Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları
-III- 

İKİNCİ BÖLÜM
(1914-1917)

KADETLER VE "ULUSLARIN KENDİ
KADERLERİNİ TAYİN HAKKI"

      RUSYA'DAKİ baş liberal gazete Reç, Lvov'da yapılan Tüm-Ukrayna Öğrenci kurultayı hakkında geçen yaz, Mihail Mogilyanski'nin yazdığı bir yazıyı yayınlamıştı. O sıralarda, Raboçaya Pravda, bay Mogilyanski'nin (bir demokrat ya da kendine demokrat süsü veren bir kişi için) en çok kınanması gereken bir tutumla, bay Dontsov'un ve başkalarının savunduğu Ukrayna ayrılıkçılığına sövgüler yağdırdığını belirtti. O zaman derhal sorunun, kendisine Ukraynalı birçok marksistin karşı olduğu bay Dontsov'la görüş birliğinde olma ya da olmama sorunu olmadığını ifade ettik; "ayrılıkçılığa", "çılgınlık" ve serüvencilik türünden sövgüler yağdırılmasına izin verilemeyeceğini söyledik. Bunun şovenist bir yaklaşım olduğunu, herhangi bir ayrılık planım eleştirirken [sayfa 100] Büyük-Rusyalı bir demokratın ayrılma özgürlüğü, ayrılma hakkı için propaganda yapması gerektiğini belirttik.
      Okurların göreceği gibi bu bir ilke sorunudur, bir program sorunudur ve genel olarak demokratlara düşen ödevlerle ilgilidir.
      Şimdi altı ay sonra bay Mihail Mogilyanski bu konuyu Reç'te (n° 331) yeniden ortaya atıyor, ancak bizi yanıtlamıyor; Lvov gazetesi Shlyakhide[45] Reç'te sert bir dille saldıran ve bu arada "Reç'in şovenist hamlesinin yalnızca Rus sosyal-demokrat basınında hakettiği biçimde damgalandığını" gösteren bay Dontsov'u yanıtlıyor.
      Bay Dontsov'u yanıtlarken, bay Mogilyanski, tam üç kez, "bay Dontsov'un reçetesini eleştirmenin, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını reddetme anlamına gelmediğini" söylüyor.
      Liberal Reç'e yazı yazan bir kişinin bu ifadesi çok büyük bir önem taşımaktadır. Okurlarımızı, bu noktaya özellikle dikkat etmeye çağırıyoruz. Liberal beyefendiler, muhalefet kimliğiyle alelade siyasal skandal ticareti yerine, demokrasiye ilişkin temel ve maddi gerçekleri ortaya koymaya ve tahlil etmeye ne kadar seyrek yanaşırlarsa, böyle yaptıkları her zaman biz, ciddi bir değerlendirmeyi daha inatla istemeliyiz.
      Bizim Anayasacı "Demokratik" Partimiz, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını tanıyor mu, tanımıyor mu? Bay Mogilyanski'nin elinde olmaksızın ortaya attığı ilginç soru budur.
      Bay Mogilyanski, üç kez üstüste görüşünü saklı tuttuğunu söylüyor, ama bu soruya açık bir yanıt vermiyor. Bu soruya Anayasacı Demokratik Partinin ne programının ne gündelik siyasal vaazlarının (propaganda ve uyandırma çalışmaları) dümdüz, kesin ve açık bir yanıt vermediğini o da çok iyi biliyor.
      "Söylemek gerek ki" diye yazıyor bay Mogilyanski, "ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, hiçbir zaman eleştiril-memesi gereken bir tapkı (fetish) değildir: Bir ulusun sağlıksız yaşam koşulları, ulusal kaderi tayin konusunda sağlıksız eğilimler yaratabilir; bu eğilimleri ortaya koymak, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını reddetme anlamına gelmez."
      Bu liberal kaçamağa güzel bir örnek. Aynı kaçamağı, tasfiyecilerin gazetesinin sütunlarında Semkovski'ler başka [sayfa 101] bir biçimde yineliyorlar. Ah, hayır bay Mogilyanski, hiçbir demokratik hak bir "tapkı" değildir ve örneğin, bu hakların hiçbirinin sınıf içeriği unutulmamalıdır. Bütün genel demokratik istekler, burjuva-demokratik isteklerdir; ancak bundan, istekleri olabildiği ölçüde tutarlı bir davranışla desteklemenin proletaryaya düşmediği sonucunu yalnızca anarşistlerle oportünistler çıkarabilir.
      Kendi kaderini tayin hakkı başka şeydir, kaderini tayin hakkının yani belli bir ulusun, belli koşullar altında ayrılmasının uygun düşüp düşmediği başka şey. Bu işin abecesi. Acaba bay Mogilyanski, Rus liberaller, Anayasacı-Demokratik Parti, yığınlara —özellikle Büyük-Rusya halk yığınlarına— bu hakkın ivediliği ve büyük önemi hakında konuşmanın bir demokratın ödevi olduğunu kabul ediyorlar mı?
      Hayır, hayır, bir kez daha hayır. Bay Mogilyanski'nin kaçındığı ve gizlediği şey bu. Kadetlerin —yalnızca Struve'nin, Izgoyev'in ve önde gelen öteki kadetlerin değil, ama Kadet Partisinin Milyukov gibi diplomatlarının ve o partinin darkafalılarının— ulusalcılığının ve şovenizminin köklerinden biri de bu... Ancak onların adı önemli değil!
      Rusya'nın sınıf bilincine sahip işçileri, bu ülkede bizim ulusal gericilerimizin yanısıra, ulusal liberallerimiz de olduğunu ve ulusal demokrasinin kavruk sürgünlerinin çıkmakta olduğunu unutmayacaklardır (bay Peşehonov'un, 1906'da, Russkoye Bogatstvo n° 8'de Büyük-Rusya mujiklerinin ulusalcı önyargıları hakkında "ihtiyat"lı davranılması isteğini anımsayın).
      Ulusalcılık çıbanının bütün biçimleriyle savaşta kendi kaderini tayin hakkının savunulması çok önem taşıyor. [sayfa 102]
     
        Proletarskaya Pravda, n°4,       Collected Works,
11 Aralık 1913
İmza: İ     vol. 19, s. 525-527.


     
       
       
RUS OKULLARINDAKİ ÖĞRENCİLERİN
BAĞLI OLDUKLARI ULUSLAR

      ÖZÜ, okulları ulusal-topluluklara göre ayırmak olan "kültürde ulusal özerklik" planı konusunda daha kesin bir görüşe varmak için, Rus okullarındaki çocukların bağlı oldukları ulusları gösteren somut bilgilere başvurmakta yarar var. St. Petersburg eğitim bölgesi için okullarda 18 Ocak 1911'de yapılan sayıma ilişkin istatistik çizelgeleriyle bu konuda bilgi elde edilmiştir.
      Aşağıdaki rakamlar, Kamu Eğitim bakanlığına bağlı ilk okullara giden öğrencilerin ana dillerine göre dağılımını göstermektedir. Rakamlar, St. Petersburg bölgesinin tümünü kapsamaktadır. Biz, ayraç içinde, St. Petersburg kenti rakamlarını da veriyoruz. Resmî görevliler "Rus dili" terimiyle Büyük-Rusya, Byelorusya ve Ukrayna'yı resmî deyişle [sayfa 103] "Küçük-Rusya" her seferinde birlikte saymışlardır. Toplam öğrenci sayısı — 265.660 (48.076).
      Rus—232.618 (44.223); Polonyalı—1.737 (780); Çek—3 (2); Litvanyalı—84 (35); Letonyalı— 1.371 (113); Zhmud—1 (0); Fransız—14 (13); İtalyan— 4 (4); Romen—2 (2) Alman— 2.048 (845); İsveçli—228 (217); Norveçli—31 (0); Danimarkalı—l (1); Hollandalı—1 (0); İngiliz—8 (7); Ermeni—3 (3); Çingene—4 (0); Yahudi—1.196 (396); Gürcü—2 (1); Ossetli —1 (0); Fin—10.750 (874); Kareli—3.998 (2); Chudlu—247 (0); Estonyalı— 4.723 (536); Laponyalı—9 (0); Ziryan 6.008 (0); Samoyed—5 (0); Tatar—63 (13); İranlı—1 (1); Çinli—1 (1); saptanamayan—138 (7).
      Bunlar, göreli olarak doğru rakamlar. Her ne kadar, bu rakamlar, aslında Rusya'nın Büyük-Rusya bölgesine ilişkinse de, ulusal oluşum açısından nüfusun hayli karışık olduğunu gösteriyor. Geniş St. Petersburg kenti nüfusunun aşırı ölçüde karışık olduğu ilk bakışta görünüyor. Bu bir raslantı değildir, dünyanın her yerinde, bütün ülkelerde işleyen bir kapitalist yasanın ürünüdür. Büyük kentlerin, fabrika, metalürji, demiryolu, ticaret ve sanayi merkezlerinin nüfusu kesinlikle çok karışıktır; bütün öteki merkezlerden daha hızlı büyüyen ve geri kırsal bölgelerde oturanları sürekli olarak gittikçe büyüyen ölçülerde kendine çeken, bu merkezlerdir.
      Şimdi gerçek yaşamın bu canlı bilgilerini, ulusalcı darkafalıların, "kültürde ulusal özerklik" denen cansız ütopyasına ya da (bundcuların diliyle) ulusal kültür sorunlarını, yani işin aslında eğitim işlerini "devletin yetki alanı dışına çıkarma"ya uygulayın.
      Eğitim işleri "devletin yetki alanı dışına çıkarılacak" ve herbiri "kendi ulusal kültürünü" geliştiren 23 (St. Petersburg'da) "ulusal derneğe" aktarılacaktır!
      Bu tür bir "ulusal program"ın saçmalığım ve gerici yapısını göstermek için nefes tüketmek gülünç olur.
      Gün gibi açık ki, böyle bir planı savunmak, işin aslında, burjuva ulusalcılığı ve şovenizm düşüncelerini ve kırtasiyeciliği desteklemek, o düşünceleri gütmek demektir. Genel olarak demokrasinin ve özel olarak işçi sınıfının isterleri, bunun tam tersini gerektirir. Her bölgede birörnek okullarda tüm ulusal-topluluklardan gelme çocukların birbirine karışmasını güvence altına almaya çalışmalıyız; Vladimir işçilerinin [sayfa 104] temsilcisi Samoylov'un devlet Dumasında Rus sosyal-demokrat işçileri adına çok yetenekli bir biçimde anlattığı gibi,[46] tüm ulusal-topluluklar işçileri, elele vererek proletaryanın eğitim siyasetini gütmeliler. Okulların, hangi biçim altında olursa olsun, ulusal-topluluklara göre ayrılmasına, en sert biçimde karşı koymalıyız.
      Her ne ise, ulusları eğitim işlerinde bölmek bize düşmez. Tam tersine, ulusal-toplulukların, eşit haklar temelinde, barış içinde birarada yaşamalarını sağlayacak temel demokratik koşulları yaratmaya çalışmamız gerekir. "Ulusal kültür "ün şampiyonluğunu yapmamalıyız; dünya emekçi sınıfı hareketinin enternasyonal kültürü adına, bu "ulusal kültür" sloganının kırtasiyeci ve burjuva niteliğini ortaya koymalıyız.
      Ama St. Petersburg'da 48.076 çocuk içinde bir Gürcü çocuğun haklarını, eşit haklar temeli üzerinde güven altına almanın olası olup olmadığı bize sorulabilir. Bu soruya, Gürcü "ulusal kültürü" temeli üzerinde St. Petersburg'da özel bir Gürcü okulu kurmanın olanaksız olduğu ve böyle bir planı savunmanın, halk yığınları arasında zararlı tohumlar atmak demek olduğu yanıtını vermeliyiz.
      Eğer bu bir Gürcü çocuğu için hükümete ait yapılarda Gürcü dili, Gürcü tarihi vb., konularında verilecek konferanslar için ücret ödemeksizin bir yer sağlanmasını, bu çocuğa merkez kitaplığından Gürcü dilinde yazılmış kitaplar bulunmasını, Gürcü öğretmenin ücretini karşılamaya devletin katkıda bulunmasını, vb. vb. istersek, o zaman zararlı herhangi bir şeyi savunmuş, olanakdışı bir şey için çabalamış olmayacağız. Gerçek bir demokrasi çerçevesinde, bürokrasi ve "peredonovism"[47] okullardan tamamen sökülüp atıldığı zaman, halk bunu kolayca başarabilir. Ne var ki, bu gerçek demokrasi, ancak, tüm ulusal-toplulukla işçileri birleştiği zaman elde edilebilir.
      Her "ulusal kültür" için özel ulusal okullar kurulmasından yana olmak gericiliktir. Oysa gerçek bir demokraside, okulları ulusal-topluluklara göre bölmeksizin, öğrencinin kendi dili, kendi tarihi hakkında dersler düzenlenmesini güven altına almak olanak içindedir. Halka herhangi bir şeyin zorlanmasını, örneğin Kem uyezdindeki 713 Kareli çocuğa 'orada yalnızca 514 Rus çocuk var) ya da Peçora uyezdindeki [sayfa 105] 681 Ziryanlı çocuğa (153 Rus) ya da Novgorod uyezdindeki 267 Letonyalı çocuğa (orada 7.000'den fazla Rus var), vb. vb., herhangi bir şeyin zorlanmasını tam bir yerel özyönetim olanaksız hale getirecektir.
      Uygulanırlığı olmayan kültürde ulusal özerkliği savunmak saçmalıktır. Bu düşünce şimdiden, işçileri ideolojik olarak birbirinden ayırıyor. Tüm ulusal-topluluklar işçilerin birleşmesini savunmak ise, proletaryanın sınıf dayanışmasının başarısını kolaylaştırmak demektir. Tüm ulusal-topluluklar için eşit haklar ve barış içinde birarada yaşamak olanağını güven altına alacak olan şey de bu dayanışmadır. [sayfa 106]
      Proletarskaya Pravda, n° 7,        Collected Works
14 Aralık 1913  vol. 19, s. 531-533.


     
       
RSİDP’NİN ULUSAL PROGRAMI

      MERKEZ yönetim kurulu, "Bildirimler"de yayınlanmış olan ve ulusal program sorununu, kurultay gündemine alan ulusal soruna ilişkin bir kararı[2*] onayladı.
      Şimdilerde ulusal sorunun —karşı-devrimin tüm siyasetinde, burjuvazinin sınıfsal bilincinde ve Rusya'nın proleter Sosyal-Demokrat Partisinde— niçin ve nasıl ön plana çıktığı bu kararda ayrıntılarıyla gösteriliyor. Durum apaçık olduğu için bu nokta üzerinde durmanın hiç gereği yok. Bu yakınlarda marksist teorik yazında, gerek bu durum üzerinde, gerek sosyal-demokrasinin ulusal programın dayanakları üzerinde durulmuştur (burada, başta Stalin'in yazısını belirtmek gerekir)[48]. O nedenle, bu yazıda sorunu, salt parti [sayfa 107] açısından ortaya koymak ve Stolipin-Maklakov[49] baskısı altında ezilen bugünkü yasal basında yazılamayacak noktalara açıklık getirmekle yetinmeyi, amacımıza uygun buluyoruz.
      Rusya'da sosyal-demokrasi, özellikle, daha eski ülkelerin, yani Avrupa'nın deneyimine ve o deneyimin teorik ifadesi olan marksizme dayanarak biçimleniyor. Ülkemize ve ülkemizde sosyal-demokrasinin tarihsel kuruluş dönemine özgü özellikler şunlar: Birincisi, Avrupa'dan farklı olarak, bizim ülkemizde sosyal-demokrasi, burjuva devriminden önce biçimlenmeye başladı ve o devrim sırasında oluşumunu sürdürdü. İkincisi, bizim ülkemizde, proletarya demokrasisini, genel burjuva ve küçük-burjuva demokrasisinden ayırmaya dönük zorunlu savaşım —ki bu, özünde her ülkenin başından geçen savaşımın aynıdır— Batıda ve bizim ülkemizde, marksizmin teorik yönden tam zafer kazandığı koşullarda yürütülüyor. Bu nedenle, "hemen hemen marksist" sözlerin arkasına gizlenen küçük-burjuva teorileri için ya da o teorilere karşı verilen bir savaşım niteliğinde olduğu için, bu savaşımın aldığı biçim, marksizm uğruna savaşım biçimine pek benzememektedir.
      Ekonomizm (1895-1901)[50] ve "yasal-marksizm"den (1895-1901, 1902)[51] bu yana, bu hep böyle olmuştur. Bu eğilimlerle menşevizm (1903-1907)[52] ve tasfiyecilik (1908-1913)[53] arasındaki yakın ilişki ve içsel bağlantıyı, ancak tarihsel gerçeklerden ürkenler unutabilir.
      Rus işçi sınıfı hareketinin teori ve pratiğinde marksizmin ilk ve ana temelleri atmasının yanısıra 1901-1903 yılları arasında RSDÎP için tam bir program hazırlayan eski İskra, öteki sorunlarda olduğu gibi ulusal sorunda da küçük-burjuva oportünizmiyle savaşmak zorunda kalmıştı. Bu oportünizm, en başta, Bundun ulusalcı eğilimlerinde ve sağa-sola yalpalayışında ifadesini bulmuştu. Eski İskra, Bundun ulusalcılığına karşı çetin bir savaş verdi. Bunu unutmak, bir kez daha, belleğini yitirmişlikle ve kendini Rusya'daki tüm sosyal-demokrat işçi hareketinin tarihsel ve ideolojik köklerinden koparmakla birdir.
      Öte yandan, Ağustos 1903'te RSDİP programı, ikinci kurultayda kesin olarak kabul edildiği sırada, hemen hemen bütün kurultay delegelerinin ziyaret ettiği program komisyonunda geçtiği için kurultay tutanaklarına girmeyen bir [sayfa 108] savaşım daha olmuştu. Bu savaşım, Polonyalı bazı sosyal-demokratların, "ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı"na kuşku çekmeyi amaçlayan çabalarına, yani oldukça değişik bir açıdan oportünizme ve ulusalcılığa sapma çabalarına karşıydı.
      Bugün bile, aradan on yıl geçtiği halde, savaşım bu iki temel çizgi boyunca sürüyor. Bu da, bu savaşımla Rusya'daki ulusal sorunu etkileyen nesnel koşullar arasında çok sıkı bir bağlantı bulunduğunu gösterir.
      Avusturya'da (1899) Brünn kurultayında, (Kristan, Ellenbogen ve başkaları tarafından savunulan ve Güneyli Slavların tasarısında da ifade edilen) "kültürde ulusal özerklik" reddedilmişti. Kurultayda toprağa bağlı (territorial) ulusal özerklik kabul edilmişti. Sosyal-demokrat propagandanın, bütün ulusal bölgelerin zorunlu birliği doğrultusunda olması kararı, "kültürde ulusal özerklik" düşüncesiyle yalnızca bir uzlaşmaydı. Bu zavallı düşüncenin bellibaşlı teoricileri, Yahudilere bu görüşün uygulanamayacağını özellikle belirttiler.
      Rusya'da ufak oportünist bir yanlışı geliştirip oportünist bir siyasal şistten haline dönüştürmeyi üstüne görev bilen kişiler —her zamanki gibi— bulundu. Almanya'da Bernstein'ın varlığı, Rusya'da sağ anayasacı-demokratları —Struve, Buîgakov, Tugan ve hempası— ortaya çıkarmıştı. Otto Bauer'in (aşırı ölçüde ihtiyatlı davranan Kautsky'nin deyişiyle) "enternasyonalizmi unutması" ise, Rusya'da, bütün Yahudi burjuva partilerinin ve çok sayıda küçük-burjuva eğilimin (Bundun ve 1907'de sosyalist-devrimci ulusal partiler konferansının) "kültürde ulusal özerklik" düşüncesini tam olarak kabul etmesi sonucunu verdi. Geri Rusya, Batı Avrupa oportünizmi mikroplarının bizim yaban toprağımızda nasıl salgınlar yarattığını göstermeye yarıyor, denebilir.
      Rusya'da, Bernstein'ın Avrupa'da "hoşgörüyle karşılandığını söylemeyi pek severler, ama bernştayncılığın, "kutsal" Rusya anamız dışında dünyanın hiçbir yerinde struveciliğe[54] yolaçmadığını, ya da "bauerciliğin", Yahudi burjuvazinin incelmiş ulusalcılığının sosyal-demokratlar tarafından haklı gösterilmesine vardırılmadığını eklemeyi unuturlar.
      "Kültürde ulusal özerklik" en incelmiş, bu nedenle de en tehlikeli ulusalcılık demektir; ulusal kültür sloganıyla ve [sayfa 109] okulların çok tehlikeli, hatta anti-demokratik bir biçimde ulusal-topluluklara göre bölünmesi propagandasıyla işçilerin yozlaştırılması demektir. Kısacası bu program, hiç kuşku yok, proletarya enternasyonalizmiyle çelişir; yalnızca ulusalcı küçük-burjuvazinin ülkülerine uygundur.
      Ancak bir durum vardır ki, marksistler, eğer demokrasiye ve proletaryaya ihanet etmek istemiyorlarsa, ulusal sorunda özel bir isteği savunmak zorundadırlar; bu ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı (RSDİP programının 9. maddesi), yani siyasal ayrılma hakkıdır. Konferans kararında bu istek öylesine ayrıntılı olarak tanımlanıp ortaya konmuştur ki, herhangi bir yanlış anlamaya yer bırakılmamıştır.
      Bu nedenle, programın bu bölümüne karşı öne sürülen, şaşırtıcı ölçüde bilisiz ve oportünistçe itirazları yalnızca kısaca tanıtmakla yetineceğiz. Yeri gelmişken belirtelim ki, programımız on yıldan beri yürürlülüktedir. Bu süre içinde, RSDİP'nin tek bir birimi, tek bir ulusal örgüt, tek bir bölge konferansı, tek bir yerel yönetim kurulu, herhangi bir kurultaya ya da konferansa katılmış tek bir temsilci, 9. maddenin değiştirilmesi ya da kaldırılması isteğini ortaya atmış değildir.
      Bunu akıldan çıkarmamak gerekir. Bu bize, ortaya atılan itirazlarda bir parçacık ciddiyet ya da bir parçacık parti özü olup olmadığını ilk bakışta gösterir.
      Tasfiyecilerin gazetesinden bay Semkovski'yi alalım. Partiyi tasfiye etmiş bir kişinin vurdumduymazlığıyla şöyle diyor: "Belli bazı nedenlerle, Rosa Luxemburg'un, 9. maddeyi programdan tüm olarak çıkarma düşüncesini paylaşmıyoruz." (Novaya Raboçaya Gazeta, n° 71.)
      Demek ki, nedenler gizli! Ama, programımızın geçmişi hakkında bunca bilisiz kalınırsa gizlilikten nasıl sakınılabilir ki? Ya da aynı bay Semkovski eşi görülmedik bir vurdumduymazlıkla (partiymiş, programmış ne umurunda) Finlandiya'yı dıştalarsa, nedenlerin gizliliğinden nasıl kaçınılabilir ki?
      "Polonya proletaryası, bir devletin çatısı altında tüm Rus proletaryasıyla birlikte, ortak bir savaşımı sürdürmek isterse ve buna karşılık, Polonya toplumunun gerici sınıfları Polonya'yı bir halk oylamasıyla (referandum) Rusya'dan [sayfa 110] ayırmak isterler ve ayrılıktan yana bir oy çoğunluğu elde ederlerse ... ne yapacağız? Biz Rus sosyal-demokratları, bir merkez parlamentoda Polonyalı yoldaşlarımızla birlikte ayrılmaya karşı mı oy vereceğiz, yoksa ‘kendi kaderini tayin hakkı'nı çiğnememek için ayrılmadan yana mı oy kullanacağız?"
      Gerçekten de, bönce ve tam bir kafa karışıklığını yansıtan böyle sorular sorulduğu zaman ne yapacağız?
      Ah benim aziz bay Tasfiyecim, kendi kaderini tayin hakkı, sorunun bir merkezî parlamento tarafından değil, ama ayrılan azınlığın parlamentosu, diyeti ya da referandumuyla çözümlenmesini içerir. Norveç (1905'te) İsveç'ten ayrıldığı zaman, kararı (İsveç'in yarı büyüklüğünde olan) Norveç tek başına vermişti.
      Bay Semkovski'nin onmaz bir kafa karışıklığı içinde olduğunu çocuklar bile görebilir.
      "Kendi kaderini tayin hakkı", içinde yalnızca genel anlamıyla demokrasinin varolduğu bir sistemi değil, özellikle, ayrılma sorununa demokratik olmayan bir çözümün olanaksız olduğu bir demokratik sistemi ifade eder. Genel olarak düşünülürse, demokrasi, savaşkan ve zalim ulusalcılıkla bağdaşabilir. Proletarya, bir devletin sınırları içindeki uluslardan herhangi birinin zorla alıkonmasına olanak vermeyen bir demokrasiden yanadır, böyle bir demokrasi istiyor. Bu nedenle, "kendi kaderini tayin hakkını yozlaştırmamak için", düzenbaz bay Semkovski'nin düşündüğü gibi "ayrılmadan yana" değil, ama ayrılan bölgenin, soruna kendisinin karar verme hakkından yana oy kullanmayı görev bilmemiz gerekir.
      "Boşanma hakkının, boşanma için ille de birinin oy vermesini gerektirmediğini bilmek, bay Semkovski'nin kafa yetenekleriyle bile zor olmasa gerek. Ne var ki, mantığın abecesini unutmak, 9. maddeyi eleştirenlerin yazgısı anlaşılan.
      Norveç'in İsveç'ten ayrılışı sırasında, eğer ulusalcı küçük-burjuvaziyi izlemek istemiyor idiyse, İsveç proletaryasına düşen görev, İsveçli papazlar takımıyla toprak sahiplerinin Norveç'i zor kullanarak İsveç'e katma arzularına karşı propaganda yapmak ve oy vermekti. Bu çok açık, anlaması da pek güç değil. Kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin, ezen, egemen ulusların proletaryasından istediği bu tür bir propagandadan İsveçli ulusal demokratlar geri durabilirlerdi. [sayfa 111]
      "Eğer gericiler çoğunluktaysa ne yapacağız?" diye soruyor bay Semkovski. Bu, ilkokul üçüncü sınıf öğrencisi bir çocuğun soracağı türden bir soru. Eğer demokratik bir oylamada gericiler çoğunluğu sağlarsa, Rus anayasası ne olacak? Bay Semkovski, konuyla ilgili olmayan yavan, kof sorular soruyor. Bunlar yetmiş akıllının yanıtlayabileceğinden daha çoğunu, yedi aptalın sorabileceği türden, budalaca sorular.
      Demokratik bir oylamada çoğunluğu gericiler sağlarsa, genellikle iki şeyden biri olur: Ya gericilerin karan uygulanır ve o kararın zararlı sonuçları yığınları hızla ya da yavaş yavaş gericilere karşı demokrasinin yanına iter; ya da demokrasiyle gericilik arasındaki çatışma bir iç savaş veya başka bir savaş yoluyla çözümlenir, ki bu, (kuşkusuz Semkovski'lerin bile işitmiş olabilecekleri gibi) demokrasi düzeninde bile olabilir.
      Bay Semkovski, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını tanımak, "en özgün burjuva ulusalcılığının oyununa düşmektir" diye direniyor. Bu çocukça bir saçmadır. Çünkü bu hakkın tanınması, ayrılmaya karşı propaganda yapılmasını ya da burjuva ulusalcılığının gözler önüne serilmesini dıştalamıyor. Tam tersine, ayrılma hakkının yadsınması, tartışma götürmez bir gerçektir ki, en özgün gerici Büyük-Rus ulusalcılığının oyununa gelmektir.
      Rosa Luxemburg'un, uzun zaman önce, (Ağustos 1903'te) Alman ve Rus sosyal-demokratlarınca alaya alınmasına neden olan gülünç yanılgısının özü de budur. Ezilen ulusun burjuva ulusalcılığının çıkarına hizmet etmekten korkan kişiler, ezen ulusun yalnızca burjuva ulusalcılığının değil, onun yanısıra gerici ulusalcılığının da çıkarına hizmet ederler.
      Eğer bay Semkovski, partinin geçmişi ve programı konusunda bir bakire kadar saf olmasaydı, [her şeyden önce -ç.] bundan onbir yıl önce, Zarya'da[55] RSDİP'nin program taslağını (ki 1903'te program haline gelmiştir) savunurken ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının tanınmasına özel olarak değinen ve bu konuda aşağıdaki satırları (s. 38) yazan Plehanov'u kanıtlarla çürütmesinin gerekli olduğunu bilir, anlardı. Plehanov şöyle yazmıştı:
      "Burjuva-demokratlar için teoride bile zorunlu olmayan bu istek, biz sosyal-demokratlar için zorunludur. Eğer bunu [sayfa 112] unutursak ya da Büyük-Rus olan yurttaşlarımızın ulusalcı önyargılarını incitiriz korkusuyla öne sürmekten çekinirsek, dünya sosyal-demokrasisinin savaş narası, 'bütün ülkelerin işçileri birlesiniz!' narası, dudaklarımızda utanç verici bir yalan olur."
      Daha Zarya günlerinde Plehanov, konferans kararında ayrıntılarıyla geliştirilen temel kanıtı ortaya koymuştu. Semkovski'ler onbir yıl boyunca bu kanıtın üstüne yürümeyi denemediler. Rusya'da nüfusun yüzde 43'ü Büyük-Rustur, ama Büyük-Rus ulusalcılığı, nüfusun yüzde 57'sine egemendir, bütün ulusal-toplulukları ezer. Ulusalcı liberaller (Struve ve hempası, ilerlemeciler, vb.) ulusalcı gericilerle işbirliği yapar yapmaz, ulusalcı demokrasinin "ilk habercileri" görünmüştür (Peşehonov'un, Ağustos 1906'da, mujiğin ulusalcı önyargılarına karşı davranışımızda ihtiyatlı olmamız gerektiğine ilişkin çağrısını anımsayınız).
      Rusya'da burjuva-demokratik devriminin tamamlandığını düşünenler yalnızca tasfiyecilerdir. Bütün dünyada ulusal hareketler, her zaman böyle bir devrimin doğal sonucu olmuştur, olmaktadır. Özellikle Rusya'da, sınır bölgelerinin çoğunda, ezilen uluslar var. Bu uluslar, komşu devletlerde daha geniş özgürlüklere sahip bulunuyorlar. Çarlık, komşu ülkelerden daha gericidir, özgür iktisadi gelişmenin önüne dikilmiş en büyük engeldir, Büyük-Rus ulusalcılığını besleyip geliştirmek için elinden geleni yapıyor. Bütün öteki koşullar aynı olmak koşuluyla, bir marksist, kuşku yok ki, büyük devleti küçük devletlere yeğ tutar. Ne var ki, çarlık monarşisindeki koşulların, herhangi bir Avrupa ülkesindeki ya da pek azı dışında Asya ülkelerindeki koşullarla aynı olduğunu düşünmek dahi gülünç ve gerici olur.
      Bundan ötürü, bugünkü Rusya'da ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının yadsınması, hiç kuşkusuz oportünizmdir; bugün bile çok güçlü olan gerici Büyük-Rus ulusalcılığına karşı savaşmaya yanaşmamaktadır. [sayfa 113]
   
  Sotsial-Demokrat, n° 32,         Collected Works,
15 (28) Aralık 1913  vol.19, s.539-545.


