PARTİNİN GELİŞİMİNDEKİ BAŞLICA
DÖNEMLER 



Georgi Dimitrov
Partimizin bugünkü durumunu ve acil görevlerini incelemeden önce,
kuruluşundan bugüne kadar olan gelişimine göz atmakta yarar
vardır. Bu halkımız ve ülkemiz açısından olduğu kadar Parti
açısından da tarihi ve siyasi bir önem taşımaktadır. Partinin
geçmisiyle ilgili birtakim sorunları aydınlığa çıkarmak gereklidir.
Partimizin tarihçesi başlıca su dönemlere ayrılabilir:
1) 1891`de kuruluşundan 1903`te oportünist Sosyalistlerden
kopmasına kadar.
2) 1903`te işçi sınıfının Marksist bir partisi olarak oluşumundan, Rus
Devrimine ve 1919`da partinin Komünist Partisine dönüşmesine, ve
onun Komünist Enternasyonalin kuruluşunda yer almasına kadar.
3) 1919`dan Eylül 1923 Ayaklanmasına kadar.
4) Eylül 1923 ayaklanmasından 1940`ta II. Dünya Savaşına kadar.
5) II. Dünya Savaşından 9 Eylül 1944 Ayaklanmasına kadar.
6) 9 Eylül`den bugüne kadar.
Parti tarihindeki bu başlıca dönemlerin doğal olarak kendilerine özgü
gelişme evreleri vardır.
Partimizin gelişimindeki bu dönemlerin en karakteristik özelliklerine
kısaca göz atalım.


1. `Sınırlı` SOSYALİST DÖNEM
`Sınırlı` sosyalist dönemin analizine geçmeden önce, Partimizin
1891`den 1903`e kadar olan birinci dönemindeki belirgin özelliğin,
sosyalist görüslerin, giderek gelişen dirençli propagandası ve o
zamankı gelişmemiş toplum kosullarında, sosyalist eylemin mümkün
olduğunu kabul etmeyen burjuva ve küçük burjuva ideologlarına
karşı sürekli mücadele olduğunu belirtmek isterim. Kapitalizm yoluna
yeni yeni giren Bulgaristan`da, oluşmaktaki işçi sınıfıyla belirlenecek
sosyalizmin mümkün olduğu, geleceğin işçi sınıfının elinde
bulunduğu ve bu sınıfın kendi siyasi partisinin kurulması
zorunluluğu kanıtlanmalıydı. Parti içinde Dimiter Blagoev`in
yürüttüğü devrimci Marksist akımla Yanko Sakuzov`un reformistoportünist
akımı arasında bu konular üzerinde giderek büyüyen bir
mücadele ortaya çıktı. Bu uzun ideolojik çatışma küçük burjuva
reformist sosyalistlere karşı devrimci Marksizmin zaferiyle
sonuçlandı.
`Sınırlı` sosyalist dönemde Partinin olumlu tutumu, Marksizm`e,
proleter sosyalizmine ve enternasyonalizme derin bağlılığı,
burjuvaziye ve onun reformist temsilcilerine karşı tavızsız bir sınıfsal
tavır, işçi sınıfinin güçlerine ve gelecegine duyulan sarsilmaz inanç ve
bilinçli demir disiplin oldu. `Sınırlı` sosyalistler, Parti üyelerinin
kisisel yasamlarinin, özel çıkarlarinin ve bireysel isteklerinin, proleter
partisinin çıkar ve isteklerine bagli olmasi gerektigine kesinlikle
inaniyorlardi. Partimiz bu nitelikleri sayesinde I. Dünya savaşı
öncesindeki ve hemen sonrasindaki dönemde büyük basarilar elde
etti. Bu nitelikler Partinin işçi sınıfi mücadelesinde örgütçü ve lider
duruma gelmesini, emek hareketinde reformizm kilit noktalardan
söküp atmasini sağladi. Yine bu nitelikler, Partinin I. Dünya savaşi
sirasinda tutarli bir enternasyonalist tavır almasina, Bolseviklere
daha da yaklasmasina, Rus Devriminden ve Komünist
Enternasyonalin kurulmasindan sonra da Partinin kendini
Bolseviklestirme yolunda ilerlemesine yol açti.
`Sınırlı` sosyalist dönemde, Partimiz saflarindaki reformistleri
temizledi; işçi sınıfinin ayri bir sınıf olarak bagimsiz gelişimini sağladi
ve egemen burjuvaziye karşı amansiz mücadeleye girdi. O dönemde
Partinin slogani sınıfa karşı sınıfti. Parti, işçi ve emekçilerin sekiz
saatlik is günü, sosyal güvenlik kanunu, yasama ve çalisma
kosullarinin düzeltilmesi mücadelesinin basina geçti. Burjuvazinin
gerici iç ve dis politikasina karşı bayrak açti. Parti, 1906`da
Pernik`teki büyük madenciler grevini ve o yillardaki işçi sınıfinin öteki
kesimleri tarafindan yürütülen grevleri yönetti. Partinin liderliğinde
ya da en azindan Partinin etkisinde olmayan tek bir grev yoktu.
Parti, emekçi halka proleter enternasyonalizmi ruhunu asiladi.
Sosyalist partilerinin bir Balkan Federasyonunun kurulmasinda
insiyatifi ele aldi ve faal bir rol oynadi, ve Bulgar emekçi halki ile öteki
Balkan ülkelerinin ve bütün dünyanin emekçi halki arasindaki
dayanismayi pekistirmek için elinden geleni yapti.
`Sınırlı` sosyalistlerin reformizme ve çesitli reformist hiziplere karşı
esnek olmayan tutumlari emek hareketinde burjuva ajanlariyla yan
yana bulunmayi reddedisleri, işçi sınıfinin çıkarlarini ve haklarini
savunmaktaki militan mücadeleleri, onlari uluslararasi emek
hareketinde ve Ikinci Enternasyonalde bütün sol sosyal demokrat
akimlar içinde Bolsevizme en yakin devrimci Marksist egilim olarak
belirlendi.
Ancak bu durum, `Sınırlı` sosyalizmin temel sorunlarda Bolsevizmden
ayrilmamasi demek degildi. `Sınırlı` sosyalizmin Bolsevizmin
Bulgaristan`a özgü bir tarzi olduğu ve yapilacak tek isin yeni
uluslararasi duruma ayak uydurmak olacagi yolundaki yanlis yorum,
Partiye çetin ve tehlikeli günler geçirtti.
Alti çizilerek vurgulanmasi gerekir ki, Partiyi 19. yüzyil Marksizm`i
çerçevesinde tutan ve Marksizm`i, emperyalist çaga -yani kapitalizmin
son asamasi dönemine- uygulayan Lenin`in degerli katkilarindan
yararlanmayi engelleyen iste Partinin ve özellikle Dimiter Blagoev`den
baslayarak bütün liderlerin bu yanlis yorumu oldu. Bu yanlis
kavram, Partimizin Bolseviklesmesini geciktirdi, liderlerin Vladaya
olaylarindaki ve özellikle 9 Haziran 1923 askeri fasist darbesindeki
yanlis tutumlarini dogurdu.
`Sınırlı` sosyalizmin, özellikle taviz vermeyen sınıfsal tutumu, Bulgar
Mensevizmine karşı mücadelesi ve demir disiplini ile Bolsevizme yakin
olduğu bir gerçektir. Ne var ki, birtakim temel ilke ve taktik
sorunlarinda `Sınırlı` sosyalizmin Bolsevizm ve Leninizm`den ayrildigi
da bir gerçektir.
`Sınırlı` sosyalizm ile Bolsevizm arasindaki temel ayriliklar nelerdir?
`Sınırlı` sosyalizm, proleter diktatörlügünü proleter devriminin temel
bir niteligi olarak kabul etmiyordu. Bu sorun Parti programinda yer
almamisti. Kapitalist gelişimin yeni bir evresini ortaya çikisindan,
onun son evresi olarak, proleter devriminin esigine gelindiginden
habersiz, burjuvazinin devrilmesinin bir araci olarak silahli
ayaklanma ve iktidar sorununu somut olarak öne sürmüyordu.
`Sınırlı` sosyalizm, Parti yapisi, örgütlenmesi ve disiplini açisindan
Leninist parti doktrinine yaklasmasina ragmen, devrimde ve iktidar
mücadelesinde işçi sınıfinin militan öncüsü olarak Partinin rolü
konusunda Leninist bir tavır almiyordu. Partimiz, kendini, emekçi
halkin bütün öteki örgütlerini yönetecek, kitlelerle en yakin iliskiyi
kuracak ve böylece basarili bir devrimci eylemi sağlayacak güçte bir
Bulgar işçi sınıfi üst örgütü olarak görmüyordu.
`Sınırlı` sosyalizm, işçi hareketi içinde kendiliğindencilige belirli bir
tapmadan henüz siyrilamamisti. Nesnel toplum kanunlarinin
kendiliğinden isleyecegini savunan sosyal demokrat görüsün
etkisindeydi. Parti, baslica görevinin ajitasyon ve propaganda
olduğunu, nesnel islevi olan toplumsal gelişme kanunlarini
açiklamaktan, işçilere ve bütün çalisan halka sosyalizm ruhunu
asilamaktan, işçilere sınıf bilinci vermekten ve işçilerin güncel
mücadelelerine yol göstermekten ibaret olduğunu kabul ediyor,
kaçinilmaz sosyalist devrimin nesnel kosullarin olgunlasmasiyla
kendiliğinden gerçeklesecegi görüsünü sürdürüyordu. Parti, görevinin
sadece emekçi halki örgütlemek, egitmek ve günlük mücadelelerini
yönetmek, olaylari açiklamak olmayip, ayni zamanda devrimci
eylemin yaratilmasi ve yönlendirilmesine katkida bulunmak, proleter
devriminin hazirlanmasinda, örgütlenmesinde ve gelişiminde egemen
unsur olma zorunluluğunu, kendisinin etkin bir güç olduğunu
anlamiyordu. Bu nedenle de, sert sınıf çatışmalarinin yapildigi
dönemde Parti bir hareketsizlige girdi ve ayaklanmis olan kitle bagnaz
bir tutumla uzak kaldi.
`Sınırlı` sosyalizmin Marksist görüsleri birer dogma niteliğine sokmasi
sonucu, Parti sekterlige kaydi ve genis kitlelerle iliski kurmasi
zorlasti. Örnegin, burjuvaziye karşı bir sınıf olarak tavizsiz politika
izleyen, burjuva partileriyle çesitli seçim koalisyonlarina ve burjuva
parlamentosunun `kurucu` yasama görevine hakli olarak karşı çikan
Parti, bagimsiz eylemi dogmaya çevirdi, genel olarak ve çesitli özel
kosullarda öteki toplumsal ve siyasi gruplarla ortak anlayisa varma
imkanini reddetti ve böylelikle de kendini tecrit etmis oldu. Devrimci
partilerin basarili mücadele vermek ve atilim yapmak için kabul
etmek zorunda olduklari devrimci uzlasmalar konusundaki Leninist
doktrin Partimiz için bilinmeyen bir görüstü.
