SOVYETLER BİRLİĞİ KOMÜNİST PARTİSİ (BOLŞEVİK) TARİHİ
J. V. STALİN
-II-
STOLYPİN GERİCİLİĞİ DÖNEMİNDE MENŞEVİKLER VE BOLŞEVİKLER BOLŞEVİKLERİN BAĞIMSIZ BİR MARKSİST PARTİ KURMASI
(1908 - 1912)
1- STOLYPİN GERİCİLİĞİ. AYDINLARIN MUHALİF KESİMLERİNDE ÇÖZÜLME. YOZLAŞMA EĞİLİMLERİ. PARTİLİ AYDINLARIN BİR KISMININ MARKSİZM DÜŞMANLARININ KAMPINA GEÇİŞİ VE MARKSİZMİN TEORİSİNİ REVİZE ETME GİRİŞİMLERİ. LENİN’İN “MATERYALİZM VE AMPİRİOKRİTİSİZM” KİTABINDA REVİZYONİSTLERLE HESAPLAŞMASI VE MARKSİST PARTİNİN TEORİK TEMELLERİNİ SAVUNMASI.
II. Devlet Duması 3 (16) Haziran 1907'de Çarlık hükümeti tarafından dağıtıldı. Tarihte bu olay 3 Haziran Hükümet darbesi diye anılır. Çarlık hükümeti III. Devlet Duması'na seçimler için yeni bir yasa çıkardı ve böylece, yeni yasaların ancak Duma'nın onayıyla çıkarılmasını şart koşan 17 Ekim 1905 manifestosunu kendisi çiğnemiş oldu. II. Duma'daki Sosyal-Demokrat fraksiyonun üyeleri mahkemeye verildiler; işçi sınıfının temsilcileri, kürek cezasına ve sürgüne mahkum edildiler.
Yeni seçim yasası, Duma'da çiftlik sahiplerinin, ticaret ve sanayi burjuvazisinin temsilcisi sayısını oldukça artıracak biçimde tasarlanmıştı. Aynı zamanda, zaten az olan işçi ve köylü temsilci sayısı eskisine göre birkaç kat azaldı.
III. Duma, bileşimi itibariyle bir Kara Yüzler ve Kadetler Duması'ydı. Toplam 442 temsilciden 171'iSağcı (Kara Yüzler), 113'ü Oktobrist ve aynı soydan grupların üyeleri, 101'i Kadet ve onlara yakın grupların üyeleri, 13'ü Trudovik ve 18'i Sosyal-Demokrattı.
Sağcılar, (Duma'nın sağ tarafındaki sıraları işgal ettikleri için onlara böyle deniyordu) işçilerin ve köylülerin en kötü düşmanlarının köylü hareketinin bastırılmasında köylüleri kitle dayağına çeken ve onları kurşunlatan aşırı gerici çiftlik sahiplerinin, feodal toprak ağalarının-temsilcileriydi, Yahudi katliamlarının, gösteri yapan işçilere karşı saldırıların, devrim sırasında toplantı yapılan yerlerin yakılmasının örgütleyicileriydi. Sağcılar, emekçi halkın en insafsız biçimde ezilmesinden, Çarın sınırsız iktidarından yana ve Çarın 17 (30) Ekim 1905 tarihli Manifestosuna karşıydılar.
Oktobrist Parti, diğer adıyla “17 Ekim Birliği”, Duma'da Sağcılara çok yakındı. Oktobristler, büyük sanayi sermayesinin ve çiftliklerini kapitalist biçimde işleten büyük çiftlik sahiplerinin çıkarlarını temsil ediyorlardı. (1905 Devriminin başında, Kadet Partisi mensubu çok sayıda büyük çiftlik sahibi, Oktobristlerin safına geçti.) Oktobristleri Sağcılardan ayıran tek şey ,17 Ekim Manifestosunu, sadece sözde kalmak üzere, kabul etmeleriydi. Oktobristler, Çarlık hükümetinin hem iç hem de dış politikasını tamamen destekliyorlardı.
Kadetler (ya da “Anayasal-Demokratik” Parti), III. Duma'da, I. ve
II. Duma'dakinden daha az sandalyeye sahipti. Bu, çiftlik sahiplerinin oylarının bir kısmının Kadetlerden Oktobristlere geçmiş olmasıyla açıklanır.
III. Duma'da Trudovikler adıyla bilinen sayısal olarak zayıf bir küçük burjuva demokratları grubu temsil ediliyordu. Trudovikler, Duma'da Kadetlerle işçi demokrasisi (Bolşevikler) arasında yalpalıyorlardı. Lenin Trudoviklerin, Duma'da çok zayıf olmalarına rağmen, kitleleri, köylü kitlelerini temsil ettiklerine işaret etti. Trudoviklerin Kadetlerle işçi demokrasisi arasında yalpalaması, küçük mülk sahiplerinin sınıfsal durumlarının kaçınılmaz sonucuydu. Lenin, Bolşevik temsilcilerin, işçi demokrasisinin önüne “zayıf küçük-burjuva demokratlara yardım etmek, onları liberallerin etkisinden koparmak, demokratik kampı yalnız Sağcılara karşı değil, karşı-devrimci Kadetlere karşı da birleştirmek” görevini koydu (Lenin, Tüm Eserler, cilt XV, s. 623.)
Gerek 1905 Devrimi sırasında gerekse de özellikle devrimin yenilgisinden sonra, Kadetlerin gittikçe artan ölçüde karşı-devrimci bir güç olduğu görüldü. “Demokratik” maskelerinden gittikçe sıyrılarak, gerçek monarşistler, Çarlığın savunucuları olarak davrandılar. 1909 yılında Kadet kampından bir grup ünlü yazar, “Vekhi” (İşaret Taşları) adını taşıyan bir derleme yayınladı; burada Kadetler, burjuvazi adına Çarlığa, devrimi ezdiği için şükranlarını sundular. Çarlığın kamçı ve darağacı hükümeti önünde dalkavuklaşan ve yaltaklanan Kadetler, bu kitapta açıktan açığa, “süngüleri ve zindanlarıyla halkın öfkesinden bizi (liberal burjuvaziyi) tek başına koruyan bu hükümeti kutsamalıyız” dediler.
II. Devlet Duması dağıtılıp Duma'daki Sosyal-Demokrat fraksiyonun işi bitirildikten sonra Çarlık hükümeti, canla başta proletaryanın siyasi ve iktisadi örgütlerini yıkmaya girişti. Zindanlar, kaleler ve sürgün yerleri, devrimcilerle tıka basa doluydu. Devrimciler hapishanelerde vahşice dövülüyor, eziyet ve işkence görüyorlardı. Kara Yüzler terörü gemi azı ya almıştı. Çarlığın bakanı Stolypin, ülkeyi darağaçlarıyla doldurdu. Binlerce devrimci idam edildi. O sıralar kemende “Stolypin Kravatı” deniyordu.
İşçilerin ve köylülerin devrimci hareketini ezerken Çarlık hükümeti tek başına şiddet önlemleriyle, cezalandırma seferleriyle, kurşuna dizmelerle, hapis ve kürek cezalarıyla yetinemezdi. Çarlık hükümeti, köylülüğün“ Çar babacığımız”a saf inancının gittikçe kaybolduğunu telaşla görüyordu. Bu yüzden büyük bir manevraya başvurdu ve çok sayıdaki köy burjuvazisi -Kulaklar- sınıfı içinde kırda kendine sağlam bir destek yaratma planım kotardı.
9 (22) Kasım 1906'da Stolypin, köylülerin köy topluluklarından ayrılıp münferit çiftlikler (Çutor) kurmasına imkan veren yeni bir toprak kanunu çıkardı. Stolypin'in toprak kanunu, toprağın ortaklaşa kullanımı sistemini yıktı. Köylüler, kendi paylarını özel mülk olarak ellerine almaya, köy topluluğundan ayrılmaya davet edildiler. Artık, eskiden satma hakları olmadığı paylarını satabileceklerdi. Köy topluluğu, köy topluluğundan ayrılan köylüye bütün bir parça toprak (Çutor, yani münferit çiftlik, otrup, yani münferit arazi) göstermekle yükümlendirildi.
Zengin köylüler, Kulaklar, böylece iktisaden zayıf köylülerin toprağını yok pahasına kapatmak imkanına sahip oldular. Bu yasanın çıkarılmasından sonraki birkaç yıl içinde, iktisaden zayıf bir milyonun üzerinde köylü, toprağını tamamen kaybetti ve yıkıma uğradı. İktisaden zayıf köylülerin topraktan sürülmesiyle, Kulaklara ait münferit çiftliklerin ve münferit arazilerin sayısı gittikçe arttı. Bunlar bazen, büyük kapsamlı ücretli tarım emeği -yanaşma- kullanan muntazam çiftliklerdi. Hükümet, köylüleri, köy topluluğunun en iyi topraklarım münferit çiftlik sahiplerine, Kulaklara ayırmaya zorluyordu.
Köylülerin “kurtuluşu” sırasında, çiftlik sahipleri, köylülerin topraklarını yağmalamışlardı; şimdi de Kulaklar en iyi parselleri alarak ve yoksul köylülerin paylarını yok pahasına kapatarak, köy topluluğunun topraklarını yağmalamaya başladılar.
Çarlık hükümeti, toprak almaları ve münferit çiftliklerini donatmaları için Kulaklara büyük miktarda kredi açtı. Stolypin, Kulakları küçük çiftlik sahipleri, Çarlık otokrasisinin sadık savunucuları yapmak istiyordu.
Sadece 1906-1915 arasındaki dokuz yılda, iki milyonu aşkın köylü ailesi, köy topluluklarından ayrıldı.
Stolypin rejimi, az topraklı ve yoksul köylülerin durumunu daha da kötüleştirdi. Köylülüğün farklılaşması daha da derinleşti. Köylülerin münferit Kulak çiftçilerle çatışması başladı.
Aynı zamanda köylülük, Çarlık hükümeti ve çiftlik sahipleri-Kadet Devlet Duması varoldukça, çiftlik sahiplerinin topraklarına asla sahip olamayacaklarını kavramaya başladılar.
Çok sayıda Kulak çiftliği kurulduğu sıralarda (1907-1909), köylü hareketi başlangıçta biraz tavsadı, fakat çok geçmeden, 1910-1911'de ve daha sonra, köy topluluğu üyeleri ile münferit çiftçiler arasındaki çatışmalar temelinde, çiftlik sahiplerine ve münferit Kulak çiftçilere karşı köylü hareketi güçlendi.
Devrimden sonra sanayide de önemli değişiklikler oldu. Sanayideki yoğunlaşma, yani işletmelerin büyümesi ve sanayiin gittikçe güçlenen kapitalist grupların elinde toplanması daha da hızlandı. Daha 1905 Devriminden önce kapitalistler, ülkede meta fiyatlarını artırmak ve elde edilen aşın karları, ihracatı destekleyip dış pazarlara ucuz mal yollayarak bu pazarları ele geçirmek amacıyla ihracatı teşvik fonuna aktarmak için birlikler kurmaya başlamışlardı. Bu kapitalist birliklere (tekellere), tröstler ve sendikalar deniyordu. Devrimden sonra kapitalist tröstlerin ve sendikaların sayısı daha da arttı. Büyük bankaların sayısı da arttı ve sanayideki rolleri daha da önem kazandı. Rusya'ya yabancı sermaye akışı güçlendi.
Böylece Rusya'da kapitalizm, gittikçe tekelci, emperyalist bir kapitalizm haline geldi.
Birkaç yıllık bir durgunluktan sonra sanayi yeniden canlanmaya başladı: Kömür, maden, petrol, tekstil ve şeker üretimi arttı. Tahıl ihracatı büyük boyutlara ulaştı.
Rusya o sıralarda sanayi alanında belli bir ilerleme kaydettiyse de, Batı Avrupa ile karşılaştırıldığında eskisi gibi hala geri ve yabancı kapitalistlere bağlı bir ülke olma durumunu koruyordu. Rusya henüz makineler ve takım tezgahları üretmiyordu -bunlar yurtdışından getiriliyordu. Otomobil ya da kimya sanayii yoktu; suni gübre üretimi de yoktu. Rusya, silah sanayiinde de diğer kapitalist ülkelerden geri kalmıştı.
Ülkenin geri kalmışlığının bir göstergesi olarak Rusya'daki maden tüketiminin düşük seviyesine işaretle Lenin, şöyle diyordu:
“Köylülerin kurtuluşundan sonraki yarım yüzyılda Rusya'da demir tüketimi beş katına çıkmıştır; ama Rusya hala inanılmaz ve eşi görülmedik derecede geri, sefalet içinde ve yarı-barbar bir ülkedir; modern üretim aletleriyle o kadar kötü donatılmıştır ki, elinde İngiltere'nin üretim donatımının en fazla dörtte biri, Almanya'nın beşte biri ve Amerika'nın onda biri bulunmaktadır.” (Lenin, Tüm Eserler, cilt XVI, s. 543, Rusça.)
Rusya’nın iktisadi ve siyasi geriliğinin dolaysız sonuçlarından biri, hem Rus kapitalizminin hem de bizzat Çarlığın Batı Avrupa kapitalizmine bağımlılığıydı.
Bu durum ifadesini, sanayiin kömür, petrol, elektro sanayii ve metalurji gibi en önemli dallarının yabancı sermayenin elinde bulunmasında, ve Çarlık Rusyası'nın hemen hemen bütün makineleri, tüm sanayi donatımını yurtdışından ithal etmek zorunda olmasında buluyordu.
Bu durum ifadesini, köleleştirici dış borçlarda buluyordu. Bu borçların faizini ödemek için Çarlık, her yıl halktan yüz milyon ruble sızdırıyordu.
Bu durum ifadesini, Rusya'nın “müttefikleri”yle imzaladığı ve Çarlık hükümetini savaş halinde emperyalist cephelerde “müttefikleri” desteklemek ve İngiliz-Fransız kapitalistlerinin muazzam karlarını korumak için milyonlarca Rus askeri yollamakla yükümlü kılan gizli anlaşmalarda buluyordu.
Stolypin gericiliği yılları için, jandarmanın ve polisin, Çarlık ajanlarının ve Kara Yüzler çetelerinin işçi sınıfına vahşice saldırıları özellikle karakteristikti. Ama işçileri şiddet önlemlerine maruz bırakan, yalnızca Çarın beslemeleri değildi. Bu bakımdan fabrikatörler ve baca baronlarının hiç onlardan aşağı kalır yanı yoktu, bunlar sanayi durgunluğu ve artan işsizlik yıllarında işçi sınıfına karşı saldırılarını özellikle güçlendirdiler. Fabrika sahipleri, işçileri kitle halinde işten artıyor (Iokavt), grevlere aktif katılan sınıf bilinçli işçilerin kara listelerini tutuyorlardı. Bir kimse bir kez “kara liste “ye ya da “kara kitap”a girdi mi, bulunduğu sanayi dalındaki fabrikatörler birliğine üye olan hiçbir işyerinde işe alınmazdı. Ücret hadleri daha 1908'de yüzde 10-15 düşürüldü. İşgünü her yerde 10 ya da 12 saate çıkarıldı. Soyguncu para cezaları sistemi yeniden dalbudak saldı.
1905 Devriminin yenilgisi, devrimin “yol arkadaşları” arasında çözülme ve yozlaşmaya yolaçtı. Çözülme ve yozlaşma eğilimleri, aydınlar içinde özellikle güçlendi. Devrim dalgasının fırtınalı kabarışı sırasında burjuva çevrelerinden gelip devrim saflarına katılan “yol arkadaşları”, gericilik günlerinde Partiyi terkettiler. Bunların bir kesimi devrimin açık danışmanlarının kampına geçti, bir başka kesimi, işçi sınıfının ayakta kalabilmiş olan legal derneklerinde mevzilenip, proletaryayı devrim yolundan saptırmak, proletaryanın devrimci partisini gözden düşürmek gayretine giriştiler. Devrimi terkeden yol arkadaşları, kendilerini gericiliğe uydurmaya, çarlıkla barışmaya gayret ettiler.
Çarlık hükümeti, devrimin yenilgisinden yararlanarak, devrimin en korkak ve çıkarcı yol arkadaşlarını ajan-provokatör kaydetti. Bu aşağılık dönekler, çarlık Okhrana'sının işçi-ve Parti örgütlerine gönderdiği bu provokatörler, buralarda hafiyelik hizmeti yaptılar ve devrimcileri ele verdiler.
Karşı-devrimin saldırısı, ideolojik cephede de başladı. Sahneye Marksizmi “eleştiren”, onun “işini bitiren”, devrime kara çalan ve onu alaya alan, ihaneti yücelten, “kişiye tapına” maskesi altında cinsel taşkınlıkları göğe çıkaran bir sürü moda yazar çıktı.
Felsefe alanında, Marksizmi “eleştirme”, revizyondan geçirme çabaları arttı; sahte bilimsel teorilerin örtüsü altında, her türlü dini akımlar ortaya çıktı.
Marksizmi “eleştirmek” moda oldu.
Bütün bu baylar, türlü renklerine rağmen, bir ortak hedef güdüyorlardı: kitleleri devrimden saptırmak.
Yozlaşma eğilimleri ve inançsızlık, Partili aydınların, kendilerini Marksist sayan fakat hiçbir zaman sağlam Marksist olamayan bir kesimini de sardı. Bunlar arasında, (1905'te Bolşeviklerden yana olan) Bogdanov, Bazarov, Lunaçarski ile, (Menşevik) Yuşkeviç ve Valentinov gibi yazarlar da vardı. Bunlar eleştirilerini aynı zamanda Marksizmin felsefi-teorik temellerine, yani diyalektik materyalizme karşı, ve onun bilimsel-tarihsel temellerine, yani tarihi materyalizme karşı yönelttiler. Bu eleştiri, alışılagelen eleştirilerden şu farkla ayrılıyordu ki, açıkça ve dürüstçe değil, fakat gizli ve ikiyüzlü bir biçimde, Marksizmin en önemli pozisyonlarını “savunma” maskesi altında yürütülüyordu. Biz özünde Marksistiz, diyorlardı bunlar, ama Marksizmi “iyileştirmek”, onu bazı temel tezlerinin yükünden kurtarmak istiyoruz. Ama gerçekte onlar Marksizme düşmandılar, çünkü Marksizme düşmanlıklarını riyakarca inkardan gelmelerine ve ikiyüzlüce kendilerine Marksist pozu vermelerine rağmen, Marksizmin teorik temellerini yıkmaya çabalıyorlardı. Bu ikiyüzlü eleştirinin tehlikesi, sade parti üyelerini aldatma hesabı üzerine kurulmuş olmasında ve onları yanıltabileceğinde yatıyordu. Ve Marksizmin teorik temellerini yıkmaya yönelik bu eleştiri ne kadar ikiyüzlü yürütülürse, parti için o kadar tehlikeli hale geliyordu, çünkü Partiye ve devrime karşı açtığı genel seferberliğinde gericilikle o ölçüde sıkı kaynaşıyordu. Marksizme sırt çeviren aydınların bir bölümü, yeni bir din kurulmasını vaaz etmeye başlayacak kadar ileri gitti (“Tanrı arayıcılar” ve “Tanrı yapıcılar”).
Marksistlerin önünde, Marksizmin teorisi sorunlarında yozlaşmış bu aydınlara hak ettikleri cevabı verme, bunların yüzündeki maskeyi yırtıp onları bir güzel teşhir etme ve böylece Marksist Partinin teorik temellerini savunma ertelenemez görevi duruyordu.
Kendilerini “Marksizmin ünlü teorisyenleri” sayan Plehanov ve Menşevik dostlarının bu görevi üstlenmeleri beklenebilirdi. Ama onlar, tefrika-eleştiri türünden önemsiz birkaç makaleyle meseleyi geçiştirmeyi ve ardından meydanı terketmeyi tercih ettiler.
Sözü edilen görevi Lenin, 1909'da çıkan ünlü kitabı “Materyalizm ve Ampiriokritisizm”de yerine getirdi.
“Altı aydan kısa bir zaman içinde, esas olarak, hatta neredeyse yalnızca diyalektik materyalizme saldırılardan oluşan dört kitap çıktı. Bunların içinde en önde, Bazarov, Bogdanov, Lunaçarski, Berman, Hellfond, Yuşkeviç ve Suvorov'un yazılarından derlenen 'Marksist Felsefe Üzerine (?- “karşı” denseydi daha doğru olurdu) Denemeler'i (Petersburg 1908) gelir; sonra Yuşkeviç'in 'Materyalizm ve Eleştirel Gerçekçilik'i; Berman'ın 'Çağdaş Bilgi Teorisi Işığında Diyalektik'i, Valentinov'un 'Marksizmin Felsefi Yapısı'... Siyasi görüşlerinde keskin ayrılıklar olmasına karşın, bütün bu kişiler, diyalektik materyalizme duydukları kinde birleşmişlerdir, ve yine de felsefede Marksist olduklarını öne sürmektedirler! Engels'in diyalektiği 'mistik'tir, diyor Berman. Bazarov, sanki kendiliğinden anlaşılır birşeymiş gibi, Engels'in görüşleri 'eskimiştir' diye gelişigüzel atıyor -ve materyalizm, 'çağdaş bilgi teorisi'ni, 'modern felsefe'yi (ya da 'modern pozitivizm'i), yani '20. yüzyılın doğa bilimleri felsefesi'ni böbürlenerek kendilerine tanık gösteren bu gözüpek savaşçılarımız tarafından böylece çürütülmüş oluyor.” (Lenin, “Materyalizm ve Ampiriokritisizm”, Moskova 1935, s. 1.)
Arkadaşlarını -felsefede revizyonistleri- haklı çıkarmak kaygısıyla: “Belki yanılıyoruz, ama arıyoruz”, diyen Lunarçaski'ye cevabında, Lenin şöyle yazıyordu:
“Kendi payıma, ben de, felsefede 'arayanlar'dan biriyim. Daha açıkçası: bu notlarda, Marksizm kılığı altında, bize, bilmem hangi tutarsız, karmakarışık, gerici şeyi sunan kişilerin nerede yollarını şaşırdıklarını araştırmayı kendime görev edindim.” (Aynı yerde, s. 3.)
Ama aslında Lenin'in kitabı bu mütevazi görevin sınırlarını çok aştı. Çünkü gerçekte Lenin'in bu kitabı, yalnızca Bogdanov, Yuşkeviç, Bazarov ve Valentinov ile, yazılarında Marksist materyalizme karşı ince ve cilalı bir idealizm sunmaya çabalayan, onların felsefe öğretmenleri Avenarius ve Mach'ın eleştirisinden ibaret değildir. Lenin'in kitabı aynı zamanda, Marksizmin teorik temellerinin -diyalektik ve tarihi materyalizmin- bir savunusu ve bilimin, özellikle doğa bilimlerinin tüm bir tarihi dönem boyunca, Engels'in ölümünden Lenin'in “Materyalizm ve Ampiriokritisizm”inin çıkışına kadar geçen dönem boyunca keşfettiği önemli bir özsel herşeyin materyalist bir genellemesidir.
Bu kitapta Rus ampiriokritiklerini ve onların yabancı öğretmenlerini esaslı bir şekilde eleştirdikten sonra Lenin, felsefi-teorik revizyonizme karşı şu sonuçlara varır:
1) “Gittikçe daha incelen bir Marksizm kalpazanlığı, antimateryalist öğretilerin gittikçe daha büyük bir incelikle Marksist olarak tanıtılmaları -işte politik ekonomide olduğu gibi taktik sorunlarda ve bir bütün olarak felsefede modern revizyonizmi karakterize eden şey budur:' (Aynı yerde, s. 345.)
2) “Mach ve Avenarius'un, okulu, idealizme doğru yol almaktadır.” (Aynı yerde, s. 375.)
3) “Bizim Machçılarımız, derinlemesine idealizme batmışlardır.” (Aynı yerde, s. 363.)
4) “Ampiriokritisizmin bilgi-teorik skolâstiğinin gerisinde, felsefedeki tarafların mücadelesinin, son tahlilde, modern toplum'daki düşman sınıfların eğilim ve ideolojilerini yansıtan bir mücadele olduğunu saptamadan edemeyeceğiz.” (Ayın yerde, s. 376.)
5) “Ampiriokritisizmin nesnel, sınıfsal rolü, tamamıyla, genelde materyalizme, ve özelde de tarihsel materyalizme karşı yürüttükleri savaşta fideistlere hizmet etmekten ibarettir.” (Aynı yerde, s. 576.)
6) “Felsefi idealizm... papazcılığa giden bir yoldur.” (Ayın yerde,
s. 84.)
Lenin'in kitabının Partimizin tarihindeki muazzam önemini takdir edebilmek ve Stolypin gericiliği döneminin her renkten ve soydan revizyonistlerine ve soysuzlarına karşı hangi teorik zenginliği koruduğunu anlamak için, kısaca da olsa, diyalektik ve tarihi materyalizmin temellerini kavramak gerekir.
Diyalektik materyalizm ve tarihi materyalizm, Komünizmin teorik temelini, Marksist Partinin teorik temellerini oluşturduğu için, bu bir o kadar daha gereklidir, bu temelleri bilmek ve dolayısıyla kendine maletmek ise Partimizin her aktif savaşçısının vazifesidir.
O halde:
1) Diyalektik materyalizm nedir?
2) Tarihi materyalizm nedir?
2 - DİYALEKTİK VE TARİHİ MATERYALİZM ÜZERİNE
Diyalektik materyalizm, Marksist-Leninist partinin dünya görüşüdür. Bu dünya görüşüne diyalektik materyalizm denir, çünkü doğru görüngülerine yaklaşımı, doğa görüngülerini inceleme yöntemi, bu görüngüleri bilme yöntemi diyalektiktir, ve doğa görüngülerini yorumlayışı, onları kavrayışı, teorisi ise materyalisttir.
Tarihi materyalizm, diyalektik materyalizmin önermelerinin, toplumsal yaşamın incelenmesine genişletilmesi, diyalektik materyalizmin önermelerinin toplum yaşamının görüngülerine, toplumun ve toplum tarihinin incelenmesine uygulanmasıdır.
Diyalektik yöntemlerini karakterize ederken, Marx ve Engels genellikle Hegel'den, diyalektiğin temel özelliklerini formüle eden filozof olarak sözederler. Ama bu, Marx ve Engels'in diyalektiğinin Hegel diyalektiği ile özdeş olduğu anlamına gelmez. Gerçekte Marx ve Engels, Hegel diyalektiğinden sadece onun “rasyonel çekirdeği”ni aldılar, Ama Hegel'in idealist kabuğunu bir kenara attılar ve modern bilimsel bir biçim vererek diyalektiği daha da geliştirdiler.
“Benim diyalektik yöntemim”, diyor Marx, “temeli itibariyle Hegel'inkinden yalnız farklı değil, ona taban tabana zıttır. Hegel için, 'ide' adı altında hatta bağımsız bir özneye dönüştürdüğü düşünme süreci, gerçek olanın yaratıcısıdır ve gerçek olan, 'ide'nin yalnızca dış görünümünü oluşturur. Bende ise, tam tersine, düşünsel olan, insan zihni tarafından yansıtılan ve tercüme edilen maddiyattan başka birşey değildir.” (Karl Marx, “Kapital”in birinci cildinin ikinci baskısına sonsöz.)
Materyalizmlerini karakterize ederken, Marx ve Engels genellikle Feuerbach'tan, materyalizme yeniden tam hakkını veren filozof diye sözederler. Ama bu, Marx ve Engels'in materyalizminin, Feuerbach'ın materyalizmi ile özdeş olduğu anlamına gelmez. Gerçekte Marx ve Engels, Feuerbach'ın materyalizminden sadece onun “temel çekirdeğini” aldılar, onu bilimsel-felsefi bir materyalizm teorisi haline geliştirdiler ve onun idealist ve dini-ahlaki yüklerini attılar. Bilindiği gibi Feuerbach, aslında bir materyalist olmasına rağmen, materyalizm adına karşı çıkıyordu. Engels birçok kez, “materyalist 'temel'ine rağmen, Feuerbach'ın geleneksel idealist zincirlere bağlı kaldığını” ve “Feuerbach'ın gerçek idealizminin, din felsefesi ve ahlak konusundaki görüşlerine geldiğimizde hemen gün ışığına çıktığını” belirtmiştir. (Friedrich Engels, “Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu”, Moskova 1939, s. 24 ve 36.)
Diyalektik, Yunancada konuşmak, tartışmak anlamına gelen “dialego” sözcüğünden gelir. Eski çağda diyalektik, hasmın argümanındaki çelişmeleri ortaya çıkarıp, bu çelişmeleri aşarak doğruya ulaşma sanatıydı. Eski çağda, düşüncedeki çelişmelerin ortaya çıkarılmasının ve karşıt fikirlerin çatışmasının, doğruyu bulmanın en iyi yolu olduğunu düşünen filozoflar vardı. Sonradan doğa görüngülerine genişletilen bu diyalektik düşünme tarzı, doğa görüngülerini sürekli hareket ve değişiklik içinde, doğanın gelişmesini de, içindeki çelişmelerin gelişmesinin sonucu, doğadaki karşıt güçlerin birbirlerini karşılıklı etkilemesinin sonucu olarak gören, doğayı bilmenin diyalektik yöntemi halini aldı.
Diyalektik, özünde metafiziğin tam karşıtıdır.
1 -Marksist diyalektik yöntem şu temel özelliklerle karakterize
edilir:
a) Metafiziğin tersine diyalektik, doğayı, birbirinden kopuk, birbirinden tecrit edilmiş ve birbirinden bağımsız şeylerin, görüngülerin tesadüfi bir yığın olarak değil, fakat birbirine organik olarak bağlı birbirine bağımlı ve birbirini koşullandıran şeylerin, görüngülerin birbirine bağlı yekpare bütünü olarak görür.
Bundan ötürü diyalektik yöntem, doğada herhangi bir görüngünün tek başına, onu çevreleyen görüngülerin bağıntısı dışında alındığı taktirde kavranamayacağından hareket eder, çünkü doğanın herhangi bir alanında herhangi bir görüngü, onu çevreleyen görüngülerle bağlantısı dışında ele alınıp onlardan koparıldığı takdirde, bize anlamsız gelebilir, ve tersine, kendini çevreleyen görüngülerle kopmaz bağıntı içinde, kendini çevreleyen görüngüler tarafından koşullandırılmışlığı içinde görüldüğü taktirde her görüngü anlaşılabilir ve açıklanabilir.
b) Metafiziğin tersine diyalektik, dolaylı, sükun ve hareketsizlik durumu olarak, durgunluk ve değişmezlik durumu olarak değil, her an herhangi birşeyin ortaya çıkıp geliştiği ve herhangi birşeyin çözüldüğü ve sönüp gittiği sürekli hareket ve değişme, sürekli yenilenme ve gelişme durumu olarak görür.
Bu yüzden diyalektik yöntem, görüngülere yalnız karşılıklı bağıntıları ve koşullandırılmışlıkları bakış açısından değil, aynı zamanda hareketleri, değişmeleri, gelişmeleri, oluşları ve yokoluşları bakış açısından da bakmayı talep eder.
Diyalektik yöntem için önemli olan, herşeyden önce., belli bir anda kalıcı gibi görünen, fakat aslında sönüp gitmeye başlamış olan değildir, bilakis belli bir anda kalıcı gibi görünmese de, oluşan ve gelişendir, çünkü diyalektik yöntem sadece oluşan ve gelişeni yenilmez sayar.
“Tüm doğa”, der Engels, “en küçüğünden en büyüğüne, bir kum taneciğinden güneşe, temel canlı hücrelerden insana kadar, sürekli bir oluş ve yokoluş, sürekli bir akış, durmayan bir hareket ve değişme içindedir.” (Friedrich Engels, “Doğanın Diyalektiği”, Moskova 1935, s.491.)
Bu yüzden diyalektik, diyor Engels, “şeyleri ve onların algılanan imgelerini öz olarak bağıntıları içinde, zincirlenmeleri, hareketleri, oluş ve yokoluşları içinde ele alır.” (Friedrich Engels, “Bay Eugen Dühring Bilimi Altüst Ediyor [Anti-Dühring]”, Moskova 1939, s. 8.)
c) Metafiziğin tersine diyalektik, gelişme sürecini, nicel değişikliklerin nitel değişikliklere yol açmadığı basit bir büyüme süreci olarak değil, bilakis önemsiz ve farkedilemeyen nicel değişikliklerden açık ve köklü değişikliklere, nitel değişikliklere geçen bir gelişme; nitel değişikliklerin tedrici olarak değil, hızla ve aniden, bir durumdan diğerine sıçrayış biçimini alarak gerçekleştiği bir gelişme; tesadüfi değil, fakat farkedilmez ve tedrici nicel değişiklikler birikiminin doğal sonucu olarak görür.
Bu nedenle diyalektik yöntem, gelişme sürecini, dairesel bir hareket, daha önce olanın basit bir tekrarı olarak değil, fakat ilerleyen ve yükselen bir hareket, eski bir nitel durumdan yeni bir nitel duruma geçiş, basitten karmaşığa, alçaktan yükseğe doğru bir gelişme olarak kabul eder:
“Doğa”, der Engels, “diyalektiğin sınanmasıdır; ve modern doğa biliminin, bu sınama için son derece zengin ve her gün artan malzeme sağladığını ve böylece doğa sürecinin, son tahlilde, metafizik değil diyalektik olduğunu, sürekli tekrarlanan bir dairenin sonsuz monotonluğu içinde hareket etmeyip bilakis gerçek bir tarihi yaşadığını ispatladığını söylememiz gerekir. Burada herşeyden önce, bugünkü tüm organik doğanın, bitkilerin ve hayvanların ve böylelikle insanın da, milyonlarca yıldır süregelen bir gelişme sürecinin ürünü olduğunu ispatlayarak, metafizik doğa görüşüne muazzam bir darbe indiren Darwin'i anmak gerekir.” (Friedrich Engels, “Bay Eugen Dühring Bilimi Altüst Ediyor [Anti-Dühring]”, s. 8.)
Diyalektik gelişmeyi nicel değişikliklerden nitel değişikliklere bir geçiş olarak karakterize eden Engels şöyle der:
“Fizikte ... her değişiklik, niceliğin niteliğe bir dönüşümü, bir cismin kendi içinde varolan veya o, cisme dıştan iletilen herhangi biçimdeki bir hareket miktarının nicel değişiminin sonucudur. 'Örneğin, suyun sıcaklığının başlangıçta sıvılık durumuna hiçbir etkisi yoktur; fakat sıvı suyun sıcaklığı artar ya da azalırsa, bir an gelir ki bu kohezyon durumu değişir ve su birincide buhar, ikincide buz halini alır.’... Elektrik lambasının içindeki platin telin ışık vermesi için asgari güçte bir akım gereklidir; her metalin bir ergime ısısı vardır; her sıvının belli bir basınçta, belli bir kaynama ve donma noktası vardır -elimizdeki araçlar gerekli sıcaklığı sağladığı sürece-; son olarak, her gazın uygun basınç ve soğutma ile, sıvı durumuna getirilebileceği bir nokta vardır... Fiziğin sabitleri denilen şeyler (bir durumun bir başka duruma dönüştüğü noktalar -Red.), çoğu kez, nicel (değişikliğin) hareket artması ya da eksilmesinin, belli bir cismin durumunda nitel bir değişiklik doğurduğu, yani niceliğin niteliğe dönüştüğü düğüm noktalarına verilen isimlerden başka birşey değildir.” (Friedrich Engels, “Doğanın Diyalektiği”, s. 502/503.)
Engels kimyaya geçerek şöyle devam eder:
“Kimya, nicel bileşim değişikliklerinin sonucu cisimlerdeki nitel değişikliklerin bilimi diye adlandırılabilir. Bu Hegel'in de bildiği birşeydi... Oksijeni alalım: Eğer molekülde her zamanki iki atom yerine üç atom varsa, koku ve reaksiyon bakımından basit oksijenden kesinkes farklı bir cismi, ozonu elde ederiz. Ya oksijenin nitrojen ya da kükürtle değişik oranlarda birleşmesine ve her birinden, diğer cisimlerden nitel bakımdan farklı başka cisimler elde edilmesine ne diyeceğiz!” (Aynı yerde, s.503.)
Son olarak, Hegel'i olanca gücüyle kınayan fakat onun, algılayamayan dünyadan algılayabilen dünyayı, inorganik madde dünyasından organik yaşam dünyasına geçişin yeni bir aşamaya sıçrama olduğu yolundaki ünlü tezini gizlice aşırmış olan Dühring'i eleştiren Engels şöyle diyor:
“Bu, tamamen, Hegel'ci ölçü ilişkilerinin düğüm çizgisi ile aynı şeydir. Bu çizgi üstündeki belli bir takım düğüm noktalarında, basit bir nicel artış ya da azalma, nitel bir sıçramaya yolaçar. Mesela, suyun ısıtılması ya da soğutulması durumunda, normal basınç altında düğüm noktaları olan kaynama ve donma noktaları, yeni bir kümelenme durumuna sıçramanın gerçekleştiği, dolayısıyla niceliğin niteliğe dönüştüğü noktalardır.” (Friedrich Engels, “Bay Eugen
Dühring Bilimi Altüst Ediyor [Anti-Dühring]”, s. 31.)
d) Metafiziğin tersine diyalektik, doğadaki herşeyin ve bütün görüngülerin özündeki iç çelişmelerden yola çıkar, çünkü bütün bunların olumlu ve olumsuz yanları, bir geçmişi ve bir geleceği, ölüp gitmekte olan ve gelişmekte olan yanları vardır. Diyalektik, bu karşıtlıkların mücadelesinin, eski ve yeni arasındaki mücadelenin, sönüp gidenle yeni ortaya çıkan, ölüp gidenle gelişen arasındaki mücadelenin, gelişme sürecinin iç muhtevasını, nicel değişikliklerin nitel değişikliklere dönüşmesinin iç muhtevasını oluşturduğunu ileri sürer.
Bu nedenle, diyalektik yöntem, alçaktan yükseğe doğru gelişme sürecinin, görüngülerin ahenkli olarak birbirini izlemesi biçiminde değil, şeylerin ve görüngülerin iç çelişmelerinin açığa çıkması, bu çelişmelere dayanan karşıt eğilimlerin “mücadelesi” biçiminde olduğunu kabul eder.
“Asıl anlamıyla diyalektik”, diyor Lenin, “bizzat şeylerin özündeki çelişmelerin incelenmesidir.” (Lenin, Felsefi Mirasından, Viyana-Berlin 1932, s. 188.)
Ve daha sonra:
“Gelişme, zıtların 'mücadelesi'dir.” (Lenin, Seçme Eserler, cilt ll, s. 81.)
Marksist diyalektik yöntemin temel özellikleri kısaca bunlardır.
Diyalektik yöntemin önermelerinin toplumsal yaşamın, toplum tarihinin incelenmesine genişletilmesinin ne muazzam öneme sahip olduğunu, bu önermelerin toplum tarihine ve proletarya partisinin pratik çalışmalarına uygulanmasının ne muazzam öneme sahip olduğu kavramak zor değildir.
Eğer dünyada tecrit edilmiş görüngü yoksa, bütün görüngüler birbirine bağlı ve birbirini koşullandırıyorsa, o halde tarihteki her toplumsal sistemin ve her toplumsal hareketin, tarihçilerin sık sık yaptığı gibi “ebedi adalet” ya da başka bir ön yargı açısından değil, bilakis bu sistemi ya da toplumsal hareketi ortaya çıkaran ve onunla bağlı olan şartlar açısından değerlendirilmesi gerektiği açıktır.
Köleliğe dayalı toplum sistemi, modem koşullar altında bir anlamsızlık, doğaya aykırı bir budalalık olurdu. Fakat çözülen ilkel komünal sistem şartlarında, kölelik sistemi, ilkel komünal sisteme göre ileriye doğru bir adımı temsil ettiği için gayet anlaşılır ve doğal bir görüngüdür.
Rusya'da Çarlığın ve burjuva toplumunun varlığı koşullan altında, diyelim ki 1905 yılında burjuva-demokratik cumhuriyet talebi, gayet anlaşılır, doğru ve devrimci bir talepti, çünkü o sıralar bir burjuva cumhuriyet ileriye doğru bir adım anlamına geliyordu. Fakat SSCB'ndeki şimdiki koşullar altında bir burjuva-demokratik cumhuriyet talebi, anlamsız ve karşı-devrimci bir talep olur, çünkü Sovyet cumhuriyetine kıyasla bir burjuva cumhuriyeti geriye doğru bir adım olurdu. Herşey şartlara, zamana ve yere bağlıdır.
Toplumsal görüngüler böyle tarihsel bir yaklaşımla ele alınmazsa, tarih biliminin varlığı ve gelişmesinin imkansız olduğu açıktır, çünkü tarih bilimini bir rastlantılar karmaşasına ve bir saçma sapan yanlışlar yığınına dönüşmekten koruyacak tek yaklaşım budur.
Ayrıca, dünya sürekli hareket ve gelişme halindeyse, eskinin sönüp gitmesi ve yeninin büyümesi bir gelişme yasasıysa, o zaman “değişmez” hiçbir toplumsal sistem, özel mülkiyet ve sömürünün hiçbir “ebedi ilkesi”, köylünün çiftlik sahibine, işçinin kapitaliste boyun eğmesine ilişkin hiçbir “ebedi fikir” olamaz.
Öyleyse, tıpkı bir zamanlar feodal sistemin yerine kapitalist sistemin geçmesi gibi, aynı şekilde kapitalist sistemin yerine de sosyalist sistem geçirilebilir.
Öyleyse, yönümüzü şu anda üstün gücü temsil etseler de artık gelişmeyen toplumsal tabakalara değil, şu anda üstün gücü temsil etmeseler de gelişen ve bir geleceği olan tabakalara çevirmeliyiz.
Geçen yüzyılın seksenli yıllarında, Marksistlerin Narodniklere karşı mücadelesi döneminde Rusya'da proletarya, nüfusun muazzam çoğunluğunu oluşturan bireysel köylülüğe kıyasla, nüfusun önemsiz bir azınlığını meydana getiriyordu. Fakat proletarya, sınıf olarak gelişiyor, sınıf olarak köylülükse çözülüyordu. Ve tam da proletarya sınıf olarak geliştiği için, Marksistler yönlerini proletaryaya çevirdiler. Ve yanılmadılar da, çünkü bilindiği gibi proletarya zamanla, önemsiz bir güçten birinci derecede önem taşıyan tarihi ve siyasi bir güç haline geldi.
O halde politikada yanılmamak için, geriye değil ileriye dönük olmak gerekir.
Ayrıca, eğer yavaş nicel değişikliklerin hızlı ve ani nitel değişikliklere dönüşmesi bir gelişme yasasıysa, ezilen sınıfların yaptığı devrimlerin gayet doğal ve kaçınılmaz bir görüngü olduğu açıktır.
Öyleyse kapitalizmden sosyalizme geçiş ve işçi sınıfının kapitalist boyunduruktan kurtulması, yavaş değişiklikler, reformlar yoluyla değil, ancak ve yalnız, kapitalist sistemin nitel değişikliği yoluyla, devrim yoluyla gerçekleştirilebilir.
O halde politikada yanılmamak için, reformcu değil devrimci olmak gerekir.
Ayrıca, eğer gelişme, iç çelişmelerin açığa vurulması, karşıt güçlerin bu çelişmelerin temeli üzerinde, bu çelişmeleri aşmak üzere çalışmaları yoluyla ilerliyorsa, o zaman proletaryanın sınıf mücadelesinin gayet doğal ve kaçınılmaz bir görüngü olduğu açıktır.
Öyleyse kapitalist sistemin çelişkilerini örtmemeli, bilakis ortaya çıkarmalı ve çözüp ayırmalıyız; sınıf mücadelesinin önünü almamalı, bilakis onu sonuna kadar götürmeliyiz.
O halde politikada yanılmamak için, proletaryanın ve burjuvazinin çıkar birliği reformist politikası, “kapitalizmin sosyalizme gelişmesi” uzlaşıcı politikası değil, uzlaşmaz bir proleter sınıf politikası izlemek gerekir.
İşte toplumsal yaşama, toplum tarihine uygulanması içinde alındığında Marksist diyalektik yöntem budur.
Marksist felsefi materyalizme gelince, o özünde felsefi idealizme taban tabana zıttır.
2 -Marksist felsefi materyalizm şu temel özelliklerle karakterize edilir:
a) Dünyayı “mutlak fikrin”, “evrensel ruh“un, “bilinç”in cisimleşmesi olarak kavrayan idealizmin tersine, Marx'ın felsefi materyalizmi, dünyanın nitelik itibariyle maddi olduğu; dünyadaki çok çeşitli görüngülerin, hareket halindeki maddenin farklı biçimleri olduğu; diyalektik yöntemin ortaya koyduğu gibi, görüngülerin karşılıklı birbirine bağlılık ve karşılıklı koşullandırılmışlığının, hareket halindeki maddenin gelişme yasaları olduğu; dünyanın, maddenin gelişme yasalarına göre geliştiğini ve bir “evrensel ruh”a ihtiyacı olmadığından yola çıkar.
“Ne var ki materyalist doğa görüşü, doğanın yabancı el değmemiş haliyle, olduğu gibi basit olarak kavranmasından başka birşey değildir...” (Friedrich Engels, “Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu”, Ek, s. 60.)
“Dünya, bütünüyle, herhangi bir tanrı ya da insan tarafından yaratılmadı, fakat vardı, vardır ve daima yaşayan, düzenli bir biçimde gelişen ve ölen bir alev olarak kalacaktır” diyen eski filozof Heraklit'in materyalist görüşleriyle ilgili olarak Lenin şöyle diyor: “Diyalektik materyalizmin ilkelerinin çok iyi bir ifadesi.” (Lenin, “Felsefi Mirasından”,
s. 276.)
b) Gerçekte sadece bilincimizin var olduğunu; maddi dünyanın, varlığın, doğanın sadece bilincimizde, duyumlarımızda, düşüncelerimizde ve algılarımızda var olduğunu ileri süren idealizmin tersine, Marksist felsefi materyalizm, maddenin, doğanın, varlığın bilincin dışında ve ondan bağımsız olarak var olan nesnel bir gerçeklik olduğu; maddenin birincil, asıl olduğunu, çünkü duyumların, düşüncelerin, bilincin kaynağı olduğu, bilincin ise ikincil, türevsel olduğu, çünkü onun maddenin bir yansıması, varlığın bir yansıması olduğu; düşüncenin, gelişmesinde yüksek bir mükemmellik derecesine erişen maddenin, yani beynin bir ürünü olduğu, beynin ise düşünme organı olduğu, bu nedenle, düşüncenin maddeden, büyük bir hataya düşmeden ayrılamayacağından hareket eder.
“Tüm felsefenin en üst sorunu”, der Engels, “düşüncenin varlıkla, zihnin doğayla ilişkisi sorunudur...” “Bu sorunun şöyle ya da böyle yanıtlanmasına göre, filozoflar iki büyük kampa ayrıldı. Zihnin doğa karşısındaki asliyetini ileri sürenler... idealizm kampını oluşturdular. Doğayı asli gören diğerleri, materyalizmin çeşitli okullarına sayılırlar. (Friedrich Engels, “Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu”, s.I6/17.)
Devamla:
“Ait olduğumuz maddi, duyularIa algılanabilir dünya, tek gerçekliktir... Bilincimiz ve düşüncemiz, ne kadar duyu üstü görünürse görünsün, maddi, vücuda ait bir organın, beynin ürünüdür... Madde zihnin ürünün değil, bilakis bizzat zihin, maddenin en üst ürünüdür.” (Aynı yerde s. 20.)
Madde ve düşünce sorununa değinen Marx şöyle diyor:
“Düşünce, düşünen bir maddeden ayrılamaz. O [madde -ÇN] bütün değişikliklerin öznesidir.” (Marx-Engels, Tüm Eserler, Birinci Bölüm, cilt 3, s. 305.)
Marksist felsefi materyalizmi karakterize ederken Lenin şöyle diyordu:
“Materyalizm, bilinçten, duyumdan, ... deneyimden bağımsız, nesnel gerçek varlığı (maddeyi) kabul eder. Bilinç ...
ancak varlığın bir yansısıdır, olsa olsa yaklaşık olarak doğru (ona uygun olan, ideal-kesin) bir resimdir.” (Lenin,
“Materyalizm ve Ampiriokritisizm”, s. 340.)