     
     
       
ULUSAL LİBERALİZM VE ULUSLARIN
KENDİ KADERLERİNİ TAYİN HAKKI

      İŞLERİ eline yüzüne bulaştıran bay Mogilyanski'nin yardımına koşan liberal Reç gazetesinin yönetmenleri, bu yakınlarda (n° 340'ta), önemli bir konuda, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı konusunda imzasız, yani gazetenin görüşünü açıklayan bir başyazı yayınladılar.
      Bay Mogilyanski, açık dosdoğru bir yanıt vermekten kaçınmış, kendi görüşleriyle, "ulusların kaderlerini tayin hakkının yadsınması arasında hiçbir ortak yan bulunmadığı"nı öne sürmüştü. Şimdi Reç, Anayasacı-Demokratik Parti programındaki 11. maddenin, "ulusların kendi kültürel kaderlerini tayin hakkı sorununda dolaysız, açık ve kesin bir yanıt getirdiğini" resmen ilan ediyor.
      İtalik harflerle dizilen sözcük özellikle önem taşıyor. [sayfa 114] Çünkü bay Mogilyanski'nin ilk yazısında, o yazıya bay Dontsov'un verdiği yanıtta ya da bay Mogilyanski'nin bay Dontsov'la giriştiği polemikte tartışılan şey, ulusların "kültürel" kaderlerini tayin hakkı değildi. Tartışılan şey, ulusların siyasal kaderlerini tayin hakkı, yani ulusların ayrılma hakkıydı. Oysa "kültürel kaderi tayin" ile (demokrasinin tüm tarihiyle çelişen anlamsız, tantanalı bir söz) gerçekte liberallerin kastettiği şey, yalnızca dillerin özgürlüğüdür.
      Reç, Proletarskaya Pravda'nın, kendi kaderini tayin etmeyi, onmaz bir biçimde, "ayrılıkçılık"la, bir ulusun ayrılmasıyla karıştırdığını ilan ediyor.
      Acaba onmaz (ya da bile bile) bir karışıklık içinde olan kim?
      Bizim aydın "anayasacı-demokratlar"ımız, uluslararası demokrasinin başından beri, özellikle 19. yüzyılın ortalarından bu yana, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının, kesinlikle siyasal kaderi, yani ayrılma hakkını, bağımsız ulusal bir devlet kurma hakkını ifade ettiğini yadsıyabilirler mi?
      Bizim aydın "anayasacı demokratlar "imiz, 1896'da, Londra'da yapılan Uluslararası Sosyalist Kurultayın, yerleşik demokratik ilkeleri bir kez daha doğrularken (kuşku yok ki, kurultay, salt bununla yetinmiş değildi) bir tür "kültürel" kaderi tayin hakkını değil, siyasal kaderi tayin hakkını kastettiğini yadsıyabilirler mi?
      Bizim "anayasacı-demokratlar"ımız, daha 1902'de, kendi kaderini tayin hakkı üzerinde dururken, örneğin Plehanov'un bu kavramdan, siyasal kaderi tayin hakkını anladığını yadsıyabilirler mi?
      Beyefendiler, lütfen biraz daha açık olun; "aydın" kafanızın ürünlerini "ayak takımı"ndan saklamayın!
      Asıl konuda Reç şöyle diyor:
      "Gerçekte kadetler hiçbir zaman kendilerini, 'ulusların Rus devletinden ayrılma' hakkını savunma yüklenimi altına sokmamışlardır."
      Çok güzel! Bu kadar içten olduğunuz, ilkelerinizi böyle açıkça belirttiğiniz için size teşekkür ederiz. Kadetlerin yarı-resmi yayın organındaki bu "en vefalı" ifadeye Rossiya, Noveye, Vremya, Zemşçina[56] ve öteki gazetelerin dikkatini çekeriz. [sayfa 115]
      Kadet partisinin beyefendileri, eğer salt bu nedenle sizlere ulusal liberaller diye ad takılırsa öfkenize sahip olun. Sizin şovenizminizin, Purişkeviç'lerle kurduğunuz ideolojik ve siyasal blokun (onlara ideolojik ve siyasal bağımlılığınızın) temel nedenlerinden biri burada yatıyor. Purişkeviçfler ve bağlı oldukları sınıf, "onları pençesine alıp kıskıvrak tut-ma"nın[57] "hak" olduğu "kesin" inancını, bilisiz yığınların kafasına aşılıyor. Kadetler tarih okumuşlardır; "genel Yahudi kırımı türünden" girişimlerin, bu "eski hakkın" kullanılmasının —ılımlı bir dille söyleyelim— çoğu kez nelere yolaçtığını çok iyi bilirler. Bir demokrat, ulusların "kültürel" anlamda değil, siyasal anlamda "kendi kaderlerini tayin" hakkını, Büyük-Rus yığınları arasında ve Rus dilinde düzenli olarak savunmuyorsa, ona (proleter demokratlık şöyle dursun) demokrat denemez.
      Ulusal-liberalizmin, her zaman ve her yerde, karakteristik özelliği, Purişkeviç sınıf tarafından belirlenen ve (çoğu kez, iktisadi gelişmenin ve "kültür"ün zararına) Purişkeviç yöntemlerle korunan ilişkiler temelinde (ve sınırlar çerçevesinde) yer almasıdır. Gerçekte bu, kişinin kendini feodal kafalı toprak sahiplerinin çıkarlarına ve sürekli olarak savaşacak yerde, egemen ulusun en kötüsünden ulusalcı önyargılarına uydurmasından başka bir şey değildir. [sayfa 116]
     
        Proletarskaya Pravda, n° 12,    Collected Works,
20 Aralık 1913  vol. 20, s. 56-58.


     
     
       
NOVOYE VREMYA, REÇ VE
ULUSLARIN KENDİ KADERLERİNİ
TAYİN HAKKI

      ULUSLARIN kendi kaderlerini tayin hakkı konusunda sosyal-demokratlar ile kadetler arasında patlak veren çatışma, beklendiği gibi Noveye Vremya’nın ilgisini çekti. Büyük-Rus ulusalcılığının sözcüsü olan bu gazete, n° 13.563'te şöyle yazıyor:
      "Sosyal-demokratların gözünde siyasal basiretin beliti (axiom) olan şey [yani ulusların kendi kaderlerini tayin etme, ayrılma hakkı], bugün kadetler arasında bile görüş ayrılığına yolaçmaya başlıyor."
      Novoye Vremya, liberalleri kara-yüzlere özgü biçimde böylece iğnelediği halde ("bile" sözcüğü), gene de Reç'in, "kadetler, hiçbir zaman kendilerini, ulusların Rus devletinden ayrılma hakkını savunma yüklenimi altına sokmamışlardır" şeklindeki sözlerini alma zorunluğunu duyuyor. [sayfa 117]
      Bu sözler o kadar açık ki, Novoye Vremya kaçamak yapmak zorunda kalıyor. Şunları yazmakta:
      "Gerçeklere bakarak bir yargıya varacaksak, kadetlcrin görüşüne göre, kültürel kaderi tayin hakkı denen muğlak kavram, ayrılıkçılığın savunulmasından yalnızca işleyiş biçiminde ayrılır."
      Ne var ki, Novoye Vremya, saçma "kültürel" kaderi tayin hakkı ile gerçek, yani siyasal kaderi tayin hakkı arasındaki farklılığı pek güzel anlıyor. Çünkü biraz aşağıda şu satırları okuyoruz:
      "Gerçekten de kadetler, kendi yayın organları için Rus-olmayanlarla Yahudilerden sınırsız biçimde incelmiş yöntemlerle para kabul etmenin dışında ... ulusların Rus devletinden ayrılma hakkını savunma yüklenimi altına hiçbir zaman girmemişlerdir."
      Bu, Yahudilerden yardım aldıkları için liberalleri, kara-yüzlere özgü, eski, kaba, gülünç biçimde iğnelemenin ta kendisidir! Ama bu budalaca küçük oyunların asıl noktayı gölgelemesine izin vermemeliyiz. Asıl nokta şudur: Novoye Vremya, kadetlerin ayrılma hakkını savunma yüklenimi altına hiçbir zaman girmediklerini itiraf ederek, sosyal-demokratlar ile kadetler arasındaki farklılığı açıkça idrak ettiğini ortaya koyuyor.
      Anayasacı-demokratlar ile sosyal-demokratlar arasındaki fark, ulusal liberaller ile tutarlı demokratlar arasındaki farktır. [sayfa 118]
      Proletarskaya Pravda, n° 16,      Collected Works,
25 Aralık 1913  vol. 20, s. 65-66.


 
 
 
 
ULUSAL SORUN ÜZERİNE BİR KONFERANS İÇÎN TEZLER[58]

     
       
     
       
AVUSTURYA VE RUSYA'DA
ULUSAL PROGRAMIN
TARİHÎNE KATKI

      AVUSTURYA'DA, Sosyal-Demokrat Partinin ulusal programı 1899'da Brünn kurultayında görüşülmüş, kabul edilmişti. "Kültürde ulusal özerklik" denen şeyi bu kurultayın kabul ettiğine ilişkin yaygın, ama yanlış bir inanç var. Bunun tersi doğrudur: "Kültürde ulusal özerklik" orada oybirliğiyle reddedilmiştir.
      Güney Slav sosyal-demokratları, Brünn kurultayına kültürde ulusal özerklik konusunda aşağıdaki biçimde yazılmış bir program sundular (bkz: resmi kurultay tutanakları, Almanca metin, s, XV):
      (§ 2) "Avusturya'da yaşayan her ulus, kendisinden olan insanların oturdukları toprak neresi olursa olsun, ulusal (dil ve kültür) işlerini tamamen bağımsız olarak yönetmek üzere özerk bir grup olacaktır."
      İtalikle dizilen sözcükler "kültürde ulusal özerkliğin" (ya da başka deyişle ülke-dışılığın) özünü açıkça ortaya koyuyor. Devlet, eğitim işlerinde ve benzeri işlerde ulusların sınırlarını sürekli hale getirecek ve her yurttaş, dilediği ulusa [sayfa 131] katılmak hakkına sahip olacak.
      Kurultayda hem Kristan, hem de gayet etkili olan Ellenbogen bu programı savundular. Ne varki, program, daha sonra geri alındı. Program için tek oy dahi verilmedi. Partinin önderi Victor Adler, "... Bugünkü durumda herhangi bir kişinin bu programı uygulanabilir bulduğundan kuşkum var" (Tutanaklar, s. 82) dedi.
      Programa karşı ilke olarak yöneltilen kanıtlardan birini Preussler öne sürmüştü. Preussler şöyle demişti: "Kristan ve Ellenbogen tarafından sunulan önergeler, her ufacık topluluğa, her ufak gruba aşılanan ve sürekli hale getirilen şovenizme yolaçabilir." (îbid., s. 92.)
      Brünn kurultayı programının bu konuya ilişkin 3. maddesi şöyledir:
      "Belli bir ulusun kendi özyönetimine sahip bölgeleri, kendi ulusal işlerini tam bir özerklik içinde kararlaştıracak olan tek bir ulusal birlik olacaktır."
      Bu, örneğin Yahudilerin kültürde ulusal özerkliğini doğrudan doğruya dıştalayan, toprağı esas almış bir programdır. "Kültürde ulusal özerkliğin" başlıca teorisyeni olan Otto Bauer, kitabının (1907) özel bir bölümünü, Yahudiler için "kültürde ulusal özerklik" istenemeyeceğini kanıtlamaya ayırmıştır.
      Bu noktada belirtmek isteriz ki, marksistler, her türlü ulusal bölgenin (uyezdler, volostlar, köyler vb.) birliği dahil tam bir birleşme özgürlüğünden yanadırlar; ne var ki, sosyal-demokratlar, devlet içinde tek ulusal birliklerin yasa zoruyla tanınmasını kabul edemezler.
      Rusya'da, görüldüğü gibi, tüm Yahudi burjuva partileri (ve onların izinden yürüyen Bund), Avusturyalı bütün teorisyenler ve Avusturya Sosyal-Demokrat Partisi kurultayınca reddedilen "ülke-dışı (kültürde ulusal) özerkliği" benimsemişlerdir.
      Apaçık nedenlerle bundcuların sık sık yadsımaya çalıştıkları bu gerçek, pek iyi bilinen Ulusal Hareket Biçimleri (St. Petersburg-1910) adlı kitapta kolayca bulunabilir. Ayrıca Prosveşçeniye'nın 1913 yılında çıkan 3. sayısına bakınız.
      Bu gerçek, Rusya'da daha geri ve daha küçük-burjuva nitelikte olan toplumsal yapının, bazı marksistlerin burjuva ulusalcılığı hastalığına daha fazla tutulmaları sonucunu [sayfa 132] verdiğini açıkça gösteriyor.
      Bundun ulusalcı yalpalamaları, çok Önceleri (1903'te) ikinci kurultay tarafından açıkça ve resmen kınanmıştır. Kurultay, bundcu Goldblattin sunduğu, "ulusal toplulukların gelişme özgürlüğünü güvence altına alacak kurumların yaratılması"na ilişkin değiştirme önergesini ("kültürde ulusal özerkliğin" takma adı) açıkça reddetmiştir.
      Tasfiyecilerin Ağustos 1912'de yaptıkları konferansta, o zamana kadar yıllar ve yıllar boyunca bundculara karşı amansızca savaşmış olan Kafkasyalı menşevikler, karşıdevrimin genel ulusalcı havasına kapılarak ulusalcılığa kaydıkları zaman, onları kınayanlar yalnızca bolşevikler değildi. Kafkasya menşeviklerini Plehanov da sert biçimde kınamış, kararlarını "sosyalizmi ulusalcılığa uyarlama" diye nitelemişti.
      "Siyasal özerklik yerine kültürel özerklikten sözetmeye başlayan Kafkasyalı yoldaşlar" diye yazmıştı Plehanov, "Bundun hegemonyasına akılsızca teslim olduklarını belgelemekten başka bir şey yapmış değiller."
      Yahudi burjuva partilerinin, Bundun ve tasfiyecilerin dışında, "kültürde ulusal özerkliği" kabul edenler, yalnızca sol-narodnik küçük-burjuva ulusalcı partilerdir. Ama onlar arasında bile dört parti (Yahudi Sosyalist işçi Partisi, Belarusya Hromada, Daşnaktsutyun, bir de Gürcü Sosyalist-Federalistleri)[63] bu programı benimsemişler, buna karşılık en büyük iki parti, Rus sol-narodnikleriyle Polonya "Fracy" (PSP) oylamadan geri durmuşlardır.
      Rus sol-narodnikleri, Bundun ünlü planıyla öne sürülen, ulusal toplulukların zorunlu, yasal devlet birliklerine özellikle karşı durmuşlardır.
      Marksistlerin 1913 Şubatıyla yaz aylarında yaptıkları iki toplantının her ikisinde de ulusalcı, küçük-burjuva düşüncesi olan "kültürde ulusal özerklik" düşüncesinin neden şiddetle kınandığını bu kısa tarihsel gözlem açıkça gösteriyor.[3*] [sayfa 133]
     
        Put Pravdi, n° 13,     Collected Works,
5 Şubat 1914
İmza: M    vol. 20, s. 99-101.


 
 
 
"ULUSALCILIK" ÜZERİNE
BİRKAÇ SÖZ DAHA

      YENİ bir Beylis olayının sahneye konması için çaba harcanan "günümüzde" ulusalcılık güdenlerin yaptığı propagandanın daha yakından, daha dikkatle incelenmesi gerekiyor. "Tüm-Rusya Ulusal Derneği" temsilcilerinin, bu yakınlarda yapılan ikinci kurultayında, bu propagandanın niteliği, çarpıcı bir açıklıkla gözler önüne serilmiştir.
      Mademki, bütün Rusya'dan gelmiş yalnızca 21 delege tarafından temsil edilen bu "Tüm-Rusya Ulusal Derneği" önemsemeye değmez, uydurmadır, bir gölgeden başka bir şey değildir, öyleyse bu derneğin yaptığı propagandayı da önemsemeye gerek yoktur diye düşünmek büyük bir yanılgı olur. Doğru "Tüm-Rusya Ulusal Derneği" önemsizdir, bir gölgeden başka bir şey değildir, ama onun yaptığı propaganda [sayfa 134] sağdaki bütün partiler ve resmi bütün kurumlarca destekleniyor; propagandası her köy okulunda, her asker barakasında, her kilisede yürütülüyor.
      Aşağıdaki alıntı bir gazete haberidir; 2 Şubat günü yapılan kurultaylarında okunmuştur:
      "Duma üyesi Savenko, ulusalcıların dilinde 'mazeppizm'[64] denen Ukrayna hareketi hakkında bir yazı okudu. Savenko, Byeloruslar ile Ukraynalılar arasındaki ayrılıkçılık eğilimlerinin [yani devletten ayrılma] özellikle tehlikeli olduğu görüşünü ifade etti. Ukrayna hareketi, Rusya'nın bütünlüğüne, özellikle büyük ve gerçek bir tehdit oluşturuyor, dedi. Ukraynalıların ilk ağızdaki programlarının federalizm ve Ukrayna'nın özerkliği olduğunu söyledi.
      "Ukraynalılar özerklik umutlarını, Rusya'nın ileride Avusturya-Macaristan ve Almanya'yla yapacağı bir savaşta yenilmesine bağlıyorlar. Büyük Rusya'nın yıkıntıları üzerinde, Habsburg'ların egemenliği altında ve Avusturya-Macaristan'ın sınırları içinde özerk bir Polonya ve özerk bir Ukrayna kurulabilir.
      "Eğer Ukraynalılar, kendi 30.000.000'luk nüfuslarını Rus halkından çekip koparmayı gerçekten başarırlarsa, bu Büyük-Rus İmparatorluğunun sonu demek olur. (Alkışlar)"
      Şu "federalizm", Amerika Birleşik Devletleri'nin ya da İsviçre'nin bütünlüğüne neden engel olmuyor? "Özerklik" nasıl oluyor da Avusturya-Macaristan'ın bütünlüğüne engel çıkarmıyor? "Özerklik" nasıl oldu da Britanya ile sömürgeleri arasındaki bağları daha önümüzdeki uzunca bir süre için beton gibi sağlamlaştırdı?
      Bay Savenko, "ulusalcılığı" savunusunu öyle gülünç bir biçimde ortaya koydu ki, görüşlerinin reddedilmesini çok kolaylaştırdı. Genel oy ve çeşitli bölgelerinin özerkliği Avusturya-Macaristan'ın bütünlüğünü perçinliyor, ama buna karşılık Ukrayna'nın özerkliği, eğer dilerseniz, Rusya'nın bütünlüğünü "tehdit ediyor". Çok garip değil mi? Bu "ulusalcı" propagandayı okuyan ya da dinleyenler, Ukrayna'ya özerklik verilirse, Rusya'nın bütünlüğünü perçinlemek neden olanaksızdır diye sormazlar mı?
      Toprak sahipleri ve burjuva ulusalcılar, "bağımlı, uyruk halkları" ezerek, işçi sınıfını daha da iyi uyuşturabilmek için bölmeye ve yozlaştırmaya çalışıyorlar. Sınıf bilinci taşıyan işçilerse, pratikte, tüm ulusal-topluluklar işçileri için tam bir [sayfa 135] eşitlik ve birlik isteğiyle karşılık veriyorlar.
      Bu ulusalcı aydın orta tabaka denen sürü, Byeloruslar ile Ukraynalıları bağımlı, uyruk halklar diye ilan ederken (Rusya'da "yabancı" olmayan tek ulus) Büyük-Rusların, nüfusun yalnızca yüzde 43'ünü oluşturduğunu eklemeyi unutuyorlar. Görülüyor ki, "bağımlı, uyruk halklar" çoğunluktadır. Bu durumda eğer azınlık çoğunluğa hiçbir yarar göstermezse siyasal özgürlüğün, ulusal eşitliğin, yerel ve bölgesel özerkliğin yararlarını göstermezse çoğunluğu nasıl tutabilir?
      Ukraynalılara ve başkalarına "ayrılıkçılık" güdüyorlar, bölünmeye çalışıyorlar diye zulmeden ulusalcılar, Büyük-Rus toprak sahipleriyle Büyük-Rus burjuvazisinin "kendi" devletlerine sahip olma ayrıcalığını desteklemiş oluyorlar. İşçi sınıfı ayrıcalığın her türlüsüne karşıdır; ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını desteklemesi bundan ileri geliyor.
      Sınıf bilinci taşıyan işçiler ayrılmayı savunmazlar. Onlar, büyük devletin ve büyük işçi yığınlarının birleşmesinin üstünlüklerini bilirler. Ama büyük devletler,- ulusal-topluluklar arasında tam eşitlik varsa demokratik olabilir; bu eşitlik, ayrılma hakkını da içerir.
      Ulusal-topluluklara zulmedilmesine ve ulusal ayrıcalıklara karşı savaşım, bu hakkın savunulmasıyla da ayrılmaz bir biçimde bağlıdır. [sayfa 136]
   
  Put Pravdi, n° 17,   Collected Works,
20 Şubat 1914  vol. 20, s. 109-110.


 
 
 
 
KIDEMLİ YOLDAŞIN "ULUSAL SORUN
VE LETONYA PROLETARYASI" BAŞLIKLI
YAZISI ÜZERİNE BAŞYAZI

      KIDEMLİ yoldaşın,[65] genel olarak Letonyalılar arasında, özel olarak da Letonya Sosyal-Demokrat Partisi içinde ulusal sorunun geçmişini anaçizgileriyle ortaya koyan yazısını yayınlamaktan hoşnutluk duymaktayız. (1913) yaz konferansının kararları hakkında Letonyalı marksistlerin öne sürecekleri değişiklik önergeleri ya da eklenti istekleri de hoşnutlukla karşılanacaktır. Letonyalı sosyal-demokratlar uzunca bir süreden beri Bunda yakınlık beslemekteydiler; ancak her şeyden önce marksistlerin teorik eleştirileri, ikinci olarak da bundcuların pratikteki ayrılıkçılıkları, özellikle 1906'dan sonraki ayrılıkçılıkları, bu yakınlığı sarsmıştır. Letonyah sosyal-demokratlar arasında ulusal sorun üzerindeki tartışmaların sürmesini ve bu tartışmaların kesin kararlara [sayfa 137] götürmesini umuyoruz.
      Kıdemli yoldaşın belirttiği noktalara gelince, yalnızca şu yorumla yetineceğiz. Kıdemli yoldaş, bizim, İsviçre'yi[4*] örnek vermemizin inandırıcı olmadığı kanısında; çünkü o ülkedeki her üç ulusun tarihsel olarak varolduğunu ve ta başlangıçtan bu yana eşit bulunduğunu düşünüyor. Ne var ki, "tarihi olmayan uluslar", bir tarihi olan ülkeler dıştalanırsa (ütopyalar bir yana), kendilerine hiçbir yerde model ya da örnek bulamazlar. Ulusların eşitliğine gelince, "kültürde ulusal özerklik"ten yana olanlar bile, bunu mutlak birşey gibi kabul ediyorlar. Sonuç olarak, uygar insanlığın deneyimi, bize, ulusal-toplulukların gerçekten eşit ve A'dan Z'ye bir demokrasinin varolduğu yerlerde, "kültürde ulusal özerkliğin" gereksinilmediğini gösteriyor; bunların varolmadığı yerlerde ise "kültürde ulusal özerklik" ütopyadır, böyle bir özerklik için propaganda yapmak, incelmiş bir ulusalcılık için propaganda yapmaktan başka bir şey değildir. [sayfa 138]
     
        Prosveşçeniye, n° 2  Collected Works,
Şubat 1914        vol. 20, s. 125.


 
 
 
 
ULUSAL EŞİTLİK TASARISI[66]

       
      YOLDAŞLAR:
      Dumadaki Rus Sosyal-Demokrat İşçi grubu, Yahudilerin ve Rus-olmayan öteki ulusların iktidar yoksunluğunu ortadan kaldırmak üzere dördüncü Dumaya bir tasarı sunmaya karar verdi.
      Tasarı, tüm uluslara, Yahudilere, Polonyalılara vb. karşı uygulanan bütün ulusal sınırlamaların kaldırılmasını amaçlıyor. Ancak tasan, Yahudilere yönelik sınırlamalara özellikle değinmekte. Bunun nedeni açık: Rusya'da hiçbir ulusa, Yahudilere olduğu kadar zulmedilmemiştir. Mülk sahibi sınıf arasında Yahudi aleyhtarlığı giderek daha da kökleşiyor. Yahudi işçiler, hem işçi, hem Yahudi oldukları için iki boyunduruğun birden acısını çekiyorlar. Son birkaç yıl içinde Yahudilere yapılan zulüm inanılmaz boyutlara ulaştı. Yahudi aleyhtarı genel kırımları ve Beylis olayını anımsamak yeter de artar bile. [sayfa 139]
      Bu koşullar altında örgütlü marksistler, Yahudi sorununa gereken dikkati göstermek zorundadırlar.
      Söylemeye bile gerek yok, Yahudi sorununun kökünden çözümlenmesi, ancak, bugün Rusya'nın yüzyüze bulunduğu temel sorunların çözümüyle olanaklı olabilir. Yahudilere ve Rus-olmayan öteki ulusal-topluluklara karşı uygulanan sınırlamaların kaldırılması, kuşkusuz, ulusalcı-Purişkeviç dördüncü Dumadan bekliyor değiliz. Ne var ki, işçi sınıfının sesini duyurması, görevidir. Ulusal-topluluklara yapılan baskıya karşı, Rus işçilerinin sesi, özellikle yüksek çıkmalıdır.
      Kendi tasarımızın metnim yayınlayarak, Yahudi işçilerin, Polonyalı işçilerin ve ezilen öteki ulusal-topluluklar işçilerinin tasan hakkında görüşlerini açıklayacaklarını ve gerekli görürlerse değişiklik önerilerini ortaya atacaklarını umuyoruz.
      Aynı zamanda Rus işçilerin, yayınlayacakları bildiriler, ve benzeri yollarla tasarımızı kuvvetle destekleyeceklerini umuyoruz.
      4. maddede belirtildiği biçimde, tasarıya, kaldırılacak yasa ve düzenlemelerin özel bir listesini ekleyeceğiz. Bu liste yalnızca Yahudiler için çıkarılmış yüz kadar yasayı da içerecektir.
     