Kapitalizme karşı mücadelede köylülerin işçi sınıfinin müttefiki olma
rolünü kavrayamayan parti, köylü sorunu konusunda Leninist
olmayan Plekhanovist bir tutum takindi. Köylüleri ancak
proletaryanin pozisyonlarindan yana geçtikleri sürece bayragi altina
aldi. Oysa bilindigi gibi, Lenin, proletarya ile köylülerin ittifakina
iliskin Marksist doktrini geliştirmis ve buna katkida bulunmustur.
Çarliga ve burjuvaziye karşı mücadelede işçilerle köylüler arasinda
militan bir ittifak kurulmasi görüsünü ortaya atmis, geliştirmis ve
köylülerin tek tek ufak üretici nitelikleri içinde sosyalizmi
benimseyecek duruma gelmeden önce, işçi sınıfi tarafindan birer
müttefik olarak kazanilabileceklerini ileri sürmüstür. Lenin, sosyalist
devrimde olduğu kadar burjuva demokratik devriminde de köylülerin
varolan devrimci potansiyellerini kullanmak olanagi bulduğunu
ortaya koymustur.
Bu göstermektedir ki, Partimiz, çalisan Bulgar halkina muazzam
devrimci hizmetlerine ragmen, daha bir Bolsevik Marksist-Leninist
parti, yeni tipte bir parti, Yoldas Stalin`in dedigi gibi -`devrimci bir
durumun karmasik sorunlari arasinda yolunu bulacak kadar
tecrübeli ve hedefinin önüne çikan bütün batik kayalara çarpmadan
yolunda gidecek kadar esnek` degildi.
I. Dünya savaşindan önce, baslica görevin işçi sınıfi güçlerini
örgütlemek ve bunlara sınıf bilinci asilamak olduğu günlerde, `Sınırlı`
sosyalizmin eksikleri ve güçsüz yanlari henüz duyulmuyordu. Ama I.
Dünya savaşi patlayip da, kapitalizmin devrilmesi pratik bir sorun
haline gelince, bu eksiklikler gün isigina çikiverdi.
I. Dünya savaşi sirasinda ve özellikle Rus Devriminden sonra, Parti,
askerler arasinda onlari `Rus kardeslerinin örnegini izlemeye,` yani
devrime hazirlamak amaciyla yogun bir egitim ve propaganda
kampanyasina girişti. Ama en gerekli ve kritik anda, cephedeki
askerler süngülerini savaş suçlularina çevirdikleri ve kitle halinde
ayaklanip Sofya`ya yürüdükleri (yani Rus kardeslerinin örnegini
izledikleri) sirada Parti görevini yerine getirmedi. Ayaklanmayi
örgütlemeyi ve basariyla yönetmeyi, işçileri ve köylüleri de katarak
ayaklanmaya ülke çapinda bir kapsam sağlamayi ve bunu (Alman
emperyalizminin baslica ajani olan) monarsiye ve talanci amaçlari için
savaşi kullanan egemen kapitalist klige karşı bir halk ayaklanmasina
dönüstürmeyi basaramadi. O tarihte Parti, baris ve demokratik halk
cumhuriyeti sloganini ortaya atarak köylü ve sehirli kitlelerini
kuskusuz birlestirebilirdi. Partimiz ile Tarim Birligi arasinda
kurulacak güç birligi ayaklanmanin basariya ulasmasini
sağlayabilirdi. 1918`de halk cumhuriyeti için elde edilecek böyle bir
halk ayaklanmasi zaferi, ülkenin ve Balkanlarin gelişimini halkin
yararina büyük ölçüde degistirebilirdi.
Partimizin 1918 sonbaharinda ayaklanan asker kitlelerinin
yönetimini ele alamayisindaki baslica neden, doktriner egilimleri,
Bolsevik-olmayan kavramlari ve yöntemleri, ve `Sınırlı` sosyalizm
izlerinde yatiyordu.
Degisik ülkelerde devrimci sürecin kendine özgü yolda ilerleyecegi,
demokrasi mücadelesi ile sosyalizm mücadelesi arasinda iliski ve
organik baglanti olduğu yolundaki Leninist kavramdan yoksun
bulunan Partimiz, sosyalist devrim çaginin geldigini ve bundan dolayi
bir halk cumhuriyeti sloganinin özgün bir sosyalist slogan olmamasi
nedeniyle Marksist bir parti tarafindan öne sürülemeyecegini
savundu.
Işçi ve köylülerin militan ittifaki yolundaki Leninist kavramdan
yoksun olan Partimiz, genellikle köylülerden oluşan asker kitleleri
Sovyet iktidari adina savaşmaya hazir olmadiklari, bu yüzden de
gerçek bir devrimci mücadele vermek gücünde bulunmadiklari için
böyle düsünüyordu. Parti Marksizm`i böylesine doktriner yorumladigi
için, asker ayaklanmasinin liderliğini üstlenmedi ve bunu genel bir
ayaklanmaya dönüstürmek için hiçbir çaba göstermedi. Bu
davranisin sonucu olarak, gerektigi gibi yönetilmeyen ayaklanma
kitlelerden kopuk kaldi ve bastirildi.
Böylece, `Sınırlı` sosyalizm, devrimci Marksist bir akimdi, ama
Bolsevizmin Bulgaristan`a özgü bir türü degildi. Yeni bir tipte bir
parti, Marksist-Leninist bir parti yapmak, bugün Kongrenin karşısina
gururla çikmasi gibi, Partiyi bolseviklestirmek için uzun mücadele
verilmesi gerekliydi.


2. KOMÜNIST ENTERNASYONAL`DE PARTIMIZIN
YERI VE BOLSEVIKLESMENIN BASLANGICI
Partimiz, Rus Devrimini oybirligi ve coskuyla karşıladi, onun
sloganlarini benimsedi ve emekçi halkimizi genç Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetinin savunusu için seferber etti.
Iç savaş, emperyalist müdahale ve Volga bölgesindeki kitlik sirasinda,
Partimiz etkili bir siyasi kampanya ile yardim kampanyasi yürüttü.
Emekçi köylülerimizin az rastlanir bir cosku ve fedakarlikla Sovyet
kardesleri için yiyecek topladiklari, Partinin komutasindaki işçi
sınıfinin 20,000 kisilik Wrangel ordusunu Bulgaristan`da bozguna
ugratti. Churchill ile hempalarinin bu orduyu Sovyetler Birligi`ne
karşı askeri müdahale için kullanmalarini engelledigi o tarihi aylari
kim unutabilir?
Partimiz, 1919`daki Kongresinde Komünist Partisi adini aldi. Öteki
ülkelerin çogundaki partilerin tersine, Partimiz bir bütün olarak
Komünist Enternasyonale katildi. Dahasi, Bolsevik Partinin ve
ölümsüz Lenin`in liderliğinde, Komünist Enternasyonalin
kurulmasinda faal bir rol oynadi. Yeni bir program kabul etti. Proleter
devrimini artik uzun vadeli bir hedef olarak degil, ama, nesnel
kosullarin olgunlasmis bulunduğu ve gerçeklesmesinin öznel devrim
unsurlarina, yani Partimizin devrimi örgütleme ve önderlik etme
yetenegine bagli olan acil bir görev olarak benimsedi. Partimiz,
1921`deki Kongresinde, proletarya diktatörlügünün Sovyet biçiminin
proleter devriminin temel bir unsuru olduğunu açikladi. Köylü
sorunu konusundaki kararinda işçi sınıfinin liderliğinde varilacak bir
işçi köylü ittifakinin, devrimin zaferi için vazgeçilmez bir zorunluluk
olduğunu ilan etti. Lenin`in temel eserlerinin Bulgarca`ya
çevrilmesiyle yayginlasan bu program maddelerinin kabulü yanisira,
Parti Komünist Enternasyonalin çalismalarina da faal olarak katildi.
Parti ayni zamanda, illegal mücadele yöntemlerini de ilke olarak
kabul etti, mücadelede ve devrimci propagandada legal olanaklarin
yanisira bu yöntemlerin de parlamento, belediye ve il meclisleri gibi
alanlarda tam olarak kullanilmasi görüsünü benimsedi.
Parti, kendi militan örgütünü kurmaya girişti, askerler arasinda etkin
propaganda ve örgütleme hareketini baslatti ve kitleleri
silahlandirmaya koyuldu. Felaketlerle dolu savaşin baslangicinda
emekçi halkin çetin mücadelesini, af kampanyalarini, pahaliliga,
Bulgaristan`in SSCB`ni istila için kullanilacak bir üsse
dönüstürülmesine karşı ve Sovyetler Birligi`nin taninmasi adina
yürütülen kampanyalari yönetti. Parti ayni zamanda, belediyeleri
birer baski, sömürü ve yagma araci olmaktan çıkarip, emekçi halkin
çıkarina hizmet eden örgütler durumuna getirmek için kitlesel
mücadeleye girdi. Birtakim önemli kasaba ve köy meclisleri Komünist
Partisinin eline geçti. 1920`de 22 kasaba ve 65 köyde Komünist
belediye örgütü kuruldu. Bu belediyelerin işçi sınıfi ve öteki
emekçilerin çıkarlarini gözeten ekonomik ve kültürel politikalari,
burjuvazinin ve merkez yetkililerinin dogal karşıtliğini üzerine çekti. O
zamanlar komün olarak adlandirilan örgütlerin kurulmasi ve
güçlenmesi için verilen uzun ve çetin mücadeleler, ülkemiz tarihinde
hiç unutulmayan anilar olarak kalacaktir.
Partinin liderliğindeki proletarya bütün alanlarda iktidari tamamen
eline almadigi takdirde, bu komünler kisa ömürlü olmaya
mahkumdu; nitekim burjuvazi bunlari teker teker yok etti.
Ancak, Partimiz liderliğinde emekçi halkin belediyeleri ele geçirmek
için verdigi mücadele, sömürücülere karşı mücadelede kitlelerin
birlesmesine büyük katkida bulundu ve Partinin prestijini büyük
ölçüde artirdi.
Partimiz emekçi halkin acil ihtiyaçlari için verdigi mücadele ile
devrimin zaferi adina yapilacak çatışmanin hazirliğini birlestirdi.
