskıya ek. - The Bethnal Green ipekli sanayii şimdi neredeyse yok olmuştur. - F. E.]
[22] Children's Employment Commission, Third Report, London 1864, s. 53 n° 15
[23] l.c, Fifth Report, s. XXII, n° 137.
[24] Sixth Report on Public Health, Lond. 1864, s. 34.
[25] "Bu "(1861 araştırması)"... ayrıca şunu da göstermiştir ki, anlatılan koşullar altında çocuklar, annelerinin çalışmalarından ileri gelen ihmal ve bakımsızlık yüzünden yok olup gittikleri gibi, anneler de çocuklarına karşı elem verici derecede yabancılaşmakta, çoğu kez ölümleri karşısında fazla keder duymamakta ve hatta bazen ... bunu sağlamak için doğrudan önlem almaktadırlar." (l.c.)
[26] l. c, s. 454.
[27] l. c, s. 454-463. Dr. Henry Julian Hunter'ın, İngiltere'nin bazı kırsal bölgelerindeki fazla çocuk ölümleri üzerine raporu.
[28] l. c, s. 35,455, 456.
[29] l. c, s. 456.
[30] Tarımsal bölgelerde olduğu gibi fabrika bölgelerinde de, hem erkek ve hem de kadın yetişkin işçiler arasındaki afyon tüketimi, her gün biraz daha artmaktadır. "Uyuşturucu madde satışını hızlandırmak ... bazı girişken toptancı tüccarların başlıca amacıdır. Eczacılar bunu, sürümü en fazla madde saymaktadırlar." (/. c, s. 49.) Uyuşturucu madde alan çocuklar, "ihtiyar adamlar gibi kavrulmakta" ya da "küçük maymunlar gibi kartlaşmaktadırlar." (/. c, s. 460.) Burada, Hindistan ile Çin'in, İngiltere'den nasıl öç aldıklarım görüyoruz.
[31] l. c, s. 37.
[32] Rep. of. Insp. of Fact, for 3 İst Oct., 1862, s. 59. Mr. Baker daha önce hekimlik yapmıştır.
[33] L. Horner, Reports of Insp. of Fact, for 30th June 1857, s. 17.
[34] L. Horner, Rep. of Insp. of Fact, for 31st Oct. 1855, s. 18, 19.
[35] Sir John Kincaid, Rep. of Insp. of Fact, for 31st Oct., 1858, s. 31, 32.
[36] L. Horner, Reports etc, 31st Oct., 1857, s. 17, 18.
[37] Sir J. Kincaid, Reports etc, 31st Oct., 1856, s. 66.
[38] A. Redgrave, Rep. Of lnsp. Of Fact. for 31st Oct., 1857, s. 41-42. Fabrika yasasının (metinde sözü edilen basma işleri yasası değil) bir süredir yürürlükte bulunduğu sanayi kollarında, eğitim maddesinin önüne çıkan engeller soır yıllarda kaldırılmıştır. Yasa kapsamına girmeyen sanayi kollarında, cam fabrikatörü Mr. J. Geddes'in görüşleri hâlâ geniş ölçüde egemendir. Araştırma komisyonu üyesi Mr. White'a şu bilgileri vermiştir: "Benim gördüğüm kadarıyla, işçi sınıfının bir kısmının son yıllarda yararlandığı daha büyük ölçüdeki eğitim, kötü bir şeydir. Onları bağımsız hale getirdiği için tehlikelidir." (Children's Empl. Comm., Fourth Report, Lond. 1865, s. 253.)
[39] Paçavra ticareti ve sayısız ayrıntılar için bkz: Public Health, VIII, I. Rep., Lond. 1866, ek, s. 196, 208.
[40] Burada sözünü ettiğim çiviler, çekiçle dövülerek yapılır ve makineyle kesilen ve yapılan çivilerden farklıdır. Bkz: Ch. Empl. Comm., Third Rep., s. XI, XIX, n° 125-130; s. 52, n° 11; s. 114, n° 487; s. 137, n° 674.
