FAŞİZM ÜZERİNE  


Faşizm nedir, hangi sınıfın hizmetindedir?
Kelime olarak Faşizm, Roma İmparatorluğunda devlet iktidarının ve
siyasi birliğin simgesi küçük baltalara verilen isim 'Fasces'ten
gelmektedir. Ama toplumsal gerçeklik içinde ifade ettiği anlam çok
daha farklıdır.
“Faşizm, finans-kapitalin en gerici, en şoven ve en emperyalist
unsurlarının açık terörcü diktatörlüğüdür.”(Dimitrov) Faşizm, sınıflar
üstü bir uygulama veya yönetim biçimi değildir. O, emperyalizm
dönemde ortaya çıkan bir devlet biçimidir.
Emperyalizm, kapitalizmin tekelci aşamasıdır. Emperyalizm
aşamasında, ekonomide serbest rekabetin payı nispi olarak azalmış,
tekeller egemen hale gelmişlerdir. Emperyalizmin temel ekonomik
özelliği onun tekelci niteliğidir. Artık kendi ülkesindeki sömürüyle
yetinemeyen, tekeller arasındaki rekabeti iliklerinde hisseden
burjuvazi yeni sömürü alanlarına el atmıştır. Yapılan yığın üretimi
burjuvaziyi, gerekli olan hammadde kaynakları, yeni pazar alanları ve
artı-değer oranının yüksek olduğu ülkelere yöneltmiştir. Böylece tek
tek ülke ekonomileri emperyalist tekellerin çıkarına olmak suretiyle
tek bir dünya ekonomisi haline gelmektedir. Ama bu süreç, dünyanın
milyarla ifade edilen büyük bölümünün bir avuç zengin emperyalist
ulus tarafından yoksulluk, emperyalist yağma ve barbarlık ile
sömürülmesini ifade etmektedir.
“Emperyalizm hem dış hem de iç siyasette demokrasiyi yıkmaya
doğru, gericiliğe doğru mücadele eder. Bu anlamda emperyalizm su
götürmez bir biçimde genel olarak demokrasinin, bütün demokrasinin
inkârıdır.” (Lenin, Emperyalizm, Evrensel Basım Yayın)
Emperyalizmin tekelci özelliği siyasi alanda kendini gericilikle
gösterir. Emperyalizm mali oligarşinin tekelci diktatörlüğüdür ve
demokrasiye taban tabana karşıttır. Emperyalist tekellerin azami kar
uğruna sömürgelerdeki katmerli baskı ve yağması, halkların
inanılmaz sefaleti, emperyalist merkezlerdeki emekçi yığınlarının
hayat standartlarındaki sürekli bozulma ve yağma savaşları
emperyalizmin kaçınılmaz olgularındandır.
Bu durum, emperyalist ülkelerdeki işçi sınıfı ve emekçiler,
sömürgelerdeki halk yığınları arasında hoşnutsuzluk ve tepki yaratır.
Kapitalist bunalım dönemleri, halk yığınlarının devrimci hareketi,
burjuvazinin yönetemez duruma gelmesi, bütün bunlar burjuva
egemenliğinin tehlikeye düşmesi anlamına gelir. İşte faşizm, bu
bunalımdan kapitalizm lehine çıkış yollarından birisidir. Diğer
kapitalist yol ise, işçi sınıfı içerisindeki oportünizmi temsil eden
reformist kanatla burjuvazinin ittifakıdır. Avrupa ülkelerinde
bunalımdan çıkış yolu olarak bu iki seçenek de burjuvazi tarafından
kullanılmıştır.
İkinci Enternasyonal’in Sosyal-demokrat partileri bunalım
dönemlerinde burjuvazi ile ittifak halinde hükümetler kurmuşlardır.
Böylece kapitalizmin istikrarı uğruna, burjuvazinin iktidarının devrim
yoluyla elinden alınmasına sosyal-demokrat partiler engel olmuşlar ve
burjuvaziye uşaklık yapmışlardır. Alman Sosyal-demokratları,
hükümet kurduktan sonra bizzat kendilerini iktidara getiren işçilere
saldırmış, onların devrimci hareketini kanla bastırmıştır. İşçi sınıfı ile
burjuvazinin işbirliğini savunan Sosyal-demokratlar böylece
burjuvazinin işçi sınıfına karşı mücadelesinde burjuvazinin saflarında
yer almışlardır. İşçi sınıfını birkaç sosyal reform kırıntısıyla
burjuvaziye satmışlardır.