Emekçi halkin siyasi hak ve özgürlükleriyle ilgili önemli çıkarlari
tehlikeye düstüğünde, Parti genel bir siyasi greve gitmekten
çekinmedi ve 1919-20`deki ulasim işçileri grevi böyle oluştu. Bunun
yani sira kitle eylemlerine girişildi, hatta 1922`de gericilige ve faşizme
karşı Tarim Hükümetiyle isbirligi bile yapildi. Böylelikle Parti sehir ve
köylerden büyük yeni kitleleri çevresinde topladi.
Parti, Komünist Enternasyonale katilmasina ve I. Dünya savaşi
sonrasindaki devrim ortaminda emekçi halkin sınıfsal mücadelesinde
lider olarak basariyla ortaya çikmasina ragmen, `Sınırlı` sosyalizmle
Bolsevizm arasindaki temel ayriligi henüz kavramamis, liderleri bu
ayriliga parmak basmamis ve Sınırlı sosyalizmin aksakliklarini
yenmek, Partiyi Marksizm-Leninizm`le donatmak mücadelesi henüz
baslamamisti.
Gerçi Parti kendi devrimci birikimini yapiyordu, ama parti içinde
legalist, propagandist aliskanliklar sürüyor, Marksizm`i devrimci
eylemin rehberi olmak yerine bir dogma biçiminde yorumlamak
egilimi agir basiyordu.
Bu durum, `Sınırlı` sosyalist dogmatik egilim iyice agirlik kazandigi
sirada 9 Haziran 1923`te Parti liderlerinin aldigi tavırla iyice
belirginlesti. Parti liderlerinin ilan ettigi tarafsizlik politikasi, gerçege
ve devrimci Marksizm`e tamamen aykiri, cansiz doktriner görüslerle
desteklendi. Parti liderleri bu politikayi sürdürdüler; çünkü Tarim
Hükümeti yanlis yönetimi yüzünden itibarini kaybetmisti. Kitleler
fasist darbeye karşı bu hükümeti savunmadilar, köylüler ise bir işçi
ve köylü hükümetine henüz hazir olmadiklarindan Komünist
Partisinin faşizme karşı ayaklanma çagrisina uymadilar. Parti
liderleri, Komünist Partisinin yaptigi mücadelelerle kitleler arasinda
elde ettigi yetkinligi yeterince degerlendiremedi. Liderler, saray
temsilcileri ile burjuva monarsist kliklerin halkta uyandirdigi ve
Komünist partisinin de körükledigi faşizme ve banker-militarist
oligarsiye karşı duyulan nefreti de yeterince degerlendiremedi. 1917
Eylülünde Kornilov`un darbe girişimi karşısinda Bolsevik Partisinin
verdigi örnek izlenmis olsaydi, Parti Tarim Birligi içindeki zinde
güçlerle birlesseydi ve fasist tertipçilere karşı açikça tavır alsaydi,
fasist darbe hiç kuskusuz bastirilirdi.
Parti liderligi içinde hüküm süren Bolsevik-olmayan, `Sınırlı` sosyalist
devrim anlayisi, 9 Haziran`da ve sonraki günlerde moral ve siyasi bir
çöküntüye yol açti. Darbenin baslangicinda monarko-fasist güçleri
altetmek, kapitalizme karşı sosyalizmin mücadelesinde önemli
mevziler kazanmada muazzam bir firsat böylece kaçirmis oldu.
Kapitalizmin savaş sonrasi krizi ve iktidar mücadelesi ile ortaya çikan
yeni kosullarda, `Sınırlı` sosyalizm işçi sınıfinin ideolojik ve politik bir
silahi olarak tarihi sinavini geçemedi. Bu silahin ülkemizde proletarya
zaferini sağlamakta yetersiz olduğu açikça ortaya çikti.
Partimiz bunu kavramak, `Sınırlı` sosyalizmle Bolsevizm arasindaki
ayrimi kendi devrimci deneyiminin isiginda görmek, bütün siyasi ve
örgütsel çalismalarini Marksist-Leninist ruhla donatmak, olumsuz
Sosyal-Demokrat görüslerden, aliskanliklardan ve yöntemlerden
kesinlikle arinmak zorundaydi. `Sınırlı` sosyalizmin olumlu Marksist
gelenekleri, nitelikleri ve deneyimleri Bolsevik potasinda eritilmeliydi.
Partimiz bu yolda ilerlemeye baslamisti. Ne var ki, geçmisin olumsuz
kalintilarindan arinma ve bolseviklesme süreci artik illegal kosullarda
ve Eylül Ayaklanmasinin bastirilisini izleyen beyaz terör ortaminda
düsmanin amansiz atesi altinda sürmek zorundaydi.


3. PARTININ BOLSEVIKLESMESINDEKI DÖNÜM
NOKTASI. 1923 EYLÜL AYAKLANMASI
Bulgar Komünist Partisi tarafindan düzenlenen ve yönetilen 1923
Eylül anti-fasist halk ayaklanmasi, partinin `Sınırlı` sosyalizmden
Bolsevizme gelişiminde dönüm noktasini belirler.
Parti, fasist darbenin yol açtigi kriz sirasinda yapmayi basaramadigi
seyi, daha sonra fasist hükümet ülkeyi silahli Eylül ayaklanmasina
neden olan krize sürükledigi zaman yapmaya girişti. 1923
Agustosunda, zinde Marksist çekirdek, Komünist Enternasyonalin
yardimiyla Parti liderligi içinde agirligi ele geçirdi ve Partinin
stratejisinde, taktiklerinde köklü bir degisim yapti. Parti, o zamana
kadar sürdürdügü kitlelerden kopuk tutumunu birakti, bütün antifasist
güçleri, köy ve sehir emekçi halkindan oluşan genis bir cephede
birlestirmeye ve kitleleri bir işçi-köylü hükümeti sloganiyla, silahli
ayaklanma da dahil olmak üzere monarko-fasist diktatörlüge karşı
genel mücadeleyi hazirlamaya girişti.
Parti izledigi bu yeni yolda, Tarim Birligiyle ortak mücadele için ittifak
yapti, Makedonya`daki IMRO örgütünün liderleriyle anlasmaya vardi
ve liderleri tarafindan (fasist ideolog) Tsankov`un arabasina kosulmus
Sosyal-Demokrat Partiye ortak mücadele için elini uzatti. Parti, Tarim
Birligiyle güç birligi yaparak, popüler 1923 Eylül Ayaklanmasinda
liderligi üstlendi.
Bu ayaklanmanin yapildigi siradaki kosullar, Haziran`daki kadar
elverisli olmaktan dogal olarak çikmisti. Insiyatif düsmanin eline
geçmisti. Ama Eylülde bile ayaklanmanin zafere ulasmasi nesnel
açidan olanakliydi. Hersey Komünist Partisi ile ayaklanan kitlelerin
enerjisine, yigitliğine ve beraberliğine bagliydi. Daha önce de
belirttigim gibi, Parti saflarindakilerin ve liderlerin 9 Haziran
taktiklerinin yanlisliğini ve zararini, ayrica Partinin yeterince
Bolseviklesmemesini kavrayamayislari, Partinin Eylül 1923
ayaklanmasini düzenlemesini, yönetmesini ve basariya ulastirmasini
engelledi.
Eylül olaylari gösterdi ki, pek çok yöresel ve merkez sube baskanlari
ya faşizme karşı tavizsiz mücadele yolunu benimsememisler, ya da
savaş inanci ve istegi olmadan Partiyi böyle bir mücadeleye
hazirlamak istemeden sadece kuru sözlerle bu yolu benimsemis
görünmüslerdi. Bu tutumun sonucu olarak Partinin birçok subesi
gafil avlandi. Ayaklanma sirasinda yerel liderlerden çogu fasist
yöneticilere karşı eyleme giremedi veya girmeye yanasmadi.
Ayaklanmanin basarisizlik nedeni iste budur.
Ne var ki, işçi sınıfinin kurtulusu davasinin gelecekte zafere
ulasmasina yardimci olan yenilgiler de vardir. Eylül 1923
ayaklanmasindaki yenilgi de bunlardan biriydi.
Partinin ayaklanmasinin liderliğini üstlenmesi, 9 Hazirandaki
bozguncu tutuma son vermesi ve fasist diktatörlüge karşı kararli
mücadele yolunu seçmesi, Partinin kendi gelecegi ve Bulgar devrimci
hareketinin gelecegi açisindan çok önemliydi.
Eylül ayaklanmasi, kitleler ve fasist burjuvazi arasinda kanli ve
kapanmaz bir uçurum açti. Bunun sonucu olarak, ayaklanmayi
izleyen yillarda faşizm istikrar sağlayamadi ve genis bir toplumsal
taban elde edemedi. Birlesik bir anti-fasist cephe kurulmasi için
Partinin verdigi bencillikten uzak, dirençli ve yilmaz mücadele, Partiyi
kitlelere daha yakinlastirdi, baglarini güçlendirdi ve demokrasi ve
sosyalizm mücadelesinde köylü, sehirli emekçi halkin gerçek lideri
olarak Partinin benimsenmesi için gerekli kosullari yaratti.
Bunlar, Partimizin devrimci oluşumuna kök salan büyük basarilardi.
Eylül ayaklanmasindan alinan kanli ders, Partinin bolseviklesme
sürecini pekistirdi. Parti lideri Dimiter Blagoev`in 9 Haziran`daki
yanlis tutumu açikça kabullenmesi ve Eylül ayaklanmasini
onaylamasi, bolseviklesme sürecini kolaylastirdi ve hizlandirdi.
Ancak bu arada, Partinin ve kitlelerin ugradigi yenilgi ve agir kayiplar,
Parti içindeki tasfiyeci sağ ve sol-kanat akimlari ayakta tuttu. Her iki
akim da Eylül ayaklanmasini suçlayarak, Partinin Eylül liderliğine
karşı bir mücadelede ilkesiz bir blok içinde birlestiler. Bu blokun son
hedefi pratikte Komünist Partisini tasfiye etmekti.
Nikola Sakarov ve Ivan Klinçharov`un basinda bulunduğu bir grup
eski Komünist militan, Partiyi `tasfiye edilmis` olarak ilan ettiler ve
`Bagimsiz Emek Partisi` adinda oportünist bir ölü dogmus örgüt
kurdular. Işçiler bu hain `parti`yi hos karşılamadilar, Merkez
Komitesi de tasfiyecileri partiden ihraç etti. Bu gelişim, Eylül
ayaklanmasindaki yenilgiden sonra Partinin karşısina çikan ve kararli
biçimde mücadele edilmesi gereken tehlikeyi ortaya koydu.
Eylül yenilgisinden ve fasist hükümetin partiyi kapatmasindan sonra
Partinin gelişimindeki önemli olay, 1924 Nisaninda bölgelerin
çogunluğundan gelen delegelerin katilmasiyla yapilan illegal Vitosa
Konferansi oldu.