[41] Ch. Empl. Comm., II. Rep., s. XXII, n° 166.
[42] Ch. Empl. Comm., II. Rep., 1864, s,XIX, XX, XXI.
[43] l. c, s.XXI, XXII.
[44] l. c, s. XXIX, XXX
[45] l. c, s. XL, XLI.
[46] Child. Empl. Comm., I. Rep., 1863, s. 185.
[47] Ch. Empl. Comm., II. Rep., 1864, s. LXVIII, n° 415.
[48] İngiltere'de kadın şapkacılığı ve terziliği, çoğu kez, işverene ait binalarda yapılır; kadın işçilerin bazıları buralarda kalırlar, bazıları da başka yerlerde otururlar.
[49] Acıma ve merhamete sığınmış. -ç.
[50] Komisyon üyesi Mr. White, hemen hemen hepsi kadın olan, 1.000 ila 1.200 kişi çalıştıran bir askerî elbise manüfaktürü ile 1.300 kişi çalıştıran bir ayakkabı fabrikasını ziyaret etmişti; buralarda çalışanların neredeyse yarısı çocuk ve genç işçilerdi.
[51] Bir örnek. Genel sayım memurunun 26 Şubat 1864 tarihli haftalık raporunda, 5 tane açlıktan ölüm olayı vardı. Aynı gün The Times, bir başka olayı daha bildiriyordu. Tek bir haftada açlık nedeniyle altı ölüm olayı!
[52] Child. Empl. Comm., Second Rep., 1864, s. LXVII, n° 406-409; s. 84, n° 124; s. LXXIII, n° 441; s. 68, n° 6; s. 84, n° 126; s. 78, n° 85; s. 76, n° 69; s. LXXII, s.438.
[53] "Gerekli binalar ile işyerlerinin kira bedelinin, bu noktada en önemli öğe olduğu anlaşılıyor; bu nedenle, küçük girişimlere ve ailelere iş verme esasına dayanan eski sistemin en uzun sürdüğü ve en erken başladığı yer başkent olmuştur." (l. c. s. 83, n° 123.) Bu tümcenin son kısmı, yalnızca kunduracılığa aittir.
[54] Şef olarak-ç.
[55] Eldivencilik ve işçilerin durumunun yoksullardan pek de farklı olmadığı diğer sanayilerde, bu durum görülmez.
[56] l. c, s. 83, n° 122.
[57] Toptancı çizme ve ayakkabı işinde yalnız Leicester'de, 1864 yılında 800 dikiş makinesi kullanılıyordu.
[58] l. c, s. 84, n° 124.
[59] Örnekler: Londra'da Pimlico ordu elbise deposu, Londonderry'de Tillie ve Henderson gömlek fabrikası ve Limerick'te 1.200 işçi çalıştıran Tait elbise fabrikası.
[60] Tendency to Factory System (l. c, s. LXII.) "Şu sırada bütün işkolu bir geçiş durumunda olup, dantelâcılığın, dokumacılığın, vb. geçirdiği aynı değişikliği geçiriyor." (l. c, n° 405.) "Tam bir devrim." (l. c, s. XLVI, n° 318.) 1840 yılında, Çocukları Çalıştırma Komisyonunun görev tarihinde çorap yapımı henüz bir el işiydi. 1846'dan beri, buharla çalışan çeşitli makineler kullanılmaya başlandı, İngiltere'de çorap yapımında her iki cinsiyetten ve 3 yaşından yukarı her yaşta çalıştırılanların toplam sayısı, 1862 yılında 12.000 kadardı. 11 Şubat 1862 tarihli parlamento kararına göre, bunlardan ancak 4.063'ü fabrika yasaları kapsamına giriyordu.