Bu bunalımdan ikinci kapitalist çıkış yolu olan faşizm ise devrimci
sınıf hareketinin burjuvazi tarafından uzlaşmayla yenildiği ilk
seçeneğin tersine, sınıf hareketine karşı açık terör, bütün demokratik
hak ve örgütlerin ortadan kaldırılması ve başta komünistler olmak
üzere işçi sınıfının önder kadrolarının katledilmesidir.
Bu yüzden faşizm bir devlet biçimi olarak demokrasinin baştan sona
inkârıdır. O, demokratik devlet biçiminin işlemez hale geldiği
koşullarda kapitalist düzenin devamı için bütün demokratik
biçimlerin inkâr edilerek devlet aygıtının baştan sona
militaristleşmesi ile halk yığınlarının mücadelesinin ve onun
önderlerinin açık terör ile bastırılmasıdır. Faşizm, finans kapitalin
demokratik yollarla iktidarını sürdüremediği koşullardaki egemenlik
biçimidir. Bu yüzden bir sınıfsal temeli vardır: Burjuvazinin ve onun
egemen tabakası olan finans kapitalin açık terörcü diktatörlüğü.

Faşizmin Sloganları ve Demagojisi
Dünyada faşizmin ilk ortaya çıktığı ve iktidar olduğu ülke İtalya’dır.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında emperyalist yağmadan ‘hak ettiği’
payı alamayan, ekonomisi yıkım içinde olan, savaşta yarım milyona
yakın insanın öldüğü yoksulluk içindeki İtalya’da faşizm sosyalizme
karşı bunalımdan çıkış yolu olarak belirmiştir. 1914-1915 yıllarında
ilk faşist topluluklar kurulmuş ve savaş aleyhtarlarına karşı terör
hareketlerine girişmişlerdir. Sosyalistlerin büyük prestij ve gücüne
rağmen faşizm, kitle tabanı kazanmış ve 1922 yılında Duce unvanını
almış, faşizmin peygamberi, olarak lanse edilen Mussolini
önderliğinde iktidara gelmiştir.
Faşist hareketin büyük kitle tabanı kazandığı ve iktidara geldiği bir
diğer ülke Almanya’dır. Faşizm, ülke içinde ve 2. Dünya savaşı
sonucu tüm dünyada 50 milyondan fazla insanın canına mal
olmuştur.
Almanya İtalya’nın aksine İkinci Dünya Savaşından yenilgiyle çıkmış,
sömürgelerini kaybetmiş, ordusu dağılmış ve büyük mali
yükümlülükler alına sokulmuştur. 1919 yılında utanç verici
Versailles anlaşması imzalanmıştır.
Alman faşizmi yani nasyonal sosyalizm, o yıllarda üyesi yüzü
geçmeyen Nasyonal Sosyalist Parti tarafından temsil ediliyordu. 1921
yılında Nazi Hücum Kıtaları SA’lar kuruluyor ve terör faaliyetlerine
başlıyordu. Bu arada orduda düşük görevlerden birinde bulunan
Hitler, aşırı Yahudi düşmanlığı ve ateşli söylevleri ile parti içinde
giderek yükseliyor ve ‘Fuhrer’(Şef) unvanını alıyor.
Almanya’da faşizmin gelişmesi ve kitle tabanı sağlamasında çelişkiler
taşıyan hatta saçmalık düzeyine varan demagojisi etkilidir. Saçmalık
düzeyine varması, faşizmin slogan ve söylevlerinin küçümsenmesini
gerektiği anlamına gelmez. Çünkü bu sloganlar yığınların gerici ön
yargılarına dayanıyor ve onlardan besleniyordu. Faşizm, finans
kapitalin çıkarlarına dayanıyor ama açıktan onun savunuculuğunu
yapmıyordu.