Ve yine:
-“Madde, duyu organlarımızı etkileyerek duyum
yaratan şeydir; madde bize duyumla verilen nesnel
gerçekliktir... Madde, doğa, varlık, fiziki olan, birincildir; zihin, bilinç, duyum, ruh ise ikincildir.”(Aynı yerde, s. 140 ve 141.)
- “Dünya resmi, maddenin nasıl hareket ettiğini ve 'maddenin' nasıl 'düşündüğünü' gösteren bir resimdir.” (Aynı yerde, s. 371.)
- “Beyin, düşünme organıdır.” (Aynı yerde, s. 147.)
c) Dünyayı ve dünya yasalarını bilme imkanını yadsıyan, bilgimizin sağlamlığına inanmayan, nesnel doğa tanımayan ve dünyanın bilim tarafından asla bilinemeyecek “kendinden şeyler”le dolu olduğu savunan idealizmin tersine, Marksist felsefi materyalizm, dünyanın ve dünya yasalarının tamamen bilinebilir olduğundan; doğa yasaları hakkında deneyimle, pratikle sınanmış bilgimizin, nesnel doğru değerinde sağlam bir bilgi olduğundan; dünyada bilinemeyecek hiçbir şey olmadığından, sadece şimdilik bilinmeyen, fakat bilimin ve pratiğin güçlerince ortaya çıkarılıp bilinebilecek şeyler olduğundan hareket eder.
Engels, dünyanın bilinemezliğini ve bilinmesi imkansız “kendinden şeyler”in varlığını ileri süren Kant’ın ve diğer idealistlerin tezini eleştirir ve bilgimizin sağlamlığına ilişkin ünlü materyalist tezi savunurken şöyle diyor:
“Bu ve tüm diğer felsefi hayallerin en çarpıcı çürütülmesi pratiktir, yani deneydir ve sanayidir. Eğer biz doğadaki bir süreci kendimiz yaparak, kendi şartlarından gidip onu oluşturarak ve üstelik kendi amaçlarımıza hizmet ettirerek
o süreci kavrayışımızın doğruluğunu ispatlayabilirsek, Kant'ın ne idüğü belirsiz, 'kendinden şey' kavramı ortadan kalkar. Bitki ve hayvanların gövdelerinde üretilen kimyasal maddeler, organik kimya bu maddeleri birbiri ardına yapana kadar bu tür 'kendinden şey' olarak kaldılar; fakat kimyanın gelişmesiyle bu maddeler 'kendinden şey' olmaktan çıkıp bizim için şey halinegeldi. Örneğin, boya kökünden elde edilen alizarin (kökboya) için artık tarlada boya kökü yetiştirilmiyor, bilakis kömür katranından çok daha ucuz ve kolay şekilde çıkarılıyor.
Kopernik'in güneş sistemi, üç yüz yıl süreyle bir hipotez olarak kaldı; doğru olmama ihtimali yüzde bir, binde bir, onbinde birdi, fakat yine de bir hipotezdi. Fakat bu sistemin ortaya koyduğu verilere dayanan Leverrier, sadece bilinmeyen bir gezegenin varolması gerektiğini keşfetmekle kalmayıp, bilakis bu gezegenin uzayda işgal etmesi gereken yeri de hesapladığında, ve daha sonra da Galilei bu gezegeni gerçekten bulduğunda, Aunda, Kopernik'in sistemi ispatlanmış oldu.” (Friedrich Engels, “Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu”, s. 18.)
Bogdanov, Bazarov, Yuşkeviç'i ve Mach'ın diğer takipçilerini fideizmle (imanı bilime tercih eden gerici bir teori) suçlayan ve doğa yasaları hakkındaki bilimsel bilgimizin sağlam bilgi olduğu ve bilim yasalarının nesnel doğru olduğu şeklindeki ünlü materyalist tezi savunan Lenin şöyle diyor:
“Çağdaş fideizm, bilimi kesinlikle reddetmez; sadece bilimin 'abartılı iddialarını', yani nesnel doğru olma iddiasını reddeder. Eğer (materyalistlerin düşündüğü gibi) nesnel doğru varsa, eğer sadece tek başına -dış dünyayı insan 'tecrübesi'nde yansıtan-doğabilimi bize nesnel doğruyu verebiliyorsa, bütün fideist teoriler tümüyle çürütülmüş olur.” (Lenin, “Materyalizmi ve Ampiriokritisizm”, s. 117.)
Marksist felsefi materyalizmin karakteristik özellikleri kısaca bunlardır.
Felsefi materyalizmin önermelerinin toplumsal yaşamın ve toplum tarihinin incelenmesine genişletilmesinin ne muazzam öneme sahip olduğu, bu önermelerin toplumun tarihine ve proletarya partisinin pratik çalışmalarına uygulanmasının ne kadar önemli olduğu kolayca anlaşılır.
Eğer doğa görüngülerinin bağıntısı ve karşılıklı koşullandırılmışlığı doğanın gelişme yasasıysa, bundan toplumsal yaşamdaki görüngülerin bağıntısının ve karşılıklı koşullandırılmışlığının da tesadüfi birşey değil, bilakis toplumun gelişme yasası olduğu sonucu çıkar.
Öyleyse toplumsal yaşam ve toplumun tarihi bir “tesadüfler” yığını olmaktan çıkar; çünkü toplum tarihi, toplumun yasaya uygun gelişmesi haline gelir ve toplum tarihinin incelenmesi bir bilime dönüşür.
Öyleyse proletarya partisinin pratik faaliyeti, “üstün kişiler”in iyiniyetine, “akım” gerektirdiklerine, “evrensel ahlak değerleri”ne değil, toplumun gelişmesinin yasalarına, bu yasaların incelenmesine dayanmalıdır.
Ayrıca, dünya bilinebilirse ve doğanın gelişme yasaları hakkındaki bilgimiz, nesnel doğru değerinde sağlam bilgiyse, toplumsal yaşam ve toplumun gelişmesi de bilinebilir şeylerdir ve toplumun gelişme yasalarına ilişkin bilimsel sonuçlar, nesnel doğru değerinde sağlam verilerdir.
Öyleyse toplumsal yaşamın görüngülerinin bütün karmaşıklığına rağmen, toplum tarihinin bilimi, örneğin biyoloji kadar kesin bir bilim, toplumun gelişme yasalarından pratikte yararlanabilecek bir bilim olabilir.
Öyleyse proletarya partisi, pratik faaliyetinde kendine tesadüfi saikleri değil, toplumun gelişme yasalarının, bu yasalardan çıkarılacak pratik sonuçları kılavuz edinmelidir.
Öyleyse sosyalizm, insanlık için daha iyi bir gelecek hayalinden, bilime dönüşür.
Öyleyse bilim ile pratik faaliyetin, teori ile pratiğin bağı, bunların birliği, proletarya partisinin yol gösterici yıldızı olmalıdır.
Ayrıca, eğer doğa, varlık, maddi dünya birincil, bilinç, düşünce ikincil ve türevsel ise; eğer maddi dünya insanların bilincinden bağımsız olarak var olan nesnel gerçekliği temsil ediyorsa ve bilinç bu nesnel gerçekliğin yansımasıysa, toplumun maddi yaşamı ve varlığı da birincildir, aslîdir; manevi yaşamı ise ikincildir, türevseldir; toplumun maddi yaşamı insan iradesinden bağımsız olarak var olan nesnel bir gerçekliktir, toplumun manevi yaşamı ise bu nesnel gerçekliğin bir yansıması, varlığın bir yansımasıdır.
Öyleyse toplumun manevi yaşamının şekillenmesinin kaynağı, toplumsal düşüncelerin, toplumsal teorilerin, siyasi görüşlerin, siyasi kurumların kökeni, fikirlerin, teorilerin, görüşlerin, siyasi kurumların kendisinde değil, bu fikirlerin, teorilerin, görüşlerin vb. yansıması olduğu toplumun maddi yaşam koşullarında, toplumsal varlıkta aranmalıdır.
Öyleyse toplum tarihinin farklı dönemlerinde farklı toplumsal fikirler, teoriler, görüşler, siyasi kurumlar görülüyorsa; köleli~e dayalı toplum düzeninde belirli bazı toplumsal fikirler, teoriler, görüşler ve siyasi kurumlara rastlıyor, feodalizmde başkalarını, kapitalizmde de daha başkalarını görüyorsak, bu, fikirlerin, teorilerin, görüşlerin ve siyasi kurumların “doğası” veya “özellikleri” ile değil, toplumsal gelişmenin farklı dönemlerinde toplumun maddi yaşam koşullarının farklı olması ile açıklanır.
Bir toplumun varlığı, toplumun maddi yaşam koşulları nasılsa, toplumdaki fikirler, teoriler, siyasi görüş ve kurumlar da öyle olur.
Bu bağıntıda Marx şöyle diyor:
“İnsanların varlığını belirleyen şey bilinçleri değil, tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.” (Karl Marx, Seçme Yazılar, cilt I, Moskova-Leningrad 1934, s. 359.)
O halde politikada hata yapmamak, boş hayalciliğe kapılmamak için proletarya partisi, faaliyetinde soyut “insan aklının ilkeleri”nde değil, toplumsal gelişmenin tayin edici gücü olarak toplumun maddi yaşamının somut koşullarından; “büyük adamlar”ın iyiniyetinden değil, toplumun maddi yaşamının gelişmesinin gerçek ihtiyaçlarından yola çıkmalıdır.
Narodnikler, Anarşistler ve Sosyal-Devrimciler dahil ütopyacıların başarısızlığı, başka şeylerin yanısıra, toplumun gelişmesinde toplumun maddi yaşam koşullarının oynadığı birincil rolü kabul etmemeleri ve -idealizme batarak- pratik faaliyetlerini toplumun maddi yaşamının gelişmesinin ihtiyaçları temeli üzerine değil, bu ihtiyaçlardan bağımsız olarak ve bu ihtiyaçlara karşıt olarak toplumun gerçek yaşamından kopuk “ideal planlar” ve “herşeyi kapsayan projeler” temeli üzerine inşa etmeleriyle açıklanır.
Marksizm-Leninizmin gücü ve hayatiyeti, pratik faaliyetinde toplumun maddi yaşamının gelişmesinin ihtiyaçlarına dayanmasında, hiçbir zaman toplumun gerçek yaşamından kopmamasında yatar.
Ne var ki Marx'ın sözlerinden, toplumsal fikirlerin, teorilerin, siyasi görüş ve kurumların toplum yaşamında hiç önemi olmadığı, bunların toplumsal varlık, toplumun maddi yaşam koşullarının gelişmesi üzerinde etkide bulunmadığı sonucu çıkmaz. Burada ilkin, toplumsal fikirlerin, teorilerin, görüşlerin ve siyasi kurumların kökeninden, ortaya çıkışlarından; toplumun manevi yaşamının, maddi yaşam koşullarının bir yansısı olduğundan sözettik. Toplumsal fikirlerin, teorilerin, görüşlerin ve siyasi kurumların önemine, tarihteki rollerine gelince, tarihi materyalizm, bunların toplum yaşamındaki, toplum tarihindeki ağırlıklı rolünü önemini inkar etmek şöyle dursun, bilakis tam tersine öne çıkarır.
Farklı toplumsal fikirler ve teoriler vardır. Gününü doldurmuş toplumun sönüp giden güçlerinin çıkarlarına hizmet eden eski fikirler ve teoriler vardır. Bunların rolü, toplumun gelişmesine ve ilerlemesine ayak bağı olmaktır. Bir de, toplumun ilerici güçlerinin çıkarlarına hizmet eden yeni, ilerici fikirler ve teoriler vardır. Bunların önemi, toplumun gelişmesini, ilerlemesini kolaylaştırmalarında yatar; ve toplumun maddi yaşamının gelişmesinin ihtiyaçlarını doğru dile getirdikleri oranda bu fikirlerin önemi artar.
Yeni toplumsal fikirler ve teoriler, ancak toplumun maddi yaşamının gelişmesi, onun önüne yeni görevler koyduğunda ortaya çıkar. Ama bunlar ortaya çıktıktan sonra, toplumun maddi yaşamının gelişmesinin getirdiği görevlerin çözümünü kolaylaştıran, toplumun ilerlemesini kolaylaştıran son derece önemli bir güç haline gelirler. Yeni fikirlerin, yeni teorilerin, yeni siyasi görüşlerin ve yeni siyasi kurumların muazzam örgütleyici, harekete geçirici ve yeniden biçimlendirici rolü tam da burada kendini gösterir. Yeni toplumsal fikirler ve teoriler aslında tam da, bunlar toplum için gerekli olduğu, bu fikirlerin örgütleyici, harekete geçirici ve yeniden biçimlendirici etkisi olmadan toplumun maddi yaşamını geliştirmenin olgunlaşmış görevlerini çözmek imkansız olduğu için ortaya çıkarlar. Toplumun maddi yaşamının gelişmesinin koyduğu yeni görevler temelinde ortaya çıkan yeni toplumsal fikir ve teoriler, kendilerine yol açarak kitlelerin malı olurlar, onları harekete geçirip, toplumun can çekişen güçlerine karşı örgütlerler ve böylece toplumun maddi yaşamının gelişmesini engelleyen bu güçlerin devrilmesini kolaylaştırırlar.
Böylece, toplumun maddi yaşamının, toplumsal varlığın gelişmesinin olgunlaşmış görevleri temelinde ortaya çıkan toplumsal fikirler, teoriler ve siyasi kurumlar, bizzat kendileri, toplumun maddi yaşamının gelişmesinin olgunlaşmış görevlerinin çözümünü sonuna kadar götürmek ve toplumun daha da gelişmesini mümkün kılmak için gerekli koşulları yaratarak, toplumsal varlık üzerinde, toplumun maddi yaşamı üzerinde etkide bulunurlar.
Bu bağıntıda Marx şöyle diyor:
“Teori kitleleri bir kez sardı mı, maddi bir güç haline gelir.” (Marx-Engels, Tüm Eserler, Birinci Bölüm, cilt I, ilk yarı cilt, s. 614.)
O halde toplumun maddi yaşam koşullarını etkileyebilmek ve bu koşulların gelişmesini, ilerlemesini hızlandırabilmek için, proletarya partisi, toplumun maddi yaşamının gelişmesinin ihtiyaçlarını doğru olarak ifade eden ve bundan dolayı geniş halk kitlelerini harekete geçirebilecek, seferber edebilecek, onları gerici güçleri ezmeye ve toplumun ileri güçlerinin yolunu açmaya hazır büyük bir proletarya partisi ordusu halinde örgütleyebilecek bir toplumsal teoriye, toplumsal fikre dayanmalıdır.
“Ekonomistler”in ve Menşeviklerin başarısızlığı, diğer şeylerin yanısıra, ileri teori ve fikirlerin harekete geçirici, örgütleyici ve yeniden biçimlendirici rolünü kabul etmemeleri, ve -kaba materyalizme düşerek- bu etkenlerin rolünü hemen hemen sıfıra “indirgemeleri; dolayısıyla Partiyi pasifliğe, bitkisel hayata mahkum etmeleri ile açıklanır.
Marksizm-Leninizmin gücü ve hayatiyeti, toplumun maddi yaşamının gelişmesinin ihtiyaçlarını doğru olarak ifade eden ileri bir teoriye dayanmasında, teoriye layık olduğu önemi vermesinde ve onun harekete geçirici, örgütleyici ve yeniden biçimlendirici gücünden sonuna kadar yararlanmayı görev bilmesinde yatar.
Toplumsal varlıkla toplumsal bilinç arasındaki, toplumun maddi yaşamının gelişme şartlarıyla manevi yaşamının gelişme şartları arasındaki ilişki sorununu tarihi materyalizm böyle çözer.
3 - Tarihi Materyalizm.
Şimdi geriye şu soruyu aydınlatmak kalıyor: Son tahlilde toplumun görünüşünü, fikirlerini, görüşlerini ve siyasi kurumlarını vb. belirleyen “toplumun maddi yaşam koşulları”, tarihi materyalizm açısından ne demektir?
Gerçekten de - nedir bu “toplumun maddi yaşam koşulları”, onların karakteristik özellikleri nelerdir.
Hiç kuşkusuz “toplumun maddi yaşam koşulları” kavramı, herşeyden önce, toplumu çevreleyen doğayı, coğrafi çevreyi içine alır; coğrafi çevre, toplumun maddi yaşamının vazgeçilmez ve değişmez koşullarından biridir ve elbette toplumun gelişmesini etkiler. Toplumun gelişmesinde coğrafi çevrenin rolü nedir? Coğrafi çevre, toplumun görünüşünü, insanların toplumsal düzeninin karakterini, bir düzenden başkasına geçişi belirleyen baş faktör değil midir?
Tarihi materyalizm bu soruyu olumsuz yanıtlar.
Coğrafi çevre, tartışmasız toplumun gelişmesinin daimi ve zorunlu koşullarından biridir ve elbette toplumun gelişmesi üzerinde etkisini gösterir -toplumun gelişme seyrini hızlandırır veya yavaşlatır. Fakat onun etkisi tayin edici değildir, çünkü toplumun değişmesi ve gelişmesi, coğrafi çevrenin değişme ve gelişmesiyle kıyaslanamayacak bir hızda olmaktadır. Sadece üç bin yıllık bir süre içinde Avrupa'da birbiri ardına üç ayrı toplumsal sistem gelip geçmiştir: ilkel komünal sistem, köleciliğe dayalı toplum sistemi ve feodal sistem, ve Avrupa'nın doğusunda, SSCB'nde ise hatta dört toplumsal sistem gelip geçmiştir. Oysa bu sürede, Avrupa'daki coğrafi şartlar ya hiç değişmemiştir, ya da coğrafya onları gözönüne almayacak kadar küçük değişiklikler olmuştur. Bu anlaşılırdır da. Coğrafi çevrede az biraz önemli değişiklikler olması için milyonlarca yıl gerekir, oysa insanların toplum sistemlerinde çok önemli bir değişiklik için bile birkaç yüz veya birkaç bin yıl yeter.
Ama bundan şu sonuç çıkar ki, coğrafi çevre, toplumun gelişmesinin baş nedeni, tayin edici nedeni olamaz, çünkü onbinlerce yıl boyunca neredeyse hiç değişmeden kalan birşey, birkaç yüzyılda köklü değişikliklere uğrayan birşeyin gelişmesinin baş nedeni olamaz.
Ayrıca, hiç kuşkusuz, nüfus artışı ve şu, ya da bu derecede nüfus yoğunluğu da “toplumun maddi yaşam koşulları” kavramı içine girer, çünkü insanlar, toplumun maddi yaşam koşullarının zorunlu bir unsurudur, ve belli asgari sayıda insan olmadan, toplumun maddi yaşamı olamaz. İnsanların toplum sisteminin karakterini belirleyen baş faktör. nüfus artışı değil midir?
Tarihi materyalizm bu soruyu da olumsuz yanıtlar.
Elbette nüfus artışı toplumun gelişmesini etkiler, gelişmeyi kolaylaştırır veya yavaşlatır, ama nüfus artışı, toplumun gelişmesinin baş faktörü olamaz, toplumun gelişmesine etkisi tayin edici olamaz, çünkü tek başına nüfus artışı, belli bir toplum sisteminin yerine niçin tam da şu şekilde bir yeni sistemin geçtiğini ve herhangi bir başkasının geçmediğini, ilkel komünal toplumun yerine niçin tam da köleciliğin, köleciliğin yerine feodal düzenin ve feodal düzenin yerine burjuva düzeninin geçtiğini açıklamak için anahtar vermez.
Eğer nüfus artışı, toplumsal gelişmenin tayin edici gücü olsaydı, daha fazla nüfus yoğunluğu, zorunlu olarak, buna uygun olan daha yüksek bir toplum düzeni tipinin ortaya çıkmasına sebep olurdu, Ama gerçekte durum bu değildir. Çin'deki nüfus yoğunluğu, ABD'dekinin dört katıdır, ama ABD, toplumsal gelişmede Çin'den daha yüksek bir aşamadadır, çünkü Çin'de hala yarı-feodal bir düzen hüküm sürmesine karşılık, ABD çoktan kapitalist gelişmenin en üst aşamasına varmıştır. Belçika’da nüfus yoğunluğu ABD'ninkinin 19 katı, SSCB'ninkinin 26 katıdır, ama ABD toplumsal gelişmede Belçika'dan ileridedir, SSCB'nden ise Belçika tüm bir tarihi dönem boyu geri kalmıştır, çünkü Belçika'da kapitalist düzen hüküm sürmesine karşılık SSCB kapitalizmi yıkmış ve sosyalist toplum düzenini kurmuştur.
Ama bundan şu sonuç çıkar ki, nüfus artışı, toplumun gelişmesinde toplum düzeninin karakterini, toplumun görünümünü tayin eden baş faktör değildir ve olamaz.
a) O halde, toplumun maddi yaşam koşullan sistemi içinde, toplumun görünümünü, toplumsal düzeninin karakterini, toplumun bir sistemden diğerine gelişmesini tayin eden baş faktör nedir?
Tarihi materyalizme göre bu faktör, insanın varlığı için gerekli geçim kaynaklarını sağlama tarzı, toplumun yaşayıp gelişebilmesi için zorunlu olan maddi değerlerin -yiyecek, giyecek, ayakkabı, konut, yakacak, üretim aletleri vb. -üretim tarzıdır.
Yaşamak için, yiyecek, giyecek, ayakkabı, barınak, yakacak vb. gereklidir; bu maddi değerlere sahip olmak için bunları üretmek gerekir; ve bunları üretmek için de insanların, onların yardımıyla yiyecek, giyecek, ayakkabı, barınak, yakacak vb. gibi şeyler ürettikleri üretim aletlerine sahip olması gerekir; insanların bu aletleri üretebilmeleri ve kullanabilmeleri gerekir.
Onların yardımıyla maddi değerlerin üretildiği üretim aletleri, bu üretim aletlerini işleten ve belli bir üretim tecrübesi ile iş becerisi sayesinde maddi değerler üretimini gerçekleştiren insanlar –tüm bu unsurlar, hep birlikte toplumun üretici güçlerini meydana getirirler.
Fakat üretici güçler, üretimin, üretim tarzının sadece bir yanını; insanın maddi değerlerin üretimi için yararlandığı nesneler ve doğa güçleri ile olan ilişkisini ifade eden yanını oluşturur. Üretimin, üretim tarzının diğer yanını, insanların üretim süreci içindeki karşılıklı ilişkileri, insanların üretim ilişkileri oluşturur. İnsanlar doğayla mücadele ederler ve maddi değerler üretmek için doğadan, birbirinden tecrit olmuş, birbirinden kopuk tekil varlıklar olarak değil, birlikte, gruplar halinde, toplum halinde yararlanırlar. Bundan dolayı üretim, her zaman ve her şart altında toplumsal bir üretimdir. Maddi değerlerin üretim sürecinde insanlar, üretim içinde birbirleri ile şu ya da bu karşılıklı ilişki, şu ya da bu üretim ilişkisi içine girerler. Bu ilişkiler, sömürüden özgür insanlar arasında işbirliği ve karşılıklı yardımlaşma ilişkileri olabilir; hakimiyet ve boyun eğme ilişkileri olabilir; veya nihayet bir üretim ilişkisi biçiminden diğerine geçiş ilişkileri olabilir. Fakat üretim ilişkileri hangi karakterde olursa olsun, -daima ve bütün toplum düzenlerinde- bu ilişkiler, üretimin, toplumun üretici güçleri kadar zorunlu bir unsurdur.
“Üretimde”, der Marx, “insanlar sadece doğa üzerinde değil, birbirleri üzerinde de etkide bulunurlar. Ancak belli bir tarzda işbirliği yaparak ve faaliyetlerini karşılıklı mübadele ederek üretimde bulunurlar. Üretmek için, birbirleriyle belirli ilişkiler ve bağıntılar içine girerler ve doğayı etkilemeleri, yani üretim, ancak bu toplumsal ilişkiler ve bağıntılar içinde gerçekleşir.” (Karl Marx, Seçme Yazılar, cilt I, s. 261)
Dolayısıyla üretim, üretim tarzı, hem toplumun üretici güçlerini, hem de insanların üretim ilişkilerini kapsar, o bunların, maddi değerlerin üretim süreci içindeki birliğinin cisimleşmesidir.
b) Üretimin birinci özelliği, hiçbir zaman bir noktada uzun süre kalmaması, bilakis hep değişme ve gelişme halinde olmasıdır, ve ayrıca, üretim tarzındaki değişmeler, kaçınılmaz olarak bütün toplumsal sistemde, toplumsal fikirlerde, siyasi görüşlerde, ve siyasi kurumlarda da değişiklikleri getirir; bütün toplumsal ve siyasi düzenin altüst olmasına yolaçar. İnsanlar farklı gelişme aşamalarında farklı üretim tarzlarından yararlanırlar, veya daha kabaca söylersek, farklı bir yaşam tarzı sürdürürler. İlkel komünal toplumda bir üretim vardır, kölecilikte bir başka üretim tarzı vardır, feodalizmde de daha başka bir üretim tarzı vardır vs. vb. Ve buna uygun olarak, insanların toplumsal sistemi, manevi yaşamı, görüşleri ve siyasi kurumları da farklıdır.
Bir toplumun üretim tarzı nasılsa, toplumun kendisi, fikirleri ve teorileri, siyasi görüş ve kurumları da esas itibariyle öyledir.
Veya daha kabaca söylersek: insanın yaşam tarzı nasılsa, düşünme tarzı da öyledir.
Bu demektir ki, toplumun gelişme tarihi, herşeyden önce, üretimin gelişmesinin tarihidir; yüzyılların seyri içinde birbirini izleyen üretim tarzlarının tarihidir, üretici güçlerin ve insanların üretim ilişkilerinin gelişim tarihidir.
Öyleyse toplumsal gelişme tarihi, aynı zamanda maddi değerleri üretenlerin tarihidir, üretim süreçlerinin baş faktörü olan ve toplumun varlığı için gerekli maddi değerlerin üretimini sağlayan emekçi kitlelerin tarihidir.
Öyleyse tarih bilimi, eğer gerçek bir bilim olacaksa, toplumun gelişim tarihini artık kral ve generallerin hareketlerine, devletlerin “fatih”lerinin ve “hükümdar”larının davranışlarına indirgememeli, bilakis herşeyden önce, maddi değerleri üretenlerin, emekçi kitlelerin tarihiyle, halkların tarihiyle ilgilenmelidir.
Öyleyse toplum tarihinin yasalarım incelemede ipucu, insanların zihinlerinde, toplumun görüşlerinde ve fikirlerinde değil, her verili tarihi dönemde toplumun uyguladığı üretim tarzında, toplumun iktisadi
yaşamında aranmalıdır.
Öyleyse tarih biliminin en birinci görevi, üretim yasalarını, üretici güçlerle üretim ilişkilerinin gelişim yasalarını ve toplumun iktisadi gelişim yasalarını incelemek ve meydana çıkarmaktır.
Öyleyse proletarya partisi, eğer gerçek bir parti olacaksa, herşeyden önce üretimin gelişme yasalarının, toplumun iktisadi gelişme yasalarının bilgisini kazanmalıdır.
O halde politikada hataya düşmemek için proletarya partisi, hem programını hazırlarken hem de pratik faaliyetlerinde, herşeyden önce üretimin gelişme yasalarından, toplumun iktisadi gelişme yasalarından hareket etmelidir.
c) Üretimin ikinci özelliği, üretimdeki değişmelerin ve üretimin gelişmesinin, her zaman, üretici güçlerin; bunlar içinde de en başta üretim aletlerinin değişmesi ve gelişmesi ile başlamasıdır. Demek oluyor ki, üretici güçler, üretimin en devingen ve en devrimci öğesidirler. İlkönce toplumun üretici güçleri değişikliklere uğrar ve gelişir; sonra bu değişikliklere bağlı ve bunlarla uyum içinde, insanlar arasındaki üretim ilişkileri, insanların ekonomik ilişkileri değişir. Bununla birlikte, bu demek değildir ki, üretim ilişkileri üretici güçlerin gelişmesi üzerinde etkili olmaz, ve üretici güçler, üretim ilişkilerine bağlı değildir. Üretici güçlerin gelişmesine bağlı olan üretim ilişkilerinin kendileri de, üretici güçlerin gelişmesi üzerinde etki yaparlar, bu gelişmeyi hızlandırır ya da yavaşlatırlar. Ayrıca, şunu da belirtmek önemlidir ki, üretim ilişkileri, uzun süre, üretici güçlerdeki büyümenin gerisinde kalamaz, ve uzun zaman bu büyüme ile çelişme durumunda bulunamazlar, çünkü ancak üretim ilişkileri, üretici güçlerin niteliğine ve durumuna uygun düştüğü ve onların özgür gelişmesine elverişli bir ortam yarattığı zaman, üretici güçler alabildi~ine gelişebilirler. Bu yüzden, üretim ilişkileri üretici güçlerin gelişmesine göre ne kadar gecikmiş olurlarsa olsunlar, er ya da geç, sonunda üretici güçlerin gelişme düzeyine, üretici güçlerin niteliğine uygun bir duruma gelmek zorundadırlar - ve gerçekte yaptıkları da budur. Tersi durumda üretici güçler ile üretim ilişkilerinin üretim sistemi içindeki birliği temelinden sarsılır, tehlikeye düşer, üretimin tümünde bir kopma meydana gelir, bir üretim bunalımı olur, üretici güçler tahribe uğrar.
Kapitalist ülkelerde -üretim araçlarının kapitalist özel mülkiyetinin, üretim sürecinin toplumsal niteliği ile, ve üretici güçlerin niteliği ile açıkça uyumsuzluk halinde bulunduğu bu ülkelerde- ekonomik bunalımlar, üretim ilişkileri ile üretici güçlerin niteliği arasındaki uyumsuzluğun bir örneği, üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki çatışmanın bir örneğidirler. Üretici güçlerin tahribine varan ekonomik bunalımlar, bu uyuşmazlığın sonucudurlar; ayrıca, bu uyuşmazlığın kendisi de, halen mevcut üretim ilişkilerini yıkacak, ve üretici güçlerin niteliğine uygun yeni ilişkileri yaratacak olan toplumsal devrimin ekonomik temelidir.
Buna karşılık, üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti ile üretim sürecinin toplumsal niteliğinin tam bir uyuşma halinde olduğu, bu yüzden ne ekonomik bunalımlar, ne üretici güçlerin tahribi gibi bir durumun bulunmadığı SSCB'ndeki sosyalist ekonomi, üretim ilişkileri ile üretici güçlerin niteliği arasındaki tam uyumun bir örneğidir.
Dolayısıyla, üretici güçler, üretimin, yalnızca en devingen ve en devrimci öğesi olmakla kalmazlar. Aynı zamanda, üretimin gelişmesini belirleyen öğedir.
Üretici güçler nasılsa, üretim ilişkileri de ona göre olmalıdır.
Nasıl üretici güçlerin durumu, insanların kendileri için gerekli maddi değerleri hangi üretim aletleri ile ürettiklerini gösterirse, üretim ilişkilerinin durumu da üretim araçlarının (toprak, ormanlar, sular, yeraltı zenginlikleri, hammaddeler, üretim aletleri, işletme binaları, taşıma ve ulaşım ve iletişim araçlarının) kimin elinde bulunduğunu, onlara kimin sahip olduğunu, üretim araçlarının kimin emrinde bulunduğunu, tüm toplumun emrinde mi, yoksa bunları başka bireyleri, grupları ya da sınıfları sömürmek için kullanan tek tek bireylerin, grupların ya da sınıfların emrinde mi olduğunu gösterir.
İşte üretici güçlerin en eski zamanlardan günümüze kadarki gelişmesinin şematik bir tablosu; kaba taştan yapılma aletlerden yay ve oka geçiş, sonra avcılıktan hayvanların evcilleştirilmesine ve ilkel hayvan yetiştiriciliğine geçiş; taştan yapılma aletlerden madeni aletlere (demir balta ve demir uçlu karasabana) geçiş, daha sonra bitkilerin yetiştirilmesine, tarıma geçiş; malzemelerin işlenmesi için madeni aletlerde yeni geliştirmeler, demirci körüğünün ve çömlekçiliğin ortaya çıkması, buna uygun zanaatların gelişmesi, zanaatların tarımdan ayrılması, bağımsız zanaatların gelişmesi ve sonra manüfaktürün gelişmesi; zanaatçı üretim aletlerinden makineye geçiş, zanaatçı ve manüfaktürcü üretimin makineleşmiş sanayie dönüşmesi; makineler sistemine geçiş ve modem makineleşmiş büyük sanayiin ortaya çıkışı; insanlık tarihi boyunca toplumun üretici güçlerinin gelişmesinin çok eksik, ama genel bir tablosudur bu. Ve kendiliğinden anlaşılır ki; üretim aletlerinin gelişmesi ve yetkinleşmesi üretimle ilişiği olan insanların işidir, yoksa insanlardan bağımsız olarak olmamıştır. O halde, üretim aletleri değişir ve gelişirken, aynı zamanda insanlar da -üretici güçlerin en önemli öğesi de değişir ve gelişir; onların üretim deneyimi, iş alışkanlıkları, üretim araçlarını kullanma yetenekleri de değişmiş ve gelişmiştir.
İşte tarih boyunca toplumun üretici güçlerindeki bu değişmelere ve bu gelişmeye uygun olarak insanlar arasındaki üretim ilişkileri de, onların ekonomik ilişkileri de değişmiş ve gelişmiştir.
Tarih, beş temel üretim ilişkisi tipi tanır: ilkel komün, kölelik, feodalizm, kapitalizm ve sosyalizmin üretim ilişkileri.
İlkel komün düzeninde, üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti, üretim ilişkilerinin temelini oluşturur. Bu da, öz olarak, bu dönemdeki üretici güçlerin niteliğine uygun düşer, onun karşılığıdır. Taş aletler, keza daha sonra ortaya çıkan yay ve oklar da insanlara, doğa güçlerine ve av hayvanlarına karşı tek başlarına savaşmak olanağını vermiyordu. İnsanlar, açlıktan ölmek ya da yırtıcı hayvanlara ve komşu kabilelere yem olmak istemedikleri taktirde, ormandan meyve toplamak için, balık avlamak için, herhangi bir barınak yapmak için ortaklaşa çalışmak zorunda idiler. Ortaklaşa çalışma, üretim araçlarının ve aynı şekilde ürünlerin ortak mülkiyetine yolaçıyordu. Bu düzende, aynı zamanda, av hayvanlarına karşı savunma silahı olarak birkaç üretim aletinin bireysel mülkiyeti dışında, henüz, özel mülkiyet kavramı yoktu. Bu düzende, ne sömürü, ne de sınıflar vardır.
Köleliğe dayalı toplum düzeninde, köle sahibinin üretim araçları üzerindeki ve ayrı şekilde çalışanlar -yani bir sürü hayvanı gibi satın alabildiği, satabildiği ve öldürebildiği köleler- üzerindeki mülkiyeti, üretim ilişkilerinin temelini oluşturur. Bu üretim ilişkileri, özünde, o dönemdeki üretici güçlerin durumuna uygun düşer. İnsanlar, taş aletler yerine, şimdi artık madeni aletlerden yararlanabilmektedirler; ilkel ve yoksul bir avlanmadan ibaret olan, hayvan yetiştirmeyi ve tarımı bilmeyen bir ekonomi yerine, hayvan yetiştiriciliğinin, tarımın, zanaatların, üretimin çeşitli dalları arasındaki iş bölümünün ortaya çıktığı görülür; bireyler ve gruplar arasında ürünleri değiş- tokuş etme olanağının, zenginliğin birkaç kişinin elinde birikmesi, üretim araçlarının bir azınlığın elinde gerçekten birikmesi olanağının, çoğunluğun azınlığa boyun eğmesi ve insanların çoğunluğunun köle haline gelmesi olanağının belirdiği görülür. Burada artık toplumun tüm üyelerinin, üretim sürecinde ortaklaşa ve özgürce çalışması yoktur; burada egemen olan, aylak efendiler tarafından sömürülen kölelerin zorla çalıştırılmasıdır. Onun için, artık üretim araçlarının da, ürünlerin de, ortak mülkiyeti yoktur. Ortak mülkiyetin yerini özel mülkiyet almıştır. Burada köle sahibi, ilk ve mutlak mülk sahibi olarak ortaya çıkmaktadır.
Zenginler ve yoksullar, sömürenler ve sömürülenler, tüm haklara sahip olanlar ve hiçbir hakkı olmayanlar, bunlar arasındaki çetin bir sınıf mücadelesi: işte köleliğe dayalı toplum düzeninin tablosu budur.
Feodal düzende, üretim ilişkilerinin temelini oluşturan, feodal beyin üretim araçları üzerindeki mülkiyeti, ve üretici üzerindeki - yani feodal beyin artık öldüremediği, ama [tasarrufunda bulundurduğu toprağıyla birlikte] satın alabildiği ve satabildiği serf üzerindeki - sınırlı mülkiyetidir. Feodal mülkiyet ile köylünün ve zanaatçının üretim araçları üzerindeki ve kişisel emeği üzerine kurulu kendi özel ekonomisi üzerindeki bireysel mülkiyeti birarada bulunur. Bu üretim ilişkileri, esas olarak, üretici güçlerin bu dönemdeki durumuna uygun düşer. Dökmeciliğin ve demir işlemeciliğinin daha gelişmesi, saban ve dokuma tezgahı kullanımının yaygınlaşması, tarımın, bahçıvanlığın, bağcılığın, zeytinyağı elde ediminin sürekli gelişmesi; zanaat atölyeleri, yanında manüfaktürlerin de ortaya çıkması: işte üretici güçlerin durumunun ayırdedici çizgileri bunlardır.
Yeni üretici güçler, emekçinin, üretimde belli bir girişkenliği olmasını, işine ilgi duymasını, yapıtına bir beğeni katmasını gerektiriyor. Bu yüzden feodal bey, işine ilgi duymayan ve kesin olarak girişkenlikten yoksun köleden vazgeçerek, kendi özel işletmesine ve kendi üretim aletlerine sahip olan, ektiği toprak ve kaldırdığı mahsul üzerinden feodale ayni olarak ödemekte yükümlü olduğu vergiyi ödemek için, zorunlu olarak, işe bir miktar ilgi duyan serfle iş görmeyi yeğ tutuyor.
Burada, özel mülkiyet evrimini sürdürür. Sömürü hemen hemen kölelik düzenindeki kadar katıdır; belli belirsiz yumuşamıştır. Sömürenlerle sömürülenler arasındaki sınıf mücadelesi, feodal düzenin temel çizgisidir.
Kapitalist toplum düzeninde üretim araçlarının kapitalist mülkiyeti, üretim ilişkilerinin temelini oluşturur: üreticiler, ücretli işçiler mülk değildir artık; kapitalist, üreticileri, yani ücretli işçileri ne öldürebilir, ne de satabilir çünkü onlar her türlü kişisel bağımlılıklardan kurtulmuşlardır; ama üretim, araçlarından yoksundurlar ve açtıktan ölmemek için iş güçlerini kapitaliste satmak ve sömürünün boyunduruğuna katlanmak zorundadırlar. Üretim araçlarının kapitalist mülkiyeti yanında, ilk zamanlarda geniş ölçüde yaygın olan, toprak köleliğinden kurtulmuş köylü ve zanaatçıların, üretim araçları üzerindeki, kişisel emeğe dayanan özel mülkiyeti de vardır. Zanaatçı atölyeleri ve manüfaktürler, yerlerini, makinelerle donatılmış büyük fabrika ve işletmelere bırakmıştır. Köylerin ilkel aletleri ile işlenmekte olan senyör arazileri, yerlerini, tarım bilimine dayanarak işletilen ve tarımsal makinelerle donatılmış güçlü kapitalist işletmelere bırakmıştır.
Yeni üretici güçler, emekçilerden, bilisiz ve korkutulmuş serflerden daha kültürlü ve daha kavrayışlı olmalarını ister; onlar makineyi kavrayabilecek ve onu gerektiği gibi kullanabilecek yetenekle olmalıdır. Onun için kapitalistler, feodal bağlarından kurtulmuş, makineleri uygun bir biçimde kullanabilecek kadar kültürlü ücretli işçilerle iş görmeyi yeğ tutarlar.
Ama, üretici güçleri çok büyük ölçülerde geliştirmiş olması yüzünden, kapitalizm, kendisinin de çözemeyeceği çelişkilere gömülmüştür. Kapitalizm gitgide daha büyük miktarlarda meta üreterek, ve bu metaların fiyatını düşürerek, rekabeti ağırlaştırır, küçük ve orta özel mülk sahibi yığınını yıkıma uğratır, onları proleter durumuna düşürür, satın alma güçlerini azaltır; bunun sonucu olarak, üretilmiş metaların sürümü olanaksızlaşır. Kapitalizm, üretimi genişleterek, ve kocaman fabrika ve işletmelerde milyonlarca işçiyi biraraya toplayarak, üretim sürecine toplumsal bir nitelik kazandırır ve bununla da kendi kuyusunu kendisi kazar: çünkü üretimin toplumsal niteliği, üretim araçlarının toplumsal mülkiyetini gerektirir; oysa üretim araçları mülkiyeti, özel, kapitalist, üretim sürecinin toplumsal niteliğiyle bağdaşmaz bir mülkiyet olarak kalır.
İşte dönem dönem patlak veren aşırı üretim bunalımları sırasında kendini gösteren şey, üretici güçlerin niteliği ile üretim ilişkileri arasındaki bu uzlaştırılamaz zıtlıklardır; kapitalistler, gene kendilerinin sorumlu oldukları, yığınların yıkıma uğraması yüzünden, metanın karşılığını ödeyebilecek alıcı bulamayınca, zahireyi yakmak, üretilmiş metaları yoketmek, üretimi durdurmak, üretici güçleri tahrip etmek zorunda kalırlar ve bir yanda milyonlarca insan, meta eksikliği yüzünden değil, tersine fazla meta üretildiği için işsizlik ve açlıktan acı çeker.
Bu demektir ki, kapitalist üretim ilişkileri, artık toplumun üretici güçlerine uygun düşmüyorlar, ve onlarla çözülmez zıtlıklar içine girmiş bulunuyorlar.
Bu demektir ki, kapitalizm, üretim araçlarının bugünkü kapitalist mülkiyeti yerine sosyalist mülkiyeti koyacak bir devrime gebedir.
Bu demektir ki, sömürenler ile sömürülenler arasında en keskin bir sınıf mücadelesi, kapitalist düzenin temel özelliğidir.
Bugün için yalnız SSCB'nde gerçekleşmiş bulunan sosyalist toplum düzeninde, üretim ilişkilerinin temelini oluşturan, üretim araçlarının toplumsal mülkiyetidir. Burada artık ne sömüren, ne de sömürülen vardır. Ürünler, verilen emeğe göre ve “Çalışmayan yemez” ilkesi gözönünde tutularak üleştirilir. Üretim süreci içinde insanlar arasındaki ilişkiler, sömürüden kurtulmuş çalışanların kardeşçe birliği ve sosyalist yardımlaşma ilişkileridir. Üretim ilişkileri, üretici güçlerin durumuna tamamıyla uygundur, çünkü üretim sürecinin toplumsal niteliği, o üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti ile desteklenmiştir.
SSCB'nde, sosyalist mülkiyetin, dönem dönem gelen aşırı üretim bunalımlarından ve ona bağlı her türlü saçmalıklardan habersiz olmasını sağlayan da bu uygunluktur.
Bu yüzdendir ki, burada, üretici güçler hızlı bir tempoyla gelişirler, çünkü üretici güçlere uygun olan üretim ilişkileri, bu gelişmeyi alabildiğine özgür kılarlar.
İnsanlık tarihi boyunca insanların üretim ilişkilerinin gelişmesinin tablosu budur.
Üretim ilişkilerindeki gelişmenin, toplumun üretici güçlerinin ve öncelikle üretim aletlerinin gelişmesine bağımlılığı böyledir ve bu bağımlılık sonucu, üretici güçlerdeki değişme ve gelişmeler, eninde sonunda üretim ilişkilerinde de değişikliklere ve gelişmelere yol açar.
“İş aletlerinin* kullanımı ve yapımı”, der Marx, “rüşeym halinde bazı hayvan türlerinde var olmasına rağmen, özellikle insanın iş sürecini karakterize eder ve Franklin bundan dolayı insanı ... alet yapan hayvan olarak tanımlar. Kemik fosilleri, nesli tükenmiş hayvan türlerinin tespit edilmesi için ne kadar önemliyse, günü geçmiş iş aletlerinin kalıntıları da, toplumun artık yok olmuş iktisadi biçimlerini ortaya çıkarmak için o kadar önemlidir. İktisadi çağları ayırt eden, ne yapıldığı değil, nasıl yapıldığı ve yapılışlarında hangi aletlerin kullanıldığıdır. İş aletleri, sadece insan emeğinin ulaştığı gelişme seviyesinin bir ölçütü değil, aynı zamanda hangi toplumsal koşullar içinde çalışıldığının da göstergesidir.” (Karl Marx, “Kapital” cilt I, Moskova-Leningrad 1932, s. 187/88.) *[“İş aletleri”nden Marx, esas olarak üretim aletlerini anlar. –Red. ]
Ve yine:
-“Sosyal ilişkiler, üretici güçlere sıkı sıkıya bağlıdır. İnsanlar yeni üretici güçler elde ettikçe, üretim tarzını da değiştirirler; ve üretim tarzını, geçimlerini kazanma tarımı değiştirmekle, tüm toplumsal ilişkilerini de değiştirirler. El tezgahı, feodal ağalı bir toplumu, buhar tezgahı ise sanayi kapitalisti bulunan bir toplumu verir.” (Karl Marx, “Felsefenin Sefaleti”, Moskova 1939, s. 71.)
-“Üretici güçlerin büyümesi, toplumsal ilişkilerin yıkılması, fikirlerin oluşumu sürekli hareketinin ta ortasında yaşıyoruz; hareketsiz olan sadece, hareket soyutlamasıdır.” (Aynı yerde, s. 93.)
“Komünist Partisi Manifestosu”nda formüle edildiği haliyle tarihi materyalizmi karakterize ederken Engels şöyle der:
“iktisadi üretim ve ondan zorunlu olarak çıkan, her tarihi çağın toplumsal yapısı, bu çağın siyasi ve düşünsel tarihinin temelini teşkil eder; dolayısıyla (toprak üzerindeki ilkel komünal mülkiyetin çözülmesinden bu yana) tüm tarih, sınıf mücadelelerinin, toplumsal evrimin değişik aşamalarındaki sömürenle sömürülen, ezenle ezilen sınıflar arasındaki mücadelelerin tarihidir; ama bu mücadele şimdi öyle bir aşamaya erişmiştir ki, ezilen ve sömürülen sınıf (proletarya), aynı zamanda tüm toplumu sömürü, baskı ve sınıf mücadelesinden ebediyen kurtarmadıkça, kendini ezen ve sömüren sınıftan (burjuvazi) kurtaramaz...” (Engels, “Manifesto”nun 1883 Almanca baskısına önsöz.)
d) Üretimin üçüncü özelliği, yeni üretici güçlerin ve onlara tekabül eden üretim ilişkilerinin, eski toplum düzeninden kopuk bir şekilde, eski düzenin yok olmasından sonra değil, eski düzenin bağrında; insanların kasıtlı ve bilinçli faaliyeti sonucu olarak değil, kendiliğinden, bilinçsizce ve insan iradesinden bağımsız olarak ortaya çıkmasıdır. Kendiliğinden ve insan iradesinden bağımsız oluşunun iki nedeni vardır:
Birincisi, insanların şu ya da bu üretim tarzını seçmede özgür olmamalarıdır, çünkü yaşama giren her yeni kuşak, kendinden önceki kuşakların emeği sonucu yaratılmış olan üretici güçleri ve üretim ilişkilerini hazır bulur, bu nedenle, maddi değer üretebilmek için, ilk başta, üretim alanında hazır bulduğu herşeyi devralmak ve kendini bu üretici güçlere ve üretim ilişkilerine uydurmak zorunda kalır.