Vitosa Konferansi, söz konusu dönemde Partinin taktikleri ve olaylar
konusunda Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesinin yaptigi
degerlendirmeleri kabul etti. Konferans, 9 Haziran olaylarinda
Partinin Birlesik Cephe taktiklerini gerektigince uygulamadigini ve 9
Haziran`da hayati bir yanlisa düstüğünü kabul etti.
Konferans, Partinin Agustos basindan itibaren silahli ayaklanmaya
yönelmesini onayladi, ama Eylül-öncesi ve sonrasinda Parti Konseyi
ve Merkez Komitesinin çogunluğu tarafindan sürdürülen `9 Haziran
taktiklerini` kinadi. Merkez Komitesinin bu yanlis tutumunu
haklilastirmasi, Partinin silahli ayaklanmaya bilinçli bir tarzda
yönelmesini oldukça biraz engelledi.
Konferans, Partinin halk kitleleri baslattigi `ayaklanmanin yönetimini
üstlenmesini, amacini bir işçi-köylü hükümeti olarak saptamasini` ve
`olaganüstü zor kosullarda` ayaklanmayi `örgütlemek, birlestirmek ve
yaymak` için çaba göstermesini dogru karşıladi. Parti böylelikle
`devrimci propaganda ve ajitasyondan devrimci eyleme geçebilecek
yetenekte bulunduğunu` ortaya koymus, kendisine düsen görevi, yani
emekçi halki yeni bir silahli ayaklanmaya ve işçi-köylü hükümetini
kurmaya hazirlamak ve yönetmek görevini geregince yerine
getirebilecek `gerçek Komünist Partisi` olduğunu kanitlamisti.
Vitosa Konferansinin önemi, Partinin çok hayati bir aninda zinde
güçleri Merkez Komitesinin Eylül çekirdegi çevresinde toplamasi,
Partinin Komintern tarafindan onanan Eylül politikasi çevresinde
birlestirmesidir. Ancak, Konferans kitleleri dogru Parti politikasi için
seferber ederken ve sağ sapmayla savaşirken, ayni biçimde
savaşilmasi gereken sol sapma tehlikesi konusunda yeterince uyarida
bulunmadi.
Eylül ayaklanmasini, Komünist Partisinin ve sınıfsal işçi örgütlerinin
kapatilmasini izleyen dönemdeki durumun özellikleri sunlardi:
1. Ülke, fasist hükümetin devrilmesi ve bir işçi-köylü hükümetinin
kurulmasi için yapilacak yeni mücadelelerle karşı karşıyaydi.
Komintern`in görüsüyle çakisan Partinin bu düsüncesi, 1923
Kasimindaki parlamento seçimlerinin sonucuyla kanitlandi. Seçim
sonuçlari, fasist hükümetin karşısindaki Komünist Partisinden ve
Tarim Birliğinden oluşan muhalefetin güçlü olduğunu ortaya koydu.
Bu durum, kitlelerin öfkesinin büyük olduğunu ve kitlelerin fasist
hükümeti devirmek mücadelesinde kararli bulunduğunu
gösteriyordu.
2. Komünistlerin ve Tarimcilarin seçimlere ortak listeyle katilmalari,
onlarin geçmisten ders aldiklarini ve Birlesik Cephe taktiklerini
benimsediklerini gösteriyordu. Komünist Partisi ile Tarim Birliğinin
ortak mücadelesi, seçimlerdeki zaferi sağlayan, bir önem tasiyordu.
3. Fasist diktatörlük Partinin legal kitle çalismalarini engelledi. Bu
arada yeni bir silahli savaş ihtimali, Partiyi kitlelerin silahli egitimine
egilmek zorunda birakti.
Bu ortamda, Parti içinde ve özellikle hükümetin terörüne karşı kendi
gruplarini oluşturan ve siddet eylemlerine girişen militan örgüt içinde,
fasist hükümetin beyaz terörüyle harekete geçen bir asiri sol sapma
tehlikesi belirdi.
Bu arada, 1924 sonlari ve 1925 baslari genel durumda bir degisime
sahne oldu. Kapitalizmin Avrupa`da geçici ve yer yer olmak üzere
istikrar sağlamasi sonucunda, faşizmin ülke içindeki ve disindaki
durumu güçlendi. Yeni bir silahli ayaklanma ihtimali kalmadi. 1925
Martinda Partinin dis ülkelerdeki temsilcileri, ülkenin ulusal ve
uluslararasi durumunu yeniden degerlendirdiler ve silahli ayaklanma
politikasini rafa kaldirmayi önerdiler. Ayaklanma yerine, kitle
örgütleri kurmak ve günlük ihtiyaçlarin karşılanmasi için işçi ve
köylülerin kitlesel mücadelesini yogunlastirmak yoluna gidilmesini
ögütlediler. Bu yeni politika, Parti ve devrimci hareket için ölümcül
olabilecek asiri sol sapma tehlikesini engellemek amacini güdüyordu.
Oysa ülke içindeki Parti Yöneticisi, asiri sol sapmayla basa
çikabilecek, silahli ayaklanma politikasindan vazgeçip, degisen
kosullara uygun olarak Parti çalismalarini yeniden örgütleyebilecek
yetenekte degildi.
Fasist hükümet terör politikasini daha da siddetlendirerek devam
ettirdi. Partinin silahli örgütünün basindaki liderlerin umutsuz
davranislarindan yararlanarak ve Sofya Katedraline bulunulan
girişimi doruk noktasina çıkararak, aktif Komünistlere, işçi ve köylü
aktivistlere karşı kitlesel bir imha hareketine girişti.
16 Nisan 1925`te [2] Sofya Katedralindeki girişimi izleyen terör,
bilindigi gibi Partiye çok ciddi bir darbe indirdi. Partinin lider kadrosu
parçalandi. Eylül ayaklanmasindan sağ çikmis olan Parti üyelerinin
çogu öldürüldü, hapsedildi veya baska ülkelere iltica etmek zorunda
birakildi. Yeralti çalismalarini sürdürmek olaganüstü zorlasti. Parti,
iste bu kosullar altindayken emekçi halkin mücadelesine liderlik
etmek ve faşizme karşı savaşi sürdürmek zorundaydi. Parti bunun
yani sira, 1923 ve 1925 yenilgilerinden ders almak, bu yenilgilerin
temel nedenlerini bulup çıkarmak ve Parti üyelerini Bolsevik bir temel
üzerinde bir araya getirmek durumundaydi. Agir yenilgilere ugrayan,
büyük ölçüde güç kaybeden ve en iyi liderlerinden yoksun kalan
Parti, gelişiminin en çetin dönemini geçiriyordu.
Partinin geçmisi ve bolseviklesmesi sorunu, ilk olarak 1925`teki
Moskova Konferansinda tartisildi. Bu Konferans, Partinin yurt
disindaki liderleri tarafindan ve Komünist Enternasyonal Yürütme
Komitesinin onayi ile toplandi ve Konferansa 1923-25 olaylarindan
sonra dis ülkelere iltica etmis bulunan Parti militanlari ile Merkez
Komitesinden sağ kalanlar katildilar. Bu Konferansta ileri sürülen ve
Partinin `kapitalizmin organik gelişme döneminden çöküs dönemine
agir agir, zahmetsizce, büyük iç krizlere düsmeden geçtigini, devrim
çaginin özelliklerini kavrayip, kendini bunlara uydurduğunu`
belirleyen görüs, abartmali bir görüstü ve gerçege tamamen
uymuyordu. Deneyler göstermistir ki, Partinin `kapitalizmin organik
gelişme döneminden çöküs dönemine geçisi` zorluklar, bocalamalar
içinde olmus, 1918 Vladaya ayaklanmasi, 9 Haziran yanlis tutumu,
16 Nisan 1925`teki silahli örgütler liderlerinin asiri sol sapmalari
yüzünden yapilan yanlislar gibi ciddi aksakliklarla oluşmustu.
Devrim çaginin özelliklerini kavramak, genelde zor ve ciddi bir isti ve
özellikle Partimizin çalisma alani olan Balkanlara özgü durumu
kavrayabilmek daha da zordu. Konferans dogru bir görüsle, kendi
devrim deneyimimiz ile Rus devrimini inceleyerek Marksizm-
Leninizm`i eylemde yol gösterici olarak iyice ögrenmek zorunluluğu
üzerinde durdu. Parti, özelestiri yaparak `her tarihi durumda gereken
yolu bulabilecek, somut kosullari hesaba katabilecek, biçimde
kendini yeniden egitmeli, kitlelerin savaşini dünya devrimine
yöneltmeliydi.`
1926`da Merkez Komitesinin Viyana`da yaptigi toplanti, Partinin
bolseviklesmesi sorununda Moskova Konferansindan daha ileri bir
noktaya ulasmadi. Gerçekten de, `Parti kitlelerini Leninizm temeli
üzerinde Parti bayragi ve Komünist Enternasyonal çevresinde
ideolojik olarak toplama` görevi üzerinde özellikle durdu.
Moskova Konferansi ile Viyana`daki Merkez Komitesinin genisletilmis
Genel Kurulu, Partinin Leninizmin isiginda kendi deneyimini
inceleyerek bolseviklesmesinin muazzam önemini belirtmesi de
mutlak biçimde dogru idi. Ne var ki, Merkez Komitesinin genisletilmis
Genel Kurulu ve Moskova Konferansi bolseviklesmeyi `Sınırlı`
sosyalist dönemin Bolsevik-olmayan geleneklerini ortadan kaldirmak
için mücadele olarak degil de, organik bir gelişme süreci olarak
düsünmekle yanlis yapmisti.
Komünist Partisini Eylül Ayaklanmasi çevresinde bir araya getiren
Vitosa Konferansindan sonra 1927 Aralik ayinin sonlari ile 1928 yili
baslarinda Berlin`de toplanan Ikinci Parti Konferansi, Partinin 1923
sonrasi çalismalarini, taktiklerini, basarilarini, yanlislarini ve
yenilgilerini özenle incelemeye girişti. Ikinci Konferans sirasinda, sağ
ve sol sapmalara karşı da çetin bir mücadele verilmesi gerekti.
Daha Moskova Konferansinda, Partinin yaptigi yanlislarin
degerlendirilmesi konusunda ciddi karşıtliklar ortaya çikmisti. 9
Haziran`daki bozguncu tutumu savunanlar ve Nisan 1925
olaylarindaki asiri sol sapmayi destekleyenler, Partinin Eylül
ayaklanmasinin liderliğini üstlenmesine karşı mücadelede birlestiler.
Eylül politikasinin temsilcileri iki cephede birden savaş vermek
zorunda kaldilar. Bütün sorunlarin ayrintilariyla tartisilmasindan
sonra, sağ ve sol kanattan olanlar açtiklari bayraklari indirdiler ve
Parti liderliğinin önerdigi kararlari onayladilar.