Faşizm öncelikle Versaille anlaşmasıyla ulusal gururu ayaklar altına
alınmış Alman halkının milliyetçi ön yargılarına sarılıyor ve bunları
körüklüyordu. Hatta ırkçılığı son noktasına vardırıp “Bu dünyada
üstün ırktan olmayan herkes, adi bir yaratıktır” diyordu. Arien ırkının
bütün kültür ve sanatın yaratıcısı olduğu, dünyanın efendisi olmaya
muktedir tek ırk olduğu propagandasıyla Alman ulusunu şoven bir
milliyetçiliğe kazanmaya çalışıyordu. Nasyonal Sosyalizme göre bütün
ırklar ve uluslar Alman ulusunun ve Arien ırkının düşmanıdır.
Almanya’da yaşayan Yahudiler bütün kötülüklerin sebebi olarak
gösteriliyor ve Alman ırkçılığıyla, azgınca ve hayvanca bir Yahudi
düşmanlığı da yaratılıyordu. Komünizm ise onlara göre Yahudi
iktidarı idi.
Hitler büyük kitlelerin desteğini alabilmek için tam bir ikiyüzlü
politika sergilemiştir. Bir yandan iş adamları ile gizli görüşmeler
yaparken diğer yandan emekçi kitlelere Nazi partisini sosyalist bir
parti olarak lanse etmiştir. Nasyonal Sosyalizm ismini kullanarak açık
bir anti-komünist olarak Alman işçi sınıfı ve halkının sosyalizme olan
inancından yararlanmıştır.
Ülkedeki tekellerin usandırıcı egemenliği halkın buna tepkisi
karşısında Nazi partisi finans kapital karşıtı bazı sloganlar ortaya
atmış, her Alman vatandaşına iş ve ekmek sağlayacağını, savaş
tazminatlarını ödemeyeceğini, Yahudi sermayedarları dize getireceğini
ve Versailles anlaşmasını reddedeceğini ilan etmiştir. Büyük bir yalan
fırtınası ve demagoji ile kapitalizm karşıtı söylemleri kullanmaktan
dahi çekinmemiştir.
Yoğun propaganda ve Alman halkının gerici önyargılarını
körükleyerek Nazi Partisi milyonlarca Alman’a kurtuluş olarak
Faşizmi göstermiş ve geniş bir kitle tabanı sağlamıştır.


Faşizmin İktidarı
Faşizm, insanlığın tüm değer ve kazanımlarının inkârı olarak
kapitalizmin en barbarca ve en vahşi devlet biçimidir. Almanya’daki
faşizmin iktidarı başta olma üzere dünyadaki bütün faşist
diktatörlükler bunun kanıtlar niteliktedir.
Nazi Partisi; burjuvazi, büyük toprak sahipleri ve bankerlerle
anlaşmaları sonucu, kapitalistlerin milyonlarca Marklık desteğini
sağlamıştır. Kapitalistlere bunalımdan tek çıkış yolunun Nazi
diktatörlüğü olduğunu, böylece Marksistlerin tasfiye edileceğini ve
finans kapitalin egemenliğinin sağlama alınacağı konusunda garanti
verilmiştir.
Finans kapitalin desteği ve yığınların aldatılması ile iktidara gelen
faşizm, işçi sınıfına, emekçilere ve aldattığı milyonlarca insana karşı
kanlı bir savaşa girişmiştir.
Başta Almanya Komünist Partisi’nin tüm toplantı ve yayınları
yasaklandı, parti büroları SA’lar tarafından basıldı, binlerce komünist
öldürüldü ve onbinlercesi tutuklanıp işkenceden geçirildi ve
katledildi.
Sosyal-demokrat Parti, Bavyera Halkı Katolik Partisi, Merkez Partisi
ve diğer burjuva partiler kapatılmış, parti büroları SA’lar tarafından
yağmalanmış binlerce üye tutuklanmıştır. 14 Temmuz’da ‘Alman
İşçileri Nasyonal Sosyalist Partisi, Almanya’nın tek siyasi partisidir’
diye başlayan bir kanun çıkarılmıştır.
Parlamentonun yetkileri Nazi hükümetine devredilmiştir.
31 Mart 1933’de Eyalet Meclisleri feshediliyor ve yerlerine olağanüstü
yetkilerle donatılmış Nazi valileri atandı.