İkincisi, insanlar şu ya da bu üretim aletini, üretici güçlerin şu ya da bu unsurunu iyileştirirken, bu iyileştirmelerin hangi toplumsal sonuçlara yolaçacağının bilincinde değillerdir, bunu anlamazlar ve durup düşünmezler, sadece güçlük çıkarlarını, işi hafifletmeyi ve kendisi için dolaysız, elle tutulur birtakım yararlar sağlamayı düşünürler.
İlkel komünal toplumun bazı üyeleri yavaş yavaş ve el yordamıyla taş alet kullanımından demir alet kullanımına geçtikleri zaman, elbette ki bu yeniliğin hangi toplumsal sonuçlara yolaçacağını bilmiyorlardı ve bunu durup düşünmemişlerdi; madeni aletlere geçişin üretimde bir devrim anlamına geldiğini, sonunda kölelik sistemine yol açacağını anlamamışlardı, bunun bilincinde değillerdi - sadece işi hafifletmek ve en yakın, elle tutulur yarar sağlamak istiyorlardı, bilinçli faaliyetleri, günlük kişisel çıkarların dar çerçevesiyle sınırlıydı.
Feodal sistem döneminde Avrupa'nın genç burjuvazisi, küçük lonca atölyelerinin yanında büyük manüfaktür işletmeleri de inşa etmeye başlayıp, böylelikle toplumun üretici güçlerini ilerlettiğinde, elbette bu yeniliğin hangi toplumsal sonuçlara yol açacağını bilmiyordu ve bunları durup düşünmemişti: bu “küçük” yeniliğin toplumsal güçlerin yeniden gruplaşmasına yol açacağının, bunun da hem lütuflarına o kadar değer verdikleri kralların iktidarına karşı, hem de önde gelen temsilcilerinin, saflarına girmeye o kadar heves ettiği soyluluğa karşı bir devrimle son bulacağının bilincinde değildi, bunu anlamıyordu - o sadece, meta üretiminin maliyetini düşürerek, Asya ve yeni keşfedilmiş Amerika pazarlarına mümkün olduğunca çok mal sürmek ve mümkün olduğunca çok kâr etmekti: onun bilinçli faaliyeti bu günlük pratiğin dar çerçevesiyle kısıtlıydı.
Rus kapitalistleri, yabancı kapitalistlerle elele Rusya'ya geniş çapta modern mekanize büyük sanayii getirirken, -Çarlığı dokunmadan bırakmışlar ve kôylüleri çiftlik sahiplerinin yağmasına teslim etmişlerdiüretici güçlerin bu önemli gelişmesinin hangi toplumsal sonuçlara yolaçağını bilmiyorlardı ve bunları durup düşünmemişlerdi: toplumun üretici güçlerindeki bu büyük artışın toplumsal güçlerin yeniden gruplaşmasına yol açacağını, bu yeni gruplaşmanın, proletaryaya köylülüğü kendi mücadelesinin saflarına katma ve muzaffer sosyalist devrimi yapma imkanı vereceğinin bilincinde değillerdi ve bunu anlamıyorlardı -onlar sadece, sanayi üretimini son noktasına kadar genişletmek, dev iç pazarı ele geçirmek, tekelciler haline gelmek ve milli ekonomiden mümkün olduğunca çok kâr sızdırmak istiyorlardı; bilinçli faaliyetleri, dar pratik güncel çıkarların ötesine geçmiyordu.
Buna uygun olarak Marx şöyle der:
“Yaşamlarının toplumsal üretiminde (yani insanların yaşaması için gerekli maddi değerlerin üretiminde -red.) insanlar, aralarında belirli, zorunlu, kendi iradelerinden bağımsız ilişkilere, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme aşamasına tekabül eden, üretim ilişkilerine girerler.” (Karl Marx, Seçme Yazılar, cilt I, s. 359)
Fakat bu, üretim ilişkilerindeki değişikliklerin ve eski üretim ilişkilerinden yenilerine geçişin pürüzsüz, çatışmasız, karışıklıklar olmadan olacağı anlamına gelmez. Tam tersine, böyle bir geçiş, genellikle, eski üretim ilişkilerinin devrimci tarzda yıkılması ve yeni üretim ilişkilerinin kurulup sağlamlaştırılması yoluyla olur. Belli bir noktaya kadar üretici güçlerin gelişmesi ve üretim ilişkileri alanındaki değişiklikler, kendiliğinden bir süreç olarak, insan iradesinden bağımsız ilerler. Fakat bu sadece belli bir ana kadar, yeni ortaya çıkmış ve gelişmekte olan üretici güçlerin gerekli olgunluğa ulaştığı ana kadar böyledir. Yeni üretici güçler olgunlaştıktan sonra, eski üretim ilişkileri ve bu ilişkilerin taşıyıcıları, hakim sınıflar, ancak yeni sınıfların bilinçli faaliyetiyle, bu sınıfların şiddet eylemleriyle, devrimle ortadan kaldırılabilecek olan “aşılamaz” engel haline gelirler. Burada, eski üretim ilişkilerini şiddet yoluyla yıkma misyonuna sahip yeni toplumsal fikirlerin, yeni politik kurumların, yeni siyasi iktidarın muazzam rolü gayet berrak ortaya çıkmaktadır. Yeni üretici güçlerle eski üretim ilişkilerinin çatışması temeli üzerinde, toplumun yeni iktisadi ihtiyaçları temeli üzerinde yeni toplumsal fikirler ortaya çıkar, bu yeni fikirler, kitleleri örgütler ve seferber eder, kitleler yeni bir siyasi ordu içinde birbirleriyle kaynaşır, yeni bir devrimci iktidar yaratır ve bu iktidarı, üretim ilişkileri alanında eski düzeni yoketmek ve yeni düzeni kurup sağlamlaştırmak için kullanırlar. Gelişimin kendiliğinden süreci, yerini, insanların bilinçli faaliyetine bırakır, barışçıl gelişme, yerini, şiddetli altüst oluşa, evrim, devrime bırakır.
Proletarya, der Marx, “burjuvaziye karşı mücadele içinde zorunlu olarak sınıf olarak birleşir”, “devrim yoluyla kendini hakim sınıf kılar” ve “hakim sınıf olarak” şiddet yoluyla “eski üretim ilişkilerini kaldırır.” (“Komünist Partisi Manifestosu”, Moskova 1945, s. 38.)
Ve yine:
- “Proletarya, siyasi egemenliğini, burjuvazinin elinden adım adım tüm sermayeyi almak, bütün üretim aletlerini devletin elinde, yani hakim sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde merkezileştirmek ve üretici güçleri en hızlı şekilde artırmak için kullanacaktır.” (Aynı yerde, s. 37.)
-“Şiddet, yeni bir topluma gebe her eski toplumun ebesidir.” (Karl Marx, “Kapital”, cilt I, s. 791.)
İşte Marx'ın 1859'da, ünlü kitabı “Politik Ekonominin Eleştirisine
Katkı”nın tarihi “Önsöz”ünde verdiği, tarihi materyalizmin özünün
dahiyane formülasyonu:
“Yaşamlarının toplumsal üretiminde insanlar, aralarında belirli, zorunlu, kendi iradelerinden bağımsız ilişkilere, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme aşamasına tekabül eden üretim ilişkilerine girerler. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun ekonomik yapısını, bir hukuki ve siyasi üstyapının üzerinde yükseldiği, ve belirli toplumsal bilinç biçimlerinin ona tekabül ettiği somut temeli teşkil eder. Maddi yaşamın üretim tarzı, toplumsal, siyasi ve bir bütün olarak zihinsel yaşam sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey bilinçleri değil, tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır. Gelişmelerinin belirli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkileriyle ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkileriyle çelişkiye düşerler. Bu ilişkiler, üretici güçlerin gelişme biçimleri olmaktan çıkıp, onların zincirine dönüşürler. O zaman bir sosyal devrim çağı başlar. Ekonomik temelin değişmesiyle birlikte koskoca üstyapı yavaş veya hızlı bir şekilde altüst olur. Bu gibi altüst oluşların incelenmesinde, daima, ekonomik üretim koşullarındaki maddi, doğal bilim kesinliğiyle saptanabilir altüst oluşla, hukuki, siyasi, dini, sanatsal ya da felsefi biçimleri, kısaca, insanların bu çatışmanın bilincine vardıkları ve kesin sonuç alıncaya kadar kavgasını verdikleri ideolojik biçimleri ayırt etmek gerekir. Nasıl ki, bir kimse hakkında, kendisi için taşıdığı fikre dayanılarak bir hüküm verilemezse, böyle bir altüst oluş çağı hakkında da, onun kendi bilinciyle hüküm verilemez, tam tersine, bu bilinç, maddi yaşamın çelişkileriyle, toplumsal üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki mevcut çatışmayla açıklanmak gerekir. Bir toplumsal formasyon, kendisinin onlar için yeterince geniş olduğu bütün üretici güçler gelişmeden asla batmaz, ve yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bunların maddi varlık koşulları bizzat eski toplumun bağrında yumurtasından çıkmadan [olgunlaşmadan -ÇN], asla [eskilerinin -ÇN] yerine geçmezler. Onun içindir ki, insanlık kendi önüne, ancak çözebileceği görevleri koyar, çünkü yakından bakıldığında her zaman görülecektir ki, görevin kendisi, ancak çözümünun maddi koşullarının mevcut olduğu ya da en azından oluşma sürecinde olduğu yerde ortaya çıkar.” (Karl Marx, Seçme Yazılar, cilt I, s. 359/60.)
İşte toplum yaşamına, toplum tarihine uygulanışı içinde alındığında Marksist materyalizm budur.
İşte diyalektik materyalizmin ve tarihi materyalizmin temel özellikleri bunlardır.
Buradan, revizyonistlerin ve yozlaşmışların saldırılarına karşı Lenin'in Parti için ne kadar değerli bir teorik hazineyi koruduğu ve Lenin'in “Materyalizm ve Ampiriokritisizm” kitabının çıkmasını, Partimizin gelişmesi için ne kadar önemli olduğu anlaşılabilir.
3 - STOLYPİN GERİCİLİĞİ DÖNEMİNDE BOLŞEVİKLER VE MENŞEVİKLER. BOLŞEVİKLERİN TASFİYECİLERE VE OTZOVİSTLERE KARŞI MÜCADELESİ.
Gericilik yıllarında parti örgütlerinde çalışmak, daha önceki devrimin gelişmesi döneminde olduğundan çok daha güçtü. parti üyelerinin sayısı iyice seyrekleşti. Çok sayıda küçük-burjuva yol arkadaşı, özellikle aydınlar, Çarlık hükümetinin takibatına uğramaktan korktuklarından Parti saflarından ayrıldılar.
Lenin, devrimci partilerin böyle anlarda bilgilerini mükemmelleştirmeleri gerektiğini belirtti. Devrimin kabarışı döneminde, nasıl saldırılacağını öğrenmişlerdi, gericilik döneminde de, nasıl doğru bir şek:ilde geri çekilineceğini öğrenmeliydiler; nasıl yeraltına geçeceklerini, illegal partiyi nasıl koruyacak ve güçlendireceklerini, legal olanaklardan, en çeşitli legal örgütlerden, özellikle kitle örgütlerinden, kitlelerle bağı güçlendirmek için nasıl yararlanacaklarını öğrenmeliydiler.
Menşevikler, devrimin yeniden kabarma olanağına inanmadıklarından, panik içinde geri çekildiler; parti programının devrimci taleplerini ve Partinin devrimci şiarlarını alçakça inkar ettiler, proletaryanın illegal devrimci partisini tasfiye etmek, yoketmek istediler. Bu yüzden, bu tip Menşeviklere o andan itibaren “Tasfiyeci” dendi.
Menşeviklerden farklı olarak Bolşevikler, gelecek birkaç yıl içinde yeni bir devrimci kabarış olacağına ve Partinin kitleleri bu yeni gelişmeye hazırlamakla yükümlü olduğuna kesin emindiler. Devrimin temel görevleri çözülmemişti. Köylülerin eline toprak sahiplerinin toprakları geçmemişti, işçiler sekiz saatlik işgününü elde etmemişler, halkın nefret ettiği, ve hatta halkın 1905'te koparmış olduğu küçük siyasi özgürlükleri de yeniden yoketmiş olan Çarlık otokrasisi devrilmemişti. Böylece, 1905 yılında devrimi doğurmuş olan nedenler hala yürürlükteydi. Bu nedenle Bolşevikler devrimci hareketin yeniden yükseleceğine emindiler; buna hazırlanıyor, işçi sınıfının güçlerini biriktiriyorlardı.
Bolşevikler, devrimin yeniden kabarışının kaçınılmaz olduğu yolundaki inançlarını ayrıca, 1905 Devriminin işçi sınıfına, haklarını devrimci kitle mücadelesi yoluyla ele geçirmeyi öğretmiş olması olgusundan da alıyorlardı. Gericilik yıllarında, sermayenin taarruz yıllarında, işçiler 1905 yılının bu derslerini unutamazlardı. Lenin, işçilerden gelen, fabrika sahipleri tarafından nasıl tekrar baskı altına alındıklarını, nasıl küçük düşürüldüklerini belirterek şöyle haykırdıkları mektuplarından pasajlar aktarıyordu: “Bekleyin, yeni bir 1905 daha gelecek!”
Bolşeviklerin esas siyasi hedefi, 1905 yılındakiyle aynı kaldı – Çarlığı devirmek, burjuva-demokratik devrimi sonuna kadar götürmek ve sosyalist devrime geçmek. Bolşevikler bu hedefi bir an bile unutmadılar ve kitlelerin önünde temel devrimci şiarları izah etmeye devam ettiler: demokratik cumhuriyet, çiftlik sahiplerinin topraklarına el konulması, sekiz saatlik işgünü.
Ama Partinin taktiği, 1905 devriminin yükseliş dönemindekiyle aynı kalamazdı. Örneğin, yakın bir gelecekte kitleler bir siyasi genel greve veya silahlı ayaklanmaya çağrılamazdı. çünkü devrimci hareket geriliyordu, işçi sınıfı çok yorgun bir durumdaydı ve gerici sınıflar oldukça güçleniyordu. Parti, yeni durumu hesaba katmak zorundaydı. Saldırı taktiğinin yerine; savunma taktiği, güç toplama, kadroları yeraltına kaydırma ve illegal Parti çalışması taktiği, illegal çalışmayı legal işçi örgütlerindeki çalışmayla birleştirme taktiği geçirilmeliydi.
Ve Bolşevikler bu görevi yerine getirmeyi bildiler.
“Devrimden uzun yıllar önce çalışmayı bildik. Bize boşu boşuna kaya gibi sağlam demezler. Sosyal-demokratlar, ilk silahlı saldırının yenilgisinde cesaretini yitirmeyecek, kendini kaybetmeyecek ve maceraya sürüklenmeyecek bir proletarya partisi inşa etmiş bulunuyorlar”, diye yazıyordu Lenin. (Lenin, Tüm Eserler, cilt XII, s. 126, Rusça.)
Bolşevikler illegal Parti örgütlerini yaşatmak ve güçlendirmek için mücadele ettiler. Fakat aynı zamanda Bolşevikler, kitlelerle bağları sürdürmek ve korumak, böylece Partiyi güçlendirmek için, tüm legal olanaklardan, her türlü legal açıktan yararlanmayı gerekli saydılar.
“Bu, Partimizin Çarlığa karşı açık devrimci mücadeleden, dolaylı mücadele yöntemlerine, her türlü ve bütün legal olanaklardan -sigorta sandıklarından Duma kürsüsüne kadar- yararlanmaya döndüğü dönemdi. Bu, 1905 Devriminde yenilgiye uğramamızdan sonra geri çekilme dönemiydi. Bu dönüş, güçlerimizi toparladıktan sonra Çarlığa karşı açık devrimci mücadeleye yeniden başlamak üzere yeni mücadele yöntemlerini benimsememizi gerektiriyordu.” (Stalin,
XV. Parti Kongresi Stenografik Tutanağı, Moskova 1935, s. 366/67, Rusça.)
Ayakta kalabilen legal örgütler, illegal Parti örgütleri için adeta bir perde ve kitlelerle bağ kurma aracı oldular. Kitlelerle bağı ayakta tutmak için Bolşevikler, sendikalardan ve diğer legal toplumsal örgütlerden yararlandılar: sağlık sigortası kasaları, işçi tüketim kooperatifleri, kulüpler, eğitim dernekleri, halkevleri, Bolşevikler Devlet Duması kürsüsünden, Çarlık hükümetinin politikasını teşhir etmek, Kadetleri teşhir etmek, köylüleri proletaryanın mücadelesine kazanmak için yararlandılar. İllegal Parti örgütünün korunması ve tüm diğer siyasi çalışma biçimlerinin bu örgüt aracılığıyla yönetilmesi, Partiye, doğru Parti çizgisinin uygulanması, devrim dalgasının yeniden yükselişi için güçlerin hazırlanması imkanım sağladı.
Bolşevikler, devrimci çizgilerini, iki cepheli mücadele içinde, Parti içinde oportünizmin iki türüne karşı mücadele içinde gerçekleştirdiler: Partinin açık düşmanları olan Tasfiyecilere karşı, ve Partinin gizli düşmanlarına, Otzovistler denilenlere karşı.
Başta Lenin, Bolşevikler, tasfiyeciliğin ortaya çıktığı günden itibaren, bu oportünist akıma karşı şiddetli bir mücadele yürüttüler. Lenin tekrar tekrar, Tasfiyeciliğin, liberal burjuvazinin Parti içindeki bir acentası olduğuna işaret etti.
Aralık 1908'de Paris'te, Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi V. (Tüm-Rusya) Konferansı toplandı. Lenin'in çağrısı üzerine bu konferans, Tasfiyeciliği, yani Parti aydınlarının belli bir kesiminin (Menşevikler), “RSDİP'nin mevcut örgütünü tasfiye etme ve onun yerine, her ne pahasına olursa olsun legalite sınırları içinde, bu legalite Partinin programından, taktiklerinden ve geleneklerinden vazgeçmek pahasına da satın alınacak olsa, ne idüğü belirsiz legal bir dernek geçirme” çabalarını mahkum etti. (SBKP [B] Kararları, Bölüm I, s. l28, Rusça.)
Konferans, tüm Parti örgütlerini tasfiyeci çabalara karşı kararlı mücadeleye çağırdı.
Fakat Menşevikler Konferansın bu kararına uymadılar ve Tasfiyecilik yörüngesine, devrime ihanete Kadetlerle işbirliğine gittikçe daha çok kaydılar. Menşevikler, proletarya partisinin devrimci programından; demokratik cumhuriyet, sekiz saatlik işgünü, çiftlik sahiplerinin topraklarına el konulması şiarından gitgide açıkça vazgeçiyorlardı. Menşevikler, Parti programını ve taktiğini red pahasına, Çarlık hükümetinden, açık, legal, sözde bir “işçi partisinin varlığı için izin almak istiyorlardı. Stolypin rejimiyle barışmaya, kendilerini ona uydurmaya hazırladılar. Bu yüzden Tasfiyecilere, aynı zamanda “Stolypin İşçi Partisi”de denir.
Devrimin açık düşmanlarına -başında Dan, Akselrod ve Potressov bulunan ve Martov, Troçki ve diğer Menşeviklerden yardım gören Tasfiyecilere-karşı mücadeleyle aynı zamanda, Bolşevikler, gizli Tasfiyecilere, oportünizmlerini “sol” lafazanlıkla maskeleyen Otzovistlere karşı da uzlaşmaz bir mücadele verdiler. Otzovistler diye, işçi temsilcilerinin Devlet Duması'ndan geri çağrılmasını ve bir bütün olarak legal örgütlerdeki çalışmaların hepsinin durdurulmasını talep eden birtakım eski Bolşeviklere deniyordu.
1908'de Bolşeviklerin bir kısmı, Devlet Duması'ndaki sosyaldemokrat temsilcilerin geri çağrılmasını (Rusça: Otziv) talep etti. “Otzovist” adı buradan gelir. Otzovistler, Lenin'e ve Lenin'in çizgisine karşı mücadele başlatan kendi ayrı gruplarını kurdular (Bogdanov, Lunaçarski, Aleksinski, Pokrovski, Bubnov vd.). Sendikalarda ve diğer legal örgütlerde çalışmayı kesinlikle reddediyorlardı. Böyle hareket etmekle işçi davasına büyük zarar verdiler. Otzovistler, Partiyi işçi sınıfından koparmaya, partisiz kitlelerle bağlarından mahrum bırakmaya çalıştılar; kendilerini illegal bir örgüt içine hapsetmek istiyorlardı, ama aynı zamanda bu örgüte legal kılıf kullanma fırsatı tanımadıklarından, onu yakalanma tehlikesine maruz bırakıyorlardı. Otzovistler, Bolşeviklerin Devlet Duması’nda ve Duma kürsüsünden köylülüğü etkileyebileceklerini, Çarlık hükümetinin ve sahtekarlıkla köylülüğü kazanmaya çalışan Kadetlerin politikasını teşhir edebileceklerini anlamıyorlardı. Otzovistler, devrimin yeni bir atılımı için güç toplanmasını köstekliyorlardı. Bu yüzden Otzovistler, “tersten tasfiyeci” idiler -legal örgütlerden yararlanma olanağını yoketmeye çalışıyorlardı ve gerçekten de geniş Partisiz kitlelere proletaryanın önderlik etmesinden vazgeçmişlerdi, devrimci çalışmadan vazgeçmişlerdi.
1909 yılında Otzovistlerin davranışını tartışmak üzere toplantıya çağrılan Bolşevik gazete “Proletari”nin (Proleter) genişletilmiş yazı kurulu konferansı, Otzovistleri mahkum etti. Bolşevikler, Otzovistlerle hiçbir ortak yanlarının olmadığını açıkladılar, ve onları Bolşevik örgütten attılar.
Tasfiyeciler de, Otzovistler de, proletaryanın ve Partisinin küçük burjuva yol arkadaşlarından başka birşey değillerdi. Proletarya için zor bir anda, Tasfiyecilerle Otzovistler gerçek yüzlerini bütün açıklığıyla ortaya koydular.
4 -BOLŞEVİKLERİN TROÇKİZME KARŞI MÜCADELESİ. PARTİ DÜŞMANI AĞUSTOS BLOKU.
Bolşevikler iki cephede birden -Tasfiyecilere ve Otzovistlere karşı- proletarya partisinin sağlam çizgisini savunmak için uzlaşmaz bir mücadele verirken, Troçki, Menşeviklerin saflarındaki Tasfiyecileri destekledi. Lenin'in ona “Yudas Troçki” (hain Troçki) demesi bu yıllara rastlar. Troçki, Viyana'da bir yazarlar grubu kurarak, güya “fraksiyonlar üstü”, ama aslında Menşevik bir gazete yayınlamaya başladı. Lenin o sırada Troçki hakkında şöyle yazıyordu: “Troçki en alçak bir kariyerist ve hizipçi gibi davranıyor... Partiden sözedip duruyor ama tüm diğer hizipçilerden daha kötü hareket ediyor.”
Daha sonra 1912'de Troçki, Ağustos Bloku'nun, yani Lenin'e, Bolşevik Partisi'ne karşı tüm Anti-Bolşevik grupların ve akımların blokunun örgütleyicisi oldu. Gerek Tasfiyeciler gerekse Otzovistler, bu Bolşevizm düşmanı blokta birleştiler, böylece yakın akrabalıklarını göstermiş oldular. Troçki ve Troçkistler, bütün temel sorunlarda tasfiyeci pozisyonlar aldılar. Ama Troçki kendi tasfiyeciliğini santrizmle [orta yolculuk] yani uzlaşıcılıkla maskeledi: Bolşeviklerin ve Menşeviklerin dışında durduğunu ve sözümona onları uzlaştırmaya çalıştığını iddia etti. Bununla ilgili olarak Lenin, Troçki'nin açık Tasfiyecilerden daha aşağılık ve tehlikeli olduğunu söylüyordu. çünkü, gerçekte Menşevik Tasfiyecileri tamamen desteklediği halde, kendisinin “fraksiyonların dışında” durduğunu söyleyerek işçilere yalan söylüyordu. Troçkizm, santrIzmin yayılmasında başı çeken odak oldu.
“Santrizm”, diye yazıyor Stalin yoldaş, “siyasi bir kavramdır. İdeolojisi, kendini uydurma ideolojisidir, ortak bir parti içinde, proleter çıkarları küçük-burjuvazinin çıkarlarına tabi kılma ideolojisidir. Bu ideoloji Leninizme yabancıdır ve iğrençtir.” (Stalin, Leninizmin Sorunları, İkinci Cilt, 1934, s. 77.)
Bu dönemde Kamenev, Zinovyev ve Rikov, Lenin'e karşı sık sık Troçki'ye yardım ettikleri için, onun gizli ajanıydılar. Zinovyev, Kamenev, Rikov ve Troçki'nin diğer gizli, müttefiklerinin yardımıyla. Lenin'in istememesine rağmen, Ocak 1910'da bir Merkez Komitesi Plenumu toplantıya çağrıldı. Bu sıralar Merkez Komitesi'nin bileşimi, bir dizi Bolşeviğin tutuklanması yüzünden değişmişti ve sallanan unsurlar, anti-Leninist kararlar geçirtmek için fırsat yakaladılar. Böylece bu Plenumda, Bolşevik gazete “Proletari”nin çıkışını durdurma ve Troçki'nin Viyana'da yayınladığı gazetesi “Pravda”ya mali destek sağlama kararı verildi. Troçki'nin gazetesinin yazı kuruluna katılan Kamenev, Zinovyev’le birlikte, gazeteyi Merkez Komitesinin organına dönüştürmeye çalıştı.
Merkez Komitesinin Ocak Plenumu, Tasfiyeciliği ve Otzovizmi mahkum etme kararını ancak Lenin'in ısrarı üzerine aldı; ama burada da Zinovyev ve Kamenev, Troçki'nin, Tasfiyecileri adlı adınca çağırmama önergesinde ısrarla direttiler.
Durum Lenin'in önceden gördüğü ve buna karşı uyarıda bulunduğu biçimde sonuçlandı: yalnızca Bolşevikler, MK Plenumunun kararına uyarak kendi organları “Proletari”nin çıkışını durdurdular, Menşevikler ise fraksiyoncu, tasfiyeci gazeteleri “Golos SotsialDemokrata”yı (Sosyal-Demokratın Sesi) yayınlamaya devam ettiler.
Lenin'i tamamıyla destekleyen Stalin yoldaş, “Sosyal-Demokrat” No. 11'de özel bir makale yayınladı. Bu makalede Troçkizmin suç ortaklarının davranışı mahkum ediliyor ve Kamenev, Zinovyev ve Rikov'un haince davranışlarıyla Bolşevik fraksiyon içinde yarattıkları anormal duruma bir son verme zorunluluğundan sözediliyordu. Makalede önerilen güncel görevler, daha sonra Prag Parti Konferansında gerçekleştirildi: bir genel Parti Konferansının toplanması, legal bir Parti gazetesinin yayınlanması ve Rusya'da pratik önderlikle görevli illegal bir Parti Merkezinin kurulması. Stalin yoldaşın makalesi, Lenin'i bütünüyle destekleyen Baku Komitesinin kararlarına dayanıyordu.
Troçki’nin -Tasfiyecilerden ve Troçkistlerden Otzovistlere ve “Tanrı yapıcılar”a kadar- salt Parti düşmanı unsurlarla dolu olan Parti düşmanı Ağustos Bloku'na karşı-ağırlık olmak üzere, illegal proletarya Partisini koruma ve güçlendirme yandaşlarının bir Parti Bloku kuruldu. Bu bloku, Lenin'in önderliğinde Bolşevikler, ve Partiden yana olan ve başlarında Plehanov bulunan az sayıda Menşevikler oluşturuyordu. Bir dizi sorunda Menşevik tavırlarını sürdüren Plehanov ve onun Parti yanlısı Menşevikler grubu, kendilerini Ağustos Blokundan ve Tasfiyecilerden kesinlikle ayırdılar ve Bolşeviklerle bir anlaşma aradılar. Lenin, Plehanov'un teklifini kabul ederek onunla parti aleyhtarı unsurlara karşı geçici bir blok kurdu; böyle bir blokun parti için yararlı, Tasfiyeciler için ise zararlı olacağını düşünüyordu.
Stalin yoldaş, bu bloku tamamıyla destekledi. Kendisi bu sırada sürgünde bulunuyordu. Sürgünden Lenin'e yazdığı mektupta şöyle diyordu Stalin yoldaş:
“Görüşüme göre blok (Lenin-Plehanov) çizgisi tek doğru çizgidir: 1. Bu çizgi, ve yalnızca bu çizgi, Rusya'da gerçekten Parti yanlısı tüm unsurların birliğini talep eden çalışmanın gerçek çıkarlarına uygundur; 2. bu çizgi, ve yalnızca bu çizgi, Menşevik işçiler ile tasfiyeciler arasında bir uçurum yaratarak, Tasfiyecileri dağıtarak ve onlara ölümcül bir darbe vurarak, legal örgütlerin Tasfiyecilerin boyunduruğundan kurtarılması sürecini hızlandırmaktadır.” (“Lenin ve Stalin”, cilt I, s. 529/30, Rusça.)
İllegal çalışmayı legal çalışmayla ustaca birleştirmeleri sayesinde Bolşevikler, açık çalışan işçi örgütlerinde ciddi bir güç olmayı başardılar. Bu, o dönemde yapılan dört legal kongrede -bunlar halk üniversiteleri kongresi, kadınlar kongresi, fabrika hekimleri kongresi ve yeşilaycılar kongresiydi-Bolşeviklerin işçi grupları üzerinde sahip oldukları büyük nüfuzdan anlaşılıyordu. Bolşeviklerin bu legal kongrelerdeki konuşmaları büyük siyasi öneme sahipti ve yurt çapında geniş yankı uyandırdı. Örneğin halk üniversiteleri kongresinde, Bolşevik işçi delegasyonu, her türlü eğitsel faaliyeti boğan Çarlık politikasını teşhir etti ve Çarlık bertaraf edilmedikçe ülkede gerçek bir kültürel gelişme kaydedilemeyeceğini kanıtladı. Fabrika hekimleri kongresindeki işçi delegasyonu, işçilerin içinde yaşamak ve çalışmak zorunda kaldıkları korkunç sıhhi koşulları anlattı ve Çarlık rejimi devrilmedikçe fabrikalarda sıhhi koşulların doğru dürüst örgütlenemeyeceği sonucuna vardı.
Bolşevikler zamanla, ayakta kalmayı başarmış (“eşitli legal örgütlerden Tasfiyecileri sürüp çıkardılar. Plehanov'un Parti yanlısı grubuyla kurulan kendine özgü birleşik cephe taktiği, Bolşeviklerin bir dizi Menşevik işçi örgütünü kendi saflarına kazanmalarını mümkün kıldı. (Viborg semtinde, Yekaterinoslav'da vb.).
Bu zor dönemde Bolşevikler, legal çalışmayı illegal çalışmayla nasıl birleştirmek gerektiğinin imtisal örneğini verdiler.
5 - 1912 PRAG PARTİ KONFERANSI. BOLŞEVİKLERİN BAĞIMSIZ BİR MARKSİST PARTİ KURMASI.
Tasfiyeciler ve OtzovistIerle mücadele ve TroçkistIerle mücadele, Bolşeviklerin önüne, bütün Bolşevikleri bir Parti halinde birleştirme ve onlardan bağımsız bir Bolşevik Parti kurma acil zorunluluğunu koydu. Bu, yalnız işçi sınıfını bölen parti içindeki oportünist akımlara son vermek için değil, aynı zamanda işçi sınıfının güçlerini toplama ve işçi sınıfını devrimin yeniden yükselişi için hazırlama işini tamamlamak bakımından da mutlaka gerekliydi.
Ama bu görevi yerine getirmek için, herşeyden önce, Partiyi oportünistlerden, Menşeviklerden temizlemek gerekiyordu.
Şimdi artık hiçbir Bolşevik, Bolşeviklerin Menşeviklerle bir parti içinde kalmaya devam etmesinin düşünülemeyecek hale gelmiş olduğundan kuşku duymuyordu. Stolypin gericiliği döneminde Menşeviklerin haince tutumları, proletarya partisini tasfiye edip yeni, reformist bir parti kurma çabaları, onlardan kopmayı kaçınılmaz kılıyordu. Menşeviklerle aynı partide kaldıkları sürece Bolşevikler, şu ya da bu şekilde Menşeviklerin davranışlarının ahlaki sorumluluğunu üstlenmiş oluyorlardı. Ama kendileri Partiye ve işçi sınıfına ihanet etmek istemedikleri müddetçe, Bolşevikler, Menşeviklerin açık ihanetlerinin ahlaki sorumluluğunu üstlenemezlerdi. Menşeviklerle bir parti çerçevesi içinde birlik, bu şekilde, işçi sınıfına ve onun Partisine ihanet karakterine bürünmeye başlıyordu. Bu nedenle Menşeviklerle fiili kopmayı sonuna kadar götürmek, resmen örgütsel kopuşa kadar götürmek ve Menşevikleri Partiden atmak gerekiyordu.
Yekpare bir programa, yekpare bir taktiğe, yekpare bir sınıf örgütüne sahip proletaryanın devrimci partisini restore etmek ancak bu yolla mümkün olabilirdi.
Menşeviklerin yıktığı gerçek (sadece biçimsel değil) parti birliğini restore etmek ancak bu yolla mümkün olabilirdi.
Bu görevi, Bolşeviklerin hazırlığına giriştikleri VI. Genel Parti Konferansı yerine getirecekti.
Ama bu görev, meselenin sadece bir yanıydı. Menşeviklerin resmen ayrılmak ve Bolşevikler olarak ayrı bir parti kurmak elbette çok önemli bir siyasi görevdi. Ama Bolşeviklerin önünde, daha da önemli bir başka görev duruyordu. Görev sadece Menşeviklerden ayrılmak ve ayrı bir parti kurmak değil, bilakis herşeyden önce, Menşeviklerden ayrılarak yeni bir parti yaratmak, Batının alışılagelmiş sosyal-demokrat partilerinden farklı, oportünist unsurlardan özgür, iktidar uğruna mücadelede proletaryaya önderlik edebilecek yeni tipte bir parti yaratmaktı.
Bolşeviklere karşı mücadelede, nüans farkı olmaksızın, Akselrod ve Martinov'dan, Martov ve Troçki'ye kadar bütün Menşevikler, hep Batı Avrupa sosyal-demokratlarının cephaneliğinden ödünç alınmış silahları kullandılar. Rusya'da tıpkı -sözgelimi- Alman ya da Fransız sosyaldemokrat partisi gibi bir parti olmasını istiyorlardı. Bolşeviklere karşı mücadele etmelerinin nedeni, tam da onlarda yeni, alışılmadık, Batı sosyal-demokrasisinden farklı birşey sezdikleri içindi. Peki, o sıralar Batı'nın sosyal-demokrat partileri neyi temsil ediyorlardı? Bu partiler, Marksist ve oportünist unsurların, devrimin dostları ve düşmanlarının, parti ilkesini destekleyenlerle ona karşı olanların bir karışımı, bir çorbasıydı -ve giderek birinciler ikincilerle ideolojik olarak uzlaşıyorlar, giderek birinciler ikincilere fiilen boyun eğer hale geliyorlardı. Oportünistlerle, devrim hainleriyle uzlaşma - ne uğruna?, diye sordu Bolşevikler; Batı Avrupa sosyal-demokratlarına. “Partide barış”, “birlik” uğruna- diye yanıtladılar onlar Bolşevikleri. Kiminle birlik, oportünistlerle mi? Evet, diye yanıtladılar, oportünistlerle. Böyle partilerin devrimci partiler olamayacakları apaçık ortadaydı.
Bolşevikler, Engels'in ölümünden sonra Batı Avrupa sosyaldemokrat partilerinin, sosyal devrim partilerinden,”sosyal reform” partilerine yozlaşmaya başladığını, ve bu partilerin her birinin, örgüt olarak, önder bir güç olmaktan çıkıp kendi parlamento grubunun bir uzantısı haline geldiğini görmezden gelemezlerdi.
Bolşevikler, böyle bir partinin proletaryaya hiçbir yararı dokunmayacağını, böyle bir partinin işçi sınıfını devrime götüremeyeceğini bilmezden gelemezlerdi.
Bolşevikler, proletaryanın böyle bir partiye değil, başka, yeni, gerçekten Marksist bir partiye, oportünistler karşısında uzlaşmaz ve burjuvazi karşısında devrimci, sımsıkı kenetlenmiş ve monolitik bir partiye, bir sosyal devrim partisine, bir proletarya diktatörlüğü partisine ihtiyacı olduğunu bilmezden gelemezlerdi.
Bolşeviklerin istediği işte tam da böyle bir parti, yeni bir partiydi. Ve Bolşevikler böyle bir parti inşa etmek için çalıştılar. “Ekonomistler”le, Menşeviklerle, Troçkistlerle, Otzovistlerle ve ampiriokritiklere varana kadar idealistlerin her türüyle mücadelenin tüm tarihi, tam da böyle bir partinin inşası tarihiydi. Bolşevikler, gerçekten devrimci bir Marksist partiye sahip olmak isteyen herkese örnek olacak yeni bir parti, bir Bolşevik parti yaratmak istiyorlardı. Bolşevikler, ta eski “Iskra” zamanından beri böyle bir partinin inşası için çalışmışlardı. İnatla, yılmadan çalışmışlardı bu uğurda, herşeye rağmen. Bu hazırlık çalışmasında en önemli ve tayin edici rolü, Lenin'in “Ne Yapmalı?”, “İki Taktik” vb. eserleri oynadı. Lenin'in “Ne Yapmalı?” kitabı, böyle bir partinin ideolojik hazırlığı oldu. Lenin'in “Bir Adım İleri, iki Adım Geri” kitabı, böyle bir partinin örgütsel hazırlığı oldu. Lenin'in “Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği” kitabı, böyle bir partinin siyasi hazırlığı oldu. Ve son olarak Lenin'in “Materyalizm ve Ampiriokritisizm” kitabı, böyle bir partinin teorik hazırlığı oldu.
Tarihte bugüne kadar asla, bir parti kurmak için kendini Bolşevik grup gibi mükemmel şekilde hazırlamış bir tek siyasi grup olmadığı rahatlıkla söylenebilir.
Bu koşullar altında, Bolşeviklerin bir parti kurması tamamen olgunlaşmış ve hazır bir meseleydi.
VI.
Parti Konferansı'nın görevi, Menşevikleri ihraç etme ve yeni Partiyi, Bolşevik Partiyi kurma edimiyle bu meseleyi taçlandırmaktı.
VI.
Tüm-Rusya Parti Konferansı, ocak 1912'de Prag'da yapıldı. Bu Konferansta 20'den fazla Parti örgütü temsil edildi. Bu yüzden Konferans, doğrusu, bir parti Kongresinin önemine sahipti.
Konferansın, Partinin yıkılmış olan merkezi aygıtının yenilendiğini ve bir Merkez Komitesinin kurulduğunu açıklayan bildirisinde, gericilik döneminin, Rusya Sosyal-Demokrasisinin kelimenin asıl anlamıyla belirli bir örgüt olarak biçimlendiğinden bu yana geçirdiği en zor dönem olduğu anlatılıyordu. Her türlü takibata, dıştan gelen sert darbelere, Parti içinde oportünistlerin ihanet ve yalpalamalarına rağmen, proletarya partisi, bayrağını ve örgütünü korumuştu.
“Rus Sosyal-Demokrasisinin sadece bayrağı, programı ve devrimci gelenekleri değil, baskıların engellediği ve zayıflattığı, ama bir türlü tamamen yıkamadığı örgütü de yaşamaya devam etti”, diyordu Konferans bildirisi.
Konferans, Rusya'da işçi sınıf hareketinin yeni bir yükselişinin ilk işaretlerini ve parti çalışmasının canlandığını saptadı.
Yerel örgütlerden gelen raporlar temelinde Konferans, “her yerde sosyal demokrat işçiler arasında illegal sosyal-demokratik yerel örgütleri ve grupları güçlendirmek amacıyla enerjik bir çalışmanın yürütüldüğünü” tespit etti.
Konferans, geri çekilme dönemindeki Bolşevik taktiğin en önemli kuralının -illegal çalışmayı, çeşitli legal işçi dernekleri ve sendikaları içindeki legal çalışmayla birleştirme- yerel örgütlerce her yerde kabul edildiğini saptadı.
Prag Konferansı, Bolşevik bir Parti Merkez Komitesi seçti. Bu Merkez Komitesine Lenin, Stalin, Orkonikidze, Sverdlov, Spandaryan ve diğerleri seçildi. Stalin ve Sverdlov yoldaşlar, o sırada sürgünde oldukları için, gıyaplarında Merkez Komitesine seçildiler. Merkez Komitesine seçilen yedek üyeler arasında Kalinin yoldaş da vardı.
Stalin yoldaşın başkanlığında, Rusya'daki devrimci çalışmanın pratik yönetimi için bir merkez (Merkez Komitesi Rusya Bürosu) kuruldu. Merkez Komitesi Rusya Bürosu'na, Stalin yoldaşın dışında, Y. Sverdlov,
S. Spandaryan, S. Orkonikidze, M. Kalinin yoldaşlar mensuptu.
Prag Konferansı, Bolşeviklerin oportünizme karşı tüm mücadelesinin bir bilançosunu çıkardı ve Menşevikleri Partiden uzaklaştıra kararı aldı.
Prag Konferansı, Menşeviklerin Partiden ihracından sonra, bağımsız varlık sürdüren bir Parti olarak Bolşevik Partiyi teşekkül etti.
Bolşevikler, Menşeviklerin ideolojik ve örgütsel bozgununu sonuna kadar götürüp onları Partiden uzaklaştırarak, Partinin, RSDİP'nin emektar bayrağını korudular. Bu nedenle Bolşevik Parti 1918'e kadar, parantez içinde “Bolşevik” ekiyle- kendisine Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi adını vermeye devam etti.
Prag Konferansı'nın sonuçları üzerine Lenin, 1912 başlarında Gorki'ye şunları yazıyordu:
“Tasfiyeci ayak takımına rağmen, sonunda Partiyi ve onun Merkez Komitesini yeniden kurmayı başardık. Umarım siz de buna bizim kadar sevinirsiniz:.” (Lenin, Tüm Eserler, cilt XXIX, s. 19, Rusça.)
Prag Konferansı'nın önemini değerlendirirken, Stalin yoldaş şöyle diyordu:
“Bu Konferans, Partimizin tarihinde en büyük öneme sahipti, çünkü Bolşevikler ve Menşevikler arasına bir ayrım çizgisi çekti ve ülkedeki bütün Bolşevik örgütleri yekpare Bolşevik Parti içinde birleştirdi.” (SBKP (8) XV. Parti Kongresi Stenografik Tutanağı, s. 361-362, Rusça.)
Menşeviklerin atılması ve Bolşeviklerin bağımsız bir parti halinde teşekkülünden sonra, Bolşevik Partisi daha da perçinlendi ve güçlendi. Parti, saflarını oportünist unsurlardan arındırarak güçlenir - bu, II. Enternasyonal'in sosyal-demokrat partilerinden temelli farklı yeni tipte bir parti olarak Bolşevik Partinin şiarlarından biridir. II. Enternasyonal partileri, kendilerine lafta Marksist dedikleri halde, gerçekte Marksizm düşmanlarına, yeminli oportünistlere saflarında müsamaha ettiler ve onlara II. Enternasyonal'i yozlaştırıp yıkma olanağı verdiler. Bolşevikler ise oportünistlere karşı uzlaşmaz bir mücadele verdiler, proletarya partisini oportünizmin pisliğinden arındırdılar ve yeni tipte bir partiyi, Leninist partiyi, daha sonra proletarya diktatörlüğünü mücadeleyle kazanacak olan partiyi yaratmayı başardılar.
Eğer oportünistler proletarya partisinin saflarında kalsaydı, Bolşevik Parti düz yola çıkıp proletaryaya önderlik edemez, iktidarı ele geçirip proletarya diktatörlüğünü örgütleyemez, iç savaştan zaferle çıkıp sosyalizmi inşa edemezdi.
Prag Konferansı, kararlarında, Partinin güncel siyasi başşiarları olarak bir asgari program ortaya koydu: demokratik cumhuriyet, 8 saatlik işgünü, çiftlik sahiplerinin tüm topraklarına el konulması.
Bolşevikler, IV. Devlet Duması için seçim kampanyalarını, işte bu devrimci şiarlar altında yürüttüler.
İşçi sınıfı kitlelerinin devrimci hareketinin 1912-1914 yıllarındaki yeni yükselişi bu şiarlar altında cereyan etti.
KISA ÖZET
1908-1912 yılları, devrimci çalışma için olağanüstü güç bir dönemdi. Devrimin yenilgisinden sonra, devrimci hareketin gerilediği ve kitlelerin yorulduğu koşullarda, Bolşevikler taktiklerini değiştirdiler, Çarlığa karşı doğrudan mücadeleden, dolaylı mücadele yöntemlerine geçtiler. Stolypin gericiliğinin ağır koşullarından, Bolşevikler, kitlelerle bağı korumak için (sigorta sandıkları ve sendikalardan, Duma kürsüsüne kadar) en küçük legal olanaktan bile yararlandılar. Bolşevikler, devrimci hareketin yeni bir yükselişi için, yorulmak bilmeksizin güç topladılar.
Devrimin yenilgisinin getirdiği, muhalif akımların çözülmesi, devrimden soğuma, Partiyi terkeden aydınların (Bogdanov, Bazarov ve diğerleri) Partinin teorik temellerini revize etme çabalarının artması gibi zor şartlarda Bolşevikler, parti içinde Parti bayrağını dürmeyen, Parti programına sadık kalan ve Marksist teori “eleştirmen”lerinin saldırılarını geri püskürten (Lenin'in “Materyalizm ve Ampirio-Kritisizm”i) biricik güç oldular. Marksist-Leninist ideolojik sağlamlık, devrimin perspektiflerini kavramış olmak, Lenin'in çevresinde toplanan Bolşeviklerin önder çekirdeğinin, Partiyi ve onun devrimci ilkelerini korumasına yardım etti. “Bizim kaya gibi sağlam olduğumuzu boşuna söylemezler”, diyordu Lenin, Bolşevikler için.
Bu dönemde Menşevikler devrime gittikçe sırt çevirdiler. Tasfiyeciler haline geldiler, proletaryanın illegal, devrimci partisinin tasfiyesini, feshedilmesini talep ettiler, gittikçe daha açık biçimde Parti programından ve Partinin devrimci görev ve şiarlarından vazgeçtiler, ve işçilerin “Stolypin işçi Partisi” adını taktıkları kendi reformist partilerini örgütlemeye çalıştılar. Troçki Tasfiyecileri destekledi ve bunu yaparken yüzünü sahtekarca “Partinin birliği” şiarıyla maskeledi -aslında bu, Tasfiyecilerle birlik anlamına geliyordu.
Öte yandan, Çarlığa karşı mücadelede yeni yollara, dolaylı mücadele yöntemlerine başvurma zorunluluğunu anlamayan bazı Bolşevikler, legal olanaklardan yararlanmayı bırakmayı ve Devlet Duması'ndaki işçi temsilcilerinin geri çağrılmasını talep ettiler. Otzovistler, Partiyi kitlelerden kopmaya sürüklüyor ve devrimin yeni bir yükselişi için güç toplamayı köstekliyorlardı. ”Sol” lafazanlığın ardına gizlenen Otzovistler de, tıpkı Tasfiyeciler gibi, aslında devrimci mücadeleden vazgeçtiler.
Tasfiyeciler ve Otzovistler, Lenin'e karşı ortak bir blokta, Troçki tarafından örgütlenen Ağustos Bloku'nda birleştiler.
Tasfiyecilere ve Otzovistlere karşı mücadele içinde, Ağustos Bloku'na karşı mücadele içinde Bolşevikler üstünlüğü ele geçirdiler ve illegal proletarya partisini başarıyla savundular.