[61] Örneğin, çömlekçilik işkolu için, Britain Pottery (Glasgow) firmasından Mr. Cochrane şöyle demiştir: "Üretim miktarını devam ettirmek için çok sayıda makine kullanma yoluna gittik ve bunları hünersiz işçiler çalıştırmaktadırlar; eski yönteme göre daha fazla üretimde bulunabileceğimize, her geçen gün daha fazla inanmaktayız. (Rep. of Insp. of Fact, 31st Oct., 1865, s. 13.) "Fabrika yasaları, daha fazla makine kullanılması yolunda etki yapmaktadır." ( l. c, s. 13-14.)
[62] Böylece, çömlekçiliğin, fabrika yasaları kapsamına alınmasıyla, elle kullanılan çarkların yerine, çok sayıda buharlı çarklar kullanılmaya başlandı.
[63] Dantelâcılık ile hasır örmeciliğinde gördüğümüz ve Sheffield, Birmingham vb. metal işlerinde daha ayrıntılı şekilde gösterilebileceği gibi bu tür işler genellikle küçük işyerlerinde yapılmaktadır.
[64] Kılavuz'a. göre, 1890'da Avrupa Rusya'sındaki fabrika ve atölyeler 210.207'si (%24) kadın 17.793'ü (%2) oğlan çocuk ve 8.216'sı (%1) kız çocuk olan, toplam 876.764 işçi çalıştırıyordu.
[65] "Yoksul dokumacı-kadın, babasının ve kocasının ardından fabrikaya gider ve onların yanında ve onlardan bağımsız olarak çalışır. O da, erkek gibi, ekmeğini kazanmaktadır." "Fabrikada ... kadın, kocasından ayrı, tamamen bağımsız bir üreticidir." Kadın fabrika işçileri arasında, okur-yazarlık görülmemiş bir hızla yayılmaktadır. (Vladimir Eyaleti Sanayileri, III, 113, 118, 112 ve diğer yerlerde.) Bay Karizomenov şu sonucu çıkarmakta tamamen haklıdır: sanayi, "kadının, aileye ... kocaya olan iktisadi bağımlılığını yıkar. ... Fabrikada kadın erkeğe eşitir; bu proleterliğin eşitliğidir. ... Sanayinin kapitalistleşmesi, kadının ailedeki bağımsızlığı uğruna savaşımında önemli bir etkendir." "Sanayi, kadın için, ailesinden ve kocasından tümüyle bağımsız olduğu yeni bir durum yaratır." (Yuridiçeski Vestnik, 1883, n° 12, s. 582, 596.) Moskova Eyaletine Ait İstatistiki Sonuçlar'da (c. VII. Kısım II. Moskova 1882, s. 152, 138-139), araştırmacılar, elle ve makine ile çorap yapımında çalışan kadınların durumunu karşılaştırmaktadırlar. El işçilerininkiler ise 14-30 kopek kadardır. Makine üretiminde çalışan kadının koşulları şöyle tanımlanmaktadır: "... Karşımızda özgür, hiçbir engel tanımayan, aileden ve köylü kadının yaşam koşullarını oluşturan her şeyden kurtulmuş bir genç kadın, her an bir yeni, bir başka yer için, bir patronu bir başkası için terkedebilecek ve her an kendini işsiz ... bir lokma ekmekten yoksun bir durumda bulabilecek bir genç kadın durmaktadır. ... El üretiminde örücülerin ücreti pek azdır, yiyeceğini karşılamaya yetmeyen, yalnızca eğer o, verilmiş-toprak sahibi olan ve çiftçilik yapan bir ailenin üyesi olarak, kısmen o toprağın ürününden de yararlanıyorsa, kabul edilebilir bir kazançtır; makine üretiminde, çalışan kadın, yiyecek ve çaya ek olarak, ... ailesinden uzakta yaşamasını ve ailenin topraktan aldığı gelir olmaksızın geçinmesini mümkün kılan bir kazanç da sağlar. ... Üstelik, bugünkü koşullarda, makine sanayiindeki kadın işçinin kazancı daha güvenlidir."