Parti içinde binlerce kişi öldürülmüştür.
Parti içi temizlikten sonra Almanya çapında harekete geçen Naziler
orduyu, polisi, adliyeyi, üniversiteyi ve gençlik kuruluşlarını
Nazileştirmiştir.
Yahudi asıllı birçok bilim adamı toplama kamplarına gönderilmiştir.
Yahudilere karşı terör kampanyası açılmış, bütün Yahudiler yıldız
taşımak zorunda bırakılmış, temerküz kamplarında işkenceden
geçirilmiştir.
Sendikalar ve kitle örgütleri kapatılmıştır.
Binlerce insan SA ve SS’ler tarafından katledilmiştir.
Milyonlarca kitap meydanlarda yakılmıştır.
Grev ve toplu sözleşmeler yasaklanmıştır.
Her türlü eylem ve kitle gösteri yasaklanmıştır.
İşçilerin ve çalışanların ücretleri, patron ve işçilerin sözde işbirliği
içinde düşürülmüştür.
Vergiler ve tüketim maddelerinin fiyatları büyük ölçüde artırılmıştır.
İşsizlik hızla artmış, köylülerin şehirlere göç etmesi yasaklanmış,
açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.
İşsizlik sigortasının kapsamı çok büyük ölçüde daraltılmış, Yahudi
kanı karışanlar veya Marksistlerle ilişkisi olanlar da bunun dışında
bırakılmıştır.
Emekçiler ücretsiz çalışmalara zorlanmıştır.
Sanayi, savaşa hazırlık gerekçesiyle tamamen militaristleştirilmiştir.
İtalya ve Japonya ile anti-komintern kurulmuştur.
Avusturya 1938 yılında işgal edilmiştir.
1939 Mart’ında Çekoslovakya’nın Südetler bölgesi işgal edilmiştir.
Polonya 1939’da işgal edilmiştir. Böylece İkinci Dünya Savaşının
başlamasına sebep olmuştur.
İkinci Dünya Savaşında tarafsız devlet olan Sovyetler Birliğine
saldırmış, 20 milyon Sovyet vatandaşının ölümüne sebep olmuştur.
İkinci Dünya Savaşında toplam 40 milyondan fazla insanın ölümüne
sebep olmuştur.
Alman faşizmi Sovyetler Birliğinin Kızıl Orduları tarafından Doğu
cephesinden Berlin’e kadar sürülmüş ve kayıtsız şartsız teslim
anlaşması imzalanmıştır. Böylece tüm dünya faşizm belasından
Sovyetler Birliği tarafından kurtarılmıştır. İttifaktaki diğer ülkeler ise
savaşın sonucu belirlenene kadar karışmama ve bekleme siyaseti
izleyip faşizmin dünya halklarına saldırısına sessiz kalmıştır. 7 Mayıs
1945 tarihinde Nazi orduları Reims’ta kayıtsız şartsız teslim
anlaşmasını imzalamak zorunda kalmışlardır.


Faşizm Hakkında Yanlış Görüşler
Faşist devlet, toplumun bütün sınıflarını baskı altına sınıflar üstü bir
devlettir.” Bu görüşe göre bürokratların yönettiği devlet bütün sınıfları
anti-demokratik uygulamalarla baskı altına alır. Bu görüş, faşizmin
kapitalizmin bunalımından burjuvazi lehine bir çıkış yolu olduğunu
ve onun bazı anti-kapitalist söylemlerine rağmen finans-kapitale
hizmet ettiğini göremiyor. Oysaki faşizmin uygulamaları ve ideolojisi
tamamen kapitalizmi koruma, özel mülkiyeti kutsama ve burjuvazinin
çıkarlarının terörcü savunmasıdır.
Faşizmin küçük burjuvazinin veya lümpen proletaryanın diktatörlüğü
olduğu görüşü de yanlıştır. Faşizm, sloganlarında ve demagojisinde
küçük burjuva söylemler kullanır. Küçük burjuva söylemler onun
küçük burjuvazinin ideolojisi ve küçük burjuva diktatörlüğü
olduğunu kanıtlamaz. Faşizmin sosyal söylemleri kitle tabanı
kazanmayı amaçlayan demagojiden ibarettir. Çünkü faşizm,
kapitalizmin bunalımından sonra kapitalizmin finans kapital lehine
revize edilmesini amaçlar.