Ne var ki, konferanstan sonra karşıtliklar daha da alevlendi. Sağ
oportünistlerle sol sekterler, Eylüldeki Parti liderliğine karşı ilkesiz bir
blok oluşturdular. Bu blok, Vitosa Parti Konferansinda kesinlikle gün
isigina çikti.
Partinin örgütsel durumundaki karisikliklar sonucu, Konferansa
örgüt temsilcilerinin pek azi katildi, onlarin katilmasi da büyük
ölçüde bir rastlantiydi. Üstelik Parti içinde gizliden gizliye, bir avuç
küçük-burjuva aydinindan oluşan asiri sol sekter bir hizip
kurulmustu. Bu hizip, kendi sekter görüslerini benimsetmek ve Parti
liderliğini ele geçirmek için el altindan yaptigi kiskirtmalarla, yapay
bir çogunluk kazanmisti.
Uzun ve firtinali tartismalar sonunda, 9 Haziran oportünizmi ile sağkanat
bozgunculari kesinlikle açiga çıkarildilar ve silahsiz birakildilar.
Ama öteki Komünist Partilerinin bazilari içindeki Troçkist ve solkanat
unsurlar tarafindan desteklenen asiri sol sekter hizip ise, Eylül
liderliğinin kararlari lehine oy vermesine ragmen silahlanmadi ve
konferanstan hemen sonra hizipçi eylemlerine yeniden, üstelik daha
da yogun biçimde basladi.
Konferans, Partinin geçmisi konusunda bir inceleme ve genel
degerlendirme yapmak için gerçekten çaba gösterdi. `Sınırlı`
sosyalizmi Bolsevizme yakinlastiran unsurlari belirtti ve Partinin
Bolsevizme yönelmesine yardimci oldu. Ayni zamanda `Sınırlı`
sosyalizmin Bolsevizmden ayrildigi ve Partinin bolseviklesmesini
engelleyen noktalari da belirtti. Ne var ki, Ikinci Parti Konferansi,
büyük bir adim atmasina ragmen fazla ileri gidemedi, baslica devrim
sorunlarinda Leninizm ile `Sınırlı` sosyalizm arasindaki temel ayrimi
açik seçik ortaya koyamadi. Ikinci Konferans da, Partinin
bolseviklesmesini, Parti içindeki Sosyal-Demokrat unsurlari ortadan
kaldirmak ve Partinin Bolsevik (Marksist-Leninist) düzende yeniden
silahlanmasi olarak degil, devrimci `Sınırlı` sosyalizmin yeni kosullara
uydurulmasi olarak yorumluyordu. savaş sonrasi dönemde Partinin
`genelde Bulgar proletaryasinin devrimci partisi olarak geliştigini ve
islev yaptigini` vurgulayan Ikinci Parti Konferansi, Partinin giderek
`kitlesel devrimci eylem yöntemlerini uygulamaya basladigini,
devrimci çagin gereklerine ayak uydurduğunu, savaş öncesi dönemin
ajitasyon, propaganda ve ekonomik mücadele yöntemlerini yeni
kosullara uyguladigini` belirtti. Gerçi Konferans, bu gelişimin `düz bir
çizgi izlemedigini, zikzaklar ve bocalamalar içinde yürüdügünü,
Partideki bolseviklesmenin Partiyi ileri iten Bolsevik egilimlerle geriye
çeken Sosyal-Demokrat unsurlar arasindaki çatışma içinde
oluştugunu` belirtti. Ancak, ayni zamanda herhangi bir elestiri
getirmeksizin `devrimci `Sınırlı` sosyalizm ile Eylül akiminin, iki temel
ve sarsilmaz kök halinde kaynastigini ve bu köklerin Bulgar
proletaryasinin Bolsevik Partisinin temelini oluşturduğunu` da
belirtti.
Ikinci Parti Konferansi, Eylül Ayaklanmasini `9 Haziran taktiklerinin
kesinlikle inkar edilmesi` biçiminde ve Partinin bolseviklesme yolunda
belirleyici bir adim olan `Sosyal Demokrat ve 9 Haziran unsurlariyla
kesin kopmayi sağlayan` önemli bir dönüm noktasi olarak niteledi.
Ikinci Parti Konferansi, `Sınırlı` sosyalist dönemi degerlendirirken,
`Sınırlı` sosyalizmi Bolseviklik ile özdes kilmamakla birlikte, ikisi
arasindaki benzerlikleri vurguladi ve farkliliklar üzerinde durmadi.
O dönemi özetlerken; bu kürsüden bir kez daha belirtmek isterim ki,
Dimiter Blagoev`in en yakin çalisma arkadaslari olan bizler, onun
ölümünden sonra, ne yazik ki Partinin devrimci geçmisini ve Bulgar
proletaryasinin durumunu Marksist-Leninist açidan yeniden
degerlendiremedik; `Sınırlı` sosyalist dönemin Bolsevik olmayan
unsurlarini tamamen ortadan kaldirabilmek için, devrimci eylemin
büyük birikimini geregince kavrayamadik.
Partinin ciddi illegal durumu yanisira, bu durum da lider kadrosuna
sizan, hatta geçici olarak liderligi ele geçiren bir takim asiri sol
unsurlar tarafindan kötüye kullanildi.


4. PARTI IÇINDEKI SOL SEKTERLIKLE MÜCADELE
VE BUNUN TASFIYESI
Komünist Enternasyonalin verdigi yetkiyi kötüye kullanan, ülke
içinde onun kararlarinin gerçek yorumcusu olarak kendini tanitan,
illegal durumun zor kosullarini firsat bilen, ve ayrica Komünist
Enternasyonal Merkez Komitesi içindeki örtülü düsman unsurlar
tarafindan da desteklenen sol sekterlerden Iskrov, Georgi Lambrev ve
Iliya Vassilev (Boiko) [3], örgütlü hizip çalismalariyla 1929 yazinda
Merkez Komitesi`nin bir genel kurulunu toplamayi ve gerçekte, Parti
liderliğini ele geçirmeyi basardilar. Sol sekterler, Partiyi
bolseviklestirmek kisvesi altinda, gerçekte anti-Bolsevik bir yol
tutturdular. `Sınırlı sosyalizmin kökünü kazimak` sloganini ortaya
attilar, uzun yillar boyunca Partiye bagliliklari sinanmis üyelere ve
Partinin devrimci geçmisine karşı mücadeleye giriştiler, Partiyi
kitlelerden koparan yola ittiler. Onlarin bu tutumu, ülke içinde
bulunan ve o sirada Parti çalismalarindan çekilmis olan birtakim eski
ve ünlü Parti militaninin pasif kalmasiyla daha da kolaylasti.
Sol sekter hizip, Partinin bolseviklesmesindeki baslica engel
durumuna geldi. Fasist diktatörlügün Partimizi gözledigi ve onu içten
yikmak, lider kadrosunu dagitip ezmek için firsat aradigi sirada, en
yakin müttefiklerini sol sekter hizibin baslica liderleri arasinda buldu.
Dahasi, sonradan, SSCB`de Bolsevik Parti ve öteki bazi Komünist
Partileri içindeki düsman ajanlarin teshiri ile baglantili olarak, bazi
bu sol sekter liderlerin bu ajanslarin hizmetinde olduğu ortaya
çıkarildi.
Ancak, sol sekter hizibin geçici basarisina ragmen, işçi hareketinin
yeni bir ayaklanmada emekçi halkin mücadelesini yerel çerçevede
yönetebilecek yeterli güçler Parti içinde bulunuyordu.
1923-25 yenilgilerinden sonra bütün işçi ve ilerici hareketi saran
duraganlik giderek kayboluyordu. 1927`de Işçi Partisi, işçi sınıfinin
legal partisi olarak kuruldu, sendikalar yeniden oluştu. Illegal
Komünist Partisinin öncülügünde hareket eden Işçi Partisi, kisa
zamanda kitleler içinde önemli bir yer kazandi. Kitlelerin yeni bir
devrime ayaklanmaya girişme belirtileri ortaya çikti. Büyük grevler
yapildi; önemli seçim zaferleri kazanildi ve legal olanaklar yaygin
biçimde kullanilmaya baslandi. Parti büyüyor ve ilerliyordu. Sol
sekter hizibin zararli etkileri olmasaydi, Partinin basarilari çok daha
büyük olurdu. Örnegin Ikinci Genel Kurul toplantisinda, `sol`
sekterler, çalismalarini Partinin yeni kitlesel militan ayaklanmalarin
liderliğini üstlenmesi sorunu üzerinde yogunlastiracaklari yerde,
Partinin geçmisiyle ilgili skolastik sekter tartismalara daldilar ve
hiçbir işçinin bastan sona okuyamayacagi sayfalar doluşu kararlar
aldilar. Yine bu hizibin yanlislari yüzünden, gerek 1931 yazinda,
gerekse 19 Mayis 1934 [4] darbesi sirasinda Partimiz fasist dikta
cephesini yarma isini basarili sonuca ulastiramadi.
Gerçekte Troçkist bir politika olan sol sekter politikanin Komünist
Enternasyonal`in çizgisiyle hiçbir ortak yani yoktu ve ona tamamen
karşıydi.
1. Eylemdeki güçlerin somut Marksist analizi temeline dayanilarak
durumun sağlikli biçimde degerlendirilmesi ve yerine, LeninistStalinist
strateji ve taktiklerin genel formülleri saptiriliyor ve öteki
Komünist Partilerinin formülleri kendi somut kosullarimiz göz önünde
tutulmaksizin mekanik olarak uygulaniyordu. Sol sekterler kendi
liderliklerine ragmen Partinin elde ettigi basarilardan yararlaniyorlar
ve güncel görevin Bulgaristan`da bir proletarya diktatörlügü kurmak
olduğunu belirtiyorlardi.
2. Parti sloganlarinin yayilmasi, mücadele hazirligi ve kitlelerin
seferberligi için işçi ve köylüler arasinda ciddi ve tutarli ajitasyon
yapilmasi yerine, `devrimci` lafazanlik yapiliyor ve `devrimci`
eylemlerde bulunmak için abartmali ve anlamsiz çagrilarda
bulunuluyordu. Sol sekterlerin tipik sloganlari `Genel ve Açik Saldiri`,
`Sokaklari Ele Geçirelim`, `Topraklari Isgal Edelim` ve benzeri türden
`devrimci` safsatalardan oluşuyordu.
Siyasi grev slogani sol sekterler tarafindan öylesine asağilaniyordu ki,
Sendikalar Enternasyonali bu sloganin Bulgaristan`da kullanilmasini
özellikle kinamak zorunda kaldi.