YAHUDİLERE HİÇBİR YETKİ TANINMAYIŞINI
VE KÖKEN VE BİR ULUSA BAĞLILIK TEMELİNE
DAYALI SINIRLAMALARI KALDIRMAYI
ÖNGÖREN TASARI

      1. Rusya'da oturan, her türlü ulusal-topluluğun yurttaşları, yasalar önünde eşittir.
      2. Rusya'da yaşayan hiçbir yurttaş, cinsi ve dini ne olursa olsun, kökeni ya da bir ulustan oluşuna bakılarak, siyasal ya da herhangi bir hakkından yoksun edilemez.
      3. Toplumsal ve siyasal yaşamın herhangi bir noktasında Yahudilere karşı sınırlamalar koymuş olan yasaların tümü, geçici düzenlemeler, yasalara eklenmiş hükümler yürürlükten kaldırılmıştır. IX. cildin, "Yahudiler, kendilerini ilgilendiren özel yasaların çıkarılmadığı hallerde genel hükümlere tabidir" hükmünü kapsayan 767. maddesi kaldırılmıştır. [sayfa 140] Yahudi erin bir yerde oturma, dilediği yere gitme eğitim, devlet dairelerinde kamu görevi alma, seçme, askerlik hizmetine girme, kentlerde ve köylerde taşınmaz mal satın alma ya da kiralama, serbest bir meslek seçme vb hakkına ilişkin her türlü sınırlama kaldırılmıştır.
      4. Yahudilerin haklarını sınırlayan ve yürürlükten kaldırılmaya konu olan yasaları, buyrultuları, geçici düzenlemeleri, vb. içeren bir liste bu yasaya eklenmiştir. [sayfa 141]
     
        Put Pravdi, n° 48,     Collected Works,
28 Mart 1914    vol. 20, s. 172-173.


 
 
 
 
ULUSAL SİYASET SORUNU
      ÜZERİNE[67]

      HÜKÜMETİMİZİN ulusal sorun konusundaki siyaseti üzerinde durmak istiyorum. İçişleri bakanlığımızın yetkileri çerçevesine giren en önemli sorunlardan biri budur. Dumanın bu bakanlık bütçesine ait son görüşmelerinden bu yana, bizim egemen sınıflarımız, Rusya'daki ulusal sorunu ön plana çıkarmaya ve daha da sivrileştirmeye koyuldular.
      Beylis olayı, tüm uygar dünyanın dikkatini Rusya'ya çevirdi ve bu ülkedeki utanılası durumu gözler önüne serdi. Rusya'da yasatanırlığın y'si kalmamıştır. Yönetim ve polis, Yahudilere, diledikleri gibi utanmazcasına zulmetmekte alabildiğine başıboş bırakılmıştır; bu başıboşluk, onların suçlarını örtmeye, o suçlara gözyummaya kadar vardırılmıştır. Beylis olayının sonucu işte budur. ... Arasındaki en içsel ve [sayfa 142] yakın bağlantıyı ortaya koyan bu olay ...[5*]
      Rusya'da genel kırım havasının estiğini söylerken abartmadığımı göstermek için, "bakan-atayıcı", en "güvenilir", en tutucu yazar prens Meşçerski'nin kanıtını buraya aktarabilirim. Prens Meşçerski'nin gazetesi Grajdanin'de[68] yayınlanan "Kievli bir Rus"un görüşü şöyle:
      "Boğucu bir hava içinde yaşıyoruz; nereye giderseniz gidin, kulaktan kulağa fısıltı, entrika var; her yerde kana susamışlık, her yerde muhbirin o leş kokusu, her yerde nefret, her yerde homurdanma, her yerde ah vah. ...[5*]
      ... Rusya'nın alıp-verdiği hava. Böyle bir hava içinde yasadan, yasatanırlıktan, anayasadan, benzeri bön liberal kavramlardan sözetmek, yalnızca gülünçtür, ya da durum bunca ciddi olmasaydı gülünç olurdu!
      Zeki ve gözlemci olmayanlar bile bu havayı her gün kokluyorlar, duyuyorlar. Ne var ki bu genel kırım havasının anlam ve önemini ortaya dökecek cesaret herkeste yok. Ülkemizde neden böyle bir hava egemen? Böyle bir hava nasıl egemen olabiliyor? Çünkü ülke gerçekte, güç-bela gizlenebilmiş bir iç savaş durumundadır. Bazı kişiler bu durumu itiraf etmeyi tatsız buluyorlar; bu durumun üstüne bir örtü çekmişlerdir. Liberallerimiz, yani hem terakkiciler,[69] hem kadetler, böyle bir örtüyü, aşağı-yukarı "anayasal" sayılabilecek teori parçacıklarını biraraya getirerek dikip ortaya çıkarmayı özellikle severler. Ne var ki, halkı temsil eden kişilerin Duma kürsüsünden örnek olacak aldatmacalar yaymalarından daha zararlı daha caniyane bir şey olduğunu sanmıyorum.
      Eğer gerçekle yüzyüze gelmek bizi korkutmazsa ve ülkenin, güçlükle gizlenmiş bir iç savaş durumunda bulunduğu gerçeğini itiraf edersek hükümetin —"hükümet" dediğim için beni bağışlayın— Yahudilere ve tüm "bağımlı halklara" yönelik tüm siyaseti bir anda apaçık ortaya çıkacak, bu siyasetin doğal ve kaçınılmaz olduğu hemen anlaşılacaktır. Hükümet yönetmiyor, savaş veriyor.
      Hükümet, bu savaşta, "gerçekten Ruslara özgü" olan genel kırım yöntemlerini seçmektedir, çünkü elinin altında başka yöntem yoktur. Herkes, gücünün yettiğince kendini savunur. Purişkeviç'ler ve arkadaşlarıysa, kendilerini, bir [sayfa 143] "genel kırım" siyaseti izlemekten başka türlü savunamazlar, çünkü onların elinde başka araç yok. İç çekip ah-vah etmek hiçbir işe yaramaz. Bir anayasadan ya da yasalardan veya yönetim sisteminden sözetmekle yetinmek zırvadır. Çünkü burada sözkonusu olan, Purişkeviç ve şürekasının sınıf çıkarlarıdır, bu sınıfın içinde bulunduğu güç durumdur.
      Ya bu sınıfla, sözde kalmayacak bir biçimde, kesin kararlılıkla hesaplaşılmalıdır ya da Rusya'nın tüm siyasetinde "genel kının" havasının kaçınılmaz, kendisinden kurtulanamaz bir şey olduğu kabul edilmelidir. Ya bu siyasete teslim olun, ya da halkın, yığınların ve hepsinin önünde de proletaryanın bu siyasete karşı yürüttüğü hareketi destekleyin. Ortada yalnızca bu iki yol var. Orta yol yok.
      Rusya'da "hükümetin planlarına" uysun diye çarpıtılmış, resmî, yani apaçık biçimde abartılmış istatistiklere göre bile, Büyük-Ruslar, tüm ülke nüfusunun yüzde 43'ünden fazlasını oluşturuyor değil. Rusya'da Büyük-Ruslar nüfusun yandan azını meydana getiriyor. Resmen, Stolipin'in "bizzat kendisi"ne göre, Küçük-Ruslarla Ukraynalılar bile "bağımlı halk" sayılmaktadır. Bu durumda, Rusya'da, "bağımlı halklar" nüfusun yüzde 57'sini oluştururlar, yani nüfusun çoğunluğudurlar, neredeyse nüfusun beşte-üçüdürler. Gerçekteyse beşte-üçten fazladırlar. Dumada, ben, Ekaterinoslav guberniyasını (İl.-ç) temsil ediyorum. Ora halkının büyük çoğunluğu Ukraynalıdır. Şevçenko[70] onuruna düzenlenen anma törenlerinin yasaklanması, hükümet aleyhtarı propaganda açısından, şahane, istisnai denecek ölçüde hoşnutluk verici, müthiş bir girişim olmuştur. O kadar ki, hiçbir şey, hükümet aleyhinde bu kadar etkin bir propaganda sağlayamazdı. Sanırım, bizim en iyi propaganda yapan sosyal-demokratlarımızdan hiçbiri, bu kadar kısa bir süre içinde, hükümete muhalefet yaratmakta bu girişimin sağladığı müthiş başarıyı sağlayamazdı. Bu yasak kararından sonra milyonlarca ve milyonlarca alelade insan, kamusal bilinç taşıyan yurttaşlar haline dönüşmeye başladı ve "Rusya, bir uluslar hapisanesidir" sözündeki gerçeği görür oldu.
      Şimdi sağdaki partilerimizle ulusalcılarımız, "mazeppistler"e karşı şiddetle feryat ediyorlar. Ünlü Bobrinski'miz de, Ukraynalıları Avusturya hükümetinin zulmüne karşı öylesine [sayfa 144] görkemli bir demokratik aşkla savunuyor ki, görenler, onun Avusturya Sosyal-Demokrat Partisine katılmak istediğini sanır. Ama "mazeppizm"le kastedilen şey, Avusturya'ya doğru yanaşmak, Avusturya'nın siyasal sistemine öncelik vermekse, Avusturya'da Ukraynalılara zulmedildiğinden yakman, o zulme atıp tutan Bobrinski, "mazeppist”lerin hiç de en az önde gelenlerinden biri olmayacak. Düşünün, örneğin benim temsil ettiğim Ekaterinoslav guberniyasında oturan bir Rus Ukraynalı için, bunları duymak ya da okumak ne müthiş bir şeydir! Eğer Bobrinski'nin "bizzat kendisi", eğer ulusalcı Bobrinski, eğer kont Bobrinski, eğer eşraf Bobrinski, eğer fabrika sahibi Bobrinski, eğer en yüksek soylu tabakayla (hemen hemen tüm "çevre”yle) ilişkisi olan Bobrinski, çevresi çitle çevrilmiş Yahudi bölgeleri türünden, despot valilerin arzusuyla Yahudilerin utanç verici biçimde sürülmesi türünden, ya da okullarda ana dilin yasaklanması türünden şeylerin bulunmadığı Avusturya'da ulusal azınlıkların haksızlık ve zulümle yüzyüze bulundukları kanısındaysa, o zaman Rusya'daki Ukraynalılar için ne buyurulur? Rusya'daki öteki "bağımlı uluslar" için ne buyurulur?
      Sağcılar kadar, Bobrinski ve öteki ulusalcılar, Rusya'daki "bağımlı halklar"a, yani Rusya nüfusunun beşte-üçüne, Avrupa ülkeleri içinde en geri olan Avusturya'yla karşılaştırıldığı zaman bile Rusya'nın geri olduğu gerçeğini göstermiş olmuyorlar mı?
      Asıl nokta şu: Purişkeviç'ler tarafından yönetilen ya da Purişkeviç'lerin ayakları altında inleyen Rusya'da durum o ki, ulusalcı Bobrinski'nin sözleri, sosyal-demokrat propagandayı hayran olunası bir biçimde açıklıyor ve besliyor.
      Soylu fabrika ve toprak sahibi Bobrinski, bu yolda devam et; Avusturyalı ve Rus Ukraynalıları uyandırmamıza, aydınlatmamıza, harekete geçirmemize, kuşku yok, yardım ediyorsun! Ekaterinoslav'da, Ukraynalıların Rusya'dan ayrılmalarından yana başarılı bir propaganda yaptığı için birçok Ukraynalının kont Bobrinski'ye bir teşekkür mektubu göndermek istediklerini işittim. Hiç şaşırmadım. Bir yüzünde, Şevçenko'yu anma törenlerini yasaklayan ferman, öteki yüzünde Bobrinski'nin Ukraynalılardan yana sözlerinden alıntılar olan propaganda broşürleri gördüm. Bu broşürleri, Bobrinski'ye, Purişkeviç'e ve öteki bakanlara göndermelerini [sayfa 145] salık verdim.
      Purişkeviç'le Bobrinski, Rusya'yı demokratik bir cumhuriyete dönüştürmekte eşsiz birer kışkırtıcı. Kadetler dahil liberallerimiz ise, ulusal siyasetin belli temel sorunları üzerinde Purişkeviç'lerle anlaşma içinde olduklarını halktan gizlemeye çalışıyorlar. Herkesin bildiği gibi, ulusal bir siyaset güden içişleri bakanlığının bütçesi üzerinde konuşurken, Anayasacı Demokrat Partinin, içişleri bakanlığı yetkilileriyle böyle bir anlaşma içinde olduğunu belirtmeseydim, görevimi tam yapmış olmazdım.
      Gerçekten de —ılımlı bir dille söylersek— içişleri bakanlığına "muhalefet etmek" isteyenlerin, aynı zamanda, bu bakanlığın, Kadet kampındaki ideolojik dostlarını bilmesi gerekmez mi?
      Reç'in bir haberine göre, Anayasacı Demokrat Parti ya da "halkın özgürlüğü partisi" bu yıl 23-25 Mart tarihleri arasında olağan kurultayını St. Petersburg'da yaptı.
      "Ulusal sorunlar" diyor Reç (n° 83) "çok canlı ... bir biçimde tartışıldı. N. V. Nekrasov'la A. M. Kolyubakin'in desteklediği Kiev milletvekilleri, ulusal sorunun şimdiye kadar olduğundan daha azimle karşılanması gereken ve gelişmekte olan temel bir öğe olduğunu söylediler. Ancak F. F. Kokoşkin, gerek programın, gerek geçmiş siyasal deneyimin, "ulusal-topluluklar" için siyasal kaderi tayin hakkına ilişkin "esnek formüller"in dikkatle ele alınmasını gerektirdiğini söyledi.
      Konu üzerinde Reç'in açıklaması böyle. Gerçi bu açıklama, olabildiği kadar çok sayıda okuru karanlıkta tutmak üzere gayet dikkatli bir dille yazılmış, ama düşünen ve gözlem yeteneği olan herkes için, işin özü apaçık ortada. Kadetlere yakınlık gösteren ve onların görüşlerini dile getiren Kievskaya Mıysl,[71] Kokoşkirı'in konuşmasını şu yorumu ekleyerek haber veriyor: "Çünkü bu, devletin parçalanmasına yolaçabilir."
      Kuşku yok ki, Kokoşkin'in konuşmasının özü buydu. Kadetler arasında, Kokoşkin'in görüşleri, Nekrasov'larla Kolyubakin'lerin aşırı ölçüde çekingen demokrasi anlayışına bile egemen olmuştu. Kokoşkin'in görüşü, (Rusya'da azınlıkta oldukları halde) Büyük-Rusların ayrıcalıklarım, üstelik içişleri bakanlığıyla elele savunan ulusalcı Büyük-Rus liberal [sayfa 146] burjuvasının görüşüdür. Kokoşkin, içişleri bakanlığının görüşünü "teorik" olarak savunmuştur — işin özü, canalıcı noktası budur.
      Ulusal-toplulukların "siyasal kaderlerini tayin hakkını daha dikkatle ele almak"... "Devletin dağılmasına yol" açmamasına dikkat etmek — işte Kokoşkin'in ulusal siyasetinin özü budur. Bu siyaset, içişleri bakanlığının güttüğü siyasetin ana doğrultusuna tamı tamına uyuyor. Ancak, Kokoşkin'le öteki kadet önderler bebek değiller. "Kutsal dinlenme günü (Sabbath) insanlar içindir, insanlar kutsal dinlenme günü için değildir" sözünü pek iyi bilirler. Devlet halk içindir, halk devlet için değil. Kokoşkin'le öteki kadet önderler bebek değiller. Ülkemizde, devletin (aslında) Purişkeviç sınıf olduğunu bilirler. Devletin bütünlüğü, Purişkeviç sınıfın bütünlüğü demektir. İnsan onların siyasetinin özüne, diplomatik süslerini bir yana koyarak bakacak olursa, Kokoşkin'lerin kaygılarının ne olduğunu çok iyi görür.
      Sorunu gözler önünde canlandırabilmek için aşağıdaki basit örneği vereceğim. Bildiğiniz gibi Norveç, 1905 yılında, Norveç'e savaş tehdidinde bulunan İsveçli toprak sahiplerinin şiddetli itirazları arasında İsveç'ten ayrıldı. İyi bir talih eseri, İsveçli feodaller, Rusya'daki kadar güçlü değiller. Bu nedenle savaş olmadı. Azınlık nüfusuyla Norveç, feodallerle militarist partinin istediği biçimde değil, ama barışçıl, demokratik, uygar bir biçimde ayrıldı. Ne oldu? Bu halkın zararına mı oldu? Uygarlık, demokrasi, ya da emekçi sınıfın çıkarları, bu ayrılıştan zarar mı gördü?
      Asla! Gerek İsveç, gerek Norveç, Rusya'dan çok daha uygardırlar. Ulusal-toplulukların "siyasal kaderlerini tayin etmeleri" formülünü demokratik bir biçimde uygulamayı başardıkları için uygardırlar. Zorlayıcı bağların koparılıp atılması, hem dil açısından, hem başka bakımlardan birbirlerine çok yakın olan bu iki ulus arasında gönüllü iktisadi bağları, kültürel dostluğu ve karşılıklı saygıyı güçlendirmiştir. İsveç ve Norveç halklarının ortak çıkarları ve birbirlerine olan yakınlıkları, gerçekte, bu ayrılıktan kazançlı çıkmıştır, çünkü ayrılık zorlayıcı bağların koparılıp atılması demek olmuştur.
      Kokoşkin'le Anayasacı Demokrat Partinin, bizi "devletin dağılması" olasılığıyla korkutmaya çalışırken ve tüm [sayfa 147] uluslararası demokrasinin hiçbir kuşku göstermeksizin kabul ettiği apaçık bu formülü, ulusların "siyasal kaderlerini tayin etmeleri" formülünü "dikkatle idare etmemiz"de ısrar ederken, kesinlikle içişleri bakanlığının yanında yeraldıklarını, umarım bu Norveç örneği açıkça gözler önüne sermiştir. Biz sosyal-demokratlar, ulusalcılığın her türlüsüne karşıyız, demokratik merkeziyetçiliği savunuruz. Partikülarizme[6*] karşıyız. Bütün öteki koşullar eşit olduğu takdirde, iktisadi ilerlemenin ve proletarya ile burjuvazi arasındaki savaşımın sorunlarını, büyük devletlerin, küçük devletlerden daha etkin biçimde çözümleyebileceğine inanırız. Ama biz, ancak gönüllü bağlara değer veririz, zorlayıcı bağlara değil. Her nerede, uluslar arasında zorlayıcı bağlara tanık olursak, gerçi her ulus ayrılmak zorundadır diye bir görüşte direnmeyiz, ama her ulusun siyasal kaderi tayin hakkında, yani ayrılma hakkında kesinlikle ve kuvvetle direniriz.
      Bu hakkı tanımak, savunmak ve bu hak üzerinde direnmek demek, ulusların eşitliğinde direnmek demektir, zorlayıcı bağları tanımayı reddetmek demektir, hangi ulus olursa olsun herhangi bir ulusun devlette ayrıcalıkları olmasına karşı durmak demektir, değişik ulusların proletaryası arasında tam bir sınıf dayanışması ruhu yaratmak demektir.
      Zorlayıcı, feodal ve militarist bağların yerine gönüllü bağları koymak, değişik ulusların proletaryası arasındaki sınıf dayanışmasını güçlendirir.
      Her şeyin üstünde, halka yönelik özgürlüklerde ulusların eşitliğine değer veririz ve sosyalizm için...[7*]
      Ve Büyük-Rusların ayrıcalıkları konusunda direniriz. Hiçbir ulusa herhangi bir ayrıcalık yok, uluslar tam olarak eşit olmalıdır. Tüm ulusların işçileri birleşmeli kaynaşmalı-dır, deriz.
      Bundan onsekiz yıl önce, 1896'da, Londra'da yapılan İşçi ve Sosyalist Örgütler Enternasyonal kongresi, ulusal sorun konusunda, hem "halka yönelik özgürlükler", hem sosyalizm için izlenecek tek doğru yolu gösteren bir karar kabul etmiştir. O karar şöyle der: [sayfa 148]
      "Bu kongre, bütün ulusların kendi kaderlerini tayin hakkından yana olduğunu ilan eder ve askerî ve ulusalcı bir boyunduruğun ya da başka türlü bir mutlakiyet boyunduruğunun altında bulunan ülkeler işçilerine duyduğu yakınlığı (sympathy) dile getirir. Bu kongre, bütün bu ülkeler işçilerini, uluslararası kapitalizmin yenilgisi ve uluslararası sosyal-demokrasinin amaçlarının başarısı için birlikte savaşmak üzere, sınıf bilinci taşıyan dünya işçilerinin safına katılmaya çağırır."
      Biz de Rusya ulusları işçilerini, saflarını birleştirmeye çağırıyoruz. Çünkü ulusların eşitliğini ve halka yönelik özgürlükleri ancak böyle bir birlik güvence altına alabilir ve sosyalizmin çıkarlarını ancak böyle bir birlik sağlama bağlayabilir.
      1905 yılı, Rusya'da bütün ulusların işçilerini birleştirmiştir. Gericiler ulusal düşmanlığı kışkırtmaya çalışıyorlar. Bütün ulusal-toplulukların liberal burjuvazisi, hepsinin önünde de Büyük-Rus burjuvazisi, kendi ulusunun ayrıcalıkları için savaşıyor (örneğin Polonya kolosu[72] Polonya'daki Yahudilerin eşit haklara sahip olmasına karşı çıkıyor), ulusal ayrım için, kendi ulusunun tek olması için savaşıyor, böylece de bizim içişleri bakanlığımızın güttüğü siyasetin yürümesine yardım ediyor.
      Buna karşılık, işçi sınıfının önderliğindeki gerçek demokrasi, ulusların tam eşitliği ve sınıf savaşımlarında bütün uluslar işçilerinin birliği bayrağını yüce tutar. Bu açıdan biz, "kültürde ulusal özerklik" denen şeyi, yani belli bir devlet içinde eğitim işlerinin ulusal-topluluklara göre bölünmesini ya da eğitimin devletin elinden alınması ve ayrı ayrı örgütlenmiş ulusal-topluluklara verilmesi önerisini reddederiz. Demokratik bir devlet, çeşitli bölgelerine, özellikle karma nüfuslu bölgelerine özerklik vermelidir. Bu tür bir özerklik, demokratik merkeziyetçilikle hiçbir biçimde çelişmez; tam tersine, karma bir nüfusu olan geniş bir devlette gerçek demokratik merkeziyetçilik, ancak bölgesel özerklikle mümkün olabilir. Demokratik bir devlet, yerli dillere tam bir özgürlük tanımak ve herhangi bir dilin bütün ayrıcalıklarını ortadan kaldırmak zorundadır. Demokratik bir devlet, bir ulusun başka bir ulusu, belli bir bölgede ya da kamu işlerinin herhangi bir dalında ezmesine ya da baskı altına [sayfa 149] almasına izin vermeyecektir.
      Eğitimin devlet elinden alınması ve ayrı ayrı örgütlenmiş ulusal-topluluklar arasında uluslara göre bölünmesiyse demokrasi açısından zararlıdır, proletarya açısındansa bir kat daha zararlıdır. Bu uluslar arasında ayrımcılık güdülmesini beslemekten başka bir şeye yaramaz. Oysa biz, ulusları birleştirmeye çalışmalıyız. Ayrımcılık, şovenizmin artmasına yolaçar. Oysa biz bütün ulusların işçilerini olabildiği ölçüde yakın bir birliğe getirmeye çalışmalıyız; her türlü şovenizme karşı, kendi ulusunu ayrı tutmaya dönük her türlü anlayışa karşı, ulusalcılığın her türlüsüne karşı ortak bir savaşım vermek üzere birleştirmeye çalışmalıyız. Bütün ulusların işçileri için tek bir eğitim siyaseti vardır: Yerli dilin özgürlüğü ve demokratik ve laik eğitim.
      Rusya'daki tüm siyasal sisteme karşı etkili bir propaganda yaptıkları ve Rusya'nın demokratik bir devlete dönüşmesinin kaçınılmazlığını ortaya koyan bir ibret dersi verdikleri için, sözümü, Purişkeviç'e, Markov Il'ye ve Bobrinski'ye şükranlarımı belirterek bitiriyorum. [sayfa 150]
   
  6 (19) Nisan 1914'ten sonra   Collected Works,
yazıldı.
İlk kez 1924'te
Proletarskaya Revolutsia, n° 3 (26)'te
yayınlandı.        vol. 20, s. 217-225.


 
 
 
 
ULUSAL EŞİTLİK

      PUT PRAVDİ, n° 48 (28 Mart) Dumadaki Rus sosyal-demokrat işçi grubu, ulusal eşitlik yasa tasarısının ya da resmî adıyla "Yahudilere Hiçbir Yetki Tanınmayışını ve Köken ve Bir Ulusa Bağlılık Temeline Dayalı Sınırlamaları Kaldırmayı Öngören Tasarı"nın metnini yayınladı.
      Rus işçiler, salt var olma ve geçimlerini sağlama savaşımının yarattığı dehşet ve karışıklık ortamında, Rusya'da yaşayan onmilyonlarca "bağımlı halk"ı inim-inim inleten ulusal baskı boyunduruğunu unutamazlar, unutmamalıdırlar. Egemen ulus —Büyük-Ruslar—toplam imparatorluk nüfusunun yüzde 45 kadarını oluşturuyor. Her 100 kişiden 50'yi aşkını "bağımlı halk"tır.
      Bu geniş nüfusun yaşam koşulları Ruslarınkinden daha kötüdür. [sayfa 151]
      Ulusal-topluluklara zulüm siyaseti, ulusları bölme siyasetidir. Aynı zamanda halkın kafasını düzenli olarak yozlaştırma siyasetidir bu. Kara-yüzlerin planı, çeşitli uluslar arasında karşıtlığı kışkırtmak, bilisiz, horlanmış yığınların kafasını zehirlemektir. Herhangi bir kara-yüzler gazetesini alın elinize, göreceksiniz ki, Rus-olmayan ulusların ezilmesi, bir yanda Rus köylüsü, Rus küçük-burjuvazisi ve Rus zanaatçısı, öte yanda Yahudi, Finli, Polonyalı, Gürcü ve Ukraynalı köylü, küçük-burjuva ve zanaatçı arasında karşılıklı güvensizlik tohumlarını ekmek, tüm kara-yüzler çetesi için ekmek ve su kadar önemlidir.
      Ancak işçi sınıfının gereksindiği şey, bölünme değil, birliktir. İşçi sınıfının en büyük düşmanı, onun düşmanlarının bilisiz yığınlar arasında ektikleri vahşice önyargılar ve boşinanlardır. "Bağımlı halklar"a zulüm, iki ağzı da kesen bir silahtır, hem "bağımlı halklar"ı, hem Rus halkını keser.
      İşte işçi sınıfı, hangi biçim altında olursa olsun ulusal-topluluklara zulmedilmesine, bu nedenle sert bir biçimde karşı çıkmalıdır.
      İşçi sının, dikkatini Rus-olmayanların üzerine saldırmaya çekmek isteyen kara-yüzlerden gelme kışkırtmaları, tam eşitlik gereğine, herhangi bir ulusun sahip olduğu her türlü ayrıcalığın tam ve kesin biçimde reddi gereğine duyduğu inancı dile getirerek karşılamalıdır.
      Kara-yüzler, Yahudilere karşı özellikle zehirli bir nefret kampanyası yürütüyorlar. Purişkeviç'ler bütün günahlarını Yahudilerin sırtına yüklemeye çalışıyorlar.
      Dumadaki RSDİ grubu, tasarısında, Yahudilere yetki tanınmayışı olayına ağırlık vererek, bu bakımdan çok yerinde bir iş yapmıştır.
      Okullar, basın, parlamento kürsüsü — her şey, her şey, Yahudilere karşı bilisiz, vahşice, kısır bir nefret yaratmak için kullanılmaktadır.
      Bu kirli ve alçakça işi, yalnızca kara-yüzler denen ayaktakımı değil, ama onların yanısıra gerici profesörler, araştırmacılar, gazeteciler ve Duma üyeleri de yapıyor. Halkın zihnini bulandırmak için milyonlarca, milyarlarca ruble harcanıyor.
      Rus işçilerin, ulusal-topluluklara baskıya karşı olan bu tasarıyı, onbinlerce proleterin imzasıyla ve bildirileriyle [sayfa 152] desteklemeleri, onlara onur kazandırır... Hangi ulustan olduklarına bakmaksızın tüm Rusya işçilerinin tam birliğini ve kaynaşmasını pekiştirmenin en iyi yolu budur. [sayfa 153]
   
  Put Pravdi, n° 62,   Collected Works,
16 Nisan 1914  vol. 20, s. 237-238


 
 
 
 
ULUSLARIN EŞİTLİĞİ VE ULUSAL
AZINLIKLARIN HAKLARININ
KORUNMASI HAKKINDA TASARI[73]

      1. Rusya'nın kırsal ve kentsel yönetim birimlerinin (köyler, volostlar, uyezdler, guberniyalar, kasabaların kesim' ve bölümleri, dış mahalleler, vb.) sınırları, bugünkü ekonomik koşullar ve nüfusun ulusal bileşimi hakkındaki kayıtlar temel alınarak gözden geçirilecektir.
      2. Bu kayıtlar, genel, doğrudan, eşit ve gizli oyla ve nispi temsil esası çerçevesinde seçilecek kurullar tarafından tutulacaktır; (nispi temsil esası çerçevesinde) bir kurul üyesi seçemeyecek kadar küçük olan ulusal azınlıklar, istişari görev yapacak olan bir kurul üyesi seçeceklerdir.
      3. Yeni sınırlar, ülkenin merkez parlamentosunca onaylanacaktır.
      4. Hiçbir ayrım yapmaksızın ülkenin her yöresinde, genel, doğrudan, eşit ve gizli oyla ve nispi temsil esası çerçevesinde [sayfa 154] seçilmiş yerel özyönetim kurulacaktır; özel yer konumsal ya da iktisadi koşullar ve yaşam koşulları altında bulunan ya da nüfus bileşimi özellik gösteren bölgeler, özerk bölge olma ve özel bölge diyeti seçme hakkına sahip olacaktır.
      5. Özerk diyetlerin ve yerel özyönetimlerin yetki sınırları, ülkenin merkez parlamentosunca kararlaştırılacaktır.
      6. Devletteki bütün uluslar mutlak olarak eşittir; herhangi bir ulusa ya da sahip olduğu dile her türlü ayrıcalık anayasaya aykırı sayılır ve hiçbir biçimde kabul edilmez.
      7. Belli bir bölgede ya da çevrede, devlet ve kamu işlerinin yürütülmesinde hangi dilin kullanılacağına yerel özyönetim kurumları ve özerk diyetler karar verecektir; ancak bütün ulusal azınlıklar, eşitlik ilkesi temeline dayalı olarak kendi dillerinin mutlak biçimde korunmasını isteme hakkına, örneğin devletten ve kamu kuruluşlarından, onlara hitabedilen dilde karşılık alma hakkına, vb. sahip olacaklardır. Ulusal azınlıkları da kapsayan dillerin eşitliği ilkesini ihlal eden zemstvolar, kentler, vb. tarafından parasal, yönetsel, yasal alanlarda ve öteki alanlarda alınmış kararlar ve önlemler geçerli sayılmayacak ve nerede oturursa otursun, devletin herhangi bir yurttaşınca yapılacak itiraz üzerine iptal edilecektir.
      8. Devletin, kırsal ya da kentsel her özyönetim birimi, nüfusun kültürel ve eğitsel gereksinmeleri için yapılacak harcamaları kent ve zemstvo kurumlarının denetim ve yönetimi altında tümüyle ve özerk olarak gözetmek üzere, genel, doğrudan, eşit ve gizli oyla ve nispi temsil esası çerçevesinde eğitim kurulları seçecektir.
      9. Karma nüfuslu bölgelerde eğitim kurullarının üye sayısı yirmiden az olmayacaktır. Bu sayı, özyönetim kurullarınca ve özerk diyetlerce artırılabilir. Ulusal azınlığın, nüfusun yüzde 5'ine kadar çıktığı bölgeler karma nüfuslu sayılır.
     