Faşizmin kitle tabanı ile onun sınıfsal özünü birbirine karıştırmamak
gerekir. Faşizm demagojisi ile lümpen proletaryayı ve küçük burjuva
yığınları etkisi altına alabilir. Hatta işçi sınıfının bir kısmını da faşist
propagandanın etkisi altına alabilir. Bu onun işçi sınıfı ideolojisi
olduğu anlamına gelmez. Bir ideolojinin etkilediği yığınlar ile onun
sınıfsal özü farklı konulardır. Faşizm işçi sınıfı ve küçük burjuvazinin
bir kısmını etkilemesine rağmen, etkilediği yığınlar ile uygulamaları
nedeniyle kısa sürede çelişkiye düşer. Çünkü faşizm işçi sınıfı ve
emekçilere karşı finans kapitalin çıkarları doğrultusunda savaş açar.
Faşist ideoloji çeşitli ülkelerde ve kültürel ortamlarda farklı biçimler
almakla berber öz olarak aynıdır. Faşizm, finans kapitalin çıkarlarının
açık terör ile savunulmasıdır. Yanlış bir diğer görüş de faşist
ideolojileri ‘saf’ bir milliyetçilik ile eşitleyen anlayıştır. Faşizm
milliyetçiliği hatta şovenizmi propaganda aracı olarak kullanır. Ama
onu küçük burjuvazinin milliyetçiliği ile aynı kefeye koymak veya her
türlü milliyetçiliği toptan faşist ilan etmek faşizmin sınıfsal temelini
görmemek ve faşizme karşı mücadele olanaklarını
değerlendirmemektir. Mesela, Arnavutluk Ulusal Kurtuluş savaşında
komünistlerle ittifak yapan küçük burjuva milliyetçiler ile devrim
korkusundan işgalcilere işbirlikçilik yapan milliyetçiler aynı kefeye
konulamaz. Faşizmin milliyetçiliği kullanması faşizm eşittir
milliyetçilik sonucunu vermez. Faşizm milliyetçiği kullandığı gibi
sosyalist sloganları da kullanır ama bu onun Nasyonal de olsa
sosyalist olduğunu göstermez.


Faşizme Karşı Mücadele ve Birleşik Cephe
Faşizm, işçi sınıfı, emekçiler ve halkların en büyük düşmanıdır.
Faşizm, işçi sınıfının yüz yıllardır süren mücadelesi sonucu
kazanılmış bütün haklarının elinden alınması, faşist diktatörlük
tarafından köleleştirilmesi, açık terörle onun önder militanlarının
katledilmesidir.
Faşizme karşı demokrasi mücadelesinde önder güç işçi sınıfıdır.
Burjuvazi emperyalizm döneminde devrimci rolünü kaybetmiştir.
Faşizme karşı demokrasinin tek tutarlı savunucusu işçi sınıfıdır.
İşçi sınıfı faşizm tehlikesine veya faşist iktidara karşı savaşırken
toplumun faşizmden zarar gören tüm kesimlerini birleştirmek ve
finans kapitalin karşısına çıkarmak zorundadır. İşçi sınıfı, yoksul ve
orta köylülük, şehir küçük burjuvazisi, tüm emekçiler ve anti-faşist
aydınlar faşizme karşı mücadelede birleştirilmesi gereken sınıf ve
tabakalardır. Bütün bu sınıf ve tabakaların faşizme karşı birleşik
cephesi olmadan ne faşist diktatörlük yıkılabilir ne de faşizm tehlikesi
engellenebilir.