3. Parti üyelerinin ve kitle örgütlerinin, Parti karar ve talimatlarini
bilinçli olarak uygulamalari demek olan gerçek liderlik, yerini
mekanik ve kaba bir kumandaya birakti. Sol sekter liderlerin,
Partimiz tarafindan kurulan legal Işçi Partisine karşı tutumlari yanlis
ve alabildigine zararliydi. Işçi Partisinin üyeleri arasinda kitlesel
çalismalarda deneyi olan pek çok işçi bulunmasina ve bu Parti,
Komünist Partisinin etkisini kitlelere tasiyan bir aktarici olarak görev
yapmasina ragmen, bu Partinin yerel kadrolarina ikinci sınıf vatandas
davranisi gösteriliyordu. 19 Mayis 1934 darbesinden sonra Işçi Partisi
ve öteki kitle örgütleri kapatildigi zaman, sol sekter liderler buna
karşı koymadilar ve alelacele Işçi Partisinin `kendi kendini
feshettigini` ilan ettiler.
4. Sözde `bolseviklesme` kisvesi altinda, Partinin bütün `Sınırlı`
sosyalist dönemi `Mensevik` ve `anti-Bolsevik` olmakla damgalandi.
Eylül Ayaklanmasini savunmak kisvesi altinda ise, bu ayaklanmanin
Troçkist bir `elestirisi` yayginlastirildi ve Partinin Eylül aktivistleri
sürgün edildi. Sol sekter liderler, Leipzig durusmasi için yürütülen
uluslararasi anti-fasist kampanyayi bile sabote edecek kadar isi
ileriye vardirdilar.
5. Partinin iç liderliğini geçici olarak ve yurtdisindaki Troçkist
arkadaslarinin yardimiyla ele geçiren sol sekterler, parti içinde gizli
bir Troçkist hizip oluşturdular. Leninizm maskesi altinda ve
Komünist Enternasyonalin otoritesini iki-yüzlüce kullanarak, Partinin
temellerini sarsmaya ve devrimci hareketi gözden düsürmeye
giriştiler.
Partinin sol sekterligi asmak için yürüttüğü mücadelesinde, Komünist
Enternasyonalin ve Bolsevik Partisi`nin, özellikle Komünist
Enternasyonal Yürütme Komitesi tarafindan reddedilen Merkez
Komitesi Ikinci Genel Kurulunun zararli kararlarinin reddedilmesiyle
ilgili gördügü destek sükranla anilmalidir.
Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi siyasi sekreterliğinin
1930 Agustosunda aldigi karar, Partimiz açisindan son derece önemli
rol oynadi. Bu karar, Bulgaristan`daki Komünist hareketin temel
sorunlarini ele aliyor ve Parti içindeki zinde güçleri gerçek Marksist-
Leninist politika üzerinde birlestirmede sağlam bir temel olarak
hizmet etti.
Bu karar açikça, Partinin reddetmemesi, ama `bilinçli öncüsü ve
geliştiricisi` olmasi gereken `Sınırlı` sosyalist dönemdeki devrimci
Marksist unsurlara isaret etti.
Ayni zamanda, proleter devrimin temel sorunlari üzerinde `Sınırlı`
sosyalizmle Leninizm arasindaki ayriliklari da açikça ortaya
koyuyordu. Bu karar, Eylül ayaklanmasini, Partinin
bolseviklesmesinde kesin bir dönüm noktasi olarak, parti liderliğinin
Bolşevikliğe aykiri geleneklere ve sol çocukluk hastaliğina karşı
yetersiz ideolojik mücadelesiyle ortaya çikan eski ve yeni kadrolar
arasindaki Bolsevik kristallesmenin baslangici olarak yorumluyordu.
Bu kararla Partiye bir çagrida bulunuluyor, tamamen ajitasyonal ve
propagandist bir örgüt olmaktan iktidar mücadelesinde kitlelerin
lideri ve örgütleyicisi olmaya, bas düsmana, yani sol sekterlik ve
oportünizm, kisitlayicilik ve pasiflik ile mücadelede ortak bir platform
çevresinde birlesmeye geçis dönemini aksatan `Sınırlı` sosyalist
dönem unsurlarinin tamamen ortadan kaldirilmasi öneriliyordu.
Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi Siyasi Sekreterligi,
Partiye hizipçilikle ve Partinin hiziplere bölünme tehlikesiyle mücadele
etmesini bildirdi. Partiyi Komünist Enternasyonal platformu üzerinde
birlestirme süreci, karari sözde kabul eden, ama bunu
benimsemediklerini Partiden ve Komünist Enternasyonal`den gizleyen
ve karari sol sekter bir ruhla degistirmek isteyen sol sekterler
tarafindan aksatildi.
Partinin bizzat varligi ve gelişimi yeniden tehlikeye düstü. Partiyi
kurtarmak için sol sekterleri tasfiye edip, Parti liderliğini onlarin
elinden alarak ve devrimci lafazanliktan gerçek Bolsevik kitle
çalismasina ve mücadelesine kesinlikle dönüs yapacak bütün
güçlerin seferber edilmesi gerekti. Ancak bütün çalisma alanlarinda
sekter sapmalarin hizla ortadan kaldirilmasiyla, partinin kitlelerle
yeniden iliski kurmasi ve askeri fasist diktatörlügü devirmek için
birlesik bir anti-fasist halk cephesi kurmasi olanagi vardi.
Illegal durumun ve fasist terörün yarattigi ciddi zorluklara ragmen,
Partimiz Komünist Enternasyonal`in yardimiyla bu önemli isin
üstesinden gelmeyi basardi.


5. PARTININ YENI BOLSEVIK ÇIZGISI
Komünist Enternasyonalin Yedinci Kongresi, işçi sınıfi ve emekçilerin,
barisin ve halklarin özgürlügünün en büyük tehlikesi olarak faşizme
karşı mücadeleyi temel ve güncel görev olarak belirlemekle Komünist
Partilerin politikalarini degistirdi. Işçi sınıfini bir araya getirmek ve bu
temel üzerinde fasist saldiriyi durdurmak, faşizmi ezmek için güçlü
bir anti-fasist halk cephesi kurmak gerekliydi. Birlesik Cephenin
uygulamaya geçilmesi, Komünistlerin kendi içlerinde kök salmis bir
bela durumundaki sekterligi yok etmelerini zorunlu kildi. Sekterler,
kitlelerin devrimcilesme oranini olduğundan çok abartarak, emekçi
halkin günlük çıkar ve haklarinin savunmasi mücadelesini ise
gerektiginden az önemseyerek, fasist saldiri karşısinda pasif tutuma
yol açtilar. Kitle politikasi olarak soyut propaganda ve doktrinerciligi
benimseyen, bütün ülkelerin sloganlarini ve taktiklerini aynen kopya
eden, her ülkenin kendine özgü kosullarini hesaba katmayan
sektercillk, Komünist Partilerin gelişmesini geciktirdi, gerçek, bir kitle
mücadelesini aksatti ve genis emekçi kitlelerinin Komünist Partilere
yaklasmasini engelledi. Komünist Partilerin, Birlesik Cephe
uygulamasiyla gelişme olanagi bulacak, sürecin kendiliğinden
gelişmesini, otomatizmi savunacak, Partinin rolünü azaltacak ve en
kritik anda bocalamalara yol açacak sağ tehlikeye karşı da uyanik
bulunmalari gerekiyordu.
Komünist Enternasyonalin Yedinci Kongresinin temel tezi buydu.
Kongrenin aldigi kararlar, Partimizin kesin dönüs yapmasina ve
Bolsevik bir yapi kazanmasina yardimci oldu. Komünist
Enternasyonalin 19 Mayis 1934 olaylariyla baglantili olarak sol sekter
liderlik için aldigi karar, partinin kesin dönüs yapmasini sağlamaya
yetersiz olan bu nevi sahsina münhasir liderligi degistirme sorununu
kesinlikle ortaya koymus bulunuyordu. Bu degisiklik 1935 baslarinda
tamamen gerçeklestirildi.
Yeni Parti liderligi, 1 Ekim 1935 tarihli Açik Mektubunda, 1934
Komünist Enternasyonalin kararlarina dayanarak, `birtakim küçük
burjuva unsurlarin -doktrinerlerin, sekterlerin ve hizipçilerin Parti
liderliğini geçici olarak ele geçirdikleri ve kendi sol oportünist sekter
politikalarini kabul ettirmeye çalistiklari` yillardaki sol oportünist
sekter politikanin özünü açikça ortaya koydu. Komünist
Enternasyonalin Yedinci Kongresi kararlarina dayanan Açik Mektup,
Partinin temel görevlerini söyle belirledi: a) bir birlesik anti-fasist halk
cephe kurmak, ve b) Partinin genelde güçlenmesiyle işçi sınıfini
örgütlemek.
1936 Subatinda yapilan Parti Altinci Genel Kurul Toplantisi, Yedinci
Dünya Kongresi kararlari isiginda Partinin yeni Bolsevik çizgisinin
dogru ve tutarli olarak belirlenmesini gerçeklestirdi. Bu çizgi söyle
belirlendi:
1. Genel Kurul, temel güncel görev olarak, su istekler için verilecek
mücadelede fasist olmayan bütün örgütlerden oluşacak bir anti-fasist
halk cephesi kurulmasini öngördü: Turnovo Anayasasinin yeniden
yürürlüge konulmasi; eski seçim yasasina göre Ulusal Meclis
seçimlerinin yapilmasi; anti-komünist kararnamelerin yürürlükten
kaldirilmasi; bütün fasist örgütlerin dagitilmasi. Bütün zinde halk
güçleri bu istekler için birleseceklerdi.
Bu arada, Parti temel ihtiyaçlarinin karşılanmasi için bütün emekçi
halk örgütlerinin ortak mücadelede birlesmelerini önerdi. Parti,
kitlelerin durumunu köklü biçimde düzeltmenin, halkin özgürlügünü
en genis planda savunmanin, barisi ve ulusal bagimsizligi korumanin
ancak Bulgaristan`da Sovyet Hükümeti kurulmasiyla olanak
kazanacagi görüsünde olmasina ragmen, yukaridaki görevleri yerine
getirecek bir anti-fasist halk cephesi hükümetini desteklemeye de
hazir olduğunu belirtti.
2. Genel Kurul, sol sekter liderliğin dagitilmasini ve Parti liderliğinin
yeni Bolsevik çizgisini destekleyenlere verilmesini tamamiyla kabul
etti. Ayni zamanda, sol sekter politikanin anti-Leninist ve Troçkist
karakterini herkesin gözleri önüne sermek için sertçe elestirilmesi
geregini, yeni Parti çizgisinde -sözde kalmayip, uygulama alanina
geçecek biçimde bilinçli birikimi sağlayacak ayrintili ve sistematik
egitim zorunluluğunu belirtti.