Bu dönemin en önemli olayı, RSDİP Prag Konferansıydı (Ocak 1912). Bu Konferansta, Menşevikler Partiden kovuldu ve Bolşeviklerle Menşeviklerin aynı parti içindeki biçimsel birliğine ebediyen son verildi. Bolşevikler, siyasi bir grup olmaktan çıkıp, kendilerini bağımsız Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi (Bolşevik) olarak teşekkül ettiler. Prag Konferansı, yeni tipte bir partinin Leninizmin partisinin, Bolşevik Partinin temelini attı.
Prag Konferansı tarafından gerçekleştirilen, proletarya partisi saflarının oportünistlerden, Menşeviklerden arındırılması, Partinin ve devrimin daha sonraki gelişmesi için büyük, tayin edici öneme sahip oldu. Eğer Bolşevikler, işçi davası hainlerini, Menşevik uzlaşmacıları Partiden çıkarmasalardı, proletarya partisi 1917'de kitleleri proletarya diktatörlüğünün kazanılması mücadelesine götüremezdi.
BİRİNCİ EMPERYALİST SAVAŞTAN ÖNCE İŞÇİ SINIFI HAREKETİNİN YENİDEN YÜKSELİŞİ DÖNEMİNDE BOLŞEVİK PARTİSİ
(1912 - 1914)
1- 1912-1914 DÖNEMİNDE DEVRİMCİ HAREKETİN YÜKSELİŞİ
Stolypin gericiliğinin zaferi kısa ömürlü oldu. Halka idam sehpası ve kamçıdan başka birşey vermek istemeyen bir hükümet, istikrarlı olamazdı. Baskı tedbirlerine o kadar alışıldı ki, bunlar artık halkta korku yaratmıyordu. Devrimin yenilgisinin ilk yıllarında işçilere egemen olan yorgunluk geçmeye başladı. İşçiler tekrar mücadeleye başladılar. Bolşeviklerin, yeni bir devrimci yükselişin kaçınılmaz olduğu öngörüsü doğru çıktı. Daha 1911'de, grevcilerin sayısı 100 000'i geçti, bundan önceki yıllarda ise bu sayı toplam 50 000-60 000'i aşmamıştı. Ocak 1912'de toplanan Prag Parti Konferansı bile, işçi sınıfı hareketinde başlayan canlanmayı tespit etmişti. Ama devrimci hareketin gerçek yükselişi 1912 yılının Nisan ve Mayıs aylarında, Lena kıyılarında işçilere ateş açılması ile bağıntılı olarak siyasi kitle grevlerinin alevlenmesiyle başladı.
4 (17) Nisan 1912'de Sibirya'daki Lena altın madenlerinde bir grev sırasında, bir Çarlık jandarma subayının emri üzerine, 500'den fazla işçi öldürüldü ya da yaralandı. Barışçıl bir şekilde idareyle görüşmeye gitmekte olan silahsız Lena madencilerinin üzerine ateş açılması, bütün ülkeyi galeyana getirdi. Çarlık otokrasisinin bu yeni kanlı eylemi, madencilerin iktisadi grevini kırmak ve böylece Lena altın madenlerinin sahibi İngiliz kapitalistlerini memnun etmek için işlendi. İngiliz kapitalistleri ve onların Rus hempaları, Lena altın madenlerinden muazzam karlar -yılda 7 milyon rubleden fazla elde ediyorlardı, hem de işçileri arsızca sömürerek. İşçilere çok düşük ücret ödüyor ve yenilemez haldeki, bozulmuş yiyecekler veriyorlardı. Bu eziyetlere ve şirretliklere daha fazla dayanamayan Lena madenlerinin 6000 işçisi greve başlamıştı.
Lena boyundaki katliamı proletarya, Petersburg, Moskova ve diğer sanayi merkezlerinde ve bölgelerinde kitle grevleri, gösteriler ve mitinglerle yanıtladı.
“O kadar sarsıldık ve şaşırdık ki, o anda duygularımızı ifade edecek kelime bulamadık. Göstereceğimiz her tepki, yüreğimizden taşan öfkenin soluk bir yansımasından başka birşey değildir. Bize ne gözyaşları, ne de protestolar değil, bilakis sadece örgütlü kitle mücadelesi yardım edebilir”, diye yazıyordu bir grup fabrikanın işçileri, karar tasarılarında.
Devlet Duması'ndaki sosyal-demokrat fraksiyon tarafından Lena katliamı konusunda verilen gensoru önergesini yanıtlarken Çarın bakanı Makarov'un küstahça, “Böyle gelmiş, böyle gider!” demesi, işçilerin öfkeli nefretini daha da şiddetlendirdi. Lena işçilerinin kanla bastırılmasına karşı siyasi protesto grevlerine katılanların sayısı 300 000'e ulaştı.
Lena olayları, Stolypin rejimi tarafından yaratılmış olan “huzur” havasını bıçak gibi yardı.
Stalin yoldaş bu konuda 1912'de Petersburg Bolşevik gazetesi “Zvezda” da (Yıldız) şöyle yazıyordu:
“Lena'da atılan kurşunlar suskunluğun buzlarını kırdı ve halk hareketinin akıntısı harekete geçti. Harekete geçti!.. Bugünkü rejimde ne kadar kötülük ve uğursuzluk varsa hepsi, çok çile çekmiş Rusya'nın hastalanmasına neden olan herşey -bütün bunlar bir tek olguda, Lena olaylarında toplandı. Lena'da atılan kurşunların grevler ve gösteriler için bir işaret olmasının nedeni tam da budur.”
Tasfiyeciler ve Troçkistler devrimi boşuna ölmüş ilan etmişlerdi. Lena olayları, devrimci güçlerin yaşadığını, işçi sınıfında muazzam miktarda devrimci enerji birikmiş olduğunu gösterdi. 1912'deki 1 Mayıs grevlerine 400,000 civarında işçi katıldı. Belgin siyasi karakter taşıyan bu grevler, Bolşeviklerin demokratik cumhuriyet, sekiz saatlik işgünü ve çiftlik sahiplerinin tüm topraklarına el konulması devrimci şiarları altında yürüdü. Bu temel şiarlar, sadece işçilerin değil, köylülerin ve askerlerin geniş kitlelerini de otokrasiye karşı devrimci taarruzda birleştirme hesabı üzerine kurulmuştu.
“Tüm Rusya proletaryasının katıldığı şanlı 1 Mayıs grevi, onunla bağıntılı sokak gösterileri, devrimci bildiriler ve işçi topluluklarına yapılan devrimci konuşmalar, Rusya'nın yeni bir devrimci yükseliş aşamasına girdiğini açıkça göstermiştir” diye yazıyordu Lenin, “Devrimci Yükseliş” başlıklı makalesinde. (Lenin, Tüm Eserler, cilt XV, s. 677.)
İşçilerin devrimci tavrından huzursuz olan Tasfiyeciler, “grev humması” akıntısı diye niteledikleri grev mücadelesine karşı çıktılar. Tasfiyeciler ve onların müttefiki Troçki, proletaryanın devrimci mücadelesi yerine bir “dilekçe kampanyası” geçirmek istediler. İşçileri, bir kağıt parçasından başka birşey olmayan bir dilekçe imzalamaya çağırdılar. Daha sonra Duma’ya verilecek olan bu dilekçede (dernekleşme özgürlüğünü kısıtlayıcı tedbirlerin kaldırılması, grev hakkı vb.) “haklar” isteniyordu. Bolşevikler tarafından ileri sürülen devrimci şiarlar etrafında yüzbinlerce işçinin toplandığı bu dönemde, Tasfiyeciler ancak 1300 imza toplayabildiler.
İşçi sınıfı, Bolşeviklerin gösterdiği yolu izledi.
Bu dönemde ülkenin ekonomik durumu şu tabloyu sunuyordu:
Sanayideki durgunluk daha 1910 yılında yerini bir canlanmaya terketmiş, sanayiin tayin edici kollarında üretim genişlemişti. 1910'da 186 milyon pud olan pik demir üretimi, 1912'de 256 milyon ve 1913'te 283 milyon puda çıkmıştı. Taşkömürü üretimi 1910 yılında 1 522 milyon pud iken, 1913'te 2214 milyon pudu buldu.
Kapitalist sanayiin büyümesi, proletaryanın hızla artmasını beraberinde getirdi. Sanayideki gelişmenin ayırt edici bir özelliği, üretimin büyük ve en büyük işletmelerde daha da yoğunlaşmasıydı. 1901 yılında 500 ve daha fazla işçinin çalıştığı büyük işletmelerde tüm işçilerin % 46,7'si çalışırken, 1910 yılında bu tip işletmelerde çalışan işçi oranı % 54 olmuştu; yani işçilerin yarısından fazlası büyük işletmelerde çalışmaktaydı. Bu, sanayide eşi görülmedik bir yoğunlaşmaydı. O dönemde ABD gibi sanayi bakımından çok gelişmiş bir ülkede bile işçilerin ancak üçte biri büyük işletmelerde çalışıyordu.
Proletaryanın gelişmesi ve büyük işletmelerde yoğunlaşması, Bolşevik Parti gibi bir devrimci partinin varlığı şartlarında, Rusya işçi sınıfını ülkenin siyasi hayatında en büyük güç kılıyordu. Fabrikalarda işçilerin barbarca sömürülme biçimleri ve Çarın küçük memurlarının dayanılmaz polis rejimi bütün önemli grevlere siyasi bir karakter veriyordu. Ama iktisadi ve siyasi mücadelenin içiçe geçmesi kitle grevlerine özellikle devrimci bir güç veriyordu.
Devrimci işçi sınıfı hareketinin en önünde kahraman Petersburg proletaryası yürüyor, Petersburg'u Baltık illeri, Moskova ve Moskova ili, Volga bölgesi ve güney Rusya izliyordu. 1913'te hareket Batı bölgesini, Polonya'yı ve Kafkasya'yı sardı. Bir bütün olarak 1912'deki grevlere, resmi rakamlara göre 725 000 daha geniş istatistiklere göre 1 000 000'dan fazla işçi katıldı. 1913'teki grevlere resmi rakamlara göre 861 000, daha geniş istatistiklere göre ise 1 272 000 işçi katıldı. 1914'ün ilk yarısında ise grevlere katılan işçi sayısı yaklaşık olarak 1,5 milyonu bulmuştu.
Böylece ülke, 1912-1914 yıllarının devrimci yükselişi ve grev hareketinin yayılmasıyla, 1905 Devriminin başındaki gibi bir durumun eşiğine geldi.
Proletaryanın devrimci kitle grevleri tüm halk için önemliydi. Bunlar otokrasiye karşı yönelikti. Grevler, emekçi nüfusun büyük çoğunluğunda sempati buldu. Fabrikatörler ve baca baronları ise işçilere lokavt ilan ederek grevler için misillemede bulundular. 1913 yılında Moskova ilinde kapitalistler 50 000 tekstil işçisini sokağa attı. Mart l914'te Petersburg'da bir günde 70 000 işçinin işine son verildi. Diğer fabrikaların ve sanayi kollarının işçileri, grev yapan ve lokavta uğrayan arkadaşlarına, geniş kitleleri kapsayan bağışlar toplayarak, bazen de dayanışma grevleriyle yardım ettiler.
İşçi sınıfı hareketinin hamlesi ve kitle grevleri, köylü kitlelerini de uyandırdı ve mücadelenin içine çekti. Köylüler çiftlik sahiplerine karşı yeniden mücadeleye atıldılar, çiftlik sahiplerinin malikanelerini ve münferit kulak çiftliklerini yerle bir ettiler. 1910-1914 yıllan arasında 13 000'den fazla köylü eylemi oldu.
Ordu ve donanmada da devrimci eylemler başladı. 1912 yılında, Türkistan'daki birlikler içinde silahlı bir eylem oldu. Baltık Donanmasında ve Sivastopol'da da ayaklanmalar olgunlaştı.
Bolşevik Parti önderliğindeki devrimci grev hareketi ve gösteriler, işçi sınıfının kısmi talepler ve “reformlar” için değil, halkın Çarlıktan kurtuluşu için mücadele ettiğini gösteriyordu. Ülke yeni bir devrime doğru ilerliyordu.
1912 yazında Lenin, Rusya'ya daha yakın olmak amacıyla, Paris'ten Galiçya'ya (eskiden Avusturya'nın parçası) taşındı. Burada onun başkanlığında, Merkez Komitesi üyeleri ve sorumlu Parti fonksiyonerlerinin katıldığı iki konferans oldu: biri 1912'nm sonunda Krakov'da, diğerleri de 1913 sonbaharında Krakov yakınlarındaki Poronio beldesinde. Bu konferanslarda, işçi sınıfı hareketinin en önemli sorunları üzerine kararlar alındı: devrimci hareketin yükselişi üzerine, grevler ve Partinin görevleri üzerine, illegal örgütlerin güçlendirilmesi üzerine, sosyal-demokrat Duma fraksiyonu üzerine, parti basını üzerine, işçi sigortası kampanyası üzerine.
2 - BOLŞEVİK GAZETESİ “PRAVDA“. IV. DEVLET DUMASI 'NDAKİ BOLŞEVİK FRAKSİYON.
Bolşevik Partinin elinde, örgütü güçlendirme ve kitleler üzerinde nüfuz kazanmanın güçlü bir aracı, Petersburg'da yayınlanan günlük Bolşevik gazete “Pravda” (Gerçek) idi. Bu gazete, Lenin'in talimatı uyarınca Stalin, Olminski ve Poletayev'in inisiyatifiyle kurulmuştu. Proleter kitle gazetesi “Pravda”, devrimci hareketin yeniden yükselişiyle aynı zamanda yayın hayatına girdi. 22 Nisan (yeni takvime göre 5 Mayıs) 1912'de ilk sayısı çıktı. Bu, işçiler için gerçek bir bayram günüydü. “Pravda”nın çıkışı şerefine, 5 Mayıs'ın işçi basını bayramı olması kararlaştırıldı.
“Pravda”dan önce Bolşevikler, ileri işçiler için “Zvezda” adlı haftalık bir gazete çıkarıyorlardı. Lena olayları sırasında “Zvezda” önemli bir rol oynadı. Onda Lenin ve Stalin'in, işçi sınıfını mücadeleye seferber eden bir dizi sert siyasi makalesi yayınlanmıştı. Ama devrimci hareketin yükselişi karşısında haftalık bir gazete, Bolşevik Parti için artık yetersiz geliyordu. En geniş işçi katmanlarına mahsus günlük bir siyasi kitle gazetesine ihtiyaç vardı. Ve “Pravda” böyle bir gazete oldu.
Bu dönemde “Pravda” olağanüstü önemli bir rol oynadı. Geniş işçi sınıfı kitlelerini Bolşevizme kazandı. Durmak bilmez polis takibatı, para cezaları, sansürün hoşuna gitmeyen yazı ve mektuplar yayınlamaktan dolayı sayıların toplatılması vb. yüzünden “Pravda” ancak onbinlerce ileri işçinin aktif desteği ile çıkabiliyordu. “Pravda” büyük para cezalarını ancak işçilerin aralarında topladıkları cömertçe bağışlar sayesinde ödeyebiliyordu. Sık sık, “Pravda”nın toplatılan sayılarının büyük kısmı yine de okuyucuların eline geçiyordu, çünkü aktif işçiler daha geceleyin matbaaya gelerek gazete balyalarını kaçırıyorlardı.
Çarlık hükümeti 2,5 yıl içinde “Pravda”yı tam sekiz kez kapattı; ama her defasında işçilerin desteğiyle gazete yeni ama benzer bir adla yeniden çıkarıldı. Örneğin “Za Pravdu” (Pravda İçin), “Put Pravdi” (Pravda'nın Yolu), “Trudovaya Pravda” (Emek Pravda'sı).
“Pravda”nın ortalama tirajı 40 000 iken, Menşeviklerin günlük gazetesi “Luç”un (Işın) tirajı 15-16 000'i geçmiyordu.
İşçiler “Pravda”yı kendi işçi gazeteleri olarak görüyor; ona sonsuz güven duyuyor ve onun söylediklerine kulak kesiliyorlardı. “Pravda”nın her nüshası elden ele dolaşıp, düzinelerce okuyucu tarafından okunuyor, onların sınıf bilincini biçimlendiriyor, onları eğitip örgütlüyor, mücadeleye çağırıyordu.
“Pravda” neler hakkında yazıyordu?
“Pravda”nın her sayısında, işçilerin nasıl yaşadığını, onların kapitalistler tarafından, onların emrindeki fabrika yöneticileri ve ustabaşılar tarafından nasıl amansızca sömürüldüğünü, çeşitli baskı yöntemleriyle nasıl ezildiğini ve nasıl aşağılandığını anlatan çok sayıda işçi mektubu yayınlanıyordu. Bunlar kapitalist şartları sert ve isabetli bir şekilde suçluyordu. “Pravda” sık sık, işsiz ve aç işçilerin, bir daha iş bulamama umutsuzluğu içinde intihara sürüklenişinin haberlerini veriyordu.
“Pravda”, çeşitli fabrikalarda ve sanayi kollarında çalışan işçilerin sıkıntılarını ve taleplerini, işçilerin kendi talepleri için nasıl mücadele ettiklerini yazıyordu. Neredeyse her sayıda, çeşitli fabrikalardaki grevler üzerine yazıyordu. Büyük, uzun süren grevler olduğunda, gazete, diğer fabrikaların ve sanayi kollarının işçilerini grevcilere para toplayarak destek olmak üzere örgütlüyordu. Bazen grev fonları için onbinlerce ruble toplanıyordu -bu, işçilerin çoğunun günde 70-80 kopekten fazla almadığı o günler için muazzam bir miktardı. Bu, işçileri proleter dayanışma ruhuyla ve tüm işçilerin çıkarlarının bir olduğu bilinciyle eğitiyordu.
İşçiler her siyasi olaya, zafere veya yenilgiye, “Pravda”ya mektup, selam, protesto vb. yollayarak tepki gösteriyorlardı. “Pravda”, makalelerinde, işçi sınıf hareketinin görevlerini tutarlı Bolşevik bir bakış açısından aydınlatıyordu. Legal bir gazete, doğrudan Çarlığı devirme çağrısında bulunamazdı. İma yoluyla çalışmak gerekiyordu, sınıf bilinçli işçiler ise bunları çok iyi anlıyor ve kitlelere anlatıyorlardı. Örneğin “Pravda”da, “1905 yılının eksiksiz ve kısıtlanmamış taleplerinden söz edildiğinde, işçiler, Bolşeviklerin devrimci şiarlarının; Çarlığın devrilmesi, demokratik cumhuriyet, çiftlik sahiplerinin topraklarına el konulması ve sekiz saatlik işgünü şiarlarının sözkonusu edildiğini anlıyorlardı.
IV. Duma seçimlerinin arifesinde “Pravda” ileri işçileri örgütledi. Liberal burjuvaziyle anlaşma yanlılarının, “Stolypin İşçi Partisi” yandaşlarının, Menşeviklerin hain konumlarını teşhir etti. “Pravda”, işçileri, “1905 yılının eksiksiz ve kısıtlanmamış talepleri”nin yandaşlarına, yani Bolşeviklere oy vermeye çağırdı. Seçimler çok dereceliydi. İlkönce işçi toplantılarında temsilciler seçiliyor, sonra temsilciler ikinci seçmenleri seçiyor ve ancak bu ikinci seçmenler Duma'daki işçi temsilcilerinin seçimini gerçekleştiriyordu. Seçim günü “Pravda” bir Bolşevik. ikinci seçmenler listesi yayınladı ve işçilere bu listeye oy vermelerini tavsiye etti. Listeyi daha önce yayınlamamak gerekiyordu, çünkü aksi taktirde öngörülen adaylar tutuklanma tehlikesine maruz bırakılmış olacaktı.
“Pravda”, proletaryanın eylemlerini örgütlemeye yardım etti. 1914 baharında Petersburg'daki büyük lokavt sırasında kitle grevi ilan etmek amaca uygun olmadığından, “Pravda” işçilere, başka mücadele biçimlerine başvurmaları, fabrikalarda kitle toplantılarına ve sokak gösterilerine başvurmaları çağrısında bulundu. Bunlar hakkında gazete açıkça yazamıyordu. Fakat sınıf bilinçli işçiler, Lenin'in “İşçi Sınıfı Hareketinin Biçimleri Üzerine;” gibi mütevazi bir başlığı olan makalesini okuduklarında, çağrıyı anladılar. Bu makalede, şu anda grevin yerine işçi sınıf hareketinin daha ileri biçimlerini geçirmek gerektiği söyleniyordu, ki bu, toplantılar ve gösteriler düzenlemek için bir çağrı demekti.
Bolşeviklerin illegal devrimci faaliyetleri ile, işçi kitlelerinin “Pravda” vasıtasıyla legal ajitasyon ve örgütlenmesinin birleştirilmesi bu şekilde gerçekleştiriliyordu.
“Pravda”, sadece işçi yaşamı üzerine, grevler ve gösteriler üzerine yazmıyordu. “Pravda” köylü yaşamını, köylülüğün çektiği açlığı, çiftlik sahipleri, feodal beyler tarafından sömürülmesini de sistematik olarak aydınlatıyor, Stolypin “reformu” sonucunda köylülerin en iyi topraklarının nasıl münferit çiftlik sahibi Kulaklar tarafından talan edildiğini gösteriyordu. “Pravda”, sınıf bilinçli işçilere, köyde ne kadar patlayıcı madde birikmiş olduğunu gösteriyordu. Proletaryaya, 1905 Devriminin görevlerinin çözülmediğini, yeni bir devrimin yaklaşmakta olduğunu öğretiyordu. Proletaryanın bu ikinci devrimde halkın gerçek önderi ve yol göstericisi olarak ortaya çıkması gerektiğini, bu devrimde devrimci köylülük gibi güçlü bir müttefike sahip olacağını öğretiyordu.
Menşevikler, proletaryanın devrim fikrinden vazgeçmesi için bütün güçleriyle yükleniyorlardı. İşçilerin aklına şunu sokmaya çalıştılar: Halkı, köylülerin açlığını, aşırı gerici çiftlik sahiplerinin, feodal beylerin egemenliğini düşünmeyi bırakın, sadece “dernek kurma özgürlüğü” uğruna mücadele edin, bu konuda Çarlık hükümetine “dilekçe” sunun. Bolşevikler işçilere, bu devrimden vazgeçme, köylülükle ittifaktan vazgeçme Menşevik vaazının burjuvazi yararına edilmekte olduğunu, işçilerin, köylüleri müttefik olarak kendi taraflarına kazandıklarında Çarlığı mutlaka yeneceklerini, Menşevikler türünden kötü çobanları devrim düşmanları olarak bir kenara itmek gerektiğini açıkladılar.
“Köylü Yaşamı” başlıklıbölümde “Pravda” neler üzerine yazıyordu?
Örnek olarak 1913 yılına ait bazı mektupları alalım:
Samara'dan “Tarım Meseleleri” başlıklı bir mektup, Bulguma kazasının Novohasbulat köyünde, komünden ayrılan özel topraklı köylülere komün toprağından tahsis edilecek kısımları işaretler neye gelen kadastro memuruna karşı direnmekle suçlanan 45 köylüden önemli bir kısmının ağır hapis cezalarına çarptırıldığını bildiriyordu.
Pskov ilinden gelen kısa bir mektup şunları bildiriyordu: “Zavalye istasyonu yakınlarındaki Psitsa köyü köylüleri kır jandarmasına karşı silahlı direnişe geçti. Yaralananlar oldu. Çatışma nedeni, tarım sorununda anlaşmazlıklar. Psitsa'ya polis güçleri yığıldı; vali yardımcısı ile savcı da köye doğru yola çıktı.”
Ufa ilinden gelen bir mektupta, köylülerin hissesine düşen toprakların durmadan satıldığı, kıtlığın ve köy komünlerinden çekilmeye izin veren yasanın, köylülerin topraktan sürülmesi sürecini güçlendirdiği bildiriliyordu. Borisovka köyünü alalım. Burada 27 hane, toplam 543 desiyatin ekilebilir toprağa sahip. Kıtlık sırasında beş çiftçi tarafından 31 desiyatin toprak, desiyatini 25 ila 33 ruble arasında değişen fiyatlarla temelli satıldı, oysa arazinin değeri bunun 3 veya 4 katı. Aynı köyden yedi başka işletme, toplam 177 desiyatini, altı yıl süreyle yıllık % 12 faizle ipotek ettirerek desiyatin başına 18-20 ruble aldı. Halkın yoksulluğu ve faizin fahişliği gözönünde tutulursa, 177 desiyatinin yarısının tefecinin eline geçeceği kesinlikle söylenebilir, çünkü böyle muazzam bir meblağı borçluların yarısı bile altı yılda ödeyemez.
“Pravda”da yayınlanan “Rusya'da Büyük Toprak Mülkiyeti ve Küçük Köylü Toprak Mülkiyeti” makalesinde Lenin, işçilere ve köylülere kan emici toprak ağalarının elinde ne kadar büyük araziler olduğunu çarpıcı bir şekilde gösterdi. Sadece 30 000 büyük toprak sahibi, yaklaşık 70 milyon desiyatin toprağa sahipti. 10 milyon köylü hanesi de aynı miktarda toprağa sahipti. Her büyük toprak sahibine ortalama 2 300 desiyatin, Kulaklar da dahil beher köylü hanesine ise Ortalama 7 desiyatin düşüyordu; Üstelik iktisadi bakımdan zayıf 5 milyon köylü ailesine, yani tüm köylülüğün yansına, hane başına ancak 1 ila 2 desiyatin toprak düşüyordu. Bu rakamlar da açıkça gösteriyordu ki, köylülerin yoksulluğunun ve sık sık görülen kıtlığın kökleri, çiftlik sahiplerinin büyük toprak mülkiyetinde, köylülerin ancak işçi sınıfı önderliğinde bir devrimle kurtulabilecekleri serflik kalıntılarında yatmaktadır.
Köyle bağ içinde olan işçiler aracılığıyla “Pravda” kıra girdi ve ileri köylüleri devrimci mücadeleye uyandırdı.
“Pravda”nın kurulduğu dönemde illegal sosyal-demokrat örgütler tamamen Bolşeviklerin elindeydi. Legal örgüt biçimleri ise Duma fraksiyonu, basın, sigorta sandıkları, sendikalar- henüz tümüyle Menşeviklerden koparılmamıştı. Tasfiyecileri işçi sınıfının legal örgütlerinden atmak için Bolşeviklerin kararlı bir mücadele vermesi gerekiyordu. “Pravda” sayesinde bu mücadele zaferle taçlandı.
“Pravda”, Parti ilkesi uğruna mücadelenin, işçi sınıfının devrimci kitle partisinin yeniden tesisi uğruna mücadelenin ta odak noktasındaydı. “Pravda“, legal örgütleri Bolşevik Partinin illegal üsleri etrafında birleştirmeye çalışıyor ve işçi sınıfı hareketini belirli bir hedefe, devrim için hazırlığa yöneltiyordu.
“Pravda”nın çok sayıda işçi muhabiri vardı. Sadece bir yıl içinde, 11,000’in üstünde işçi mektubu yayınladı. Ama işçilerle bağ kurması sadece mektup yoluyla olmuyordu. Fabrikalardan gelen çok sayıda işçi, her gün yazıişleri bürosuna uğruyordu. Partinin örgütsel çalışmasının önemli bir, bölümü “Pravda” yazıişleri bürosunda yoğunlaşmıştı. Burada yerel Parti hücrelerinin temsilcileriyle toplantılar yapılıyor, fabrika ve işletmelerdeki Parti çalışması üzerine bilgiler buraya akıyor, Petersburg Komitesi'nin ve Parti Merkez Komitesi'nin Parti talimatları buradan iletiliyordu.
İşçi sınıfının devrimci kitle partisini yeniden tesis etmek için Tasfiyecilere karşı iki buçuk yıl süren inatlı mücadeleden sonra 1914 yazında Bolşevikler, Rusya'nın siyasi bakımdan aktif işçilerinin beşte dördünün Bolşevik Partiyi, “Pravda” taktiğini izlemesini sağladılar. Örneğin, 1914 yılında işçi gazeteleri için para toplayan toplam 7,000 işçi grubundan 5,6O0'ünün Bolşevik basın, ve sadece 1,400'ünün Menşevik basın için para toplaması bunu gösteriyordu. Buna karşılık, Menşeviklerin liberal burjuvazi ve burjuva aydınlar arasında birçok “zengin dostları” vardı ve bu dostlar Menşevik gazetesinin devam ettirilebilmesi için gerekli miktarın yarısından fazlasını veriyorlardı.
O zamanlar Bolşeviklere “Pravdacılar” denirdi. Devrimci proletaryanın tüm bir kuşağı, daha sonra Ekim Sosyalist Devrimini yapacak olan kuşak, “Pravda” tarafından yetiştirildi. “Pravda”nın ardında, onbinlerce, yüzbinlerce işçi duruyordu. Devrimci hareketin yükselişi yıllarında (1912-1914), Bolşevik kitle partisinin sağlam temelleri atıldı, bunu emperyalist savaş sırasında çarlığın hiçbir takibatı yıkamayacaktı.
“1912 yılının 'Pravda'sı -Bolşevizmin 1917 yılındaki zaferinin temel taşının konmasıydı.” (Stalin.)
Partinin tüm-Rusya çapındaki bir diğer legal organı, IV. Devlet Duması'ndaki Bolşevik fraksiyondu.
1912'de hükümet, IV. Duma için seçim yapılacağını ilan etti. Partimiz seçimlere katılmaya büyük önem verdi. Sosyal-Demokrat Duma Fraksiyonu ve “Pravda”, Bolşevik Partinin kitleler içindeki devrimci çalışmasının tüm-Rusya çapındaki en önemli legal üsleriydi.
Bolşevik Parti, Duma seçimlerinde bağımsız bir şekilde, kendi şiarlarıyla ortaya çıktı ve ayın zamanda hem hükümete hem de liberal burjuvaziye (Kadetlere) ciddi darbeler indirdi. Bolşevikler seçim kampanyasını, demokratik cumhuriyet, sekiz saatlik işgünü ve çiftlik sahiplerinin topraklarına el konulması şiarları altında yürüttüler.
IV. Duma için seçimler 1912 sonbaharında yapıldı. Petersburg'daki seçimlerin gidişinden memnun kalmayan hükümet, Ekim başında bir dizi büyük işletmedeki işçilerin seçim hakkına tecavüze kalktı. Buna cevap olarak -Partimizin Petersburg Komitesi, Stalin yoldaşın önerisi üzerine, büyük işletmelerin işçilerini bir günlük greve çağırdı. Güç duruma düşen hükümet gerilemek zorunda kaldı, ve işçiler toplantılarda, güvendikleri adayları seçme imkanını elde ettiler. İşçilerin muazzam çoğunluğu, Stalin yoldaş tarafından hazırlanan, delegelere ve temsilciye verdiği “seçmen görevi”ni (Nakaz) onayladı. “Petersburg'lu İşçilerin İşçi Temsilcisine Verdikleri Görev”, 1905 yılının çözülmemiş görevlerine dikkat çekiyordu:
“Biz”, diyordu Vekalet, “Rusya'nın belki 1905 hareketinden daha, derin olacak kitle hareketlerinin arifesinde bulunduğunu düşünüyoruz... Bu hareketin öncü savaşçısı, 1905 yılında olduğu gibi, Rus toplumunun en ileri sınıfı Rus proletaryası olacaktır. Onun müttefiki ise ancak, Rusya'nın feodal bağlardan kurtarılmasında yaşamsal çıkarı olan, çok çile çekmiş köylülük olabilir.”
“Seçmen görevi”, halkın gelecekteki eylemlerinin iki cepheli bir mücadele biçimini alacağını açıklıyordu -hem Çarlık hükümetine karşı hem de Çarlıkla uzlaşma arayan liberal burjuvaziye karşı.
Lenin, işçileri devrimci mücadeleye çağıran bu “seçmen görevi”ne büyük önem verdi. Ve işçiler, kararlarıyla bu çağrıya cevap verdiler.
Bolşevikler seçimlerde zafer kazandılar; Petersburg işçileri tarafından Badayev yoldaş Duma'ya seçildi.
Duma seçimlerinde işçiler, halkın diğer kesimlerinden ayrı olarak oy kullandılar (İşçi Kuryesi). İşçi Kuryesi'nin dokuz temsilcisinden altısı Bolşevik Parti üyesiydi: Badayev, Petrovski, Muranov, Samoylov, Şagov ve Malinovski (sonradan, bu sonuncunun ajan-provokatör olduğu ortaya çıktı.) Bolşevik temsilciler, işçi sınıfının en az beşte dördünün yaşadığı en büyük sanayi merkezlerinden seçilmişti. Bazı tasfiyeciler ise işçiler tarafından, yani İşçi Kuryesi içinden seçilmemişti. Bu nedenle Duma'da altı Bolşevike karşılık yedi Tasfiyeci vardı. Önceleri Bolşevikler ve Tasfiyeciler Duma'da ortak bir sosyal demokrat fraksiyon kurdular. Bolşeviklerin devrimci çalışmalarına engel olan Tasfiyecilere karşı inatlı mücadeleden sonra Bolşevik temsilciler, Bolşevik Parti Merkez Komitesi'nin talimatı üzerine Ekim 1913'te birleşik sosyal demokrat fraksiyondan ayrıldılar ve bağımsız bir Bolşevik fraksiyon kurdular.
Bolşevik temsilciler, Duma'da otokrasi sistemini teşhir eden devrimci konuşmalar yaptılar. İşçilere karşı şiddet eylemleri, işçilerin kapitalistler tarafından insanlık dışı bir biçimde sömürülmesi hakkında hükümete gensoru önergeleri verdiler.
Tarım sorununu da Duma'da dile getirdiler: konuşmalarında köylüleri çiftlik sahiplerine, feodal beylere karşı mücadeleye çağırdılar, ve çiftlik sahiplerinin topraklarına el konularak bunların köylülere devredilmesine karşı çıkan Kadet Partisini teşhir ettiler.
Bolşevikler, Devlet Duması'nda, sekiz saatlik işgünün öngören bir yasa önerisi getirdiler; bu öneri Kara Yüzler Duması tarafından elbette kabul edilmedi, ancak ajitasyon bakımından çok değerli oldu.
Bolşevik Duma fraksiyonu, Parti Merkez Komitesi'yle ve Lenin'le sımsıkı bağlara sahipti ve Lenin'den talimat alıyordu. Petersburg'da kaldığı sürece de dolaysız olarak Stalin yoldaş tarafından yönetildi.
Bolşevik temsilciler, sadece Duma içindeki çalışmayla yetinmediler. Duma dışında da büyük bir faaliyet geliştirdiler. Fabrikaları ve işletmeleri gezdiler, ülkenin işçi merkezlerini dolaşarak devrimci konuşmalar yaptılar, partinin kararlarını izah ettikleri gizli toplantılar düzenlediler ve yeni parti örgütleri kurdular: Temsilciler, legal çalışmayı illegal, yeraltı çalışmasıyla ustaca birleştirdiler.
3- LEGAL ÖRGÜTLERDE BOLŞEVİKLERİN ZAFERİ. DEVRİMCİ HAREKETİN DAHA DA YÜKSELİŞİ. EMPERYALIST SAVAŞIN ARİFESİ.
Bu dönemde Bolşevik Partisi, bütün biçim ve tezahürleri ile proleter sınıf mücadelesini yönetmenin mükemmel örneklerini sundu. İllegal örgütler inşa etti. İllegal broşürler yayınladı. Kitleler içinde gizli devrimci çalışma yaptı. Aynı zamanda işçi sınıfının çeşitli legal örgütlerini gittikçe daha çok kendi etkisi altına aldı. Parti, sendikaları, halkevlerini, gece üniversitelerini, kulüpleri ve sigorta sandıklarını fethetmeye çalıştı. Bu legal örgütler uzun zamandan beri Tasfiyecilere sığınaklık yapıyordu. Bolşevikler, legal kuruluşları Partimizin üs noktalarına dönüştürmek için enerjik bir mücadele verdiler. İllegal çalışmayı legal çalışmayla ustaca birleştiren Bolşevikler, iki başkentteki sendika örgütlerinde çoğunluğu kazandılar. Petersburg Metal İşçileri Sendikası'nın 1913 yılında yapılan Yönetim Kurulu seçiminde kazanılan zafer özellikle parlaktı: toplantıya katılan 3,000 metal işçisinden ancak 150'si Tasfiyecilere oy verdi.
Aynı şey, IV. Devlet Duması'ndaki sosyal-demokrat fraksiyon gibi büyük öneme sahip bir legal örgüt için de söylenmelidir. Duma'da Menşeviklerin yedi, Bolşeviklerinse altı temsilcisi olmasına rağmen, esas olarak proleter-olmayan bölgelerden seçilen Menşevik yedili grup, işçi sınıfının ancak beşte birini temsil ediyordu, ülkenin tayin edici sanayi merkezlerinden (Petesburg, Moskova, Ivanovo-Voznessensk, Kostroma,Yekaterinoslav, Harkov) seçilen Bolşevik altılı grup ise ülke işçi sınıfının beşte dördünden fazlasını temsil ediyordu. İşçiler kendi temsilcileri olarak yedili grubu değil, altılı grubu (Badayev, Petrovski ve diğerleri) görüyorlardı.
Bolşevikler, legal örgütleri fethetmeyi başardılar, çünkü Çarlık hükümetinin hunharca zulmüne ve Tasfiyecilerle Troçkistlerin fesatçılığına rağmen; illegal Partiyi ve onun saflarındaki demir disiplini ayakta tutmayı bildiler, işçi sınıfının çıkarlarını içtenlikle savundular, kitlelerle sıkı bağlar kurdular ve işçi sınıfı hareketinin düşmanlarına karşı uzlaşmaz bir mücadele verdiler.
Böylece Bolşevikler legal örgütlerde tüm çizgi boyunca zaferin zafere ilerlediler, Menşevikler ise yenilgiden yenilgiye koştular. Gerek Duma kürsüsünden yürütülen ajitasyon alanında, gerek işçi basını ve diğer legal örgütler alanında Menşevikler geri plana itildiler. Devrimci hareketin kavramış olduğu işçi sınıfı kesinlikle Bolşevikler etrafında toplandı ve Menşevikleri bir kenara itti.
Tüm bunların ötesinde Menşevikler, ulusal sorun alanında da iflas ettiler. Rusya'nın kenar bölgelerindeki devrimci hareket, ulusal sorunda berrak bir program gerektiriyordu. Oysa Menşeviklerin, Bund'un hiç kimseyi tatmin etmeyen “kültürel özerkliği“nden başka bir programı yoktu. Ulusal sorunda sadece Bolşevikler -Stalin yoldaşın “Marksizm ve Milli Mesele” makalesinde ve Lenin'in “Ulusların Kendi Kaderini Tayin hakkı” ile “Milli Mesele Üzerine Eleştirel Notlar” makalelerinde ortaya konulan- Marksist bir programa sahipti.
Menşeviklerin bu yenilgilerinden sonra Ağustos Bloku'nun tüm eklenti yerlerinden çatırdamaya başlaması şaşırtıcı değildir. Ağustos Bloku birbirine benzemez unsurlardan oluştuğu için, Bolşeviklerin şiddetli saldırılarına dayanamadı ve çözülmeye başladı. Bolşevizmle mücadele etmek amacıyla kurulan Ağustos Bloku, Bolşeviklerin darbeleri altında kısa zamanda parçalandı. İlk önce “Vperyod”cular (Bogdanov, Lunaçarski ve diğerleri) bloktan ayrıldı, ardından Letonyalılar, ve bunun üzerine diğerleri de dağıldı.
Bolşeviklerle mücadelede yenilgiye uğrayan Tasfiyeciler, yardım için II. Enternasyonal'e başvurdular. II. Enternasyonal yardımlarına yetişti. Bolşeviklerle Tasfiyecileri “barıştırma”, “Parti içinde barışı” sağlama bahanesiyle II. Enternasyonal, Bolşeviklerden Tasfiyecilerin uzlaşmacı politikasını eleştirmeyi bırakmalarını talep etti. Ancak Bolşevikler uzlaşmaya yanaşmadılar: oportünist II. Enternasyonal'in kararlarına uymayı reddettiler ve hiçbir taviz vermediler.
Bolşeviklerin legal örgütlerdeki zaferi bir tesadüf değildi ve olamazdı da. Bunun bir tesadüf olmamasının nedeni, sadece, Bolşeviklerin doğru bir Marksist teoriye, berrak bir programa ve savaşta çelikleşmiş ve direnç kazanmış devrimci bir proletarya partisine sahip olmaları değil, aynı zamanda Bolşeviklerin zaferinin yükselen devrimci dalgayı da yansıtmasıydı.
İşçilerin devrimci hareketi gittikçe daha çok gelişti. yeni şehirleri ve bölgeleri sardı. 1914'ün başlamasıyla birlikte işçi grevleri, dinmek bir yana, bilakis tam tersine yeni bir hız kazandı. Grevler gittikçe daha inatlı bir karaktere büründüler ve gittikçe daha çok işçiyi kapsadılar. 9 (22) Ocak'ta 250,000 işçi grev yaptı, bunlardan 140,000'i Petersburg'dandı. 1 Mayıs'ta yarım milyonun üstünde işçi grev yaptı, bunlardan 250,000'den fazlası Petersburg'dandı. İşçiler grevlerde olağanüstü metanet gösterdiler. Petersburg'da Obuhov işletmelerindeki grev iki aydan fazla sürdü, Lessner işletmesindeki ise üç ay kadar. Petersburg'daki bir dizi işletmede işçilerin toptan zehirlenmesi, 115,000 işçinin grevine ve ertesinde gösterilere neden oldu. Hareket yayılmaya devam etti. 1914 yılının ilk yarısında (Temmuz başı da dahil olmak üzere) toplam 1,425,000 işçi grev yaptı.
Mayısta Baku'de petrol işçilerinin genel grevi başladı, ve tüm Rus proletaryasının dikkatini üstünde topladı. Grev örgütlü bir şekilde yürüyordu. 20 Haziran'da (3 Temmuz) Baku'de 20 000 işçinin katıldığı bir gösteri oldu. Polis, Baku işçilerine karşı vahşice tedbirler aldı. Moskova'da Baku işçileriyle dayanışma belirtisi olan bir protesto grevi patlak verdi ve diğer bölgelere sıçradı.
3 (16) Temmuz'da Petersburg'daki Putilov İşletmelerinde Baku greviyle ilgili bir miting yapıldı. Polis işçilere ateş açtı. Petersburg proletaryasını bir hiddet dalgası sardı. Petersburg Parti Komitesi'nin çağrısı üzerine 4 (17) Temmuz'da 90,000 işçi protesto grevine başladı, 7
(20) Temmuz'da 130,000, 8 (21) Temmuz'da 150,000, 11 (24) Temmuz'da 200,000 kişi grevdeydi.
Huzursuzluk bütün fabrikalara yayıldı, her yerde mitingler ve gösteriler yapılıyordu. İş o kadar ileri gitti ki, barikat kurma çabalarına girişildi. Baku ve Lodz'da da barikatlar kuruldu. Bir dizi yerde polis işçilere ateş açtı. Hareketi bastırmak üzere hükümet “olağanüstü tedbirler” aldı, başkent sanki ordu kampına dönüştürüldü, “Pravda” kapatıldı.
Fakat bu sırada sahnede, enternasyonal karakterli yeni bir faktör ortaya çıktı. Bu, olayların akışını değiştirecek olan emperyalist savaştı. Tam devrimci Temmuz olayları sırasında, Fransa Cumhurbaşkanı Poincaré, başlamak üzere olan savaş konusunda Çar ile görüşmek üzere Petersburg'a geldi. Birkaç gün sonra Almanya Rusya'ya savaş açtı. Çarlık hükümeti Bolşevik örgütleri paramparça etmek ve işçi sınıfı hareketini ezmek için savaştan yararlandı. Çarlık hükümetinin devrimden kurtulmak için sığındığı dünya savaşı, devrimin ilerlemesini sekteye uğrattı.
KISA ÖZET
Devrimin yeniden yükselişi yıllarında (1912-1914) Bolşevik Partisi işçi sınıfı hareketinin başını çekti ve işçi sınıfını Bolşevik şiarlar altında yeni bir devrime doğru götürdü. Parti, illegal çalışmayla legal çalışmayı ustaca birleştirdi. Tasfiyecilerin ve dostları Troçkistler ve Otzovistlerin direnişini kırdı, legal hareketin tüm biçimlerinde ustalaştı ve legal örgütleri devrimci çalışmanın üssü haline getirdi.
İşçi sınıfı düşmanlarına ve onların işçi sınıfı hareketi içindeki ajanlarına karşı mücadele içinde Parti, kendi saflarını sağlamlaştırdı ve işçi sınıfıyla bağlarını genişletti. Duma'yı devrimci ajitasyon için bir kürsü olarak yaygın bir şekilde kullanarak ve mükemmel bir proleter kitle gazetesi olan “Pravda”yı kurarak Parti, “Pravdacılar” denilen yeni bir devrimci işçi kuşağı yetiştirdi. Emperyalist savaş süresince bu işçi kitlesi enternasyonalizm bayrağına ve proleter devrime sadık kaldı. daha sonra, 1917 Ekim Devrimi günlerinde Bolşevik Partinin esasını oluşturan da bu kitle oldu.
Emperyalist savaşın arifesinde Parti, işçi sınıfının devrimci eylemlerini yönetti. Bunlar, emperyalist savaş tarafından sekteye uğratılan, fakat üç yıl sonra, Çarlığı devirmek üzere yeniden başlatılacak olan öncü müfreze çarpışmalarıydı. Bolşevik Partisi, çetin emperyalist savaş dönemine proleter enternasyonalizminin bayrağını açarak girdi.
1 - EMPERYALİST SAVAŞIN PATLAK VERMESİ VE NEDENLERİ
14 (27) Temmuz 1914'te Çarlık hükümeti genel seferberlik ilan etti. 19 Temmuz'da (I Ağustos) Rusya'ya Almanya tarafından savaş ilan edildi.
Rusya savaşa girdi.
Savaşın başlamasından çok önce Lenin ve Bolşevikler, savaşın kaçınılmazlığını öngörmüşlerdi. Uluslararası Sosyalist Kongrelerde Lenin, bir savaş halinde sosyalistlerin tavrının devrimci çizgisini saptamaya yönelik önergeleriyle öne çıkmıştı.
Lenin, savaşların kapitalizmin kaçınılmaz yol arkadaşları olduğuna işaret etti. Yabancı toprakların yağmalanması, sömürgelerin işgal ve talan edilmesi, yeni pazarların zaptı, daha önceleri de sık sık, kapitalist devletler tarafından girişilen fetih savaşlarının nedeni olmuştu. Kapitalist ülkeler için savaş, işçi sınıfının sömürülmesi kadar doğal ve yasaya uygun bir durumdur.
19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında kapitalizm, gelişmesinin en üst ve son aşamasına, emperyalizme ulaşınca, savaşlar özellikle kaçınılmaz hale geldi. Emperyalizm aşamasında güçlü kapitalist birlikler (tekeller) ve bankalar, kapitalist devletlerin yaşamında tayin edici faktör haline geldiler. Finans-kapital, kapitalist devletlerde evin efendisi oldu. Finans-kapital yeni pazarlar, yeni sömürgeler, yeni sermaye ihraç alanları ve yeni hammadde kaynakları talep ediyordu.
Oysa daha 19. yüzyılın sonunda yeryüzünun tüm toprakları kapitalist devletler arasında paylaşılmıştı. Ne ki emperyalizm çağında kapitalizmin gelişmesi son derece eşitsiz ve sıçramalı olur: önceleri birinci sırayı tutan bazı ülkelerin sanayii nispeten yavaş gelişir, eskiden geri olan başka ülkeler büyük sıçramalarla onlara yetişip onları geçer. Emperyalist devletlerin ekonomik ve askeri güç dengesi değişiyordu. Dünyayı yeniden paylaşma çabası ortaya çıktı. Dünyanın yeniden paylaşımı uğruna mücadele emperyalist savaşı kaçınılmaz kıldı. 1914 savaşı dünyayı ve nüfuz alanlarını yeniden paylaşma uğruna bir savaştı. Bütün emperyalist devletler uzun süreden beri buna hazırlanıyordu. Bu savaştan bütün ülkelerin emperyalistleri sorumluydular.