Faşizmin iktidara geldiği birçok ülkede komünist partiler faşizme
karşı mücadelede genelde sol sekter bir tutum aldılar. Faşist olmayan
sosyal-demokrat partiler, sendikalar ve diğer anti-faşist örgütlerle
ittifak yerine sol sekter tutum alarak yalnızlaşmışlar ve faşizm
tehlikesini görememişlerdir. Faşizme karşı mücadelede sosyalist
ilkeleri öne sürmüşler; böylece yığınlardan, onların acil taleplerinden
ve anti-faşist örgütlerden ayrılmışlardır. Faşizme karşı demokrasi
mücadelesinin aciliyetini, yığınların bilinç düzeyini gözardı edip
‘sosyalist’liklerini korumuşlar, faşizme karşı birleşik cephe oluşturma
görevinin üzerinden atlamışlardır. Anti-faşist kimi güçleri faşist ilan
edip birleşik cephenin olanaklarını baştan inkâr etmişlerdir. Bu
yanlış platforma Alman komünistlerinin sosyal-demokratlara karşı
tutumu örnek gösterilebilir. Alman komünistleri faşizme karşı işçi
sınıfının birleşik cephesini sağlamak, işçi sınıfını bunun için
aydınlatmak yerine sosyal-demokratları faşizmin destekçisi ilan
etmişlerdir. Böylece faşizmin iktidara gelişini engelleyememişlerdir.
Faşizme karşı mücadelede bir diğer sekter hata da faşizmin kitle
temeli ile onun hangi sınıfa hizmet ettiğinin karıştırılmasıdır. Bu
yanlışlık faşizmin etkisindeki işçileri ve küçük burjuvaziyi düşman
ilan etmeye kadar varmıştır. Faşizme karşı mücadele adı altında
faşizmin etkisi altındaki işçi, emekçi ve gençlerle gereksiz, zamansız
çatışmalar ve karşıtlıklar oluşturulmuştur. Özellikle ülkemizdeki
küçük burjuva devrimciliğinin faşizme karşı mücadeleden anladığı
faşist propagandanın etkisi altında kalan emekçileri düşman ilan
etme, onları tecrit etme ve hatta onlarla silahlı çatışmaya girişmektir.
Oysaki faşizmin kitle tabanı ile onun temsil ettiği finans kapital
sınıfını birbirinden ayırmak Marksizm’in gereğidir. Devrimci
bunalımın var olmadığı koşullarda faşizmin etkisi altına aldığı işçi,
emekçi, gençlik ve küçük burjuva yığınlar içerisinde inatçı ve sürekli
bir teşhir ve kazanma çalışması içerisinde olunması faşizme karşı
mücadele için olmazsa olmazdır. Çünkü faşizm işçi ve emekçi yığınlar
arasında teşhir edilmeli, faşizmin yığınlar üzerindeki etkisi yok
edilmeli ve kitle tabanı zayıflatılmalıdır. Bu yüzden işçi ve emekçilerin,
halk yığınlarının bulunduğu faşist propagandanın etkisi altındaki
örgütlerde dâhil demirden bir disiplin ve yılmaz bir süreklilikle
mücadele yürütülmeli ve yığınlar kazanılmalıdır. Komünist
Enternasyonal bu konuda, Almanya’daki Nazi hücum kıtaları olan
SA’lar içinde dahi çalışma yürütülmesi ve buradaki yığınların
kazanılması gerektiğini belirtiyordu.
Faşizmin iktidara gelmesini engellemenin veya faşist diktatörlüğü
yıkmanın başta gelen şartı işçi sınıfının proleter birleşik cephesidir.
Proleter birleşik cephe için işçi sınıfının sendikalar, dernekler ve
siyasal partiler dâhil bütün örgütlerinin bir araya getirilmesi gerekir.
Ama bu cephe kurum, yöneticilerinin diyalog ve anlaşmasından öte
bunu da kapsayan, yığınların içerisinde sağlanan mücadele birliği
olmalıdır. İşçi sınıfının geniş yığınlarını mücadeleye seferber etmeyen
bir sözde birleşik cephe proletaryanın değil işçi aristokrasisinin
egemenliğindedir. Bütün korkak, sınıf düşmanı, sosyal-demokrat ve
faşizm karşısında geri çekilme tutumu izleyen oportünizmin etkisi
kırılmalı ve proleter birleşik cephe faşizme karşı mücadele cephesi
olmalıdır.