3. Genel Kurul, Partinin Marksist-Leninist bir temelde ve Merkez
Komitesi çevresinde içtenlikli ve bilinçli olarak bütünlesmesi için,
yasli-genç bütün parti kadrolarinin pratik çalismaya katilmalarini
öngören ayrintili bir yönetmelik hazirladi.
Yeni Bolsevik çizgi sayesinde Parti, kitlelerle yeniden iliski kurmayi
basardi ve ulusun siyasi yasamindaki rolü hizla büyüdü.
Her ne kadar zorluklar olduysa da, anti-fasist halk cephesi öteki
fasist olmayan partilerin sağci liderleri tarafindan yapilan sabotajlara
ve direnise ragmen gelişti. Halk cephesi ve özellikle Parti, parlamento
ve belediye seçimlerinde büyük bir siyasi güç olarak ortaya çikti.
Anti-fasist halk cephesinin mücadele ettigi baslica iç düsmanlar,
faşizme ön ayak olanlar, yani Çar Boris hükümeti ile Tsankov`un
sözümona Sosyal Hareketiydi. Barisi ve Bulgaristan`in bagimsizliğini
tehdit eden baslica dis düsman ise Nazi Almanyasi ile fasist Italya idi.
Anti-fasist halk cephesi bu ikili belaya karşı baris için savaş
kiskirticilariyla ve onlarin Bulgaristan`daki isbirlikçileriyle savaşmak,
Bulgaristan`in ulusal bagimsizliğini korumak, bütün komsu ülkelerle
dostluk iliskileri kurmak, savaşa ve faşizme karşı baris ve demokrasi
politikasi izleyen büyüklü küçüklü bütün demokratik ülkelerin
toplumsal güvenliğini ve ortak savunusunu sağlamak üzere kitleleri
seferber etti.
Nazi Almanyasinin yeni bir dünya savaşi için hazirlanmasi, Hitler`in
Avusturya ve Çekoslovakya`daki saldirganliga ve Bulgar monarkofaşizminin
yardimiyla Alman emperyalistlerinin Bulgaristan`a egemen
olmak ve Bulgaristan`i kendi `Lebensraum`larina katmak girişimleri,
Almanya`nin Polonya`ya saldirisi üzerine II. Dünya savaşinin
patlamasi, Bulgaristan`i ve Balkanlari da savaşa katmak tehlikesini
yaratti. Parti dogru bir seziyle Balkanlarda barisin korunmasi ve
Balkan halklarinin bagimsizligi için tek güvencenin SSCB olduğunu
kavradi.
Parti bu nedenle Bulgaristan dis politikasinin ilk görevi olarak,
Sovyetler Birligi ile bir dostluk ve yardimlasma anlasmasi yapilmasini
öngördü. Bulgaristan, kendisini savaşa sokmak isteyecek taraflardan
birinin saldirisina ve istilasina ugrayacak olursa, Bulgar halki
Sovyetler Birligi`nin destegiyle özgürlüklerini ve bagimsizliklarini
korumak için var güçleriyle savaşacakti.
Bu kosullar altinda, parti çabalarini, bütün demokratik güçlerin baris
ve ulusal bagimsizligi savunmak, kitlelerin özgürlüklerini ve temel
ihtiyaçlarini korumak için savaşa, gericilige ve kapitalist talana karşı
birlesmesi sorununda yogunlastirdi.
1940 Aralik ayinda elçi Sobolev araciligiyla yaptigi, Bulgaristan`la bir
dostluk ve yardimlasma pakti imzalamak önerisi, Partinin Sovyet
yanlisi tutumunun dogru olduğunu kanitladi ve Partinin durumunu
halk arasinda güçlendirdi. SSCB ile yapilacak dostluk pakti için
girişilen güçlü halk hareketinin merkezi Parti oldu. Bu halk
hareketinin disinda kalanlar -Alman ve Ingiliz yanlilari olmak üzereher
iki kampta yer alan ve SSCB ile Bolsevizme karşı duyduklari
nefrette birlesen kapitalist ve gerici unsurlar oldu.
Ocak 1941`deki Parti Yedinci Genel Kurul Toplantisi, Bulgaristan`in
zorla savaşa sokulmasina karşı mücadele bayragi altinda yapildi.
Parti, Çar Boris`in fasist hükümetinin Sovyet önerisini reddetmekle
Bulgaristan`i Nazi Almanyasinin arabasina kostugunu kavradi. Bu
durum, Bulgaristan`in savaşa itilme tehlikesini artirmaktan baska bir
anlam tasimiyordu. Bunun üzerine Parti, SSCB ile anlasma yapilmasi
ve savaşa katilmaya karşı mücadele edilmesi için kitleler arasinda
daha güçlü propagandaya girişti.
Bunun sonucu olarak, pek çok yerde cepheye sürülmüs Bulgar
askerleri arasinda olaylar patlak verdi, askerler subaylarin
komutlarina uymayi reddettiler. Askerlerin evlerine dönmesi ve
Bulgaristan`in Nazi Almanyasi yaninda savaşmamasi için sloganlar
ortaya atildi. Nazi isgal kuvvetleri ve onlarla isbirligi yapan hainler,
Bulgaristan`in güvenilir bir geri cephe olmayacagini ve cani
politikalarinin Bulgar halki tarafindan desteklenmeyecegini anladilar.
21 Haziran 1941`de Hitler`in SSCB`ne saldirisi, uluslararasi durumu
degistirdi. Iki emperyalist kamp arasinda baslayan II. Dünya savaşi,
Nazi saldirisina karşı, basta Sovyetler Birligi`nin bulunduğu özgürlük
sever halklarin savaşi niteliğine büründü. savaşin baslangicindan
itibaren, Partimiz Nazi-fasist bloka ve onun Bulgar isbirlikçilerine
karşı kesin tavır aldi. Daha 22 Haziran 1941`de Parti Merkez
Komitesi, Bulgar halkina yayinladigi bir bildiride tavrini açikça ortaya
koyuyordu.
Bildiride söyle deniyordu:
`Tarihin hiçbir döneminde, faşizmin SSCB`ne karşı açtigi savaştan
daha haydutça, daha karşı devrimci ve daha emperyalist bir savaş
olmamistir. Bu nedenle, Sovyet halkinin fasist istilaciya karşı
sürdürdügü ve bütün ülkelerin kaderinin bagli bulunduğu savaştan
daha hakli ve daha ilerici bir savaş olamaz. Böylesine hakli bir savaş,
dünyadaki her dürüst ve ilerici insanin yakinlik destegini kazanir...
Büyük çogunluğu ile kardes Sovyet halkina derin sevgi besleyen ve
daha iyi bir gelecek umutlarini Sovyet halkina baglayan Bulgar halki,
topraklarinin ve ordusunun Alman faşizminin haydutça amaçlari için
kullanilmasini önlemek ödevi ile karşı karşıyadir...
`Uyanik davranin ve Hükümetin bizi savaşa sokmak veya ülkemizi
fasist haydutlarinin hizmetine vermek için her türlü girişimine
kesinlikle karşı koyun! Alman fasistlerine ve talancilarina Bulgar
bugdayinin tek bir tanesi, Bulgar ekmeginin tek bir somunu
verilmeyecektir! Hiçbir Bulgar, onlarin hizmetine girmeyecektir!`
Merkez Komitesi ayni bildiride SSCB`ne karşı girişilen Nazi saldirisini
`Hitler`in boynunu koparacak pervasiz bir serüven` olarak niteledi.
24 Haziran 1941`de Parti Politbürosu, Nazi isgal güçlerine ve onlarin
isbirlikçisi yerli hainlere karşı Bulgar halkini silahli mücadeleye
hazirlamaya girişti. Bu hazirligi yürütmek için özel bir askeri
komisyon kuruldu. Alman ulasim yollarini kesmek, Nazilere hizmet
eden fabrika ve depolari yikmak, üretimi sabote etmek için işçileri
örgütlemek (bunun sonucu olarak birkaç fabrikanin üretimi % 40-50
düstü), köylüleri tarim ürünlerini saklamaya yöneltmek amaciyla
bölücü ve sabotaj eylemleri yapacak silahli askeri birlikler
oluşturuldu. Alman birliklerine ve üslerine saldirmak, ülkede
Almanlar ve yerli hainler için güvensiz bir ortam yaratmak, onlarin
savaşçi çabalarini bozmak slogani ileri sürüldü. Ayni zamanda Parti,
`Dogu Cephesine Tek Asker Vermeyiz` slogani ile ordu içindeki
çalismalarina hiz verdi. Yugoslavya`daki isgal kuvvetlerinde bulunan
askerler arasinda ise, Yugoslav partizanlariyla kardeslik kurmak ve
onlarin yanina geçmek slogani yayildi. Daha 1941`de, Razlog, Batak,
Karlovo, Dogu Sredna Gora, Sevlievo, Gabrovo ve daha baska
bölgelerde ilk partizan birlikleri ortaya çikti.
Bu kahramanca mücadele, pek çok fedakarligi ve çileyi gerektirdi:
Düzinelerle savaşçi daragaçlarinda sallandi ya da kursuna dizildi,
partizanlarin gövdelerinden ayrilan kafalari kasaba ve köylerde
dolastirildi, hapishaneler ve toplama kamplari tiklim tiklim doldu.
Ama bu hayvanca teröre ragmen, mücadele giderek hiz kazandi. Dogu
Cephesinde Sovyet zaferlerinin sonucu olarak Alman yenilgileri
arttikça, Nazi Almanyasinin kesin yenilgiye ugrayacagi açikça belli
olmaya basladiktan sonra bütün vatansever güçleri 1942 ortalarinda
Partinin insiyatifiyle kurulan ve programi yayinlanan Anavatan
Cephesinde toplamak daha büyük olanak kazanmaya basladi.
Anavatan Cephesi programi, Hitler`in dünya egemenligi planinin Nazi
Almanyasinin yikilmasiyla son bulmaya mahkum olduğunu ve
Bulgaristan`i Hitler`in kölesi durumuna sokan Çar Boris hükümeti
politikasinin halka karşı olduğunu ve ülkeyi felakete sürükleyecegini
açikça belirtiyordu. Programda, bu nedenle Bulgar halkinin,
ordusunun ve vatansever aydinlarin en büyük ödevinin Bulgaristan`i
kurtarmak için bütün Anavatan Cephesinde birlesmeleri olduğu da
bildiriliyordu.