      10. Bir özyönetim biriminde, nispi temsil esası çerçevesinde, eğitim kuruluna bir üye seçemeyecek kadar küçük olan her ulusal azınlık, kurula istişari yetki taşıyan bir üye seçme hakkına sahip olacaktır.
      11. Belli bir bölgede, ulusal azınlıkların kültürel ve eğitsel gereksinimlerine harcanan paranın, genel harcama içindeki payı, ulusal azınlıkların o bölgede tüm nüfus içindeki oranından daha az olmayacaktır. [sayfa 155]
      12. Devletin her yöresinde her on yılda bir, yurttaşların kullandığı yerel dili dikkate alan bir nüfus sayımı yapılacaktır; karma nüfuslu bölge ve çevrelerde nüfus sayımı her beş yılda bir yapılacaktır.
      13. Eğitim kurullarınca alman ve ulusların ya da bölge halkınca kullanılan dillerin tam eşitliğini ya da kültürel ve eğitsel harcamaların ulusal azınlıkların nüfus içindeki oranıyla uyuşumlu olması ilkesini ihlal eden tüm karar ve önlemler geçersiz sayılacak ve her nerede oturursa otursun herhangi bir yurttaşın itirazı üzerine iptal edilecektir. [sayfa 156]
   
  6 (19) Mayıs 1914'den sonra yazıldı.      Collected Works,
İlk kez 1937de Lenin Miscellany XXX’da yayınlandı. vol. 20, s. 281-283.




Dipnotlar


[2*] Collected Works, vol. 18, s. 427-29'a bakınız. -Ed. 
[3*] Bkz: Collected Works, vol. 18, s. 461 ve vol. 19, s 427-29. -Ed. 
[4*] Bkz: Collected Works, vol. 20, s. 20-21. -Ed. 
[5*] Yazının bu noktalardan sonra gelen sayfaları bulunamamıştır. -Ed. 
[6*] Bir partiye, bir hizbe, bir ulusa özel bir bağlılık gösterme. Bir imparatorluk ya da federasyon içindeki her devletin kendi hükümetine, kendi yasalarına, kendi haklarına sahip olmakta özgür bırakılması ilkesi. -ç. 
[7*] Elyazmasının bundan sonraki iki sayfası bulunamamıştır. -Ed. 



İncelmiş Bir Ulusalcılıkla İşçilerin Yozlaştırılması


    İŞÇİ sınıfı hareketi güçlendikçe, burjuvazinin ve feodallerin, o hareketi bastırma ya da parçalama çabaları daha da çılgınlaşıyor. Her iki yöntem -kuvvete başvurarak bastırma ve burjuva etkisiyle parçalama- tüm dünyada, bütün ülkelerde sürekli olarak uygulanmaktadır; egemen sınıfların çeşitli partileri, bu yöntemlerden zaman zaman birini, zaman zaman ötekini işletiyorlar.
      Rusya'da özellikle 1905'ten sonra, burjuvazinin daha akıllı mensupları, salt kaba kuvvetin etkili olmadığını anladıkları zaman, her boyadan "ilerici" burjuva partileriyle grupları, işçi sınıfının savaşımını zayıflatmak için düşünülmüş, farklı burjuva görüş ve öğretilerini savunarak, işçileri bölme yöntemine daha çok başvurmaya başlamışlardır. [sayfa 159]
      Bu görüşlerden biri incelmiş (refined) ulusalcılıktır. Bu ulusalcılık en makul gibi görünen sahte mazeretlerle, örneğin "ulusal kültür"ün, "ulusal özerklik ya da bağımsızlığın" gereklerini koruma bahanesiyle proletaryayı bölüp parçalamayı savunur.
      Sınıf bilinci taşıyan işçiler, hem kaba, vahşi, kara-yüzler ulusalcılığıyla, hem de işçi davasını, işçi örgütlerini ve işçi sınıfı hareketini ulusal-topluluklara göre bölmenin yanı sıra ulusların eşit olduğu vaazım veren bu incelmiş ulusalcılıkla, ulusalcılığın her türüyle en sert biçimde savaşırlar. Her tür ulusalcı burjuvazinin tersine, sınıf bilinci taşıyan, işçiler, marksistlerin son (yaz 1913) kararları doğrultusunda davranarak, yalnızca ulusların ve dillerin, A'dan Z'ye, tam gerçekleştirilmiş eşitliğinden yana olmakla kalmamışlar, onun yanı sıra değişik ulusal-topluluklar işçilerinin birleşmiş her türlü proletarya örgütü içinde kaynaşmasını da savunmuşlardır.
      Marksizmin ulusal programıyla, en "ileri" türden burjuva ulusal programı arasındaki temel fark buradadır.
      Ulusların ve dillerin eşitliğinin kabulü, marksistler için önem taşıyor. Ama bu, yalnızca, en tutarlı demokratlar marksistler olduğu için değil. İşçilerin sınıf savaşımında, proletarya dayanışmasının ve yoldaşça birliğin istemleri de, ulusalcı güvensizliğin bütün izlerini, yabancılaşmayı, kuşku ve düşmanlığı ortadan kaldırmak üzere, ulusal-toplulukların tam eşitliğini gerektiriyor. Tam eşitlik, herhangi bir dil için her türlü ayrıcalığın reddini ve bütün ulusal-toplulukların kendi kaderlerini tayin hakkını da içeriyor.
      Ne var ki, ulusların eşitliği istemi, burjuvazi için pratikte ulusal özgünlüğü (exclusiveness) ve şovenizmi savunmaya varır; genellikle de buna, ulusların bölünmesi ve birbirlerine yabancılaşmasının savunulması eşlik eder. Bu ise, yalnızca ulusal-topluluklar arasında daha yakın ilişkileri değil, ama onun yanı sıra, belli bir devlet içindeki bütün ulusal- topluluklar işçilerinin birleşmiş proletarya örgütlerinde bir araya gelmesini savunan proleter enternasyonalizmiyle kesinlikle bağdaşmaz. "Kültürde ulusal özerklik" denen şeyi, yani eğitim işlerinin devletin elinden alınması ve ayrı ayrı ulusal-topluluklara verilmesi düşüncesini marksistler işte bu nedenle sert bir biçimde kınarlar. Bu planın anlamı [sayfa 160] şudur: "Ulusal kültür" konularında, eğitim işleri, belli bir devlet federasyonu içinde kendi ayrı diyeti, eğitim bütçesi, okul yönetim kurulları ve eğitim kurumları bulunan ulusal- topluluklara göre, ulusal birliklere bölünecektir.
      Bu, işçi sınıfını yozlaştıran ve bölen bir incelmiş ulusalcılık planıdır. (Bundculara, tasfiyecilere ve narodniklere, yani çeşitli küçük-burjuva gruplara ait olan) bu planın karşısına, marksistler, ulusların ve dillerin tam eşitliği ilkesini koyarlar ve resmi bir dile gerek olduğunu redde kadar giderler; ama aynı zamanda uluslar arasında olabildiği kadar yakın ilişkileri, bütün uluslar için bir örnek devlet kurumlarını, bir örnek okul yönetimlerini, bir örnek eğitim siyasetini (laik eğitim), ve her ulusal burjuvazinin ulusalcılığına, ahmakları kandırmak için "ulusal kültür" sloganı altında sunulan ulusalcılığa karşı savaşımda çeşitli uluslar işçilerinin birliğini savunurlar.
      Bırakalım küçük-burjuva ulusalcılar -bundcular, tasfiyeciler, narodnikler ve Dzvin 'in yazarları- incelmiş burjuva ulusalcılığı ilkelerini savunsunlar; bu onların hakkıdır. Ama bayan V. O.'nun[74] Severnaya Raboçaya Gazeta'nın 35. sayısında Za Pravdu'nun okullarda derslerin yerli dille okutulmasına karşı çıktığına ilişkin, okurlarına güvence üstüne güvence vererek yaptığı gibi işçileri aptal yerine koymaya kalkışmasınlar.
      Bu büyük bir iftiradır. Pravdacılar yalnızca bu hakkı tanımakla kalmazlar; bu hakkı tanımakta herkesten daha tutarlıdırlar. Rusya'da, yerel dilin kullanılması hakkını tam olarak ilk tanıyanlar, kendilerini zorunlu resmi bir dile gerek olmadığını ilan eden marksistlerin konferansıyla özdeşleştiren pravdacılar olmuştur.
      "Eğitim işlerini tek bir devletin içinde uluslara göre bölmeyi", "kültürde ulusal özerkliği", "eğitim işlerini devletin elinden almayı" derslerin yerli dilde okutulmasıyla karıştırmak dangalakça bir bilisizliktir.
      Dünyanın hiçbir yerinde marksistler (hatta hatta demokratlar) derslerin yerel dilde okutulmasına karşı çıkmış değillerdir. Dünyanın hiç bir yerinde marksistler, "kültürde ulusal özerklik" programını benimsememişlerdir. Bu programın önerildiği tek ülke Avusturya'dır.
      Bayan V. O.'nun Finlandiya'yı örnek, vermesi, aslında [sayfa 161] onun kanıtını çürütür. Çünkü o ülkede (bizim duraksamaksızın ve herkesten daha tutarlı biçimde kabul ettiğimiz) ulusal-toplulukların ve dillerin eşitliği tanınmış ve gerçekleştirilmiştir. Ama orada, eğitim işlerini devletin elinden çekip almak, eğitim işleriyle uğraşmak üzere ayrı ulusal kuruluşlar yaratmak, devletin okul sistemini ulusal engellerle bölmek falan sözkonusu değildir. [sayfa 162]


      Put Provdi, n° 82, 10 Mayıs 1914,
      Collected Works, vol. 20, s. 289-291
     
      İmza: V. İ.



Açıklayıcı Notlar


[74] V. O. - Severnaya Raboçaya Gazeta, n° 35'te, 21 Mart 1914'te yayınlanan "Okul Eğitiminin Bozuluşu" başlıklı yazının yazarı. -161. 




Ölü Şovenizm,
Yaşayan Sosyalizm


  ALMAN sosyal-demokrasisi, çok uzun yıllar boyunca tüm dünya sosyal-demokrasisi için olduğundan daha fazla, Rus sosyal-demokrasisi için örnek olmuştur. Bu nedenle, kişi, Alman sosyal-demokrasisine karşı tutumunu çok kesin biçimde tanımlamadıkça, şimdilerde süregelen sosyal-yurtseverliğe ya da "sosyalist" şovenizme karşı akıllıca, yani eleştirici bir davranış içinde olamaz. Alman sosyal-demokrasisi geçmişte neydi? Bugün nedir? Gelecekte ne olacak?
      Bu sorulardan ilkine, K Kautsky'nin 1909'da yazdığı, birçok Avrupa diline çevrilmiş broşüründe, Der Weg zur Macht'da bir yanıt bulunabilir. Çağımızın hedeflerini en tam biçimde ortaya koyan bu broşür, Alman sosyal-demokratları için (umut verici oluşları nedeniyle) çok yararlıydı, üstelik İkinci Enternasyonalin en seçkin yazarının kaleminden [sayfa 163] çıkmıştı. Broşürü, bir ölçüde ayrıntılara inerek anımsatacağız; unutulan o ülküler şimdi sık sık yüzsüzce bir yana bırakıldığı için, bu anımsatma hayli yararlı olacak.
      Sosyal-demokrasi, yalnızca buharlı makinenin bir devrim olması anlamında değil, ama "bir başka anlamda da" (broşürün ilk tümcesinde belirtildiği gibi) "devrimci bir parti"dir. Sosyal-demokrasi, siyasal iktidarı proletaryanın ele geçirmesini ister, proletarya diktatörlüğünü ister. Kautsky, "devrimden kuşku duyanlara" alaylar yağdırarak şöyle der: "Herhangi bir önemli harekette ve ayaklanmada, kuşku yok ki, yenilgi olasılığını hesaba katmalıyız. Savaştan önce, ancak bir budala, yeneceğinden kesinlikle emin olabilir." Ne var ki, zafer olasılığını düşünmemek de "davamıza doğrudan doğruya ihanet" olur. Bir savaşla bağlantılı olarak devrim, der Kautsky, hem savaş sırasında, hem savaş ardından olasıdır. Keskinleşen uzlaşmaz sınıf karşıtlığının tam hangi anda devrime yolaçacağını kestirmek olanaksızdır, ama diye sürdürür yazar sözünü, "oldukça kesinlikle söyleyebilirim ki, savaşın, ardından sürükleyip getirdiği devrim, ya savaş sırasında, ya hemen ondan sonra patlayacaktır"; biraz daha ilerde, "sosyalizme barışçıl ilerleyiş" teorisinden daha bayağı hiçbir şey olmadığını okuruz. "İktisadi gereksinmelerin anlaşılması iradenin zayıflaması demektir, yollu düşünceden daha hatalı bir şey yoktur" der. "İrade, bir savaşım arzusu olarak, her şeyden önce savaşımın bedeliyle, ikincisi kudret duygusuyla ve üçüncüsü de gerçek kudretle belirlenir." Vorwärts, Fransa'da Sınıf Savaşımları'na Engels'in yazdığı ünlü Giriş'i oportünizmin örneği gibi göstermek istediği zaman, Engels çok öfkelenmiş ve kendisinin, "fiyatı ne olursa olsun yasallığa tapan barışçıl bir kişi olduğu" sanısını uyandıracak bu yayını utanmazca olarak nitelemişti.[75] "Devlet iktidarını ele geçirmek için bir savaşım dönemine girmekte olduğumuzu gösteren birçok neden var" diye devam ediyor Kautsky. Bu savaşım çok uzun yıllar boyu sürebilir. Ne kadar süreceğini bilemiyoruz, ama "bu savaşım, her olasılığı düşünerek söylüyorum, Batı Avrupa'da proletarya diktatörlüğünü olmasa bile, proletaryanın yakın bir gelecekte dikkate değer ölçüde güçlenmesini sağlayacaktır." Devrimci unsurlar gelişiyor, diyor Kautsky: 1895'te Almanya'daki on milyon seçmenden altı milyonu proleterdi, özel mülkiyete ilgi [sayfa 164] duyanların sayısı üç buçuk milyondu; 1907'de özel mülkiyete ilgi duyanların sayısı 0,03 milyon arttı, proleterlerin sayısıysa 1,6 milyon. "Devrimci mayalanma zamanı gelir gelmez ilerleme hızı birdenbire artar."
      Uzlaşmaz sınıf karşıtlıkları körleşmiyor, tam tersine keskinleşiyor; fiyatlar artıyor, emperyalist rekabet ve militarizm gemi azıya almıştır. "Yeni bir devrim çağı" yaklaşıyor. "Eğer devrim seçeneği silahlı bir barış döneminin arkasında değil de, savaşın hemen arkasında bekliyor olmasaydı" vergilerin canavarca artışı "devrime karşı bir seçenek olarak, çoktan savaşa yolaçmış olurdu." Kautsky, "bir dünya savaşı kapının eşiğinde" diyor ve sürdürüyor "savaş da devrim demektir." 1891'de Engels, Almanya'da henüz olgunlaşmamış bir devrimden korkarken, bazı nedenlere dayanmaktaydı. Ne var ki, o zamandan bu yana "durum büyük ölçüde değişti". Proletarya "artık devrimin henüz olgunlaşmadığından sözedemez" (italikler Kautsky'nin). Küçük-burjuvazi kesinlikle güvenilir değildir ve proletaryaya karşı her zamankinden daha düşmandır; ancak bir bunalım döneminde "yığın yığın bizim tarafımıza geçebilir". Asıl nokta şudur: sosyal- demokrasi "sarsılmaz, tutarlı ve uzlaşmaz kalmalıdır". Devrimci bir döneme girdiğimize kuşku yoktur.
      Kautsky, geçmişte, tam beş yıl önce işte böyle yazıyordu. Alman sosyal-demokrasisi buydu, daha doğrusu böyle olmayı vadediyordu. Saygı duyulacak, saygı duyulması gereken sosyal-demokrasi buydu.
      Bir de aynı Kautsky'nin bugün yazdıklarına bakalım. İşte, "Savaş Zamanı Sosyal-Demokrasisi" başlıklı yazısında yer alan (Die Neue Zeit, n° 1, 2 Ekim 1914) en önemli ifadeler: "Partimiz, savaş zamanında nasıl davranılacağını, savaşın nasıl önleneceğini tartıştığından daha seyrek tartışmıştır. ... Savaşın başında, hükümet hiç bu kadar güçlü, partilerse hiç bu kadar zayıf olmamıştır. ... Sakin tartışmalara en az elverişli olan zaman, savaş günleridir. ... Bugün pratik sorun şudur: kişinin ülkesinin zaferi ya da yenilgisi." Düşman ülkelerin partileri arasında, savaşa karşı hareket konusunda bir anlayışa varılabilir mi? "Böyle bir şey pratikte hiç denenmemiştir. Bu olasılığın doğruluğundan her zaman kuşku duyduk..." Fransız ve Alman sosyalistleri arasındaki ayrılık, (her ikisi de anayurdu savunduğuna göre) "bir ilke ayrılığı [sayfa 165] değil"dir... "Bütün ülkelerin sosyal-demokratları, kendi anayurtlarını savunmakta eşit hakka ya da eşit yüklenime sahiptirler: hiçbir ulus, böyle yapıyor diye ötekini kınamamalıdır..." "Enternasyonal iflas mı etti?" "Parti, savaş zamanında parti ilkelerini doğrudan doğruya savunmayı red mi etti?" (Aynı sayıda Mehring'in soruları.) "Bu hatalı bir anlayış ... Böyle karamsar olmak için hiçbir neden yok. ... Farklılıklar derin değil. ... İlkelerde birlik devam ediyor. ... Savaş zamanının yasalarına uymamak, bizim basınımızın susturulmasına neden olur." Bu yasalara uymak "bizim parti basınımızın, Demokles'in kılıcı olan şu Sosyalizmle Savaş Yasası sırasında yaptığı ölçüde ve o zamanki gibi ufak miktarda, parti ilkelerini savunmaktan vazgeçmek demektir."
      Bu satırları yazının aslından bile bile aktardık, çünkü böyle şeylerin yazılabileceğine inanmak güç. Bugünkü gibi bir Avrupa savaşı olasılığı var diye, genel olarak sosyalizmden ve (örneğin Stuttgart'ta ve özellikle Basle'da) oybirliğiyle kabul edilmiş Enternasyonal kararlarından çok açık bir dönüşü örtmek için başvurulan böylesine tatsız bir kaçamağı, gerçeklerden böylesine utanç verici bir uzaklaşmayı, böylesine süslü-püslü bir bayağılığı (düpedüz dönek olanlarınkiler dıştalanırsa) yazında bulmak güçtür. Kautsky'nin iddialarını ciddiye alsak ve tahlile çalışsaydık, okurlara saygısızlık etmiş olurduk. Eğer Avrupa savaşı, basit, "küçük" bir Yahudi aleyhtarı genel kırımdan birçok yönde farklılık gösteriyorsa, böyle bir Avrupa savaşına katılmaktan yana olan "sosyalist" savlar da, Yahudi aleyhtarı bir genel kırıma katılmaktan yana olan "demokratik" kanıtlarla tam bir benzerlik gösteriyor. Kişi, genel kırımdan yana olan kanıtları tahlil etmez; yazarlarını, sınıf bilinci taşıyan işçilerin gözünde rezil etmek için o tür kanıtları yalnızca ortaya kor.
      Ama okur, İkinci Enternasyonalin önde gelen otoritesi, bir zamanlar, bu yazının başında belirtilen görüşleri savunmuş bir yazar, dönek olmaktan da beter bir çukura nasıl oldu da battı, diye soracaktır. Belki de bilinçsizce, olup bitenlerde olağan-dışı bir şey görmeyenler "bağışlayıp unutma"nın güç olmadığını düşünenler, yani konuya döneklerin gözüyle bakanlar bunu anlayamaz, diye yanıt veririz. Ancak ciddi olarak ve içtenlikle sosyalist inançlar taşıyanlar ve bu yazının başında belirtilen görüşleri taşıyanlar, "Vorwärts'ın [sayfa 166] öldüğünü" (Paris Golos'da Martov'un sözü), "Kautsky'nin öldüğünü" duymaktan şaşırmayacaklardır. Tarihin dönüm noktalarında bireylerin siyasal iflası, pek az görülen olaylardan değildir. Yaptığı büyük hizmetlere karşın Kautsky, hiçbir zaman, büyük bunalımlarda hemen savaşkan marksist bir tutum takınan kişiler arasında olmamıştır (millerandizm[76] sorunundaki yalpalamalarını anımsayın).
      Şimdi içinde bulunduğumuz zaman, böyle bir zamandır. "Önce siz ateş edin bay Burjuvalar!"[77] diye yazmıştır Engels 1891'de, biz devrimcilerin sözümona barışçıl, anayasal gelişim döneminde burjuva yasalcılığını kullanmamızı çok doğru olarak savunmuştur. Engels'in görüşü apaçıktı: Biz sınıf bilinci taşıyan işçiler, diyordu, ikinci ateş eden olacağız; burjuvazinin, kendi koyduğu yasal temeli yıktığı bir sırada kurşuna (iç savaşa) oyla karşılık vermek bizim yararımızadır. 1909'da Kautsky, Avrupa'da devrimin artık olgunlaşmamış sayılamayacağını ve savaşın devrim demek olduğunu söylediği zaman, bütün devrimci sosyal-demokratların tartışmasız kabul ettikleri bir görüşü dile getiriyordu.
      Ancak "barışçıl" yıllar, geride iz bırakmaksızın geçip gitmedi. O yıllar zorunlu olarak bütün ülkelerde oportünizme yolaçtı ve bu oportünizmi, parlamenter, işçi birlikleri önderleri, gazeteciler ve öteki "önderler" arasında yaygınlaştırdı. Avrupa'da, oportünizme karşı şu ya da bu biçimde, uzun, inatçı bir savaşımın verilmediği, devrimci proletaryayı zayıflatmak ve yozlaştırmak için çabalayan tüm burjuvazinin oportünizmi binbir biçimde desteklemediği herhangi bir ülke yoktur. Bundan onbeş yıl önce, Bernstein tartışmasının başlangıcında, aynı Kautsky, eğer oportünizm bir duygu olmaktan çıkıp bir eğilim haline dönüşürse çabucak bölünmeye yolaçacağını söylemişti. Rusya'da işçi sınıfının sosyal- demokrat partisini yaratan eski 1skra,[78] 1901'in başlarında "Yirminci Yüzyılın Eşiğinde" başlığı altında yayınladığı yazıda,18. yüzyılın devrimci sınıfı burjuvazi gibi, 20. yüzyılın devrimci sınıfının da kendi jirondenleri ile montanyarları[79] olduğunu belirtmişti. Avrupa savaşı, çok büyük bir tarihsel bunalımdır, yeni bir çağın başlangıcıdır. Her bunalım gibi savaş da, ikiyüzlülüğün peçesini yırtarak, bütün anlaşmaları reddederek, bütün kokuşmuş, soysuzlaşmış otoritelerin burnunu kırarak, kökü derinlerde olan karşıtlıkları [sayfa 167] ağırlaştırmış, yüzeye çıkarmıştır. (Yeri gelmişken söyleyelim, bu, bütün bunalımların yararlı ve ilerici yönüdür. Bunu, ancak, "barışçıl evrim"in kalın kafalı yandaşları anlayamaz.) Yirmi- beş ya da kırkbeş yıllık (hesaplamanın 1870'den ya da 1889'dan başladığına bakarak) ömrü boyunca, sosyalizmin etkisini genişletmekte ve sosyalist güçlere, ilk, başlangıç ve temel örgütü vermekte çok önemli ve yararlı bir iş gören İkinci Enternasyonal tarihsel rolünü oynamış, von Kluck'lar tarafından olduğundan çok oportünizm tarafından alt edilmiş, göçüp gitmiştir. Bırakalım ölüler, ölülerini gömsün. Bırakalım boş kafalı ukalalar (eğer şovenistlerle oportünistlerin entrikacı uşakları değilse), sanki karşımızda, İvan Nikiforoviç'i "budala" diye adlandıran ve dostları tarafından düşmanıyla barışması istenen bir İvan İvanoviç varmış gibi,[80] Vandervelde'yle Sembat'ı, Kautsky ve Haase'yle biraraya getirmeye çalışsınlar. Enternasyonalizm demek, aynı masa çevresinde oturmak ve gerçek enternasyonalizmin, "anayurdu savunma" adına, Alman burjuvazisinin Fransız işçileri kurşunlama çağrısını Alman sosyalistlerin, Fransız burjuvazisinin Alman işçileri kurşunlama çağrısını da Fransız sosyalistlerin haklı göstermesinden ibaret olduğunu sanan kişilerin yazdığı, dava vekillerine özgü, ikiyüzlü kararlar almak demek değildir. Enternasyonal, bu ciddi günlerde, sosyalist enternasyonalizmi eylemde savunabilecek, yani kuvvetlerini biraraya toplayarak, kendi "anayurtları"nın egemen sınıflarıyla hükümetlerine "kurşun atma sırası kendisine gelecek" kişilerin (önce ideolojik, sonra da zaman içinde örgütsel olarak) biraraya gelmesidir. Bu kolay bir iş değildir; çok fazla hazırlığı ve özveriyi gerektirir; zaman zaman terslikler olacaktır. Kolay bir iş olmadığı içindir ki, bu işi görmeyi arzu eden ve şovenistlerle ve sosyal-şovenizmin savunucularıyla ilişkileri tam koparmaktan korkmayanlar tarafından birlikte yerine getirilmelidir.
      Şovenist olmayan, sosyalist bir enternasyonalin, riyadan uzak, içten bir biçimde yeniden kurulması için Pannekoek gibi kişiler herkesten çok çaba harcıyorlar. "Enternasyonalin Çöküşü" başlıklı yazısında Pannekoek şöyle diyordu: "Eğer önderler, aralarındaki ayrılıkları kabaca onarmak için biraraya gelirlerse, bunun hiçbir önemi olmayacaktır."
      İzin verirseniz, gerçekleri açık yürekle belirtelim; savaş, [sayfa 168] yarın değilse öbür gün bizi böyle yapmaya mutlaka zorlayacak. Enternasyonal sosyalizm içinde üç akım var: (1) Sürekli olarak oportünist bir siyaset güden şovenistler; (2) bütün ülkelerde kendi seslerini duyurmaya başlamış olan ve iç savaşa yönelik devrimci çalışmayı yönetebilen tutarlı oportünizm düşmanları (oportünistler bunların çoğunu yenik düşürmüştü, ama "yenilen ordular çabuk öğrenir"); (3) bugünkü durumda oportünistlerin izinden yürüyen ve hemen neredeyse bilimsel olarak ve marksist (aynen!) yöntemi kullanarak yaptıkları, oportünizmi haklı göstermeye dönük ikiyüzlü çabalarıyla proletaryaya en büyük zararı veren kafası karmakarışık, sağa-sola yalpalayan kişiler. Bu sonuncu akım içinde yer alanlardan bazıları kurtarılıp sosyalizme döndürülebilir. Ancak bu, birinci akımla tam ve kesin bir ayrılık siyasetiyle olabilir; savaş kredileri oylamasını, "ata topraklarının savunulması"nı, "savaş zamanı yasalarına boyun eğişi", yalnız yasal yollarla yetinme istekliliğini ve iç savaşın reddedilmesini haklı gösterenlerle tam ve kesin bir ayrılık siyasetiyle olabilir. Ancak bunun gibi bir siyaset güdenler gerçekten sosyalist enternasyonali kuruyorlar. Bize gelince, merkez yönetim kurulunun Rus Collegyumuyla ve St. Petersburg'daki işçi sınıfı hareketinin önde gelen unsurlarıyla bağlantı kuran, onlarla fikir alış-verişinde bulunan ve ana noktalarda görüş birliğinde olduğumuz sonucuna varan bizler, merkez yayın organının yazıkurulu olarak, partimiz adına, ancak bu yönde yürütülen çalışmanın parti çalışması ve sosyal- demokratik çalışma olduğunu ilan edebilecek bir durumda bulunuyoruz.
      Alman sosyal-demokrat hareketi içinde bölünme düşüncesi, "alışılmamışlığı"yla, birçok kişiye kaygı verici bir şey gibi görünebilir. Ne var ki, nesnel durum, ya alışılmadık şeyin olacağını (her şey bir yana, Adler'le Kautsky, Temmuz 1914'te Enternasyonal Sosyalist Büronun[81] son toplantısında, mucizeye, bu nedenle de bir Avrupa savaşına inanmadıklarını açıkça söylediler) ya da bir zamanlar Alman sosyal-demokrasisi diye bilinen şeyin acılı bir biçimde eriyip çürümesine tanık olacağımızı gösteriyor. Sonuç olarak, (eski) Alman sosyal-demokratlara "güvenmeye" çok fazla eğilim gösterenlere anımsatmak isteriz ki, birçok konuda bizim karşımızda olan kişiler, böyle bir bölünmenin gerçek olduğu [sayfa 169] düşüncesine ulaşmışlardır. Golos'ta Martov'un şu satırları yazması bu yüzdendir: "Vorwärts ölmüştür. ... Sınıf savaşımını açıktan reddeden bir sosyal-demokrasi, gerçekleri olduğu gibi kabul eder, örgütü geçici olarak dağıtır, organlarını kapatırsa daha iyi eder." Bir raporunda Plehanov'un, Golos'taki bir alıntıya göre şöyle demesi bundandır: "Ben bölünmelere çok fazla karşıyım, ama örgütün birliği uğruna ilkeler kurban ediliyorsa, o zaman bölünme sahte bir birlikten yeğdir." Plehanov, Alman radikalleri kastediyordu; Almanların gözündeki çöpü görüyor, kendi gözündeki merteği görmüyor. Bu onun kişisel özelliğidir. Son on yıldan bu yana, Plehanov'un, teoride radikal, pratikte oportünist olmasına artık alıştık. Ama böylesine "gariplikleri" olan kişiler bile, Almanlar arasındaki bir bölünmeden sözetmeye başlarlarsa, onun altında bir şeyler var demektir. [sayfa 170]


      Sotsial-Demokrat, n° 35,
      12 Aralık 1914
     
      Collected Works,
      vol. 21, s. 94-101.