Ama bu savaşa özellikle, bir yanda Almanya ile Avusturya, öte yanda Fransa ile İngiltere ve onlara bağımlı olan Rusya hazırlandılar. 1907'de İngiltere, Fransa ve Rusya arasında bir Üçlü İtilaf, Antant kuruldu. Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya ise başka bir emperyalist ittifak kurdular. Fakat 1914 savaşının patlak vermesiyle İtalya bu ittifaktan ayrıldı ve daha sonra Antant'a katıldı. Bulgaristan ile Türkiye, Almanya ve Avusturya-Macaristan’ı destekliyordu.
Emperyalist savaş hazırlığıyla Almanya, İngiltere ve Fransa'dan sömürge alma, Rusya'dan da Ukrayna'yı, Polonya'yı ve Baltık İllerini koparma hedefini güdüyordu. Bağdat demiryolunun inşasıyla Almanya, İngiltere’nin Yakın Doğu’daki hakimiyetini tehdit ediyordu. Almanların denizdeki silahlanmasının artışı da İngilizleri korkutuyordu.
Çarlık Rusyası Türkiye'nin paylaşılması için uğraşıyor. Karadeniz'i Akdeniz'e bağlayan Boğazları ve İstanbul’u ele geçirmeyi düşlüyordu. Çarlık hükümetinin planları arasında, AvusturyaMacaristan'ın bir bölümü olan Galiçya'yı ilhak etmek de vardı.
İngiltere, savaştan yararlanarak, malları savaştan önceki yıllarda İngiliz mallarını dünya pazarlarından sürmeye başlayan tehlikeli rakibi Almanya'yı yenmek istiyordu. Bundan başka İngiltere, Mezopotamya ve Filistin'i Türkiye’nin elinden kaparmak ve Mısır'da yerini sağlamlaştırmak istiyordu.
Fransız kapitalistleri, kömür bakımından zengin Saar havzası ile demir bakımından zengin Alsas-Loren'i Almanya'nın elinden kapmak istiyordu. Alsas-Loren'i Almanya 1870/71 savaşında Fransa'dan kapmıştı.
İki kapitalist devletler grubu arasında varolan son derece büyük çelişkiler, böylece emperyalist savaşa yolaçtı.
Dünyanın yeniden paylaşımı uğruna bu yırtıcı savaş, bütün emperyalist ülkelerin çıkarına dokunuyordu, bu yüzden daha sonra Japonya, ABD ve diğer bazı ülkeler de bu yağmacı savaşın içine çekildi.
Savaş, bir dünya savaşı haline geldi.
Emperyalist savaş hazırlığı burjuvazi tarafından halktan son derece gizli tutuldu. Savaş başladığında, bütün emperyalist hükümetler, komşularına saldırmadıklarını, bilakis kendilerinin saldırıya uğradığını ispatlamaya çalıştılar. Burjuvazi, savaşın gerçek hedeflerini, emperyalist, ilhakçı karakterini gizleyerek halkı aldattı. Bütün emperyalist hükümetler, savaşın kendi ülkelerini savunmak için verildiğini iddia ettiler.
II. Enternasyonal oportünistleri, burjuvazinin halkı aldatmasına yardımcı oldular. II. Enternasyonal sosyal-demokratları, sosyalizm davasına, proletaryanın uluslararası dayanışma davasına en alçakça ihanet ettiler. Savaşa karşı çıkmak bir yana, bilakis tam tersine, anavatan savunması bayrağı altında saldırgan ülkelerin işçi ve köylülerini birbirlerine karşı kışkırtmasında burjuvaziye yardımcı oldular.
Rusya'nın emperyalist savaşa Antant'ın safında, Fransa ve İngiltere’nin safında girmesi bir tesadüf değildi. Gözönünde tutmak gerekir ki, 1914'ten önce Rusya'nın en önemli sanayi kolları yabancı sermayenin, esas olarak da Fransız, İngiliz ve Belçika sermayesinin, yani Antant ülkelerinin elindeydi. Rusya'nın en önemli metal işletmeleri Fransız kapitalistlerinin elindeydi. Bir bütün olarak metalurji sanayiinin neredeyse dörtte üçü (yüzde 72'si) yabancı sermayeye bağımlıydı. Taşkömürü sanayiinde, Donetz Havzasında, aynı tablo. Petrol üretiminin aşağı-yukarı yarısı, İngiliz-Fransız sermayesinin elinde bulunuyordu. Rus sanayiinin karlarının önemli bir kısmı, yabancı bankalara, özellikle İngiliz ve Fransız bankalarına akıyordu. Bütün bu şartlar ve çarın Fransa ve İngiltere’den aldığı milyarlık borçlar, Çarlığı İngiliz ve Fransız emperyalizmine zincirle bağladı, Rusya'yı bu ülkelerin haraçgüzarına, bir yarı-sömürgesine dönüştürdü.
Rus burjuvazisi, savaşa girerken, böylece durumunu düzelteceğini, yeni pazarlar elde edeceğini, savaş ihaleleri ve savaş tedarikleriyle zenginleşeceğini ve aynı zamanda savaş halinden yararlanarak devrimci hareketi ezeceğini düşünüyordu.
Çarlık Rusya'sı savaşa hazırlıksız girdi. Rus sanayii diğer kapitalist ülkelerden çok geri kalmıştı. Sanayi, çoğunlukla, köhne makinelerle donatılmış eski fabrika ve işletmelerden oluşuyordu. Yarıfeodal toprak mülkiyeti ve köylülüğün sefilleşmiş, mahvolmuş ana kütlesiyle tarım, uzun süreli bir savaş için sağlam bir ekonomik temel olamazdı.
Çar esas olarak çiftlik sahiplerine, feodal beylere dayanıyordu. Büyük kapitalistler ittifak halinde olan aşırı gerici büyük toprak sahipleri, ülkede ve Devlet Duması'nda istedikleri gibi at koşturuyorlardı. Çarlık hükümetinin iç ve dış politikasını tamamen destekliyorlardı. Rus emperyalist burjuvazisi, umutlarını, kendine bir yandan yeni pazarlar ve yeni topraklar sağlayacak, öte yandan işçi ve köylülerin devrimci hareketini ezecek durumdaki demirden yumruk olarak gördüğü Çarlık otokrasisine bağlamıştı.
Liberal burjuvazinin partisi -Kadetler- gerçi muhaliflik tasladıysa da, Çarlık hükümetinin dış politikasını kayıtsız-şartsız destekledi.
Sosyalizm bayrağını paravana olarak kullanan küçük-burjuva partileri, Sosyal-Devrimciler ve Menşevikler, savaşın ilk gününden itibaren, savaşın emperyalist, yağmacı karakterini gizleyerek halkı aldatmakta burjuvaziye yardım ettiler. Burjuva “anavatan”ı “Prusyalı barbarlar”a karşı koruma, savunma zorunluluğunu vaaz ettiler, “iç barış” politikasını desteklediler ve böylece, tıpkı Alman Sosyal-Demokratlarının Alman Kayzer hükümetinin “Rus barbarları”na karşı savaş yürütmesine yardım etmesi gibi, Rus Çar hükümetinin savaş yürütmesine yardım ettiler.
Sadece Bolşevik Parti, devrimci enternasyonalizmin yüce bayrağına sadık kaldı ve sımsıkı, Çarlık otokrasisine, çiftlik sahiplerine ve kapitalistlere, emperyalist savaşa karşı kararlı mücadele Marksist tutumunu sürdürdü. Bolşevik Parti, savaşın hemen ilk gününden itibaren, savaşın anavatan savunması için değil, yabancı toprakların ele geçirilmesi ve yabancı halkların talan edilmesi amacıyla çiftlik sahiplerinin ve kapitalistlerin çıkartan doğrultusunda başlatıldığını, işçilerin bu savaşa karşı kararlı bir savaş yürütmeleri gerektiğini savundu.
İşçi sınıfı, Bolşevik Partisini destekledi.
Ancak, savaşın başında aydınları ve köylülüğün Kulak katmanlarını saran burjuva-yurtsever sarhoşluk, işçilerin belli bir kesimini de etkilemişti. Fakat bunlar esas olarak, kötü ünlü “Rus Halk Birliği”nin üyeleriydi, bir kısmı da Sosyal-Devrimci-Menşevik zihniyetli işçilerdi. Bunlar, elbette asla işçi sınıfının duygularını dile getirmiyorlardı ve getiremezlerdi de. Savaşın ilk günlerinde Çarlık hükümeti tarafından tertiplenen, burjuvazinin savaş taraftan gösterilerine katılanlar da işte bu unsurlardı.
2-II. ENTERNASYONAL PARTİLERİNİN KENDİ EMPERYALİST HÜKÜMETLERİNİN SAFINA GEÇİŞİ. II. ENTERNASYONAL'İN TEK TEK SOSYAL-ŞOVEN PARTİ-LERE DAĞILMASI.
II.
Enternasyonal'in oportünizmi ve önderlerinin kaypaklığı konusunda Lenin tekrar tekrar uyarılarda bulunmuştu. II. Enternasyonal önderlerinin sadece lafta savaşa karşı olduklarını, savaş patlak vermesi halinde tutumlarını değiştirip emperyalist burjuvazinin tarafına geçebileceklerini, savaş yandaşı olabileceklerini sürekli vurgulamıştı. Savaşın daha ilk günleri, Lenin'in öngörüsünü doğruladı.
II.
Enternasyonal’in 1910'daki Kopenhag Kongresi'nde, parlamentoda sosyalistlerin savaş kredileri aleyhinde oy vermesi gerektiği kararı alındı. II. Enternasyonal'in 1912 Balkan Savaşı sırasındaki Basel Kongresi, bütün ülkelerin işçilerinin kapitalistlerin karını artırmak için birbirlerini vurmayı bir cinayet olarak gördüklerini açıkladı. Lafta karar tasarılarında durum böyleydi.
Ama emperyalist savaş fırtınası patladığında, bu kararları pratiğe geçirme zamanı geldiğinde, II. Enternasyonal liderlerinin proletarya davasının dönekleri ve hainleri olduğu, burjuvazinin uşakları olduğu anlaşıldı, onlar savaş yandaşı oldular.
4 Ağustos 1914'te Alman sosyal-demokrasisi parlamentoda savaş kredileri lehinde, emperyalist savaşın desteklenmesi lehinde oy kullandı. Fransa, İngiltere, Belçika ve diğer ülkelerin sosyalistlerinin büyük çoğunluğu da aynı şeyi yaptılar.
II. Enternasyonal yok oldu. Fiilen, birbirine karşı savaş yürüten tek tek sosyal-şoven partilere dağıldı.
Sosyalist partilerin liderleri, proletaryaya ihanet ederek, sosyalşovenizm ve emperyalist burjuvaziyi savunma pozisyonuna geçtiler. İşçi sınıfını aldatmakta ve milliyetçilik ağusuyla zehirlemekte emperyalist hükümetlere yardımcı oldular. Bu sosyal-hainler, anavatan savunması bayrağı altında, Alman işçilerini Fransız işçilerine, İngiliz ve Fransız işçilerini ise Alman işçilerine karşı kışkırtmaya başladılar. II. Enternasyonal'in sadece çok küçük bir azınlığı enternasyonalizm pozisyonunda kaldı ve akıma karşı çıktı, gerçi yeterince kendinden emin ve kesin bir şekilde değil ama, yine de akıma karşı çıktı.
Sadece Bolşevik Parti, derhal ve yalpalamaksızın, emperyalist savaşa karşı kararlı mücadele bayrağını kaldırdı. 1914 sonbaharında kaleme aldığı savaş konusundaki tezlerde Lenin, II. Enternasyonal'in çöküşünün bir tesadüf olmadığına işaret etti. II. Enternasyonal, devrimci proletaryanın en iyi temsilcilerinin uzun zamandan beri onlara karşı uyarıda bulunduğu oportünistler
tarafından yıkılmıştı.
II. Enternasyonal partilerine oportünizm, daha savaştan önce bulaşmıştı. Oportünistler açıkça devrimci mücadeleden vazgeçmeyi vaaz ediyorlardı, “kapitalizmden sosyalizme barış içinde geçiş” teorilerini vaaz ediyorlardı. II. Enternasyonal, oportünizme karşı savaşmak istemedi, onunla barış içinde yaşamak istedi ve ona güçlenme fırsatı verdi. Oportünizme karşı uzlaşmacı bir politika izleyen II. Enternasyonal, bizzat kendisi oportünistleşti.
Emperyalist burjuvazi, sömürgelerden ve geri kalmış ülkelerin sömürüsünden elde ettiği karlar vasıtasıyla, kalifiye işçilerin üst tabakasına, işçi aristokrasisi denilenlere, daha yüksek ücretler ve başka kırıntılar yoluyla sistematik olarak rüşvet veriyordu. Bu işçi kesiminden az sendika ve kooperatif önderi, encümen ve parlamento üyesi, gazeteci ve sosyal-demokrat parti memuru çıkmamıştı. Savaş çıktığında, mevkilerini kaybetmekten korkan bu insanlar, devrime düşman kesilip, kendi burjuvazilerinin ve emperyalist hükümetlerinin en hararetli savunucuları oldular.
Oportünistler sosyal-şoven oldular.
Rus Menşevikleri ve Sosyal-Devrimcileri de dahil, sosyalşovenler, içte işçilerin burjuvaziyle sınıf barışı’nı, dışta ise diğer uluslara karşı savaşı vaaz ediyorlardı. Kendi ülkelerinin burjuvazisinin savaşta suçsuz olduğunu ilan ederek, gerçek savaş suçluları konusunda kitleleri aldatıyorlardı. Birçok sosyal-şoven, kendi ülkelerinin emperyalist hükümetlerinde bakan oldu.
Üstü örtülü sosyal-şovenler, Santristler [Merkezciler, Ortayolcular] denilenler de proletaryanın davası için daha az tehlikeli değildi. Santristler -Kautsky, Troçki, Martov ve diğerleri-, yeminli sosyalşovenleri haklı gösterip savunuyor ve böylece onlarla birlikte proletaryaya ihanet ediyorlar, bu ihanetlerini ise “solcu”, işçi sınıfını aldatmak hesabı üzerine kurulu savaş aleyhtarı lafazanlıkla gizliyorlardı. Aslında Santristler savaşı destekliyorlardı, çünkü Santristlerin, savaş kredileri aleyhinde oy vermeme ve savaş kredileri üzerine oylamada çekimser kalma önerisi, savaşı desteklemek demekti. Tıpkı sosyalşovenler gibi Santristler de, kendi emperyalist hükümetlerinin savaş yürütmesine engel olmamak için, savaş sırasında sınıf mücadelesinden vazgeçilmesini talep ediyorlardı. Santrist Troçki, savaşa ve sosyalizme ilişkin bütün önemli meselelerde Lenin'e ve Bolşevik Partisine karşı idi.
Lenin daha savaşın ilk gününden itibaren, yeni bir Enternasyonal, III. Enternasyonal yaratılması için güç toplamaya başladı. Bolşevik Partisi Merkez Komitesi, daha Kasım 1914 tarihli, savaşa karşı manifestosunda, yüz kızartıcı bir şekilde iflas etmiş olan II. Enternasyonal yerine III. Enternasyonal'i kurmayı kendine görev ediniyordu.
Şubat 1915'te Londra'da yapılan Antant ülkeleri sosyalistlerinin konferansında, Lenin'in talimatı üzerine konuşan Litvinov, sosyalistlerin (Vandervelde, Sembat, Guesde) Belçika ve Fransa burjuva hükümetlerinden istifa etmesini ve emperyalistlerle tüm ilişki ve işbirliğinin kesilmesini talep etti. Bütün sosyalistlerden, kendi emperyalist hükümetlerine karşı kararlı mücadele ve savaş kredilerini mahkum etmelerini talep etti. Ama Litvinov'un konuşması bu konferansta hiç yankı bulmadı.
Eylül 1915 başlarında Zimmerwald'de enternasyonalistlerin ilk konferansı toplandı. Lenin bu konferansı, savaş aleyhtarı bir enternasyonal hareketin “ilk adımı” olarak niteledi. Bu konferansta Lenin tarafından, Zimmerwald Solu oluşturuldu. Ama bu Zimmerwald Solu içinde sadece Lenin'in önderliğindeki Bolşevik Partisi, savaşa karşı biricik doğru ve sonuna kadar tutarlı tavrı takındı. Zimmerwald Solu, Lenin'in makalelerinin de yayınlandığı “Vorbote” adlı Almanca bir dergi çıkardı.
1916'da Enternasyonalistler İsviçre’nin Kiental köyünde bir konferans toplamayı başardılar. Bu, II. Zimmerwald Konferansı olarak bilinir. Bu sırada artık hemen her ülkede enternasyonalist gruplar doğmuş, enternasyonalist unsurların sosyal-şovenlerden ayrışması daha belirginleşmişti. Ama esas önemlisi, bu dönemde artık bizzat kitlelerin, savaşın ve onun sebep olduğu felaketin etkisiyle sola kaymaları olmuştu. Kiental Manifestosu, Konferansta birbirleriyle çatışan değişik grupların aralarında bir anlaşma temelinde hazırlandı. Zimmerwald Manifestosuna kıyasla ileriye doğru bir adım idi.
Ama Kiental Konferansı da, Bolşeviklerin politikasının yol gösterici temel ilkelerini; emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi, kendi emperyalist hükümetinin savaşta yenilgisi ve III. Enternasyonal'in örgütlenmesi gibi ilkeleri kabul etmedi. Buna rağmen Kiental Konferansı, daha sonra III. Komünist Enternasyonal'i oluşturacak olan enternasyonalist unsurları ortaya çıkarması bakımından faydalı oldu.
Lenin, sol sosyal-demokratlar arasında Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht gibi tutarsız enternasyonalistlerin hatalarını eleştirdi, ama aynı zamanda doğru tavır almalarında onlara yardımcı oldu.
3 -BOLŞEVİK PARTİNİN SAVAŞ, BARIŞ VE DEVRİM SORUNLARINDAKİ TEORİ VE TAKTİĞİ
Bolşevikler, sol sosyal-demokratların çoğunluğu gibi sadece barış özlemiyle iç geçiren, barış propagandasıyla yetinen pasifistler değildi. Bolşevikler, savaş yanlısı emperyalist burjuvazinin iktidarını devirinceye kadar barış uğruna aktif devrimci mücadele yanlısıydılar. Bolşevikler, barış davasıyla proleter devrimin zaferi davasını birbirine bağladılar; savaşa son vermenin ve adil bir barışa, ilhaksız ve ödentisiz bir barışa varmanın en emin aracını, emperyalist burjuvazinin iktidarının devrilmesinde gördüler.
Menşeviklerin ve Sosyal-Devrimcilerin devrime elveda deme, savaş sırasında “iç barış”a riayet etme hain şiarının karşısına Bolşevikler, “Emperyalist savaşı içsavaşa dönüştürme” şiarını çıkardılar. Bu şiar, asker üniforması giymiş silahlı işçiler ve köylüler de dahil tüm emekçilerin, eğer savaşı sona erdirmek ve adil bir barışa ulaşmak istiyorlarsa, silahları kendi burjuvazilerine karşı çevirip onların iktidarını yıkmaları gerektiği anlamına geliyordu.
Menşeviklerin ve Sosyal-Devrimcilerin burjuva anavatanı savunma siyasetinin karşısına Bolşevikler, “emperyalist savaşta kendi hükümetinin yenilgisi” siyasetini çıkardılar. Bu siyaset, savaş kredileri aleyhine oy kullanmak, orduda illegal devrimci örgütler kurmak, cephedeki askerlerin kardeşleşmesini desteklemek ve işçilerin ve köylülerin savaş aleyhtarı devrimci eylemlerini örgütlemek ve bütün bu eylemleri kendi emperyalist hükümetine karşı ayaklanmaya dönüştürmek zorunda olunduğu anlamına geliyordu.
Bolşevikler, emperyalist savaşta Çarlık hükümetinin askeri yenilgisinin halk için en ehven-i şer olduğu görüşündeydiler, çünkü bu yenilgi, halkın Çarlık üzerindeki zaferini ve işçi sınıfının kapitalist kölelikten ve emperyalist savaşlardan kurtulma mücadelesinin başarısını kolaylaştıracaktı. Burada Lenin, kendi emperyalist hükümetinin yenilgisi için çalışma siyasetinin, sadece Rus devrimcileri tarafından değil, bütün savaşan ülkelerin işçi sınıfının devrimci partileri tarafından uygulanması gerektiği görüşünü savundu.
Bolşevikler her türlü savaşa karşı değillerdi. Onlar sadece fetih savaşlarına, emperyalist savaşa karşıydılar. Bolşeviklere göre iki tür savaş vardı:
a) Haklı savaşlar, fetih savaşı değil kurtuluş savaşları; hedefi, halkı dış saldırıya ve boyunduruk altına alma çabalarına karşı savunmak, veya kapitalist kölelikten kurtarmak, veya, son olarak, sömürgeleri ve bağımlı ülkeleri emperyalistlerin boyunduruğundan kurtarmak olan savaşlar; ve
b) Haksız savaşlar, fetih savaşları; hedefi yabancı ülkeleri fethedip yabancı ulusları köleleştirmek olan savaşlar.
Bolşeviklerin desteklediği, birinci türden savaşlardı. İkinci tür savaşlara gelince, Bolşevikler bu savaşlara karşı devrime ve kendi emperyalist hükümetini devirmeye kadar varan kararlı bir mücadele vermek gerektiği görüşündeydiler.
Lenin'in savaş sırasındaki teorik çalışmaları tüm dünya işçi sınıfı için büyük öneme sahiptir. 1916 yılının baharında Lenin, “Emperyalizm -Kapitalizmin En Üst Aşaması” eserini yazdı. Bu kitapta Lenin, emperyalizmin kapitalizmin en üst aşaması olduğunu; bu aşamada kapitalizmin, “ilerici” kapitalizmden asalak kapitalizme, çürüyen kapitalizme dönüştüğünü; emperyalizmin can çekişen kapitalizm olduğunu gösterdi. Bu, kapitalizmin kendiliğinden, proletaryanın devrimi olmadan sönüp gideceği, iliğine kadar çürümüş olan kapitalizmin kendiliğinden çökeceği demek değildi. Lenin daima, işçi sınıfının devrimi olmadan kapitalizmi yıkmanın imkansız oldu!unu öğretti. Bunun içindir ki Lenin, emperyalizmi can çekişen kapitalizm olarak tanımlarken, bu kitapta aynı zamanda “emperyalizmin, proletaryanın sosyal devriminin arifesi olduğunu” kanıtlıyordu.
Lenin, kapitalist boyunduruğun emperyalizm çağında gittikçe daha ağırlaştığını, emperyalizm koşulları altında proletaryanın kapitalizmin temellerine karşı isyanının büyüdüğünü, kapitalist ülkelerde devrimci bir patlamanın unsurlarının biriktiğini gösterdi.
Lenin, emperyalizm çağında sömürge ve bağımlı ülkelerdeki devrimci krizin gittikçe şiddetlendiğini, emperyalizme başkaldıran güçlerin, emperyalizme karşı kurtuluş savaşı unsurlarının arttığını gösterdi.
Lenin, emperyalizm şartları altında kapitalizmin eşitsiz gelişmesinin ve çelişmelerinin özellikle keskinleştiğini; meta sürümü ve sermaye ihracı için pazarlar uğruna mücadelenin, sömürgeler uğruna, hammadde kaynakları uğruna mücadelenin -dünyanın yeniden paylaşımı uğruna periyodik emperyalist
savaşları kaçınılmaz kıldığını gösterdi.
Lenin, tam da kapitalizmin bu eşitsiz gelişmesi sonucu işin emperyalist savaşlara vardığını, bu savaşların emperyalizmin güçlerini zayıflattığını ve emperyalist cepheyi en zayıf noktasından yarmayı mümkün kıldığını gösterdi.
Tüm bunlar temelinde Lenin şu sonuca vardı: emperyalist cephenin proletarya tarafından bir ya da birkaç yerde yarılması tamamen mümkündür; sosyalizmin zaferi ilk başta birkaç ülkede ya da hatta tek başına alınan bir ülkede bile mümkündür; sosyalizmin tüm ülkelerde eşzamanlı zaferi, kapitalizmin bu ülkelerdeki eşitsiz gelişmesinden dolayı –imkansızdır; sosyalizm önce bir veya birkaç ülkede zafere ulaşacak, diğer ülkeler ise bir süre daha burjuva ülkeler olarak kalacaktır.
İşte Lenin'in, bu dahice sonuca, emperyalist savaş döneminde yazılmış iki farklı makalede verdiği formülasyon:
1) “İktisadi ve siyasi gelişmenin eşitsizliği, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Bundan şu sonuç çıkar ki, sosyalizmin zaferi ilk başta birkaç kapitalist ülkede veya hatta tek başına alınmış bir ülkede bile mümkündür. Bu ülkenin muzaffer proletaryası, kapitalistleri mülksüzleştirdikten ve kendi sosyalist üretimini örgütledikten sonra, diğer kapitalist dünyanın karşısına dikilecek ve diğer ülkelerin ezilen sınıflarını kendi safına çekecektir...” (“Avrupa Birleşik Devletleri Şiarı Üzerine” makalesinden, Ağustos 1915.) (Lenin, Seçme Eserler, cilt 5. s. 134.)
2) “Kapitalizmin gelişmesi çeşitli ülkelerde son derece eşitsiz olur. Meta üretimi sistemi altında başka türlü de olamaz. Buradan şu kaçınılmaz sonuç çıkar: sosyalizm bütün ülkelerde eşzamanlı zafere ulaşamaz. O ilk başta bir ya da bir kaç ülkede zafere ulaşacak, diğer ülkeler ise bir müddet daha burjuva veya burjuva-öncesi kalacaklardır. Bu, yalnız sürtüşmeler doğurmakla kalmayıp, diğer ülkelerin burjuvazilerinin sosyalist devletin muzaffer proletaryasını doğrudan alaşağı etmeye kalkışmaları sonucunu da verecektir. Bu durumlarda bizim girişeceğimiz bir savaş haklı ve meşru olurdu. Bu, sosyalizm uğruna bir savaş, diğer halkların burjuvaziden kurtuluşu uğruna bir savaş olurdu.” (“Proleter Devrimin Askeri Program”ı makalesinden, sonbahar 1916) (Lenin, Tüm Eserleri cilt XIX, s. 325, Rusça.)
Bu yeni, bütünlüklü bir sosyalist devrim teorisiydi; sosyalizmin tek tek ülkelerde zaferi imkanına ilişkin, onun zaferi koşullarına, zafer perspektiflerine ilişkin bir teori; temellerini Lenin’in daha 1905 yılında “Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği” broşüründe ortaya koyduğu bir teoriydi.
Bu teori, emperyalizm-öncesi kapitalizm döneminde Marksistler arasında geçerli olan anlayıştan temelli ayrılıyordu. Marksistler o sıralar, sosyalizmin herhangi bir tek ülkede zaferinin imkansız olduğu, sosyalizmin zaferinin bütün uygar ülkelerde eşzamanIı gerçekleşeceği anlayışındaydılar. Lenin. “Emperyalizm - Kapitalizmin En Üst Aşaması” adlı ünlü kitabında ortaya koyduğu emperyalist kapitalizme ilişkin mevcut veriler temelinde, bu anlayışı eskimiş olarak bir kenara attı, onu tersine çevirdi ve sosyalizmin bütün ülkelerde eşzamanlı zaferini imkansız gören, tek başına ele alınan bir kapitalist ülkede sosyalizmin zaferinin ise mümkün olduğunu kabul eden yeni bir teorik anlayış ortaya attı.
Lenin'in sosyalist devrim teorisinin paha biçilmez önemi, sadece, Marksizmi yeni bir teori ile zenginleştirmesinde ve geliştirmesinde değildir. Bu teorinin önemi, tek tek ülkelerin proletaryasına devrimci bir perspektif vermesinde, kendi ulusal burjuvazisine karşı saldırı inisiyatifini serbest bırakmasında, onlara savaş halinden böyle bir saldırı örgütlemek için yararlanmayı öğretmesinde ve proleter devrimin zaferine inançlarını pekiştirmesinde de yatar.
Bolşeviklerin savaş, barış ve devrim sorunlarındaki teorik ve taktik yaklaşımı böyleydi.
Bolşevikler, Rusya'daki pratik çalışmalarını bu yaklaşım temelinde yürüttüler.
Korkunç polis takibatına rağmen Duma'daki Bolşevik temsilciler -Badayev, Petrovski, Muranov, Samoilov ve Şagov-, savaşın başında bir dizi örgütleri ziyaret edip Bolşeviklerin savaş konusunda ve devrim konusunda tavırları üzerine konferanslar verdiler. Kasım 1914'te Devlet Duması'ndaki Bolşevik fraksiyon, savaş konusunda tavrı tartışmak üzere bir konferans düzenledi. Üçüncü gün, bu Konferansa katılanların hepsi tutuklandı. Mahkeme, tüm üyeleri kamu haklarından mahrumiyete ve Sibirya'ya sürgüne mahkum etti. Çarlık hükümeti Devlet Duması'nın Bolşevik üyelerini “vatana ihanet”le suçladı.
Duma üyelerinin mahkeme önünde sergiledikleri faaliyetlerinin tablosu, Partimizin itibarını artırdı. Bolşevik temsilciler Çarlık mahkemesi önünde yiğitçe davrandılar ve Çarlık mahkemesini, Çarlığın fetih politikasının teşhir edildiği bir kürsüye çevirdiler.
Aynı davadan suçlanan Kamenev farklı davrandı. Korkaklığından, daha ilk tehlikeyi görür görmez Bolşevik Partinin siyasetinden vazgeçti. Kamenev mahkemede, Bolşeviklerle savaş sorununda hem fikir olmadığını söyledi ve bunu ispatlamak için tanık olarak Menşevik Yordanski'nin çağrılmasını istedi.
Bolşevikler, savaş ikmaliyle uğraşan Savaş Sanayii Komitelerine ve Menşeviklerin işçileri emperyalist burjuvazinin etkisine tabi kılma çabalarına karşı büyük çalışma yaptılar. Herkesi, emperyalist savaşın tüm halkın savaşı olduğuna inandırmak, burjuvazi için hayati bir önem taşıyordu. Savaş sırasında burjuvazi, tüm-Rusya çapındaki örgütü “Zemstvo ve Kasabalar Birliği”ni kurarak, devlet işleri üzerinde büyük nüfuz elde etti. Burjuvazinin, işçileri de kendi önderliği ve nüfuzu altında toplamaya ihtiyacı vardı. Burjuvazi bunun için bir yol buldu -Savaş Sanayii Komitelerinde “İşçi Grupları” kurmak. Menşevikler burjuvazinin bu fikrine dört elle sarıldılar. Savaş Sanayii Komitelerinde, işçi kitleleri arasında cephane, top, tüfek ve fişek üreten fabrikalarda ve diğer silah işletmelerinde verimliliği artırma zorunluluğu için ajitasyon yürütecek işçi temsilcilerinin bulunması, burjuvazinin işine geliyordu. Burjuvazinin şiarı: “Herşey savaş için, herkes savaş için” idi. Aslında bu şiar şu anlama geliyordu: “Savaş ihalelerinden ve yabancı ülkelerin yağmasından alabildiğince zenginleş”. Burjuvazinin bu yalancı yurtseverlik tertiplerinde Menşevikler aktif bir rol oynadılar. İşçiler arasında yürüttükleri yoğun kampanya ile, işçileri Savaş Sanayii Komitelerinin “İşçi Grupları” seçimlerine katılmaya çağırarak, kapitalistlere yardım ettiler. Bolşevikler bu tertibin karşısındaydılar. Onlar Savaş Sanayii Komitelerinin boykot edilmesini savunuyorlardı ve bu boykotu başarıyla yürüttüler. Fakat ünlü Menşevik Gvozdev ve ajan-provokatör Abrosimov'un öncülük ettiği bazı işçi grupları buna rağmen Savaş Sanayii Komitelerinin faaliyetlerine katıldılar. Ama işçi temsilcileri Eylül 1915'te Savaş Sanayii Komitelerinin “İşçi Grupları”nın son seçimini yapmak için toplandıklarında, delegelerin çoğunluğunun bu komitelere katılmaya karşı olduğu anlaşıldı. İşçi' temsilcilerinin çoğunluğu, Savaş Sanayii Komitelerine katılmaya karşı sert bir karar aldı ve işçilerin önlerine barış için, Çarlığın devrilmesi için mücadeleyi koyduklarını ilan etti.
Bolşevikler, ordu ve donanmada da büyük bir çalışma geliştirdiler. Asker ve bahriyelilere, savaşın eşi görülmemiş vahşetlerinden ve halkın çektiği acılardan kimlerin sorumlu olduğunu açıkladılar, devrimin, halk için, emperyalist keşmekeşten kurtuluşun biricik yolu olduğunu anlattılar. Bolşevikler orduda ve donanmada, cephede ve cephe gerisinde hücreler kurdular, savaşa karşı çağrıda bulunan bildiriler dağıttılar.
Kronstadt'ta Bolşevikler, Partinin Petrograd Komitesi ile yakın bağları bulunan “Kronstadt Askeri Örgütü Merkezi Kollektifi “ni kurdular. Petrograd Parti Komitesi nezdinde, garnizon içindeki çalışma için bir askeri örgüt kuruldu. Ağustos 1916'da Petrograd Okhrana'sı şefi şöyle bir rapor veriyordu: “Kronstadt Kollektifi'nde işler çok ciddi ve gizli bir şekilde yürütülüyor ve üyeler son derece ağzı sıkı ve ihtiyatlı kişiler. Bu Kollektifin karada da temsilcileri var.”
Parti, cephede, düşmanın dünya burjuvazisi olduğu ve savaşın ancak kendi burjuvazisine ve onun hükümetine karşı çevrilmesiyle sona erdirilebileceğini vurgulayarak, savaşan orduların askerlerinin kardeşleşmesi yolunda ajitasyon yapıyordu. Ordu birliklerinin saldırıya geçmeyi reddetmesi olayları gün geçtikçe artıyordu. Bu gibi olaylar daha 1915'te görülmeye başladı, 1916'da ise daha da arttı.
Bolşevikler, Baltık illerindeki Kuzey Cephesi ordularında özellikle geniş faaliyetler geliştirmişlerdi. Kuzey Cephesi Başkomutanı General Russki, 1917 başında, Bolşeviklerin bu cephede geliştirmiş olduğu muazzam devrimci faaliyetler üzerine Genel Karargaha rapor veriyordu.
Savaş, dünya halklarının ve dünya işçi sınıfının hayatına çok önemli değişiklikler getirdi. Devletlerin, halkların ve sosyalist hareketin geleceği tehlikedeydi. Bu yüzden savaş, kendine sosyalist diyen bütün diğer ve akımlar için bir mihenk taşı, bir sınav oldu. Bu partiler ve akımlar, sosyalizm davasına, enternasyonalizm davasına sadık mı kalacaklar, yoksa bayraklarını kendi milli burjuvazilerinin ayakları dibine sererek, işçi sınıfına ihaneti mi seçeceklerdi? Bu mesele buydu.
Savaş, II. Enternasyonal partilerinin bu sınavı veremediklerini, işçi sınıfına ihanet edip, bayraklarını kendi ülkelerinin emperyalist burjuvazisine teslim ettiklerini gösteriyordu.
Kendi içlerinde oportünizmi besleyip büyüten ve oportünistlere ve milliyetçilere taviz verme pratiğiyle eğitilen bu partiler, zaten başka türlü davranamazlardı.
Savaş, Bolşevik Partinin sınavı alnının akıyla veren ve Sosyalizm davasına, proleter enternasyonalizmi davasına sonuna kadar sadık kalan tek Parti olduğunu gösterdi.
Bu anlaşılırdır da: ancak yeni tipte bir parti, ancak oportünizme karşı uzlaşmaz mücadele ruhuyla eğitilmiş bir parti, ancak oportünizmden ve milliyetçilikten özgür bir parti bu büyük sınavı verip, işçi sınıfı davasına, Sosyalizm ve Enternasyonalizm davasına sadık kalabilirdi.
Bolşevik parti tam da böyle bir partiydi.
4 - CEPHEDE ÇARLIK ORDULARININ YENİLGİSİ. İKTİSADİ BOZUKLUK. ÇARLIĞIN KRİZİ
Savaş üç yıldır devam ediyordu. Milyonlarca insan, savaşta öldürülmüş, ya da savaşta aldıkları yaralardan veya savaşın bulaşıcı hastalıklarından telef olmuşlardı. Burjuvazi ve çiftlik sahipleri savaştan büyük servetler elde ediyordu. Ama işçiler ve köylüler her geçen gün anan bir sefalet ve sıkıntı içine düşüyordu. Savaş, Rusya'nın iktisadi yaşamını yıkıyordu. 14 milyon kadar güçlü-kuvvetli adam ekonomiden koparılarak askere alınmıştı. Fabrikalar ve işletmeler kapatılıyordu. İşgücü eksikliğinden, ekili alanlar azalmıştı. Halk ve cephedeki askerler aç, çıplak ve yalınayaktılar. Savaş ülkenin bütün kaynaklarını yiyip bitiriyordu.
Çarlık ordusu yenilgi ardına yenilgi alıyordu. Alman topçusu Çarlık birliklerini gülle yağmuruna tutarken, Çarlık ordusu top, mermi ve hatta tüfekten bile yoksundu: Bazen üç askere bir tüfek düşüyordu. Savaş devam ederken, Alman casusları ile bağlantı içinde olduğu anlaşılan Çarlığın Savaş Bakanı Suhomlinov'un ihaneti ortaya çıkarıldı.
Suhomlinov, Alman casusluk örgütünün, cepheye cephane ikmalinde karışıklık yaratılması ve cephenin topsuz, tüfeksiz bırakılması yolundaki talimatlarını yerine getiriyordu. Çarlığın bazı bakan ve generalleri bizzat, Almanlarla bağları olan çariçe ile birlikte gizliden gizliye Alman ordusuna askeri sırları ifşa ederek Almanların başarısına yardımcı oluyorlardı. Çarlık ordusunun bozguna uğrayarak geri çekilmek zorunda kalmasında şaşılacak birşey yoktu. 1916'da Almanlar Polonya'yı ve Baltık illerinin bir kısmını işgal etmeyi başarmışlardı.
Bütün bunlar, işçiler, köylüler, askerler ve aydınlar arasında Çarlık hükümetine karşı nefret ve öfkeye yol açıyor, cephede ve cephe gerisinde, kenar bölgelerde ve merkezde kitlelerin savaşa karşı, Çarlığa karşı devrimci hareketini güçlendiriyor ve yoğunlaştırıyordu.
Hoşnutsuzluk, Rus emperyalist burjuvazisini de sarmaya başladı. Çarın sarayında, besbelli Almanya ile ayrı bir barış imzalanmasına dümen tutan Rasputin ayarında şarlatanların istedikleri gibi at koşturması, onu fena halde öfkelendiriyordu. Her geçen gün, Çarlık hükümetinin savaşı başarıyla yürütme yeteneğinde olmadığına daha fazla kani oldu. Burjuvazi, Çarlığın kendi postunu kurtarmak için Almanlarla ayrı bir barış yapmaya karar verebileceğinden korkuyordu. Bu nedenle Rus burjuvazisi, Çar II. Nikola'yı devirip onun yerine burjuvaziyle bağları bulunan kardeşi Mihail Romanov'u geçirmek amacıyla bir saray darbesi tezgahlamaya karar verdi. Burjuvazi bu şekilde bir taşla iki kuş vurmak istiyordu: birincisi, kendisi iktidara gelip emperyalist savaşın devamını sağlamak; ikincisi de, gittikçe yükselen büyük bir halk devriminin patlayışını, küçük bir saray darbesiyle önlemek.
Bu konuda Rus burjuvazisi, artık Çarın savaşı devam ettiremeyeceğini anlayan İngiliz ve Fransız hükümetlerinin tam desteğine sahipti. Fransızlarla İngilizler, Çarın Almanlarla ayrı bir barış yaparak savaşı sona erdireceğinden korkuyorlardı. Eğer Çarlık hükümeti ayrı bir barış imzalayacak olursa, İngiliz ve Fransız hükümetleri yalnızca düşman kuvvetlerini kendi cepheleri üstüne çekmekle kalmayıp, bilakis aynı zamanda Fransa'nın emrine onbinlerce seçkin Rus askeri veren bir savaş müttefikini de kaybetmiş olacaklardı. Bundan dolayı, Rus burjuvazisinin bir saray darbesi tezgâhlarına girişimlerini desteklediler.
Böylece Çar tecrit edildi.
Cephede yenilgilerin sonu gelmezken, iktisadi bozukluk da gittikçe keskinleşti. 1917 yılının Ocak ve Şubatlı günlerinde yiyecek, hammadde ve yakıt ikmalindeki bozukluğun boyutu ve şiddeti son raddeye varmıştı. Petrograd ve Moskova'ya yiyecek ikmali neredeyse durmuştu. Fabrikalar birbiri ardına kapanıyor ve bu işsizliği artırıyordu. Durumu en kötü olanlar işçilerdi. Gittikçe daha geniş halk kitleleri, bu dayanılmaz durumdan kurtulmak için bir tek çıkış yolu olduğuna kanaat getiriyordu -çarlık otokrasisini devirmek.
Çarlık besbelli ki ölüm krizi içinde kıvranıyordu.
Burjuvazi, bu krizi bir saray darbesiyle çözmeyi düşünüyordu.
Ama halk bunu kendi yoluyla çözdü.
5 -ŞUBAT DEVRİMİ. ÇARLIĞIN DEVRİLMESİ. İŞÇİ VE ASKER TEMSİLCİLERİ SOVYETLERİNİN KURULMASI. GEÇİCİ HÜKÜMETİN KURULMASI. İKİLİİKTİDAR.
1917 yılı, 9 (22) Ocak'ta bir grevle başladı. Grev sırasında Petrograd, Moskova, Baku ve Nijni-Novgorod'da gösteriler oldu. Moskova'da işçilerin üçte biri, 9 Ocak grevine katıldı. Tverskoy Bulvarı'nda iki bin kişilik bir gösteri atlı polisler tarafından dağıtıldı. Petrograd'da Vibrog Şosesi'ndeki gösteriye askerler de katıldı.
“Genel grev fikri”, diye yazıyordu Petrograd polisi, raporunda, “gün günden yeni yandaş kazanarak 1905 yılındaki kadar popüler hale geliyor.”
Menşevikler ve Sosyal-Devrimciler, patlak veren bu devrimci hareketi liberal burjuvazi tarafından arzulanan çerçevenin içine sıkıştırmaya çalışıyorlardı. Menşevikler, Devlet Duması'nın açılış gününde, 14 Şubat'ta, işçilerin Devlet Duması'na yürümesini önerdiler. Ama işçi sınıfı kitleleri Bolşevikleri izleyerek, Duma'ya değil, gösteri yürüyüşüne gittiler.
18 Şubat (3 Mart) 1917'de Petrograd'da Putilov işçilerinin grevi başladı. 22 Şubat'ta (7 Mart) büyük fabrikaların çoğunun işçileri greve gitmiş bulunuyordu. Uluslararası Kadınlar Günü'nde, 23 Şubat'ta (8 Mart) kadın işçiler, Bolşeviklerin Petrograd Komitesinin çağrısına uyarak, açlığa, savaşa ve Çarlığa karşı gösteri yapmak üzere sokaklara döküldüler. Kadın işçilerin gösterisi, erkek işçilerin tüm Petrograd'da uyguladıkları genel bir grev eylemiyle desteklendi. Siyasi grev, Çarlık sistemine karşı bir genel siyasi gösteriye dönüşmeye başladı.
24 Şubat'ta (9 Mart) gösteri daha güçlü bir şekilde yinelendi. Şimdiden 200,000 işçi grevdeydi.
25 Şubat'ta (10 Mart) devrimci hareket, tüm proleter Petrograd'ı sardı. Tek tek semtlerdeki siyasi grevler birleşerek, tüm Petrograd'ın siyasi genel grevine dönüştü. Her yerde gösteriler ve polisle çatışmalar oluyordu. “Kahrolsun Çar!”, “Kahrolsun Savaş!”, “Ekmek İstiyoruz!” şiarlarını taşıyan kızıl flamalar, işçi kitlelerinin üzerinde dalgalanıyordu.
26 Şubat (11 Mart) sabahı siyasi grev ve gösteriler, ayaklanma denemelerine geçmeye başladı. İşçiler, polis ve jandarmayı silahsızlandırarak kendilerini silahlandırıyorlardı. Ne var ki, polisle silahlı çatışma, Znamenskaya Alanındaki göstericiler arasında bir kan gölüyle sona erdi.
Petrograd Askeri Bölge Komutanı General Habalov, işçilerin 28 Şubat'a (13 Mart) kadar işbaşı yapmalarını, aksi takdirde cepheye gönderileceklerini açıkladı. 25 Şubat'ta (10 Mart) Çar, General Habalov'a şu emri verdi: “Başkentte meydana gelen karışıklıklara yarından tezi yok son vermenizi emrediyorum.”
Ama devrime “son vermek” ne mümkündü!
26 Şubat'ta (11 Mart) Pavlovski Alayı İhtiyat Kıtası 4. Bölüğü, işçilere değil, işçilerle çatışmakta olan atlı polis birliklerine ateş açtı. Askeri birlikler uğruna çok enerjik ve inatlı bir mücadele, özellikle kadın işçiler tarafından bir mücadele geliştirildi: Askerlere doğrudan doğruya hitap ediyor, onlarla kardeşçe bağlar kuruyor ve kahrolası Çarlık otokrasisini devirmek üzere halka yardım etmeleri için onlara çağrıda bulunuyorlardı.
O dönemde Bolşevik Partinin pratik çalışmasının yönetimi, Partimizin başında Molotov yoldaşın olduğu Petrograd'daki Merkez Komitesi Bürosu'nun elindeydi. Merkez Komitesi Bürosu 26 Şubat'ta (11Mart) bir manifesto yayınlayarak, Çarlığa karşı silahlı mücadelenin sürdürülmesi ve bir Geçici Devrimci Hükümet'in kurulması çağrısında bulundu.
27 Şubat'ta (12 Mart) Petrograd'daki birlikler işçilere ateş açmayı reddettiler, ve ayaklanan halkın safına geçmeye başladılar. 27 Şubat sabahında, ayaklanan askerlerin sayısı sadece 10,000 kadardı, ama akşam 60,000'i geçmişti bile.
Ayaklanan işçiler ve askerler, Çarlık bakanlarını ve generallerini tutuklamaya, hapisteki devrimcileri kurtarmaya koyuldular. Serbest kalan siyasi mahpuslar, devrimci mücadeleye katıldılar.
Sokaklarda hala, evlerin çatı katlarına mevzilenmiş makineli tüfekli polis ve jandarmalarla çatışmalar sürüyordu. Ama birliklerin hızla işçilerin safına geçmesi, Çarlık otokrasisinin kaderini tayin etti.
Petrograd'da devrimin zafere ulaştığı haberi diğer şehirlere ve cepheye yayılınca, işçiler ve askerler her yerde Çarlık bürokratlarını makamlarından atmaya başladılar.
Şubat burjuva-demokratik devrimi zafere ulaşmıştı.
Devrim zafere ulaştı, çünkü işçi sınıfı bu devrimin öncü savaşçısıydı ve asker üniforması içindeki milyonlarca köylünün -”barış, ekmek ve özgürlük” uğruna- hareketini yönetiyordu. Devrimin başarısını belirleyen, proletaryanın hegemonyasıydı.
“Devrim proletaryanın eseriydi, proletarya kahramanca mücadele etti, kendi kanını akıttı, yoksul ve emekçi halkın en geniş kitlelerini beraberinde sürükledi... “ , diye yazıyordu Lenin, devrimin ilk günlerinde. (Lenin, Tüm Eserler, Cilt XX, s. 23/1.4, Rusça.)
1905 birinci devrimi, 1917 ikinci devriminin hızla zafer kazanmasının yolunu hazırlamıştı.