Program, Bulgaristan`in Nazi Almanya`si ile olan haydutça ittifakinin
derhal bozulmasini, Alman isgalcilerinin Bulgaristan topraklarindan
çıkarilmasini, ulusal servet ve emegin yabanci saldirisindan
korunmasini, fasist örgütlerin dagitilarak zararsiz duruma
sokulmasini, emekçi halkin siyasi haklarinin yeniden taninmasini, bu
haklarin genisletilmesini ve güçlendirilmesini, ordunun monarkofasist
kliğin elinden kurtarilarak bir halk ordusuna dönüstürülmesini
ve böylelikle Alman emperyalistlerinin kesin yenilgisini sağlamak için
halkimizin maddi, manevi bütün güçlerinin SSCB`nin liderliğindeki
öteki halklarin gücüne katilmasini öngörüyordu. Program, bütün
anti-fasist güçlerin Anavatan Cephesinde birlesmelerini istiyor, öteki
özgürlük sever ülkeler ve özellikle Sovyetler Birligiyle yakin iliskiler
içinde özgür ve bagimsiz bir ulus olarak politik ve ekonomik
kalkinmamizi sağlayacak bir Anavatan Cephesi hükümetinin
kurulmasi için çagrida bulunuyordu.
Parti, iç faşizmin yikilmasi için verilecek mücadelenin, emekçi halkin
ve bütün ulusal yasamini ve gelecegini ilgilendiren bütün temel
sorunlari içerdigi görüsündeydi. Fasist rejim ortadan kalkmadan ülke
fasist kampin elinden kurtarilamaz, felaket, yokluk ve gerilemekten
siyrilamazdi. Nazi Almanya`sinin kaçinilmaz sonu ne oranda
belirginlestiyse, Bulgar halki da, kaderini Hitler`in köleci politikasiyla
özdes kilan Bulgar fasist rejiminin derhal ortadan kaldirilmasi
gereken tehlike olduğunu o oranda kavradi. Bulgaristan`in faşizmin
zincirlerinden kurtarilmasi, iç ve dis durumun yarattigi bir
zorunluluk olarak ortaya çikti ve işçi sınıfinin, sehir ve köydeki
emekçilerin, bütün gerçek demokratik ve vatansever güçlerin baslica
ödevi oldu.
Ülkemizi faşizmden ve Alman isgalinden kurtarma savaşi sirasinda
Partimizin demokratik ve ulusal platformu bu durumdaydi. Partinin
çagrisi büyük coskuyla karşılandi, halkin çogunluğu Anavatan
Cephesi bayragi altinda toplandi ve ülkenin kurtarilmasi gerçek bir
ulusal dava niteligi kazandi.
Parti, bu programin uygulanmasini, ülkenin köklü siyasi, ekonomik
ve toplumsal degisimler yolunda ilerlemesi için kaçinilmaz ve
belirleyici bir evre olarak görüyordu.
Bu militan programla silahlanan Parti, bütün gücünü, Anavatan
Cephesini gerçek bir ulusal hareket durumuna getirmek, direnis
hareketini genisletmek ve buna kitlesel bir hareket niteligi vermek
çabasinda yogunlastirdi.
1942`nin ikinci yarisinda, kitlelerin Nazi isgal kuvvetlerine ve onlarin
Bulgar masalarina karşı mücadelesi büyük hiz kazandi. Çesitli
yerlerde sayica az partizan birlikleri örgütlendiler ve halkin destegini
gördüler. 1942-43 kisinda Sredna Gora`daki (1941-44 arasinda
partizan faaliyetlerinin önemli kesimlerinden biri olan Orta
Bulgaristan`daki sira daglar) birlikler, 20,000 kadar jandarma ve
askere karşı unutulmaz ve destansi savaşlar verdiler. 1943 Mart-
Nisan aylarinda Merkez Komitesinin karariyla, ülke birlesik askeri
liderlik altinda 12 gerilla savaş bölgesine ayrildi. Köy ve kasabalarda
Almanlara ve hain otoritelere karşı partizan birliklerinin saldirilari,
genellikle halk içinde yürütülen yaygin siyasi eylemle birlikte
gidiyordu. Nazi haydutlarinin Dogu Cephesinde, özellikle Stalingrad
bozgunundan sonra ugradiklari yenilgilerin sayisi arttikça, partizan
mücadelesi de büyüyor, ülkenin dört bucagindan halk partizanlara
katiliyordu.
1943 sonlari ve 1944 baslarinda, fasistlerin kumanda ettigi asker ve
jandarmalardan oluşan 100,000 kisilik ordu, partizan harekete karşı
mücadeleyle görevlendirildi. Hitler`in ve Çar Boris`in Dogu Cephesine
tek bir Bulgar askeri gönderemeyislerinin baslica nedeni, Bulgar
ordusunun belli basli güçlerinin Bulgaristan ve Yugoslavya`da
partizanlara karşı savaşmakta olmasiydi.
Bu, gerçekten destansi dönem, ayni zamanda Partimiz ve Bulgar halki
için gerçek bir sinav oldu. Güvenle söyleyebiliriz ki, çogunlukla
Komünist gençlik tarafindan desteklenen Partimiz, ugradigi büyük
kayiplara, hayvanca teröre ve birtakim Parti üyelerinin
bocalamalarina ragmen bu sinavi onurla geçti. Bu dönem, Partinin
Alman isgal kuvvetlerine ve Bulgar fasistlerine karşı örgütledigi ve
yönettigi kadinli erkekli kahraman Partizanlariyla gurur duyacak,
Partimizin ve halkimizin anilarina altin yaldizla kazindi.
Sovyet ordusunun ilerlemesi ve fasistlerin buna karşı koyamayisiyla
kolaylasan Partizan hareketin yayilmasi, halki costurdu, onlarin son
zafere inancini pekistirdi ve Anavatan Cephesindeki müttefiklerimizi
harekete geçirdi.
Kitlelerin temel ihtiyaçlarinin karşılanmasi ve Bulgaristan`in Alman
fasist emperyalistleri tarafindan köle edilmesinin önlenmesi için
verilen mücadele boyunca Anavatan Cephesi büyüdü. Anavatan
Cephesi kivilcimini tutusturan Partimiz oldu, ama öteki fasist
olmayan partiler ile örgütler de Anavatan Cephesinin çalismalarina
katildilar.
1944`te Alman haydutlarinin bütün cephelerde ugradigi onarilmaz
yenilgiler, Sovyet ordularinin Almanya`ya karşı giriştigi yildirim
hareketi, fasist Italya`nin teslim olmasi, Üçüncü Ukrayna ordusunun
Bulgar sinirlarina yaklasmasi, Nazi Almanya`sinin çöküsünü
hizlandirdi. Panige kapilan isbirlikçi hainlerimiz ile monarko-fasist
klik dagilmaya basladi. Bunlarin Partizan hareketini kanla bogmak
girişimi ile Anavatan Cephesini bölme çabalari da bosa gitti.
Monarko-fasistler , yaklasan halk ayaklanmasini önce Bagriyanov,
sonra Muraviev-Giçev [5] hükümetleriyle engellemek istediler ve
kayitsiz sartsiz teslim olmak önerisiyle Anglo-Amerikan kurmay
heyetine yaklastilar. Bir Anglo-Amerikan isgali olursa, cezalanmaktan
kurtulacaklarini ve monarko-kapitalist rejimin sarsak temellerini
koruyabileceklerini umuyorlardi.
Ne var ki, Sovyet ordularinin hizla ilerlemesi ve Partimizin uyanik
tutumu yüzünden bu plan suya düstü.
26 Agustos 1944`te, Partimiz Merkez Komitesi, bütün örgütlerine,
yöneticilerine ve üyelerine, tarihi 4 numarali genelgeyi yayinlayarak,
silahli ayaklanma yoluyla fasist kralligi ve Bagriyanov hükümetini
devirmek, yerine Anavatan Cephesi hükümetini kurmak çagrisinda
bulundu. Bu genelgede, daha baska sorunlarin yani sira sunlar
belirtiliyordu:
`Bulgaristan için saat 12`yi vurmustur.
Bugün Bulgaristan`in kaderi sadece halkina ve vatansever ordusuna
baglidir. Kendini zorla kabul ettiren krallik ve Alman yanlisi
Bagriyanov hükümeti derhal devrilmez ve Almanya ile olan ittifak
bozulmazsa, ülkemiz, ölüme mahkumdur.
Partiyi, Anavatan Cephesini, bütün Bulgar halkini ve ordusunu
bekleyen görev, kararlilik içinde ve yigitçe bir genel silahli
ayaklanmaya girişmektir.
Ülkeyi, zaman kaybetmeksizin, yigitçe ve kararli eylemle
kurtarabilecek tek siyasi güç Anavatan Cephesidir.`
Ayni gün Partizan Ordusu Genel Kurmayi su emri verdi:
`Genel saldiriya geçin ve Anavatan Cephesi yetkililerini yerel bir
merkeze yerlestirin. Saldirinin ana darbelerini büyük merkezlere,
özellikle belirli ordu birliklerinin desteginin sağlanabilecegi yerlere
yöneltin.` Proletaryanin basinda ve görevinin bilincinde olan Parti,
geçmisteki militan deneylerinden, zafer ve yenilgilerden aldigi
derslerden yararlanarak bütün güçlerini harekete geçirdi. Sovyet
ordusunun yardimlarina güvenerek Bulgar halkinin Anavatan
Cephesi içinde seferber edilmesi ve Bulgaristan`daki kapitalizm ile
gericiliğin en tehlikeli ve seytani kalesi olan monarko-fasist
diktatörlügün devrilmesi için emir verdi.
8 Eylül`de Sovyet ordulari Bulgaristan topraklarina ayak
bastiklarinda, silahli ayaklanma çoktan baslamisti. Plovdiv, Gabrovo
ve Pernik madenlerinde grevler baslatildi. Sofya`da tramvay işçileri
greve gittiler, halk gösteri yapti. Pleven, Varna ve Sliven zindanlarinin
basilmasi, Partizan birliklerinin pek çok kasaba ve köyü isgaliyle ayri
zamana denk getirildi. Sovyet ordularinin demir baskisi altinda,
Alman haydutlari Bulgaristan`dan alelacele çekildiler. Bulgar
askerleri subaylarinin emrine uymayarak Partizanlara katildilar.
Ayaklanmanin zafere ulasmasi kesindi. 9 Eylül`de, Partizan birlikleri
ile devrimci görüslü asker ve subaylarin yardimiyla birlesmis
yiginlarin indirdigi darbelerin altinda lanetlenmis monarko-fasist
diktatörlük yikildi ve Bulgaristan`da ilk halk hükümeti -Anavatan
Cephesi hükümeti- kuruldu.
Ama, 9 Eylül zaferinde ve ülkemizin Alman fasist boyundurugundan
kurtulmasinda en büyük katki payi kahraman kardes Sovyet
ordusunun ve onun uzak-görüslü önderi Generalismo Stalin`indir.
Parti, işçi sınıfi ve bütün emekçi halkimiz, bunu her zaman sükranla
anacaklardir.

Bu Blogda Ara