Açıklayıcı Notlar


[75] Vorwärt, 30 Mart 1895 tarihli sayısında, Marks'ın Fransa'da Sınıf Savaşımları, 1848-1850 adlı yapıtında Engels'in yazdığı "Giriş"ten bir özet ve birçok alıntı yayınlamıştı. Ancak gazete, proletaryanın devrimci rolüne ilişkin olarak Engels'in öne sürdüğü önemli birçok görüşü atlamıştı. Engels bu tutumu şiddetle protesto etti. Kautsky'ye yolladığı 1 Nisan 1895 tarihli mektupta Engels şunları yazıyordu: "Bugün Vorwärt'da benim iznim alınmadan, "Giriş"imden alınmış ve beni, fiyatı ne olursa olsun yasallığa tapan barışçıl bir kişi gibi gösterecek biçimde budanmış bir özeti hayretle gördüm." (Marks-Engels, Seçilmiş Yazışmalar, Moskova 1955, s. 568).
      Engels, "Giriş"in tam olarak yayınlanmasında ısrar etti. Önsöz 1895'te Die Neue Zeit'da bazı kısaltmalarla yayınlandı. Bu kısaltmaları Alman Sosyal-Demokrat Partisi istemişti. Alman Sosyal Demokrat Partisinin önderleri, kendi reformculuklarını haklı göstermek için, daha sonra, Engels'in bu kısaltarak yayınladıkları önsözünü, Engels'in devrimi, silahlı ayaklanmayı, barikat çarpışmasını reddettiğinin kanıtı gibi göstermeye başladılar. "Giriş"in tam metni ilk kez 1955'te Sovyetler Birliği'nde yayınlandı. (Bkz. Marks-Engels, Seçme Yapıtlar, Cilt: 1, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 226-248). -164 
[76] Miledandizm. - Adını, Fransız "sosyalist"i Millerand'dan alan oportünist bir eğilim. Millerand 1899'da gerici burjuva Fransız hükümetine katılmış ve burjuvazinin kendisiyasetini gütmesine yardımcı olmuştu.
      Sosyalistlerin burjuva hükümetlerine katılıp katılmamaları sorunu, İkinci Enternasyonalin 1900'de Paris'te yaptığı toplantıda tartışıldı. Kongre, Kautsky'nin uzlaştırmacı, orta yolcu önerisini kabul etti. Öneri sosyalistlerin burjuva hükümetlere katılmasını kınıyor, ancak bazı "istisnai" durumlarda böyle bir katılmaya izin veriyordu. Fransız sosyalistleri, Birinci Dünya Savaşı sırasında burjuva hükümete katılmalarını haklı göstermek için bu "istisna" koşuluna sarıldılar. -167. 
[77] Bkz. F. Engels, Socialism in Germany (Almanya'da Sosyalizm), Kesim I. -167. 
[78] Iskra - 1900 yılında Lenin tarafından çıkarılan bütün Rusya çapında ilk illegal Marksist gazete. İşçi sınıfının örgütlenmesinde tayin edici bir rol oynadı.
      Iskra'nın ilk sayısı 1900 Aralığında Leipzig'de yayınlandı. Daha sonraki sayılar Münih, Londra ve Cenevre'de basıldı. Iskra'nin yazı kurulu V. I. Lenin, G. V. Plehanov, Y. O. Martov, P. B. Akselrod, A. N. Potresov ve V. I. Zasuliç'ten meydana geliyordu. Aslında, Lenin gazetenin başyazarı ve yöneticisiydi.
      Iskra, Parti kadrolarının toplantı ve eğitim merkezi oldu. Lenin'in inisiyatifi ve doğrudan doğruya katılmasıyla, Iskra yazı kurulu bir Parti programı taslağı hazırladı ve 1903 Temmuz Ağustos aylarında toplanan Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin İkinci Kongresinin hazırlıklarını yaptı. Bu kongre, Rusya'da gerçekten devrimci, Marksist bir partinin temelini attı. Ama kongreden hemen sonra Meşevikler Iskra'nın denetimini ele geçirdiler. 52. sayısından itibaren gazete devrimci Marksizmin organı olmaktan çıktı. Lenin, eski, devrimci gazeteden (52. sayıya kadar) ayırdetmek için ona yeni, oportünist Iskra adını verdi. -167. 
[79] Jirondenler ve Montanyarlar. - 18. yüzyılın sonlarına doğru gerçekleştirilen Fransız burjuva devrimindeki iki siyasal burjuva grubu. Burjuvazinin daha kararlı temsilcilerine, yani o günlerin devrimci sınıfının temsilcilerine montanyarlar (dağlılar) ya da jakobenler adı verilmişti. Montanyarlar feodal düzenin ortadan kaldırılmasından yanaydılar. Jirodenler ise, karşı-devrimle devrim arasında yalpaladılar, siyasetleri monarşiyle uzlaşma siyasetiydi. -167. 
[80] İvan İvanoviç ve İvan Nikiforoviç. - Gogol'un, İvan İvonaviç'le İvan Nikiforoviç Nasıl Bozuştu? adlı öyküsünün iki kahramanı. Taşralı bu iki toprak sahibi arasındaki kavga hiç yoktan başlar ve bütüp tükenmeksizin sürüp gider. -168. 
[81] Enternasyonal Sosyalist Büro. - İkinci Enternasyonalin 1900 Paris kongresi kararıyla kurulan yönetim kurulu. Lenin, 1905'ten itibaren, RSDİP temsilcisi olarak Büronun üyesiydi. -169.



  ALMAN Sosyal-Demokrat Partisi, İkinci Enternasyonalin en güçlü, en etkin partisiydi. İşte bundan ötürüdür ki, o parti, bir yandan, İkinci Enternasyonalin çöküşünde en büyük sorumluluğu taşımaktadır, bir yandan da örnek ve deneyim olma niteliği, Enternasyonalin çöküş nedenlerinin araştırılması ve o partiyi boğazlayan oportünizmle savaşın yol ve yöntemleriyle gereklerinin tahlil edilmesi bakımından çok büyük önem taşımaktadır.
      Alman Sosyal-Demokrat Partisini boğazlayan ve ulusal liberal-işçi partisi haline dönüştüren oportünizm, 1914-15 savaşında sosyal-şovenizm olarak kristalleşmiştir. (sayfa 171)


      1915'te yazıldı
      İlk kez 1937'de
      Lenin Miscellany XXX'da
      yayınlandı.
     
      Collected Works,
      vol. 41, s. 355-356.




Açıklayıcı Notlar


[82] Bitmemiş bir makalenin başlangıcı olduğu görülüyor. -171.

Sosyal-Şovenistlerin Safsataları

  PETROGRAD'DA tasfiyecilerin çıkardığı Naşe Dyelo (n° 1, 1915), Kautsky'nin Enternasyonalizm ve Savaş başlıklı broşürünün çevirisini yayınlıyor. Ama aynı zamanda bay A. Potresov, kendi görüşünce bir "savunmacı" (yani Fransız-Rus türünü tanımaya yanaşmayan, ama Alman sosyal- şovenizmi için ricacı olan bir savunmacı), bir "yargıç" (yani marksist yöntemi herhangi bir önyargıya saplanmaksızın uygulamaya çalışan bir marksist) gibi davranan Kautsky'yle aynı görüşü paylaşmadığını söylüyor.
      İşin aslında hem bay A Potresov, hem Kautsky apaçık safsata yapıp ulusal liberal-işçi siyasetini savunarak, ana sorunlarda marksizme ihanet etmişlerdir. Bay A Potresov ayrıntılar üzerine Kautsky'le tartışmaya girişerek, okurlarının dikkatini temel noktalardan uzaklaştırıyor. Bay Potresov'a (sayfa 172) göre, İngiliz ve Fransız "demokrasileri"nin (yazar, işçi sınıfı demokrasisini kastediyor) savaş karşısındaki tutumu sorununa getirilen "çözüm", "bir bütün olarak iyi bir çözüm"dür (s. 69); bu demokrasiler, diyor Potresov, getirdikleri çözüm her ne kadar bilinçli olmasa da, "mutlu bir raslantı sonucu ulusal çözümle uyuşum halinde bulunduğuna" göre, "doğru davranmışlardır".
      Bu sözlerin anlamı açıktır. Bay A Potresov, İngiliz-Fransız perdesi ardında Rus şovenizmini savunuyor, Üçlü Anlaşma sosyalistlerinin kullandığı yurtsever taktikleri haklı gösteriyor. Bay Potresov, Kautsky'ye karşı çıkıyor, ama bir marksistin bir şoveniste karşı çıkması gereken biçimde değil, bir Rus şovenistin bir Alman şovenistine karşı çıkması biçiminde karşı çıkıyor. Bu eski, havı dökülmüş bir yöntemdir; ama belirtmek gerekir ki, bay A. Potresov sözlerinin açık ve yalın anlamını, olabildiği ölçüde sulandırıp karışık bir biçime sokmaya çalışıyor.
      Bay A Potresov'la Kautsky'nin üzerinde görüş birliğinde oldukları noktalar, işin özüdür. Örneğin, "bugünkü proletarya enternasyonalizmi, ülkenin savunmasıyla bağdaşır" (K. Kautsky, broşürün Almanca baskısında s. 34) görüşünde birleşiyorlar. Bay A. Potresov, "bir saldırıyla karşılaşan" ülkenin özel durumundan sözediyor. Kautsky, "halk, bir düşman istilasından korktuğu kadar hiçbir şeyden korkmaz" diyor. "Eğer bir ülkenin insanları savaşa kendi hükümetlerinin değil, ama komşu devletin karanlık tasarımlarının neden olduğunu görürlerse -ve böyle bir düşünceyi basın, vb. yoluyla halka işlemeye çalışmayacak hangi hükümet vardır!- o zaman ... sınırları düşmana karşı savunma arzusu tüm halka yayılır... Öfkeye kapılan yığınlar, orduların sınırlara gönderilmesini engellemeye çalışanları öldürebilir." (K Kautsky'nin 1911 tarihli yazısında, s.33).
      Bu, bütün sosyal-şovenıstlenn temel düşüncesinin sözde marksist savunusudur.
      Kautsky, hükümetin (ve burjuvazinin), kabahati bir başka ülkenin "karanlık tasarımları"na bağlayarak "halkı, nüfusu, yığınları" aldatabileceğini daha 1911'de açıkça görmüştür. Öyleyse akla gelen soru, böyle bir aldatmayı desteklemenin -savaş ödeneklerinden yana oy vermenin, konuşmanın, yazı yazmanın, vb.- enternasyonalizm ve sosyalizmle (sayfa 173) bağdaşıp bağdaşmadığı, ulusal liberal-işçi siyasetiyle bir olup olmadığı sorusudur! Kautsky, bu sorunun yerine başka bir soruyu, yani "bireyler"in, kendi hükümetlerince aldatılan halk çoğunluğunun arzusuna karşı çıkarak "orduların gönderilmesini engellemeye çalışmaları"nın makul olup olmadığı" sorusunu koyduğu zaman, "savunmacı"nın en utanmazı, safsatacının en kötüsü gibi davranıyor. Sorun bu değil. İşin özü bu değil. Aldatılan küçük-burjuva, bu görüşün tersine inandırılmalı, aldatmaca, onlara açıkça gösterilmelidir: Bazan onlarla birlikte savaş alanına gitmek ve savaş deneyimiyle ayılmalarına kadar beklemek gerekli olabilir. Ama burada tartışma konusu olan şey bu değildir; burada tartışılan şey, burjuvazinin "halkı" aldatmasına sosyalistlerin katılmasına göz yumulabilip yumulamayacağıdır. Kautsky'yle Potresov, bütün "Büyük" Devletlerin -İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya'nın- hükümetleriyle burjuvazisinin "karanlık tasarımları"nın 1914 emperyalist savaşında eşit ölçüde payı ve sorumluluğu olduğunu pek iyi bildikleri halde, böyle bir aldatmacayı haklı gösteriyorlar. Örneğin 1912 Basle kararında, bu açıkça belirtilmiştir.
      Hiç kuşku yok ki, "halk", yani küçük-burjuva yığınları ve aldatılmış bir bölük işçi, düşmanın "karanlık tasarımları" yollu burjuva masalına inanır. Ama sosyal-demokratlara düşen görev, bu aldatmacayla savaşmaktır, onu desteklemek değil. Savaştan çok önce, bütün ülkelerdeki tüm sosyal-demokratlar, Büyük Devletlerin hepsinin gerçekte, sömürgeler üzerinde egemenlik kurup genişletmeye, küçük ulusları ezmeye çalıştığını söylemişlerdir. Bu, Basle'da yinelenmiştir. Savaş, sömürgelerin paylaşılması ve öteki toprakların yağmalanması amacıyla sürdürülüyor; hırsızlar bozuşmuştur, böyle bir zamanda bazı hırsızların kötü durumda olduğunu söylemek utanmazca bir burjuva yalanıdır; böyle yapmak hırsızların çıkarını halkın ya da ata toprağının çıkarları gibi göstermek demektir. Savaşın zararını çeken halka doğruyu söylemeliyiz; doğru şudur ki, savaşan ülkelerin burjuvazisi ve hükümetleri devrilmedikçe, savaşın getirdiği acılar hiçbir biçimde savunulamaz. Galiçya'yı ya da Macaristan'ı boğazlamak suretiyle Belçika'yı savunmak "ata topraklarının savunulması" demek değildir.
      Savaşları kınayan Marx da örneğin 1854-76'da olduğu (sayfa 174) gibi, sosyalistlerin arzusuna karşın, savaş bir gerçeklik haline geldiği zaman, savaşan taraflardan birini tutmuştur. Kautsky'nin broşüründeki başlıca kozası ve dava da budur. "Enternasyonalizm"i, belli bir ülkede değil, ama tüm dünyada, proletaryanın çıkarları açısından savaştaki hangi tarafın başarısının daha istenir ya da daha az zararlı olduğunu bulmak diye anlayan bay Portesov'un tutumu da aynıdır. Savaş, diyor Potresov, hükümetler ve burjuvazi tarafından sürdürülmektedir; hangi hükümetin zaferinin dünya işçileri için daha az tehlikeli olduğuna karar vermek proletaryaya kalmış bir iştir.
      Bu mantığın safsatası, tarihin geçmiş bir dönemini bugünün yerine koymasındadır. Kautsky'nin sözünü ettiği eski savaşların ana özellikleri şunlardı: (1) Eski savaşlar burjuva-demokratik reformların sorunlarıyla ve mutlakıyetin devrilmesi ya da yabancı baskısından kurtulmakla ilgiliydi; (2) sosyalist bir devrimin nesnel koşulları henüz olgunlaşmamıştı, savaş öncesinde hiçbir sosyalist, (1907) Stuttgart ve (1912) Basle kararlarının yaptığı gibi, savaştan "kapitalizmin düşüşünü hızlandırmak" üzere yararlanmanın sözünü edemezdi; (3) birbirine karşıt toplulukların hiçbirinin ülkesinde, savaşımda sınavdan geçmiş, geniş yığınlara seslenebilecek, güçlü hiçbir sosyalist parti yoktu.
      Sözün kısası, birbirine düşman ülkelerin hükümetleriyle burjuvazilerine karşı herhangi bir genel proletarya hareketinden sözetme olanağının bulunmadığı bir dönemde Marx'ın ve marksistlerin, hangi burjuvazinin üstün gelmesinin dünya proletaryası için daha az zararlı (ya da daha yararlı) olacağını saptamakla yetinmelerinde şaşılacak bir şey yoktur.
      Savaştan uzun zaman önce ve dünya tarihinde ilk kez, şimdi savaşmakta olan ülkelerin sosyalistleri biraraya gelmişler ve savaştan "kapitalizmin düşüşünü hızlandırmak" için yararlanacaklarını ilan etmişlerdir (1907, Stuttgart kararı). Başka deyişle, "düşüşü hızlandıracak", yani sosyalist bir devrime yol verecek nesnel koşulların olgunlaştığını kabul etmişlerdir. Bu demektir ki, onlar, hükümetleri bir devrimle tehdit etmişlerdir. (1912) Basle kararında ise, Komüne ve Ekim-Aralık 1905'e[83] yani iç savaşa değinerek, aynı şeyi daha açıkça belirtmişlerdir. (sayfa 175)
      Hükümetleri devrimle korkutmuş ve proletaryayı devrim yapmaya çağırmış olan sosyalistler, savaş patladığı zaman yarım yüzyıl önce olup bitenleri öne sürmeye başlamışlardır; bugün de hükümetlere ve burjuvaziye gösterilen sosyalist desteği haklı çıkarmaktadırlar. Marksist Gorter, Felemenk dilinde yayınlanan Emperyalizm, Dünya Savaşı ve Sosyal-Demokrasi başlıklı broşüründe Kautsky türünden "radikaller"i söze gelince yiğit, işe gelince hain olan 1848 liberalleriyle karşılaştırırken (s. 84) yerden göğe haklıdır.
      Onlarca yıldan beri, Avrupa sosyalizmi içinde, devrimci sosyal-demokratlar ile oportünistler arasında bir çatışma süregelmiştir. Bunalım şimdi tepe noktasındadır. Savaş, çıbanı patlatmıştır. En resmi partiler, "kendi" burjuvazilerinin ayrıcalıklarını ve onların sömürgelere sahip olma, küçük ulusları ezme, vb. ayrıcalıklarını savunan ulusal liberal-işçi politikacıları önünde boyun eğmişlerdir. Hem Kautsky, hem Potresov, ulusal liberal-işçi siyasetini, proletaryanın gözleri önüne serecek yerde, savunmakta ve haklı göstermektedirler. Sosyal-şovenistlerin safsatalarının özü işte budur.
      Bay A. Potresov "Stuttgart formülünün ilke olarak savunulamazlığı"nı söyleyerek dikkatsizce baklayı ağzından çıkarı vermiştir (s. 79). Buna ne buyrulur? Proletarya için açık dönekler, kendini gizleyenlerden yeğdir. Devam edin bay A. Potresov; Stuttgart'la Basle'ı yadsımak, daha dürüst bir tutumdur.
      Diplomat Kautsky, bay A Potresov'dan daha düzenbazdır; Stuttgart'la Basle'ı yadsımıyor. Kautsky'nin yaptığı şey, yalnızca, -"yalnızca"!- Basle bildirisini, devrimle ilgili her şeyi atlayarak aktarmaktır. Sansür, mavi kalemini hem Potresov, hem Kautsky için kullanıyor olabilir mi? Gerek Potresov, gerek Kautsky, devrimden, ancak sansürün izin verdiği ölçüde sözetmeğe hazır görünüyorlar.
      Potresov'la Kautsky'nin ve yandaşlarının, Stuttgart ve Basle kararlarının yerine şöyle bir şey konmasını önereceklerini umalım: "Çabalarımıza karşın savaş patlarsa dünya proletaryası açısından, neyin onun yararına olduğuna karar vermeliyiz: Hindistan'ı İngiltere yağmalarsa mı daha iyi olur, yoksa Almanya yağmalarsa mı; Afrika'nın zencilerine 'ateş suyu'nun nasıl kullanılacağı öğretilip Fransızlar tarafından soyulurlarsa mı daha iyi olur, yoksa Almanlar (sayfa 176) tarafından soyulurlarsa mı; Türkiye, Avusturya ile Almanya tarafından mı ezilirse daha iyi olur, yoksa İngiliz-Fransız-Rus ittifakı tarafından ezilirse mi; Almanlar Belçika'yı boğazlarsa mı iyi olur, yoksa Ruslar Galiçya'yı boğazlarlarsa mı; Çin, Japonlar tarafından mı bölünürse iyi olur, yoksa Amerikalılar tarafından mı", vb.. (sayfa 177)


      Sotsial-Demokrat, n° 41,
      1 Mayıs 1915
     
      Collected Works,
      vol. 21, s. 183-187.




Açıklayıcı Notlar


[83] 1905'de Tüm Rusya'daki Ekim siyasal gervine ve Moskova'daki Aralık silahlı ayaklanmasına atıf yapılmaktadır. -175. 