“1905'ten 1907'ye kadarki üç yıl olmaksızın, Rus proletaryasının muazzam sınıf mücadelelerinin ve en büyük devrimci enerjisinin bu üç yılı olmaksızın, bu kadar hızlı, ilk aşamasının birkaç gün içinde tamamlanması anlamında bu kadar hızlı bir ikinci devrim mümkün olmazdı”, diyordu Lenin. (Lenin, Seçme Eserler, cilt 6, s. 3/4)
Sovyetler, devrimin daha ilk günlerinde ortaya çıktı. Muzaffer devrim, İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetlerinin desteline dayanıyordu. Ayaklanan işçi ve askerler, İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetlerini kurdular. 1905 Devrimi, Sovyetlerin silahlı ayaklanma organları, ve aynı zamanda yeni, devrimci bir iktidarın nüvesi olduğunu göstermişti. Sovyetler fikri, işçi kitlelerinin bilincinde yaşıyordu, ve bu fikri Çarlığın devrilmesinin hemen ertesi günü gerçekleştirdiler. Şu farkla ki, 1905'te yalnız İşçi Temsilcileri Sovyetleri kurulmuştu, Şubat 1917'de ise Bolşeviklerin inisiyatifiyle İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetleri ortaya çıktı.
Bolşevikler sokakta kitlelerin dolaysız mücadelesini yönetirken, uzlaşıcı partiler, Menşevikler ve Sosyal-Devrimciler, çoğunluğu oluşturdukları Sovyetlerdeki temsilci sandalyelerini ele geçiriyorlardı. Bolşevik Parti önderlerinin çoğunun tutuklu ya da sürgünde olması (Lenin yurtdışında, Stalin ve Sverdlov Sibirya sürgünündeydi), buna karşılık Menşeviklerin ve Sosyal-Devrimcilerin Petrograd sokaklarında rahat rahat dolaşabilmeleri, bunu kısmen kolaylaştırıyordu. Böylece, Petrograd Sovyeti ve onun Yürütme Komitesinin başında, uzlaşıcı partilerin -Menşeviklerin ve Sosyal-Devrimcilerin- temsilcilerinin bulunduğu bir durum ortaya çıktı. Moskova ve diğer bir dizi şehirde de durum aynıydı. Sadece İvanovo-Voznessensk, Kraznoyarsk ve birkaç başka şehirde, Sovyetlerdeki çoğunluk ta baştan itibaren Bolşeviklerde oldu.
Silahlı halk -işçiler ve askerler- kendi temsilcilerini gönderdiği Sovyeti, halk iktidarının bir organı olarak görüyordu. İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetinin, devrimci halkın bütün taleplerini yerine getireceğini ve herşeyden önce barış yapılacağını düşünüyor ve buna inanıyordu.
Ama bu körükörüne güven, işçilere ve askerlere kötü bir oyun oynadı. Sosyal-Devrimcilerle Menşevikler, savaşı sona erdirme ve barışı kazanmayı akıllarının köşesinden bile geçirmiyorlardı. Devrimden, savaşı sürdürmek için yararlanmayı tasarlıyorlardı. Devrime ve halkın devrimci taleplerine gelince, Sosyal-Devrimcilerle Menşevikler, devrimin zaten sona ermiş olduğunu ve şimdi yapılacak işin, bunu mühürledikten sonra burjuvaziyle yanyana, “normal” bir anayasa düzeni içinde var olmaya geçmek olduğunu düşünüyorlardı.
Bu yüzden Petrograd Sovyetinin Sosyal-Devrimci ve Menşevik yönetimi, savaşın sona erdirilmesi sorununu, barış sorununu örtbas etmek ve iktidarı burjuvaziye teslim etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.
27 Şubat (12 Mart) 1917'de, IV. Devlet Duması'nın liberal üyeleri, Sosyal-Devrimci ve Menşevik önderlerle kulis arkasında yaptıkları bir anlaşma uyarınca, başında çiftlik sahibi ve monarşist Duma Başkanı Rodzyanko'nun bulunduğu bir Devlet Duması Geçici Komitesi kurdular. Ama bundan birkaç gün sonra Devlet Duması Geçici Komitesi ile, İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti Yürütme Komitesi'nin Sosyal-Devrimci ve Menşevik önderleri, Bolşeviklerden gizli olarak, Rusya'da yeni bir hükümet kurulması üzerinde anlaştılar -bu, başında, Şubat devriminden önce Çar II. Nikola'nın kendi hükümetine Başbakan yapmayı düşündüğü Prens Lvov'un durduğu bir burjuva Geçici Hükümeti olacaktı. Geçici Hükümet'te Kadetlerin başı Milyukov, Oktobristlerin başı Guçkov, kapitalist sınıfın diğer ünlü temsilcileri vardı, “demokrasi”nin temsilcisi olarak ise Sosyal-Devrimci Kerensky alınmıştı.
Böylece, Sovyet Yürütme Komitesinin Sosyal-Devrimci ve Menşevik önderleri iktidarı burjuvaziye teslim etmiş oldular; İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti ise bunu öğrendiği zaman, Bolşeviklerin protestolarına rağmen, Sosyal-Devrimci ve Menşevik önderlerin
davranışlarını çoğunluk kararıyla onayladı.
Böylece Lenin'in dediği gibi, Rusya'da “burjuvazinin ve burjuvalaşmış çiftlik sahiplerinin” temsilcilerinden meydana gelen yeni bir devlet iktidarı kuruldu.
Ama burjuva hükümetinin yanısıra bir iktidar daha vardı -İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti. Sovyetteki asker temsilcilerinin çoğu, savaş için seferber edilmiş köylülerdi. İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti, işçilerin ve köylülerin Çarlık rejimine karşı ittifakının organı; ve aynı zamanda onların kendi iktidarının organı, işçi sınıfı ve köylülüğün diktatörlüğünün organıydı.
Böylece ortaya, iki iktidarın, iki diktatörlüğün: Geçici Hükümet tarafından temsil edilen burjuvazinin diktatörlüğü ile, İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti tarafından temsil edilen proletaryanın ve köylülerin diktatörlüğünün garip bir biçimde içiçe geçmesi sonucu çıktı.
Bir ikili iktidar doğdu.
Sovyetlerde çoğunluğun ilk başlarda Menşevikler ve Sosyal-Devrimcilerde olması nasıl açıklanabilir?
Muzaffer işçilerin ve köylülerin, iktidarı gönüllü olarak burjuvazinin temsilcilerine teslim etmeleri nasıl açıklanabilir?
Lenin bunu, siyasi tecrübesi olmayan milyonlarca insanın uyanıp siyasi faaliyete atılmasıyla açıklanmıştır. Bunların çoğu küçük mülk sahipleri, köylüler, daha dün köylü olan işçilerdi; proletarya ile burjuvazi arasında orta yerde kalmış insanlardı. Rusya o sıralarda, büyük Avrupa ülkeleri içinde en küçük-burjuva ülkeydi. Ve bu ülkede, “dev küçükburjuva dalgası herşeyin üzerinden geçmiş ve sınıf bilinçli proletaryaya yalnız sayıca üstünlüğüyle değil ideolojik olarak da baskın çıkmıştır; yani çok geniş işçi çevrelerine küçük-burjuva siyasi görüşleri bulaştırmış ve yaymıştır.” (Lenin-Stalin, 1917 Yılı, Moskova 1939, s. 40.)
Menşevik ve Sosyal-Devrimci küçük-burjuva partileri öne fırlatan da bu tabii afet gücündeki küçük-burjuva dalgasıydı.
Lenin, bir başka nedenin, savaş sırasında proletaryanın bileşiminde meydana gelen değişiklikte ve devrimin başında proletaryanın yetersiz bilinç ve örgütlülük seviyesinde yattığına işaret etti. Savaş sırasında, bizzat proletaryanın bileşiminde büyük değişiklikler olmuştu. Daimi işçilerin yüzde kırkı askere alınmıştı. Savaş yıllarında işletmelere, proleter psikolojisine yabancı, ve askere alınmaktan kaçmak için işe giren çok sayıda küçük mülk sahibi, zanaatkâr ve dükkan sahipleri gelmişti.
Küçük-burjuva siyasetçilerini -Menşevikleri ve SosyalDevrimcileri-besleyen zemin de işte bu küçük-burjuva işçi katmanlarıydı.
Bu tabii afet gücündeki küçük-burjuva girdabına sürüklenmiş ve devrimin ilk başarılarından sarhoş olmuş siyasi bakımdan tecrübesiz geniş halk kitlelerinin, devrimin ilk aylarında uzlaşıcı partilerin büyüsüne kapılmaları ve burjuva iktidarının Sovyetlerin çalışmasına engel olmayacağı saf inancıyla devlet iktidarını burjuvaziye teslim etmeye razı olmalarının nedeni buydu.
Bolşevik Partinin önündeki görev, kitleler içinde sabırlı bir aydınlatma çalışmasıyla, Geçici Hükümet'in emperyalist karakterini gözler önüne sermek, Menşeviklerle Sosyal-Devrimcilerin ihanetini teşhir etmek ve Geçici Hükümet’in yerine bir Sovyet hükümeti geçirilmedikçe barışın sağlanmasının mümkün olmadığını göstermekti.
Ve Bolşevik Parti bu göreve dört elle sarıldı.
Legal yayın ogan1armı yeniden yayınlamaya başladı. Şubat Devriminden beş gün sonra “Pravda” gazetesi Petrograd'da, bundan birkaç gün sonra ise “Sotsial-Demokrat” Moskova'da yayınlanmaya başladı. Parti, liberal burjuvaziye, Menşeviklerle Sosyal-Devrimcilere olan güvenini yitirmeye başlayan kitlelerin başına geçiyordu. Askerlere, köylülere sabırla, işçi sınıfıyla birlikte hareket etme zorunluluğunu anlatıyordu. Onlara, devrim daha ileri götürülmediği ve burjuva Geçici Hükümet yerine bir Sovyet hükümeti kurulmadığı sürece köylülerin barışa da, toprağa da kavuşamayacağını anlatıyordu.
KISA ÖZET
Emperyalist savaş, kapitalist ülkelerin gelişmesinin eşitsizliğinden, tayin edici devletler arasındaki dengenin bozulmasından, emperyalistlerin dünyayı savaş yoluyla yeniden paylaşma ve yeni bir güçler dengesi yaratma zorunluluğundan doğdu.
Eğer II. Enternasyonal partileri işçi sınıfı davasına ihanet etmeseydi, II. Enternasyonal kongrelerinin savaşa karşı aldığı kararlan ihlal etmeselerdi, aktif davranmaya ve işçi sınıfını kendi emperyalist hükümetlerine, savaş kundakçılarına karşı ayağa kaldırmaya cesaret etselerdi, savaş böylesine yıkıcı olmaz, bana belki bu boyutlara bile ulaşmazdı.
Bolşevik Parti, Sosyalizm ve enternasyonalizm davasına sadık kalan ve kendi ülkesinin emperyalist hükümetine karşı içsavaşı örgütleyen biricik proleter parti oldu. II. Enternasyonal'in tüm diğer partileri, yönetici zirveleri aracılığıyla burjuvaziye bağlı olduklarından, emperyalizme teslim oldular, emperyalistlerin safına geçtiler.
Kapitalizmin genel krizinin bir ifadesi olan savaş, bu krizi daha da ağırlaştırdı ve dünya kapitalizmini zayıflattı. Rusya' işçileri ve Bolşevik Parti, dünyada kapitalizmin zayıflığından başarıyla ilk yararlananlar oldular, emperyalist cepheyi yardılar, Çarı devirdiler ve İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetlerini kurdular.
Devrimin ilk başarılarından sarhoş olan ve Menşeviklerle Sosyal-Devrimcilerin bundan böyle herşeyin yolunda gideceğine dair sözlerine kanan küçük-burjuvazinin büyük bir kısmı, askerler ve bu arada işçiler, Geçici Hükümette güvenerek onu desteklediler.
Bolşevik Partinin önünde, ilk başarılardan sarhoş olan işçi ve asker kitlelerine, devrimin tam zaferine kadar daha çok yol katedilmek gerektiğini, iktidar burjuva Geçici Hükümet'in elinde bulunduğu ve Sovyetlerde uzlaşıcılar -Menşevikler ve Sosyal-Devrimciler- egemen olduğu sürece, halkın barışa da, toprağa da, ekmeğe de kavuşamayacağını; tam zafer için ileriye doğru bir adım daha atıp, iktidarı Sovyetlere devretmek gerektiğini anlatmak görevi duruyordu.
(Nisan 1917 – 1918)
1 -ŞUBAT DEVRİMİNDEN SONRA ÜLKEDE DURUM. PARTİ, YERALTINDAN ÇIKARAK AÇIK SİYASİ ÇALIŞMAVA GEÇER. LENİN'İN PETROGRAD'A VARIŞI. LENİN'İN NİSAN TEZLERİ. PARTİNİN SOSYALİST DEVRİME GEÇME SİYASETİ.
Olayların gidişi ve Geçici Hükümet'in tutumu, Bolşevik çizginin doğruluğunu günbegün onaylıyordu. Geçici Hükümet'in halktan yana değil, halka karşı olduğu, barıştan yana değil, savaştan yana olduğu, halka ne barış, ne toprak, ne ekmek vermek istemediği ve veremeyeceği gitgide daha bir açıklıkla ortaya çıktı. Bolşeviklerin aydınlatma faaliyeti, elverişli bir zemin bulmuştu.
İşçilerle askerler Çarlık hükümetini devirip monarşinin temellerini yokederken, Geçici Hükümet kesinlikle monarşiyi muhafaza etmek istiyordu. Hükümet, 2 Mart 1917'de gizlice Guçkov ve Şulgin'i Çara elçi gönderdi. Burjuvazi, iktidarı Nikolai Romanov'un kardeşi Mihail'e devretmek istiyordu. Ama Guçkov, demiryolu işçilerinin bir toplantısında konuşmasını “Yaşasın İmparator Mihail” sözleriyle bitirince, işçiler Guçkov'un derhal tutuklanmasını ve üstünün aranmasını istediler. Öfkeyle, “Al birini. vur ötekine” diye bağırdılar.
İşçilerin monarşinin restorasyonuna izin vermeyecekleri açıktı.
Devrimi yaparken kanlarını döken işçilerle köylüler, savaşa son verilmesini bekler, ekmek ve toprak ister ve ekonomik kaosa karşı kesin tedbirler alınmasını talep ederken, Geçici Hükümet halkın bu hayati taleplerine kulak tıkıyordu. Kapitalistlerle çiftlik sahiplerinin en önde gelen temsilcilerinden kurulu bu hükümet, köylülerin toprakların kendilerine devredilmesi taleplerini yerine getirmeyi aklından bile geçirmiyordu. Emekçi halka ekmek verecek durumda da değildi, çünkü bunu yapabilmek için büyük tahıl tüccarlarının çıkarlarına dokunmak, çiftlik sahiplerinden, Kulaklardan tahıl alabilmek için her türlü yola başvurmak zorunda kalacaktı; oysa hükümet böyle birşey yapmaya yanaşmıyordu, çünkü bizzat kendisi, bu sınıfların çıkarlarına sıkı sıkıya bağlıydı. Halka barış da veremezdi. İngiliz ve Fransız emperyalistlerine bağımlı olan Geçici Hükümet’in savaşı sona erdirmeye hiç niyeti yoktu; o, tam tersine, devrimden, İstanbul ve Boğazları, ilhak etme, Galiçya'yı ilhak etme emperyalist emellerini gerçekleştirmek amacıyla Rusya'yı emperyalist savaşa daha da aktif bir şekilde katmak için yararlanmaya çalışıyordu.
Halkın, Geçici Hükümet'in politikasına beslediği safça güvenin kısa zamanda son bulacağı açıktı.
Şubat devriminden sonra ortaya çıkan ikili iktidarın artık fazla uzun sürmeyeceği açığa çıkıyordu, çünkü olayların gidişi, iktidarın bir tek yerde toplanmasını gerektiriyordu: ya Geçici Hükümet’te, ya da Sovyetlerin elinde.
Ne var ki, Menşeviklerle Sosyal-Devrimcilerin uzlaşıcı politikaları halk kitlelerinde şimdilik hala destek buluyordu. Çok sayıda işçi ve daha da çok sayıda askerle köylü, hala “Kurucu Meclis'in yakında gelip herşeyi en iyi şekilde halledeceğine” inanıyor ve savaşın fetih için değil de, zorunluluk gereği devleti korumak için yürütüldüğünü sanıyordu. Lenin, bu insanlara, iyiniyetle yanılan “anavatan savunucuları” diyordu. Bu insanlar, Sosyal-Devrimcilerle Menşeviklerin vaatler ve yatıştırıcı sözler politikasını şimdilik hala doğru bir politika olarak görüyorlardı. Ama vaatlerin ve yatıştırıcı sözlerin fazla uzun süremeyeceği açıktı, çünkü olayların gidişi ve Geçici Hükümet'in tam, Sosyal-Devrimcilerle Menşeviklerin uzlaşıcı politikasının, safça güven duyan insanları oyalama ve aldatma politikası olduğu günbegün açığa çıkarıyor ve gösteriyordu.
Geçici Hükümet, devrimci kitle hareketine karşı gizliden gizliye mücadele etme, kulis arkalarında devrime karşı komplolar kışkırtma siyasetiyle yetinmiyordu her zaman. Zaman zaman, demokratik özgürlüklere karşı açıktan saldırıya geçme, özellikle askerler arasında” disiplini yeniden tesis etme” ve “düzeni sağlama”, yani devrimi burjuvazinin gereksindiği çerçeve içine sıkıştırma çabalarında bulunuyordu. Ama bu yönde ne kadar çok çaba sarfettiyse de bunu başaramadı, ve halk, demokratik özgürlükleri, söz, basın, örgütlenme, toplantı ve gösteri özgürlüğünü fiilen kullandı. İşçilerle askerler, ülkenin siyasi hayatında aktif olarak yer almak, yeni durumu akıllıca kavramak ve bundan sonra ne yapılacağına karar vermek için, yeni kazanmış oldukları demokratik haklardan sonuna kadar yararlanma çabası içindeydiler.
Şubat Devriminden sonra Bolşevik Partinin, Çarlık döneminin son derece güç koşulları altında illegal çalışmış olan örgütleri, yeraltından çıkarak açık bir siyasi ve örgütsel çalışma geliştirmeye başladılar. O sırada Bolşevik örgütlerin üye sayısı 40,000-45,000'i geçmiyordu. Ama bunların her biri, mücadele içinde çelikleşmiş kadroydu. Parti Komiteleri demokratik merkeziyetçilik temelinde reorganize edildi. En alttan en üste tüm Parti organlarının seçilebilirliği ilkesi getirildi.
Partinin legaliteye geçişi, Parti içindeki görüş ayrılıklarını su yüzüne çıkardı. Kamenev ve Moskova örgütünün bazı üyeleri, örneğin Rykov, Bubnov ve Nogin, Geçici Hükümet'i ve “anavatan savunucuları”nın politikasını şartlı destekleme yarı-Menşevik tavrını takınıyorlardı. Sürgünden yeni dönmüş olan Stalin; Molotov ve diğerleri, Parti çoğunluğuyla birlikte, Geçici Hükümet'e güvensizlik politikasını savunuyor, “anavatan savunması” politikasına karşı çıkıyor ve barış için aktif bir mücadele, emperyalist savaşa karşı mücadele çağrısı yapıyorlardı. Parti işçilerinin bir kısmı yalpaladı. Bu da, uzun yıllar hapiste yatmaktan ya da sürgünde kalmaktan gelen siyasi gerililiklerinin bir belirtisiydi.
Partinin önderinin, Lenin'in yokluğu hissediliyordu.
3 (16) Nisan 1917 'de Lenin, uzun yıllar süren sürgünden Rusya'ya geri döndü.
Lenin'in dönüşü, parti ve devrim için çok önemliydi.
Daha İsviçre’deyken, Lenin, devrimin ilk haberlerini alır almaz, Partiye ve Rusya işçi sınıfına yazdığı “Uzaktan Mektuplar”da şöyle diyordu:
“İşçiler! Çarlığa karşı içsavaşta, proleter kahramanlık, halk kahramanlığı harikaları yarattınız. Devrimin ikinci aşamasındaki zaferinizi hazırlamak için, proletaryanın ve tüm halkın örgütlenme harikalarını yaratmak zorundasınız.” (Lenin-Stalin, 1917 Yılı, s. 9.)
Lenin, 3 Nisan gecesi Petrograd'a vardı. Onu karşılamak üzere Finlandiya Garı'nda ve istasyon alanında binlerce işçi, asker ve bahriyeli toplanmıştı.
Lenin trenden inerken gösterdikleri coşkunluk, sözlerle anlatılacak gibi değildi. Önderlerini omuzlarına alarak istasyonun büyük bekleme salonuna götürdüler. Orada Menşeviklerden Çaydze ve Skobelev, Petrograd Sovyeti adına “Hoş geldiniz” nutukları atmaya başlayarak, Lenin ile aralarında “ortak bir dil” bulunmasına dair “umutlarını dile” getirdiler. Ama Lenin, onları durup dinlemedi bile; yanlarından geçip, dışarıdaki işçi ve asker kitlelerine yöneldi, zırhlı bir aracın üstüne çıkarak, kitleleri sosyalist devrimin zaferi uğruna mücadeleye çağırdığı ünlü konuşmasını yaptı. “Yaşasın Sosyalist Devrimi!” sözleriyle bitirdi Lenin, uzun yıllar süren sürgünden sonra yaptığı bu ilk konuşmayı.
Rusya'ya döner dönmez Lenin, kendini olanca gücüyle devrimci çalışmaya verdi. Döndüğünün ertesi günü Lenin, Bolşeviklerin bir toplantısında savaş ve devrim konusunda bir rapor sundu ve sonra Bolşeviklerin yanında Menşeviklerin de katıldığı bir toplantıda bu raporun tezlerini yineledi.
Bunlar, Lenin'in Partiye ve proletaryaya, burjuva-Demokratik devrimden sosyalist devrime geçiş berrak devrimci çizgisini veren ünlü Nisan Tezleri idi.
Lenin'in tezleri, devrim açısından, Partinin daha sonraki çalışmaları açısından büyük önem taşıyordu. Devrim, ülkenin hayatında muazzam bir değişiklik demekti, ve Çarlığın devrilmesini izleyen yeni mücadele koşulları içinde, yeni yolda güven ve cesaretle ilerleyebilmek için Partinin yeni bir yönelime ihtiyacı vardı. Partiye bu yönelimi veren, Lenin'in tezleri oldu.
Lenin'in Nisan Tezleri, Partinin burjuva-demokratik devrimden sosyalist devrime, devrimin birinci aşamasından ikinci, sosyalist devrim aşamasına geçiş, için mücadelesinin dahiyane planını çizdi. Partinin bu zamana kadarki tüm tarihi, onu bu büyük göreve hazırlamıştı. Daha 1905 yılında Lenin, “Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği” broşüründe, proletaryanın Çarlığın devrilmesinden sonra sosyalist devrimi gerçekleştirmeye geçeceğini yazmıştı. Tezlerdeki yenilik, sosyalist devrime geçişin nasıl başlatılacağına dair teorik olarak gerekçelendirilmiş somut bir plan sunmasıydı.
İktisadi alandaki geçiş önlemleri şunlardı: Çiftlik sahiplerinin topraklarına el koyularak ülkede tüm toprakların millileştirilmesi, bütün bankaların bir ulusal banka halinde birleştirilmesi, ulusal banka üzerinde İşçi Temsilcileri Sovyeti denetiminin getirilmesi, toplumsal üretim ve ürünlerin dağıtımı üzerinde denetim kurulması.
Siyasi alanda Lenin, parlamenter cumhuriyetten Sovyet cumhuriyetine geçişi öneriyordu. Bu, Marksizmin teorisi ve pratiği alanında ileriye doğru atılmış önemli bir adımdı. O zamana kadar Marksist teorisyenler, parlamenter cumhuriyeti, sosyalizme geçişin en iyi siyasi biçimi saymışlardı. Şimdiyse Lenin, kapitalizmden sosyalizme geçiş döneminde toplumun en amaca uygun siyasi örgüt biçimi olarak parlamenter cumhuriyet yerine Sovyet cumhuriyetinin geçirilmesini öneriyordu.
“Rusya'da şimdiki durumun özgünlüğü”, deniyordu Tezlerde, “proletaryanın yetersiz gelişmiş sınıf bilinci ve yetersiz örgütlülüğü sonucu iktidarın burjuvazinin eline teslim edildiği devrimin birinci aşamasından, iktidarı mutlaka proletaryanın ve köylülüğün en yoksul tabakasının eline verecek olan ikinci aşamaya geçişte yatmaktadır.” (Lenin-Stalin, 1917 Yılı, s. 14.)
Devamla:
“Parlamenter cumhuriyet değil -İşçi Temsilcileri Sovyetlerinden buna geri dönmek, geriye doğru bir adım atmak olurdu-, bilakis tüm ülkede, en alttan en üste bir İşçi-, Tarım İşçisi- ve Köylü Temsilcileri Sovyetleri Cumhuriyeti.” (Aynı yerde, s. 15.)
Savaş, diyordu Lenin, yeni hükümetin, Geçici Hükümet'in yönetimi altında da yağmacı, emperyalist bir savaş olmaya devam ediyor. Partinin görevi, bu konuda kitleleri aydınlatmak ve onlara, burjuvazi devrilmedikçe, savaşa zorba bir barışla değil gerçekten
demokratik bir barışla son verme imkanı olmadığını göstermekti.
Geçici Hükümet'e ilişkin olarak Lenin'in ortaya attığı slogan ise şöyleydi: “Geçici Hükümet’e hiçbir destek yok!”
Lenin tezlerinde ayrıca, Partimizin Sovyetlerde şimdilik azınlıkta olduğu, orada, burjuvazinin etkisini proletarya içine taşıyan MenşevikSosyal-Devrimci blokunun egemen olduğunu işaret ediyordu. Bu nedenle Partinin görevi
“İşçi Temsilcileri Sovyetlerinin, devrimci hükümetin biricik olası biçimi olduğu konusunda kitleleri aydınlatmaktır, bu yüzden görevimiz, bu hükümet burjuvazinin etkisine boyun eğdiği sürece, onun taktiğinin hatalarını sabırlı, sistemli ve kararlı bir şekilde, özellikle kitlelerin pratik ihtiyaçlarına uygun bir şekilde aydınlatmak olabilir. Azınlıkta olduğumuz sürece eleştiri ve hataları açığa çıkarma çalışması yaparız, aynı zamanda da tüm devlet iktidarının İşçi Temsilcileri Sovyetlerine geçmesi zorunluluğunu propaganda ederiz.“ (Aynı yerde, s. 14/15.)
Bundan, Lenin'in o sırada Sovyetlerin güvenine sahip bulunan Geçici Hükümet'e karşı bir ayaklanma çağrısı yapmadığı, onun devrilmesini talep etmediği, bilakis aydınlatma ve taraftar toplama çalışmasıyla Sovyetlerde çoğunluğu kazanmak, Sovyetler aracılığıyla hükümetin bileşimini ve siyasetini değiştirmek hedefini güttüğü anlamı çıkıyordu.
Bu, devrimin barışçıl bir şekilde gelişmesini öngören bir çizgiydi.
Lenin, ayrıca, Partinin “kirli çamaşırları” çıkarmasını -Sosyal-Demokrat Parti adından vazgeçmesini talep ediyordu. Sosyal-Demokrat diye kendilerine II. Enternasyonal partileriyle Rus Menşevikleri diyorlardı. Bu ad, oportünistler, sosyalizme ihanet edenler tarafından lekelenmiş ve kirletilmişti. Lenin, Bolşevik Partiye, Marx ve Engels'in kendi partilerini adlandırdıkları gibi, Komünist Partisi denmesini önerdi. Bu ad bilimsel olarak doğruydu, çünkü Bolşevik Partinin nihai hedefi komünizmi gerçekleştirmekti. İnsanlık kapitalizmden doğrudan doğruya yalnızca sosyalizme, yani üretim araçları üzerinde ortak mülkiyete ve ürünlerin herkese yaptığı işe göre dağıtılmasına geçebilir. Oysa Lenin, Partimizin daha ileriye baktığını söylüyordu. Sosyalizmden kaçınılmaz olarak yavaş yavaş, bayrağında: “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” yazılı olan Komünizme geçilecekti.
Son olarak Lenin, tezlerinde, oportünizmden, sosyal-şovenizmden ESERLER/Cilt:15 - SBKP Tarihi J. V. STALİN
özgür yeni bir Enternasyonal'in, kurulmasını talep ediyordu. III., Komünist Enternasyonal'in
Lenin'in Tezleri burjuvazinin, Devrimcilerin çılgın feryatlarına yolaçtı. Menşeviklerin ve Sosyal
Menşevikler, işçilere şu uyarıyla başlayan bir bildiri yayınladılar: “Devrim tehlikede”. Menşeviklere göre tehlike, Bolşeviklerin, iktidarın İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetlerine geçmesi talebini ileri sürmelerinde
yatıyordu.
Plehanov, “Yedinstvo” (Birlik) adlı gazetesinde, Lenin'in konuşmasını “hummalı sayıklama” olarak nitelediği bir yazı yayınladı. Menşevik Çaydze'nin şu sözlerine atıfta bulundu: “Devrimin dışında sadece Lenin kalacak, biz ise yolumuza devam edeceğiz.”
14 Nisan'da Bolşeviklerin Petersburg Şehir Konferansı yapıldı. Konferans, Lenin’in tezlerini onayladı ve onları çalışmalarına temel aldı.
Kısa süre soma Partinin yerel örgütleri de Lenin'in tezlerini onayladı.
Kamenev, Rykov ve Pyatakov tipinde birkaç kişi dışında, tüm Parti Lenin'in tezlerini çok derin bir memnuniyetle karşıladı.
2 - GEİÇİ HÜKÜMET KRİZİNİN BAŞLANGICI. BOLŞEVİK PARTİNİN NİSAN KONFERANSI.
Bolşevikler devrimi daha da ilerletme hazırlıkları içindeyken, Geçici Hükümet halk düşmanı eserini sürdürdü. Geçici Hükümet'in Dışişleri Bakanı Milyukov, 18 Nisan'da Müttefiklere, “tüm halkın tayin edici zafere kadar Dünya Savaşını sürdürmek istediğini, ve Geçici Hükümet'in, müttefiklerimiz karşısında üstlendiğimiz yükümlülüklerimizi tüm kapsamıyla yerine getirmek amacında olduğunu” bildirdi.
Geçici Hükümet böylelikle, Çarlık anlaşmalarına sadakat yemini etti ve emperyalistler “muzaffer son”a ulaşıncaya kadar halkın kanım dökmeye devam etmekten çekinmeyeceğine söz verdi.
19 Nisan'da işçilerle askerler bu bildiriden (“Milyukov Notası”) haberdar oldular. 20 Nisan'da Bolşevik Parti Merkez Komitesi, kitleleri, Geçici Hükümet'in emperyalist politikasını protesto etmeye çağırdı. 20 ve 21 Nisan (3 ve 4 Mayıs) 1917'de sayısı en az 100,000'i bulan bir işçi ve asker kitlesi, “Milyukov Notası” karşısında galeyana gelerek bir gösteri yürüyüşü yaptı. Taşıdıkları pankartlarda şu şiarlar yer alıyordu: “Gizli anlaşmalar yayınlansın!”, “Kahrolsun Savaş!”, “Tüm İktidar Sovyetlere!” Şehrin varoşlarından yürüyüşe geçen işçilerle askerler, Geçici Hükümet’in bulunduğu şehrin merkezine yöneldiler. Nevski Bulvarı üzerinde ve daha başka yerlerde, tek tek burjuva gruplarıyla çatışmalar oldu.
General Kornilov gibi arsız mı arsız birtakım karşı-devrimciler, göstericilere ateş açılmasını talep edip, hatta bu doğrultuda emirler bile verdiler. Ama bu emirleri alan birlikler, emirleri yerine getirmeyi reddettiler.
Gösteri sırasında Petersburg Parti Komitesi üyelerinden küçük bir grup (Bagdatyev ve diğerleri), Geçici Hükümet’in derhal devrilmesi Şiarını attılar. Bolşevik Parti Merkez Komitesi, Partinin Sovyetlerde çoğunluğu kendi safına kazanmasını engellediği ve Partinin benimsemiş olduğu devrimin barışçıl gelişme çizgisine aykırı olduğu için bu şiarı zamansız ve yanlış bir şiar saydığından, bu “sol” maceracıların davranışlarını şiddetle mahkum etti.
20-21 Nisan olayları, Geçici Hükümet buhranının başlangıcını simgeliyordu.
Bu, Menşeviklerin ve Sosyal-Devrimcilerin uzlaşıcı politikasında ilk ciddi ayrılıktı.
2 Mayıs 19l7'de Milyokov ve Guçkov, kitlelerin baskısı altında Geçici Hükümet'ten ayrılmak zorunda kaldılar.
İlk Geçici Koalisyon Hükümeti kuruldu. Bu hükümete, burjuvazinin temsilcilerinin yanısıra, Menşevikler (Skobelev, Tsereteli) ve Sosyal-Devrimciler (Çernov, Kerenski ve diğerleri) de girdiler.
Böylelikle, 1905'te Sosyal-Demokrat Parti temsilcilerinin devrimci bir Geçici Hükümete katılmasının caizliğini olumsuzlayan Menşevikler, şimdi kendi temsilcilerinin karşı-devrimci bir Geçici Hükümete katılmasını caiz sayıyorlardı.
Bu, Menşeviklerin ve Sosyal-Devrimcilerin, karşı-devrimci burjuvazinin kampına geçişi oluyordu.
24 Nisan 1917'de Bolşeviklerin VII. (Nisan) Konferansı açıldı. Partinin kuruluşundan beri ilk kez açık bir Bolşevik Konferansı toplanıyordu. Parti tarihinde bu konferans, bir Parti Kongresi kadar önemli yer tutar.
Tüm-Rusya Nisan Konferansı, Partinin akıl almaz bir hızla büyüdüğünü gösteriyordu. Konferansta, karar oyuna sahip 133 delege ile, istişari oya sahip 18 delege hazır bulundu. Bunlar, 80,000 örgütlü Parti üyesini temsil ediyorlardı.
Konferans, savaşın ve devrimin bütün temel sorunlarında: güncel durum, savaş, Geçici Hükümet, Sovyetler, tarım sorunu, ulusal sorun vb. Parti çizgisini tartıştı ve tespit etti.
Lenin, raporunda, daha önce Nisan Tezleri'nde ifade etmiş olduğu önermeleri açımladı. Partinin görevi, “iktidarı burjuvazinin eline veren” devrimin birinci aşamasından, “... iktidarı proletarya ile köylülüğün en yoksul tabakasının eline verecek olan ikinci aşamaya” geçişi gerçekleştirmekti (Lenin). Parti sosyalist devrimi hazırlama yolunu tutmalıydı. Partinin acil görevini Lenin şu şiarda özetliyordu: “Tüm İktidar Sovyetlere!” .
“Tüm İktidar Sovyetlere!” şiarı, ikili iktidara, yani iktidarın Geçici Hükümet ile Sovyetler arasında bölünmesine bir son vermek gerektiği, tüm iktidarın Sovyetlere devredilmesinin ve çiftlik sahipleri ile kapitalistlerin temsilcilerinin iktidar organlarından sürülmesinin zorunlu olduğu anlamına geliyordu.
Konferans, Partinin en önemli görevlerinden birinin, “Geçici Hükümet'in, karakteri itibariyle, çiftlik sahiplerinin ve burjuvazinin egemenliğinin bir organı” olduğu gerçeği konusunda kitlelerin yorulmak bilmeksizin aydınlatılması, ve bunun yanısıra, halkı yalan vaatlerle kandırarak emperyalist savaşın ve karşı-devrimin darbelerine maruz bırakan Sosyal-Devrimcilerle Menşeviklerin uzlaşıcı politikasının tüm zararlılığının teşhir edilmesi olduğunu tespit etti.
Konferansta Kamenev ve Rykov, Lenin'e karşı çıktılar. Menşeviklerin söylediklerini tekrarlayarak, Rusya'nın sosyalist devrim için olgunlaşmamış olduğunu, Rusya'da ancak bir burjuva cumhuriyetinin mümkün olduğunu öne sürdüler. Partiye ve işçi sınıfına, Geçici Hükümet'i “denetlemek”le yetinmeyi tavsiye ettiler. Aslında onlar, tıpkı Menşevikler gibi, kapitalizmin muhafazası, burjuvazinin iktidarının muhafazasından yanaydılar.
Zinovyev de Konferansta Lenin'e karşı çıktı; sorun, Bolşevik Parti Zimmerwald ittifakı içinde kalsın mı yoksa ondan ayrılarak yeni bir Enternasyonal mi kursun sorunuydu. Savaş yıllarında görüldü!ü gibi, bu ittifak barış için propaganda yaptığı halde, burjuva anavatan savunucularından da hiçbir zaman kopmamıştı. Bu yüzden Lenin, bu ittifaktan derhal çıkılması ve yeni bir birliğin, Komünist Enternasyonal'in kurulmasında ısrar etti. Zinovyev, Zimmerwaldcilerle birlikte kalma önergesi verdi. Lenin, Zinovyev'in bu çıkışını şiddetle mahkum etti ve onun taktiğini “aşırı oportünist ve zararlı” bir taktik olarak niteledi.
Nisan Konferansı tarım sorununu ve milli sorunu da tartıştı.
Lenin'in tarım sorunu üzerine verdiği rapora ilişkin olarak Konferans, çiftlik sahiplerinin topraklarına el konulması ve köylü komitelerinin tasarrufuna devredilmesi üzerine, ve ülkede tüm toprakların millileştirilmesi üzerine karar aldı. Köylülüğü toprak uğruna mücadeleye çağıran Bolşevikler, Bolşevik Partinin tek devrimci parti, çiftlik sahiplerini devirmekte köylülere fiilen yardımcı olan tek parti olduğunu onlara tanıtladılar.
Stalin yoldaşın milli mesele üzerine raporu büyük önem taşıyordu. Lenin ve Stalin, daha devrimden önce, emperyalist savaşın arifesinde, Bolşevik Partinin ulusal sorundaki politikasının temellerini açımlamışlardı. Lenin ve Stalin, proletarya partisinin, ezilen halkların emperyalizme karşı yönelen ulusal kurtuluş hareketini desteklemesi gerektiğini ortaya koydular. Bu bağıntıda Bolşevik Parti, ulusların, ayrılıp bağımsız devletler kurmak dahil kendi kaderini tayin hakkını savunuyordu. Konferansta bu görüşü, Merkez Komitesi raportörü Stalin yoldaş savundu.
Daha savaş sırasında Buharin'le birlikte milli mesele konusunda ulusal şoven bir tavır almış olan Pyatakov, Lenin ve Stalin'e karşı çıktı. Pyatakov ve Buharin, ulusların kendi kaderini tayin hakkına karşıydılar.
Partinin ulusal sorundaki kararlı ve tutarlı tavrı, Partinin, ulusların tam hak eşitliği ve her türlü ulusal baskı ve ulusal hak eşitsizliğinin ortadan kaldırılması uğruna mücadelesi, Partiye ezilen ulusların sempati ve desteğini kazandırdı.
İşte Nisan Konferansında milli mesele konusunda kabul edilen kararın metni:
“Otokrasiden ve monarşiden miras alınan ulusal baskı politikası, çiftlik sahipleri, kapitalistler ve küçük-burjuvazi tarafından kendi sınıf ayrıcalıklarını korumak ve çeşitli milliyetlerden işçileri bölmek için ayakta tutulmaktadır. Zayıf halkları boyunduruk altına alma çabalarını artıran modern emperyalizm, ulusal baskıyı şiddetlendiren yeni bir faktördür.
Kapitalist toplumda ulusal baskının ortadan kaldırılmasına erişilebilir olduğu ölçüde, bu ancak tüm ulusların ve dillerin tam hak eşitliğini sağlayan tutarlı-demokratik cumhuriyetçi bir devlet düzeni ve devlet idaresi ile mümkün olur.
Rusya'nın bir parçasını oluşturan tüm uluslara özgürce ayrılma ve bağımsız bir devlet kurma hakkı tanınmalıdır. Bu hakkın yadsınması ve onun pratik uygulanabilirliğini garantileyen önlemlerin alınmasının ihmal edilmesi, fetih ve ilhak politikasını desteklemekle eşanlamlıdır. Yalnızca proletarya tarafından ulusların ayrılma hakkının tanıması, çeşitli ulusların işçilerinin tam dayanışmasını güven altına alabilir ve ulusların gerçekten demokratik yakınlaşmasını teşvik eder...
Ulusların özgürce ayrılma hakkı sorunu, şu ya da bu ulusun şu ya da bu zamanda ayrılmasının amaca uygunluğu sorunuyla karıştırılmamalıdır. Bu ikinci sorun, proletarya partisi tarafından tek tek her durumda tamamen bağımsız bir şekilde, tüm toplumsal gelişmenin ve proletaryanın sosyalizm uğruna sınıf mücadelesinin çıkarları bakış açısıyla çözülmek zorundadır.
Parti, geniş bir bölgesel özerklik, yukarıdan denetimin kalkmasını, zorunlu resmi dilin kaldırılmasını, özyönetim bölgelerinin ve özerk bölgelerin sınırlarının, yerel nüfus tarafından bizzat saptanacak iktisadi ve toplumsal koşullara, nüfusun ulusal bileşimine vs. göre saptanmasını talep eder.
Proletarya partisi, eğitimin vb. devletin elinden alınıp birtakım milli meclislerin ellerine teslim edildiği, 'ulusal-kültürel özerklik' denilen şeyi kesinlikle reddeder. Ulusal-kültürel özerklik, aynı yörede yaşayan, hatta aynı işletmede çalışan işçileri farklı 'ulusal kültür'lerine göre suni olarak böler: bir başka deyişle, işçilerin tek tek ulusların burjuva kültürüyle bağlarını güçlendirir, oysa sosyal-demokrasinin görevi, dünya proletaryasının uluslararası kültürünü güçlendirmektir.
Parti, herhangi bir ulusun tattığı bütün ayrıcalıkları ve
ulusal azınlıkların haklarının çiğnenmesini hükümsüz kılan
temel bir yasanın Anayasaya konulmasını talep eder.
İşçi sınıfının çıkarları, Rusya'nın bütün milliyetlerden işçilerinin yekpare proleter örgütlerde birleşmesini gerektirir: siyasi, sendikal, kooperatiflerin eğitim kurumları vb. Ancak değişik milliyetlerden işçilerin böyle ortak örgütleri, proletaryanın uluslararası sermayeye ve burjuva milliyetçiliğine karşı başarılı bir mücadele vermesini mümkün kılacaktır.” (Lenin-Stalin, 1917 Yılı, s. 122/23.)
Böylece Nisan Konferansı, Kamenev, Zinovyev, Pyatakov, Buharin, Rykov ve onların az sayıda taraftarlarının oportünist, anti-Leninist tavrını teşhir etti.
Konferans, bütün önemli meselelerde berrak bir tavır takınarak ve sosyalist devrimin zaferine giden bir yol benimseyerek, Lenin'i oybirliğiyle destekledi.
3-BOLŞEVİK PARTİNİN BAŞKENTTEKİ BAŞARILARI. GEÇİCİ HÜKÜMET ORDULARININ CEPHEDEKİ BAŞARISIZ SALDIRISI. İŞÇİ VE ASKERLERİN TEMMUZ GÖSTERİSİNİN BASTIRILMASI.
Parti, Nisan Konferansının kararları temeli üzerinde, kitleleri kazanmak, onları savaş için eğitmek ve örgütlemek üzere muazzam bir çalışma geliştirdi. Bu dönemde Parti çizgisi, Bolşevik siyasetini sabırla anlatarak ve Menşeviklerle Sosyal-Devrimcilerin uzlaşıcı politikalarını teşhir ederek bu partileri kitlelerden tecrit etmek ve Sovyetlerde çoğunluğu kazanmaktı.
Sovyetlerdeki çalışmanın dışında Bolşevikler, işçi sendikalarında ve fabrika komitelerinde de muazzam bir faaliyet geliştirdiler.
Özellikle de orduda Bolşevikler büyük bir çalışma yaptılar. Her yerde askeri örgütler kurmaya girişildi. Cephede ve cephe gerisinde Bolşevikler, askerleri ve bahriyelileri örgütlemek için yorulmak bilmeksizin çalıştılar. Askerleri devrimcileştirmede cephedeki Bolşevik gazetesi “Okopnaya Pravda” (Siper Gerçeği) özellikle önemli bir rol oynadı.
Bolşeviklerin bu propaganda ve ajitasyon çalışması sayesinde işçiler, devrimin daha ilk aylarında pek çok şehirde Sovyetler, özellikle kaza Sovyetleri için yeni seçimler yaparak Menşevikleri ve Sosyal-Devrimcileri atıp yerlerine Bolşevik Parti yandaşlarım seçtiler.
Bolşeviklerin çalışmaları mükemmel sonuçlar verdi, özellikle de Petrograd’da.
30 Mayıs -3 Haziran 1917'de Petersburg Fabrika Komiteleri Konferansı yapıldı. Bu konferanstaki delegelerin dörtte üçü artık Bolşevikleri destekliyordu. Petrograd proletaryasının hemen hepsi, “Tüm İktidar Sovyetlere!” Bolşevik şiarını destekliyordu.
3 (16) Haziran 1917'de I. Tüm-Rusya Sovyet Kongresi toplandı. Bolşevikler Sovyetlerde hala azınlıktaydı; Menşeviklerin, Sosyal-Devrimcilerin ve diğerlerinin 700–800 delegesine karşılık kongrede Bolşeviklerin 100'ün az üstünde delegeleri vardı.
I. Sovyet Kongresinde Bolşevikler, burjuvaziyle uzlaşmanın çok kötü sonuçlar doğuracağını ısrarla vurguladılar ve savaşın emperyalist karakterini teşhir ettiler. Lenin, kongrede bir konuşma yaparak, Bolşevik çizginin doğruluğunu kanıtladı ve sadece Sovyet iktidarının emekçilere ekmek ve köylülere toprak verebileceğini, barışı sağlayabileceğini ve ülkeyi iktisadi kargaşadan kurtarabileceğini söyledi.
Bu sıralar Petersburg'un işçi semtlerinde, bir gösteri örgütlemek ve talepleri Sovyet Kongresine sunmak için bir kitle kampanyası yürüyordu. İşçilerin kendi başına gerçekleştireceği bir gösterinin önünü almak arzusu ve kitlelerin devrimci hislerinden kendi amaçları doğrultusunda yararlanmak umuduyla Petrograd Sovyeti Yürütme Komitesi, 18 Haziran (1 Temmuz) tarihinde Petrograd'da bir gösteri tertipleme kararı aldı. Menşevikler ve Sosyal-Devrimciler, gösterinin antiBolşevik şiarlar altında geçeceğini hesaplıyorlardı. Bolşevik Parti bu gösteri için enerjik hazırlıklar yaptı. Stalin yoldaş o sıralar “Pravda”da şöyle yazıyordu: “... Görevimiz, Petrograd'da 18 Haziran'da yapılacak gösterinin bizim devrimci şiarlarımız altında geçmesini sağlamaktır. “
Devrim şehitlerinin mezarları başında yapılan 18 Haziran 1917 gösterisi, Bolşevik Partinin güçleri için esaslı bir prova oldu. Kitlelerin güçlenen devrimci ruhunu ve Bolşevik Partiye artan güvenini ortaya koydu. Menşeviklerin ve Sosyal-Devrimcilerin attıkları, Geçici Hükümet'e güven duyma ve savaşı sürdürme çağrısında bulunan şiarlar, Bolşevik şiarlar denizinde boğuldu. 400,000 gösterici, “Kahrolsun Savaş!”, “Kahrolsun On Kapitalist Bakan!”, “Tüm İktidar Sovyetlere!” şiarları yazılı bayraklarla yürüdü.
Bu gösteri, Menşevikler ve Sosyal-Devrimciler için tam bir fiyasko, Geçici Hükümet için ülkenin başkentinde bir fiyasko idi.