[66] Yoksullar Yasası Komisyonunun İrlanda üzerinde raporu, 1837 parlamento dönemi.
[67] Principles of Population, II. vol.
[68] Kısır döngü. -ç.
[69] Sixth and Last Report of the Children's Employment Commission, 1867 Martının sonunda yayınlanmıştır ve yalnız, tarımdaki ekip sistemini ele almaktadır.
[70] İşbilir, becerikli. -ç.
[71] Bazı ekip başları, bununla birlikte 500 acre 'lık çiftliklerin ya da sıra sıra evlerin sahibi durumuna yükselmeyi başardılar.
[72] Çiçeksel döllenme, (Charles Fourier, Le nouveau monde industriel et sociétarie, Paris 1829, Kesim 5, 36. bölüme ek ve bölüm 6.) -ç.
[73] "Ludfordlu kızların yarısı bu ekipler ile düşüp kalkarak mahvoldular." l. c, s. 6. § 32.
[74] Tesyakov, l. c, 72.
[75] Güzel dünya. -ç.
[76] Fabrikalarda çalışan kadınların ne kadar çok olduğu bir fabrikacının kendi tanıklığından anlaşılıyor. Lancashire'da 412 fabrikada 10.721 evli kadın çalışıyor; kocalarından yalnız 5.314'ü fabrikalarda, 3.927'si başka yerlerde çalışıyor; 821'i işsiz ve 659'u hakkındaki bilgi eksik. Demek ki her fabrikada tam üç değilse de iki erkek karılarının emeğiyle geçiniyor.
[77] Yetkinleşebilen yetkinleşebilirliğin yetkinleşmesi ve yüce gerçeklik, -ç.
[78] Tatlı ticaret. -ç.
[79] [Üçüncü Almanca baskıya not. - İnsanlığın ilkel durumları üzerinde daha sonra derinlemesine yaptığı incelemeler, yazarı, başlangıçta ailenin gelişerek kabile halini almadığı, tersine, kabilenin kan ve akrabalığa dayanan insan topluluğunun ilk ve kendiliğinden gelişmiş şekli olduğu ve kabile bağının gevşemeye başlaması ile birlikte, daha sonraları, ailenin pek çok ve çeşitli şekillerinin geliştiği sonucuna götürmüştür. -F. E. ]
[80] "İlkel kolektif mülkiyetin özgül olarak bir Slav, hatta özellikle Rus mülkiyet biçimi olduğunu sanmak, son zamanlarda çok yaygın olan gülünç bir önyargıdır. Bu ilkel biçimi, Romenlerde, Cermenlerde, Keltlerde saptamak mümkündür, ama bunun kalıntı halinde olsa bile, Hindistan'da birçok çeşitlerine hâlâ rastlanmaktadır. Asya'da ve özellikle Hindistan'da, kolektif mülkiyet biçimlerinin ayrıntılı bir incelemesi bu çeşitli ilkel kolektif mülkiyet biçimlerinin dağılmakla değişik mülkiyet biçimlerini doğurduklarını gösterirdi. Böylece, örneğin Romada ve Cermenlerdeki değişik özgün tipteki özel mülkiyeti, Hindistan'da bulunan çeşitli kolektif mülkiyet biçimlerinden tümdengelim yoluyla bulmak mümkündür." (Karl Marks. Zur Kritik..., s. 10. [Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 53. not].)
[81] "Fabrika işi, ev işi kadar temiz ve yetkin olabilir ve belki daha fazla." (Rep. Of lnsp. of Fact, 3 ist Oct., 1865, s. 129.)
[82] "Tatlı". -ç.
[83] Bir bu resme, bir de şuna bakın. -ç.
[84] Yüzyıllardan yüzyıllara. -ç.
[85] Fiili durumdan sözleşmeye -ç.
[86] Hem "insan hakkı" hem "erkek hakkı" anlamına gelir. -ç.
[87] Kadın hakkı -ç.
[88] Yunan mitolojisinde yeraltı ırmağı. -ç.