Platonik Enternasyonalizmin Çöküşü

     EĞER kendi enternasyonalizminin ciddiye alınmasını istiyorsa, Naşe Slovo'nun, hiç değilse belli bir programla ortaya çıkması gerektiğini daha önce belirttik (Sotsial Demokrat, n° 41'e bakınız). Sanki bizi yanıtlıyormuşçasına, Naşe Slovo, n° 85'te (Mayıs 9), Paris'teki yazıkuruluyla yazarlarının yaptığı toplantıda kabul edilen bir kararı yayınladı. İlgili açıklamada, "yazıkurulunun iki üyesi, kararın genel içeriğiyle görüş birliğinde olmakla beraber, partinin Rusya'daki iç siyasetine ilişkin örgütsel yöntemler konusunda karşı görüşte olduklarını belirten bir not sunacaklarını belirttiler." deniyor. Bu karar, siyasal şaşkınlığın ve beceriksizliğin en [sayfa 178] dikkate değer belgelerinden biridir. Kararda, enternasyonalizm sözcüğü birçok kez yineleniyor; "sosyalist ulusalcılığın her türlüsüyle hiçbir ideolojik bağlılık içinde bulunulmadığı" belirtiliyor; Stuttgart ve Basle kararlarından alıntılara yer veriliyor. Niyetler çok halis, hiç kuşku yok, ama - kapitalizmin düşmanı olmak için nasıl ki, kapitalist sömürünün bütün türlerinin tam bir listesine sahip olmak gereksiz ve olanaksızsa, sosyal-ulusalcılığın yaşayan "bütün" türlerinden "tam bir" ayrılık da olanaksız ve gereksiz olduğundan, bu yalnızca bir laftır. Oysa sosyal-ulusalcılığın bellibaşlı türleriyle, örneğin Plehanov'unkiyle, Potresov'unkiyle (Naşe Dyelo), Bundunkiyle, Akselrod'unkiyle ve Kautsky'ninkiyle açık ve hiçbir yanılgıya yer bırakmayacak bir çizgiyle ayrılmış olmak gerekli ve olanaklıdır. Karar çok fazla vaadde bulunuyor, ama hiçbir şey vermiyor; bütün türlerle tam bir ayrılık tehdidini savuruyor, ama hiç değilse bellibaşlı türleri açıkça, adlarını vererek anmaktan korkuyor.
      Britanya parlamentosunda, bir üyeyi adıyla anmak kabalık sayılır. Hangi çevredense, o çevrenin "soylu lordu"ndan ya da "sayın üye"sinden sözedilir. Bu Naşe Slovo mensupları ne de İngiliz hayranıymış, ne de çıtkırıldım diplomatmış meğer! Okurlarına, düşüncelerini saklayan formülleri sunarken, çok nazikler ve sorunun özünden büyük bir zarafetle sıyrılıveriyorlar. "Devrimci enternasyonalizmin ilkelerini ... uygulayan" bütün örgütlerin "dostluğu"ndan (Turgenyev'in karakterlerinden birinin deyişiyle "canlı Guizot")[84] sözediyorlar, ama bu ilkeleri uygulamayanlara "dostluk" gösteriyorlar.
      Naşe Slovo'cuların, ne kadar çok ciddiyetle ilan ederlerse, uygulamaya o kadar az istekli ve o kadar az muktedir oldukları "ideolojik ayrılık" sosyal-ulusalcılığın kökeninin nerede olduğunu, gücünün kaynağını ve onunla savaşın yollarını pek iyi gösteriyor. Sosyal-ulusalcılar, sosyal-ulusalcı olduklarım söylemezler, kendilerine bu adı vermezler. Takma bir adın ardına gizlenmek, emekçi yığınları aldatmak, oportünizmle olan bağlantılarının izlerini örtmek, ihanetlerini, yani işin aslında burjuvazinin yanında yer almış, hükümetlerle ve genel kurmaylarla ittifak kurmuş olmalarını saklamak için kırk büklüm olurlar, olmak zorundalar. Bu ittifak [sayfa 179] temeline dayanan, önemli noktaları denetleyen sosyal-ulusalcılar, sosyal-demokratlar arası "birlik" çığlığını atmakta, oportünizme karşı duranları bölücü eğilimler taşımakla suçlamakta başı çekiyorlar. Örneğin Alman Sosyal-Demokrat Partisi yönetim kurulunun (Vorstand) yayınladığı ve gerçek bir enternasyonalizmden yana olan gazeteleri - Lichtstrahlen[85] ve Die Internationale[86] hedef alan son resmi genelgesini düşünün. Bu gazeteler devrimciler arasında "dostluk"tan ya da "sosyal-ulusalcılığın her türüyle tam bir ayrılık"tan sözetmek zorunda değildiler; ayrılıktan hemen sonra ortaya çıktılar ve öyle bir yolda davrandılar ki, oportünistlerin "her türlüsü" çılgınca feryatlar attı, böylece de okların nasıl tam hedefi bulunduğunu tanıtladı.
      Peki ya Naşe Slovo?
      Bu gazete, bir yandan sosyal-ulusalcılığa başkaldırıyor, ama burjuva akımının (Kautsky gibi) en tehlikeli savunucularının maskesini düşürmeyi başaramadığı için de bir yandan sosyal-ulusalcılığın önünde iki büklüm duruyor. Bu gazete oportünizme karşı savaş ilan etmiş değil, tam tersine, bu konuda susuyor. Bu gazete, sosyalizmi, yüzkarası yurtseverlik prangalarından kurtarmak için hiçbir adım atmamış, ya da adım atma niyetinde olduğunu göstermemiştir. Ne burjuvaziye yanaşanlardan kopmanın, ne de onlarla birleşmenin zorunlu olduğunu öne sürerek Naşe Slovo gerçekte oportünistlere teslim olmuştur; bu arada öyle ince bir harekette bulunmuştur ki, bu hareketiyle oportünistleri o korkunç öfkesiyle tehdit ettiği düşünülebileceği gibi, onlara el ettiği de düşünülebilir. Sol sözlerle ılımlı pratiğin karmasını çok iyi değerlendirmeyi bilen gerçekten becerikli oportünistler, Naşe Slovo'nun kararını yanıtlamak zorunda kalsalardı, büyük bir olasılıkla, yazıkurulundaki iki üyenin söylediğine benzer şeyler söylerler, yani kararın "genel içeriği"yle görüş birliğinde olduklarını belirtirlerdi (çünkü onlar sosyal-ulusalcı değildirler, oh hayır!); "partinin iç siyasetine ilişkin örgütsel yöntemler"e gelince, vakti gelince bu konudaki "karşı görüş"lerini sunacaklardır. Tavşanla birlikte kaçıyorlar, tazıyla birlikte kovalıyorlar.
      Ne var ki, Naşe Slovo'nun ince diplomasisi, iş Rusya'ya gelince iflas ediyor.
      "Önceki dönemin koşulları altında Rusya'da partinin [sayfa 180] birliğinin olanaksız olduğu görülmüştür" diyor Naşe Slovo'nun kararı. Bu sözler, emekçi sınıfı partisinin yasalcılıktan yana olan bir tasfiyeciler topluluğuyla birleştirilmesinin olanaksız olduğu görülmüştür, diye anlaşılmalıdır. Bu, tasfiyecileri kurtarmak amacıyla kurulan Brüksel blokunun çöktüğünün dolaylı yoldan itirafıdır. Naşe Slovo, bu çöküşü açıkça kabul etmekten, bu çöküşün nedenlerini işçilere açıkça söylemekten neden korkuyor? Blokun çöküşü, onun tüm üyelerince izlenen siyasetin yanlışlığını tanıtladığı için değil mi bu korku? Naşe Slovo, sosyal-ulusalcılığın (hiç değilse) iki "türü"yle, yani Brüksel blokunu ölümden sonra yeniden diriltme umudunu basına yaptıkları açıklamalarda dile getiren bundcularla ve hazırlık komitesiyle (Akselrod) "dostluğu"nu sürdürmek istediği için değil mi bu korku?
      "Yeni koşullar ... eski grupların etkinliğini yokediyor..."
      Doğru olan tam tersi değil mi? Tasfiyeciliği ortadan kaldırmak şöyle dursun, yeni koşullar, her türlü kişisel yalpalamalara ve cephe değiştirmelere karşın, tasfiyeciliğin asıl çekirdeğini (Naşa Zarya) sarsmadı bile. Bu çekirdek tasfiyeci oluşunun yanısıra bir de sosyal-ulusalcı haline geldiğine göre, yeni koşullar bu çekirdekle olan ayrılıkları daha da artırıp derinleştirdi. Naşe Slovo, çok tatsız bulduğu tasfiyecilik sorunundan kaçınıyor; yeni eskiyi baltalıyor, diye iddia ediyor, ama eski tasfiyeciliğin eli altındaki yeni alandan, sosyal-ulusalcılıktan sözetmiyor. Ne gülünç bir aldatmaca! Naşa Zarya için bir şey söyleyecek değiliz, çünkü artık o bir hiçtir; Naşe Dyelo için de bir şey söylemeyeceğiz, çünkü Potresov, Çerevanin, Maslov ve hempası, siyasal anlamda kundak çocuğundan farksızdırlar. Dinleyin bakın:
      "Daha önce ortaya çıkan hizipler ve hizip gruplarının, bugünkü geçiş döneminde bile, ileri işçilerin birleştirilmesinde, mükemmel olmasa da tek merkez (!) oluşu karşısında Naşe Slovo, enternasyonalistleri birleştirme çabalarının, gazetenin doğrudan ya da dolaylı biçimde, eski gruplardan birine teslim olmasını ya da gazetedeki yazarların eski gruplardan birine siyasal bakımdan karşıt olan ayrı bir grupla yapay olarak birleştirilmesini kapsamadığı görüşündedir."
      Bu ne demek oluyor? Nasıl anlaşılmalıdır? Yeni koşulların, eski grupları zayıflattığını gözönüne alarak eski grupları gerçek tek bir grup olarak tanıyorlar. Yeni koşulların, [sayfa 181] tasfiyeci ilkeler üzerinde değil, ama enternasyonalist ilkeler üzerinde yeni bir gruplaşmayı gerektirdiğini gözönüne alarak enternasyonalistlerin şu ya da bu yolda birleşmesini "yapay"dır diye reddediyorlar. Bu, siyasal iktidarsızlığın doruğudur!
      Enternasyonalizm hakkında 200 gün boyunca yaptığı propagandadan sonra Naşe Slovo, tam bir siyasal iflasa sürüklendiğini kabul etmiştir. Naşe Slovo en eski gruplardan birine "teslim olmayı" (Neden bu korku-dolu "teslim olma" sözcüğü? Neden "katılma", "destekleme", "dayanışma" değil?), ne de yeni grup yaratılmasını istiyor. Tasfiyeci gruplarda, eskisi gibi yaşamaya devam edeceğiz, diyor; bir yandan onlara "teslim olacağız", ama bir yandan da Naşe Slovo'yu avazının çıktığı kadar bağıran bir yafta olarak kullanacağız ya da onu, enternasyonalist lafebeliğinin yeşili bol bahçeleri boyunca uzanan bir gezi yeri gözüyle göreceğiz, diyor. Naşe Slovo'nun yazarları yazmaya, okurları da okumaya devam edecek.[87]
      İkiyüz günden beri bu insanlar enternasyonalistleri birleştirmekten sözediyorlardı. Sonunda hiç kimseyi, hatta kendilerini, yani Naşe Slovo yazıkurulu üyelerini bile birleştiremediklerini gördüler ve birleşmenin "yapay" olduğunu ilan ettiler. Potresov, bundcular ve Akselrod için ne teşvik, ne teşvik! Ve işçileri nasıl da ustaca kandırmak! Yüzeyden bakınca, gerçekten hiçbir hizbe kapılanmamış, eski, yıpranmış grupların üstüne çıkmayı bilmiş bir Naşe Slovo'dan gelen ve yankı yapan enternasyonalist sözler. Gerçekteyse "tek" birlik noktası, eski gruplardır.
      Naşe Slovo'nun, şimdi itiraf ettiği ideolojik ve siyasal iflası bir raslantı değildir, güçlerin tuttuğu gerçek safları boş yere umursamamaya çalışmanın kaçınılmaz sonucudur. Rusya'daki işçi sınıfı hareketi içinde bu saflaşma, kendisini, tasfiyeci ve sosyal-yurtsever bağnaz eğilimin (Naşe Dyelo), Ocak 1912 konferansıyla yeniden canlandırılan,[88] dördüncü Duma için yapılan seçimlerde, işçilerin bulunduğu seçim çevrelerinde güçlenen, 1912-1914 arasında yayınlanan pravdacı gazeteler aracılığıyla pekiştirilen ve Dumada Rus sosyal-demokrat grubunca temsil edilen Marksist Sosyal-Demokrat İşçi Partisine karşı girişilen savaşımda ortaya koymuştur. Bu parti, "daha az burjuvaca olmayan bağnaz [sayfa 182] sosyal-yurtseverlikle dövüşerek, burjuva tasfiyecilik eğilimiyle savaşımını sürdürmüştür. Bu partinin, partimizin tuttuğu yolun doğruluğu, Avrupa savaşının büyük ve tarihsel deneyimiyle ve Naşe Slovo'nun zayıf, çelimsiz hiziplerüstü binbirinci birleştirme deneyimi çabasıyla doğrulanmıştır. Bu çaba tam bir bozgunla sonuçlanmış ve Bern konferansının "platonik" enternasyonalistlere ilişkin kararını (Sotsiyal- Demokrat, n° 40) doğrulamıştır.
      Gerçek enternasyonalistler, ne (tasfiyeci olduğunu işçilerden saklayan) eski tasfiyeci gruplarda kalmayı, ne de grupların dışında olmayı isteyeceklerdir. Gerçek enternasyonalistler bizim partimize geleceklerdir. [sayfa 183]


      Sotsial-Demokrat, n° 42,
      21 Mayıs 1915
     
      Collected Works,
      vol. 21, s. 194-198.




Açıklayıcı Notlar


[84] Turgenyef'in Bakir Toprak adlı öyküsündeki S. Kasabasının kaymakamı kastediliyor. -179. 
[85] Lichtstrahlen ("Işınlar").- Almanya'da sol sosyal demokratların (Almanya'nın enternasyonalist sosyalistleri) aylık yayın organı. 1913-1921 yılları arasında Berlin'de aralıklı olarak yayınlandı. Genel yayın müdürü J. Borhard'tı. -180. 
[86] Die Internationale - Rosa Luxemburg'la Franz Mehring'in kurduğu dergi. Dergi Nisan 1925'te, Berlin'de yalnızca bir sayı yayınlandı. Dergi 1922'de Münih'te Futurus adı altında yeniden yayına başladı. /180. 
[87] Saltikov Şçedrin'in Şuna Buna Mektuplar'ındaki birsöze, "yazmaz yazarın işidir, okurun işi okumaktır" sözüne değiniliyor. -182. 
[88] Burada 5-17 (18-30) Ocak 1912'de Prag'da yapılan Altıncı (Prag) Tüm Rusya RSDİP konferansı kastediliyor. -182. 


Sosyal-Şovenizme Karşı Savaş Üzerine


     BU güncel sorunla ilgili en son ve en ilgi çekici malzeme, bu yakınlarda Bern'de yapılan Sosyalist Kadınlar Enternasyonal konferansından[89] geldi. Okurlar, aşağıda, konferans çalışmalarına ait bir yazı ve biri onaylanan öteki reddedilen iki karar taslağının metnini bulacaklardır. Bu yazıdaysa, sorunun yalnızca bir yönünü tartışmak istiyoruz.
      Kadın örgütlerinin, hazırlık komitesine atadıkları temsilciler, Hollanda'daki Troelstra Partisinin kadın üyeleri, aşırı sol eğilimler taşıdığı öne sürülen Berner Tagwacht'a karşı olan İsviçre örgütünden gelen kadınlar, sosyal-şovenist görüşe kapılandığı bilinen resmi partiyle önemli noktalarda görüş ayrılığı içinde olmak istemeyen Fransız temsilci, barışseverlikle devrimci proleter taktikleri birbirinden (sayfa 184) açıkseçik ayırma görüşüne karşı olan İngiliz kadınlar, evet hepsi, bir karar taslağı üzerinde, "sol" Alman sosyal-demokrat kadınlarıyla birleştiler. Bizim partimizin merkez yönetim kuruluyla bağlantılı kadın örgütlerinin temsilcileri ise, şimdilik bu tür bir blok içinde olmaktansa, o bloktan soyutlanmayı yeğ tutarak, onlarla aynı görüşte olmadılar.
      Bu görüş ayrılığının özü, aslı nedir? Bu çatışmanın genel siyasal anlamı nedir, hangi ilkelerle ilgisi vardır?
      Oportünistlerle sol-kanadın bir kesimini birleştiren orta yolcu karar taslağı ilk bakışta, ilke yönünden çok doğru ve uygun gibi görünüyor. Savaşın, emperyalist bir savaş olduğu ilan ediliyor, "ata topraklarını savunma" görüşü kınanıyor, işçiler yığın gösterileri düzenlemeye çalıyor, vb., vb.. Bizim karar taslağımızın yalnızca "ihanet", "oportünizm", "burjuva hükümetlerinden çekilme", vb. gibi bazı sert sözlerde farklılık gösterdiği sanılabilir.
      Bizim partimizin merkez yönetim kuruluyla bağlantılı kadın örgütleri temsilcilerinin çekilmesine yöneltilecek eleştirilerin bu görüşe dayanacağına kuşku yoktur.
      Ne var ki, salt "resmi olarak" şu ya da bu doğruyu kabul etmekle yetinmez ve sorunun üzerine daha dikkatle eğilirsek, bu tür bir eleştirinin temelsiz olduğunu göreceğiz.
      Konferansta, savaşa ve Enternasyonalin ödevlerine ilişkin iki dünya görüşü, iki değerlendirme, proletarya partilerinin güttüğü iki taktik çarpışmıştır. Görüşlerden biri, Enternasyonalin çökmesi diye bir şey olmadığı, şovenizmden sosyalizme dönülmesini önleyecek derin ve ciddi engeller bulunmadığı, oportünizm diye güçlü bir "iç düşman" olmadığı, oportünizm yoluyla sosyalizme doğrudan ve açıktan açığa ihanet edilmediği kanısındadır. Bundan çıkarılacak sonuç şöyle ifade edilebilir: Hiç kimseyi suçlamayalım, Stuttgart ve Basle kararlarını ihlal edenleri "affedelim", yalnızca izlenen yolun daha solda olması ve yığınların kitlesel gösterilere çağrılması gerektiğini salık vermekle yetinelim.
      Öteki görüş, yukarıda sıralanan noktaların herbirinde tam karşıt inançtadır. Proletaryanın davası için, oportünistlere ve sosyal-şovenistlere karşı parti içi diplomasinin sürdürülmesinden daha zararlı, daha felaketli bir şey yoktur. Çoğunluğun benimsediği karar taslağı, oportünist delegelerle günümüzün resmi partilerine bağlı olanlarca, salt (sayfa 185) diplomasi ruhuyla dolu olduğu için kabul edilebilir olduğu görülmüştür. Böyle bir diplomasi, bugün için resmi sosyal-yurtsever bağnazların önderlik ettiği emekçi yığınları aldatmak amacıyla kullanılıyor. Emekçi yığınların kafasına, kesinlikle hatalı ve zararlı bir görüş yerleştirilmeye çalışılıyor. Bu görüş, günümüzdeki sosyal-demokrat partilerin, bugünkü yöneticileriyle, hatalı bir rotadan doğru bir rotaya geçebilecekleri görüşüdür.
      Oysa, iş hiç de böyle değil. Bu çok kötü ve zararlı bir düştür. Günümüz sosyal-demokrat partileri ve bu partilerin yöneticileri, tutumlarını doğru-dürüst değiştirme gücünde değildirler. Pratikte her şey, eskisi gibi kalacaktır; çoğunluğun benimsediği karar taslağında dile getirilen "sol" dilekler, masum dilekler olarak kalacaktır; Troelstra partisine bağlı olanlarla bugünkü Fransız partisi yönetimi böyle bir karar taslağına oy verirken, bunun böyle olacağını, yanılmaz bir siyasal içgüdüyle pek iyi biliyorlardı. Yığınların gösteriye girişmelerini isteyen bir çağrı, ancak günümüz sosyal- demokrat partilerince en canlı, en yürekten bir biçimde desteklenirse, ciddi ve pratik bir önem kazanabilir.
      Kişi böyle bir desteği umabilir mi? Apaçık belli bir şey ki, hayır! Böyle bir çağrıyı, bugünkü parti yöneticilerinin desteklemeyeceğini, tam tersine, inatçı (ve daha çok kapalı) bir dirençle karşılayacağını herkes biliyor.
      Eğer bu durum işçilere açıkça söylense, gerçeği bilecekler; bilecekler ki, "sol" dileklere geçerlik kazandırmak için, sosyal-demokrat partilerin tutumunda köklü bir değişiklik gereklidir; bilecekler ki, oportünistlerle onların "merkezci" dostlarına karşı çok inatçı bir savaşım vermek gereklidir. Bugün için işçiler "sol" dileklerle yatıştırılmışlardır, ama konferans, eğer bu dileklere geçerlik kazandıracaksa, kendisiyle savaşılması gereken fenalığı açıkça ve yüksek sesle ortaya koymaya yanaşmamıştır.
      Günümüzde sosyal-demokrat partilerde şovenist bir siyaset güden diplomat önderler, çoğunlukça benimsenen kararın zayıflığını, kararsızlığını ve yeter ölçüde aydınlık olmayışını çok iyi kullanacaklardır. Kurnaz parlamenterler oldukları için, rolleri aralarında bölüşeceklerdir: Bazıları, Kautsky ve hempasının "ciddi" kanıtlarının yeterince değerlendirilmediğini ve çözümlenmediğini, bu nedenle daha (sayfa 186) geniş bir toplulukta tartışılması gerektiğini söyleyecekler, ötekilerse şöyle diyecektir: "Troelstra ve Guesde-Sembat partilerine bağlı kadınlar sol-kanat Alman kadınlarla anlaşabildiklerine göre, biz, arada kökü derinlere dalmış herhangi bir farklılık yoktur derken haklı değil miymişiz?"
      Kadınlar konferansı, Scheidemann'ın, Haase'nin, Kautsky, Vandervelde, Hyndman, Guesde, Sembat, Plehanov ve ötekilerin, işçi yığınlarının uyanıklığını körletmelerine yardım etmemeliydi. Tam tersine, konferansın işçileri ayağa kaldırmayı denemesi ve oportünizme karşı kesin bir savaş ilan etmesi gerekirdi. Ancak ve ancak bu durumda, yukarda anılan "önderler"in "reform" yapması umuduna bel bağlamakla kalınmazdı; sonuç ancak o zaman, kuvvetlerin, güç ve sert bir savaşım için biraraya toplanması yolunda olabilirdi.
      Oportünistlerle "merkezciler"in Stuttgart ve Basle kararlarını nasıl ihlal ettiklerini düşünün. İşin canalıcı noktası buradadır. Gerçekte ne olup bittiğini diplomasiye sapmaksızın, açıkça gözlerinizin önünde canlandırmaya çalışın.
      Savaşı önceden kestirdiği için Enternasyonal toplanıyor ve eğer savaş patlak verirse, "kapitalizmin çöküşünü hızlandırmak için, , çalışmaya, komün ruhuyla, Ekim ve Aralık 1905 ruhuyla (Basle kararının sözleri bunlar) çalışmaya, "bir ülkenin işçilerinin öteki ülke işçilerini kurşunlaması"nı bir "suç" sayma ruhuyla çalışmaya oybirliğiyle karar veriyor.
      Burada enternasyonalist, proleter ve devrimci bir ruhun eylem çizgisi çok açık biçimde gösterilmiştir. Bu açıklık, yasallık çerçevesinde kalarak geliştirilemez.
      Sonra savaş patlıyor - Basle'da öngörülen doğrultuda bir savaş. Resmi partiler tam ters bir anlayışla davranıyorlar, enternasyonalistler gibi değil, ulusalcılar gibi, proleter bir yolda değil, burjuva yolda, devrimci doğrultuda değil, ultra oportünizm doğrultusunda davranıyorlar. Eğer işçilere, bunun sosyalist davaya tepeden tırnağa ihanet olduğunu söylersek, Kautsky ve Akselrodvari tüm kaçamak ve bahaneleri, tüm safsatayı reddetmiş oluruz. Fenalığın çapını ve gücünü açıkça gösteririz; bu fenalıkla uzlaşma değil, ama ona karşı bir savaş verme çağrısında bulunuruz.
      Peki ya çoğunluk kararı? Karar, hainler için en ufak bir kınama sözü, ya da oportünizm hakkında tek söz söylemiyor, yalnızca Basle kararında belirtilmiş görüşleri (sayfa 187) yinelemekle yetiniyor. İnsan ciddi herhangi bir şey olmadığını ya da yalnızca eski kararın yinelenmesini gerektiren ufak ve raslantı türünden bir yanlışlık yapıldığını veya bir ilke anlaşmazlığı değil, üzeri yeniden kağıtlanıp kapatılabilecek, ufak, ilgisiz bir anlaşmazlık olduğunu düşünebilir!
      Bu, Enternasyonalin kararlarıyla, işçilerle açıktan açığa alaydır. İşin doğrusu, sosyal-şovenistler, pratikte hiçbir değişiklik olmasa, yalnızca eski kararların yinelenmesiyle yetinilmesini çok isterler. Bu, gerçekte, bugünkü partilerin çoğunun sosyal-şovenist yandaşları için, açıkça söylenmemiş, ikiyüzlü bir tutumla örtülmüş bir aftır. Bu yolu izleyerek yalnızca sol sözlerle yetinmek isteyen birçok kişi bulunduğunu biliyoruz. Ne var ki, onların tuttuğu yol bize göre değildir. Biz daha başka bir yol tuttuk ve o yolda yürümeyi sürdüreceğiz; biz, işçi sınıfı hareketine yardım etmek ve oportünizme ve sosyal-şovenizme karşı uzlaşmaz bir anlayış içinde, işçi sınıfı partisinin gerçek kuruluşunu sağlamak istiyoruz.
      Alman kadın temsilcilerin bir bölüğü, tek bir parti içinde, adını da koyalım, kendi partileri içinde şovenizme karşı savaşımın gelişme temposuna ilişkin nedenlerle, çok açık bir karardan korku duymuş görünüyor. Böyle bir gerekçe apaçık görünüyor ki, yersiz ve yanlıştır. Çünkü Entemasyona1 kararı, tek tek ülkelerdeki sosyal-şovenizme karşı savaşımın somut koşullarıyla ya da savaşımın hızıyla meşgul olmuş değildir. Olamazdı da... Nedenine gelince, bu konuda partilerin özerkliği tartışma kabul etmez. Sosyal-demokrat çalışmanın hangi yönünde ve niteliğinde olursa olsun sosyal-şovenizmle bağların bir daha geri dönülmeyecek biçimde koparıldığına ilişkin, enternasyonal bir açıklama gerekliydi. Böyle yapmak varken, çoğunluk, kararı, eski bir hatayı, İkinci Enternasyonalin, oportünizmi ve sözle eylem arasındaki açıklığı diplomatik bir biçimde örtme hatasını bir kez daha yineledi. Yeniden belirtiyoruz: Bu, bizim girmeyeceğimiz yoldur. (sayfa 188)


      Sotsial-Demokrat'ın Eki,
      n° 42, 1 Haziran 1915
     
      Collected Works,
      vol. 21, s. 199-203.




Açıklayıcı Notlar


[89] Sosyalist Kadınlar Enternasyonal konferansı, 26-28 Mart 1915 tarihinde Bern'de yapıldı. Görüşme konusu savaş karşısında nasıl bir tutum takınılacağıydı. Konferans, RSDİP merkez yönetim kuruluna bağlı kadın örgütlerinin girişimiyle ve uluslararası kadın hareketinin önderi Clara Zetkin'in işbirliğiyle düzenlendi. Konferansa Britanya, Almanya, Fransa, Hollanda, İsviçre, Rusya ve Polonya'yı temsilen 27 kişi katıldı. Rus kurulunda N. K. Krupskaya ve İnessa Armand da vardı.
      Sosyalist Kadınlar Enternasyonali konferansı hakkındaki yazı Sotsial-Demokrat'ın 1 Haziran 1915 tarihli 42. sayısının ekinde yer aldı. -184. 


Yanlış Bir Bayrak Altında [Parça]

    BURJUVA ulusal kurtuluş hareketleri döneminde iki ülkenin savaş halinde olduğunu düşünelim. Bugünkü demokrasi açısından hangi ülkenin başarı kazanmasını dilemeliyiz? Apaçık ortada olan bir gerçek ki, başarısı, burjuvazinin kurtuluş hareketine daha büyük bir hız verecek, o hareketin gelişmesini daha çabuklaştıracak, feodalizmi daha kesinlikle yıkacak olan ülkenin başarı kazanmasını dilemeliyiz. Varsayımımızı biraz daha ileri götürelim ve nesnel tarihsel durumun belirleyici özelliğinin değiştiğini, ulusal kurtuluş için çaba gösteren sermayenin yerini, enternasyonal, gerici ve emperyalist mali sermayenin aldığını düşünelim. Ülkelerden birincisi Afrika'nın dörtte-üçüne, buna karşılık ikincisi dörtte-birine sahiptir, diyelim. Bu iki ülke arasındaki (sayfa 189) savaşın nesnel nedeni, Afrika'nın yeniden bölüşülmesidir. Taraflardan hangisinin başarılı olmasını dilemeliyiz? Daha önceki değerlendirme ölçütüne artık sahip olmadığımıza göre, soruyu eskisi gibi koymak saçma olur. Ne onlarca yıla yayılmış bir burjuva kurtuluş hareketi vardır ortada, ne de feodalizmin uzunca bir çürüme süreci. Bu durumda, Afrika'nın dörtte-üçü üzerindeki "hakkını" yeniden vurgulasın diye birinci ülkeye yardım etmek, ya da bu dörtte-üçü ele geçirsin diye (birinci ülkeden daha hızlı bir iktisadi gelişme olsa bile) ikinci ülkenin yardımına koşmak, bugünkü demokrasiye düşen bir görev değildir.
      Bugünkü demokrasi, ancak, ne birinci ne ikinci emperyalist burjuvaziye katılmaz, her iki tarafın da aynı ölçüde kötü olduğunu belirtir ve emperyalist burjuvazinin bütün ülkelerde yenilmesini dilerse, kendine ihanet etmemiş olur. Bunun dışındaki herhangi bir karar, gerçekte ulusal-liberal nitelikte bir karar olacak, gerçek enternasyonalizmle hiçbir ortak yanı bulunmayacaktır. (sayfa 190)


      1915 Ocak ayından önce yazıldı.
      İlk kez 1917'de, Moskova'daki
      Priliv yayınevinin
      ilk Derleme'sinde
      yayınlandı.
     
      İmza: N. Konstantinov
     
      Collected Works,
      vol. 21, s. 143-144.