Proleter birleşik cephe aynı zamanda faşizme karşı birleşik halk
cephesinin temelidir. Birleşik halk cephesi işçi sınıfının dışındaki
diğer anti-faşist sınıf ve katmanları da kapsamalıdır. Acil talepler ve
demokrasi için faşizme karşı birleşik cephenin yaratılması için bütün
işçi ve kitle örgütlerinde sebatkâr ve ısrarlı bir çalışma komünistlerin
başta gelen görevidir.
Faşizme karşı birleşik cephenin programı, sosyalist bir program değil,
anti-faşist demokratik bir programdır. Programın sosyalist bir
program olmamasının sebebi faşizm karşısında tüm sınıf ve
katmanları birleştirme görev ve zorunluluğudur. Faşizmin egemenliği
altında faşizme karşı tepkinin birleştirilmesini ancak anti-faşist bir
program sağlayabilir. Yukarıda değindiğimiz bazı komünist partilerin
sekter eğilimler göstererek faşizme karşı mücadelede anti-faşist,
demokrat bir program yerine ‘sosyalist’ bir program koymaya
çalışmaları onları yalnızlaştırmış ve anti-faşist birleşik halk
cephesinin kurulmasını engellemiştir.
Dimitrov, sosyalist devrim geçiş için anti-faşist demokratik devrimin
gerekliliğini açıklarken şöyle diyordu:
“en geniş emekçi kitlelerinin, özellikle kitle sendikalarının, Komünist
Partisi önderliğinde Sovyet iktidarının kurulması için mücadeleye
henüz hazır olmadıkları halde, faşizme ve gericiliğe şiddetle karşı
çıkmaları”
Faşizme karşı anti-faşist demokratik mücadele programı Komünist
Enternasyonalin 7. kongresinde net olarak ortaya konulmuştur. Bu
mücadelenin sonucu olarak sosyalizme geçiş için uygun bir biçim
oluşturabilecek bir birleşik cephe tanımı yapılmıştır. Elbette burada
temel koşul birleşik cephede işçi sınıfının hegemonyasını sağlaması ve
sosyalizme geçiş perspektifiyle faşizme karşı savaşı tüm gücüyle
ilerletmesidir.
“Söz konusu olan böyle bir durum değil, aksine Sovyet devriminin
arifesinde ve onun zaferinden önce bir birleşik cephe hükümeti
kurulmasının mümkün oluşudur.”(…) “Bu her şeyden önce faşizme ve
gericiliğe karşı mücadele hükümetidir.”
“Birleşik cephe hükümeti, proletaryanın devrimci öncüsünün diğer
anti-faşist partilerle bütün emekçi halkın menfaati için yaptığı
işbirliğinin organıdır, faşizme ve gericiliğe karşı mücadele eden bir
hükümettir.”
“Birleşik cephe hükümeti büyük bir ihtimalle bazı ülkelerde en önemli
geçiş biçimlerinden biri olduğunu ispat edecektir.”
Görüldüğü gibi Komünist Enternasyonalin 7. kongresine Dimitrov’un
sunduğu raporda faşizme karşı bir birleşik cephe hükümeti için
mücadele edilmesi gerektiği söyleniyor. Bu faşizm koşullarında nesnel
bir zorunluluk olarak kendini gösteren proleter devrimci stratejidir.
Bu savaşım işçi sınıfı önderliğinde yürütüldüğü sürece sosyalizme
geçiş o kadar kolay olacaktır. Ama bu birleşik cephe hükümetinin ve
demokratik devrimin sosyalist devrimle karıştırılması anlamına
gelmez:
“Bu hükümet, sömürücülerin sınıf hakimiyetini yıkacak durumda
değildir ve dolayısıyla faşist karşı-devrim tehlikesini kesin olarak
ortadan kaldıramaz. Sonuç olarak sosyalist devrime hazırlanmalıyız.”
Dimitrov çokbilmiş oportünistlere de şöyle der:
“Sol doktrinerler Lenin’in bu uyarısını daima göz ardı ettiler. Onlar
dar kafalı propagandacılar olarak geçiş biçimlerini hiç umursamadan
sadece hedeften söz ettiler.”
Komünist Enternasyonal birleşik cephe hükümetinin demokrat ama
sosyalist olmayan bir hükümet olduğunun bilincindedir. Sorun
burada birleşik cephe hükümetinin sosyalizme geçiş için uygun
koşulları yaratmasıdır.