Ama I. Sovyet Kongresinin desteğini almış olan Geçici Hükümet emperyalist politikayı sürdürmeye karar verdi. Tam da 18 Haziran günü Geçici Hükümet, İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin arzularını yerine getirerek, cephedeki askerleri taarruza kaldırdı. Burjuvazi bu taarruzu devrime son vermenin tek çaresi olarak görüyordu. Taarruzun başarılı olması halinde burjuvazi, tüm iktidarı kendi eline alıp, Sovyetleri safdışı etmeyi ve Bolşevikleri ezebilmeyi umuyordu. Başarısızlık halinde ise, orduyu içten çökerttikleri ileri sürülerek bütün suç Bolşeviklere yüklenebilirdi.
Taarruzun başarısızlığa uğrayacağına kuşku yoktu. Nitekim başarısızlığa uğradı da. Askerler bitkindi; taarruzun gayesini anlamıyordu, kendilerine yabancı olan subaylarına güvenmiyorlardı; cephane kıttı -tüm bunlar, cephedeki taarruzun çöküşünü tayin etti.
Cephedeki taarruz ve sonra da taarruzun çöküşü haberi başkenti ayaklandırdı. İşçi ve askerlerin öfkesi sınır tanımıyordu. Geçici Hükümet’in barış politikası ilan ederken halkı aldattığı ve emperyalist savaşı devam ettirmek istediği açığa çıktı. Sovyetlerin Tüm-Rusya Merkez Yürütme Komitesi ve Petersburg Sovyeti'nin, Geçici Hükümet'in caniyane davranışlarına karşı koymak istemediği ya da koyamadığı ve onun kuyruğundan gittiği açığa çıktı.
Petersburg işçi ve askerlerinin devrimci öfkesi taştı. 3 (16) Temmuz'da Petrograd'ın Viborg ilçesinde kendiliğinden gösteriler oldu. Bunlar tüm gün devam etti. Ayrı ayrı gösteriler birleşerek, iktidarın Sovyetlere geçmesini talep eden dev bir genel silahlı gösteriye dönüştü. Bolşevik Parti o anda silahlı bir harekete karşıydı, çünkü devrimci krizin henüz olgunlaşmadığı görüşündeydi; ordu ve taşra, başkentteki ayaklanmayı desteklemeye henüz hazır değildi; tecrit edilmiş ve zamansız bir ayaklanma, karşı-devrimin, devrimin öncüsünü ezmesini kolaylaştırabilirdi. Fakat kitleleri gösteri yapmaktan alıkoymak iyiden iyiye imkansız bir hale gelince. Parti, gösteriye barışçıl ve örgütlü bir karakter kazandırmak amacıyla katılma kararı aldı. Bolşevik parti bunu başardı, ve yüzbinlerce kadın ve erkek, Petrograd Sovyeti ve Sovyetlerin Tüm-Rusya Merkez Yürütme Komitesi binasına yürüyerek, Sovyetlerin iktidarı devralmasını, emperyalist burjuvaziden kopmasını ve aktif bir barış politikası izlemesini talep ettiler.
Gösterinin barışçıl karakterine rağmen, göstericilerin karşısına gerici birlikler, subay ve askeri okul öğrencilerinin kıtaları çıkarıldı. Petrograd sokaklarında işçi ve askerlerin kanı oluk oluk aktı. İşçileri kıymak için cepheden ordunun en geri, en karşı-devrimci birlikleri çağrıldı.
Menşevikler ve Sosyal-Devrimciler, burjuvaziyle ve Beyaz Muhafız generallerle bir olup işçilerin ve askerlerin gösterisini bastırdıktan sonra, Bolşevik Partinin üzerine çullandılar. “Pravda”nın redaksiyon bürosu tahrip edildi. “Pravda”, “Soldatskaya Pravda” (Asker Pravda'sı) ve diğer bir dizi Bolşevik gazete kapatıldı. Voynov adlı bir işçi, salt “Listok Pravdi” (Pravda Bülteni) sattığı için askeri okul öğrencileri tarafından sokakta katledildi. Kızıl Muhafızlar silahsızlandırılmaya başlandı. Petrograd garnizonunun devrimci birlikleri başkentten uzaklaştırılıp cepheye nakledildi. Cephe gerisinde ve cephede tutuklamalar oldu. 7 Temmuz'da Lenin'i tutuklama emri çıktı. Bolşevik Partinin bir dizi önemli fonksiyoneri tutuklandı. Bolşevik yayınların basıldığı “Trud” Basımevi tahrip edildi. Petrograd Ceza Mahkemesi Savcısı, Lenin ve diğer bazı Bolşeviklerin “vatana ihanet”le ve silahlı ayaklanma örgütlemekle suçlandığını açıkladı. Lenin'e karşı iddianame, General Denikin'in karargahında uydurulmuştu ve casuslarla ajanprovokatörlerin tanıklığına dayanıyordu.
Tsereteli ve Skobelev, Kerenski ve Çernov gibi Menşevik ve Sosyal-Devrimcilerin önemli temsilcilerinin mensup olduğu Geçici Koalisyon Hükümeti, böylece açık emperyalizm ve karşı-devrim batağına saplandı. Barış politikası yerine savaşı sürdürme politikası güttü. Halkın demokratik haklarını koruyacağına bu hakları yoketme, işçi ve askerleri silah zoruyla bastırma politikası güttü.
Burjuvazinin temsilcilerinin -Guçkov ve Milyukov'un- yapmaya cesaret edemediği şeyi, “sosyalistler” -Kerenski, Tsereteli, Çernov ve Skobelev- yaptı.
İkili iktidar son buldu.
Burjuvazinin lehine son buldu, çünkü tüm iktidar Geçici Hükümet’in eline geçti, ve Sosyal-Devrimci ve Menşevik önderleriyle Sovyetler, Geçici Hükümet'in bir uzantısına dönüştüler.
Devrimin barışçıl dönemi sona ermişti, çünkü şimdi gündemde süngü vardı.
Değişen durum karşısında Bolşevik Parti, taktiğini değiştirmeye karar verdi. Yeraltına geçti, önderi Lenin için emin bir saklanma yeri hazırladı ve burjuvazinin iktidarını silah zoruyla devirip Sovyet iktidarını kurmak amacıyla ayaklanma için hazırlanmaya başladı.
4 -BOLŞEVİK PARTİNİN SİLAHLI AYAKLANMAYA HAZIRLANMA YOLUNU BENİMSEMESİ. VI. PARTİ KONGRESİ.
Bolşevik Partinin VI. parti Kongresi Petrograd'da, burjuva ve küçük burjuva basında çılgın bir Bolşevik avı kampanyasının kızıştığı bir sırada toplandı. Kongre, V. (Londra) Parti Kongresinden on, Bolşeviklerin Prag Konferansından da beş yıl sonra toplandı. Gizli yapılan kongre, 26 Temmuz'dan 3 Ağustos 1917'ye kadar sürdü. Basında sadece Parti Kongresinin toplandığına dair bilgi verildi, ama toplantı yeri açıklanmadı. İlk oturumlar Viborg ilçesinde, daha sonrakiler de Narva Kapısı yakınında, şimdi yerinde Kültür Sarayı'nın bulunduğu okulda yapıldı. Burjuva basını delegelerin tutuklanmasını talep etti. Hafiyeler Parti Kongresinin toplandığı yeri bulabilmek için bütün şehrin altını üstüne getirdiler, fakat boşuna.
Böylece, Çarlığın devrilmesinden beş ay sonra Bolşevikler gizli olarak toplanmak zorunda kalıyorlardı, proletarya partisinin önderi Lenin ise bu sırada Razliv İstasyonu yakınındaki bir barakada saklanmak zorunda kalmıştı.
Geçici Hükümet'in hafiyeleri tarafından her yerde arandığı için Lenin kongreye katılamadı; kongrenin çalışmalarını, yakın çalışma arkadaşları ve öğrencileri Stalin, Sverdlov, Molotov ve Orkonikidze aracılığıyla gizlendiği yerden yönetti.
Kongrede karar oyuna sahip 157 delege ve istişari oya sahip 128 delege hazır bulundu. O sırada Partinin üye sayısı 240,000 kadardı. 3 Temmuz'a kadar, yani işçi gösterisi bastırılmadan önce, Bolşevikler hala legal olarak çalışırken, Partinin 29'u Rusça, 12'si de diğer dillerde olmak üzere 41 yayın organı vardı.
Temmuz günleri sırasında Bolşeviklere ve işçi sınıfına yapılan baskılar, Partinin nüfuzunu azaltmak şöyle dursun, daha da çoğalttı. Yerel örgütlerden gelen delegeler, işçi ve askerlerin, Menşevik ve Sosyal-Devrimcileri nasıl kitleler halinde terkettiklerini ve onları nasıl “sosyal-zindancılar” diye adlandırdıklarını gösteren pek çok olaydan sözediyorlardı. Menşevik ve Sosyal-Devrimci parti üyesi işçi ve askerler, üyelik kartlarını öfke ve tiksinti içinde yırtıyorlar, Bolşevik Partiye alınmak için başvuruyorlardı.
Kongrede tartışılan başlıca konular, Merkez Komitesinin siyasi raporu ve siyasi durumdu. Her iki meselede de raporu Stalin yoldaş verdi. Stalin yoldaş, burjuvazinin bütün bastırma çabalarına rağmen devrimin nasıl büyüdüğünü ve geliştiğini büyük bir açıklıkla gösterdi. Devrimin, üretim ve ürünlerin dağıtımı üzerinde işçi denetiminin gerçekleştirilmesi, toprakların köylülere verilmesi ve iktidarın burjuvazinin elinden alınıp işçi sınıfı ve yoksul köylülüğe devredilmesi sorunlarını gündeme koyduğuna işaret etti. Devrimin, bir sosyalist devrim karakterine büründüğünü söyledi.
Temmuz günlerinden sonra ülkede siyasi durum kökten değişmişti.
İkili iktidar sona ermişti. Sosyal-Devrimcilerin ve Menşeviklerin yönetimindeki Sovyetler, tüm iktidarı devralmayı reddetmiş ve bu yüzden tüm iktidarı kaybetmişlerdi. İktidar burjuva Geçici Hükümettin elinde toplanmıştı ve bu hükümet, devrimi silahsızlandırma, devrimin örgütlerini ezme, Bolşevik Partiyi yoketme çabalarına devam ediyordu. Devrimin barışçıl bir gelişmesi için her türlü imkân ortadan kalkmıştı. Stalin yoldaşın söylediği gibi tek yol kalmıştı -iktidarı şiddet yoluyla, Geçici Hükümet’i devirerek ele geçirmek. İktidarı şiddet yoluyla ama ancak yoksul köylülükle ittifak kuran proletarya ele geçirebilirdi.
Hala Menşeviklerin ve Sosyal-Devrimcilerin yönetiminde bulunan Sovyetler, burjuvazinin kampına kaymışlardı ve bu şartlar altında ancak Geçici Hükümet'in yardakçısı rolünü oynayabilirlerdi. Stalin yoldaş, Temmuz günlerinden sonra “Tüm İktidar Sovyetlere!” şiarının geri alınması gerektiğini söyledi. Ancak, bu şiarın geçici olarak geri alınması, asla Sovyet iktidarı uğruna mücadeleden vazgeçilmesi anlamına gelmiyordu. Sözkonusu olan, genel olarak devrimci mücadelenin organları olan Sovyetler değil, yalnızca varolan Sovyetler, Menşeviklerle Sosyal-Devrimcilerin yönetimindeki Sovyetlerdi.
“Devrimin barışçıl dönemi sona ermiştir”, diyordu Stalin yoldaş, “barışçıl olmayan bir dönem, çatışmalar ve patlamalar dönemi başlamıştır.” (Lenin-Stalin, 1917 Yılı, s. 308.)
Parti, silahlı ayaklanmaya doğru gidiyordu.
Kongrede, burjuvazinin etkisini yansıtan bazı kimseler, sosyalist devrim yolunun benimsenmesine karşı çıktılar.
Troçkist Preobrajenski, iktidarın ele geçirilmesine ilişkin kararda, ancak Batıda bir proleter devrimi olduğu takdirde ülkenin sosyalist yola yöneltilebileceğinin belirtilmesini önerdi.
Stalin yoldaş bu Troçkist öneriye karşı çıktı ve şöyle dedi:
“Sosyalizm yolunu açacak ülkenin Rusya olması ihtimali yok sayılamaz... Sadece Avrupa'nın bize yol gösterebileceğini iddia eden eskimiş fikirleri atmalıyız. Bir dogmatik Marksizm vardır, bir de yaratıcı Marksizm. Ben ikincisinden yanayım.” (Aynı yerde, s. 314 ve 315.)
Troçkist bir tutum takınan Buharin, köylülerin “anavatan savunucuları“nı destekleme eğiliminde olduğunu, burjuvaziyle aynı blok içinde olduğunu, ve işçi sınıfını izlemeyeceğini iddia etti.
Buharin'e karşı çıkan Stalin yoldaş, farklı köylüler olduğunu gösterdi: bir yandan, emperyalist burjuvaziyi destekleyen zengin köylüler, ve öte yandan işçi sınıfıyla ittifak isteyen ve devrimin zaferi uğruna mücadelede onun desteklemeye hazır yoksul köylülük vardı.
Kongre, Preobrajenski ve Buharin'in değişiklik önergelerini reddetti ve Stalin yoldaşın sunduğu karar tasarısını onayladı.
Kongre, Bolşeviklerin iktisadi platformunu da tartıştı ve onayladı. Bunun ana noktaları şunlardı: çiftlik sahiplerinin topraklarına el konulması ve ülkede bütün toprakların millileştirilmesi, bankaların millileştirilmesi, büyük sanayiin millileştirilmesi ve üretim ve dağıtım üzerinde işçi denetimi.
Kongre, üretim üzerinde işçi denetimi uğruna mücadelenin önemini vurguladı. Bu, daha sonra büyük sanayi işletmelerinin millileştirilmesine geçişte önemli rol oynayacaktı.
VI. Parti Kongresi bütün kararlarında, sosyalist devrimin zaferinin önkoşulu olarak Lenin'in proletarya ile yoksul köylülüğün ittifakı önermesini özellikle vurguladı.
Kongre, sendikaların tarafsızlığı Menşevik teorisini mahkum etti. Rusya işçi sınıfının önündeki tarihi görevlerin, ancak işçi sendikalarının Bolşevik Partinin siyasi önderliğini tanıyan militan sınıf örgütleri olarak kalmalarıyla yerine getirilebileceğine işaret etti.
Kongre, o sıralar sık sık kendiliğinden ortaya çıkan “Gençlik Birlikleri üzerine” de bir karar aldı. Daha sonraki çabalarıyla Parti bu genç örgütleri Partinin yedek gücü olarak sağlama almayı başardı.
Kongre, Lenin'in mahkeme önüne çıkıp çıkmaması sorununu da tartıştı. Kamenev, Rykov, Troçki ve diğerleri, daha Parti Kongresinden önce, Lenin'in karşı-devrimcilerin mahkemesi önüne çıkması gerektiğini savunuyorlardı. Stalin yoldaş, Lenin'in mahkeme önüne çıkmasına şiddetle karşı çıktı. Aynı şekilde VI. Kongre de buna karşı çıktı, çünkü bunun bir duruşma değil, bir linç mahkemesi olacağı görüşündeydi. Kongre, burjuvazinin bir tek şeyi hedeflediğinden -en tehlikeli düşmanı olarak Lenin'i fiziken ortadan kaldırmak istediğinden kuşku duymuyordu. Kongre, burjuvazinin devrimci proletaryanın önderlerine yaptığı polis zulmünü protesto etti ve Lenin'e bir selam mesajı yolladı.
VI. Parti Kongresi, yeni bir Parti Tüzüğü kabul etti: Parti Tüzüğünde, tüm Parti örgütlerinin demokratik merkeziyetçilik temelinde inşa edilmek zorunda olduğuna işaret ediliyordu.
Bu şu anlama geliyordu:
1) Partinin baştan aşağıya bütün yönetici organlarının seçim yoluyla işbaşına gelmesi;
2) Parti organlarının kendi Parti örgütlerine periyodik olarak hesap vermesi;
3) Sıkı Parti disiplini ve azınlığın çoğunluğa tabi olması;
4) Üst organların bütün kararlarının alt organlar ve bütün Parti üyeleri için mutlak bağlayıcılığı.
Parti Tüzüğünde, yeni üyelerin Partiye kabulü, iki Parti üyesinin tavsiyesi ve yerel örgütün genel üye toplantısının onayı üzerine yerel parti örgütleri tarafından yapılır deniyordu.
VI.
Kongre, .. Ara Grup” (“Mejrayontsy”) ve önderleri Troçki'yi Partiye kabul etti. Bu, 1913'ten beri Petrograd'da varolan, Troçkist Menşeviklerle Partiden ayrılmış bir kısım eski Bolşeviklerden meydana gelen küçük bir gruptu. Savaş sırasında ”Ara Grup”, santrist bir örgüttü. Bolşeviklere karşı mücadele etmişti, fakat birçok noktada Menşeviklerle de hemfikir olmamıştı, böylece santrist, yalpalayan bir ara konum almıştı. VI. parti Kongresi sırasında ”Ara Grup”, Bolşeviklerle bütün noktalarda aynı görüşte olduğunu belirtti ve Partiye kabulünü istedi. Parti Kongresi, bunların zamanla gerçek Bolşevikler olacağı umuduyla, isteklerini kabul etti. Bu “Ara Grup”un bazı üyeleri, örneğin Volodarski, Uritski ve diğerleri, gerçekten de sonradan Bolşevik oldular. Troçki ve onun bir avuç yakın arkadaşına gelince, sonradan ortaya çıktığı gibi, bunlar Partiye, Parti için çalışmak üzere, değil, fakat Partiyi içerden çökertmek ve yıkmak amacıyla katılmışlardı.
VI.
Parti Kongresinin bütün kararları, proletaryayı ve yoksul köylülüğü silahlı ayaklanmaya hazırlamak amacını güdüyordu. VI. Parti Kongresi Partiyi silahlı ayaklanmaya, sosyalist devrime yöneltti.
Kongre, işçileri, askerleri ve köylüleri burjuvaziyle tayin edici çarpışmalar için güçlerini hazır tutmaya çağıran bir parti Manifestosu yayınladı. Manifesto şu sözlerle son buluyordu:
“Öyleyse yeni savaşlara hazırlanın, silah arkadaşları! Azimle, cesaretle ve sükûnetle, provokasyona kapılmaksızın güç toplayın ve savaş kollarınızı kurun! Proleterler ve askerler, parti bayrağı altında toplanın! Köyün ezilenleri, bayrağı altında toplanın!”
5 - GENERAL KORNİLOV'UN DEVRİME KARŞI KOMPLOSU. KOMPLONUN BASTIRILMASI. PETERSBURG VE MOSKOVA SOVYETLERİ BOLŞEVİKLERE GEÇİYOR.
Burjuvazi tüm iktidarı gasbettikten sonra, güçten düşmüş Sovyetleri yıkmak ve açık karşı-devrimci bir diktatörlük kurmak için hazırlıklar yapmaya başladı. Milyoner Ryabuşinski küstahça, çıkar yolun “açlığın kuru elinin, halkın sefaletinin, halkın sahte dostlarının demokratik Sovyetlerin ve Komitelerin- “boğazına sarılması” olduğunu belirtti. Cephede harp divanları askerlerden hunharca intikam alıyor, toplu ölüm cezaları dağıtıyordu. 3 Ağustos 1917'de Başkomutan General Kornilov, cephe gerisinde de ölüm cezasının uygulanmasını talep etti.
12 Ağustos'ta Moskova'daki Büyük tiyatro'da, Geçici Hükümet'in burjuvazinin ve çiftlik sahiplerinin güçlerini seferber etmek için topladığı Devlet Şûrası çalışmaya başladı. Şûraya esas olarak çiftlik sahiplerinin, burjuvazinin, generallerin, subayların ve Kazakların temsilcileri katıldı. Şûrada Sovyetler Menşevikler ve Sosyal-Devrimcilerce temsil ediliyordu.
Devlet Şûrasının açıldığı gün Bolşevikler Moskova'da, bir protesto işareti olarak, bir genel grev örgütlediler; bu greve işçilerin çoğunluğu katıldı. Aynı zamanda bir dizi başka şehirde de grevler oldu.
Sosyal-Devrimci Kerenski, Şûrada atıp tutarak, çiftlik sahiplerinin topraklarının köylülerce izinsiz olarak işgali çabaları dahil bütün devrimci hareket teşebbüslerini “demirle ve kanla” bastırma tehdidi savurdu.
Karşı-devrimci General Kornilov, açıktan açığa “bütün Komite ve Sovyetlerin kaldırılmasını” talep etti.
Bankacılar, tüccarlar ve fabrikatörler Genel Karargâha, Kornilov'a koştular, para yardımı ve destek vaadettiler.
“Müttefikler”in, yani İngiltere ve Fransa'nın temsilcileri de General Kornilov'a çıkarak devrime karşı harekâtın geciktirilmemesini talep ettiler.
General Kornilov'un devrime karşı komplosunda dananın kuyruğu kopacaktı.
Kornilov hazırlıklarını açıkça yapıyordu. Dikkati başka yere çekmek için, komplocular, Bolşeviklerin Petrograd'da 27 Ağustos'ta, devrimin ilk altı ayının sonunda bir ayaklanma hazırladıkları söylentisini çıkardılar. Kerenski başkanlığındaki Geçici Hükümet, Bolşeviklere şiddetle saldırdı ve proletarya partisine karşı terörü yoğunlaştırdı. Bu arada General Kornilov, Petrograd üzerine harekete geçirmek, Sovyetleri ortadan kaldırmak ve bir askeri diktatörlük kurmak için asker yığıyordu.
Kornilov, karşı-devrimci eylemini Kerenski'yle önceden kararlaştırmıştı. Fakat Kornilov'un eylemi başlar başlamaz Kerenski birdenbire cephe değiştirdi ve kendini müttefikinden ayırdı. Kerenski, daha şimdiden Kornilov eylemiyle arasına sınır çekmezse, Kornilov'a karşı ayaklanıp onu ezecek olan yığınların, kendi burjuva hükümetini de süpürüp almasından korkuyordu.
25 Ağustos'ta Kornilov, “anavatanı kurtarmak” istediğini ilan ederek, General Krimov komutasındaki 3. Süvari Kolordusunu Petrograd üzerine sürdü. Kornilov isyanı karşısında Bolşevik Parti Merkez Komitesi, işçi ve askerleri, karşı-devrime aktif silahlı direnişe geçmeye çağırdı. İşçiler hızla silahlanmaya başladılar ve direnişe hazırlandılar. Bu günlerde Kızıl Muhafız kıtaları muazzam bir gelişme gösterdi. İşçi sendikaları, üyelerini seferber etti. Petrograd'daki devrimci askeri birlikler de savaşa hazır hale getirildi. Petrograd çevresinde siperler kazıldı, dikenli tel engelleri dikildi ve şehre gelen demiryolları söküldü. Şehri korumak için Kronstadt'tan binlerce silahlı bahriyeli geldi. Petrograd üzerine yürümekte olan “Vahşi Tümen”e delegeler yollandı. Delegeler “Vahşi Tümen”i meydana getiren Kafkasyalı dağlılara Kornilov eyleminin amacını anlatınca, tümen Petrograd üzerine ilerlemeyi reddetti. Kornilov'un diğer birliklerine de ajitatörler yollandı. Nerede tehlike varsa, orada Kornilov’la savaşmak için Devrim Komiteleri ve karargâhlar kuruldu.
Bu günlerde, Kerenski de dahil, dehşet içinde kalan Sosyal-Devrimci ve Menşevik liderler, korunmak için Bolşeviklere sığındılar, çünkü başkentte Kornilov'u bozguna uğratabilecek bir tek gerçek güç olduğuna inanıyorlardı: Bolşevikler.
Ama yığınları Kornilov isyanını ezmek için harekete geçiren Bolşevikler, Kerenski hükümetine karşı mücadeleden de vazgeçmediler. Kerenski hükümetini, Menşevikleri ve Sosyal-Devrimcileri kitlelere teşhir ettiler; onların bütün politikalarının gerçekte Kornilov'un karşı-devrimci komplosuna yardım etmekte olduğunu gösterdiler.
Bu tedbirlerin sonucu Kornilov isyanı bastırıldı. General Krimov intihar etti. Kornilov ve yardakçıları Denikin ve Lukomski tutuklandılar (ama kısa zaman sonra Kerenski tarafından serbest bırakıldılar).
Kornilov isyanının bozguna uğratılması bir anda devrim ile karşıdevrim arasındaki güçler dengesini ortaya koydu. Generallerden ve Kadet Partisinden, burjuvazinin ağlarına takılıp kalan Menşeviklere ve Sosyal-Devrimcilere varıncaya kadar bütün karşı-devrim kampının ölüme mahkum olduğunu gösterdi. Savaşın dayanılmaz yükünü sürüncemede bırakma politikasını ve uzayan savaşın sebep olduğu iktisadi kargaşanın, Menşeviklerin ve Sosyal-Devrimcilerin yığınlar üzerindeki etkisini tamamen yıkmış olduğu açığa çıktı.
Kornilov isyanının yenilgisi ayrıca, Bolşevik Partinin devrimin tayin edici gücü haline geldiğini ve karşı-devrimin her bir teşebbüsünü boşa çıkarabileceğini gösterdi. Partimiz henüz hükümet partisi değildi, fakat Kornilov günlerinde gerçekten hükümet eden bir güçmüş gibi davrandı, çünkü talimatları işçiler ve askerler tarafından duraksamadan yerine getiriliyordu.
Son olarak, Kornilov isyanının bastırılması, görünüşte ölü Sovyetlerin gerçekte çok büyük bir devrimci direniş gücü barındırdığını gösterdi. Kornilov birliklerinin yolunu kesen onların gücünü kıranların Sovyetler ve Sovyetlerin Devrim Komiteleri olduğuna hiç şüphe yoktu.
Kornilov eylemine karşı mücadele, bitkisel hayat yaşayan İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetlerine canlılık getirdi, onları uzlaşma politikasının etkisinden kurtardı, devrimci mücadelenin açık yoluna getirdi ve Bolşevik Partiye yöneltti.
Bolşeviklerin Sovyetlerdeki etkisi her zamankinden daha da güçlendi.
Bolşeviklerin etkisi kırda da hızla artmaya başladı.
Kornilov isyanı geniş köylü kitlelerine, çiftlik sahipleri ve generaller Bolşevikleri ve Sovyetleri ezmeyi başardığı takdirde sıranın köylülüğe geleceğini gösterdi. Onun için yoksul köylülüğün geniş kitleleri Bolşeviklerin etrafında daha sıkı toplanmaya başladı. Yalpalamaları Nisan-Ağustos 1917 döneminde devrimin gelişmesini yavaşlatmış olan orta köylülere gelince, Kornilov'un bozgunundan sonra onlar da kesin olarak Bolşeviklere yönelmeye yoksul köylülükle birleşmeye başladılar. Geniş köylü kitleleri ancak Bolşevik Partinin onları savaştan kurtarabileceğini, ancak bu partinin çiftlik sahiplerini devirebileceğini ve toprakları köylülere vermeye hazır olduğunu gittikçe daha fazla anladılar. Eylül ve Ekim 1917'de köylülerin toprak işgali olaylarında çok büyük bir artış görüldü. Çiftlik topraklarını izinsiz olarak sürmek genel bir karaktere büründü. Devrim için ayaklanmış olan köylüleri şimdi artık ne güzel sözler, ne de cezalandırma seferleri durdurabilirdi.
Devrim dalgası yükseliyordu.
Bunu Sovyetlerin canlanması ve yenilenmesi, Bolşevikleşmesi dönemi izledi. Temsilcilerini yeniden seçen fabrikalar, atölyeler ve askeri birlikler, Menşevik ve Sosyal-Devrimcilerin yerine Bolşevik Parti temsilcilerini Sovyetlere yolladılar. Kornilov üzerinde zaferin ertesi günü, 31 Ağustos'ta Petrograd Sovyeti, Bolşeviklerin politikasından yana olduğunu ilan etti. Petrograd Sovyetinin Çaydze başkanlığındaki eski Menşevik-Sosyal-Devrimci Prezidyumu istifa ederek Bolşeviklere yer açtı. 5 Eylül'de Moskova İşçi Temsilcileri Sovyeti Bolşeviklere geçti. Moskova Sovyetinin Sosyal-Devrimci Menşevik Prezidyumu da istifa ederek Bolşeviklere yolaçtı.
Bu, başarılı bir ayaklanma için zorunlu belli başlı önkoşulların şimdiden olgunlaşmış olduğuna işaretti.
“Tüm İktidar Sovyetlere!” şiarı tekrar gündeme geldi.
Fakat bu artık eski, iktidarın Menşevik-Sosyal-Devrimci Sovyetlere devri şiarı değildi. Şimdi bu artık, ülkede tüm iktidarın Bolşevikler önderliğindeki Sovyetlere devredilmesi amacıyla Sovyetleri Geçici Hükümet’e karşı ayaklanmaya çağıran bir şiardı.
Uzlaşıcı partilerde çözülme başladı.
Devrimci Köylülerin baskısıyla Sosyal-Devrimci Partide bir sol kanat oluştu; “Sol” Sosyal-Devrimciler olarak bilinen bu grup, burjuvaziyle uzlaşma politikasına hoşnutsuzluğunu dile getirmeye başladı.
Menşevikler arasında da, “Enternasyonalistler” diye adlandırılan ve Bolşeviklere meyleden bir “Sollar” grubu ortaya çıktı.
Anarşistlere gelince, onların nüfuzu itibarıyla zaten önemsiz olan grubu kesin olarak çözülüp grupçuklara dağıldı. Bunların bir kısmı adi suçlulara, hırsızlara ve provokatörlere, yani toplumun tortusuna karıştılar. Bir kısmı, “ilkesel” mülksüzleştiriciler olup köylüleri ve kasabalıları soymaya giriştiler, işçi kulüplerinin lokallerini ve paralarını soydular. Diğerleri ise açıkça karşı-devrimcilerin kampına geçtiler, burjuvaziye adice hizmet ederek kendi rahatlarına baktılar. Bunların hepsi her türlü devlet iktidarına, özellikle işçilerin ve köylülerin devrimci iktidarına karşıydılar, çünkü devrimci iktidarın halkı soymalarına ve kamu mülklerini yağmalamalarına izin vermeyeceğini biliyorlardı.
Kornilov darbesinin ezilmesinden sonra, Menşevikler ve Sosyal-Devrimciler, devrimin kabaran dalgasını zayıflatmak için bir teşebbüs daha yaptılar. Bu amaçla 12 Eylül 1917’de Sosyalist partilerin, uzlaşıcı Sovyetlerin, sendikaların, Zemstvo’ların, ticaret ve sanayi çevrelerinin ve askeri birliklerin temsilcilerinin katıldığı bir Tüm-Rusya Demokratik Konferansı topladılar. Konferans, Ön Parlamento olarak bilinen bir Geçici Cumhuriyet Şûrası kurdu. Uzlaşıcılar, Ön Parlamento’nun yardımıyla devrimi durdurup, ülkeyi Sovyet devrimi yolundan burjuvaanayasal gelişme yoluna, burjuva parlamentarizmi yoluna saptırabilmeyi umuyorlardı. Ancak bu, siyasi müflislerin, devrim çarkını geri döndürme yolundaki umutsuz bir çabasıydı. Fiyaskoyla sonuçlanması kaçınılmazdı, nitekim öyle oldu. İşçiler “Predparlament”e (Ön Parlamento'ya) “predbannik” (ön hamam) diyerek uzlaşıcıların parlamenter çabalarıyla alay ediyorlardı.
Bolşevik Parti Merkez Komitesi, Ön Parlamento'yu boykot etmeye karar verdi. Ne var ki, Kamenev ve Teodoroviç gibi kişilerin bulunduğu Ön Parlamento'nun Bolşevik fraksiyonu, Ön Parlamento'yu terketmek istemedi. Fakat Parti Merkez Komitesi onları buna mecbur etti.
Partiyi ayaklanma hazırlıklarından saptırmaya Çalışan Kamenev ve Zinovyev, Ön Parlamento'ya katılmak isteğinde direttiler. Tüm-Rusya Demokratik Konferansının Bolşevik fraksiyonunun bir toplantısında konuşan Stalin yoldaş, Ön Parlamento'ya katılmaya şiddetle karşı çıktı. Ön Parlamento'yu bir “Kornilov ucubesi” diye adlandırdı.
Lenin ve Stalin, Ön Parlamento'ya çok kısa bir süre için de olsa katılmanın önemli bir hata olacağı kanısındaydılar, çünkü böyle bir katılım, kitlelerde, Ön Parlamento emekçi halk için sanki gerçekten birşeyler yapabilecekmiş gibi sahte hayaller uyandırabilirdi.
Bolşevikler aynı zamanda, çoğunlukta olacaklarını umdukları II. Sovyet Kongresinin toplanması için yoğun hazırlık yapıyorlardı. Tüm-Rusya Merkez Yürütme Komitesi'ndeki Menşeviklerin ve Sosyal-Devrimcilerin tüm oyunlarına rağmen, Bolşevik Sovyetlerin baskısı altında, II. Tüm-Rusya Sovyet Kongresi, 1917 Ekim'inin ikinci yarısı için toplantıya çağrıldı.
6-PETERSBURG'DA EKİM AYAKLANMASI VE GEÇİCİ HÜKÜMET'İN TUTUKLANMASI. II. SOVYET KONGRESİ VE SOVYET HÜKÜMETİNİN KURULMASI. II. SOVYET KONGRESİNİN BARIŞ VE TOPRAK KONUSUNDAKİ KARARNAMELERİ. SOSYALİST DEVRİMİN ZAFERİ. SOSYA- LİST DEVRİMİN ZAFERE ULAŞMASININ NEDENLERİ.
Bolşevikler, ayaklanma için yolun hazırlıklara giriştiler. Lenin, her iki başkentte de -Moskova ve Petrograd- İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetlerinde çoğunluk sağlamış olan Bolşeviklerin, devlet iktidarını kendi ellerine alabileceklerini ve almaları gerektiğini söyledi. Katedilen yolu gözden geçiren Lenin, “Halkın çoğunluğunun bizden yana” olduğunu vurguladı. Merkez Komitesine ve Bolşevik örgütlere yazı ve mektuplarında Lenin, ayaklanmanın başarısını sağlamak için ordu birliklerinin, donanmanın ve Kızıl Muhafızların ne şekilde kullanılması, Petrograd'daki hangi kilit noktaların ele geçirilmesi gerektiğini vs. gösteren somut bir ayaklanma planı çıkardı.
7 Ekim'de Lenin Finlandiya'dan gizlice Petrograd'a geldi. 10 Ekim 1917'de yapılan Parti Merkez Komitesinin tarihi toplantısında birkaç gün içinde silahlı ayaklanmanın başlatılması kararı alındı. Lenin tarafından hazırlanan, Parti Merkez Komitesinin tarihi kararında şöyle deniliyordu:
“Merkez Komitesi, gerek Rus devriminin uluslararası durumunun (sosyalist dünya devriminin bütün Avrupa'da geliştiğinin kesin bir ifadesi olan Alman donanmasındaki ayaklanma; emperyalistlerin savurdukları, Rusya'daki devrimi boğazlama tehdidi), gerek askeri durumunun (Rus burjuvazisi ile Kerenski ve şürekâsının Petrograd'ı Almanlara teslim etmek için verdiklerine şüphe olmayan karar) ve proletarya partisinin Sovyetlerde çoğunluğu ele geçirmiş olmasının, -tüm bunların, köylü ayaklanmasıyla ve halkın Partimize olan güveninin artması olgusuyla (Moskova'daki seçimler) bağıntı içinde ve son olarak, ikinci bir Kornilov darbesinin apaçık hazırlanması (birliklerin Petrograd'dan çekilmesi, Petrograd civarına Kazakların yığılması, Minsk'in Kazaklar tarafından kuşatılması vb.) –bütün bunların, silahlı ayaklanmayı gündeme getirdiğini tespit eder.
Bu yüzden Merkez Komitesi, silahlı bir ayaklanmanın kaçınılmaz olduğunu ve tamamen olgunlaştığını saptar ve bütün Parti örgütlerini buna göre hareket etmeye ve bütün pratik meseleleri (Kuzey Bölgesi Sovyetleri Kongresi, birliklerin Petrograd'dan çekilmesi, taraftarlarımızın Moskova ve Minsk'teki eylemleri vb.) bu bakış açısıyla tartışmaya ve karara bağlamaya çağırır.” (Lenin, Seçme Eserler, cilt 6; s. 307.)
Merkez Komitesinin iki üyesi, Kamenev ile Zinovyev, bu tarihi kararın aleyhinde söz aldılar ve oy kullandılar. Menşevikler gibi onlar da bir burjuva parlamenter cumhuriyetin hayalini kuruyor ve işçi sınıfının bir sosyalist devrimi gerçekleştirecek güce sahip olmadığını, iktidarı devralmak için henüz olgunlaşmadığını öne sürerek ona iftiralar yağdırıyorlardı.
Bu toplantıda Troçki doğrudan karar aleyhinde oy kullanmadıysa da, ayaklanmanın başarıya ulaşma şansını hiçe indirecek ve çabaları boşa çıkaracak bir değişiklik önerdi. Ayaklanmayı, II. Sovyet Kongresi toplanmadan önce başlatmamayı önerdi -bu, ayaklanmayı geciktirmek, tarihini açıklamak ve Geçici Hükümet'i ayaklanmadan haberdar etmek anlamına gelen bir öneriydi.
Bolşevik Parti Merkez Komitesi, ayaklanmayı yerinde örgütlemek üzere Donetz Havzasına, Urallara, Helsingfors'a, Kronstadt'a, Güney-Batı Cephesine ve diğer yerlere temsilciler yolladı. Voroşilov, Molotov, Cerjinski, Orkonikidze, Kirov, Kaganoviç, Kuybişev, Frunze, Yaroslavski yoldaşlar ve diğerleri, ayaklanmayı taşrada yönetmek üzere Parti tarafından özel olarak görevlendirildiler. Jdanov yoldaş Urallarda Şadrinsk'teki silahlı kuvvetler içinde çalışma yürüttü. Merkez Komitesi temsilcileri, taşradaki Bolşevik örgütlerin yöneticilerine ayaklanma planını etraflıca anlattılar ve örgütleri Petrograd'daki ayaklanmayı desteklemek üzere teyakkuz durumuna getirdiler.
Parti Merkez Komitesinin talimatı üzerine Petrograd Sovyetinde Devrimci Askeri Komite kuruldu, bu Komite, ayaklanmanın legal karargahı haline geldi.
Bu arada karşı-devrimciler de tüm hızla güç biriktiriyordu. Ordudaki subaylar, “Subaylar Birliği” adıyla bilinen karşı-devrimci bir örgüt kurdular. Karşı-devrimciler, hücum taburları teşkil etmek üzere her yerde karargahlar kuruyorlardı. Ekim sonunda karşı-devrimin emrinde 43 hücum taburu bulunmaktaydı. Özel St. George Hacı Şövalyeleri taburları kuruldu.
Kerenski Hükümeti, hükümetin Petrograd'dan Moskova'ya nakledilmesi sorununu ortaya attı. Bundan da, şehirdeki ayaklanmayı önlemek amacıyla Petrograd'ı Almanlara teslim etmeye hazırlandığı anlaşılıyordu. Petrograd işçi ve askerlerinin protestoları, Geçici Hükümet'i Petrograd'da kalmaya mecbur etti.
16 Ekim'de Parti Merkez Komitesinin bir genişletilmiş oturumu yapıldı. Bu toplantıda, ayaklanmayı yönetmek üzere, başında Stalin yoldaşın bulunduğu bir Parti Merkezi seçildi. Bu Parti Merkezi, Petrograd Sovyeti Devrimci Askeri Komitesinin yönetici çekirdeğiydi ve pratikte tüm ayaklanmayı o yönetti.
Merkez Komitesi oturumunda teslimiyetçi Zinovyev ile Kamenev ayaklanmayı yeniden karşı çıktılar. Red yanıtı alınca da, basında açıktan ayaklanmaya ve Partiye karşı tavır alacak kadar ileri gittiler. 18 Ekim'de Menşevik gazetesi “Novaya Jizn”de (Yeni Yaşam), Kamenev ve Zinovyev'in, Bolşeviklerin bir ayaklanma için hazırlık yaptığı, kendilerinin ise bunu bir macera olarak gördükleri şeklinde bir açıklaması çıktı. Böylece Kamenev ve Zinovyev, Merkez Komitesinin ayaklanmaya ilişkin kararını düşmana ifşa ettiler ve birkaç güne kadar girişilecek bir ayaklanmanın planlandığını açığa vurdular. Bu ihanetti. Lenin bu bağıntıda şunları yazdı: “Kamenev ve Zinovyev silahlı ayaklanma konusunda Parti Merkez Komitesinin aldığı kararı Rodzyanko ve Kerenski'ye ifşa etmişlerdir.” Lenin Merkez Komitesi'nde, Zinovyev ve Kamenev'i Partiden ihraç etme sorununu ortaya attı.
Hainlerce uyarılmış olan devrim düşmanları derhal ayaklanmayı önlemek ve devrimin yönetici kadrosunu, Bolşevik Partiyi yoketmek için tedbirler aldılar. Geçici Hükümet'in düzenlediği bir gizli oturumda, Bolşeviklere karşı mücadele etmek için alınacak tedbirler kararlaştırıldı. 19 Ekim'de Geçici Hükümet Petrograd'a cepheden alelacele birlik çağırdı. Sokaklarda devriyeler kol geziyordu. Karşı-devrim, özellikle Moskova'da büyük güç toplamayı başardı. Geçici Hükümet şu planı hazırlamıştı: II. Sovyet Kongresinin açılışından bir gün önce Smolny'ye Bolşevik Merkez Komitesi karargahına- saldırarak burası işgal edilecek ve Bolşevik yönetici merkez yokedilecekti. Bu amaçla Petrograd'a, Hükümet'in sadakatine inandığı birlikler yığıldı.
Ne var ki, Geçici Hükümet'in günleri ve hatta saatleri artık sayılıydı. Artık hiçbir güç, sosyalist devrimin muzaffer yürüyüşünü durduramazdı.
21 Ekim'de Bolşevikler, bütün devrimci ordu birliklerine Devrimci Askeri Komite komiserleri gönderdiler. Ayaklanmadan önceki günlerde, ordu birliklerinde, işletmelerde ve fabrikalarda eylem için enerjik hazırlıklar yapıldı. Savaş gemilerine -”Aurora” kruvazörü ve “Zarya Svobodi” (Özgürlük Şafağı)- de kesin talimat verildi.
Petrograd Sovyetinin bir toplantısında bir böbürlenmek krizine tutulan Troçki, ayaklanma tarihini, Bolşeviklerin silahlı ayaklanmayı başlatmayı kararlaştırdıkları günü düşmana ifşa etti. Parti Merkez Komitesi, Kerenski Hükümetinin ayaklanmayı başarısız kılmasına meydan vermemek için, ayaklanmayı tespit edilen tarihten önce II. Sovyet Kongresinin açılışından bir gün önce başlatma ve sürdürme kararı aldı.
Kerenski, 24 Ekim (6 Kasım) sabahının erken saatlerinde, Bolşevik Parti merkez organı “Raboçi Put”un (İşçi Yolu) kapatılması, gazetenin yazıişleri merkezine ve Bolşeviklerin matbaasına zırhlı araçların gönderilmesi için emir vererek saldırısını başlattı. Ama daha saat sabahın 10'u olmadan, Stalin yoldaşın talimatı üzerine Kızıl Muhafızlarla devrimci askerler zırhlı araçları püskürttüler, matbaayı ve “Raboçi Put”un yazıişleri merkezini takviyeli bir kordon altına aldılar. Saat 11'e doğru “Raboçi Put”, Geçici Hükümet'in devrilmesi çağrısıyla çıktı. Aynı sırada, Partinin ayaklanma Merkezinin talimatı üzerinde, devrimci askerlerden ve Kızıl Muhafızlardan oluşan müfrezeler derhal Smolny'ye gönderildi.
Ayaklanma başlamıştı.
24 Ekim gecesi Lenin Smolny'ye gelerek ayaklanmanın yönetimini bizzat üstlendi. Tüm gece boyunca devrimci ordu birlikleri ve Kızıl Muhafız müfrezeleri durmadan Smolny'ye akın etti. Bolşevikler onları, Geçici Hükümet’in mevzilendiği Kışlık Sarayı kuşatmak üzere şehrin merkezine yolladılar.
25 Ekim'de (7 Kasım) Kızıl Muhafızlar ve devrimci birlikler garları, postaneyi, telgrafhaneyi, Bakanlıkları ve Devlet Bankası'nı işgal ettiler.
Ön Parlamento dağıtıldı.
Petrograd Sovyetinin ve Bolşevik Merkez Komitesinin karargahı olan Smolny, bütün savaş emirlerinin oradan çıktığı devrimin karargahı haline geldi.
Petrograd işçileri bu günlerde, Bolşevik Partinin önderliği altında iyi bir eğitimden geçmiş olduklarını gösterdiler. Bolşeviklerin çalışmaları sayesinde ayaklanmaya hazırlanmış olan devrimci ordu birlikleri, savaş emirlerini harfiyen yerine getirdiler ve Kızıl Muhafızlarla omuz omuza çarpıştılar. Donanma da ordudan geri kalmadı. Kronstadt, Bolşevik Partinin bir kalesiydi ve orada Geçici Hükümet'in otoritesi çoktandır tanınmıyordu. “Aurora” kruvazörü 25 Ekim'de, Kışlık Saraya yönelik toplarının gürlemesiyle yeni bir çağın, Büyük Sosyalist Devrim çağının başladığını müjdeledi.
25 Ekim'de (7 Kasım) Bolşeviklerin, “Rusya Yurttaşlarına çağrısı yayınlandı. Bu çağrıda, burjuva Geçici Hükümet'in devrildiği ve devlet iktidarının Sovyetlerin eline geçtiği bildiriliyordu.
Geçici Hükümet, askeri okul öğrencilerinin ve hücum taburlarının koruduğu Kışlık Saraya sığınmıştı. 25 Ekim'i 26'ya bağlayan gece devrimci işçiler, askerler ve bahriyeliler Kışlık Sarayı hücumla ele geçirdiler ve Geçici Hükümet'i tutukladılar.
Silahlı ayaklanma Petrograd'da başarıya ulaşmıştı.
II. Tüm-Rusya Sovyet Kongresi, 25 Ekim (7 Kasım) 1917'de akşam saat 10.45'te, Petrograd'daki muzaffer ayaklanmanın tam istim ilerlediği ve başkentte iktidarın fiilen Petrograd Sovyetinin eline geçtiği bir sırada, Smolny'de açıldı.
Bolşevikler kongrede ezici çoğunluk sağladılar. Artık devirlerinin kapanmış olduğunu gören Menşevikler, Bund'cular ve sağ Sosyal-Devrimciler, çalışmalara hiçbir şekilde katılmayacaklarını bildirerek kongreyi terkettiler. Sovyet Kongresinde okunan bir demeçlerinde, Ekim Devrimini bir “askeri komplo” olarak adlandırıyorlardı. Kongre Menşevikleri ve Sosyal-Devrimcileri mahkum etti ve onların ayrılmasına üzülmek bir yana, hainlerin çekilmesi sayesinde kongre gerçekten devrimci bir işçi ve asker temsilcileri kongresi haline geldiği için bunu memnunlukla karşıladığını vurguladı.
Kongre adına, tüm iktidarın Sovyetlere geçtiği ilan edildi.
II. Sovyet Kongresinin çağrısında şöyle deniyordu:
“İşçi, asker ve köylülerin büyük çoğunluğunun iradesine, işçilerin ve garnizonun Petrograd'da gerçekleştirilmiş olan muzaffer ayaklanmasına dayanan Kongre, iktidarı kendi eline alır.”