Barış Sorunu

SOSYALİSTLER için önce (immediate) bir hareke programı olarak barış sorunu ve onunla ilişkili olarak barış koşulları sorunu, evrensel bir ilgi görüyor. Sorunu, alışılagelen küçük-burjuva ulusal görüş açısından değil, ama gerçekten proleterce ve enternasyonalist açıdan ortaya koyma çabalarından ötürü Berner Tagwacht'a şükran borçluyuz. n° 73'te ("Friedenssehnsucht"), barışı arzu eden Alman sosyal-demokratların, junker hükümetinin siyasetiyle ilişkiyi kesmelerine (sich lossagen) ait başyazı notu mükemmeldi. Yoldaş A P.'nin, barış sorununu küçük-burjuva görüş açısından çözümlemek için boşu boşuna uğraşan "aciz laf cambazlarının (sayfa 191) kendini beğenmiş davranışları"na (Wichtigtuerei machtloser Schönredner) yönelttiği saldırı da (n° 73 ve 75) mükemmeldi.
      Bu sorunun sosyalistler tarafından nasıl sunulması gerektiğini görelim. Barış s1oganı, ya belli barış koşullarıyla ilişkili olarak ya da herhangi bir koşulla ilişkisi olmaksızın, belli bir tür barış için değil, ama genel olarak barış için (Frieden ohne weiters) savaşım olarak öne sürülebilir. İkinci durumda, açıkça görüldüğü gibi, slogan yalnızca sosyalist olmamakla kalmıyor, aynı zamanda içerik ve anlamdan da tüm olarak yoksun bulunuyor. İnsanların çoğu, kesinlikle, genel olarak barıştan yanadır; Kitchener, Joffre, Hindenburg ve Kanlı Nikola da bunlar arasındadır, çünkü herbiri savaşın sona ermesini istiyor. Ama güçlük şurada ki, herbirinin öne sürdüğü barış koşulları, emperyalist (yani öteki halkları ezici ve yağmalayıcı) ve "kendi" ulusunun yararına olan koşullar. Birbirine karşıt olan iki sınıfı, iki siyasal çizgiyi, en farklı şeyleri "birleştirici" bir formül yardımıyla uzlaştırma amacını güden değil, ama yığınların, propaganda ve uyarma yoluyla, sosyalizmle kapitalizm (emperyalizm) arasındaki kapatılamaz farklılığı görebilmelerini sağlayacak sloganlar ortaya atılmalıdır.
      Sözü sürdürelim: Başka başka ülkelerin sosyalistleri, belli barış esasları üzerinde birleştirilebilirler mi? Eğer bu olursa, sözkonusu esaslar, kuşkusuz, bütün ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının tanınmasını ve her türlü "toprak ilhakı"nın, yani kendi kaderini tayin hakkını ihlal edici girişimlerin reddini de içermelidir. Ne var ki, eğer kendi kaderini tayin hakkını yalnızca bazı uluslar için kabul ederseniz, o zaman belli bazı ulusların ayrıcalıklarını savunuyorsunuz, yani siz bir ulusalcı ve emperyalistsiniz, sosyalist değilsiniz, demektir. Yok eğer bu hak bütün uluslar için tanınıyorsa, o zaman örneğin yalnızca Belçika'yla yetinemezsiniz; hem Avrupa'daki (Britanya'da İrlandalılar, Nice'de İtalyanlar, Almanya'da Danimarkalılar, Rusya nüfusunun yüzde 57'si, vb.) hem Avrupa'nın dışındaki ulusları, yani bütün sömürgeleri, bütün ezilen halkları dikkate almanız gerekir. Yoldaş A. P. onları bize çok iyi anımsatmıştır. Britanya, Fransa ve Almanya'nın toplam nüfusu yüzelli milyon kadardır. Oysa onların baskı altında tuttuğu sömürgelerdeki toplam nüfus (sayfa 192) dörtyüz milyonun üzerindedir. Emperyalist savaşın, yani kapitalistlerin çıkarı için girişilen savaşın özü, savaşın salt yeni ulusları ezme, sömürgeleri kesip-biçip yeme amacıyla yürütülüyor olmasında değil, ama onun yanısıra, dünya nüfusunun çoğunluğunu oluşturan halkları ezen ileri uluslarca girişilmiş bir savaş olmasındadır.
      Belçika'ya elkonmasını haklı bulan ya da bu duruma rıza gösteren Alman sosyal-demokratlar, sosyal-demokrat değildirler, gerçekte emperyalist ve ulusalcıdırlar; çünkü Alman burjuvazisinin (ve bir ölçüde Alman işçilerin) Belçikalıları, Alsaslıları, Danimarkalıları, Polonyalıları, Afrikalı zencileri, vb. ezme "hakkını" savunmaktadırlar. Bunlar sosyalist değil, ama başka ulusları soymasına yardım ettikleri Alman burjuvazisinin hizmetkarıdırlar. Yalnızca Belçika'nın özgürlüğe kavuşturulmasını ve zararının karşılanmasını isteyen Belçikalı sosyalistler de, gerçekte, 15 milyonluk Kongo nüfusunu yağmalamayı sürdürecek ve başka ülkelerde üstünlük ve ayrıcalıklar sağlayacak olan Belçika burjuvazisinin isteğini savunuyorlar. Belçika burjuvazisinin başka ülkelerdeki yatırımları üç milyar frank dolaylarındadır. Her türlü hile ve düzenbazlığa başvurarak, bu yatırımların sağladığı kârı güven altına almak, "yiğit Belçika"nın gerçek "ulusal çıkarı"dır. Bu, Rusya, Britanya, Fransa ve Japonya için daha da doğrudur.
      Bu açıklamalardan çıkan sonuç şudur ki, eğer ulusların özgürlüğü isteği, belli bazı ülkelerin emperyalizmini ve ulusalcılığını perdelemek için kullanılan sahte bir istek olmayacaksa, o zaman bu istek bütün halkları, bütün sömürgeleri kapsamalıdır. Ne var ki, bütün ileri ülkelerde bir dizi devrimlerin eşliğinde olmadıkça, böyle bir istek anlamsızdır. Ayrıca başarılı bir sosyalist devrim yapılmadıkça bu istek gerçekleştirilemez.
      Bu sözler, gittikçe büyüyen halk yığınlarından gelen barış isteğine sosyalistler ilgisiz kalmalı anlamına mı yorulmalıdır? Asla! İşçilerin, sınıf bilinci taşıyan öncüsünün sloganları başka bir şeydir, yığınların kendiliğinden oluşan istekleri tamamen ayrı bir şey. Barış özlemi, "özgürlük" savaşı gibi, "ata topraklarının savunulması" gibi burjuva yalanlarına ve kapitalist sınıfın, halk kalabalığının aklını çelmek için uydurduğu benzer yalanlara karşı duyulan düş kırıklığının (sayfa 193) başlamakta olduğunu ortaya koyan çok önemli belirtilerden biridir. Sosyalistler bu belirtiye çok dikkat etmelidirler. Yığınların barış arzusundan yararlanmak için her çaba gösterilmelidir. Peki, bu arzudan nasıl yararlanılacak? Barış sloganını kabullenmek ve yinelemek, "aciz [ve daha kötüsü çoğu zaman ikiyüzlü] laf cambazlarının kendini beğenmiş davranışları"nı teşvik edebilir; şimdiki hükümetlerin, bugünkü efendi sınıfların -bir devrimler dizisiyle derslerini "almaksızın" (ya da tasfiye edilmeksizin)- demokrasi ve işçi sınıfı açısından doyurucu bir barış yapabilecek güçte oldukları boş hayaliyle halkı aldatabilir. Hiçbir şey, böyle bir aldatmadan daha tehlikeli değildir. Hiçbir şey işçileri bundan daha fazla aldatamaz; hiçbir şey, işçilere, kapitalizmle sosyalizm arasında derin çelişkiler olmadığı yollu yanlış inancı bundan daha fazla aşılayamaz; kapitalist köleliği hiçbir şey, bu aldatmadan daha iyi süsleyip-püsleyemez. Hayır! Biz barış arzusunu, halkın barıştan beklediği yararın bir dizi devrimlere başvurmaksızın elde edilemeyeceğini yığınlara anlatmak için kullanmalıyız.
      Savaşların sona erdirilmesi, uluslar arasında barış, yağmaya ve zora son verilmesi -bütün bunlar bizim idealimiz; ama bu ideal, doğrudan ve ivedi bir devrim çağrısının eşliği olmazsa, burjuva safsatacıların yığınları ayartmasına yarar. Böyle bir propaganda için ortam hazırdır; böyle bir propaganda için insanın gereksindiği tek şey, devrimci çalışmayı hem doğrudan doğruya (hatta ilgili makamlara bilgi aktarmaya varıncaya dek), hem dolaylı olarak önlemeye çalışan oportünistlerle, burjuvazinin dostlarıyla ilişiğini kesmektir.
      Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı sloganı, kapitalizmin emperyalist aşamasıyla ilgili olarak da öne sürülmelidir. Biz, statükodan yana değiliz, büyük savaşlarda bir kenarda durmak gibi darkafalıca bir ütopyaya da inanmıyoruz. Biz, emperyalizme, yani kapitalizme karşı devrimci bir savaşımdan yanayız. Emperyalizm, sömürgeleri yeniden bölüşmek ve uyguladıkları baskıyı artırmak için başka ulusları ezen ulusların savaşımını içerir. Bugün, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı sorununun, ezen ulusların sosyalistlerinin tutumuna bağlı olması, bundan ötürüdür. Ezen ulusun (İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya, Rusya, Amerika Birleşik Devletleri, vb.) sosyalisti ezilen ulusların kendi (sayfa 194) kaderlerini tayin hakkını tanımıyor ve o hak uğruna savaşmıyorsa, gerçekte o bir sosyalist değil, bir şovenisttir.
      Emperyalizme karşı içtenlikli ve tutarlı bir savaşımı, ulusal soruna (bugün) darkafalıca değil, proleterce bir yaklaşımı ancak bu görüş sağlayabilir. Ulusların, ne türden olursa olsun baskı altında tutulmasıyla savaşma ilkesinin tutarlı biçimde uygulanmasını ancak bu görüş sağlayabilir. Bu görüş, ezen ulusların proletaryasıyla ezilen ulusların proletaryası arasındaki güvensizliği ortadan kaldırır; kapitalizm altında, genel olarak bütün küçük devletler için özgürlük türünden darkafalıca bir ütopyadan farklı olarak, sosyalist devrim (yani tam ulusal eşitlik için başarılabilecek tek rejim) için birleşik enternasyonal savaşımı hazırlar.
      Bizim partimizin, yani merkez yönetim kurulu çevresinde toplanan Rus sosyal-demokratların benimsediği görüş budur. Proletaryaya, "başka ulusları ezen hiçbir ulusun özgür olamayacağı"nı öğretirken, Marx'ın benimsediği görüş de buydu. Marx, İrlanda'nın Britanya'dan ayrılmasını, bu düşünceyle istemişti. Bunu, yalnızca İrlandalı işçilerin değil, özellikle Britanyalı işçilerin özgürlük hareketinin yararına görüyordu.
      Eğer Britanya sosyalistleri, İrlanda'nın ayrılma hakkını yüce saymaz ve tanımazlarsa, Fransızlar İtalyan Nice'i için, Almanlar Alsace-Lorraine, Danimarka Schleswig'i ve Polonya için, Ruslar Polonya, Finlandiya, Ukrayna, vb, için ve Polonyalılar Ukrayna için aynı şeyi yapmazlarsa, eğer bütün "büyük" devletlerin, yani büyük soyguncu devletlerin sosyalistleri, sömürgelerin bu hakkını yüce saymazlar, desteklemezlerse, bu, gerçekte sosyalist değil, yalnızca emperyalist oldukları içindir. Kendileri, ezen uluslara mensup olan ve ezilen ulusların "kendi kaderlerini tayin hakkı" için savaşmayan kişilerin sosyalist bir siyaset izleyebilecekleri hayalini beslemek gülünçtür.
      Sosyalistler, ikiyüzlü laf cambazlarının, demokratik bir barış olasılığı üzerine söz ve vaatlerle halkı aldatmalarına fırsat vermemeli, her ülkede o ülke hükümetine karşı devrimci bir savaşımlar dizisi verilmedikçe, demokratik barışa uzaktan-yakından benzer bir sonuca varma olasılığı bulunmadığını yığınlara anlatmalıdırlar. Sosyalistler, burjuva siyaset adamlarının, ulusların özgürlüğü üzerine söylevler (sayfa 195) vererek insanları aldatmalarına fırsat vermemeli, ezen ulusların halk yığınlarına, öteki ulusların ezilmesine yardım ettikleri ve o ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını, yani ayrılma özgürlüğünü tanıyıp yüce tutmadıkları sürece, kendilerinin özgürlüğe kavuşmayı beklememeleri gerektiğini anlatmalıdırlar. Barış sorunuyla ulusal sorunda, emperyalist siyasetten farklı olarak, bütün ülkelerde güdülecek sosyalist siyaset budur. Bu tutumun, birçok durumda, devlete ihaneti cezalandıran yasalarla uyuşmaz olduğu, onlara karşı düştüğü doğrudur, ama ezen ulusların hemen hemen tüm sosyalistlerinin utanmazca ihanet ettikleri Basle kararıyla da uyuşmaz olduğu, ona karşı düştüğü de doğrudur.
      Seçim, sosyalizmle, Joffre'nin ve Hindenburg'un yaptığı yasalara boyuneğme arasındadır; devrimci savaşımla emperyalizmle kölelik arasındadır. Orta yol yoktur. Proletaryaya en büyük zararı, "orta yol" siyasetinin ikiyüzlü (ya da duygusuz) mimarları veriyor. (sayfa 196)


      Temmuz-Ağustos 1915'te
      yazıldı
     
      İlk kez 1924'te
      Proletarskaya Revolutsiya
      n° 5'te yayınlandı
     
      İmza:Lenin
     
      Collected Works,
      vol. 21, s. 290-294.




Devrimci Proletarya ve Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı


   SOSYAL-DEMOKRAT partilerin taktik kararlarının ya da programlarının çoğu gibi, Zimmerwald bildirgesi de "ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı"nı ilan ediyor. Berner Tagwacht'ın[92] n° 252 ve 253'te Parabellum[93] "var olmayan bir kendi kaderini tayin hakkı için savaşım verme"yi "aldatıcı" diye niteledi, böyle bir savaşımın karşısına "proletaryanın kapitalizme karşı devrimci yığınsal savaşımı"nı, koydu. Bu arada, "biz toprak ilhakına karşıyız" diye güvence verdi (bu güvence Parabellum'un yazısında beş kez yineleniyor ) ve uluslara karşı zora başvurulmasına karşı olduklarını belirtti.
      Parabellum'un, durumunu, desteklemek üzere öne sürdüğü savlar, bugün Alsace-Lorraine, Ermenistan, vb. gibi [sayfa 197] ulusal sorunların emperyalizmin sorunları olduğu, ulusal devletler çerçevesinin sermayeye dar geldiği, tarih saatini, modası geçmiş ulusal devletler idealine geri alma olanağı olmadığı savıyla ifade edilebilir.
      Parabellum'uiı mantığı doğru mu, yanlış mı, onu görelim.
      Herşeyden önce, "ulusal devlet ideali"nin işçi sınıfınca kabulüne karşı dururken İngiltere'yi, Fransa'yı, İtalya'yı, Almanya'yı, yani ulusal kurtuluş hareketini gerilerde bırakmış ülkeleri gözonünde tuttuğu ama ulusal hareketin, bugünün ve geleceğin sorunu olduğu Asya'yı, Afrika'yı ve sömürgeleri dikkate almadığı için ileriye değil, geriye bakan Parabellum'dur. Hindistan, Çin, İran ve Mısır'dan sözetmek yeter.
      Bundan başka, emperyalizm demek, sermayenin, ulusal devletlerin genel çerçevesini aşması demektir; ulusal baskının yeni bir tarihsel temelde yükseltilip genişletilmesi demektir. Böylece bundan çıkacak sonuç, Parabellum'a karşın, sosyalizm için devrimci savaşımı, ulusal sorunda devrimci bir programla birleştirip ilişkilendirmemiz gerektiğidir.
      Söylediklerine bakılırsa Parabellum, demokrasi cephesinde tutarlı devrimci bir programı, sosyalist devrim adına küçümseyerek reddetmektedir. Böyle yaparken yanılgı içindedir. Proletarya, demokrasi aracılığıyla, yani demokrasiyi tam uygulayarak ve savaşımının her adımını, en kararlı biçimde formüle edilmiş demokratik isteklerle ilişkilendirerek zafer kazanabilir, böyle yapmaksızın kazanamaz. Sosyalist devrimi ve kapitalizme karşı devrimci savaşımı, demokrasinin sorunlarından yalnızca biriyle, burada ulusal sorunla karşı karşıya koymak saçmadır. Kapitalizme karşı devrimci savaşımı, bütün demokratik isteklerle, yani cumhuriyet, halk ordusu (militia), resmi görevlilerin halk tarafından seçilmesi, kadınlara eşit hak verilmesi, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, vb. gibi isteklerle ilgili devrimci bir program ve taktiklerle birleştirmeliyiz. Kapitalizm varoldukça bu istekler -hepsi- yalnızca bir istisna olarak elde edilebilir. Üstelik tam olarak değil, çarpıtılmış olarak... Şimdiye dek başarılmış demokrasiye dayanarak ve bu demokrasinin kapitalizmde tam olamayacağını gözler önüne sererek, yığınların içinde bulunduğu yoksulluğun ortadan kaldırılmasının ve bütün demokratik reformların tam ve her yönüyle [sayfa 198] gerçekleştirilmesinin gerekli temeli olarak kapitalizmin devrilmesini ve burjuvazinin mülküne elkonmasını istiyoruz. Bu reformların bir bölümü burjuvazinin devrilmesinden önce, bir bölümü burjuvazinin devrilmesi sırasında, bir bölümü de devrildikten sonra yapılacaktır. Toplumsal devrim tek bir çarpışmadan ibaret değildir, ama ekonomik ve demokratik reformun bütün sorunları üzerinde, ancak burjuvazinin mülksüzleştirilmesiyle tamamlanan bir dizi çarpışmayı kapsayan bir dönemdir. Demokratik isteklerimizin herbirini, bu sona1 amaç için A'dan Z'ye kadar tutarlı devrimci bir yolda formüle etmeliyiz. Bazı ülkelerde, tek bir temel demokratik reform bile yapılmadan önce, işçilerin burjuvaziyi devirmelerinde akla-aykırı hiçbir yan yoktur. Ne var ki, tarihsel bir sınıf olarak proletaryanın, en tutarlı ve kararlı devrimci bir demokrasi ruhuyla eğitilerek hazırlanmadıkça burjuvaziyi yenebilmesi aklın alabileceği bir şey değildir.
      Emperyalizm, bir avuç Büyük Devletin dünya uluslarına, giderek artan baskısı demektir; ulusların ezilişini yaygınlaştırmak ve sağlamlaştırmak üzere Büyük Devletler arasında patlak veren savaşlar dönemi demektir; ikiyüzlü sosyal-yurtsever bağnazların, yani "ulusların özgürlüğü" "ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı" ve "ata topraklarının savunulması" bahanesiyle dünya ulusları çoğunluğunun Büyük Devletler tarafından ezilmesini savunan bireylerin halk yığınlarını aldattığı dönem demektir.
      Bu nedenledir ki, sosyal-demokrat programın odak noktasında, ulusların ezen ve ezilenler diye ayrılışı yer almalıdır. Emperyalizmin özü buradadır. Sosyal-şovenistler ve Kautsky bu noktayı sahtekarca atlamışlardır. Burjuva barışçılığı ya da kapitalizm çerçevesinde bağımsız uluslar arasında barışçıl yarış yollu bilisizin bilisizi ütopya açısından, ulusların bu tür bölünüşü önem taşımaz, ancak emperyalizme karşı devrimci savaşım açısından bu bölünme çok önemli, çok anlamlıdır. A'dan Z'ye demokratik ve devrimci olan ve sosyalizm için ilk ağızdaki savaşımın genel amacına uygun düşen "ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı" tanımının da, bu bölünmenin sonucu olması gerekir. İşte bu hak nedeniyle ve bu hakkın içtenlikle tanınması savaşımında, ezen ülkelerin sosyal-demokratları, ezilen ulusların ayrılma hakkına sahip olması gerektiğini bir istek olarak öne sürmelidirler. Böyle [sayfa 199] yapmazlarsa, ulusların eşit haklara sahip olduklarının ve enternasyonal işçi sınıfı dayanışmasının kabulü, gerçekte boş bir laf cambazlığından ve ikiyüzlülükten başka bir şey olmayacaktır. Öte yandan, ezilen ulusların sosyal- demokratları, ezen ve ezilen uluslar işçilerinin birliğine ve kaynaşmasına büyük önem vermelidirler. Böyle yapmazlarsa, her zaman halkın çıkarlarına ve demokrasinin isterlerine ihanet eden ve kendi sırası geldiğinde, toprak ilhakına ve başka ulusları ezmeye, her zaman hazır olan kendi ulusal burjuvazilerinin istemeye istemeye dostu haline geleceklerdir.
      Geçen yüzyılın altmışlarında ulusal sorunun ortaya konuş biçimi, ders niteliğinde bir örnek olabilir. Herhangi bir biçimde sınıf savaşımı ve sosyalist devrim düşüncesine kafaları yabancı olan küçük-burjuva demokratlar, kendilerine bir ütopya çizmişlerdi. Buna göre kapitalizm çerçevesinde özgür ve eşit olan uluslar barış içinde yarışacaklardı. Toplumsal devrimin ilk ağızdaki amaçlarını gözden geçiren prudoncular, ulusal sorunu ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını tümden "reddettiler". Marx, Fransız prudonculuğunu alaya aldı ve Fransız şovenizmiyle arasındaki ilintiyi ortaya koydu. ("Fransa'daki beyefendiler 'yoksul1uğu' ortadan kaldırıncaya dek tüm Avrupa sesini çıkarmadan, yanpala gelip yatmalıdır ve yatacaktır... Ulusal toplulukları yadsıyarak [bu beyefendiler -ç.] farkına varmadan, model Fransız ulusu tarafından yutulduklarını anlamış görünüyorlar.") Marx, "her ne kadar, ayrılıktan sonra federasyon olabilirse de", İrlanda'nın Britanya'dan ayrılmasını savunuyordu. Bunu küçük-burjuvazinin barışçıl kapitalizm ütopyası açısından ya da "İrlanda için adalet"[94] düşüncesiyle istiyor değildi; ezen ulusun, yani Britanya proletaryasının kapitalizme karşı devrimci savaşımının gerekleri açısından istiyordu. Bu ulusun özgürlüğü, başka bir ulusu ezmesiyle kısıtlanmış, kötürüm olmuştu. Eğer İrlanda'nın ayrılma hakkını savunmazsa, Britanya proletaryasının enternasyonalizmi, ikiyüzlü bir sözden başka bir şey olmazdı. Hiçbir zaman küçük devletler kurulmasından, ya da genel olarak devletlerin bölünmesinden veya federasyon ilkesinden yana çıkmayan Marx, ezilen bir ulusun ayrılmasını, federasyon yönünde bir adım, dolayısıyla da ayrılma doğrultusunda değil, siyasal ve [sayfa 200] ekonomik toplaşma yolunda, ama demokrasi temelinde bir toplaşma olarak görmüştü. Parabellum'un gözünde, Marx, İrlanda için ayrılma hakkını savunurken belki de "aldatıcı bir savaş" veriyordu. Ne var ki, gerçekte yalnızca bu istek tutarlı devrimci bir program ortaya koymaktaydı; yalnızca bu istek enternasyonalizmle uyuşum halindeydi; yalnızca bu istek emperyalist olmayan bir doğrultuda toplanılmasını savunuyordu.
      Günümüz emperyalizmi öyle bir durum yarattı ki, ulusların Büyük Devlet tarafından ezilmesi genelleşti. Ulusların ezilişini yoğunlaştırmak amacıyla emperyalist bir savaşa girişen dünya uluslarının çoğunu ve yeryüzü nüfusunun büyük kesimini ezen egemen ulusların sosyal-şovenizmine karşı savaşım verilmesi görüşü, bu nedenle, sosyal-demokrasinin u1usal soruna ilişkin programında kesin, bellibaşlı ve temel nokta olmalıdır.
      Sosyal-demokratik düşüncenin bu konuda bugünkü eğilimlerine şöyle bir gözatalım. Kapitalizm çerçevesinde uluslar arasında eşitlik ve barış düşü gören küçük-burjuva ütopyacıların yerini sosyal-emperyalistler aldı. Küçük-burjuva ütopyacılarla savaşan Parabellum, yel değirmenlerine saldırıyor, böylece farkında olmaksızın sosyal-emperyalistlerin ekmeğine yağ sürüyor. Sosyal-şovenistlerin ulusal sorun konusundaki programı nedir?
      Sosyal-şovenistler, ya Parabellum (Cunow, Parvus, Rus oportünistler Semkovski, Liebman ve ötekiler) tarafından öne sürülenlere benzer savları kullanarak kendi kaderini tayin hakkını tümden yadsıyorlar, ya da bu hakkı ikiyüzlülüğü apaçık ortada olan bir biçimde kabul ediyorlar; örneğin bu hakkı, kendi uluslarının ya da askeri bakımdan dost oldukları ulusların sömürdüğü uluslara uygulamıyorlar (Plehanov, Hyndman, bütün Fransız yanlısı yurtsever bağnazlar, sonra Scheidemann, vb., vb.). Sosyal-şovenist yalanın en akla yatkın görüneni, bu nedenle de proletarya için en tehlikeli olanı, Kautsky'nin bu formülü. Söze gelince Kautsky, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkından yana; söze gelince, "die Selbständigkeit der Nationen allseitig [!] und rückhaltlos [?] achtet und fordert"[*] (Die Neue Zeit, ° 33, II, s. 241, [sayfa 201] 21 Mayıs 1915) bir sosyal-demokrat partiden yana. Ne var ki iş uygulamaya gelince Kautsky, ulusal programı günün sosyal-şovenizmine uyarlamış, çarpıtmış ve kızağa çekmiştir; ezen uluslar sosyalistlerine düşen görevlerin ne olduğuna ilişkin kesin bir tanımlama yapmamaktadır; her ulus için "devlet bağımsızlığı" istemenin (Staatliche selbstandigkeit) "çok fazla" ("zu viel", Die Neue Zeit, n° 33, II, s. 77, 16 Nisan 1915) şey istemek olacağını söylerken de demokratik ilkenin kendisini açıkça bozmaktadır. Eğer hoşunuza giderse, "ulusal özerklik" yeter de artar bile! Kautsky, temel sorundan, emperyalist burjuvazinin tartışılmasına izin vermeyeceği temel sorundan yani, ulusların ezilmesi üzerine temellendirilmiş devlet sınırları sorunundan kaçınıyor; burjuvaziyi hoşnut edebilmek için en temel olan şeyi programdan atıyor. Proletarya yasallığın çerçevesi içinde kaldığı ve devlet sınırları sorununda burjuvaziye "sessizce" baş eğdiği sürece, burjuvazi her türlü "ulusal eşitlik" ve dilerseniz "ulusal özerklik" sözü vermeye hazırdır. Kautsky sosyal-demokrasinin ulusal programım devrimci bir biçimde değil, reformcu bir anlayışla düzenlemiştir.
      Parabellum'un ulusal programını, ya da daha doğrusu, onun "biz toprak ilhaklarına karşıyız" yollu güvencelerini, Parteivorstand,[**] Kautsky, Plehanov ve hempası yürekten destekliyor. Çünkü, o program, egemen durumda olan sosyal-yurtsever bağnazları gözler önüne sermemektedir. Bu programı burjuva barış yanlıları da onaylayabilir. Parabellum'un görkemli genel programı ("kapitalizme karşı devrimci bir yığın savaşımı"), o programla uyuşumlu olarak ve o ruh çerçevesinde, eğilip-bükülmeyen ve aynı ölçüde devrimci bir ulusal sorun programı hazırlamasına yaramıyor, ama -altmışlarda prudoncuların yaptığı gibi- meydanı sosyal- yurtsever bağnazlara bırakmasına yolaçıyor. Bugünkü emperyalist çağda dünyadaki sosyalistlerin çoğu, başka ulusları ezen ve bu durumu geliştirmek için çaba gösteren ulusların üyesidir. Bu nedenledir ki, gerek barış, gerek savaş zamanında, ezilen ulusların ayrılma özgürlüğünden yana propaganda yapmayan bir sosyalistin, gerçekte sosyalist ya da enternasyonalist olmadığını, yalnızca şovenist olduğunu ilan [sayfa 202] etmediğimiz sürece, "toprak ilhaklarına karşı savaşımımız" anlamsız kalacak ve sosyal-yurtsever bağnazları hiç ürkütmeyecektir. Hükümet yasaklarına karşı meydan okuyarak, yani özgür, yani yasadışı basında böyle bir propaganda yapmaya yanaşmayan ezen ülke sosyalisti, uluslar için eşit hakların ikiyüzlü savunucusundan başka bir şey değildir.
      Parabellum, henüz burjuva-demokratik devrimini tamlamamış olan Rusya hakkında yalnızca bir tümce söylüyor:
      "Selbst das wirtschaftlich sehr zurückgebliebene Russland hat in der Haltung der Polnischen, Lettischen, Arme- nicshen Bourgeoisie gezeigt, dass nicht nur die militärische Bewachung es ist, die die Völker in diesem 'Zuchthaus der Völker' zusammenhält, sondern Bedü1fnisse der kapitalistischen Expansion, für die das ungeheure Territorium ein glänzender Boden der Entwicklung ist."[***]
      Bu, "sosyal-demokratik bir görüş" değil liberal-burjuva görüşüdür; enternasyonalist değil, Büyük-Rus şovenist görüşüdür. Alman sosyal-yurtsever bağnazlarıyla böylesine savaşan Parabellum'un, Rus şovenizmi hakkında pek az bilgisi olduğu anlaşılıyor. Parabellum'un sözlerinin sosyal-demokrat bir yargıya çevrilebilmesi ve ondan sosyal- demokrat sonuçlar çıkarılabilmesi için, değiştirilip şu biçime sokulması gerekir:
      Rusya, halkların hapishanesidir. Bu, yalnızca çarlığın askeri-feodal niteliğinden ötürü, yalnızca Büyük-Rus burjuvazisi çarlığı desteklediği için değil, ama Polonya burjuvazisi ve benzeri burjuvaziler, kapitalist gelişme uğruna, ulusların özgürlüğünü ve genel olarak demokrasinin gereklerini kurban ettikleri için de böyledir. Rus proletaryası, çarlığın ezdiği bütün uluslar için Rusya'dan tam ve "rückhaltlos"[****] ayrılma özgürlüğünü derhal ileri sürmeksizin halkın önünde utkun bir demokratik devrime (ki bu onun ilk ağızdaki görevidir) doğru yürüyemez, ya da sosyalist bir devrim için [sayfa 203) kardeşlerinin, Avrupa proleterlerinin yanında çarpışamaz. Bunu, sosyalizm için devrimci savaşımımızdan ayrı bir şey olarak istiyor değiliz; eğer bu savaşım, ulusal sorun dahil, demokrasinin bütün sorunlarına devrimci bir yaklaşımla ilişkilendirilmezse boş bir sözden öteye gitmeyeceği için istiyoruz. Kendi kaderini tayin etme özgürlüğü, yani bağımsızlık, yani ezen uluslardan ayrılma özgürlüğü istiyoruz. Bunu, ülkeyi ekonomik bakımdan bölmeyi, ya da küçük devletler idealini düşlediğimiz için değil, tam tersine, yalnızca gerçekten demokratik, gerçekten enternasyonalist bir temel üzerinde, geniş büyük devletten ve ulusların yakın birliği, hatta kaynaşmasından yana olduğumuz için istiyoruz. Ancak ayrılma özgürlüğü olmaksızın böyle bir temel düşünülemez. Nasıl ki, Marx 1869'da, İrlanda'nın ayrılmasını, İrlanda'yla Britanya, arasında bir bölünme olsun diye değil, ama onun ardından gelecek özgür bir birlik için istediyse, "İrlanda için adalet"i sağlamak üzere değil, ama Britanya proletaryasının devrimci savaşı için istediyse, biz de aynı biçimde, Rus sosyalistlerinin, ulusların kendi kaderlerini tayin özgürlüğünü istemeyi reddetmelerini, yukarıda belirttiğimiz anlamda, demokrasiye, enternasyonalizme ve sosyalizme doğrudan doğruya ihanet sayıyoruz. [sayfa 204]


      16 (29) Ekim 1915 tarihinden
      önce olmamak üzere Almanca yazıldı.
     