Faşizme karşı birleşik cephe ve anti-faşist demokratik devrim
stratejisi uluslar arası komünist hareketin deneyimleri ile
doğruluğunu kanıtlamıştır. Bulgaristan ve Arnavutluk’ta kurulan
birleşik cephe hükümetleri komünist partilerin egemenliği altında
sosyalist devrimi gerçekleştirmiş ve sosyalizme geçiş sağlanmıştır.


Türkiye’de Faşizm
Türkiye’deki faşizm ve faşist diktatörlük, ülkenin ulusal ve kültürel
özelliklerinden dolayı farklı biçimler ve özellikler göstermesine rağmen
temelde aynıdır. 60’lı yıllarda yükselen ve 70’li yıllarda devam eden
işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi ve bu mücadele ile elde edilen
kazanımlar 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle geri alınmıştır. Faşizm,
temel uygulama ve baskılarına Türkiye’de de girişmiştir. Binlerce
insan katledilmiş, on binlercesi tutuklanmış ve işkencelerden
geçirilmiş, demokratik kurum ve örgütler yasaklanmış, işçi sınıfı ve
emekçilerin ekonomik ve sosyal kazanımları bir anda ellerinden
alınmıştır. Ordu, polis ve devlet aygıtı baştan aşağı faşistleştirilmiş,
devrimci mücadeleye karşı yaşa-dışı kontr-gerilla örgütler kurulmuş
ve varolanlar güçlendirilmiştir.
Bu faşist devlet yapısı günümüze kadar asli kurumlarıyla devam
etmektedir. Emekçilerin mücadelesi faşist diktatörlükte bazı
yumuşamalar ve tavizler getirdiyse de faşistleştirilmede temel olan
kontr-gerilla, JİTEM, MİT gibi örgütlenmeler korunmuş, DGM isim
değişiklikleriyle devam ettirilmiş, faşist örgütlenmeler desteklenmiş,
yasalardaki gerici düzenlemeler büyük oranda korunmuştur. Kürt
halkı üzerindeki inkâr, baskı ve katletme politikası hala devam
etmekte, ulusal baskı bütün biçimleriyle korunmaktadır. Anayasada
hala 1980 darbesinden kalma anti-demokratik hükümler mevcuttur.
60’lı yıllarda ‘Komünizme Karşı Mücadele’ dernekleri bugün MHP,
BBP ve onların yarı-askeri örgütlenmeleri olan Ülkü-Türk Ocakları
faşist örgütlenmeler olarak burjuvazinin elinin altında tutulmakta,
gerektiği anda görevlendirilmektedir.
Türkiye’de faşizm ve faşist diktatörlük bir tehlike olmanın ötesinde
güncel bir sorundur. Bu gerçeğin görülememesi, bazı kısmı
kazanımların toplamda bir demokrasi yanılsaması yaratması, temel
faşist örgütlenmelerin korunması karşısındaki bilisizlik ve kayıtsızlık
ülkemizdeki anti-faşist mücadelenin öneminin küçümsenmesine yol
açabilmektedir. Faşist diktatörlük sınıfsal desteğini emperyalizm ve
onun ülkemizdeki işbirlikçilerinden almaktadır. Bu nesnellik,
mücadelenin ilk stratejik hedefini faşist diktatörlüğün anti-faşist ve
anti-emperyalist demokratik bir devrimle yıkılması ve işçi sınıfı,
emekçiler ve yoksul köylülüğün demokratik bir diktatörlüğünün
kurulmasını zorunlu kılar. Halk yığınların bilinç düzeyi, ülkemizde
sınıflar arasındaki ilişkilerin nesnel durumu, ülkenin demokratik
gelişme düzeyi, ulusal sorunun varlığı, emperyalizme bağımlılık
birleşik cephenin programının antiemperyalist ve antifaşist bir
program olmasını zorunlu kılıyor. Bu yüzden ülkemizde işçi sınıfının
asgari talepler ve demokrasi uğruna birleşik cephesinin sağlanması
devrimci bir görev olarak önümüzde durmaktadır.

Bu Blogda Ara