26 Ekim (8 Kasım) 1917 gecesi II. Sovyet Kongresi Barış Üzerine Kararname'yi kabul etti. Kongre, savaş yürüten ülkelere, barış görüşmelerinin yapılabilmesi için derhal en az üç ay süreli bir ateşkes imzalanması çağrısında bulundu. Kongre, bütün savaşan ülkelerin hükümetlerine ve halklarına çağrıyla aynı zamanda, “insanlığın en ileri üç ulusunun ve bu savaşta yeralan en büyük devletlerin: İngiltere, Fransa ve Almanya'nın sınıf bilinçli işçilerine” de çağrıda bulunuyordu. Bu işçileri “barış davasını ve aynı zamanda emekçi ve sömürülen kitlelerin her türlü kölelik ve sömürüden kurtuluşu davasını başarıyla sonuna kadar götürmeye” yardım etmeye çağırıyordu.
Aynı gece II. Sovyet Kongresi, “çiftlik sahiplerinin toprak mülkiyetinin hiçbir tazminat ödenmeksizin derhal kaldırıldığını” bildiren Toprak Üzerine Kararname'yi kabul etti. Bu toprak kararnamesi, 242 yerel köylü seçmen görevinden derlenmiş bir köylü seçmen görevini kendine temel alıyordu. Bu seçmen görevi uyarınca, toprakta özel mülkiyet ilelebet kaldırılacak ve yerine toprakta kamu veya devlet mülkiyeti getirilecekti. Çiftlik sahiplerine, taca ve manastırlara ait topraklar, bedava kullanmaları için tüm emekçilere devredilecekti.
Bu kararnameyle köylülük, Ekim Sosyalist Devriminden, daha önce çiftlik sahiplerine, burjuvaziye, çarın hanedanına, manastırlara ve kiliseye ait 150 milyon desiyatinden fazla yeni toprak elde etti.
Bundan başka köylüler, çiftlik sahiplerine yılda 500 milyon altın rubleye varan kira ödemekten de kurtuldular.
Bütün yeraltı zenginlikleri (petrol, kömür, cevherler vb.), ormanlar ve sular halkın mülkiyetine geçti.
Nihayet, II. Tüm-Rusya Sovyet Kongresinde, ilk Sovyet Hükümeti, Halk Komiserleri Konseyi kuruldu. Halk Komiserleri Konseyi yalnızca Bolşeviklerden meydana geliyordu. İlk Halk Komiserleri Konseyi'nin Başkanlığına Lenin seçildi.
Böylece, tarihi II. Sovyet Kongresinin çalışmaları sona erdi.
Kongre delegeleri, Sovyetlerin Petrograd'daki zaferinin muştusunu yaymak ve Sovyet iktidarının bütün ülkeye yayılmasını sağlamak için geldikleri yerlere geri döndüler.
İktidar ülkenin her yerinde hemen Sovyetlerin eline geçmedi. Petrograd'da Sovyet Hükümeti kurulduğu halde, Moskova'da daha birkaç gün inatlı ve şiddetli sokak çarpışmaları oldu. iktidarın Moskova Sovyetinin eline geçmesini önlemek için karşı-devrimci Menşevik ve Sosyal-Devrimci partiler, Beyaz Muhafızlarla ve askeri okul öğrencileriyle birlikte işçilere ve askerlere karşı silahlı mücadeleye giriştiler. Asileri bozguna uğratmak ve Moskova'da Sovyet iktidarını kurmak birkaç gün aldı.
Bizzat Petrograd'ın içinde ve civarındaki bazı ilçelerde karşıdevrimciler, daha devrimin zaferinden sonraki ilk günlerde, Sovyet iktidarını devirme teşebbüslerine giriştiler. 10 Kasım 1917'de, ayaklanma sırasında Petrograd'dan Kuzey Cephesi bölgesine kaçan Kerenski, birkaç Kazak birliğini biraraya getirdi ve onları General Kraznov'un komutasında Petrograd üzerine yürüttü. 11 Kasım 1917'de Petrograd'da, başında Sosyal-Devrimcilerin bulunduğu “Devrimi ve Anavatanı Kurtarma Komitesi” adlı karşı-devrimci örgüt tarafından askeri okul öğrencilerinin isyanı örgütlendi. Fakat isyancılar kolaylıkla bastırıldı. Bir gün içinde, 11 Kasım akşamına kadar, askeri okul öğrencilerinin isyanı bahriyeliler ve Kızıl Muhafızlar tarafından tasfiye edildi, ve 13 Kasım'da General Kraznov, Pulkova tepeleri yakınında bozguna uğratıldı. Lenin, Ekim ayaklanması günlerinde olduğu gibi, bu anti-Sovyet isyanın bastırılmasını bizzat yönetti. Lenin'in eğilmez kararlılığı ve zafere olan soğukkanlı güveni kitleleri coşturdu ve kaynaştırdı. Düşman ezilmişti. Kraznov esir alındı ve Sovyet iktidarına karşı mücadeleyi durduracağına dair “şeref sözü” verdi. Bu “şeref sözü” üzerine serbest bırakıldı. Fakat Kraznov, sonradan görüleceği üzere, general sözüne ihanet etti. Kerenski ise, kadın kılığında “bilinmeyen bir yönde” kaçmayı başardı.
Mohilev'de bulunan Ordu Genel Karargâhında, Başkomutan General Duhonin de isyana kalkıştı. Sovyet hükümeti ona Alman Ordu Komutanlığı ile derhal ateşkes görüşmelerine başlama direktifi verdiğinde, Hükümetin direktifine uymayı reddetti. Bunun üzerine Sovyet Hükümetinin emriyle görevinden alındı. Karşı-devrimci Genel Karargâh dağıtıldı ve Duhonin, ona karşı ayaklanan askerler tarafından öldürüldü.
Parti içinde adı çıkmış bazı oportünistler de (Kamenev, Zinovyev, Rykov, Şlyapnikov ve başkaları) Sovyet iktidarına karşı bir çıkış yaptılar. Ekim Devrimi tarafından henüz devrilmiş olan Menşeviklerin ve Sosyal-Devrimcilerin de dahil olacağı bir “tüm-Sosyalist Hükümet” kurulmasını talep ettiler. 15 Kasım 1917'de Bolşevik Parti Merkez Komitesi, bu karşı-devrimci partilerle anlaşmayı reddeden ve Kamenev ve Zinovyev'i devrimin grev kırıcıları ilan eden bir karar kabul etti. 17 Kasım'da, Partinin politikasıyla hemfikir olmayan Kamenev, Zinovyev, Rykov ve Milyutin, Merkez Komitesinden istifa ettiklerini açıkladılar. Aynı gün, 17 Kasım'da, Nogin, kendi adına ve Halk Komiserleri Konseyi üyeleri olan Rykov, V. Milyutin, Teodoroviç, A. Şlyapnikov, D. Ryazanov, Yurenev ve Larin adına, Parti Merkez Komitesinin politikasıyla hemfikir olmadıkları ve sözkonusu kişilerin Halk Komiserleri Konseyi'nden istifa ettiği açıklamasını yaptı. Bu bir avuç korkağın firarı, Ekim Devriminin düşmanları arasında bir bayram havası yarattı. Tüm burjuvazi ve onun uşakları, ağızları kulaklarında, Bolşevizmin çöküşünü ilan ettiler ve Bolşevik Partinin sonunun yakın olduğuna dair kehanetlerde bulundular. Ama bu bir avuç kaçak yüzünden Parti bir an bile sarsılmadı. Parti Merkez Komitesi bunları devrim kaçakları ve burjuvazinin suç ortakları olarak damgaladı ve işine baktı.
“Sol” Sosyal-Devrimciler ise, Bolşeviklere hiç kuşkusuz sempati duyan köylü kitleleri üzerindeki nüfuzlarını sürdürmek isteğiyle, Bolşeviklerle arayı bozmamaya ve şimdilik onlarla birleşik cepheyi sürdürmeye karar verdiler. Kasım 1917'de yapılan köylü Sovyetleri Kongresi, Ekim Sosyalist Devriminin bütün kazanımlarını benimsedi ve Sovyet Hükümetinin kararnamelerini onayladı. “Sol” Sosyal-Devrimcilerle bir anlaşmaya varıldı ve birkaç “sol” Sosyal-Devrimci (Kolegayev, Spiridonova, Proşyan ve Steinberg) Halk komiserleri Konseyi'ne dahil edildi. Fakat bu anlaşma ancak Brest-Litovsk barışının imzalanmasına ve Yoksul Köylü Komitelerinin kurulmasına kadar sürdü. Köylüler arasında derin bir bölünmenin ortaya çıktığı bu sıralarda, Kulakların çıkarlarını gittikçe daha çok temsil eden “Sol” Sosyal-Devrimciler, Bolşeviklere karşı bir isyan kışkırttılar ve Sovyet Hükümeti tarafından bozguna uğratıldılar.
Ekim 1917'den Ocak-Şubat 1918'e kadarki kısa zaman diliminde Sovyet devrimi tüm ülkeye yayıldı. Sovyet iktidarı dev ülkenin toprakları üzerine öyle büyük bir hızla yayıldı ki, Lenin bunu Sovyet iktidarının “zafer yürüyüşü” olarak adlandırdı.
Büyük Ekim Sosyalist Devrimi zafere ulaşmıştı.
Rusya'da Sosyalist Devrimin bu nispeten kolay zaferinin bir dizi nedeni arasından şu bellibaşlı nedenler öne çıkarılmalıdır:
1) Ekim Devrimi, Rus burjuvazisi gibi görece zayıf, kötü bir şekilde örgütlenmiş ve siyasi bakımdan oldukça tecrübesiz bir düşmanla karşı karşıyaydı. İktisadi bakımdan hala zayıf ve tamamen hükümet ihalelerine bağımlı olan Rus burjuvazisi, durumdan bir çıkış yolu bulabilmek için zorunlu olan ne siyasi bağımsızlığa ne de yeterliinisiyatife sahipti. Örneğin, ne Fransız burjuvazisinin sahip olduğu büyük çaplı siyasi tertip ve siyasi hilekarlık alanındaki engin tecrübeye, ne de İngiliz burjuvazisinin sahip olduğu geniş kapsamlı kurnazca uzlaşmalar yapma geleneğine sahipti. Daha dün Çarla anlaşma yoluna gitmiş, fakat Şubat Devrimiyle Çar devrilip kendisi iktidara gelince, esasta menfur Çarın politikasını sürdürmekten daha iyi birşey akıl edememişti. Savaş ülkenin gücünü aşmış ve halk ile orduyu tam bir bitkinliğe düşürmüş olduğu halde, Rus burjuvazisi tıpkı Çar gibi “zafere kadar savaş”tan yanaydı. Köylülük topraksızlıktan ve çiftlik sahiplerinin boyunduruğu altında mahvolurken, burjuvazi tıpkı Çar gibi büyük toprak mülkiyetini özünde olduğu gibi bırakmaya kararlıydı. İşçi sınıfı karşısında politikaya gelince, Rus burjuvazisi, işçi sınıfına olan nefretinde Çarı bile geçiyordu, çünkü fabrika sahiplerinin boyunduruğunu yalnız korumak ve güçlendirmek değil, aynı zamanda kitlesel lokavtlarla katlanılmaz hale getirmeye çabalıyordu.
Halkın, Çarın politikasıyla burjuvazinin politikası arasında hiçbir özsel fark görmemesi ve Çara olan nefretini bu defa burjuvazinin Geçici Hükümet'ine yöneltmesinde şaşılacak birşey yoktu.
Uzlaşıcı partiler, Sosyal-Devrimciler ve Menşevikler, halk üzerinde belli bir etkiye sahip oldukları sürece, burjuvazi bunları bir siper olarak kullanabilir ve iktidarını koruyabilirdi. Fakat Menşevikler ve Sosyal-Devrimciler kendilerini emperyalist burjuvazinin ajanları olarak teşhir edip halk üzerindeki etkilerini böylece kaybettikten sonra, burjuvazi ve onun Geçici Hükümet'i dayanaksız kalmıştı.
2) Ekim Devriminin başında, Rusya işçi sınıfı gibi devrimci bir sınıf, mücadele içinde çelikleşmiş, kısa zaman içinde iki devrim geçirmiş ve üçüncü devrimin başlamasına kadar barış, toprak, özgürlük ve sosyalizm uğruna mücadelede halka önderliğini kabul ettirmiş bir sınıf bulunuyordu. Eğer Ekim Devriminin Rusya işçi sınıfı gibi bir önderi, halkın güvenini kazanmış bir önderi olmasaydı, bir işçi-köylü ittifakı da olmazdı, ve bu ittifak olmadan Ekim Devrimi zafere ulaşamazdı.
3) Rusya işçi sınıfının devrimde, köylü nüfusun muazzam çoğunlu!unu kapsayan yoksul köylülük gibi ciddiye alınması gereken bir müttefiki vardı. Hiç kuşkusuz birkaç onyıllık “normal” gelişme tecrübesiyle karşılaştırılabilecek olan sekiz ay devrimin tecrübesi, köylülüğün emekçi kitleleri üzerinde iz bırakmadan geçip gitmemişti. Bu zaman içinde, Rusya'daki bütün partileri pratikte sınamak; ne Kadetlerin, ne de Sosyal-Devrimcilerin ve Menşeviklerin çiftlik sahipleriyle ciddi bir şekilde bozuşmaya veya köylüler için kendi kanlarını akıtmaya niyetli olmadıklarına; Rusya'da çiftlik sahipleriyle hiçbir bağı olmayıp, bilakis, köylülerin ihtiyaçlarını tatmin etmek için çiftlik sahiplerini yere çalmaya hazır sadece bir tek partinin, Bolşevik Partinin bulunduğuna kanaat getirmek imkanına sahip oldular. Bu, proletaryanın yoksul köylülükle ittifakının gerçek temelini oluşturdu. Uzun süre bocalayıp, ancak Ekim ayaklanmasının arifesinde yoksul köylülüğe katılarak yüzünü tüm yüreğiyle devrime çeviren orta köylülerin tavrını belirleyen de işçi sınıfının yoksul köylülükle ittifakının varlığı oldu.
Tanıtlamaya gerek yok ki, bu ittifak olmadan Ekim Devrimi zafere ulaşamazdı.
4) İşçi sınıfının başında, Bolşevik parti gibi siyasi mücadelelerde denenmiş ve sınanmış bir parti bulunuyordu. Ancak Bolşevik Parti gibi bir parti, tayin edici taarruzda halka önderlik edecek kadar cesur ve hedefe giden yolda tüm ve her türlü engele takılmayacak kadar temkinli bir parti –ancak böyle bir parti, barış uğruna genel-demokratik hareket, çiftlik sahiplerinin topraklarını ele geçirmek uğruna köylü-demokratik hareketi, ezilen halkların ulusal hak eşitliği uğruna ulusal kurtuluş hareketi ve proletaryanın burjuvaziyi devirmek, proletarya diktatörlüğünü kurmak uğruna sosyalist hareketi gibi bu kadar farklı devrimci hareketleri bir ortak devrimci akımda bu denli ustaca kaynaştırabilirdi.
Hiç kuşkusuz, bu farklı türden devrimci akımların bir güçlü devrim selinde birleştirilmesi, Rusya'da kapitalizmin kaderini tayin etti.
5) Ekim Devrimi, emperyalist savaşın hala tam istim ilerlediği, ileri gelen burjuva devletlerin iki düşman kampa bölündüğü, birbirleriyle savaşmaktan ve birbirlerini zayıflatmaktan, “Rusya'nın işleri”ne etkili bir şekilde karışmak ve aktif olarak devrime karşı çıkmak imkanına sahip olamadıkları bir sırada başladı.
Bu, hiç kuşkusuz, Ekim Devriminin zaferini kolaylaştırdı.
7 - BOLŞEVİK PARTİNIN SOVYET İKTİDARINI SAĞLAMLAŞ-TIRMA MÜCADELESİ. BREST-LİTOVSK BARIŞI. VII. PARTİ KONGRESİ
Sovyet iktidarını sağlamlaştırmak için eski burjuva devlet aygıtı parçalanmalı, yıkılmalı ve onun yerine yeni Sovyet devlet aygıtı yaratılmalıydı. Bundan başka, toplumun zümrelere bölünmesinin kalıntılarını ve ulusal baskı rejimini yoketmek, kilisenin ayncalık1annı ortadan kaldırmak, karşı-devrimci basını ve legal ve illegal her türlü karşı-devrimci, örgütü tasfiye etmek, burjuva Kurucu Meclis'i dağıtmak gerekiyordu. Son olarak, toprağı millileştirdikten sonra, tüm büyük sanayii de millileştirmek ve ardından Sovyet iktidarının sağlamlaştırılmasını herşeyden fazla baltalayan savaş halinden çıkmak, savaşı sona erdirmek gerekiyordu.
Bütün bu tedbirler, 1917 sonundan 1918 ortasına kadarki birkaç ay içinde yürürlüğe kondu.
Sosyal-Devrimciler ve Menşevikler tarafından tezgahlanan eski Bakanlık memurlarının sabotajları kırıldı ve tasfiye edildi. Bakanlıklar kaldırıldı ve yerine Sovyet yönetim organları ve gerekli Halk Komiserlikleri kuruldu. Ülke sanayiini yönetmek için Milli Ekonomi Yüksek Konseyi kuruldu. Karşı-devrimle ve sabotajla mücadele etmek için, başında Feliks Cerjinski'nin bulunduğu Tüm-Rusya Olağanüstü Komisyonu (Çeka) kuruldu. Kızıl Ordu ve Donanmanın kurulması hakkında bir kararname çıkarıldı. Seçimleri esas itibariyle Ekim Devriminden önce yapılan ve II. Sovyet Kongresinin barış, toprak ve iktidarın Sovyetlere geçmesi üzerine kararnamelerini tanımayı reddeden Kurucu Meclis lâğvedildi.
Feodalizmin kalıntılarına, zümreler sistemine ve toplumsal hayatın her alanında hukuki eşitsizliğe son vermek için, zümreleri kaldıran, milliyete ya da dine dayalı kısıtlamaları kaldıran, kiliseyi devletten ve okulu kiliseden ayıran, kadınların hak eşitliğini ve Rusya'daki bütün milliyetlerin hak eşitliğini tanıyan kararnameler çıkarıldı.
Sovyet Hükümetinin “Rusya Halklarının Haklar Bildirisi” diye bilinen özel bir kararnamesi, Rusya halklarının özgürce gelişme ve tam hak eşitliğinin yasa olduğu saptandı.
Burjuvazinin iktisadi gücünü zayıflatmak ve yeni Sovyet iktisadını örgütlemek için, öncelikle yeni Sovyet sanayiini örgütlemek için, bankalar, demiryolları, dış ticaret, ticaret filosu ve bütün kollarıyla tüm büyük sanayi millileştirildi: kömür, maden, petrol, kimya sanayii, makine yapımı, tekstil, şeker sanayii vb.
Ülkemizi, mali bakımdan yabancı kapitalistlerden bağımsız kılmak ve onların sömürüsünden kurtarmak için, Çar ve Geçici Hükümet tarafından imzalanmış dış borçlar feshedildi. Ülkemiz halkları, fetih savaşının sürdürülmesi için alınmış olan ve ülkemizi yabancı sermayeye bağlayan borçları ödemeyi reddetti.
Bu ve benzeri tedbirler, burjuvazinin, çiftlik sahiplerinin, gerici devlet memurlarının ve karşı-devrimci partilerin gücünü temelinden budadı ve ülkede Sovyet iktidarını büyük ölçüde sağlamlaştırdı.
Fakat Rusya, Almanya ve Avusturya ile savaş halinde olduğu sürece, Sovyet iktidarının durumu tam sağlam sayılamazdı. Sovyet iktidarını kesin sağlamlaştırmak için, savaşa son vermek gerekiyordu. Bu yüzden Parti, daha Ekim Devriminin zaferinin ilk günlerinden itibaren, barış uğruna mücadeleyi geliştirdi.
Sovyet Hükümeti, “savaş yürüten tüm halklara ve onların hükümetlerine, derhal adil, demokratik bir barışın sağlanması için görüşmelere başlamaları” çağrısında bulundu. Fakat “Müttefikler”, İngiltere ve Fransa, Sovyet Hükümetinin bu teklifini reddettiler. Bu red yanıtı karşısında Sovyet Hükümeti, Sovyetlerin arzusuna uygun olarak Almanya ve Avusturya ile görüşmelere başlama kararı aldı.
Görüşmeler 3 Aralık'ta Brest-Litovsk'ta başladı. 5 Aralık'ta bir ateşkes imzalandı.
Görüşmeler ülkenin iktisadi çöküntü içinde olduğu, genel savaş yorgunluğunun hakim olduğu, birliklerimizin siperleri terkettiği ve cephenin dağılmakta olduğu bir sırada yapıldı. Görüşmeler sırasında Alman emperyalistlerinin eski Çarlık imparatorluğunun büyük bölümlerini ele geçirmek ve Polonya'yı, Ukrayna'yı ve Baltık ülkelerini Almanya'ya
bağımlı ülkelere dönüştürmek istediği açığa çıktı.
Bu şartlar altında savaşı sürdürmek, daha yeni doğmuş olan Sovyet Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye atmak olurdu. İşçi sınıfı ve köylülük, Sovyet iktidarını güçlendirmek ve ülkeyi düşman saldırısına karşı koruyabilecek yeni bir orduyu, Kızıl Orduyu yaratmak için zaman kazanmak amacıyla, ağır barışşartlarını kabul etmek ve zamanın en tehlikeli yağmacısı olan Alman emperyalizmi önünde geri çekilmek zorunluluğu ile karşı karşıyaydı.
Menşevikler ve Sosyal-Devrimcilerden, en katıksız Beyaz Muhafızlara kadar bütün karşı-devrimciler, barış anlaşması imzalanmasına karşı çılgınca bir kampanya yürüttüler. Politikaları açıktı: Barış görüşmelerini akim kılmak, bir Alman taarruzunu provoke etmek ve böylece hala zayıf olan Sovyet iktidarını ve işçilerin ve köylülerin kazanımlarını tehlikeye sokmak istiyorlardı.
Bu uğursuz tertiplerinde müttefikleri, Troçki ve onun suç ortağı Buharin'di. Buharin, Radek ve Pyatakov ile birlikte, Partiye düşman olan fakat kendini “Sol Komünistler” adı altında gizleyen bir grubu yönetiyordu. Troçki ve “Sol Komünistler” grubu, Parti içinde Lenin'e karşı şiddetli bir mücadeleye girişerek savaşın sürdürülmesini talep ettiler. Bu kişiler besbelli Alman emperyalistlerine ve ülke içindeki karşıdevrimcilere hizmet ediyorlardı, çünkü henüz bir orduya sahip olmayan genç Sovyet Cumhuriyetini Alman emperyalizminin darbelerine maruz bırakmaya çalışıyorlardı.
Bu, aslında “sol” gevezelikle ustaca maskelenmiş bir provokasyon politikasıydı.
10 Şubat 1918'de Brest-Litovsk'taki barış görüşmeleri kesildi. Lenin ve Stalin, Parti Merkez Komitesi adına, barışın imzalanması için ısrar ettikleri halde, Brest-Litovsk'taki Sovyet delegasyonunun başında bulunan Troçki, Bolşevik Partinin kesin direktiflerini haince çiğnedi. Sovyet Cumhuriyetinin, Almanya'nın teklif ettiği şartlarla barış anlaşması imzalamayı reddettiğini açıkladı, ve aynı zamanda Almanlara, Sovyet Cumhuriyetinin savaşamayacağını ve orduyu terhis etmeye devam edeceğini bildirdi.
Bu canavarca bir işti. Alman emperyalistleri, Sovyet ülkesinin çıkarlarına ihanet eden birinden bundan daha fazlasını isteyemezlerdi.
Alman Hükümeti ateşkesi bozdu ve taarruza geçti. Eski ordumuzun kalıntıları Alman birliklerinin bastırışına dayanamadılar ve dağılmaya başladılar. Almanlar hızla ilerleyerek çok büyük alanları işgal ettiler ve Petrograd'ı tehdit ettiler. Alman emperyalizmi, Sovyet iktidarını yıkmak ve ülkemizi kendi sömürgesi haline getirmek amacıyla Sovyet ülkesini istila etti. Eski, dağılmakta olan çarlık ordusu, Alman emperyalizminin silahlı güruhuna karşı duramadı ve onun darbeleri altında sürekli geriledi.
Fakat Alman emperyalistlerinin silahlı müdahalesi, ülkede muazzam bir devrimci kabarışa neden oldu. Parti ve Sovyet Hükümetinin “Sosyalist anavatan tehlikede!” çağrısına işçi sınıfı, Kızıl Ordu alayları teşkilini hızlandırarak cevap verdi. Yeni ordunun, devrimci halk ordusunun genç birlikleri, dişine kadar silahlanmış Alman yağmacılarının saldırısını kahramanca geri püskürttüler. Narva'da ve Pskov'da Alman istilacıları kesin bir direnişle karşılaştılar. Petrograd üzerine ilerleyişleri durduruldu. Alman emperyalizminin kuvvetlerinin geri püskürtüldüğü gün olan 23 Şubat, genç Kızıl Ordunun doğum günü oldu.
18 Şubat 1918'de Parti Merkez Komitesi, Lenin'in, Alman Hükümetine derhal bir barış imzalanmasını teklif eden bir telgraf çekilmesi önerisini kabul etti. Fakat Almanlar, kendilerine daha elverişli barışşartları sağlamak için taarruza devam ettiler ve Alman Hükümeti ancak 22 Şubat'ta barış anlaşması imzalamaya hazır olduğunu belirtti. Barışşartları şimdi, ilkinden çok daha ağırdı.
Lenin, Stalin ve SverdIov, barış imzalanmasından yana bir karar alınması için Merkez Komitesinde, Troçki, Buharin ve diğer Troçkistlere karşı kararlı bir mücadele vermek zorunda kaldılar. Lenin, Buharin ve Troçki'nin “aslında Alman emperyalistlerine açıkça yardım edip Almanya'daki devrimin büyüme ve gelişmesine engel olduğunu” bildirdi. (Lenin, Tüm Eserler, cilt XXII, s. 307, Rusça.)
23 Şubat'ta Merkez Komitesi, Alman Komutanlığının şartlarını kabul etmeye ve barış anlaşması imzalamaya karar verdi. Troçki ve Buharin'in ihaneti, Sovyet Cumhuriyetine pahalıya maloldu. Polonya dışında Letonya ve Estonya da Almanya'nın eline geçti; Ukrayna, Sovyet Cumhuriyetinden koparıldı ve Alman devletinin bir vasaline dönüştürüldü. Sovyet Cumhuriyeti Almanlara tazminat ödemek zorunda kaldı.
Bu arada “Sol Komünistler” Lenin'e karşı mücadelelerini sürdürüyorlar ve ihanet batağına gittikçe daha derin batıyorlardı.
Yönetimi geçici olarak “Sol Komünistler”in (Buharin, Ossinski, Yakovleva, Stukov ve Mantsev) eline geçmiş olan Parti Moskova Bölge Bürosu, Partiyi bölmeye yönelik bir karar, Merkez Komitesine güvensizlik kararı aldı. Büro, “Parti içinde bir bölünmenin pek yakın bir gelecekte neredeyse kaçınılmaz olacağını” düşündüğünü bildirdi. “Sol Komünistler”, kararlarında anti-Sovyet bir tutum takınacak kadar ileri gittiler. “Uluslararası devrimin çıkarları doğrultusunda, şimdi sadece biçimsel bir hale gelmiş olan Sovyet iktidarının olası yokoluşuna rıza göstermeyi amaca uygun buluyoruz” diyorlardı.
Lenin bu kararı “garip ve canavarca” diye damgaladı.
O zamanlar Troçki'nin ve “Sol Komünistler”in bu Parti düşmanı tavrının gerçek nedeni henüz parti tarafından iyi kavranmamıştı. Fakat kısa süre önce görülen anti-Sovyet “Sağcılar ve Troçkistler Bloku” davası (1938 başı), Buharin ve onun başını çektiği “Sol Komünistler” grubunun o sıralarda Troçki ve “Sol” Sosyal-Devrimcilerle birlikte Sovyet Hükümetine karşı gizli bir komplo hazırladığını açığa çıkardı. Buharin, Troçki ve suç ortakları, şimdi ortaya çıktığı gibi, önlerine Brest-Litovsk barışını yıkma, V. 1. Lenin'i, J. V. Stalin'i ve Y.M. Sverdlov'u tutuklayıp öldürme ve Buharinciler, Troçkistler ve “Sol” Sosyal-Devrimcilerden meydana gelen yeni bir hükümet kurma hedefini koymuşlardı.
Bu gizli karşı-devrimci komplonun tezgahlanmasıyla aynı sırada, “Sol Komünistler” grubu Troçki'nin desteği ile Bolşevik Partiye karşı açık bir saldırıya girişti. Onu bölmeye ve saflarını dağıtmaya çalıştı. Fakat bu ciddi dönemeçte Parti, Lenin, Stalin ve Sverdlov'un etrafında toplandı ve bütün diğer sorunlarda olduğu gibi barış sorununda da Merkez Komitesini destekledi.
“Sol Komünistler” grubu böylece tecrit edildi ve yenilgiye uğratıldı.
Barış sorunu üzerine nihai karar almak üzere VII. Parti Kongresi toplantıya çağrıldı.
VII. Parti Kongresi 6 Mart 1918'de açıldı. Bu, Partimiz iktidarı ele geçirdikten sonra yapılan ilk Parti Kongresiydi. Kongreye 145,000 Parti üyesini temsilen, 46'sı karar oyuna ve 58'i sadece istişari oya sahip l04 delege katıldı. Aslında Partinin o zamanki üye sayısı 270,000'den az değildi. Kongrenin acil olarak toplanması yüzünden örgütlerin birçoğunun delege gönderecek zamana, ve Alman işgali altındaki örgütlerin delege gönderme imkanına sahip olmamaları, bu farka yolaçtı.
Brest-Litovsk barışı üzerine raporunda Lenin bu Parti Kongresinde şunları söyledi: “... İçinde bir Sol muhalefetin meydana gelmesinden dolayı Partimizin şu sırada geçirmekte olduğu vahim kriz, Rus Devriminin başından geçen en önemli krizlerden biridir.” (Lenin, Seçme Eserler, cilt 7, s. 297.)
Brest-Litovsk Barışı konusunda Lenin tarafından önerilen karar tasarısı, 12'ye karşı 30 oyla benimsendi. Dört kişi çekimser kaldı.
Lenin, bu kararın kabulünün ertesi gününde “Uğursuz Bir Barış” makalesinde şunları yazıyordu: “Barışşartları dayanılmayacak kadar ağır. Buna rağmen tarih haklı çıkaracaktır... Örgütlenmek, örgütlenmek ve yine örgütlenmek için çalışmaya başlayalım. Bütün güçlüklere rağmen gelecek bizimdir.” (Lenin, Tüm Eserler cilt XXII, s. 288, Rusça.)
Parti Kongresinin kararında, emperyalist devletlerin Sovyet Cumhuriyetine karşı askeri eylemlerinin gelecekte de kaçınılmaz olduğu ve bu yüzden Parti Kongresinin, kendi disiplinini ve işçilerin ve köylülerin disiplinini kuvvetlendirmek için; kitleleri sosyalist ülkeyi fedakarca savunmaya hazırlamak, Kızıl Orduyu örgütlemek ve tüm nüfusu genel askeri eğitimden geçirmek için en enerjik ve kararlı tedbirleri almayı Partinin baş görevi saydığı vurgulanıyordu.
Parti Kongresi, Lenin'in Brest-Litovsk Barışı sorunundaki çizgisinin doğruluğunu onaylayarak, Troçki ve Buharin'in tutumunu mahkum etti ve yenilgiye uğratılmış olan “Sol Komünistler”in bölücü faaliyetlerini bizzat kongrede de sürdürme çabalarını kınadı.
Brest-Litovsk Barışının imzalanması Partiye, Sovyet iktidarını sağlamlaştırmak ve ülkenin iktisadi hayatını düzene sokmak için zaman kazandırdı.
Barış anlaşmasının imzalanması, emperyalist kamp içindeki çatışmalardan (Avusturya ve Almanya'nın Antant'a karşı süregiden savaşından) yararlanarak düşman güçlerini dağıtmayı, Sovyet iktisadi sistemini örgütlemeyi ve bir Kızıl Ordu yaratmayı mümkün kıldı.
Barış anlaşmasının imzalanması, proletaryaya, köylülüğü müttefik olarak tutma ve içsavaş döneminde Beyaz Muhafız generalleri yenilgiye uğratmak için güç biriktirme imkanı verdi.
Ekim Devrimi döneminde Lenin Bolşevik Partiye, gerekli koşullar var olduğunda korkusuzca ve kararlılıkla saldırmayı öğretmişti. Brest-Litovsk Barışı döneminde Lenin Partiye, düşmanın gücünün bizim gücümüzü besbelli aştığı bir anda, düşmana karşı tüm enerjiyle yeniden saldırıya geçmeye hazırlanmak üzere düzenli bir şekilde geri çekilmeyi öğretti.
Tarih, Lenin'in çizgisinin doğruluğunu tam olarak kanıtlamıştır.
VII. Parti Kongresinde Partinin adının ve Parti Programının değiştirilmesi kararlaştırıldı. Partinin adı bundan böyle Rusya Komünist Partisi (Bolşevik) -R.K.P.(B)- oldu: Lenin, bu ad Partinin hedefine, yani Komünizmin gerçekleştirilmesine tam olarak uyduğu için, Partimize Komünist Partisi adı verilmesini önerdi.
Yeni Parti Programını kaleme almak üzere, Lenin, Stalin ve diğerlerinin mensup olduğu özel bir komisyon seçildi, Lenin tarafından hazırlanmış olan taslak, programa temel olarak alındı.
Böylece VII. Parti Kongresi, muazzam tarihi öneme sahip bir görev başardı: Parti safları içinde gizlenmiş olan düşmanı, “Sol Komünistler”i ve Troçkistleri yenilgiye uğrattı; ülkeyi emperyalist savaştan çıkarmayı başardı; barış ve nefes alma zamanı sağladı; Kızıl Ordu'yu örgütlemek için Partiye zaman kazandırdı; ve Partiye, ulusal ekonomiye sosyalist düzen getirme görevini verdi.
8 -SOSYALİZMİN İNŞASININ İLK ADIMLARI ÜZERİNE LENİN'İN PLANI. YOKSUL KÖYLÜ KOMİTELERİ VE KULAKLARIN DİZGİNLENMESİ. “SOL” SOSYALDEVRİMCİLERİN İSYANI VE İSYANIN BASTIRILMASI. V. SOVYET KONGRESİ VE R.S.F.S.C. ANAYASASININ KABULÜ.
Barış anlaşması imzalayıp, böylece bir soluklanma molası kazanan Sovyet Hükümeti, sosyalist inşa çalışmalarına girişti. Lenin 1917 Kasım'ı ile 1918 Şubat'ı arasındaki dönemi, “sermayeye karşı Kızıl Muhafız hücumu” dönemi diye adlandırdı.1918 yılının ilk yarısı içinde, Sovyet Hükümeti, burjuvazinin iktisadi gücünü kırmayı; ulusal ekonominin kumanda mevkilerini (fabrikaları, işletmeleri, bankaları, demiryollarını, dış ticareti, ticaret filosunu vb.) kendi elinde toplamayı; burjuva devlet iktidarı aygıtını parçalamayı ve karşı-devrimin Sovyet iktidarını ilk devirme denemelerini muzaffer bir şekilde ezmeyi başardı.
Ama tüm bunlar hiçbir şekilde yeterli değildi. İlerlemek için, eski düzeni yıkmaktan yenisini inşa etmeye geçilmeliydi. Bu nedenle, 1918 baharında, yeni sosyalist inşa aşamasına -”mülksüzleştiricilerin mülksüzleştirilmesi”nden, kazanılan zaferlerin örgütsel bakımdan pekiştirilmesine, Sovyet iktisadının inşasına geçiş başladı. Lenin, soluklanma molasından, sosyalist iktisadi sistemin temelini atmaya başlamak için en geniş ölçüde yararlanmayı zorunlu görüyordu. Bolşeviklerin, üretimi yeni bir tarzda örgütlemeyi ve yönetmeyi öğrenmeleri gerekiyordu. Lenin, Bolşevik Partinin Rusya'yı ikna ettiğini yazıyordu; Bolşevik Parti Rusya'yı zenginlerden kurtarıp halka vermişti, şimdi de Bolşeviklerin Rusya'yı yönetmeyi öğrenmeleri gerekiyor, diye yazıyordu.
Lenin bu aşamada baş görevin, ülke ekonomisinin ürettiği herşeyin hesabını tutmak ve tüm ürünlerin dağıtımını denetlemek olduğu görüşündeydi. Ülkenin ekonomik sisteminde küçük-burjuva unsurlar ağır basıyordu. Şehir ve kırdaki milyonlarca küçük mülk sahibi, kapitalizmin beslenme alanıydı. Bu küçük mülk sahipleri ne iş disiplini ne de kamu disiplini tanıyorlardı; ne devlet muhasebesine ne de denetimine boyun eğiyorlardı. Bu zor dönemde özellikle tehlikeli olan, küçük-burjuva spekülasyon ve vurgunculuk dalgası, küçük mülk sahiplerinin ve tüccarların halkın sıkıntısından çıkar sağlamasıydı.
Parti, üretimde gevşekliğe, sanayide çalışma disiplininin yokluğuna karşı çetin bir mücadele başlattı. Kitleler yeni çalışma taleplerine ancak yavaş yavaş alışıyorlardı. Bundan dolayı, çalışma disiplini uğruna mücadele, bu dönemde giderek merkezi görev haline geldi.
Lenin, sanayide sosyalist yarışmayı geliştirme, parça başına ücret sistemini başlatma, eşitçiliğe karşı mücadele etme, devletten mümkün olduğu kadar fazla koparmak isteyenlere karşı, aylaklara ve vurgunculara karşı eğitim ve ikna yöntemlerinin yanısıra cebir yöntemleri de kullanma gerekliliğine işaret etti. Yeni disiplinini -iş disiplininin, yoldaşça ilişkiler disiplininin, Sovyet disiplininin- emekçi milyonların günlük, pratik çalışmaları içinde evrimlenecek birşey olduğu, “bu işin tüm bir tarihi çağı alacağı” görüşündeydi. (Lenin, Seçme Eserler, cilt 7, s. 403/404.)
Sosyalist inşanın tüm bu sorunları, yeni sosyalist üretim ilişkilerinin yaratılması sorunu, Lenin tarafından, ünlü eseri “Sovyet Hükümetinin En Yakın Görevleri”nde ele alındı.
Sosyal-Devrimciler ve Menşeviklerle ortak hareket eden “Sol Komünistler”, bu sorunlarda da Lenin'e karşı mücadele ettiler. Buharin, Ossinski ve diğerleri, iş disiplinine, işletmelerde tek kişi yönetimine, sanayide burjuva uzmanlarının çalıştırılmasına ve rantabilite ilkesinin uygulanmasına karşı çıktılar. Bu politikanın burjuva şartlarına geri dönüş olduğunu iddia ederek Lenin'e kara çaldılar. Aynı zamanda “Sol Komünistler”, Rusya'da sosyalist inşanın ve sosyalizmin zaferinin imkansız olduğu yolundaki Troçkist görüşleri propaganda ettiler.
“Sol Komünistler”in “sol” gevezelikleri, disipline karşı çıkan ve devletin iktisadi hayatı düzenlemesine, muhasebe ve kontrole düşman olan Kulakları, aylakları ve vurguncuları savunmalarını kamufle etmeye yarıyordu.
Yeni Sovyet sanayiinin örgütlenme sorunlarını çözen Parti, bundan sonra, bu sırada yoksul köylüler ile Kulaklar arasında şiddetli mücadelelere sahne olan kırın sorunlarına el attı. Kulaklar güçlenmekte ve çiftlik sahiplerinin elinden alınmış olan topraklara el koymaktaydılar. Yoksul köylülerin yardıma ihtiyacı vardı. Kulaklar, proleter devlet iktidarına karşı mücadelelerinde, ona sabit fiyatlarla tahıl satmayı reddediyorlardı. Sovyet devletini aç bırakarak onu Sosyalist tedbirleri uygulamadan kaldırmaya zorlamak istiyorlardı. Parti önüne karşıdevrimci Kulakları ezme görevini koydu. Yoksul köylüleri örgütlemek ve ürün fazlasını saklamakta olan Kulaklara karşı mücadelenin başarısını sağlamak amacıyla, kırlık alanlara sanayi işçilerinden kurulu bölükler gönderme kampanyası başlatıldı.
“İşçi yoldaşlar!”, diye yazıyordu Lenin, “devrimin kritik bir durumda olduğunu unutmayın. Unutmayın ki, devrimi yalnız siz kurtarabilirsiniz, başkası değil. Seçilmiş, siyasi bakımdan ileri, sosyalizm davasına sadık, rüşvete ve yağmaya itibar etmeyen ve Kulaklara, vurgunculara, çapulculara, rüşvetçilere ve düzen bozuculara karşı demir bir güç yaratabilecek yetenekle onbinlerce işçiye ihtiyacımız var.” (Lenin, Tüm Eserler, cilt XXIII, s. 32.)
“Ekmek için mücadele, sosyalizm için mücadeledir” dedi Lenin, ve kıra işçi gönderme kampanyası bu şiar altında yürüdü. Yayınlanan bir dizi kararnameyle, beslenme sektöründe bir diktatörlük kuruldu ve sabit fiyatlarla tahıl alımı için Halk İaşe Komiserliği organlarına olağanüstü yetkiler tanındı.
11 Haziran 1918 kararnamesiyle Yoksul Köylü Komiteleri kuruldu. Bu komiteler Kulaklara karşı mücadelede, müsadere edilmiş toprakların yeniden dağıtımında ve tarım anaçlarının dağıtımında, Kulaklardan yiyecek fazlalarının toplanmasında, işçi sınıfı merkezlerine ve Kızıl Orduya gıda maddeleri tedarikinde önemli bir rol oynadılar. 50 milyon hektar Kulak arazisi, yoksul ve orta köylülerin eline geçti. Kulakların üretim araçlarının önemli bir kısmına yoksul köylülük yararına el koyuldu.
Yoksul Köylü Komitelerinin kurulması, sosyalist devrimin kırdaki gelişiminde daha ileri bir aşama idi. Bu komiteler proletarya diktatörlüğünün köydeki üssüydü. Kızıl Orduya köylülerden asker sağlanması da, büyük ölçüde Yoksul Köylü Komiteleri sayesinde başarıldı.
Köye proleterlerin gönderilmesi ve Yoksul Köylü Komitelerinin örgütlenmesi, kırda Sovyet iktidarını sağlamlaştırdı ve orta köylülerin Sovyet iktidarı safına kazanılmasında çok büyük siyasi rol oynadı.
1918 yılı sonunda, görevlerini yerine getirdiklerinde, Yoksul Köylü Komiteleri, Köylü Sovyetleriyle birleştirildi ve böylece varlıkları son buldu.
4 Temmuz 1918'de V. Sovyet Kongresi açıldı. Kongrede “Sol” Sosyal-Devrimciler Kulakları savunarak Lenin'e karşı şiddetli bir saldırıya geçtiler. Kulaklara karşı mücadelenin durdurulmasını ve yiyecek tedariki için köylere işçi bölükleri göndermekten vazgeçilmesini talep ettiler. ”Sol” Sosyal-Devrimciler, kendi çizgilerinin kongre çoğunluğunun sert direnişiyle karşılaştığını görünce, Moskova'da bir isyan başlattılar ve Tryohsvyatitelski Sokağını işgal ederek buradan Kremlin'i topa tuttular. Bu çılgınca macera, Bolşevikler tarafından birkaç saat içinde bastırıldı. “Sol” Sosyal-Devrimciler ülkenin bir dizi yerinde isyan teşebbüsünde bulundular, fakat bu isyanlar her yerde hızla ezildi.
Şimdi Anti-Sovyet “Sağcılar ve Troçkistler Bloku”na karşı davada tespit edildiği gibi, “Sol” Sosyal-Devrimcilerin isyanı Buharin ve Troçki'nin bilgisi ve rızasıyla başlatılmıştı ve Buharincilerin, Troçkistlerin ve “Sol” Sosyal-Devrimcilerin Sovyet iktidarına karşı giriştikleri temel karşı-devrimci komplonun bir parçasıydı.
Yine bu sırada, daha sonra Troçki'nin ajanı olacak Blumkin adlı bir “Sol” Sosyal-Devrimci, Alman Elçiliğine girdi ve Almanya ile bir savaşı provoke etmek amacıyla, Moskova'daki Alman Elçisi Mirbach'ı katletti. Fakat Sovyet Hükümeti savaşın önüne geçmeyi ve karşı-devrimcilerin provokasyonunu boşa çıkarmayı başardı.
V. Sovyet Kongresi, ilk Sovyet Anayasasını, Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti Anayasasını kabul etti.
KISA ÖZET
1917 Şubatı ile Ekimi arasındaki sekiz ayda Bolşevik Parti son derece güç bir görevi yerine getirdi: işçi sınıfının çoğunluğunu ve Sovyetlerde çoğunluğu kazandı ve milyonlarca köylüyü sosyalist devrimden yana çekti. Bu kitleleri küçük-burjuva partilerin (Sosyal-Devrimcilerin, Menşeviklerin ve Anarşistlerin) etkisinden kurtardı, bu partilerin emekçilerin çıkarlarına karşı yönelen siyasetini adım adım teşhir etti. Bolşevik Parti, cephede ve cephe gerisinde muazzam bir siyasi çalışma geliştirerek kitleleri Ekim Sosyalist Devrimine hazırladı.
Partinin bu dönemdeki tarihinde tayin edici önemdeki olaylar, Lenin'in yurtdışındaki sürgünden dönüşü, Lenin'in Nisan Tezleri, Partinin Nisan Konferansı ve VI. Parti Kongresi idi. Partinin kararları, işçi sınıfına bir güç kaynağı oldu ve ona zafer inancı aşıladı; işçiler bu kararlarda, devrimin en önemli sorunlarına yanıt buldular. Nisan Konferansı, Partiyi burjuva-Demokratik devrimden sosyalist devrime geçiş mücadelesine yöneltti. VI. Parti Kongresi, Partiyi burjuvaziye ve Geçici Hükümet'e karşı silahlı bir ayaklanmaya yöneltti.
Uzlaşıcı Sosyal-Devrimci ve Menşevik partiler, Anarşistler ve komünist olmayan diğer partiler, gelişme devirlerini tamamladılar: Bunların hepsi, daha Ekim Devriminden önce burjuva partileri haline geldiler ve kapitalist sistemin korunması ve bütünlüğü için mücadele ettiler. Bolşevik Parti, kitlelerin burjuvaziyi devirme ve Sovyet iktidarını kurma mücadelesini yöneten tek partiydi.
Aynı zamanda Bolşevikler, Parti içindeki teslimiyetçilerin (Zinovyev, Kamenev. Rykov. Buharin, Troçki ve Pyatakov) Partiyi sosyalist devrim yolundan saptırma çabalarını yenilgiye uğrattılar.
Bolşevik Partinin önderliği altında işçi sınıfı. yoksul köylülerle ittifak halinde, askerlerin ve bahriyelilerin desteğini alarak burjuvazinin iktidarını devirdi, Sovyet iktidarını kurdu, yeni tipte bir devlet, sosyalist Sovyet devletini kurdu, çiftlik sahiplerinin toprak mülkiyetini ortadan kaldırdı, toprağı kullanmaları için köylülere devretti, ülkede bütün toprakları millileştirdi, kapitalistleri mülksüzleştirdi, Rusya'nın savaştan çekilmesini başardı ve barışı sağladı, çok gerekli olan bir soluklanma molası elde etti ve böylece sosyalist inşayı geliştirmek için önkoşulları yarattı.
Ekim Sosyalist Devrimi kapitalizmi ezdi, burjuvaziyi üretim araçlarından yoksun bıraktı ve fabrikaları, işletmeleri, toprağı, demiryollarını ve bankaları tüm halkın mülkiyetine, toplumsal mülkiyete dönüştürdü.
Proletarya diktatörlüğünü kurdu ve koskoca bir devletin yönetimini işçi sınıfının eline teslim ederek onu hakim sınıf kıldı.
Böylece Ekim Sosyalist Devrimi insanlık tarihinde yeni bir çağa, proleter devrimleri çağını açtı.