      İlk kez 1927'de Lenin Miscellany VI'da
      yayınlandı.
     
      İmza: N. Lenin.
     
      Collected Works,
      vol. 21, s. 407-414.




Dipnotlar


[*] "Ulusların eşitliğini, kapsamlı olarak ve duraksamaksızın isteyen ve buna saygı duyan".-ç. 
[**] Alman Sosyal-Demokrat Partisi Yönetim Kurulu. -ç. 
[***] "İktisadi bakımdan çok geri olan Rusya bile, Polonya, Letonya ve Ermenistan burjuvazisinin takındığı tutumla göstermiştir ki, halkları, bu 'halk hapishanesi'nde tutan şey yalnızca askeri koruma değil, ama kapitalist genişleme gereğidir. Böyle bir gelişme için geniş toprak, şahane bir ortamdır." -ç. 
[****] Çekinmeden, açıkça. -ç. 
Açıklayıcı Notlar

[92] Berner Tagwacht. - İsviçre Sosyal-Demokrat Partinin gazetesi. -197. 
[93] Parabellum. - K. Radek. -197. 
[94] Marks'ın Engels'e yazdığı 7 ve 20 Haziran 1866 tarihli mektuplarla 2 Kasım 1867 tarihli mektubuna bakınız. -200.



Enternasyonalist Sözlerin Gerisine Gizlenen
Sosyal-Şovenist Siyaset


  SİYASAL durumlar siyasal yazınla, siyasal olaylar siyasal sloganlarla, siyasal gerçekler siyasal ideolojiyle ne ölçüde uyuşuyor? Enternasyonaldeki tüm bunalımı kavrayabilme yönünden bu soru büyük önem taşımaktadır. Çünkü bir gelişmedeki herhangi bir bunalım, hatta herhangi bir dönüm noktası, kaçınılmaz olarak, eski biçimle yeni içerik arasında bir karşıtlığa, bir farklılığa yolaçar. Burjuva toplumun sürekli olarak, hiçbir sınıfa ait olmadığını söylemeyi pek seven siyaset adamları ve kendilerini sosyalist diye adlandırmaya pek meraklı oportünistler ürettiği ve her ikisinin de çok süslü ve "radikal" sözlerle yığınları bile bile, sistemli olarak aldattıkları gerçeği hakkında bir şey söylemek istemiyoruz. Ne var ki, bunalım zamanlarında, hareketin iyi niyetli (sayfa 205) mensuplarının sözleriyle yaptıkları arasında bile sık sık farklılıklar ortaya çıkabiliyor. En ciddi, en çetin ve en ıstıraplı bunalımlar dahil, bütün bunalımların büyük ve ileri yanı, iyi niyetlerle söylenmiş olsa bile kokuşmuş sözleri ve iyi niyetlerle kurulmuş olsa bile çürümüş kurumları büyük bir hızla, kuvvetle ve açıklıkla gözler önüne sermesinde ve süpürüp atmasındadır.
      Rus sosyal-demokrasisinin yaşamında bugün büyük önem taşıyan olay, St. Petersburg işçilerinin savaş sanayii kurullarına seçimidir. Savaş süresince ilk kez bu seçimler, proletarya yığınlarını günümüz siyasetinin temel sorunlarına ve o sorunların çözümüne ilişkin bir tartışmanın içine çekmiştir; seçimler, bir yığın partisi olarak sosyal-demokrasi içindeki durumun gerçek resmini ortaya koymuştur. Gözler önüne serilen şey iki eğilim, evet iki akım olduğudur: Bu akımlardan biri, bizim partimiz tarafından örgütlenen ve ata topraklarının savunulmasına karşı olan devrimci, enternasyonalist ve gerçekten proleter akımdır. İkinci akımsa, "savunmacı" ya da sosyal-şovenist akımdır, Naşe Dyelo mensupları (yani tasfiyecilerin belkemiği), plehanovcular, narodnikler ve partisizler blokudur. Tüm burjuva basını ve Rusya'daki kara-yüzler tarafından destekleniyor olması, bu blokun güttüğü siyasetin proleterce olmayan burjuva özünü ortaya koymak için yeter de artar bile.
      Doğrular, gerçekler bunlardır. Peki ya sloganlar ve ideoloji? Bunun yanıtı St. Petersburg'da yayınlanan Raboçeye Utro'nun[95] n° 2'de (22 Ekim) hazırlık komitesi denen yığının yayınladığı yazı derlemesinde (Enternasyonal ve Savaş, n° 1, 30 Ekim 1915) ve Naşe Slovo'nun son sayılarında bulunabilir. Siyasetle, Gogol'un Petruşka'sının[96] okumaya gösterdiği ilgiden daha başka türlü ilgilenenler bu yazılar üzerinde ciddiyetle durup düşünmelidirler.
      Bu ideolojinin içeriğini inceleyelim.
      En önemli belge, St. Petersburg'da yayınlanan Raboçeye Utro'dur. Tasfiyecilikle sosyal-şovenizmin önderlerinin muhbir bay Gvozdev'le biraraya geldikleri yer bu gazetedir. 27 Ekim seçimlerinden önce ve seçimlerde neler olup bittiğini bu insanlar çok iyi biliyor. Bu insanlar plehanovcular, narodnikler ve partisizlerle kurdukları blokun üstüne bir örtü örtmeyi başara bilmişlerdir. Blokun önemi ve anlamı ya da (sayfa 206) blokun çeşitli unsurlarının sayısal gücü hakkınnda tek söz etmemişlerdir. Böyle "önemsiz bir şey"i gizlemek, onların yararınaydı (bay Gvozdev'le Raboçeye Utro'nun dostlarının ilgili bilgiye sahip olduklarına kuşku yoktur) ve gizlediler. Ne var ki, Doksan'ların ve Seksenbir'lerin dışında bir üçüncü grup bile uyduramadılar. St. Petersburg'da, işçilerin gözü önünde "üçüncü" bir grup uydurarak yalan söylemek olanaksızdır. Gerçekten de bu konudaki uydurma, Alman basınıyla Naşe Slova'ya "Kopenhag'dan yazan adsız bir yazar"dan[97] geliyor. Bu, olanaksızdır, çünkü foyalarının derhal gözler önüne serileceğini bilirlerse aklı yerinde olan insanlar hiçbir zaman yalan söylemezler. Raboçeye Utro'nun (eski bir dost!) K Oranski'nin[98] üçüncü grubun tutumu hakkında tek söz söylemeksizin Doksan'lar ve Seksenbir'lerin tutumu hakkında ayrıntılı bir tahlile girişen "İki Tutum" adlı yazısını yayınlaması bundan ötürüdür. Yeri gelmişken söyleyelim, sansür, Raboçeye Utro'nun n° 2'sini hemen hemen baştan sona kesip kuşa çevirmiştir; neredeyse dolu sütundan çok, boş sütun vardır; ancak yazılardan ikisine dokunulmamıştır: "İki Tutum" ve 1905'in tarihini liberalizm ruhuyla çarpıtan bir başka yazı. Her iki yazıda da bolşeviklere "anarşizm" ve "boykotçuluk" suçlamalarıyla sövülüp sayılmaktadır. Böyle şeylerin yazılıp yayınlanması çarlık hükümetinin yararınadır. Mutlakiyetçi Rusya'dan cumhuriyetçi Fransa'ya kadar her yerde bu tür yazıların yasallık tekelini elde tutmasında raslansal bir yan yoktur.
      Bu durumda, Raboçeye Utro'nun, "ülkenin savunulması" ya da "sosyal-şovenizm" tutumunu savunmak üzere öne sürdüğü kanıtlar nelerdir? Hepsi, hiç istisnasız kaçamak örnekleriyle enternasyonalist sözlerdir. Bizim tutumumuz, demekteler, hiçbir biçimde "ulusalcı" değildir, hiçbir biçimde "savunma"dan yana değildir; biz yalnızca "ilk grubun (Doksanlar grubu) tutumunda yer bulmamış noktalar"ı, yani "ülkenin durumuna", onun "yenilgiden ve yıkımdan kurtarılması"na karşı "kayıtsız kalmama"yı ifade ediyoruz. Bizim tutumumuz, diye iddia etmekteler, "gerçekten enternasyonalist"tir; ülkeyi "özgürlüğe kavuşturma"nın yöntemlerini ve yollarını gösterirken, "savaşın kaynağını ve toplumsal ve siyasal özünü değerlendirmede [birinci tutumla!] görüş birliğinde"ydik; "savaş zamanında, dünya çatışmasının tüm (sayfa 207) gelişme dönemlerinde, demokrasinin ve proletaryanın enternasyonal çalışmalarının ve enternasyonal örgütünün genel sorunlarını [bunların hepsi çok ciddi] ortaya koymakta [birinci tutumla!] görüş birliğinde"ydik. Bütün talimatlarımızda, demekteler, "bugünkü toplumsal ve siyasal koşullar altında, ata topraklarının savunulmasında emekçi sınıfın herhangi bir sorumluluk yüklenemeyeceğini" ilan ettik; "her şeyden önce demokrasinin enternasyonal amaçlarıyla birlikte olduğumuzu kuvvetle belirttik" ve "kilometre taşları Kopenhag ve Zimmerwald olan özlemlere katkıda bulunduk". (İşte biz bu tür insanlarız!) Biz, diyorlar, "herhangi bir toprak ilhakını kapsamayan bir barış" sloganından yanayız (italikler Raboçeye Utro'nun); "birinci akımın soyut yapısına ve kozmopolit anarşizmine karşılık bizim tutumumuzun ve taktiklerimizin gerçekçiliğini ve enternasyonalizmi koyduk".
      Bu iddiaların herbiri, en hafif deyişle, bir incidir. Ne var ki, bilisizliğinin ve Repetilov[99] türünden yalancılığının yanı sıra bütün bu incilerde, burjuva görüş açısından tam anlamıyla doğru ve aklıbaşında bir diplomasi göze çarpıyor. İşçileri etkileyebilmek için burjuvazi sosyalistlerin, sosyal-demokratların, enternasyonalistlerin ve benzeri kişilerin görünümüne bürünmek zorunda, yoksa hiçbir etkisi olamaz. Raboçeye Utro topluluğu kendini başka türlü gösteriyor; yüzlerine bol bol boya ve pudra sürüyorlar, kendilerini süsleyip-püslüyorlar, göz süzüyorlar ve bütün bunları yaparken sonuna kadar gidiyorlar. Zimmerwald Bildirgesini imzalamaya yüz kez hazırlar (bildirgeyi, ürkek tutumuna karşı savaşmaksızın ya da herhangi bir itiraz kaydı koymaksızın imzalayan zimmerwaldcıların suratına indirilen bir şamar bu); savaşın emperyalist yapısını gösteren herhangi bir kararı imzalamaya yüz kez hazırlar; "enternasyonalizm"e ve "devrimciliğe" bağlılık andı içmeye yüz kez hazırlar (sansürlü basındaki "ülkenin özgürlüğü", yeraltı basınındaki "devrimciliğe" eşit tutuluyor) - evet bütün bunlara yüz kez hazırlar, ama bunun bir koşulu var, o da işçileri, savaş sanayii komitelerine katılmaya, yani pratikte gerici yağma savaşına ("savunma savaşı") katılmaya çağırmalarına engel olunmaması...
      Tek eylem bu, geri kalan laftan başka şey değil. Yalnızca bu gerçek, geri kalanı lafı güzaf. Polisin, çarlık monarşisinin, (sayfa 208) Hvostov'un ve burjuvazinin gereksindiği tek şey bu. "Üçlü Antant" sosyalistlerinin Londra konferansı hakkında gerici Fransız basınında çıkan yorumların gösterdiği gibi, daha akıllı ülkelerin akıllı burjuvası, enternasyonalist ve sosyalist sözleri daha çok hoşgörüyle karşılıyor, yeter ki, savunmaya katılma işi güven altına alınsın. Sosyalist takımınki, diyordu bu gazetelerden biri, bir çeşit tic douloureux'dür, [Cansıkıcı tik. -ç.] insanları, istemedikleri halde belli bir hareketi, aynı kas hareketini, aynı sözü yinelemeye zorlayan bir tür sinir hastalığıdır. "Bizim kendi" sosyalistlerimizin, diyordu gazete, "biz enternasyonalistiz, biz toplumsal devrimden yanayız" gibi sözleri yinelemeksizin, hiçbir şey hakkında konuşmamaları bundandır. Bu tehlikeli bir şey değil, yalnızca bir "tik", sonucuna varmıştı gazete; "bizim" için önemli olan, onların ülke savunmasına ilişkin tutumlarıdır.
      Akıllı Fransız ve İngiliz burjuvasının mantığı bu. Eğer demokrasi, sosyalizm, vb. türünden sözlerle, bir yağma savaşına katılma işi savunulmuş olacaksa, bu doymak bilmez hükümetlerin, emperyalist burjuvazinin çıkarına değil midir? Herkese, yemin billah ederek, efendisinin onları çok sevdiğini ve ömrünü, onların mutluluğuna adadığını söyleyen bir uşak tutmak, efendinin işine gelmez mi?
      Raboçeye Utro mensupları Zimmerwald üzerine ant içiyorlar, ve "birçok noktada aynı görüşte olmadıklarını" ilan edip, salt söz olarak, kendilerini plehanovculardan ayırıyorlar (n° 2); pratikte ise, temel noktalarda onlarla aynı görüşü paylaşıyorlar, onlarla ve kendi burjuvazileriyle birlikte, şovenist burjuvazinin "savunma" kurumlarına katılıyorlar.
      Hazırlık komitesi yalnızca Zimmerwald üzerine ant içmekle kalmıyor, ama resmi bildiriler "imzalıyor"; yalnızca plehanovculardan aynı durmakla yetinmiyorlar, üstelik, takma adının gerisine sığınan A M.[100] adında bir kişiyi, şu sözleri söylemekle görevlendiriyorlar; "Ağustos blokuna[101] bağlı olan biz [belki de A M. bir kişi değil de iki "yandaş"tır], Prizyv örgütünün, anladığımız kadarıyla, partimizde hoş görülebilecek sınırların çok ötesine geçtiğini ve Prizyv'i destekleyen topluluklar mensuplarına Ağustos bloku örgütlerinde yer olmadığını belirtmeyi gerekli görüyoruz." Çıplak (sayfa 209) gerçekleri hiç çekinmeden konuşan bu "yandaş" A M.'ler ne de yiğit kişiler!
      Buraya alıntılar aktardığımız yazıları derleyip yayınlayan hazırlık komitesinin 'Yurtdışı Sekreteryası"nı oluşturan beş kişiden hiçbiri böylesine yürekli bir açıklamayla ortaya çıkmayı arzu etmiş değildir. Anlaşılıyor ki, beş sekreter, Plehanov'la ilişkiyi kesmeye karşıdırlar (Akselrod'un, menşevik Plehanov, bana, enternasyonalist bolşeviklere oluğundan daha yakındır deyişinden bu yana çok geçmiş değil), ama işçilerden korkmaktadırlar ve "ünleri"ne halel gelmesini istememektedirler, bu nedenle konuyu karanlıkta bırakmaktadırlar; ama ucuz ve tehlikesiz bir enternasyonalizmle dikkatleri üzerlerine çekmek için bir çift "yandaş" öne sürmüşlerdir.
      Bir yandan bazı sekreterler -Martinov, Martov ve Astrov- Naşe Dyelo'yu bir polemiğe sokmuşlardır ve hatta Martov, savaş sanayii komitelerine katılınmasına karşı kişisel görüşüyle ortaya çıkmıştır, bir yandan da bundcular kendi ulusalcılıklarını örtsün diye, kendisini -Bundun gerçek siyasetini yansıtan- Kosovski'nin "solu"nda sayan bundcu Yonov'u seve seve öne sürmektedirler. Yonov, [İkinci Enternasyonalin çöküşüne yolaçan] "eski taktiklerin daha da ileri götürülmesini, ama onun tasfiye edilmemesini" savunmaktadır. Yazıkurulu Yonov'un yazısına muğlak, yavan, kaçamaklı diplomatik kayıtlar koymuş, ama yazının özüne, "eski taktikler"de kokuşmuşun ve oportünistin savunulmasına, karşı çıkmamıştır. Ağustos blokuna "bağlı kalan" adı belirsiz A. M., Naşa Zarya'yı açıkça savunmuştur; Naşa Zarya enternasyonalist tutumdan "sapmışsa" bile "Rusya için Burgfrieden siyasetini reddetmiş [?], bir an önce enternasyonal bağların yeniden kurulması gereğini kabul etmiş ve bildiğimiz kadarıyla (yani A M.'nin bildiği kadarıyla) Mankov'un Duma grubundan atılmasını onaylamış"mış. Mükemmel bir savunma! Küçük-burjuva narodnikler, bağların yeniden kurulmasını istiyor, Kerenski Mankov'a karşı çıkıyor; ne var ki "savaşa karşı direnmeme"kten yana olanların, sınıflararası bir mütareke (Burgfrieden) siyasetine karşı çıktıklarını söylemek, işçileri boş sözlerle aldatmak demektir.
      Hazırlık komitesi gazetesinin yazıkurulu, "Tehlikeli Eğilimler" başlıklı bir yazıyla ortaya çıkmıştır. Bu, siyasal kaçamak örneğidir. Bir yandan ülke savunması çağrısında (sayfa 210) bulunanlara (yani Moskova ve Petrograd'daki sosyal-şovenistlere) karşı yaygara türünden sol sözler ediyorlar, öte yandan, "Her iki bildirinin hangi parti çevrelerinden çıktığına karar vermek güç." diye yazıyorlar. Gerçekteyse, her ne kadar yasal Naşe Dyelo'nun yazarları, yasadışı bir bildiri hazırlamak gibi bir suç işlemiş değillerse de, sözkonusu bildirilerin Naşe Dyelo "çevreleri"nden çıktığına en ufak bir kuşku yoktur. Hazırlık komitesindeki güruh, bu bildirilerin ideolojik kökleriyle ve bu köklerin tasfiyeci, sosyal-şovenist ve Naşe Dyelo eğilimlerle özdeş oluşu üzerinde duracak yerde, gülünç ayrıntılarla meşgul oluyorlar. Oysa bu ayrıntıların, yani bildirileri şu grup mu bu grup mu yazdı gibi bir ayrıntının polisten başka hiç kimse için herhangi bir değeri yoktur. Yazıkurulu, bir yandan tehditler savuruyor: Biz Ağustos bloku enternasyonalistleri, diyorlar, "savunma eğilimlerine karşı çok canlı bir direnç" göstermek üzere (s. 129) ve "uzlaşmaz bir savaşım" için (s. 126) saflarımızı sıklaştıracağız; öte yandan, bu tür açıklamaların hemen yanıbaşında şu tür dalavereci sözler görüyoruz: "Duma grubunun, hazırlık komitesince desteklenen tutumu, [şimdiye dek] açık bir muhalefetle karşılaşmamıştır" (s.129)!
      Yazıkurulunun da çok iyi bildiği gibi bu tutum, tutum yokluğundan başka bir şey değildir ve Naşe Dyelo ile Raboçeye Utro'nun üstü kapalı savunusudur.
      Derlemedeki en "sol" ve en "ilke-tanır" yazıyı, Martov'un yazısını alalım. Yazarın ilkelere bağlılığının ne biçim bir şey olduğunu görmek için, onun ana düşüncesini ifade eden bir tek tümceyi aktarmak yeter de artar bile. "Pek açık bir gerçektir ki", diye yazıyor, "bugünkü bunalım, demokratik devrimin zaferine, cumhuriyete yolaçsaydı, o zaman savaşın niteliği esaslı biçimde değişirdi" (s. 116). Bu utanmazca bir yalandır. Martov pekala bilir ki, demokratik bir devrim ve cumhuriyet demek, burjuva demokratik devrim ve burjuva demokratik cumhuriyet demektir. Burjuva ve emperyalist Büyük Devletlerden birinde askeri otokratik ve feodal emperyalizm süpürülüp atılsaydı bile, bu devletler arasındaki savaşın niteliği bir zerre olsun değişmezdi. Çünkü, bu koşullar altında, halis burjuva emperyalizmi ortadan kalkmaz, tersine güç kazanırdı. İşte bu nedenledir ki, gazetemiz, 47. sayısında 9. Tezde, Rus proletarya partisinin, bugünkü (sayfa 211) savaşta cumhuriyetçilerin ve Plehanov, narodnikler, Kautsky, Naşe Dyelo mensupları, Çheydze, hazırlık komitesi, vb. gibi şovenist devrimcilerin ata toprağını savunmayacağını ilan etti.
      Martov'un 118. sayfadaki dipnotunda yeralan kaçamaklı sözü de ona hiçbir yarar getirmeyecektir. 116. sayfada söyledikleriyle çelişecek biçimde, burada da burjuva demokrasisinin "enternasyonal emperyalizme karşı" savaşabileceğinden "kuşku duyuyor" (gayet doğal çarpışamaz); burjuvazinin 1793 cumhuriyetini Gambetta ve Clemenceau cumhuriyetine dönüştürmeyeceğinden "kuşku duyduğunu" söylüyor. Temel teorik yanılgı buradadır: 1793'te Fransız burjuva devriminde önde gelen sınıf, Avrupa'nın devrim-öncesi monarşilerine karşı savaşmıştı. Oysa 1915 Rusyası daha geri ülkelere karşı değil, ama sosyalist bir devrimin öngününde olan daha ileri ülkelere karşı savaşıyor. Bundan çıkacak sonuç şudur: 1914-15 savaşında, 1793 jakobenlerinin rolünü, ancak zafere ulaşmış bir sosyalist devrimi gerçekleştiren proletarya, oynayabilir. Durum bu olduğuna göre, eğer devrim Rusya'da proletarya partisini iktidara getirecek olsaydı ve yalnızca bu partinin, devrimci kalkışmanın tüm gücüne ve tüm devlet mekanizmasına Almanya'nın ve Avrupa'nın sosyalist proletaryasıyla bir ittifakı ivedi olarak ve doğrudan doğruya gerçekleştirme doğrultusunda önderlik etmesine elverseydi, o zaman Rus proletaryası bugünkü savaşta "ata topraklarını savunabilir" ve "savaşın niteliğinin esaslı biçimde değiştiğini" düşünebilirdi. (Sotsial Demokrat, n° 47, Tezler 11.).
      Martov, cafcaflı sözlerle hokkabazlık ettiği yazısını, "Rus sosyal-demokrasisi"ne, "siyasal bunalımın başında, kesin, devrimci enternasyonalist bir tutum takınma" çağrısında bulunarak dramatik bir biçimde bitiriyor. Bu dramatik sözlerin, özünde çürümüş bir şeyler gizleyip gizlemediğini bulmak isteyen okur, kendine, siyasal tutumun genellikle hangi anlama geldiğini sormalıdır. Bunun anlamı, (1) anın ve kullanılacak taktiklerin bir formül içinde değerlendirilmesi ve bir dizi kararların alınması, bütün bunların bir örgüt adına (hiç değilse "beşli sekreterya" adına) yapılması; (2) O gün için gerekli olan savaşkan bir slogan yaratılması; (3) bu iki (sayfa 212) noktanın, proletarya yığınlarının ve onların sınıf-bilincine sahip öncüsünün eylemiyle ilişkilendirilmesidir. "Beşli"nin ideolojik önderleri Martov'la Akselrod, bu üç şeyden hiçbirini yapmamakla kalmadılar, üstelik bu üç noktada da sosyal- şovenistlere pratik destek gösterdiler, onlara kalkan oldular. Savaşın 16 ayı boyunca yurtdışındaki beş sekreter program ve taktikler sorununda "kesin bir tutum" takınmadılar, hatta hiçbir tutum takınmadılar. Martov bir sağa yalpalıyor, bir sola. Akselrod yönü yalnızca sağa doğrudur (özellikle onun Almanca broşürüne bakınız). Burada da hiçbir şey açık değil, bir formüle bağlanmamış, örgütlenmemiş; hiçbir tutum yok ortada. "Bugün için Rus proletaryasının ana savaşkan sloganı" diye yazıyor Martov kendi imzasıyla, "çarlığı ve savaşı tasfiye etmek üzere ulusal bir kurucu meclis sloganı olmalıdır". Bu ne ana slogandır, ne savaşkan bir slogan. Bu slogan hemen tümden yararsızdır, çünkü bu ikili "tasfiye"nin temel toplumsal ve sınıfsal içeriğini ya da kesin siyasal kapsamını göstermemektedir. Bu slogan, ana, savaşkan ve proleterce olmayan, ucuz bir burjuva-demokratik sözden başka bir şey değildir.
      Son olarak ana konuda, yani Rusya'daki yığınlarla bağlantı konusunda Martov ve hempasının sunabildiği şey, yalnızca sıfır değil, üstelik eksi bir miktardır (negative quantity). Arkalarında hiçbir şey, hiçkimse yok. Seçimler göstermiştir ki, yalnızca burjuvazinin Raboçeye Utro'yla kurduğu blokun arkasında bir miktar halk yığını vardır; buna karşılık hazırlık komitesi ve Çheydze grubundan sözedilmesi, yalnızca bu burjuva blokunu yalanla gözlerden saklamak içindir. (sayfa 213)
     


      Sotsial-Demokrat, n° 49,
      21 Aralık 1915
     
      Collected Works,
      vol. 21, s. 429-437




Açıklayıcı Notlar


[95] Raboçeye Utro ("İşçilerin Sabahı") - Ekim-Aralık 1915'te Petrograd'da yayınlanan yasal menşevik gazete. -206. 
[96] Petruşka - Gogol'un Ölü Canlar adlı yapıtındaki karakterlerdin birisi. Petruşka okuduğunun anlamını kavramaya çalışmaksızın, eline geçen basılı her şeyi okur. Harflerin nasıl olup da sözcükleri oluşturduğuna hayrandır. -206. 
[97] Burada sözü edilen Troçki'dir. Trotçi RSDİP'nin durumu hakkında, Alman sosyal-demokratlarının organı Vorwärt'a 1910 yılında imzasız bir yazı yazmıştır. Yazı düpedüz hakaret doluydu. İkinci Enternasyonalin Kopenhag kongresinde Lenin, Plehanov ve Polonya sosyal-demokratlarının bir temsilcisi özel bir açıklamayla bu hakaret yazısını gözler önüne serdiler ve yazıyı yayınladığı için Alman sosyal-demokrat Partisinin merkez yönetim kurulunu protesto ettiler. -207. 
[98] K. Oranski. - Menşevik tasfiyeci G. D. Kuçin, Naşa Zarya'nın yazarlarından. -207. 
[99] Repetilov. - Griboyedov'un Akıl Acı Verir adlı güldürüsünden bir karakter. -208. 
[100] A. M. - A. S. Martinov. -209. 
[101] Ağustos Bloku. - Tasfiycilerin, troçkistlerin ve öteki oportünistlerin bolşeviklere karşı kurduğu, partiye karşıt bir blok. Bloku, Ağustos 1912'de Viyana'da partiye karşı olanların katılmasıyla düzenlenen bir toplantıda Troçki kurdu. Temsilcilerin büyük çoğunluğu, yurtdışında oturan kişilerdi. Rusya'daki işçi sınıfıyla yakın ilişki içinde değillerdi. Rusya'daki parti çalışmalarıyla doğrudan bağları yoktu. Konferans, sosyal-demokrat taktikler konusunda partiye karşıt, tasfiyeci kararlar aldı ve yasadışı partinin varlığına karşı olduğunu açıkça ilan etti. Aslında birbirleriyle uzlaşmaz unsurlardan kurulan Ağustos Bloku bolşeviklerin saldırısı karşısında kısa sürede dağıldı. -209. 









Bu Blogda Ara